Apo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Apo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mart 2019 Çarşamba

TSK’nın Açıklaması Siyaset değildir.

TSK’nın Açıklaması Siyaset değildir.



Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com
25 Aralık 2010 
Kaynak Yeniçağ: 


Türkiye’deki bölücülük/Kürtçülük hareketleri yeni değildir. 

Cumhuriyet öncesinde de var olup, Cumhuriyet kurulduktan sonra da özellikle isyanlarla kendini göstermiştir. Bölücü/Kürtçü hareketler daha sonra 1960’lı 
yılların sonlarına doğru sol düşünce ve eylemler olarak, “Doğu sorunu” adı altında yeniden ortaya çıkmış, 1984’den itibaren de PKK terör örgütü ile silahlı 
propaganda faaliyetlerine yönelmiştir.Bu örgüt silahlı eylemlerle “Kürtçülük”  konusunda iç ve dış kamuoyunun dikkatini çekerken, silahlı gücünü arttırmış 
ve TSK ile bire bir mücadeleye girişmiştir. Mücadelenin boyutlarını, önce kurtarılmış bölgeler elde etme, sonra bu bölgeleri koparma düşüncesine kadar 
tırmandırmış, sürecin sonunda yenilmiş, bir müddet gündemden düşmüş, ancak 2004 yılından itibaren yeniden gündeme oturmuştur.Zaman içinde mücadele, 
terör ile birlikte siyasi alanda baş göstermeye başlamış ve son zamanlarda bölücü/Kürtçü siyaset, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulus devlet, üniter 
devlet anlayışını tehdit eden bir duruma gelmiştir.Küreselleşmenin hedefi ulus devletler ve üniter yapılar olduğuna göre, bu olgu da tehdidi artıran 
bir faktördür. 

Terör örgütü de, siyasetin tıkanması durumunda aktifleştirilecek bir tehdit aracı olarak muhafaza edilmektedir. 

Hareket, İmralı’dan da yönlendirilmekte 
ve yönetilmektedir.  

Ülkemizin yapısının, yönetiminin, rejiminin değiştirilmesine yönelik faaliyetler gittikçe artmıştır. Ülke içinde bir Demokratik Özerk Kürdistan kurulması, bu yapı içinde ayrı meclis, yönetim, bayrak, sembol, savunma gücü, dil, eğitim kuruluşları ve futbol ligine kadar uzanan bir düzene geçilmesi konusu 
gündemdedir. Şimdilik devletin ve ülkenin imkânlarından yararlanmak için bölünmeyi düşünmediklerini söylemeleri anlamsızdır.Bu düşünceler açık, 
çekinmeden ve fütursuzca dile getirilmektedir. 

Medyada tartışma konusu haline getirilip, propagandası yapılmaktadır. Kamuoyu oluşturulmaya, toplum değişim ve dönüşüme alıştırılmaya çalışılmaktadır. 

Hatta bazı yazarlar ve konuşmacılar, bölücülük/Kürtçülük yapanlara, “düşüncelerin açıklanmasında hızlı davranıldığı, bu nedenle tepkiler oluştuğu, düşüncelerin ve eylemlerin toplumun hazmetme kapasitesi dikkate alınarak alıştıra alıştıra yapılması gerektiği” yönünde telkin ve tavsiyelerde bulunmaktadırlar.İçinde bulunduğumuz durum, anayasal kurumların, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığını, bütünlüğü, kuruluş felsefesi olan ulus devlet, üniter devlet anlayışını tehdit eden bu tehlikeye karşı, daha etkin tedbir almasını gerektirmektedir. Konu doğrudan bir beka ve güvenlik konusudur. Ülkenin güvenliğinden de tabiidir ki birinci derecede yönetim sorumludur. 

Güvenliği sağlayacak anayasal kurumların başında da TSK gelir. TSK’nın bu konudaki endişelerini belirtmesi, ülkemizin kuruluş felsefesinin esaslarından 
yana olduğunu açıklaması ve devlete olan güven duygularını arttırması yönündeki davranışları yadırganmamalı, bilhassa bundan memnun olunmalı ve desteklenmelidir. 

Çünkü bu husus kesinlikle siyaset değildir. 

Her bir Anayasal kurumun ve hatta tüm vatandaşların görevidir.Bölücülere dahi bu kadar sert tepki gösterilmezken, yaptıkları demokrasinin gereği olarak algılanırken, demokrasiye ve hukuka saygılı olduğunu defalarca ifade eden TSK’ya neden bu kadar tepki gösterildiğini anlamak mümkün değildir. 

Özellikle bölücü siyaset yapanların, demokrasiyi ileri sürerek TSK’ya karşı yaptıkları kışkırtmalar dikkat çekicidir. 


Kaynak Yeniçağ: 
TSK’nın açıklaması siyaset değildir - 
Armağan KULOĞLU 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/tsknin-aciklamasi-siyaset-degildir-16279yy.htm

***

25 Şubat 2016 Perşembe

Doğu Perinçek’i Nasıl Bilirsiniz?..


                                 Doğu Perinçek’i Nasıl Bilirsiniz?..


14 Mart 2009 Cumartesi

    
Abdullah Öcalan Doğu Perinçek PKK - APO   Görüşmesi 



Siyasi Hayatı

Mart 1968'de tamamladığı " Türkiye'de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi " adlı doktora teziyle, hukuk doktoru oldu. Yine aynı zamanlarda Fikir 
Kulüpleri Federasyonu (Dev-Genç) Genel Başkanlığı görevini üstlendi ve 1968'de gerçekleşen kitlesel gençlik eylemlerinin önderlerinden oldu. 1968 Kasım'ında 
arkadaşlarıyla birlikte Aydınlık dergisini kurdu.

Kürt Halkı Hakkındaki Görüşü 

" Kürt Halkının Kendi Kaderini Tayin Hakkı "nı PKK'dan da önce ilk kez ifade eden örgüt olan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) davasında bir numaralı 
sanıktı.

