BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP), TÜRKİYE VE SURİYE., BÖLÜM 1
Türkiye, Arap Baharı, BOP, Suriye, Jel Sınıflandırması, Orta Asya, Kuzey Afrika, Anadolu, Mezopotamya, Murat KÖYLÜ,
Murat KÖYLÜ*
* Yrd. Doç. Dr., Toros Üniversitesi İ.İ.B.F.,
murat.koylu@toros.edu.tr
Murat KÖYLÜ*
* Yrd. Doç. Dr., Toros Üniversitesi İ.İ.B.F.,
murat.koylu@toros.edu.tr
ÖZET:
Amerika Birleşik Devletleri tarafından 2004 yılında uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi, Ortadoğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika'yı dönüştürmeyi, bu alanları küresel pazarlara açmayı ve Batı demokrasisi standartlarına ulaştırmayı
amaçlamaktadır. Proje kapsamındaki ülkelerin çoğunun Müslüman nüfusa ve zengin yeraltı kaynaklarına sahip olmaları, projenin kültürel ve ekonomik boyutunu yansıtmaktadır. BOP yeni bir girişim olarak görülse de, temelleri I. ve II. Dünya Savaşları ve sonraki gelişmelere kadar dayanmaktadır. Büyük Orta Doğu Projesi, aslında tarihi niteliği olan bir projedir.
Orta Doğu' da yer alan bölgelerin bir bütün olarak görülmesi ve bu bölgede otoriteyi sağlayacak bir siyasal yapılanmanın gerçekleştirilmesi doğrultusunda her dönemde ve her siyasal güç açısından Orta Doğu'yu genel olarak büyük sınırlar
içerisinde ele alan bazı yaklaşımlar ve projeler geliştirilmiştir. İran, Anadolu, Mezopotamya ya da Mısır merkezli siyasal yapılanmalar daha büyük bir güç olmak için ortaya çıktıklarında, dünyanın jeopolitik merkezi olan Orta Doğu alanını daha
büyük sınırlar çerçevesinde kendi kontrolleri altına almak istemişlerdir. Sümerler, Babiller, Persler, Memluklar, Selçuklular ve de Osmanlılar aynı yoldan giderek, bütün bölgeye egemen olmak istediklerinde kendilerine göre ve gene kendilerinin
merkezinde yer aldıkları bir Ortadoğu hegemonya alanı oluşturmanın çabası içerisinde olmuşlardır. Bölge içinde, yanında ya da bölgeye yakın bir konumda kurulmuş olan bütün devletler daha fazla büyümek amacıyla Orta Doğu alanını kendi denetimleri altına almak ve böylece bir büyük imparatorluğu kurmak istemişlerdir. Orta Doğu bölgesi sahip olduğu konumu gereği böylesine büyük siyasal yapılanmalar için, elverişli olduğundan, büyümek isteyen devletler Orta Doğu alanında daha büyük bir Orta Doğu arayışı içerisinde olmuşlardır.
içerisinde ele alan bazı yaklaşımlar ve projeler geliştirilmiştir. İran, Anadolu, Mezopotamya ya da Mısır merkezli siyasal yapılanmalar daha büyük bir güç olmak için ortaya çıktıklarında, dünyanın jeopolitik merkezi olan Orta Doğu alanını daha
büyük sınırlar çerçevesinde kendi kontrolleri altına almak istemişlerdir. Sümerler, Babiller, Persler, Memluklar, Selçuklular ve de Osmanlılar aynı yoldan giderek, bütün bölgeye egemen olmak istediklerinde kendilerine göre ve gene kendilerinin
merkezinde yer aldıkları bir Ortadoğu hegemonya alanı oluşturmanın çabası içerisinde olmuşlardır. Bölge içinde, yanında ya da bölgeye yakın bir konumda kurulmuş olan bütün devletler daha fazla büyümek amacıyla Orta Doğu alanını kendi denetimleri altına almak ve böylece bir büyük imparatorluğu kurmak istemişlerdir. Orta Doğu bölgesi sahip olduğu konumu gereği böylesine büyük siyasal yapılanmalar için, elverişli olduğundan, büyümek isteyen devletler Orta Doğu alanında daha büyük bir Orta Doğu arayışı içerisinde olmuşlardır.
