Arslan BULUT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arslan BULUT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 24

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 24


Herşey, 1990 Kasım ayında İtalya başbakanı Gullio Andreotti'nin 1958'den itibaren İtalya'da faaliyet gösteren bir teşkilât olduğunu itiraf etmesiyle başladı. Bu itirafla, başta İtalya olmak üzere, Avrupa'nın bir çok ülkesinde soruşturmalar açılınca da, pekçok ülkede bu tip faaliyetler gösteren ''sol karşıtı örgütler olduğu'' ortaya çıktı. Yunanistan'daki 1967 Albaylar Darbesi’nde özel eğitimli CIA ajanlarının etkin rol oynadığı ortaya çıktı İskandinavya'da, 1973'de, CIA başkanı olan William Colby tarafindan, bir örgüt kurulduğu öğrenildi. 1985 yılında İsviçre'de P26 isimli bir örgüt kuruldu. P26 bünyesinde 400 ajanın yanısıra çok gelişmiş silah sistemleri de bulunuyordu. Fransa'da, Gallio adlı örgüt, bu olayların açığa çıkmasından sonra feshedildi. Daha dünyanın bir çok ülkesinden örnekler verilebilirdi. 
Türkiye'de bu örgütün varlığı, Özel Harp Dairesi adıyla duyuldu. 1980 öncesi bu kurumun başı, Turgut Özal’a 1983 seçiminde rakip olan ve derin devletin seçtirmek istediği Turgut Sunalp paşamızdı. MHP kadrolarının bu örgütün içinde planlı, sistemli katliamlarda kullanıldığı ileri sürüldü. CHP Lideri Bülent Ecevit, bu yapılanmayı illegal olarak nitelendirdi. Devlet tarafından beslenen bu sağcı tetikçiler, giderek devlet içinde üst düzeyde kadrolaştılar. Sovyetler Birliği, KGB’nin Türkiye’de örgütlediği illegal sol örgütler vasıtasıyla sol terör estirirken, kendini savunma refleksini kullanan, devlet destekli sağ gerillalar 1970'li yıllarda 12 Eylül darbesi öncesi bugün kitle katliamları, bilim adamı, sanatçı ve yazar kıyımı olarak nitelenen sayısız eyleme, icazetli olarak karıştılar. Zira, devlet elden gidiyordu ve Sovyetler’in uydusu olmak üzereydi. 

1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi öldürüldü ve failleri bulunamadı! Bulunanlar da, zaten çıkartılan aflarla, devlet eliyle cezaevinden ya resmen çıkarıldı veya kaçmalarına göz yumuldu. Prof. Dr. Ümit Doğanay, 20 Kasım 1979 
günü katledildi. Yakalanan katillerden biri itirafçı oldu. Bu kişi derin devlet örgütlenmesinin beyin kadrolarından olan Alaaddin Çakıcı'nın sağ kolu iken, çıkar çatışmaları nedeniyle, Çakıcı tarafından öldürülen, Nurullah Tevfik Ağansoy'du. Bu katil, devlet tarafından korunmuştu. Prof. Cavit Orhan Tütengil, 7 Aralık 1979'da otobüs durağında katledildi. Doç. Dr. Bedrettin Cömert, Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu, Savcı Doğan Öz, Disk Genel Başkanı Kemal Türkler de bu terörden nasibini aldı. Sokak çatışmaları, binlerce can aldı. Gladio, sağ ve sol eliyle meydandaydı. 

PKK terörü 1990 sonrası, KGB’nin elinden Batılı güçlere geçince, derin devlet politikası tekrar sertleşti. Çünkü Batılı istihbaratlar, daha fazla lojistik destek sağlayarak, şiddetin dozunu artırmışlardı. Merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal, ileriyi gören bir politikacıydı. Bir yandan Özel Tim kurulmasına öncülük ederken, bir yandan Kuzey Iraklı Kürt liderleri Ankara’da yüksek bir statüde ağırladı ve soruna siyaset çerçevesinde barışçı bir çözüm bulmak gerektiğine inandı. 
1992 yılının başlarında MGK, PKK’ya yardım ve yataklık yapanlara, aman vermeme yönünde gizli bir karar aldı. Bu değişkliğin ardından PKK terörüne son vermek için Kürt köy ve mezraları boşaltıldı. 1992'nin sonlarında, bu strateji değisikliği MGK'nın gündemine bir kez daha geldi. Konu, bu savaşta kullanılmak için özel örgüt kurulmasını içeriyordu. Kurulacak bu örgütün şeması ve bu organizasyonda görev alacak kişilerin isimleri belirlendi. Abdullah Çatlı ve arkadaşları, Özel Tim'den seçilmiş bazı polisler ve özel eğitimli askerleri 
yer alıyordu. Bu organizasyonda yer alan kişiler konusunda Özal ve Bitlis paşa, devletin resmî olmayan kişilerle işbirliğine giderek iş görmesine karşı çıkıyorlardı.. 

Barış yanlısı Özal ve Eşref Bitlis, Gladio ile sopa gösterirken, devletin merhametli elini de uzatmak istedi. 
Ancak, derin Ankara ve derin askerler, buna karşı çıktılar. Kürt isminin bile kullanılmasına karşıydılar. Bu olaydan sonra Özal da, Bitlis de suikastla öldürüldüler. Maalesef bu konuda açıklama yapmak Doğu Perinçek’e düştü: 

''Eşref Bitlis, Çekiç Güç'ün Türkiye alehindeki faaliyetlerini saptamış, gıda yardımı adı altında PKK'ya gönderilen silahları da yakalatmıştı. Çekiç güç hakkında iki kez rapor hazırlayıp Genel Kurmay’a gönderen Bitlis, özel harp uzmanı ABD'li subayları da Jandarma Genel Komutanlığı’ından attı. ABD'li casusların Kuzey Irak'a girişlerini de engelledi. Körfez Savaşı sırasında ABD'in Türkiye üzerinden ikinci cepheyi açma planını öğrenip Genel Kurmay ve Cumhurbaşkanına bildirdi. Özal da bu raporları ABD başkanı Bush'a iletti. Bu nedenle Bitlis'in ortadan kaldırılmasına 4 kişilik ABD komutan heyeti karar verdi. Genel Kurmay istihbaratınca saptanan bu 4 kişilik heyette, Çekiç Güç Kuzey Irak'taki komutanı Albay Naab ve Albay Wilson da bulunuyordu. ABD'li 
komutanların kararını da özel harpçi Türk subayları icraa etti.'' Perinçek'e göre JİTEM grup komutanı Binbaşı Cem Ersever liderliğindeki bir grup subay, Bitlis’in uçağının motoruna sabotoj düzenledi. Daha sonra, Ersever ve sabotoji gerçekleştiren ekibi, Abdullah Çatlı ekibi tarafından çok şey biliyorlar gerekçesiyle, atış alanında sorgulanıp öldürdüler. Özal'ın ölümüne gelince. Kanıtlanmış birşey yok ama diğer ülkelerdeki devlet başkanlarının 
Gladio tarafından öldürülmelerine ve emperyalizmin dünya genelindeki organizasyonuna baktığımız zaman bu olasılık çok güçlü duruyordu. 
(Yılmaz, 1992) 

1990’ların sonunda, 28 Şubat süreci en büyük darbeyi, derin devletteki değişimle, kendi içinde gerçekleştirmişti. Önce hükümeti infaz emrinin nereden geldiğini irdeleyelim. Orgeneral Çevik Bir, 27 Şubat 1997 günü İsrail'den döner, daha önce ise ABD’ye uğramıştır. 28 Şubat’ta REFAHYOL hükümetine bir kararname dikte edilir, hükümet kabul etmeyince asker, basın, Tüsiad, Türk-İş, Disk, Tisk, Tobb, aşırı sol kesim ittifakı ile hükümet yıkılır. Sonradan gelen hükümetler, İHL, Kur'ân kursları, İslâmi sermaye-cemaatlerin en sivrisinden 
(Aczimendiler) başlayarak, en sonunda da en çok kullandıkları ilim grubuna (basının vermiş olduğu adla Hizbullah) dek, tüm İslâmi cemaatler geriletilir... Başörtüsü irticanın sembolü kabul edilir, memur , öğrenciler, eşi örtülü asker, bürokratlar görevlerinden alınır... Yolsuzluk, rüşvet, suistimal, vurgun, yalantalan, cinayet, faili meçhul, işsizlik, ahlâksızlık, riyakârlık, enflasyon, trafik kazası, ırkçılık, hukuksuzluklar, yapay irtica, bölücülük çığlıkları arasında kaybolur ve ülke batmanın eşiğine getirilir, Batı’dan yeniden kredi dilenilir 
hale getirilir. Bir ülke böyle batırılır. 
28 Şubat, ABD ve İsrail’in Türkiye'deki taşeronları eliyle uygulanan bir kolaniyal operasyon, içteki derinlerin kullanılarak yapılan bir postmodern ihtilâldir. Derin devletin teşviyle meydana gelen 28 Şubat, Gladio’yu da dönüştürmüştür. Çünkü, 28 Şubat irtica safsatasıyla sadece dindar kesimlere karşı yürütülen bir psikolojik savaş değildi. Derin devlet, Susurluk’ta temizlenmesi gereken kirli bağırsaklarla birlikte Gladio’yu emekliye ayırmış, yeni bir oluşumun içine girmişti. Bu oluşumun adı yeni Ergenekon’du. 