12 Mart 1971 Muhtırası'nın ardından yaşanan dönemde, Türk Ceza Kanunu'nun 141. maddesi uyarınca 20 yıl hapse mahkum edildi. İki buçuk yıl kadar hapis 
yatmasının ardından, 1974 Temmuz'unda genel afla serbest kaldı.

Aydınlık Gazetesi 

Affın Ardından haftalık Aydınlık gazetesini kurdu. Gazete, Kıbrıs'a düzenlenen Barış Harekatı'na karşı çıkmasıyla ses getirdi. 

Barış Harekatı'na katılan orduyu İşgalci olarak tanımlamıştır. (Anarşinin Kaynağı ve Devrimci Siyaset (Aydınlık Yayınları, iki basım 1978, 1979))

28 Ocak 1978'de Türkiye İşçi Köylü Partisi Genel Başkanlığı'na getirildi; aynı yılın 20 Mart'ında Aydınlık'ın günlük gazete biçiminde yayımlanmasına öncülük etti.

Aydınlık gazetesi önemli haberleriyle ses getirdi. Bilinmeyen Sol dizisinde Türkiye'deki bütün sol örgütler ayrıntılı bir şekilde mercek altına aldı. 
Aydınlık ayrıca " NATO'ya destek kampanyası " ile de ilgi gördü. Türkiye'nin " Sovyet Sosyal Emperyalizmi "ne karşı NATO üyeliğine devam etmesini savunan 
Aydınlık 12 Eylül öncesi Sıkıyönetim komutanlarıyla yaptığı röportajlar ve 30 Ağustos 1980'de Kenan Evren'in demecini yayınlamasıyla da büyük gazetecilik 
başarısı gösterdi.


1980 Darbesi ve Siyasi Yasak ,


12 Eylül 1980 Darbesi'nin ardından tutuklandı. 8 yıl hapse mahkum edilen Perinçek, Mart 1985'te serbest kaldı.

Ocak 1987'de haftalık 2000'e Doğru dergisinin Genel Yayın Yönetmenliği ve başyazarlığına geldi.

10 Nisan 1990'da "Sansür Sürgün Kararnamesi"nin çıkarılmasının ardından Diyarbakır Cezaevi'nde üç ay tutuklu kaldı.


Sosyalist Parti

1991'de Türk Ceza Kanunu'nun 141. maddesinin kaldırılmasıyla siyasal haklarına kavuştu ve aynı yılın Temmuz ayında Sosyalist Parti 2. Büyük Kongresi'nde Genel 
Başkan seçildi.


PKK lideri Abdullah Öcalan'la Görüşmesi

1991 yılında 2000'e Doğru dergisi için, Gazeteci kimliği ile Suriye'ye giderek Bekaa Vadisi'nde PKK lideri Abdullah Öcalan'la görüştü. Görüşmede neler 
yaşandığını ve nasıl karşılandığını ayrıntılı olarak yazdı. .



İşçi Partisi 

Sosyalist Parti'nin Anayasa Mahkemesi'nce kapatılması üzerine kurulan İşçi Partisi'ne 10 Temmuz 1992'da Genel Başkan oldu. Halen İşçi Partisi Genel 
Başkanlığı'nı yürütmektedir.



Ergenekon Sanığı olarak Tutuklanması

Perinçek, 21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30 sıralarında, evine baskın yapılmak suretiyle, Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve baş yazarı, gazeteci İlhan 
Selçuk, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, Aydınlık Dergisi Genel Yayın 
Yönetmeni Serhan Bolluk, gazeteci Adnan Akfırat, işadamı İbrahim Benli ve koruması Yusuf Beşirik'in de aralarında bulunduğu isimlerle birlikte gözaltına 
alındı. Yapılan sorgunun ardından, Ergenekon Operasyonu soruşturması dahilinde, yasadışı örgüte üye olmak ve devlete ait gizli belgeleri bulundurmak 
gerekçesiyle tutuklandı. Halen Silivri cezaevinde tutuklu bulunmaktadır. Davada silahlı terör örgütü kurma, yönetme, zorla hükümeti ıskata teşebbüs, TC 
hükümetine karşı silahlı isyana tahrik, açıklanması yasak belgeleri temin etme suçlarından yargılanıyor. Hakkında 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 244 yıldan 
497 yıla kadar hapis cezası isteniyor.


 http://belgebilgi.blogspot.com.tr/2009/03/abdullah-ocalan-dogu-perincek-pkk-apo.html


Doğu Perinçek’i Nasıl Bilirsiniz?.. ( 2 )

Bu soruya haklı olarak ‘Hangi Perinçek?’ diye başka bir Soruyla karşılık verebilirsiniz, çünkü o dönem dönem değişik pozisyona sahip.


Çok da Gerilere gitmeye gerek yok... 

Onu bir ara Bekaa kampında Bölücübaşı Abdullah Öcalan’a karanfil verirken gördünüz. Meşhur fotoğraf karesine dikkatlice bakarsanız Öcalan’la birlikte olmanın mutluluğunu kolaylıkla yüzünden okuyabilirsiniz.

http://www.turkcebilgi.com/uploads/media/resim/abdullah_%C3%B6calan__dogu_perincek.jpg

https://www.google.com.tr/search?q=DO%C4%9EU+PER%C4%B0NCEK+PKK+KAMPINDA&safe=active&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwjppaiL4JPLAhXIiywKHezxBj8Q_AUIBygB&biw=1440&bih=799


Daha sonra 28 Şubat sürecinde ‘devrim yasaları’ uygulansın diye meydanlarda yürürken gördük, peş peşe mitingler tertipledi. Hayrettir, çok uzağında bulunması gereken bazı çevreler onun bu çağrısına kayıtsız kalmadı, aksine kulak verdi. 28 Şubat’ın önemli aktörlerinden...