Bölge ülkeleri bütün bölgeyi kendi kontrolleri altına alabilmek için böylesine bir projeyi her zaman için kendi güvenlikleri açısından zorunlu görmüşlerdir.
Bu çalışmanın amacı; yaşananlar Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)`nin bir parçası mı?
Ve Batının Ortadoğuyu yeniden şekillendirme çabası mı olduğunu ortaya koymak tır.
1. GİRİŞ
Ortadoğu, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusunu, Rusya ile sıcak denizleri
birbirine bağlayan, aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki bütün ticari ve kültürel
bağlantıların yapıldığı bir bölgedir. Yeryüzünün en önemli kara ve suyollarını kumanda etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu‟yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin birincil hedefi haline getirmiştir. “Kara altın” olarak tanımlanan petrolün 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren değer kazanmasıyla Ortadoğu‟nun, dolayısıyla buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artmıştır (Turan, 2002:16-17)
20.yüzyılın başında Balkanları da kapsayacak kadar geniş şekilde tanımlanan Orta
Doğu günümüzde daha dar bir coğrafyayı ifade etmeye başlamıştır. Buna göre bu tanımlama en dar anlamıyla Mısır’dan İran’a uzanan Nil ve Mezopotamya havzalarının arası için, en geniş şekliyle de Fas’tan Pakistan’a kadar uzanan, başka bir deyişle Atlantik’ten Ganj havzasına kadar yayılan coğrafyayı ifade etmektedir.
Doğu günümüzde daha dar bir coğrafyayı ifade etmeye başlamıştır. Buna göre bu tanımlama en dar anlamıyla Mısır’dan İran’a uzanan Nil ve Mezopotamya havzalarının arası için, en geniş şekliyle de Fas’tan Pakistan’a kadar uzanan, başka bir deyişle Atlantik’ten Ganj havzasına kadar yayılan coğrafyayı ifade etmektedir.
Geniş ve dar anlamda tarif edilen bu coğrafya genel olarak değerlendirildiğinde medeniyet kimliği ve jeokültürel olarak İslam kimliğini, jeoekonomik kaynak alanı olarak petrolü, fiziki coğrafya olarak bozkır ve çöl iklimini, stratejik olarak Avrasya’yı çevreleyen kenar kuşak(rimland)’ı ifade ettiği görülmektedir (Davutoğlu,2004:324)
Ortadoğu‟nun önemi, Rockefeller Kardeşler Fonu olarak bilinen ve Amerika
Birleşik Devletleri ekonomi politikasının ilkelerini saptayan örgütçe hazırlanan 1952 tarihli bir raporda vurgulanarak, emperyalizm için vazgeçilemez olduğu ifade edilmiştir. Raporda şöyle denilmiştir: “Asya, Ortadoğu ve Afrika milliyetçiliği, Sovyet Bloğunun tahrikleriyle yıkıcı bir güç haline gelecek olursa, Avrupa‟nın petrol ve diğer hammadde ikmal kaynakları tehlikeye girebilir. Şu halde, bölgeyi güvenlik altına almak için bölge ülkeleriyle ilişkiler kurmak ve yaşamsal önemdeki kaynakları böylece güvenceye almak gerekir.
Birleşik Devletleri ekonomi politikasının ilkelerini saptayan örgütçe hazırlanan 1952 tarihli bir raporda vurgulanarak, emperyalizm için vazgeçilemez olduğu ifade edilmiştir. Raporda şöyle denilmiştir: “Asya, Ortadoğu ve Afrika milliyetçiliği, Sovyet Bloğunun tahrikleriyle yıkıcı bir güç haline gelecek olursa, Avrupa‟nın petrol ve diğer hammadde ikmal kaynakları tehlikeye girebilir. Şu halde, bölgeyi güvenlik altına almak için bölge ülkeleriyle ilişkiler kurmak ve yaşamsal önemdeki kaynakları böylece güvenceye almak gerekir.