LİDERİN ŞEMAİLİ VE BAĞLANTILARI 

Herkes ısrarla bir numaranın kim olduğunu soruyor. 
Herkesin bir tahmini var. Çoğu asker kökenli zannediyor. İddianamede sarı bıyıklı bir Rumeliliden bahsedildiğini görenler, Atatürk’ün portresini çizmiş diye savcıyı alaya aldılar. Hedef saptıracağım diye savcı fazla kendisini zorlamıştı. Biraz yardımcı olalım… 

Ne Ak Parti ne de başka bir iktidar, yakın tarihlerde “O” kişiyi karşısına alabilir. Bu nedenle epey kirlenen Ergenekon örgütünün tasfiyesine, zoraki de olsa, gerçek liderin izin verdiği görüşündeyim. Hatta ABD, Avrupa’dan konsensüs söz konusu. 2001’de “tükürdüğünü yalamak” zorunda kaldığı, hoşuna gitmeyen temizlik emrini daha büyük yerden aldığını bildiğim için “zoraki” diyorum. Ak Parti’yi ve liderini beğenmese de içeriye dört tane bakan seviyesinde “Truva Atı” sokacak kadar beceriklidir baronumuz. Burada Türkiye’yi hangi “derin ABD örgütleri” yönlendiriyor, sorusu ortaya çıkıyor. Bizim lider, neoconların en aşırı kanadına bağlı, Cumhuriyetçi, yani Bush taraftarı. Diğer derin Amerikan devletlerinin çatışması sırasında neoconlar, Irak savaşında yaşanan fiyasko sonrası etkinliğini göreceli yitirdi. Türk liderde geri adım atmak zorunda kaldı. Lider, ılımlı Washington’un uyarılarına rağmen, Ak Parti’yi devirmek 
için, söz konusu çeteyi ve generalleri 2001’de görevlendirdiğine pişman oldu. 
Gerçek liderin uluslararası bağlantıları ve güçlü ekonomik yapısı, isminin dile getirilmesini bile engelliyor. Görünürde hiç bir zaman illegal iş yapmayan, cep telefonu ve bilgisayar kullanmadığı için dinlenemeyen ve izlenemeyen lideri suçlamaları zor. Yaşı artık epey ilerledi. Asker olmadığını biliyorum. 
Dört kuşak öncesinden Rum dönmesi, cumalara gidiyor, ölümü hatırlattığı için cenaze namazlarını sevmiyor, gitmiyor. Dört defa hacca gitmiş biri. Berberi Atina’da ismi Alexo, her 15 günde bir tıraş olmak için Yunanistan’a gidiyor. Şık giyinmeyi sevdiği için sürekli Paris’te dolaşıyor. Netice itibariyle ailesinin kurduğu, geliştirdiği işini koruyor, siyasi iktidarını, gücünü kimseyle paylaş mıyor. Seçimle başa gelen iktidarların muktedir olamaması, söz konusu elit liderimizin karizmasından kaynaklanıyor. Koordinatlarını vereceğim liderin portresini anlamanız için mensup olduğu derin örgütleri ve etkisini kavramanız 
gerekiyor. 
Liderimiz sosyal demokrat gözüküyor ve asla bu özelliklere ulaşamayan CHP'ye, oy vermeye devam ediyor. 
Oysa bu doktrin, ilkelerini, sosyal adalet prensibinden alır. ABD ve Avrupa’da liberal geçinenler bu akımdandır. Liderimiz liberal, ama aslında Amerikalılardan beter bir “kapitalist.” Eski Türk sosyalist ve komünistler, liderimizin şirketlerinde üst düzey yönetici. 
Dünyadaki pek çok tüketim ve üretim malzemesini, medyayı, devletleri sistematik gizli örgüt ağına sahip bir elitler grubu kontrol ediyor. Dünyanın %40 servetine sahip 200 en zenginin yönlendirdiği grup, tüm dünyada 8 bin üst düzey elemanla koordineyi sağlıyor. Globalizasyon’un ve Yeni Dünya Düzeni'nin temel felsefesini ortaya koyan “Kaostan Düzen” mottosu ile ortaya çıkmış Illüminati, Skulls and Bones Society (SBS, Kuru Kafa ve Kemik Cemiyeti), Bohemian Grove (veya Bohemian Club) adlı gizli cemiyetleri var. Bu elitler grubun arkasında masonik gizli örgütlenmelerin olduğunu kimse yazamıyor. Bu uluslararası ağın, 20. yüzyılda bünyesine eklediği Council on Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi), Trilateral Komisyon ve Bilderberg isimli örgütler bulunuyor. Bu örgütlere üye olan kişiler, istihbarat örgütlerinin, silahlı kuvvetlerin, NATO'nun veya Savunma Bakanlıkları’nın, bankaların, dev tröstlerin en tepesindeki insanlar. Bizim yerli liderimiz de CFR, Bilderberg ve Illüminati üyesi. Illuminati, üyelerini inanılmaz bir sır gibi saklıyor ve bugün hemen her ülkede mevcut. Özel eğitim, tören ve alt mason kültüründen gelmeyenler Illuminatiye kabul edilmiyor. Başında Henry Kissenger bulunuyor, 
Türkiye'den sorumlu adamı Richard Perle, bizim liderle içli dışlı. NATO bağlantılı Gladyolar kurmak onların kararıydı. Yeraltı örgütleri ile ilişkiyi Trilateral Komisyon sağlıyor. Trilateral Commission (TC), Yeni Dünya Düzenini tüm dünyaya daha iyi yayabilmek için oluşturuldu. 1973'te David Rockefeller, Henry Kissenger ve Zbigniew Brzezinski tarafından kurulan gizli örgüt, CFR'yi Atlantik 
ötesi ülkelerde CIA ile örgütlüyor; siyaset, darbe, mafya mühendisliği yapıyor. 
CFR'nin uluslararası düzeyine taşınmış bir şekli olan ve 1954'de kurulmuş Bilderberg, her yıl gizli toplantılar düzenliyor. Türkiye'de son 50 yıldır başa geçen ünlü politikacıların çoğunluğu Bilderberg üyesi, bizim lider de toplantılarına katılır veya temsilcilerini mutlaka gönderir. Tüm dünyada TC, Bilderberg ve CFR birbirinin içine girmiş durumda. Her üçünün de üyesi olan Bill Clinton, Brent Scowcroft, John Mark Deutsch, Robert Strange gibi 50 kişi var, bizim lider de bunlardan biri, hem de çok güçlü biri. 

Küresel sermayeyi yöneten elitler, amacına ulaşmak için savaşlar çıkartıyor, değişmez sanılan ülke sınırlarını değiştiriyor, kaostan düzen çıkartıyor, ulus devletleri tehdit ediyor. Ergenekon’un gerçek liderinin neden yakayı sıyıracağı, isminin dahi açıklanamayacağı sır olmasa gerek. Ergenekon örgütünün kara kutusu olarak adlandırılan Tuncay Güney, TVNET'e verdiği röportajda çarpıcı 
açıklamalarda bulunacaktı. Altı saat süren ve ilk bölümü yayınlanan röportajda, Ergenekon soruşturmasında gelinen noktayı değerlendiren Güney, bugün gelinen noktayı buzdağının üst kısmı olarak tanımladı. Kanada'da TVNET Haber editörü Bedir Acar'a konuşan Tuncay Güney, şifreli cümleler kurarak, Ergenkon örgütünün “Cesur Hırsızlar Partisi”nin himayesinde olduğunu söyledi. Türk televizyonlarında ilk kez, ayrıntılı şekilde Ergenekon'u anlatan Güney, 1950'li yıllardan itibaren devlet içinde örgütlenen bir yapı olduğunu anlattı. Ergenekon için “Susurluk'un babası” diyen Güney, ilk bölümü yayınlanan röportajında, Ergenekon örgütü ve soruşturma ile ilgili olarak, şu çarpıcı bilgileri verdi: "Ergenekon çözülürse sistem çöker. Cesur Hırsızlar Partisi, Ergenekon'u himaye ediyor. Ergenekon'un sermaye boyutuna ve sistem içindeki uzantılarına 
dokunulmamıştır. Küçük parmağı kesilse ne olur. Örgüt kendini yeniler. Sistem devam eder." 

Güney’in kast ettiği ya TÜSİAD veya İstanbul Merkezli Masonik Büyük Klüp. Bu baronlarının yönettiği, bu derin gizli örgütün adı Ergenekon’du. Diğer tanımıyla NATO üyesi ülkelerde CIA tarafından kurdurulmuş Gladio. Tüm NATO ülkelerinde gizli operasonlar için kurulan ve önceleri Komünistlere ve Kürt ayrılıkçılara göz 
açtırmayan Gladio, 28 Şubat ve 11 Eylül sürecinden sonra dindar Müslümanları, daha doğrusu İslâm'ı hedef alır. MOSSAD'ın katkılarıyla Türkiye örgütlenmesinde yönetim zaten 1960'lardan beri Sebataycı eksenli masonik bir yapının elindedir. Çıkarları için sağ el veya sol el farketmez. Logosunun yanında 50 yıldır takiyye yaparak “Türkiye Türklerindir” diyen gazete, medyadaki ana üsleridir; dolayısıyla Perde arkasındaki grubun çıkarları Türkiye'nin çıkarlarından önce gelir. Kemalizm ve laiklik oyuncaklarıyla Sebataycı örgütlenmeye karşı çıkanlar yok edilir veya sindirilir. 