Şu sıralarda ulusalcı kampın başrol oyuncusu olarak sahnede, şimdi kah Rauf Denktaş’la boy gösteriyor, kah Kemal Alemdaroğlu ile... Bu arada bazı dini grupların onun bildirilerini ‘amin’ diyerek tasdik ettiğini hatırlatmak isterim. Yeri geldi Türk ordusunu ‘faşist’ diye suçladı, yeri geldi ‘kurtarıcı’ diye övgüler düzdü.

Sorumlusu bulunduğu, ‘Aydınlık ve 2000’e Doğru’ dergilerinde devletin taa derinlerindeki özel bilgilerin deşifre edildiğine tanık olduk. Sağı hedef alan ideolojik çizgisi bir yana, ortalığı birbirine katan, bugün bile hâlâ adından söz ettiren ünlü MİT Raporu buna örnek verilebilir.

Aksiyon Dergisi iki hafta önce kapak konusunu Doğu Perinçek’e ayırdı. Dosyada sayfalar dolusu onun hayatından kesitler sunuluyor, ilk kez duyduğum ilginç ayrıntılar var. Başlık; ‘Bay Matruşka veya Devir Devir Doğu Perinçek...’ Aksiyon’un çalışması yıllardır yaşamımızda yer eden bir ismi daha yakından tanımak için iyi bir fırsat.

Şu satırlar dergiden: ‘Doğu Perinçek, Türkiye Marksist-Leninistlerinin mirası üstüne kurduğu Aydınlık hareketiyle hâlâ devrine göre siyaset güdüyor. Dev Genç’ten ihtilal liderliğine, Maocu çizgiden 28 Şubat’taki tahrik edici çizgiye uzanan Perinçek hareketi tam bir başarısızlık örneği aslında. O devrimci, Maocu, Apocu, darbeci, ulusalcı... Şimdi sırada ne var dersiniz.’

Babası Sadık Perinçek, politikaya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Yardımcılığı’ndan geçti, Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nde tam 4 dönem Erzincan Milletvekilliği yaptı. 

İlginçtir, Babası AP’ de ‘Büyük Türkiye’ için Sağ siyaset yaparken oğul Perinçek solun aşırı uçlarında sağa karşı ölümüne mücadele veriyordu. 

Acaba Nasıl Duygu?

Perinçek’in mücadelesini ve duruşlarını biçimlendiren ilişkiler ağı tüm çıplaklığıyla ortaya konuyor. Arkadaş çevresi bugünün önemli simaları. Çoğuyla yolları ayrılmış durumda. Cengiz Çandar örneğin. Dayısı, Tümgeneral Turhan Olcayto imiş. Ünlü darbeci Cemal Madanoğlu ile aile ilişkilerinden söz ediliyor.

Dönek, Perinçek’in en çok kullandığı kelimelerden, televizyon tartışmalarından bu suçlamasına aşinasınızdır. Kıbrıs konusu Perinçek’in tutarsız davranışlarının en keskin örneği: 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı’nı ‘önce işgal’ diye niteledi, son dönemdeyse ‘Kıbrıs elden gidiyor’ mitingleri düzenledi, duvarlara ‘Kıbrıs’ı veren Türkiye’yi verir’ afişleri astı. Yarın ne yapar tahmin etmek zor.

Aksiyon, ‘Doğu Perinçek hâlâ Türkiye’yi karıştırmaya yönelik faaliyetlerini sürdürüyor. Geçmişte ordu ve MİT’e yönelik çalışmalar yapıyordu. 1999’ dan beri hedefinde Emniyet var artık...’ diyor. Bundan sonrasının faaliyetleri için önemli ipucu.

Perinçek’in kız kardeşi Feyza Perinçek’le Evlenen Gün Zileli, Anılarında solu anlatırken ‘... Perinçek o zamanki liderlerin içinde kendisinin bir misyon için dünyaya geldiğine en fazla inanan kişiydi.’ diyor. Acaba bu misyon nedir? Bu kitapta, hamile kalan kız kardeşini kürtaj olmaya zorlanma hikayesi var. Zile’nin anlattığına göre Feyza Perinçek ameliyatta ölümden dönmüş...

İtiraf edeyim ki Perinçek’in hayatındaki ayrıntıları öğrendikçe, değişik yönlerine vâkıf oldukça onu tanımak daha da zorlaşıyor. Aksiyon’u okuduktan sonra ‘Nasıl bilirsiniz?’ sorusu için farklı kanaatlerim gelişti; ancak bir başka soru çıktı ortaya: “Kim bu adam?” Daha derin incelemeye değer bir soru, cevabı da öyle kolay değil...


http://www.zaman.com.tr/yazarlar/mustafa-unal/dogu-perincek-i-nasil-bilirsiniz_184475.html

..


14 Nisan 2015 Salı

ŞEHİT EDİLEN 33 ER Olayında şok iddia,





ŞEHİT EDİLEN 33 ER Olayında şok iddia,



2.2.2009 - 04:01

33 er olayında şok iddia













G.Kurmay'ı rahatsız eden soru! Erdal İnönü ve Doğan Güreş'in yaptığı toplantıda cevapsız kalan o soru 

Bingöl-Elazığ karayolunda 33 erin şehit edilmesi olayı yeni iddialarla gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) soruşturmasını yürüten savcıları, 33 erin şehit edilmesiyle ilgili dosyayı ilgili savcılıktan isteyerek incelemeye aldı. Soruşturma çok yönlü devam ederken, Radikal Gazetesi yazarı Murat Yetkin, bugünkü köşesinde, 33 erin şehit edilmesi olayıyla ilgili olarak çok çarpıcı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı..