Bu nedenle, Ortadoğu, emperyalizmin ilgi odağı olmuştur ve bu bölgeyi kendi etki alanı içinde tutmak gereklidir (Değer, 1994:92) ”
Orta Doğu’yu önemli kılan başlıca özelliklerden biri de bu coğrafyanın Avrupa,
Asya ve Afrika’dan oluşan dünya anakıtasının kesişim alanını oluşturuyor olmasıdır. Bu bölge; kara havzası açısından Asya’nın batısını, Avrupa’nın doğusunu ve Afrika’nın kuzey sınırlarını barındırmaktadır. Buna bağlı olarak Avrupa, Asya ve Afrika’yı birbirine bağlayan deniz, kara ve hava ulaşım hatlarının düğüm noktasını teşkil etmektedir. Bununla beraber dünyada birinci derecede önemi haiz olan üç stratejik deniz yolu olan Süveyş Kanalı, Babel Mendeb ve Hürmüz boğazları bölgeyi önemli kılmaktadır (Davutoğlu, 2004:325-326)
Orta Doğu’yu önemli kılan başlıca özelliklerden biri de bu coğrafyanın Avrupa,
Asya ve Afrika’dan oluşan dünya anakıtasının kesişim alanını oluşturuyor olmasıdır. Bu bölge; kara havzası açısından Asya’nın batısını, Avrupa’nın doğusunu ve Afrika’nın kuzey sınırlarını barındırmaktadır. Buna bağlı olarak Avrupa, Asya ve Afrika’yı birbirine bağlayan deniz, kara ve hava ulaşım hatlarının düğüm noktasını teşkil etmektedir. Bununla beraber dünyada birinci derecede önemi haiz olan üç stratejik deniz yolu olan Süveyş Kanalı, Babel Mendeb ve Hürmüz boğazları bölgeyi önemli kılmaktadır (Davutoğlu, 2004:325-326)
20.yüzyılın başlarında Orta Doğu’nun Osmanlı egemenliği altında olduğu
görülmektedir. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin ise zayıflamış otoritesi ile hayatta kalma mücadelesi içerisinde olan bir devlet durumunda olduğu görülmektedir. Hem içeride hem de dışarıda pek çok düşmanla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Zor durumda bulunan Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’da mutlak hâkim olduğunu söylemek güçtür. Arap liderler ise sadece iki bölgede sınırlı bir özerklik elde etmeyi başarabilmişlerdir. Bu iki bölgeden biri Lübnan’dır. Lübnan genel olarak bazen Hıristiyan bazen Dürzî olan yerel liderlerin kontrolünde kalmıştır. Arapların özerklik kazanmayı başardığı bir diğer bölge ise Arabistan yarımadası dır.
görülmektedir. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin ise zayıflamış otoritesi ile hayatta kalma mücadelesi içerisinde olan bir devlet durumunda olduğu görülmektedir. Hem içeride hem de dışarıda pek çok düşmanla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Zor durumda bulunan Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’da mutlak hâkim olduğunu söylemek güçtür. Arap liderler ise sadece iki bölgede sınırlı bir özerklik elde etmeyi başarabilmişlerdir. Bu iki bölgeden biri Lübnan’dır. Lübnan genel olarak bazen Hıristiyan bazen Dürzî olan yerel liderlerin kontrolünde kalmıştır. Arapların özerklik kazanmayı başardığı bir diğer bölge ise Arabistan yarımadası dır.