Atatürk tarafından Selanik’ten mübadele ile getirilerek ayrıcalıklı konum verilen Sebataycıların yönetici, mafya konumundaki altdakilerin günah keçisi, sıradan işçi olduğunu, pek az insan farkedebiliyordu. Soner Yalçın, “Efendi” adlı kitabını boş yere yazmadı. Bu kitap; çifte dinle ve kimlikle yaşadıkları için su yüzüne bugüne kadar çıkamayan, hain, dönek damgası yemekten korkan ülkemizin gerçek yöneticileri Sebataycıların, Türkiye'nin AB'ne bağlanan umutlarıyla paralel su yüzüne çıkma girişimiydi. “Bu vitrini hazırlamak”, Yalçın'ın deyimiyle, 
“dincilere” bırakılamazdı. Artık herkes onlardan saygı ve korku ile bahsetmeliydi; şapka çıkarmalıydı. Sağcı Ergenekon’u gören, solcuları ıskalayan Yalçın'ın gayretkeşliği bu yüzdendi. “20. yüzyılda Yahudiler iki devlet kurdu biri Türkiye, diğeri İsrail'dir” diyen Sebataycıların ülkemizde kurduğu Ergenekon, bu ülkenin 
gerçek sahiplerine yeni tuzaklar kuracaktı. Sebataycıların “bizdendi” diye sahiplendiği Atatürk, mason localarını kapatmıştı ve komunist yapılanmalarına göz açtırmamıştı. Selanik'ten ülkemize getirdiği çoğunluğu yüksek eğitimli ve paralı 25 bin Sebataycının Türkiye Cumhuriyeti ve inkılâplarının çekirdek kadrosu olduğu doğru bile olsa, Atatürk'ün kökü dışarıda olan yapılanmalara soğuk yaklaştığı inkâr edilemez. Zaten Türkiye'nin gerçek Kurtlar Vadisi, Atatürk'ün ölümünden sonra TL'ye kendi resmini bastıracak kadar hoyratlaşan 
faşist ve manda taraftarı İsmet İnönü'nün hediyesiydi. Eşi Mevhibe Sebataycıydı, aynen Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit gibi. Sebataycı Yakup Kadri, Halide Edip, Fatih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Abdi İpekçiler’den bugüne geldiğimizde bu entellektüel misyonu taşıyan Orhan Pamuk gibi kalemler, bizi hep bizden uzaklaştırdı. 
Bir yandan kültürel yozlaşma, bir yandan asıl güçlerini barındıran iş dünyasıyla ortaklaşa ülkemizi sömürdüler. 
Siyaseti onlar belirledi ve bunlara ek olarak, medyamafyaasker-bürokrat bağlantılarını kullanarak demokrasimizin acı tarihine düşen dört askeri darbeyi onlar gerçekleştirdi. 

Buzdağının üst yüzeyinde gözüken, yani Susurluk’ta belirginleşen mafya-siyasetçi-iş dünyası ve gizli örgütler şeytan üçgeninin fotoğrafı, değişik bir açıdan çekilmeliydi. Buzdağının görünmeyen dev kütlesinde yer alanların, deşifre edilmesi için masonların deşifresi elzemdi. Derin Devlet-Derin Mafya-Derin Sebataycılar üçgeni ilişkisi hiç yazılmadı bugüne kadar. Eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, eğer zorla istifa ettirilmesiydi “Gümüşsuyu çetesi!” olarak nitelediği “Büyük Klüp”, yani “Manevi Cihazlanma Teşkilâtı”nı deşifre edecekti. 
Dünyanın her ülkesinde kendilerine özgü derin devletcikler bulunuyordu. İtalya, güya temiz eller operasyonu ile kendi derin devletinin derin mafya yapılanmasını temizledi. Türk derin devleti ve mafya yapılanmasının elbette dış bağlantıları çok güçlüydü ve süreklilik arz ediyordu. 

Bir ahtapot gibi kolları olan bu örgütün, ülkemizdeki yasal adı CIRCLE D’ORIENT: Büyük Klüp. İngilizce isminde geçen 'Circle' aynı zamanda Tapınakcıların yurtdışındaki yayın organının ismidir. 

Siyonizm, Sabataycılar ve Tapınak Şövelyeleri arasındaki gizli bağlantı Siyonist Tapınağı Tarikatı'na kadar uzanır. Üstad-ı âzamlarının unvanı “Denizci”dir. Güven Erkaya'nın bir dönem başkanlığını yürütmesi sadece eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasından kaynaklanmamaktaydı. Emekli deniz oramirali ve 12 
Eylül sonrası başbakanlık yapan Bülent Ulusu, uzun süre Büyük Klüp'ün başkanlığını yürüttü, halen üyedir. Onun döneminde üye olan meşhurlar arasında babasından misyonu devralan Mehmet Ağar ve Beşiktaş'ın efsanevi 
başkanı Süleyman Seba sayılabilir. Seba, emekli olmadan önce MİT'in İstanbul Bölge Müdürüdür. Ünlü mafya babası Aladdin Çakıcı, Ulusu döneminde üye kabul edilir. Çakıcı, ülkenin en büyük uyuşturucu ve silah taciri Dündar Kılıç'ın damadıdır. Sebataycıların kullandığı mafya kolunu temsil etmektedir. Kara para onlardan sorulur. Hakkındaki onca delile rağmen, beraat ettirilir. Çakıcı, bu ülkede devletin adamı olarak derin devlete çalışan en derin adamdır. Konuşursa âlem karışır. Bu nedenle devlet eliyle kaçırılır. Beşiktaş Jimnastik kulübü 
eski genel sekreteri Sinan Engin sadece talimatı yerine getirmiştir. 

İngilizcesiyle "Moral Rearmament-Mr", Türkçesiyle "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı"nın kökleri dışardadır. Tapınakcıların, zuhuruna vesile oldukları Protestan mezhebinin bağlısı (Lutheryan) Amerikan Pastor’u Frank Buchman tarafından, 1929’da "Oxford Group" olarak tesis edilir. Buchman daha sonra, İngiltere’de Evanjelik olur; yani Bush’un ve oğlunun, "Yeni Dünya Düzencileri"nin mezhebine duhûl eder!.. Bu derneğin Türkiye şubesi Beyoğlu’ndadır. Hatta oranın bir sokağında, "Asmalı Mescid” vardır; aynı sokakta, "B’nai B’rith-Ahdin Kardeşleri" teşkilâtı, "Fakirleri Koruma Derneği" adı altında faaliyet göstermektedirler. İşte bu sokakta, "Manevi Cihazlanma Teşkilâtı" da faaliyete başlar. "Toplum faydasına dernekler" listesinde olup, 
vergiden muaf ve üste "bütçe"den para da alan bu iki derneğin, kurucu başkanı, -mini mini vali- Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay'dır... 33. dereceden mason olan Gökay’ın, Göztepe-İstasyon durağındaki köşkü teşkilatın toplantı yeri idi; bugünlerde kullanılan başka bir toplantı yeri ise İsmail Ağar’ın, Kadıköy’deki köşkü... Bu adam, 60 ihtilalinde idam edilen F. R. Zorlu’nun da akrabası ve Ayasofya'nın Ortodoks ibadetine açılmasını istiyordu. 

Heybeliada'daki Ruhbani okulunun açılmasıyla istekleri durulmayacaktı. 
(Er, 2003) 

25. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 22

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 22



Bazısı onu 'mâlî' amaçlı bir örgütlenme sanmış; bazılarıysa, MHP'nin iktidarda bulunmasıyla irtibatlandır-mış...” 
(Kıvanç, Mayıs 2001). Oysa, "Yeniden kurulsun" diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon çok kapsamlı, bir partiyle irtibatı bulunmayan 'devleti yapılandırma' amaçlı bir örgüt... Taha Kıvanç, esas ismi ile Fehmi Koru'ya en büyük tepki, zamanın Mao'cu, PKK yandaşı terörist örgütü, şimdinin ise ordu yanlısı, Kuvayı Milliyeci, Kemalist kuruluşu Aydınlık grubundan geldi. 6 Mayıs 2001 tarih ve 720 sayılı Aydınlık gazetesinde Hikmet Çiçek "CIA’nın “Ergenekon” yaygarasında Fehmi Koru başı çekti. Bütün bunlarla birlikte, piyasaya ‘Ergenekon’ dedikoduları da sürülüyor. Bilindiği gibi Can Dündar Türkiye SüperNATO’sunun (Kontrgerilla) 
‘Ergenekon’ adıyla kurulduğunu anlatan kitap yazdı. Anlaşılıyor ki, ABD Türkiye’de kurdurduğu SüperNATO’ya bu adı koymuş veya bu adın konmasına izin vermiş. “...Türkiye ve Türk Ordusu büyük bir tertiple karşı karşıya. CIA, SüperNATO ve MİT şeflerinin işbirliğiyle Orduyu yıpratma kampanyası her alanda sürdürülüyor. Psikolojik savaşta sözde dosyalar ve raporlar imal ediliyor. “Ergenekon” hikayeleri de bu tertibin bir parçası." (Çiçek, Mayıs 2001) Fehmi Koru'ya hücum etti. 

Bu telâşlı tepkiye, bir bölümünü Fehmi Koru'nun yayınladığı, daha geniş bir şekilde de Aksiyon dergisinin yer verdiği (Aksiyon 12 Mayıs 2001, sayı: 336, Harun Odabaşı-Sivil Ergenekon başlıklı yazı) "Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" başlıklı ve "Emir ve tensiplerinize..." hitabıyla biten raporu, "bizzat Doğu Perinçek'in kaleme aldığı ve Ergenekon'un yeniden yapılanmasında önemli fonksiyonlar yüklendiği" söylentileri neden olmuştu. (Odabaşı, Mayıs 2001) 

İnternet'te yayın yapan Ergenekon Sayfası veya Gerçek Ergenekon isimli web sitesi Ergenekon yapılanması ile ilgili şu haber ve yorumlara yer vermişti: "NATO uzantısı eski ‘derin devlet’ yapılanmasının yerine geçmek üzere (!) ulusalcı/ milliyetçi yeni Ergenekon, toplantılara başladı. Eski ‘derin devlet’in operasyon birimleri ilk toplantısını 2003 Haziran ayı içerisinde Akdeniz sahillerinde lüks bir otelde toplanarak yaptı. Yeni oluşumun başında, eski (!) bir MİT daire başkanı bulunuyordu. Başbakanlık danışmanlığı da yapan MİT'ci lider, eski teşkilata benzer bir yapılanmaya gidilmesini savunurken, daha üst seviyelerden bağımsız bir organizasyonun kurulmasının ‘rica’ edildiği ileri sürülüyordu.” 
(Gerçek Ergenekon, Haziran 2003) 
MİT eski Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay bu oluşumda görevlendirilmesine karşın, grubun eski elemanlarının Alpay'a güvenmediği hatta, Alpay'ın da katıldığı bir toplantıya yüzlerinde kar maskesiyle katıldıkları, sitenin elde ettiği ilginç bilgilerdi. Yeni Ergenekon’cuların ulusal olmasını bekleyen eski 
Ergenekon’cu-lar, 11 Eylül'deki Amerikan kâbusu sonrasında, bu ekibin patronları tarafından büyük ölçüde yine ABD'nin hizmetine tahsis edildiğini öğrenmiş ve yeni oluşumu ifşaa etme telâşına düşmüştü. Uzun süredir, 
başbakanlık örtülü ödenekleri kesildiği için, harçlık bile alamayan ekibin yeniden düzenli aylığa bağlanması, 1974'de kesilen CIA yardımının yine başladığı anlamına geliyordu. 