33 er olayının Ergenekon'la ilgisi

Sikorsky helikopterin sağa doğru sert bir dalış yaparak, aşağıda sıralı askeri çadırların, zırhlı muharebe aracı ve savaş helikopterlerinin arasına indi. Kendimizi pervaneden sakınarak iki büklüm çevrede görünen tek bina grubuna koştuk. Bingöl tugay komutanlığı karargahındaydık.
Başbakan vekili Erdal İnönü ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş ile birlikte bir gün önce, 24 Mayıs 1993 günü Elazığ-Bingöl karayolunda tuzağa düşürülerek katledilen 33 erin ilk olay yeri soruşturması için bölgeye giden bir grup gazeteciydik. Hemen brifing salonuna davet edildik. Önce Olağanüstü Hal Asayiş Bölge Komutanı Korgeneral Necati Özgen bir giriş yaptı. Sonra da ayrıntıları anlatmak üzere sözü, üzeri kırmızı, mavi siyah ok ve kesik çizgilerle dolu büyük ölçekli bir haritada, elindeki çubukla göstererek bilgi verecek bir istihbarat subayına bıraktı.
Asker taşıyan otobüs Bingöl'den Elazığ'a doğru yola çıkmıştı. Zırhlı muharebe araçları ona eşlik ediyordu. İl sınırına gelince, Elazığ'a bağlı zırhlı araçlar korumayı alacaktı. Birleşme noktasına bir süre kala bir ilden gelen zırhlı araç dönüyor, diğer ilden gelen aracın otobüsü teslim alması da belli bir süre alıyordu. Tam il sınırında otobüs kısa bir süre korumasız kalıyordu. İşte saldırı tam il sınırında, otobüsün korumasız kaldığı o kısa sürede yapılmıştı.
Ortada akla sığmayan, ikna edici olmayan bir şeyler vardı.

Güreş çok kızdı

Arka sıralardaydım. “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı?” diye bir soru sordum.
Sunumu yapan subay duymazlıktan geldi, “Arz ederim komutanım” diye brifingin sona erdiğini duyurdu.
Soruma yanıt alamamıştım. Yanında durduğum radyatörün borusuna tutunup üzerine çıktım. “Affedersiniz, soruma yanıt alamadım” diye yüksek sesle kendimi gösterdim. Subay “Soru yok” dedi.
Erdal İnönü rahatsız oldu, Orgeneral Güreş'e döndü, “Soru sorulmayacak mı?” diye sordu.
Güreş arkaya döndü “Kim soruyu soran?” dedi. El kaldırdım, “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı? İstihbarat hatası mı, güvenlik hatası mı var?” diye sorumu yineledim. Güreş, subaya döndü, “Cevap ver bakalım” dedi.
İkna edici bir cevap yoktu. Güreş sinirlendi. Kalktı, Korgeneral Özgen'in kolunu tuttu, ikisi birlikte koridorun sonundaki bir odaya kapandılar. 

İnönü'nün canı da iyice sıkılmıştı.

PKK ile mücadelenin kritik bir aşamasında, fiili bir ateşkesin sürdüğü 1993 baharında 33 erin Bingöl-Elazığ yolunda şehit edilmesi bütün oyun planını değiştirmişti. Türkiye bir geçiş dönemindeydi. 24 Ocak'ta gazeteci Uğur Mumcu suikasta kurban gitmiş, 17 Şubat'ta Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in uçağının düşmesi sonucu şehit olması üzerindeki spekülasyonlar sona ermemişti. 17 Nisan'da Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın uzun ve yorucu bir Orta Asya gezisi sonrasında vefat etmişti. Başbakan Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçilmiş, DYP'de Tansu Çiller'in seçilmesi henüz bir ihtimal halindeydi. Bakanlar Kurulu'na merhum Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı sıfatıyla vekaleten başkanlık ediyordu. Birkaç ay sonra 2 Temmuz'da 37 kişinin öldürüldüğü Sivas katliamı ardından ayyuka çıkacak yönetim boşluğundan söz edilmeye başlamıştı.
Geçtiğimiz hafta 33 erin şehit edilmesi olayı dosyasının Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılarla incelemeye alınacağı haberleri çıktı. Türkiye'nin geçmişinde karanlık kalan noktaların aydınlığa kavuşması için gecikmiş de olsa çaba harcanıyor olması önemli. 33 erin şehit edilmesi olayının şimdi adına Ergenekon denilen gruplaşmayla ilgisi olup olmadığını bilemem. Ama o dönem önemli fırsatların kaçırılmasına yol açan bu meşum eylemin nelerle ilgisi olduğu konusunda elinden geldiğince araştırma yapmış olan gazeteciler arasındayım. Elde ettiklerimi tekrar paylaşmak isterim.

Ateşkesle öne çıkan

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın, 1992 Nevruz'undaki ayaklanma provasının İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan'ın amansız yöntemleri sayesinde bastırılması ardından tek taraflı ateşkes ilan etmişti. 15 Mart 1993'de ilan edilen tek taraflı ateşkesin ilk ayı toplumda bir rehavet havası esmesine yol açtı. Dikkatler hemen başka yöne kaydı. Türkiye, geleceğini bağladığı önemli bir proje olarak gördüğü Bakû-Ceyhan petrol boru hattı görüşmelerine yoğunlaştı. 5 Mart 1993'de Ankara'da, Azerebaycan'da işbaşında olan Ebulfez Elçibey yönetiminin Petrol Bakanı Sabit Bagirov ile Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin arasında bir protokol imzalandı.

Aslında Elçibey, protokolün gizli tutulmasını istiyordu. Ancak o sıralarda Cumhurbaşkanı Özal ile siyasi rekabet içinde bulunan Başbakan Demirel, bu başarıyı kamuoyuna duyurdu. Buna göre, Bakû-Ceyhan hattını inşa edecek şirketler Mayıs'ın son haftası Bakû'de kendi aralarında ortaklık anlaşmasını imzalayacaklar, Türk ve Azeri hükümetleri de bunu onaylayacaktı.