Özellikle Osmanlılar, İranlılar ve İngilizler arasında tartışmalı olan Körfez, esas
mücadele alanı olarak ortaya çıkmıştır. 18.yüzyılın sonlarına doğru Körfez bölgesindeki aşiret reisleri mücadelede öne geçmiş ve kısmî bir özerklik elde etmişlerdir (Kelidar, 1993:263)
mücadele alanı olarak ortaya çıkmıştır. 18.yüzyılın sonlarına doğru Körfez bölgesindeki aşiret reisleri mücadelede öne geçmiş ve kısmî bir özerklik elde etmişlerdir (Kelidar, 1993:263)
20. yüzyılın başlarında Orta Doğu’nun panoramasını değiştiren en önemli
olaylardan biri de Filistin’e yönelik Yahudi göçüdür. Daha sonraki dönemde İsrail Devleti’ne dönüşecek olan bu göçler sonucunda bölgede zaten var olan gerilim çok daha üst seviyelere tırmanmıştır. İngiltere’nin 1838’den itibaren “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve Orta Doğu’yu ele geçirmek üzere kendisi ile işbirliği yapacaklarını öngördükleri Yahudilerin Filistin ve çevresine yerleşmesini desteklemiştir. Bu dönemde Yahudiler de Filistin’e yerleşmek üzere harekete geçmiştir. 1870 yılından başlamak üzere 1908 yılına kadar Filistin’de 33 Yahudi yerleşim birimi kurulmuştur (Arslan,256;151). Özellikle
1897 yılında Basel’de Theodor Herzl başkanlığında toplanan 1.Siyonist Kongresi’n de “Yahudiler için Filistin’de bir vatan yaratmak” hedefi ortaya konulması ile bu hareket daha organize hale gelmiştir. Theodor Herzl’in 1896 yılında yazmış olduğu “Der Judenstaat(Yahudi Devleti)” adlı kitabında yaptığı tespitte Filistin’e yapılacak Yahudi göçünün hem Yahudilerin hem de Yahudilerle sorunu bulunan Batı dünyası nın çıkarlarına hizmet edeceği vurgulanmıştır (Parlar, 2006:275) Yapılan bu tespite istinaden İtilaf Devletlerinin desteğinin de sağlanabileceği öngörülmüştür.
ABD’nin 2000’li yıllardan itibaren önceleri kısaca BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)
denilen, sonrasında GOKAP (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi) olarak anılan projeyle, görünürde bölgede insan hakları, demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, sivil toplum ve piyasa ekonomisini egemen kılmak istediği savunulmuştur. Gerçekte ise Washington, kimi ülkelerin sınırlarını, kimilerinin rejimlerini, kimilerinin de hem sınırlarını hem de rejimlerini değiştirmek istediğini açıklamıştır. Sonradan dışişleri bakanlığı yapacak olan Condoleezza Rice, “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarının ve rejimlerinin değişeceğini” yazmıştır . ABD bu yolla, Ortadoğu’da kendi güdümünde rejimler yaratmaya, zaten öyle olan rejimleri de tahkim etmeye çalışmaya yönelmiştir. BOP, ilk kez 2000 yılındaki Davos Zirvesi’nde Dick Cheney, 2004’te ise Bush tarafından dillendirilmişse de öncesinin olduğu bilinmektedir. Fikri hazırlığını yapan isimler arasında Türkiye’de de yakından tanınan Bernard Lewis, Zbigniew Brzezinski gibi uzmanlar öne çıkmışlardır. BOP’un kapsama alanına 35 ülkenin girdiği, bunlardan 22’sinin Arap ülkesi, 5’inin Arap olmayan Ortadoğu ülkesi, 5’inin Orta Asya ülkesi, 3’ünün ise Trans Kafkasya ülkesi olduğu çokça ifade edilmiştir.