Eski başbakan Bülent Ecevit, Sabah’ta yayınlanan bir röportajda “Özel Harp Dairesi’nden ilk kez 1974’te tesadüfen haberdar olduğunu ve o vakit kendilerine askerlerce brifing verildiğini” hatırlatmıştı... Daha önce bu konuda biraz daha ayrıntılı konuşmuştu; Ecevit: 

“1974’teki başbakanlığım esnasında zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar, Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon lira istedi. Genelkurmay’dan bu paranın hangi amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. ‘Özel Harp Dairesi için istiyoruz’ yanıtı geldi. O vakte kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD’nin karşıladığı, ancak artık ABD’nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden para istenmek zorunda kalındığı bana bildirildi. Özel Harp Dairesi’nin nerede olduğunu sordum. ‘Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada’ yanıtını aldım...” (Milliyet, 28 Kasım 1990) 
Yeniden yapılanma sürecinde, askeri otoritelerin bunun Anti-Amerikan bir görünüm kazanmasını en azından şimdilik istemedikleri, bu yönde yapılacak yayınları dezenformasyon şeklinde sunmasından belliydi. Aydınlık dergisinin "Ergenekon kuruldu" şeklindeki haber ve yorumları CIA dezenfarmasyonu şeklinde sunulmuştu. Kıskanç eski Ergenekon’cuların kuruluş toplantısına katılanlardan aldığı bilgiler ve organizasyonda görev aldıklarını duydukları kimselerin genel karakterlerinden hareketle, Ergenekon’cuların henüz Ergenekon ismi üzerinde dahi karara varamadıkları görüşündeydi. Onlara göre, ABD bu yapılanmayı bir süre izleyecek, bağımsız bir çizgide gitmede ısrar ederse içerdeki adamları vasıtasıyla bunu deşifre edecekti. 

Aslında Aydınlık Grubu'nun bir taraftan Süper NATO'yu deşifre etmeye çalışırken (!) diğer taraftan Ergenekon'u savunması da bu çerçevede anlam kazanıyordu. Ergenekon'un siyasi kanadı, topluma en itici gelen gruplar eliyle yürütülüyordu. Gariptir ki, küçük bir azınlıktan gayrı, kimseye de güven duymuyorlardı. Aynı site "Perinçek'in Türkçüleri" bölümünde ise şöyle denmişti: “Ergenekon'un dayandığı ana tezler şunlardı; Ulusal Bağımsızlık, IMF karşıtlığı (hatta AB muhalifliği), AntiAmerikancılık, Amerika'nın dışlandığı bir Avrasya Stratejisi, Yeniden Kuvayı Milliye hareketi... Atatürkçü Düşünce dernekleri, ve eski Marxist organizasyonlarla içli dışlı çalışan bu grup, kimi zaman da Alevilik'i yalnızca bir kültür olarak yutturmaya çabalayan ‘ateist’ fakat ‘mezhepçi’ bazı derneklerle de işbirliği yürütüyordu.” (Gerçek Ergenekon, Haziran 2003) 

Anlaşılan, "Gerçek Ergenekon" Ergenekon'la ilgili gelişmelerden ve Perinçek'in bu organizasyon içinde bulunmasından pek memnun değildi. Enterasan gelişmeydi zira eskidüşman Perinçek, Ergenekon'daydı... Sedat Peker'in başını çektiği "Öz Türkler" veya Peker'in tanımıyla Pantürkizm (Turancılık) hareketinin gövde 
gösterisinin, "Ergenekon'un yeniden yapılandığı" söylentisi ile eş zamanlı olması ilginçti. Anlaşılan Türkler bundan böyle, "Öz Türkler" ve "Üvey Türkler" diye ikiye ayrılacaktı... İstanbul Hilton Oteli'nde 22 Mayıs akşamı yapılan "Öz Türkler" gününe, diğer bir tarifle Sedat Peker'in beyninde sembolize ettiği ismiyle "Birleşik Türk Devletleri"nin kuruluşuna, bir çok ünlü şahsiyetin yanısıra eski Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genel Kurmay Başkanlığı adayı Muhittin Fisünoğlu'nun katılması günün en dikkat çeken haberleri arasındaydı. 
Kartvizitinde Emekli paşa yazmasına rağmen Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, Hayyam Garipoğlu’nun Sümerbank'ında, farkında olmadan "Yönetim Kurulu Üyesi" yapılmış eski bir komutanımızdı. Yargıtay'ın kararıyla 14 Nisan 2005'te Garipoğlu, Korkmaz Yiğit'le birlikte Türkbank davasından hapis yatmaktan zaman aşımı nedeniyle kurtulmuştu. Paşamız Hilton'daki davete de, yine Mehmet Ali Yılmaz ve Atilla Yıldırım davet edince farkında olmadan gitmiş ama, kapıdan içeri girince manzarayı anlamış. "Olmamam gereken bir yerdeydim. Ama ne var ki, bir kere içeri girmiş bulundum. Hemen dönüp çıkamadım" diyordu. 
Yönetim Kurulu Başkanı yapıldığının farkında değilmiş gibi yaptı. Muhittin Fisunoğlu'nun referans gösterdiği ve yemeği birlikte yediğini söylediği Mehmet Ali Yılmaz, Dündar Kılıç'ın eski iş ortağı, bir politikacıydı. Atilla Yıldırım da, Alaattin Çakıcı'nın işlerini takip eden ve bir çok kere gözaltına alınan bir isimdi. Paşa, herhalde Sedat Peker'den bir sitem aldı ki "Peker'i tanımaktan pişman değilim" diye düzeltme yapmak zorunda kaldı. Anlaşılan yeni dönemde Çakıcı'nın yerini Peker dolduracaktı. Kendi çizgileri ile "gönüllü zaptiye memuru anlamında" onurlu bir külhanbeyi olan Türkçü-Turancı Sedat Peker'in Aydınlık gibi, ipleri kimin elinde olduğu belli olmayan bir organizasyonla yakınlık kurmasının izah edilecek bir yanı yoktu. Sedat Peker, 19 Mayıs 2004’te Aydınlık'a büyük bir ilan vermişti. Çok profesyonelce düzenlenmiş web sitesi için ise söyleyecek 
bir söz yoktu. Bizce, düşüncesi ne olursa olsun, arkasında kim olduğu belli olan siteler, fikri gelişme ve değişik bir şeyler öğrenme açısından yararlıydı. Esasında legal platformlar içinde, "milliyetçi" duygularımızın kamçılanmasına ve tepkilerimizi açıkça beyan eden bireyler haline gelmemize ihtiyaç da vardı. Ancak, "Birleşik Türk Devletlerinin" kurulması, devlet içinde "Ergenekon" gibi illegal bir yapılanmaya gidilmesi fikirlerini ise, tehlikeli atılımlardı. Hele hele, Perinçek gibi ajan-provakatörlerin içinde bulunduğu oluşumlar hiç bir zaman Türkiye'ye fayda getirmezdi. 

Madem ki bu beyler ve/diğer beyler/akıllarına karpuz kabuğu düşmüş gibi “Kızılelma Koalisyonu” nitelemesi kullandılar, kavramın açılımını H. Nihal Atsız’ın 1947 yılında Kızılelma Dergisi 1. sayısında yazdığı bir yazıdan alıntılarla tamamlayalım: “Kızılelma, Türk Milletinin manevi besinidir!...Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz. Ortak düşünce olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Bencillik, kabalık, rüşvet, adam kayırma ve namussuzluğun türlüsü alır yürür. Maddileştirilmiş bir insan vatanı için ölür mü? Milletine inanmayan bir adam, yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan biri çalıp çırpmaz mı? ” 

Bu ittifakın çalıp çırpacağı mazide yaptıklarından belli. Adama sormazlar mı; Allah'tan korkmayan, salon ülkücülüğü, kuru edebiyatla ahlâk timsali mi olacak. Maocu-Türkçü-Tarikatçı-Kemalist ittifakına bel bağlayan yeni derin devlet oluşumu Ergenekon yine yanlış ellerdeydi! 

Perinçekgiller'in Milliyetçi-Ulusalcı-Tarikatçı saçaya-ğı, Türkiye Amerikan düşmanlığı ve AB karşıtlığı organize etmek, daha doğrusu provoke etmek için, hassas noktamız bayrak yakma eylemiyle, fitne tohumunu ilk Mersin'de 
ateşledi. Perinçek, Aydınlık’ta Mersin'deki eylemi beş Amerikalı iki İsrailli ajanın kente 15 gün önce gelerek provoke ettiğini yazarak hedef saptırdı. Yeni Ergekoncu Ulusalcılar, derin devletin son ürünüydü. Bu müthiş kadrodan ancak yeni psikolojik savaşlar beklenebilirdi. Yeni Şafak'ta Ali Bayramoğlu 12 Nisan'da açıkca yazdı: 
"TAYAD'lıların dağıttığı bildiri öncesi Trabzon'daki yerel Kasırga televizyonunun üç kez alt yazı geçerek bayrak yakıldığını, PKK bayrağı açıldığını kamuoyuna duyurmasını" nasıl açıklıyor Trabzon valisi? Daha olaylar başlamadan önce Trabzon'un kimi çevre ilçelerinden gelen, bayrağı kim yaktı telefonlarını nasıl izah ediyor? Trabzonlular bilir... 