Petrol boyutu

Önerilen hat bugünkünden çok farklıydı. Öncelikle, Gürcistan'dan geçmiyordu. Türkiye'nin tercihi, kısa bir mesafe İran topraklarından geçerek, Nahcıvan üzerinden Iğdır-Ağrı civarlarından Türkiye'ye giriş yapması, sonra hemen güneye inerek İdil ilçesi civarında, mevcut Kerkük-Yumurtalık hattıyla birleşmesiydi. Yatırım sermayesini sağlayacak olan Batılı şirketler, buna karşıydı. Öncelikle İran'a yönelik Amerikan ambargosu ortadaydı. Ayrıca hat neden yoksulluk kıskacındaki Ermenistan'dan geçmiyordu? Ancak Ermenilerin Azerbaycan'ın elindeki Dağlık Karabağ bölgesini kontrol amacıyla o dönem iyice tırmanan saldırıları hem Bakû'nün, hem de Ankara'nın bu rotayı kabulünü imkansız kılıyordu. Ayrıca İngilizler, Türkiye ve Irak arasındaki Kerkük-Yumurtalık hattı anlaşmasını Türklerden daha iyi incelemişler ve Irak'ın onayı olmaksızın hattın ortak işletiminin imkansız olduğunu saptamışlardı. Türkiye ise, hazır başta Rusya'ya ve İran'a tamamen karşı, yakasında bozkurt rozeti taşıyacak kadar Türkçü Elçibey başta iken anlaşmayı bitirmek istiyordu.

Ankara'da imzalanan protokol bu nedenle bölgesel politikalarında petrol kaynakları birinci derecede rol oynayan ülkeleri, özellikle de Türkiye'nin yeni bir oyuncu olarak sahneye çıkmasını istemeyen Rusya, İran ve Suudi Arabistan'ı rahatsız etti. İran'ın Irak'la ihtilafı ve Suriye ile hem askeri işbirliği, hem petrol anlaşması vardı. Suriye, henüz o dönemde Rusya Federasyonu'nun kendisine karşı Sovyetler'in olduğu gibi kol kanat germeyeceğinden emin değildi.

Talabani ve Barzani

Öcalan'ın, o dönem Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani'nin önerisine uyarak ilan ettiği tek taraflı ateşkesin getirdiği böyle bir imkan ortaya çıkmıştı. Ankara ile Talabani ve Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani arasında balayı günleri yaşanıyordu. Türkiye'nin kuzey Irak'taki Kürtleri Saddam Hüseyin rejiminin saldırılarından korumak amacıyla oluşturulan Amerikan-İngiliz ağırlıklı hava kontrol gücüne, hava sahasını ve İncirlik üssünü açması, Talabani'yi de Barzani'yi de memnun etmişti. Ceplerinde Özal'ın verdiği Türk diplomatik pasaportlarıyla, kırmızı pasaportlarla dünyaya çıkıyorlardı. Talabani, kendisini ABD-İngiltere çizgisinin temsilcisi olarak tescil ettirme eğilimini gizlemiyordu.
Öcalan'ın tek taraflı ateşkesini Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatından bir gün önce 16 Mayıs'ta, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani'nin talebine uyarak uzattığını açıklaması, çoğu çevrede erken bir iyimserliğe yol açmıştı. Bölgede güvenlik sorunu azaldıkça bu dev projenin hayata geçirilmesi de mümkün olacaktı.
Şimdi, o açıklama üzerinden sekiz gün geçmişken, 24 Mayıs'ta sevkıyatları yapılan 33 silahsız er otobüsten indirilip kurşuna diziliyordu. Ortada mantıklı bir neden görünmüyordu. Saldırıyı PKK'nın üst düzey yöneticilerinden, 'Parmaksız Zeki' takma ismiyle tanınan Şemdin Sakık idaresindeki bir militan grubunun yaptığı kısa sürede anlaşıldı. Tuhaf olan, o sırada Suriye ve Suriye'nin kontrolündeki Lübnan'ın Bekaa Vadisinde kalmakta olan Öcalan'ın hemen bu eylemin kendi talimatıyla yapılmadığını açıklaması oldu.

Yunanlılar ve Öcalan

Gerçi Öcalan 20 Mart 1992'de kendisini o zaman henüz kapatılmamış olan Beka vadisindeki kampta ziyaret eden bir grup Yunanlı milletvekili ile buluşmuştu. Bunlar iktidardaki PASOK'a mensup Lefteros Varivakis, Dimitrios Vounatsos, Elizabeth Papazoi ve Kostas Baduvas idi. Bu milletvekilleri yanlarında iki harita da getirmişlerdi. Haritalar Türkiye ve etrafındaki muhtemel petrol boru hattı rotalarını gösteriyordu: Grek harfleriyle yazılı olması Yunan heyetince getirilmiş olduklarına işaret ediyordu. Öcalan, Yunan heyetiyle haritalar önünde fotoğraf çektirdi. Bu resimlerden birinde Öcalan'ın Yunan heyet üyelerine parmağıyla Bakû-Tiflis-Ceyhan boru hattı rotasında bir noktayı işaret ediyor ve gülüyordu. Bir yıl kadar sonra 33 erin öldürüleceği bölge, tam Öcalan'ın gösterdiği bölgeydi. Yine de Öcalan yıllar sonra dahi bu eylemi “Ateşkese indirilen bir darbe” olarak niteledi. Sakık'ın bu eyleminin altında, Bakû-Ceyhan boru hattının inşasını istemeyen, bu projeden rahatsız olan bir ülke, ya da bir çıkar grubunun dolaylı yönlendirmesi olup olmadığı bugüne dek yanıtını bulmamış bir soru değildir.
Arada bir ilişki olup olmadığı bugüne dek karanlıkta kalmış olsa da boru hattı anlaşması önce 4 Haziran'a ertelendi. 4 Haziran geldiğinde şirketler bir anlaşma yerine bir mutabakat zaptı imzaladı. Ancak bu imza hiçbir zaman hayata geçirilemedi. Çünkü Azerbaycan'da anlaşmayı imzalayacak bir hükümet kalmamıştı. Moskova ve Tahran yanlısı grupların birkaç hafta içinde tırmandırdığı iç çatışmalar sonucu, 16 Haziran gecesi, Elçibey devrildi. Ertesi gün Nahcıvan Meclis Başkanı Haydar Aliyev Bakû'ye gelerek idareyi eline aldı. Ondört yıl Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak ülkeyi yönetmiş olan eski Sovyet gizli servisi KGB yöneticisi ve eski SBKP Politbüro Üyesi Haydar Aliyev için Moskova ve Tahran yanlısı silahlı grupları alt etmek çocuk oyunu sayılırdı; öyle de oldu. Aliyev'in ilk işlerinden biri de, Elçibey'in gizli kapaklı yürüttüğü bütün anlaşma görüşmelerini iptal etmek oldu.