olaylardan biri de Filistin’e yönelik Yahudi göçüdür. Daha sonraki dönemde İsrail Devleti’ne dönüşecek olan bu göçler sonucunda bölgede zaten var olan gerilim çok daha üst seviyelere tırmanmıştır. İngiltere’nin 1838’den itibaren “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve Orta Doğu’yu ele geçirmek üzere kendisi ile işbirliği yapacaklarını öngördükleri Yahudilerin Filistin ve çevresine yerleşmesini desteklemiştir. Bu dönemde Yahudiler de Filistin’e yerleşmek üzere harekete geçmiştir. 1870 yılından başlamak üzere 1908 yılına kadar Filistin’de 33 Yahudi yerleşim birimi kurulmuştur (Arslan,256;151). Özellikle
1897 yılında Basel’de Theodor Herzl başkanlığında toplanan 1.Siyonist Kongresi’n de “Yahudiler için Filistin’de bir vatan yaratmak” hedefi ortaya konulması ile bu hareket daha organize hale gelmiştir. Theodor Herzl’in 1896 yılında yazmış olduğu “Der Judenstaat(Yahudi Devleti)” adlı kitabında yaptığı tespitte Filistin’e yapılacak Yahudi göçünün hem Yahudilerin hem de Yahudilerle sorunu bulunan Batı dünyası nın çıkarlarına hizmet edeceği vurgulanmıştır (Parlar, 2006:275) Yapılan bu tespite istinaden İtilaf Devletlerinin desteğinin de sağlanabileceği öngörülmüştür.
ABD’nin 2000’li yıllardan itibaren önceleri kısaca BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)
denilen, sonrasında GOKAP (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi) olarak anılan projeyle, görünürde bölgede insan hakları, demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, sivil toplum ve piyasa ekonomisini egemen kılmak istediği savunulmuştur. Gerçekte ise Washington, kimi ülkelerin sınırlarını, kimilerinin rejimlerini, kimilerinin de hem sınırlarını hem de rejimlerini değiştirmek istediğini açıklamıştır. Sonradan dışişleri bakanlığı yapacak olan Condoleezza Rice, “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarının ve rejimlerinin değişeceğini” yazmıştır . ABD bu yolla, Ortadoğu’da kendi güdümünde rejimler yaratmaya, zaten öyle olan rejimleri de tahkim etmeye çalışmaya yönelmiştir. BOP, ilk kez 2000 yılındaki Davos Zirvesi’nde Dick Cheney, 2004’te ise Bush tarafından dillendirilmişse de öncesinin olduğu bilinmektedir. Fikri hazırlığını yapan isimler arasında Türkiye’de de yakından tanınan Bernard Lewis, Zbigniew Brzezinski gibi uzmanlar öne çıkmışlardır. BOP’un kapsama alanına 35 ülkenin girdiği, bunlardan 22’sinin Arap ülkesi, 5’inin Arap olmayan Ortadoğu ülkesi, 5’inin Orta Asya ülkesi, 3’ünün ise Trans Kafkasya ülkesi olduğu çokça ifade edilmiştir.
BOP’un hazırlanış gerekçelerini anlayabilmek ve uygulamanın nasıl olabileceğini
dair öngörülerde bulunabilmek için, konuya ışık tutabilecek bazı tarihi saptamalar yapılması uygun olacaktır. Aslında daha eskilere dayanmakla birlikte BOP’un diriliş noktası, 11 Eylül 2001’deki uçaklı intihar saldırılarıyla ABD’yi çok ciddi şekilde sarsan ve bütün dünyaya korku veren “küresel terörizm”dir. Ünlü Amerikalı gazeteci-yazar Robert Fisk’in “ezilmiş ve aşağılanmış insanların şeytani ve korkunç zalimliği” (Chomsky, 2002: 198) olarak nitelediği küresel terörizmin temel nedeni ve kaynağı ise, köktendinci İslami değer yargılarının yanı sıra, günümüz dünyasının zengin ve yoksul ülkeleri arasında var olan uçurum boyutlarındaki
gelir dengesizliğidir. Nedeni Batı sömürgeciliği olan bu dengesizlik farklı bir şekilde olmakla birlikte günümüzde de sürmekte ve özellikle İslam coğrafyasını vurmaya devam etmektedir.