Kasırga TV daha önce önceden Kadırga TV adını taşırdı. Kadırga TV, MGK'nın bir dönem devşirdiğini açıkladığı, özellikle Trabzon bölgesinde yapılan her toplantı da, benim de birkaç kez şahit olduğum üzere provokasyon yapmayı adet haline getirmiş, bir dini cemaatin, Haydar Baş'ın televizyonuydu. Komedinin son halkası Trabzon'da 6 Nisan'da bildiri dağıttığı dört arkadaşıyla birlikte linç girişimine maruz kalan Zeynep Erduğrul (25)’dan geldi. 
Akşam'a kışkırtıcı olmadığını, ancak birileri tarafından kullanılmış olabileceğini söylemiş. Arkalarında kim ve kimler olduklarını yeterince izah ettim sanırım... Daha fazla söze ne hacet! İyi saatde olsunların yeni yüzüyle karşı karşıyayız. Biz bu filmi görmüştük desekte yine izletiyorlar... Yeni ergenekon başınızda paralansın! 

NOT: Trabzon'un ve Trabzonlunun adını karalayan terör eylemleri, rahip cinayeti, kitap evi misyoner cinayeti, Danıştay saldırısı, Ümraniye cephaneliği, ortaya çıkartılan 13 den fazla hücre evi şeklinde örgütlenmiş çeteler, Cumhuriyet gazetesinin güya bombalanması, Hrant Dink cinayeti... Liste uzun... Şehirlere taşan PKK eylemleri, araba kundaklamalar, PKK'nın silahlandırılarak azdırılması, ordumuzu Kuzey Irak'a sokup ABD ile çatıştırma telaşı, PKK'nın kirli eylemlerde kullanılması, şehitler üzerinden sömürü girişimleri, uyuşturucu ticaretindeki çetelerle PKK'nın derin izleri.. 

Orhan Pamuk ve Fehmi Koru'ya suikast planları son operasyonla ortaya çıktı. 
Bir hukuk devletinde buna dur demek gerekirdi. Veli Küçük, Fikri Karadağ, Kemal Kerinçsiz gibi dokunulmazlığı olduğunu sananlara dokunmak gerekirdi. Kirli bağırsaklarımızı bakalım bu sefer temizleyebilecek miyiz? Susurlukta yaşanan hayâl kırıklığı, umarım bu defa yaşanmaz. 

ON SORU-CEVAPLA ULUSALCILARIN İHANET ÇETELERİ! 

Danıştay saldırısıdan hemen sonra 3 Haziran 2006’da kaleme aldığım, sonsaniye.net ve platform dergisinde yayımlanan aşağıdaki yazım, sanırım Ergenekon operasyonu başlatan polislere, istihbaratçılara ilham kaynağı oldu: “Türkiye’deki yeni oyunun adı Ulusalcılık”: 1990’larda İBDA-C, Hizbullah ve 
Aczimendileri kullanmış olan ‘İhanet Örgütü’, bu sözde dinci örgütlenmelerin geride kalan kırıntılarını, sol örgütlerle ve sağ mafya ile birleştirerek 2001'den beri ulusalcı çatısı altında yeniden sahneye sürmeye karar verdi. 

Ancak, güvenlik güçleri tarafından ardı ardına operasyonlar yapılan bu sözde dinci örgütler ve çeteler, azınlık cuntacılarının kendilerine biçtiği misyonu henüz yerine getiremediler. 
Bu nedenle gücü artırılan ve yeniden yapılandırılan güya sivil ulusalcı örgütler, 2005'den itibaren hızla devreye sokuldu. Ak Parti, erken seçim diyene kadar İhanet Örgütü, dinci ve milliyetçi çizgideki gruplar, ocaklar, tarikatlar ve cemaatler adına yapılmış gibi gözükecek provokasyon eylemler devam edecektir. Şiddete bulaşmayan dini hassasiyeti olan ve milliyetçi grupların şiddete başvurmasını ve sokağa dökülmesini sağlamak için, bu kesimlerin önde gelen isimlerine karşı suikastların yapılması beklenmelidir. Kısa bir süre sonra, ister laik, ister dinci, isterse milliyetçi kesimden önde gelen birileri suikastlara kurban giderse, herhangi bir kritik kurumun personeline veya binasına büyük bir 
bombalama eylemi gerçekleştirilirse, bu duruma hiç şaşırmamak ve asla millet olarak paniğe kapılmamak gerekiyor. 

Soru-cevaplarımıza geçmeden önce, en son gelişmeleri hatırlayalım. 
Ankara’da, Atabey Grubu adını taşıyan, yeni bir çete oluşumu ortaya çıkarıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) en seçkin birliği olarak gösterilen özel kuvvetlerden biri yüzbaşı iki subay, bir astsubay, beş siville birlikte 9 kişi gözaltına alındı. Baskınlarda çok sayıda el bombası, iki Glock tabanca ve C-4 bulundu. Yakalanan zanlıların ajandasında yer alan 9 adet kroki de Başbakan Erdoğan’ın evi ve Danışmanı Cüneyt Zapsu’ya yönelik silahlı eylem planları ve Zapsu'nun BİM marketlerine yönelik planları ele geçirildi. Başbakan Erdoğan'a suikast planı istihbaratı, zaten daha önce alınmıştı. Başbakan son zamanlarda yüze yakın korumayla geziyor. Emekli askerlerin ve istihbaratçıların çetelerde ortaya çıkması, Türk ordusunu bağlamaz. 28 Şubat’cı çete, kamuflajla yine ortaya çıktı. 

Danıştay provokasyonuna baştan beri yanlı yaklaşan, devletden daha devletçi, kraldan kralcı Hürriyet gazetesi, derin askerlerle ilintili olduğu açık bu olayı maskelemek için, habere ilginç bir yorum kondurmuştu. Güya Askeri 
çevreler kroki ve Atabey gerilla grubu kodları hakkında şu bilgiyi vermişler: "Özel kuvvetlerin eğitiminde bu tür hayali gerilla grupları kurulur. Ama eğitimden sonra bu belgelerin imhası gerekliydi. Krokiler ise yine eğitim 
amaçlı, savaş zamanında birliğin birbiriyle haberleşmesi gerekir. Krokilerle bu tatbikat yapılır." Yani ele geçirilenler çete değil istihbaratın çete kurma oyunu idmanı... Bu yeni çete ile gündem meşgul iken Danıştay'a saldırı ve Sauna Çetesi'yle ilgili soruşturmalarda adı geçen Ata Ocakları eski başkanı Ayhan Parlak, teslim oldu. Güya hiç yurtdışına kaçmamış. Serbest bırakılan Muzaffer Tekin ve cani Alparslan Arslan ile beş günde 60 küsur defa ne konuştuğu merak ediliyor. Boşuna heveslenmeyelim, nasıl ifade vereceği ezberletilmiştir. Kollanacağı garantisini alarak, derin ihanet çetesinin üstünü örtmek için ortaya çıkmıştır. 

1. Soru : Son bir yılda sayısız eylem gerçekleştiren ve Danıştay provokasyonu ile dikkatleri üzerilerine çeken ulusalcıların görünürdeki akıl hocası kim? 

Cevap: 80'ine merdiven dayamış, köhne cuntacı, Sabetaycı, “gizli Yahudi” olan, Cumhuriyet başyazarı İlhan Selçuk. Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer ile özel görüşmeler yaparak hükümeti erken seçime götürmek için danışmanlık yapan Selçuk, bakın yakın geçmişte neler yaptı? “İhanet Örgütü” tarafından kullanılan aşırı sol terör örgütleri, yeni eylemler için daha çok insan kaynağına ihtiyaç duyuyordu. “Cuntacı örgüt” bu sebeple, hapisteki aşırı sol görüşlü militanların affedilerek tekrar örgütsel faaliyetlere dönmelerini sağlamak amacıyla, sabetaycı İlhan Selçuk kanalıyla, Cumhurbaşkanı Sezer’den talepte bulunmuştu. Bu talepler üzerine Sezer, bugüne kadar aşırı sol görüşlü yüzlerce militanı affetmiş ve tekrar illegal örgütsel faaliyetlere dönmelerini sağlamıştı. 
İlhan Selçuk'un babası Mehmet Kasım Selçuk bir ‘gizli Yahudi’ yani ‘sabetaydır’. (TC Kimlik Numarası: 39292926484), Eşi Handan Gör’ün babası ve annesi, ‘kayıtlı birer Yahudidir.’ Kayınbaba Hamdi Namık Gör (TC Kimlik Numarası: 52552159026) ile kayınvalide Şivekar Gör’ün (TC Kimlik Numarası: 52549159190) dinleri (dolayısıyla ırkları) nüfusta Yahudi olarak kayıtlıdır. Sabetaylarda, sabetay/Yahudi olmayan kadınla evlenmek büyük günahlar arasında sayılmaktadır ve lanetlenme sebebidir. 
Çünkü anaerkil olan Yahudilerde, soyun, kadınlar üzerinden devam ettiğine inanılır. Bu sebeple evlenilecek eşler, mutlaka sabetay asıllı olanlar arasından seçilir. İlhan Selçuk’un ailesinde de bu kurala hassasiyetle riayet edilmiş ve aileye alınan diğer gelinler de sabetaylardan seçilmiştir. Yengesi Sema Köymen’in akrabası olan Öykü Köymen gibi, akrabalarının pek çoğu sabetaylara ait olan Şişli Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Lisesi mezunudurlar. Bir diğer yengesi olan Ruhan Selçuk’un ninesinin isminin Yuhna ve yeğenlerinin isimlerinin Samuel ve Benjamin (Gümüşsoy olması, bir kanaat veriyor olsa gerek!) Selçuk’un akrabalarının soyadlarına bakıldığında tamamına yakınının sabetay 
asıllı oldukları görülecektir: Ertel, Köymen, Kiper, Oskay, Uzel, Yenersü… 