Petrol toplantısı

Aliyev'in resmen Başkan seçildiği eylül ayını takip eden günlerden birinde Türk Dışişleri'nde Bakû-Ceyhan hattının nasıl canlandırılabileceği için bir toplantı yapılıyordu. Son gelişmeler ardından bölgede silahlı saldırılar yeniden korkunç boyutlara tırmanmış ve yayılmıştı. Artık bir hat olacaksa da bunun hemen güneye indirilip Irak hattına bağlanmasının güvenlik açısından ikna edici olmayacağı görülüyordu. Hattı daha kuzeye çekmek, belki Erzurum-Sivas rotasıyla (yolu neredeyse iki katı uzatarak) İskenderun'a indirmek mümkün olabilirdi.
Azerbaycan'daki yönetim değişikliğiyle Azeri petrollerinden petrol devleri kadar büyük bir hisseye sahip olma imkanı kaybolan Türkiye Petrolleri (TPAO) Genel Müdürü Okan Özdemir, Dışişleri Bakanı Hükmet Çetin'in önüne büyük ölçekli bir Türkiye haritası açtı. Harita muhtemel boru hattı rotalarını gösteriyordu. Özdemir, haritayı İngilizlerden yeni almıştı.

İngiliz haritaları

Haritada garip bir durum uzmanların dikkatini çekti. Türkiye'nin üç bölgesi kabaca elipslerle işaretlenmiş ve içleri kurşun kalemle taranmıştı. Bu bölgelerden en geniş olanı, Hakkari, Şırnak, Siirt, Diyarbakır yörelerini içine alıyordu. İkinci ve daha küçük olanı Kars-Iğdır-Erzurum bölgelerini içine alıyordu. En küçük tarama ise Sivas etrafında görülüyordu.

Özdemir'e bunun ne olduğunu sordular.

Özdemir de İngilizlere sormuş ve “Terör bölgeleri yanıtını” almıştı. Hikmet Çetin, damarlarındaki kanın adeta çekildiğini hissetti. PKK'nın eylemleri üzerinde spekülasyon hep yapılmıştı ama Sivas farklıydı. Daha bir kaç ay önce, 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta Alevi kuruluşlar tarafından düzenlenen Pir Sultan Abdal şenliği basılmış, şenliğe katılan sanatçıların kaldığı Madımak Oteli ateşe verilmişti. 37 kişinin can verdiği olaylar nedeniyle gözler önce Sünni tabana dayalı politika yapan Refah Partisi üyesi belediye başkanı Temel Karamollaoğlu'nun üzerine dönmüş, ancak sonra (ileride milletvekilliği de yapacak olan) Karamollaoğlu'nun olayları yatıştırmaya çalıştığı ve başarısız kaldığı anlaşılmıştı. Perde arkasında daha radikal güçler vardı.

Mantıksız hamle!

O dönem TSK'da görev yapan terörizm uzmanı Doktor Nihat Ali Özcan, o sıralarda PKK'nın kendi izlemesi gereken stratejiye uymayacak şekilde, güçlerinin önemli bir kesimini aniden kuzeye, Iğdır-Ağrı bölgesine kaydırmaya başladığına dikkat çekiyor. Özcan “İlk anda bunun bir mantığı olmadığı düşünüldü” diyor; “PKK zaten zora düşmeye başlamıştı. Güçlerini 'Botan' diye andıkları Irak sınırında yoğunlaştırmak yerine, bölerek fazla bir tabanları olmayan İran-Ermenistan sınırında eylemlere başlamaları, doğrudan PKK'ya yarar sağlayacak bir şey değildi. Zaten olmadı da. Bunun başka bir amacı olmalıydı. Şimdi olaylar daha kolay anlaşılabiliyor.” Özcan'a göre, o dönem sayıları 1000'i geçen PKK militanı Irak'tan İran dağ yollarını kullanarak 'kuzeye' geçmişlerdi.
Azeri petrollerini dünya pazarlarına Rus, ya da Arap-İran kontrolü olmadan aktaracak petrol boru hattı projesinin hayata geçirilmesi biraz daha bekleyecekti. Gürcistan'dan geçerek Bakû-Tiflis Ceyhan adını alan ve 'kuzey hattını kullanan' anlaşma, 18 Kasım 1999'da, Öcalan'ın yakalanıp hapse mahkûm edilişinden bir kaç ay sonra, İstanbul'da Demirel, Aliyev ve Gürcistan devlet başkanı Eduard Şvardnadze tarafından, ABD Başkanı Bill Clinton'un şahitliğinde imzalanabilecekti. 

(Kürt Kapanı, Remzi Kitabevi, Ekim 2004, İstanbul, ss 17-23)

***

Dedik ya, 33 erin şehit edilmesinin Ergenekon'la bağı var mı yok mu henüz bilemiyoruz. Ama pek çok şeyle bağı olduğu görülebiliyor. Pek çok şeyi daha iyi anlamak için yönetim boşluğunun olduğu 1993 yazına bakmamız gerekebilir.