dair öngörülerde bulunabilmek için, konuya ışık tutabilecek bazı tarihi saptamalar yapılması uygun olacaktır. Aslında daha eskilere dayanmakla birlikte BOP’un diriliş noktası, 11 Eylül 2001’deki uçaklı intihar saldırılarıyla ABD’yi çok ciddi şekilde sarsan ve bütün dünyaya korku veren “küresel terörizm”dir. Ünlü Amerikalı gazeteci-yazar Robert Fisk’in “ezilmiş ve aşağılanmış insanların şeytani ve korkunç zalimliği” (Chomsky, 2002: 198) olarak nitelediği küresel terörizmin temel nedeni ve kaynağı ise, köktendinci İslami değer yargılarının yanı sıra, günümüz dünyasının zengin ve yoksul ülkeleri arasında var olan uçurum boyutlarındaki
gelir dengesizliğidir. Nedeni Batı sömürgeciliği olan bu dengesizlik farklı bir şekilde olmakla birlikte günümüzde de sürmekte ve özellikle İslam coğrafyasını vurmaya devam etmektedir.
ABD, sömürü düzeninin bu acımasızlıkta sürdüğü sürece, küresel terörizmi bitirmenin imkansız olduğu gerçeğini anlamıştır. Zira bu sömürü düzenine başkaldıran insanların, sömürgecilerin modern silahlarına karşı verilecek bir mücadelede kendi göğüslerinden başka silahları yoktur.
Bu analiz, Tunus’tan başlayıp Suriye’ye kadar sıçrayan olaylar için geçerli olabilir.
Ama mesela, 1960’ta iç savaşla Sudan’da, 1984’te bölücü PKK terörüyle Türkiye’de, 2003’te ABD-İngiliz işgaliyle Irak’ta meydana gelen kanlı olayları ve yaşanan bölünmeleri izah edebilir mi? Hayır. Çünkü sayılan bu çatışmaların mahiyetini çok iyi biliyoruz; BOP çerçevesinde başlamış ve sürüp gitmektedir.
Ama mesela, 1960’ta iç savaşla Sudan’da, 1984’te bölücü PKK terörüyle Türkiye’de, 2003’te ABD-İngiliz işgaliyle Irak’ta meydana gelen kanlı olayları ve yaşanan bölünmeleri izah edebilir mi? Hayır. Çünkü sayılan bu çatışmaların mahiyetini çok iyi biliyoruz; BOP çerçevesinde başlamış ve sürüp gitmektedir.
Eş zamanlı ve tesanüt içinde yürüyen PKK bölücü terörü ve AB uyum yasaları adı altında yapılan düzenlemeler, BOP çerçevesinde ve ABD güdümünde gerçekleşmektedir.
Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı da kapsayan Büyük Ortadoğu Projesi,
ABD’nin Fas, Moritanya, Orta Asya ve Moğolistan, Kafkasya ve Türkiye ile Arap Dünyası ve Somali’yi içine alan “İslam Coğrafyası” dönüşüm stratejisidir. Uzun bir vadede gerçekleştirilmeye göre planlanmıştır. ABD’nin, yeni-muhafazakârlar (neokonlar) denilen ekibinin 1997’de geliştirdiği “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”nin (PNAC) bir alt unsurudur.
ABD’nin Fas, Moritanya, Orta Asya ve Moğolistan, Kafkasya ve Türkiye ile Arap Dünyası ve Somali’yi içine alan “İslam Coğrafyası” dönüşüm stratejisidir. Uzun bir vadede gerçekleştirilmeye göre planlanmıştır. ABD’nin, yeni-muhafazakârlar (neokonlar) denilen ekibinin 1997’de geliştirdiği “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”nin (PNAC) bir alt unsurudur.
Aslında BOP, 1957’de belirlenen ve Eisenhower Doktrini olarak da bilinen “Ortadoğu’da Barış ve İstikrarı Koruma” planının devamından ibarettir. Bugün BOP çerçevesinde öne çıkan “Ortadoğu Serbest Ticaret Alanı” ve “Ortadoğu Ortaklık Girişimi destek programları” son yıllarda siyasi söylemlerde sıkça dile getirilmekte dir.