2. Soru: Ulusalcı oluşumlar nasıl meydana geldi? 

Cevap: 2001 yılında Sedat Peker ile İP Lideri Doğu Perinçek, ulusalcılık adı altında “Kızıl Elma Koalisyon”u kurarak, oluşuma resmen başlattılar. Kısa sürede kimi milliyetçi, kimi solcu, kimi sağcı, kimi İslâmcı, kimi sosyalist, kimi Maocu bir çok grup, sözde ulusalcı Kızıl Elma çatısının altına, bir yerlerden talimat almış gibi, hızla girdi. Daha sonra eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın Avrasya’ya yaptığı atıfdan vazife çıkaranlar, Rusya’nın öncülüğünde stratejik birliktelik olan Avrasya Hareketi'ni 2004'den itibaren örgütlediler. Ulusalcılar olarak adlandırılan “koalisyon” da Avrasya'nın içine girdi. Ulusalcı harekette buluşan sol, Kemalist ve milliyetçi unsurlar şimdi bu üst şemsiyede, Avrasya coğrafyasının anti-Amerikancı unsurlarıyla bir aradaydı. Temel karakteri Amerikan karşıtlığı olan harekete katılmak için İslâmcı, solcu, sağcı olmak fark etmiyordu. Konunun sadece Doğu Perinçek’in hayâli değil, bir kısım sivil ve askeri bürokratın önemsediği, argümanlarını dile getirmekten çekinmediği, bir oluşum olduğu zamanla ortaya çıktı. Hareketin aktörlerinden Kemalist ulusalcı bir şahsın (adı bizde saklı) anlatımıyla, kırk yıllık NATO’cular, Özel Harpçiler şimdilerde Avrasya 
Hareketi’nin en hızlı neferleriydi. 

3. Soru: Bu oluşumların önde görünen, teorik değil aktif iş görecek, sözde NGO'ları kimlerdi? 
Cevap: MGK, 1997’de ülkücü mafyalar nedeniyle iç tehdit kabul ettiği “aşırı sağ”ı, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden, yani Kırmızı Kitap’dan 2005 sonbaharında çıkardı. Türk milliyetçiliği bazı kesimlerce ırkçılığa dönüştürülmek, sağ mafyadan yararlanılmak isteniyordu. Güya 1980'lerde ASALA'ya karşı kullanılan ülkücülerin toplandığı operasyonel bir birim olan TİT'in elemanları yeniden toplandı. TİT'in bugünkü devamcıları olan Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi (VKGBH) ve Ulusal Birlik Partisi'yle birlikte başka bir ulusalcı oluşum da, Türk Solu dergisiydi. Radikal milliyetçi-agresif yayın yapan Türk Ergenekon ve Ötüken gibi gruplar mantar gibi bitmeye başladı. Milyonların üye yapıldığı ulusal dernekler, Türk milliyetçiliğini kullanarak, binlerce dolar 
saçmaya başladılar. Emekli veya emekli gözüken özel haraket mensupları, operasyon yapacak vurucu timleri, hücre evleri halinde örgütledi. Kurulan 40'ya yakın çete, birbirini tanımıyordu; irtibatları sağlayan liderleri tanıyordu. Derin çete görüntüsü, istihbarat ayağını ortaya koyuyordu. Adam toplamaya başladılar ve bulmakta gecikmediler. 

4. Soru: Değirmenin suyu nereden geliyor, nerede kullanılıyor? 
Cevap: Bir iddiaya göre, Başbakana bağlı olmayan, Orta Asya'da Türk milliyetçiliğine derinden yardım eli uzatan örtülü bir ödenekten geliyor. Diğer gelir kalemi ise, Peker grubu gibi, derinlerle çalışan mafya çeteleri. Söylemleri 
masonluk ve ABD karşıtlığı olmasına rağmen Soros Vakfı tarafından finanse edildikleri de ileri sürülüyor. 
Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi (VKGBH), bir yıl içinde 1,5 trilyon lira harcayarak, ülke çapında 190 şube açtı ve 3 milyona yakın üye kaydetti. İlçeler hatta köylerde bile örgütlendi. Meselâ, Mersin’de 70 bin üye kaydedildi. Dergileri Türkeli, 250 bin basılıyor. Bir milyondan fazla tüzük, teşkilâtlara gönderilmiş durumda. Giriş aidatları 40 YTL, yıllık üyelik aidatı ise 100 YTL. Başkanları Taner Ünal, MHP'den dışlanan, sözde bir ülkücü. İnternet ortamında “Özel Büro” ve “Kuvayı Milliye” isimleri altında örgütlenen başka bir grup ulusalcı, bir süredir coplu, telsizli, 1 milyon kişilik teşkilât kuruyor. Sözde Kürt mafyasına karşı harekete geçmeyi planladıklarını açıklayan ve kendilerini “Özel Büro” olarak tanımlayan gurubun başında, proje koordinatörü olarak, Ali Özoğul adlı kişi bulunuyor. 
Ali Özoğul, manifestosu deşifre edilen, Kuvayı Milliye Derneği’nin de genel başkan yardımcısı. Yani, Danıştay baskını soruşturması esnasında göz altına alınıp, günlerce sorgulanan emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin’in yakın dostu, emekli Nato Özel Harp Dairesi Başkanı Fikri Karadağ’ın yardımcısı. Tam 2000 motorize ekipten oluşan, telsizli istihbarat ekiplerini 2007 içinde faaliyete sokacaklardı. Bu 2000 kişilik ekip, öncelikli olarak İstanbul içinde ve iki yakada donanımlı olarak hareket edecekti. Asli işleri, istihbarat olan bu ekipler, başta Kürt Mafyası olmak üzere her türlü mafya ve organize suç şebekesine karşı mücadele etmekle görevlendirilmişti. 

Emniyet ve diğer güvenlik birimleri ile eşgüdümlü ve koordineli olarak çalışacaklarını ileri sürseler de, bunlara kimin görev verdiği bir bilmeceydi. Acaba, devletin polisine güvenmeyerek özel istihbaratçılık ve poliscilik 
oynayanlar kimlerdi? Bu çapta bir faaliyet, MİT ve MGK'dan habersiz yapılabilir mi? 

5. Soru: Bu grupların söylemleri nedir, nasıl üye kaydediyorlar; yaptıkları illegal değil mi? 
Cevap: Söylemleri ilginç. Halkın nabzına göre şerbet vererek yanlarına çekiyorlar. Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi , ABve PKK'ya karşı. İddialarına göre, Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin %93’ü dışarıdan 
destekleniyor. Bir tek kendileri millî. MİT'in yan kuruluşu gibi çalışan ASAM'ı, RAND ile işbirliği yapmakla suçluyorlar. Kim kimdir, kimin eli kimin cebindedir, yıllardır araştıklarını öne sürüyorlar. Bilgi kirlenmesi savaşı için ortam hazırlıyorlar. 21 bin tane büyük şirketin, 19 bininin Mason olduğunu belirtiyorlar. 
Erkut Ersoy, kendilerini Kuvayı Milliye grubunun bir alt kolu olarak tanımlıyor. Her türlü terör örgütüne karşı ve sözde Ermeni Soykırımı konularında mücadele ettiklerini söylüyor. Halen, gruplarında 6214 görevli olduğunu öne süren Ersoy, grupların içinde Genel Kurmay, MİT ve polisten de yetkililerin olduğunu iddia ediyor. Özel Büro kendisini, “PKK sitelerini çökertiyoruz, bilgi topluyoruz, Türk istihbaratına da bu bilgileri aktarıyoruz” diye anlatıyor. 2000 değil mümkünse, 1 milyon motorize ekip oluşturmayı planlıyorlar. İlk olarak İstanbul’da, 100 motor olarak, -aynen Yunuslar gibi; ama Vespa tarzı motorlarla- başlayacaklar. 30'u Ak Parti'den olmak üzere, çeşitli partilerden 80’e yakın milletvekilinin ve bazı işadamlarının projeye destek verdiğini ileri sürüyorlar. 
Gönüllü hareketi olduğu için, illegal olmadıklarını ve yasal izne ihtiyaç duymadıklarını iddia ediyorlar. Gizli bir ordu kuruyorlar. Çünkü ülke Sevr döneminde olduğu gibi işgal altındaymış. Kim işgal etmiş: Ak Parti ve dış güçler... 

23. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21



KİMDİR BU DERİN DEVLET? 

Derin devlet konusunda 'Milli Stratejik Konsept' adlı bir kitap yazan ve Çevik Bir tarafından mahkemeye verilip beraat eden eski akademisyen dostum Doç. Dr. Nurullah Aydın'ın 2000 sonbarında Çankaya'daki ofisinde anlattıkları, aslında “off the record” idi. 33. dereceden mason olan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in en önemli özelliği MİT'de Aydın gibilerle sivil yapılanma kurabilmesiydi. 

Demirel’le birlikte Aydın da tasfiye edildi; zaten anlattıkları intikam almak içindi. Aydın'a yazdığı kitapdan dolayı Genelkurmay Başkanı'nından kuvvet komutanlarına tüm üst düzey askeri kesim tebrik mektubu göndermişti. Eğer mektupları gözümle görmesem inanmam mümkün değildi. Devlet sırlarını ifşa etmekten altı yıl mahkûmiyet cezası ile yargılanan Aydın, beraat etmişti. Aydın'a göre Çevik Bir'in kendisi ile uğraşmasının nedeni derin devletin emriydi. 
Nurullah Aydın, eline kalemi aldı, panonun karşısına geçti ve derin devletin şemasını çizmeye başladı: 
“Hiyerarşik bir yapılanmaya sahip gizli örgütlenme 4000 kişiden oluşur. İş adamı, gazeteci, asker, akademisyen hepsi saygın güya laik Kemalist büyük bir gizli örgüttür. Askerler sanıldığı gibi Konsey'de çoğu zaman başkan değildir, üyedir. Emekli olduktan sonra büyük holdinglerde danışman sıfatıyla yüksek maaşa bağlananları araştırırsanız kimler olduğunu bulursunuz. 