1992'de Öcalan Yunanlı milletvekilleriyle birlikte 



Türkiye'deki muhtemel boru hatları haritasına bakıyordu. Öcalan'ın parmağını koyduğu yerde 


Şemdin Sakık (solda) 33 eri öldürdü. 


..


"33 Er Bile Bile PKK Önüne Atıldı"

 



6 Mart 2015 Cuma

Apo, Tayyip, Perinçek Kumpas Üçgeni


 Apo, Tayyip, Perinçek Kumpas Üçgeni




Gökçe Fırat


gokcefirat@turksolu.com.tr
www.facebook.com/tc.gokce.firat


Paralel ve Üçgen Türkiye paralel devleti tartışırken gözlerden kaçan kirli bir ittifak var, bu bir kumpas üçgeni. Üçgenin üç köşesi var, bir köşede Tayyip Erdoğan, diğerinde Apo, öteki köşede ise Doğu Perinçek var.
Türkiye paralel devleti tartışırken gözlerden kaçan kirli bir ittifak var, bu bir kumpas üçgeni.
Üçgenin üç köşesi var, bir köşede Tayyip Erdoğan, diğerinde Apo, öteki köşede ise Doğu Perinçek var.
Bugüne kadar birbirlerini eleştirir, hatta kavga eder görünseler bile, son dönemde nasıl da ittifak halinde olduklarını tüm Türkiye görüyor.
Bu kirli ittifakı deşifre etmenin zamanıdır.
Herkes kumpastan bahsediyor ama kumpasın hası bu üçgen tarafından yapılıyor.
Gezi’deki PKK-AKP ittifakı
Gezi olayları başladığı andan itibaren Tayyip Erdoğan iktidarı zor duruma düştü. Çünkü halkın artık onu istemediği ortaya çıkmıştı. Milyonlarca insan sokakta, milyonlarcası ise evinde tencere-tava çalarak, “Çek git Tayyip” diyordu.
Gezi olayları başladığında AKP içinde ilk çatlak başlamıştı. Abdullah Gül, çok açıkça ılımlı bir tavır gösterdi. Bülent Arınç aynı ılımlı tavrı sürdürdü.
Tam o dönemde Fethullah Gülen, Tayyip Erdoğan’ın Gezicilere “çapulcu” denmesini doğru bulmadığını, hatta bu insanların içinden nice kahramanlar çıkabileceğini söyledi.
Bu kritik dönem, AKP içindeki çatlağın bir parçalanmaya dönüşebileceği dönemdi. Ancak Tayyip Erdoğan’a destek veren iki güç devreye girdi.
Birincisi PKK’ydı. PKK, Gezi Parkı’nda bir çadırı ve Apo itinin bir de resmi ile sözde bulunuyordu. Yani sanki onlar da Geziciydi!
Ama bizim daha o dönemde yaptığımız bir uyarı vardı. PKK Gezi Parkı’na bizzat Tayyip Erdoğan’ın emri ile sokulmuş bir ajan gruptu. Amaçları Gezi’deki ulusalcı ittifakı parçalamak, sol güçlerle ulusalcılar arasında doğabilecek işbirliğini önlemekti. Ancak bu oyunları tutmadı çünkü ulusalcı güçler de sol güçler de bu tuzağa düşmediler.
Şu anda Apo’nun açıklamalarından anlıyoruz ki, Gezi döneminde Apo ile Tayyip Erdoğan arasında bir ittifak varmış ve Apo’nun deyimiyle yıkılabilecek AKP iktidarını ayakta tutma işini de Apo üstlenmiş.
O günden bu yana PKK ile AKP arasında adeta bir barikat kardeşliğinin sürdüğünü görebiliyoruz. Apo, bugün de Tayyip’i yedirmem diyor!
Gezi’deki yabancı unsur
Gezi olayları sırasında tıpkı PKK gibi Gezi’de bulunan ama göstermelik bulunan bir grup daha vardı: Doğu Perinçek’in İP’i.
İşçi Partisi ve onların gençlik örgütü olan TGB, eylemlerin içinde bir gözüküp bir kayboldular. Hatta şaşırtıcı bir şekilde, bir önceki 29 Ekim ve 10 Kasım’daki, Silivri’deki çatışmacı tavırlarına ve çağrılarına karşın, Gezi süreci boyunca etkin olmadılar, ön plana çıkmadılar.
Daha o zaman tespit etmiştik; İP’in ve TGB’nin yönetici kadrosu eylemlerde yoktu. Belli ki başka bir pazarlığın içinde yönetim kademesini sokaktan çekmişlerdi.
Ve tam o dönemde Aydınlık gazetesi, ulusalcı kesim içinde yeni bir düşman cephe tanımlamaya başladı. Onlara göre hedef artık Tayyip Erdoğan değildi, hedef Gül, Gülen ve CHP’ydi. Kulağa hoş gelebilirdi, hatta Tayyip Erdoğan’dan sonra böyle bir iktidar bloğu kurulabilirdi de.
Ama ortada başka bir gerçek vardı: Tayyip Erdoğan hâlâ iktidardaydı ve o iktidardan düşmeden bu blok başa geçemezdi.
Üstelik bu propaganda, hem AKP muhaliflerini zayıflatır hem de muhalif CHP’yi yıpratırdı. Güçlendirebileceği tek kesim ise elbette Tayyip Erdoğan’dı.
Doğu Perinçek hem yönetim kadrosunu alandan çekerek, hem Tayyip Erdoğan’ın iç rakiplerine savaş açarak, hem de muhalif CHP’yi yıpratma kampanyası yürüterek, Tayyip Erdoğan’a destek vermiş oluyordu.
TSK’ya tuzak kuran kimdi?
Kısacası İmralı’da Kürtçülükten yatan Apo da, Silivri’de sözde ulusalcılıktan yatan Doğu Perinçek de Ankara’daki Tayyip Erdoğan’la birlikte hareket ediyordu.
Elbette bu desteğin dışarı çıkmak gibi bir karşılığının da olması gerekirdi…
Aslında bu tür bir kirli oyuna daha Ergenekon sürecinin en başında dikkat çekmiştik. Ergenekon’da verilecek cezaların kaldırılmasının tek yolu PKK’lılara da af çıkmasıydı. Yani toplum katil PKK’lıların dışarı çıkmasını ancak (ve de belki) mağdur olan komutanlarının dışarı çıkmasını sağlayarak hazmedebilirdi. Hem Ergenekonculara hem PKK’ya af, o daha o günlerde bile düşünülmüş bir formüldü.
Aslında Ergenekon denilen tertibin de ana hedefi Kürdistan’ı kurmaktı. Bu ise elbette PKK’yı dışarı çıkartarak olabilirdi. PKK’yı dışarı çıkartmanın formülü ise TSK’nın komutanlarını içeri almaktı.
İyi de TSK’nın komutanlarını kim içeri alabilirdi?
Bu iş için gerçekten de maharetli bir tezgah gerekiyordu. TSK ile ilişki kurmaya çalışan ve ulusalcı görünen birileri vasıtasıyla TSK sanki bir darbe planının parçasıymış gibi gösterilebilirdi.
Biliyoruz ki Doğu Perinçek’e bir şekilde selam veren ve elini uzatan komutanlar bugün içerdeler…
Ve yine biliyoruz ki Ergenekon tezgahının ilk sözde suç delilleri de İP’ten ve Doğu Perinçek’in evindeki bilgisayardan çıktı…
Perinçek’e verilen imkan
Aslında Silivri, Doğu Perinçek ve grubu için iyi bir büyüme yeriydi. Sonuçta tüm Ergenekon sanıkları Silivri’de olacaktı ve o güne kadar dışarda görüşme imkanı olmayan kişilerle de Perinçek ilişki kurabilecek ve onları örgütleyebilecekti.
Nitekim böyle de oldu. Perinçek, tam da Tayyip Erdoğan’ın istediği gibi TSK mensupları ile rahat bir ilişki kurabildi. Çünkü ona bu imkan verilmişti.
İmralı’da Apo’ya sunulan imkanını aynısını Silivri’de Perinçek’e sunmuşlardı!
Sonuçta Apo ile Perinçek arasındaki eski ilişki biliniyordu. Perinçek, daha önce partisi Anayasa Mahkemesi tarafından Kürtçülükten kapatılmış birisiydi. Apo ile güllü fotoğrafları ortalıktaydı.
Sonuç olarak Apo ve Doğu Perinçek, kontrol altında tutulan ve yönlendirilen isimlerdi.