Diğer taraftan Suriye`de yaşanan siyasi kriz ve iktidar zaafiyeti, bölgeyi terör
örgütlerinin rahatlıkla tüm faaliyetlerini yürütebildiği bir alan haline getirmesini Dünya endişe ile izlemektedir.
Diğer taraftan Suriye`de yaşanan siyasi kriz ve iktidar zaafiyeti, bölgeyi terör
örgütlerinin rahatlıkla tüm faaliyetlerini yürütebildiği bir alan haline getirmesini Dünya endişe ile izlemektedir.
1. Türkiye-Suriye İlişkileri
Suriye’deki gelişmeler Türkiye’yi yakından etkilemektedir. Türkiye’nin en uzun
kara sınırına sahip olduğu komşusu olan ülkedeki tüm gelişmelerin Türkiye’ye yansıması, siyasi, iktisadi, toplumsal anlamda yankı bulması doğaldır. Suriye’deki iç savaşta Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Esad karşıtlarını desteklemesi nedeniyle siyasi ve diplomatik ilişkilerin yanında, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de, sınır ticareti başta olmak üzere kesilmiştir.
Bu süreçte Türkiye, kimi hesaplara göre en az 30 milyar dolar kaybetmiştir. Suriye’de olaylar patlak verdiğinde ilk aşamada açıktan tavır almayan, bir süre sonra ise rejim karşıtlarına destek veren Türkiye’ye karşı Suriye’nin de politikası değişmiştir. Yıllarca gerginlik yaşayan iki ülke (Hatay meselesi, su sorunu ve Şam’ın yıllarca terör örgütü PKK’ya verdiği destek nedeniyle) hem Suriye’nin geri adım atması hem de dünya ve bölge dengelerindeki değişimler nedeniyle ilişkilerini normalleştirdikten, ikili ilişkileri belli bir düzeye taşıdıktan sonra yeniden gerginlik yaşamaya başlamışlardır. İlişkilere özel önem verildikten, ikili ticaret,
sınır ticareti arttıktan, karşılıklı olarak vizeler kaldırıldıktan, 2009’da ortak bakanlar kurulu düzenlendikten sonra, ilişkilerin hızla gerilmesi, turizmden ticarete dek her alana yansımıştır.
sınır ticareti arttıktan, karşılıklı olarak vizeler kaldırıldıktan, 2009’da ortak bakanlar kurulu düzenlendikten sonra, ilişkilerin hızla gerilmesi, turizmden ticarete dek her alana yansımıştır.
Orta Doğu’nun bölge içi dengelerine bakıldığında ise oldukça kaotik bir durum arz
ettiği değerlendirilmektedir. Bölgedeki devletlerin çoğunluğunun Arap olmasına rağmen Araplar arasında dayanışma ve işbirliğinden söz etmek mümkün değildir. Körfez krizinin görünür nedeni iki Arap devleti- Irak ve Kuveyt- arasındaki anlaşmazlıktır. Her ne kadar Arap-İsrail savaşları Arap ve Müslüman devletler arasındaki anlaşmazlıkları bastırarak, bu ülkeleri bir araya getirmiş olsa da zamanla bu birlik çözülmüştür. Davutoğlu’na göre bölgedeki kaotik ortam, “Osmanlı egemenliğinden sonra dağılan, ancak Soğuk Savaş döneminin çift kutuplu yapısı içerisinde NATO-Varşova Paktı ve Arap-İsrail gerginliği zeminine oturan bölge içi güç yapılanmasının yeni bir dengeye oturamamasının bir sonucudur.” (Davutoğlu, 2004:361)