Korkmaz Yiğit'in danışmanı Güven Erkaya ve Cavit Çağlar-Hayyam Garipoğlu'nun danışmanı Teoman Koman, Muhittin Fisunoğlu, Fenerbahçe Cumhuriyet'inden Atilla Kıyat bunlardan sadece birkaçı. 

Bu askerler TSK'yı temsil etmese de öyle görülür. Tüm MGK Genel Sekreterleri ile Nuretin Ersin, Tuncer Kılıç gibi derin devlet arasındaki askerler arasında direk ilişki olması düşündürücüdür. İlk defa Çevik Bir Genelkurmay 2. Başkanı olarak bu hiyerarşiyi bozdu ve başkanlığa adaylığını koydu. 
Bir, derin devleti yönetmeye çalıştı. 28 Şubat’ta aşırı çaba sarfetti. Esasen kararı verecek Konsey'in gizli başkanı Anadolu kaplanlarına savaş açan İstanbul dükalığının patronu, ülkemizin en zengin -Holdinginin sahibi Koç'tur. 

Koç’ların yanısıra, Sabancı, son yıllarda Karamehmetler, Kamuran Çörtük, tasfiye edilene kadar Uzanlar, Ayhan Şahenk-Doğuş Grubu, Eczacıbaşılar, Ulusoylar Konsey’de temsil edilir. 28 Şubat irticaya karşı mücadele 
değil, İstanbul dükalığına karşı ekonomik mücadele başlatan Anadolu kaplanlarını kafese sokma darbesidir. 5000 şirketin önü yeşil sermaye diye kesilmiştir. Bu grupların gazeteleri, derin devletin 28 Şubat operasyonunda provakasyonculuk yapmıştır. 28 Şubatla derin devlet, askerleri kullanarak Anadolu Kaplanı denilen ülkenin gerçek sahibi dindar kesimleri sindirmiş, Sebataycı sermayeyi rahatlatmıştır. 

Derin devletin liberal gazeteleri Hürriyet, Milliyet; sol eli Cumhuriyet kirli tetikçi sol eli Aydınlık, sağ eli ise kendileri bilmese de Akit-Vakittir. (Ahmet Hakan, 4 Aralık’taki köşe yazısında, 28 Şubat sürecinde Akit’den çıkmayan Albay’ın kim olduğunu sorguluyordu.) Sahte Profesör ve Kadiri Şeyhi Haydar Baş’a kurdurulan Mesaj ve Meltem Tv, Yeni Mesaj gazetesi derin devletin bilinen kirli sağ eliydi. Derin devletin gazetecileri tetikçilik yapar, ancak Uğur Mumcu gibi ileri gittiği için kalemi kırılanlar da olur. Necip Hablemitoğlu gibi ıskartaya 
ayrılanlarda. Bir dönem Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı tetikçilik yapar. 28 Şubat’ta olduğu gibi bir dönem gelir Dinç Bilgin'in gazetesi (geçmiş dönemde) Sabah'ın manşetlerini Sebataycı Çevik Bir sabah veya öğle toplantılarına katılarak atar. Hürriyet ve Akit'in bazı manşetleri taraflarından hazırlanır; biri gerer, diğeri tetiği çeker. Ülkücülere 1980 sonrası mafya görevi verilir ve yurtdışında suikastlar, darbeler ihale edilir. MİT'in derin adamları onları gizli operasyonlarda kullandığı için mutludur; ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayarak istihbarat yaparlar. Sebataycılar, hoşlanmadıkları Mehmet Eymür-Hiram Abbas-Korkut Eken-İbrahim Şahin, Hanife Avcı beşlisi Susurluk sürecinde çok yıprandığı için tasfiye ederler. Mehmet Ağar-Şengal Atasağun ikilisine bayrağı darbe ile devrederek yeni bir sayfa açarlar. Bu nedenle Susurluk'ta Abdullah Çatlı, daha sonra Yeşil tasfiye edilir; kullanılan eski tetikçiler Oral Çelik, Abdullah Argun artık yetim kalmıştır; vatanı için çalıştığını sanan aşırı heyacanlı gençlerdir, sonuçta hep kullanılarak paçavra gibi bir kenara atılmışlardır. Oysa bir dönem kara ticaret onlarla yürütülürdü, ancak nedense cepleri hep boştur. Mehmet Ağar, geleceğin parlayan gülüdür. Ağar, derin devletin joker adamıdır. 
Akademisyenlerde bu gruptadır, hata yapanın kalemi kırılır. Necip Hablemitoğlu gibi verilen görevde sapla samanı karıştıranların kalemi kırılır; düştüğü bataklıkta batar. Konseye üye 'Derin Akademisyenler' Atatürk ve laikliğin arkasına saklanarak ülkenin gerçek sahiplerinin önünü irtica safsatası 
ile tıkarlar. Başörtüsü, YÖK, İmam Hatip krizleri bir şal gibi, Konsey ve örgüt ortakları Sebataycı vurguncuların soygunlarını gündemden düşürür, üstünü örter. Ülkenin bankaları hortumlanırken gürültü çıkartırlar ve dikkatleri başka tarafa çekerler. 
Bankaları hortumlayanların çoğu Sebataycıdır ve derin devletin bilgisi dahilinde olmuştur. 2000 ve 2001 ekonomik krizlerini önceden haber alan baronlar yine köşeyi dönerken, vatandaş bir gecede %50 fakirlemiştir. Cumhuriyetimiz 19-23'de kuruldu, Ergenekon davasıyla geç de olsa 2008'de arınıyor. Derin devlet yapılanmasını, konsept, kadro, strateji ve yönetim anlayışı değişikliklerine göre, 1923 ile 1936, 1938 ile 1952, 1953 ile 1978, 1979 ile 1998 ve 1999 ile 2008 dönemlerine ayırmak mümkün. İttihat ve Terakki geleneğinin devamcısı bir ekip tarafından kurulan Türkiye'nin daha ilk yıllarında elit oligarşi, derin devletini kurmuş, zengin sınıfını seçmiş, köylü ile efendinin kimler olacağını belirlemişti. Bu süreç, 1936'da Atatürk'ün mason localarını kapatmasına kadar sürdü. Atatürk'ün mason tarafından zehirlenmesiyle İnönizm devri başladı. Tek parti döneminde CHP ve İkinci Adam diktası var iken, zaten derin devlete gereksinim yoktu. CHP, çok partili sisteme geçişi, demokrasiyi özümseyemedi. 

İkinci dönemde DP'ye karşı yaşanan hezimetlerden çıkış yolu bulamayan CHP'nin imdatına, NATO üyeliği ve Marshall yardımı yetişti. 1960 darbesini örgütleyenler düşük profilli subaylardı ve emir Washington'dandı. 

ABD'den gelen bir milyon dolarlık yıllık bütçe ile Ankara'da bir askeri binada 1974 yılına kadar faaliyetini başbakanlardan habersiz sürdürmüş olan 
Kontra'nın temel amacı, ülkemizi Sovyet’lerden gelen kızıl tehlikeden korumak ve siyasi balans yapmaktı. 

MHP ve Milli Selâmet'in kurdurularak siyasetin parçalanmasının ardında derinden koşan Faruk Gürler ve Muhsin Batur paşaların imzası vardı. 
Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin ilk kurucularından emekli albay İsmail Tansu, "Bunlar kendini milli vazifelerle yola çıkmış gibi gösterebilir ama faaliyetleri tamamen gayri milli. Yaptıkları Türkiye'nin çıkarlarına hizmet etmez." 
diyor ve kırılma noktasının 27 Mayıs darbesi olduğuna işaret ediyor.. İsmail Tansu, 1952-53 yıllarında Kore Türk Tugayı'nda savaşmış bir subay. Dönüşte, Tümgeneral Daniş Karabelen'le birlikte ÖHD'yi kurmuşlar. Daha doğrusu 
Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan daire, olası bir Sovyet işgaline karşı muharebe amacıyla ABD’nin desteğiyle kuruldu, ancak kuru faaliyetlerini bir sure ABD’den gizli yürüttü. Oysa iki kurucuda NATO’da eğitim almışlardı. Rıza Vuruşkan ve Eyüp Mater de kendileriyle birlikte hareket ediyor. Kıbrıs'taki direnişi sağlayan Türk Mukavemet Teşkilatı'nın da kurucularından. Kıbrıs İstirdat Projesi'ni hazırlayan kişi. 

Aynı zamanda teşkilatın Ankara'daki genel koordinatörü. 27 Mayıs darbesine kadar hem ÖHD'de hem de Teşkilat'ta üst düzey görevler aldıktan sonra 
darbecilerle ters düşerek 1961 yılında emekli olmuş. 2001 yılında, Mukavemet Teşkilatı'yla ilgili anılarına yer verdiği 'Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu' adlı bir de kitap yazdı. Tansu, 'Ergenekon, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantılarının olduğu birime verilen kod isimdir' tezine itiraz ediyor. "Bu, kesinlikle yalandır. Olsa ben bilirim. Ne bizim zamanımızda 1960'a kadar olsun, 60'tan sonra bugüne kadar olsun, benim yakından incelediğim, bildiğim Özel Harp Dairesi ile Ergenekon'un bir ilgisi yok." Daire'nin sivil uzantılarının sadece savaş dönemleri için eğitildiğini, eğitimlerinden sonra memleketlerine gönderildiğini, dosyalarının tutulduğunu ve bir savaş hali oluncaya kadar 'uykuda' kaldıklarını anlatıyor. Bunun haricinde hiç kimsenin kullanılmadığını, teşkilatlandırılmadığını ve başlarında birinin bulunmadığını öne sürüyor. Bugün kendilerine Ergenekon ismini veren örgütü değerlendirirken 27 Mayıs'la bağlantılar kuruyor. (Dönmez, 2008). 
1957'de Albay Turgut Sunalp'ında katılımıyla Kıbrıs'ta Rauf Denktaş ile Rumlara karşı sivil direniş örgütleme görevi veren bu kurum, operasyon finansını ABD'den almadığı için ülkemizin en zengini Vehbi Koç'un kapısını çaldı. 1970'lerde gençliğin Komunizme kayması, Türkiye'nin Brezenski tarafından Yeşil Kuşak kapsamına alınmasıyla aşıldı. Sunalp Paşa’nın kod adı ‘ Albay Rrgenekon’ idi, bu lakabı aynı kodu kullanan Alparslan Türkeş’ten devralmıştı. KGB'nin mantar gibi çoğalan sol örgütlerine ülkücü sağ örgütlerle cevap veren Kontragerilla, 30 bin insanımıza sokaklarda kıydı. 12 Eylül darbesiyle Ergenekon yeniden yapılandırıldı. Sağcı, solcu herkes devlet kurtarırken telef oluyordu, kazanan hep Ergenekondu. Siyasi iktidarlar muktedir olamıyordu. 

OPERASYONDAN İKİ YIL ÖNCE YAZDIĞIM ERGENEKON! 

Eski Ergenekon yapılanmasının yenilendiği süreci yakından takip edip, ihbar niteliği taşıyan onlarca köşe yazısı yazmıştım. İki buçuk yıl önce vardığım sonucu Yeni Ergenekon adıyla kaleme aldım. Derin devlet oluşumu, 3 Kasım 1996 Susurluk kazasından sonra bağırsaklarını temizleme yoluna giderken, 1999'dan 
itibaren bağırsaklarını bozacak yeni bir oluşumun içine sürüklenmişti. Yeni Ergenekon böyle doğmuştu. Ergenekon terör örgütüne yönelik operasyon yürüten savcı, 28 Şubat 2006'da yazdığım “Derinden koşan Kızılelma soslu yeni Ergenekon!” başlıklı eski bir yazıma, Ergenekon’un hackeri Erkut Ersoy’un 
bilgisayarında bulduğu için iddianamede değindi. Çünkü henüz buzdağının görünen yüzü ortaya çıkartıldı, diğer bir yüzüne bu yazıda yer verdim. Daha derin yüzlerini yazmaya benim bile cesaretim yetmiyor, çünkü tosladığımız isimler pek saygın, pek itibarlı ve oldukca zengin patronlar... 

Fikir babalığını İlhan Selçuk’un yaptığı oluşumun operasyonel komutanı; Emekli albay Hüseyin Mümtaz. MİT'in eski 2. adamı -eski Ergenekon’cular beğenmese de- Mikail Alpay, tarafından koordine edilen yeni oluşumun adı: Yeni Ergenekon. Devlet içinde aynı adı taşıyan güçlü bir örgüt geçmişte de vardı. Deniz 
kuvvetlerinden ayrılan Erol Mütercimler, "Ben ilk kez 1980'de varlığından haberdar olmuştum" demişti Ergenekon için. Can Dündar ile Celal Kazdağlı, belgeleri konuşturarak, 'Ergenekon' adıyla bir kitap (İmge Yayınları, Ankara) bile yazdılar... Kuvayı Milliye koalisyonu olarak ortaya çıkan sözde sivil toplum örgütü ismini kamuoyuna “Kızılelma Koalisyonu” olarak açıkladı. Bu müthiş yapılanmada kimler yoktu ki! 

Buzdağının su üstünde görülen kesimi şunlardı: Türksolu- Töre-Ufuk Ötesi-Yeni Hayat dergileri-Yeniçağ gazetesi- Gökçe Fırat, Yekta Güngör Özden, Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi-Av.Zeki Hacıibrahimoğlu, Şehit Aileleri Derneği-Saadettin Tantan, Yurt Partisi-Hanifi Altaş Yeni Hayat dergisi-Bedri Baykam, Ressam/yazar Arslan Bulut, Yeni çağ gazetesi -Prof. Dr. Cihan Dura Erciyes Üniversitesi İktisat Bölümü-Hüseyin Özbek Ufuk Ötesi gazetesi-Prof. Dr. Mustafa Erkal Aydınlar Ocağı- Prof. Dr. Tuncer Altuğ İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fak.-Metin 
Aydoğan, A.R. Müdafaai Hukuk Dergisi-Sevgi Erenerol Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi-Öner Yağcı Yazar- Hüseyin Mümtaz, Yeni Hayat-Mustafa Aykut Akşit, Kayseri Türk Ocağı-Yıldırım Koç, Türk-iş-Kemal Çapraz, Ufuk Ötesi-Doç. Dr. Yıldız Sertel iktisatçı/yazar- S. Kemal Ermetin, Töre dergisi.. Bu isimlerden bazıları zımmen bu oluşuma imza alınarak farkına varmadan sokulduklarını e-mail atarak bildirdiler, bu nedenle geçen iki yılda pek çoğu olayın farkına vararak geri adım attı.

Bazıları soruşturma başladı diye üzerilerine alınmasınlar, bu isimleri kendi web sayfalarından almıştım. 

Birde görünmeyen, ama varlığını aklı olan herkesin bildiği su altında duran ana kütle var ki, işte o kütlenin yoğunluğu aymazların oturdukları köşelerden asla hesaplanamazdı. Görünürde  her şey Türksolu dergisinin 21 Temmuz 2003 tarihli özel sayısına, yukarıda adlarını saydığımız kişilerin, yetkilisi oldukları kurumlar adına güya ülkenin itilmekte olduğu uçurumun önüne birlikte bir set çekme girişimi, ulusal bir tepki olarak başladı. Görünürde ABD ve AB düşmanlığı yaparak emparyalistlere karşı ulusal direniş başlattıkları iddiasında olmalarına 
karşın, asıl ortak hedef 3 Kasım 2002 seçimiyle iktidara gelen Ak Parti'yi ABD ve AB nezdinde küçük düşürerek hükümetten indirmekti. 

Emekli albay Hüseyin Mümtaz, Yeni Mesaj'daki köşesinde şöyle buyuruyordu: "Aynı TBMM hükümetinin Kurtuluş Savaşı esnasında Kuvayı Milliye’yi canlandırmak için Anadolu’ya gönderdiği -İrşad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj-Meltem TV ekibine, Yeni Hayat’a, Aydınlıkçılar’a, Hürriyet’ten Mümtaz Soysal, Cumhuriyet’ten Erol Manisalı’ya ve açıktan olmasa da – askere- büyük görev düşüyor..." Kıbrıs Türk Tarih Kurumu, Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı ve İLESAM üyesi olan Mümtaz'ın, çeşitli gazete (Hergün, Ortadoğu, Son Havadis, Günaydın, Birlik-KKTC, Yeni Mesaj) ve dergilerde (Töre, Türk Kültürü, Türk Yurdu, Türk Edebiyatı, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Tarih ve Toplum, Tarih ve Medeniyet, Yankı, Yeni Harman, Yeni Hayat) 
yayınlanmış beş bine yakın makalesi bulunuyor. Önce Yeni Hayat ve Aydınlık, sayfalarını birbirlerine açarak paslaşmaya başladı. Ardından birlikte paneller düzenlediler. Son safhada yanlarına Azerbaycan'dan profesörlük unvanlı Haydar Baş'ı da aldılar. Mümtaz, Baş'ı koalisyona katmak için çok dil döktü; Baş'ın 
Erbakan’la kıyaslanamıyacağı konusunda garanti verdi. Ergenekon'un siyasi kanadı, Maocu-Türkçü-Tarikatçı kimliklerine bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanması tavsayınca kendisini daha net ortaya koyacaktı. Ergenekon ideali tekrar hayata geçirilmeye çalışılırken, bu oluşumun bağlanacağı üst kurum konusu muallakta kaldı. "Adını ben verdim/Yaşını Allah versin" demekle olmayacağı anlaşılan Ergenekon'un, ABD güdümlü eski "derin devlet"in devamı mı olacağı, yoksa tamaman milliyetçi/ulusalcı yeni bir kimlikle mi kurulacağı  konusundaki belirsizlik sürüyordu. Son iki yıllık tarihçeyi çıkartmak polisin ve savcılığın işi. Uzun süren bir takipten sonra ulaşılan sağlam delillerle operasyon başlatıldıysa ve sorgulananlar çözülebildiyse, daha çok isme ulaşılacaktır. 

Her ne kadar bağımsızlık teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlandırsa da, kazın ayağı göründüğü gibi değildi. Ergenekon'un operasyon timinin başında başbakanlık danışmanlığı da yapan meşhur bir istihbaratçı vardı. Mikdat Alpay yeni oluşumu pazarlama gayretlerini sürdürüyordu. Oluşumun daha anne karnında iken ilk farkına varan Yenişafak gazetesi köşe yazarlarından Taha Kıvanç, henüz 30 Nisan 2001 tarihinde "Hayaller gerçek galiba" başlığı altında bir yazı yazdı. Yazı, Taha Kıvanç'ın eline geçen İstanbul, 29 Ekim 1999 tarihli, 
"Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" ile ilgiliydi. (Kıvanç, Nisan 2001) 
Taha Kıvanç, yazı ile ilgili aldığı tepkiler üzerine ertesi gün, 1 Mayıs 2001'de köşesinde aynı konuya devam etti. "Deli saçması sanmayın” başlıklı yazısında şöyle diyordu: "Sanki ben çıkarmışım gibi, ‘Bu Ergenekon da nereden 
çıktı?’ sorusuna cevap vermek zorunda kaldım. 

22. Ci BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***