ettiği değerlendirilmektedir. Bölgedeki devletlerin çoğunluğunun Arap olmasına rağmen Araplar arasında dayanışma ve işbirliğinden söz etmek mümkün değildir. Körfez krizinin görünür nedeni iki Arap devleti- Irak ve Kuveyt- arasındaki anlaşmazlıktır. Her ne kadar Arap-İsrail savaşları Arap ve Müslüman devletler arasındaki anlaşmazlıkları bastırarak, bu ülkeleri bir araya getirmiş olsa da zamanla bu birlik çözülmüştür. Davutoğlu’na göre bölgedeki kaotik ortam, “Osmanlı egemenliğinden sonra dağılan, ancak Soğuk Savaş döneminin çift kutuplu yapısı içerisinde NATO-Varşova Paktı ve Arap-İsrail gerginliği zeminine oturan bölge içi güç yapılanmasının yeni bir dengeye oturamamasının bir sonucudur.” (Davutoğlu, 2004:361)
Bölge içerisindeki bu denge arayışına bağlı olarak ülkeler arasında “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi ilişkilerin temeli haline gelmiştir (Dipneh,34). Örnek olarak 1990’lardan İran ve Suriye’nin PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne verdiği iddia edilen destek, Türkiye ve İsrail’in yakınlaşmasına yol açmıştır. Bunun da ötesinde 1996’da yılında Irak’ın kuzeyinde Barzani ve Talabani kuvvetleri arasındaki çatışmalarda, zor durumda kalan Barzani, Kürtlerin can düşmanı Saddam ile ittifak kurabilmiştir (Uzgel, 2005: 265).
ABD ve Alman kaynaklarında son dönemde sık sık Suriye ordusunun kaybettiği
mevzileri yeniden kazandığı, muhaliflerin güç kaybettiği yazılmaktadır. Öte yandan terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin, ülkenin kuzeyinde özerklik ilan etmeye hazırlandığı, Suriye muhalefeti içindeki kimi İslamcı gruplarla silahlı çatışmalara girdiği bilinmektedir. PYD hem terör örgütü El Kaide’ye bağlı El Nusra’ya karşı hem de Özgür Suriye Ordusu’na karşı çatışmaktadır. İlk toplantısını 160 ülkenin katılımıyla yapan “Suriye’nin Dostları” grubunun, Mayıs 2013’te Ürdün’ün başkenti Amman’da ancak 11 ülkenin katılımıyla toplanması da
Esad’ın elinin güçlendiğine ve muhalefetin durumuna ilişkin önemli bir göstergedir.
Suriye de BOP kapsamında bölünmesi ve ortadan kaldırılması planlanan bir
ülkedir. Beşar Esad'ın İsrail'e ve ABD'ye uzattığı zeytin dalları sürekli geri çevrilmektedir.
mevzileri yeniden kazandığı, muhaliflerin güç kaybettiği yazılmaktadır. Öte yandan terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin, ülkenin kuzeyinde özerklik ilan etmeye hazırlandığı, Suriye muhalefeti içindeki kimi İslamcı gruplarla silahlı çatışmalara girdiği bilinmektedir. PYD hem terör örgütü El Kaide’ye bağlı El Nusra’ya karşı hem de Özgür Suriye Ordusu’na karşı çatışmaktadır. İlk toplantısını 160 ülkenin katılımıyla yapan “Suriye’nin Dostları” grubunun, Mayıs 2013’te Ürdün’ün başkenti Amman’da ancak 11 ülkenin katılımıyla toplanması da
Esad’ın elinin güçlendiğine ve muhalefetin durumuna ilişkin önemli bir göstergedir.
Suriye de BOP kapsamında bölünmesi ve ortadan kaldırılması planlanan bir
ülkedir. Beşar Esad'ın İsrail'e ve ABD'ye uzattığı zeytin dalları sürekli geri çevrilmektedir.
Önümüzdeki dönemde tepkilerin göğüslenebilmesi için İsrail ile birlikte yapılacak eş zamanlı bir harekâtla Suriye ve İran sorununun aynı anda çözülme girişiminin büyük olasılıkla gündeme geleceğine dair işaretler bulunmaktadır.
***