Apo ve Perinçek dışarı









İmralı’da Apo’ya sunulan imkanını aynısını Silivri’de Perinçek’e sunmuşlardı!
Sonuçta Apo ile Perinçek arasındaki eski ilişki biliniyordu. Perinçek, daha önce partisi Anayasa Mahkemesi tarafından Kürtçülükten kapatılmış birisiydi. Apo ile güllü fotoğrafları ortalıktaydı.
Ve gün geldi, Tayyip Zor duruma düştü.
Artık kendi partisi içinde bile iktidarı yok…
Fethullah Gülen, açıktan karşı tarafa geçmiş durumda…
Muhalefet ilk defa İstanbul ve Ankara’da belediyeleri alabilecek güçte adaylar belirledi…
Tam da bu dönemde “üçgen” panik halinde yeni planlarla kamuoyunu AKP’yi sandıkta yıkma rotasının dışına çekmeye çalışıyor.
Birinci tezgah, PKK ve TSK’ya aynı anda çıkartılacak bir yeniden yargılama yasasıdır. Aslında “af” denilemiyor ama bu bal gibi de “af” demek. Yani TSK’nın şerefli komutanlarını PKK’lı adi katillerle aynı seviyeye düşürüp aynı anda iki tarafı da yeniden yargılamak.
Tabii bu süre içinde yargılamanın tutuksuz yapılmasını temin etmek. Yani adı af olmayan bir afla, şartla salıvermek dışarıya!
Bugün bu tezgaha düşenler, yarın aynı yasa Apo için de uygulanınca sakın şaşırmasın, sonuçta Apo’nun içeride tutulup Tayyip ve Perinçek’in dışarıda kalması, ittifakın doğasına aykırıdır. Bilin ki, Apo’yu da dışarı çıkartacaklardır.
İkinci tezgah, CHP’yi bölecek bir planlama yapmaktır. Sonuç olarak CHP’yi Gül’cü veya Gülen’ci göstererek, CHP’den yüzde bir iki oy bile kaçırmak demek, seçimleri Tayyip Erdoğan’a hediye etmek demektir.
Bunun için, yani oyları CHP’den kaçırtmak ve bölmek için Apo, adayı olarak Sırrı Süreyya’yı aday çıkartmıştır.
Bakalım Doğu Perinçek, CHP adayının karşısına ama Sırrı’nın yanında kimi aday gösterecek?

Mustafa Kemal’in değil Tayyip’in askerlerisiniz!
Büyük kumpas ise, Apo’nun ve Doğu Perinçek’in de dışarı çıkartılacağı bir Türkiye’de, son on yılın tüm günahının kimin üzerine yıkılacağıdır.
Asıl hedef şu anda Cemaat gibi durmaktadır. Paralel devlet diye tüm hukuki ve bürokratik mesuliyet Cemaat’e yıkılmak istenmektedir.
Şu anda Tayyip Erdoğan’ın paralel devletini ortaya koymadan Cemaat’e paralel devlet diye saldıran tüm kesimler, kesinlikle ve kesinlikle, Tayyip Erdoğan’ı ve onun on yıllık bu kanlı zulüm dönemini aklamaya çalışmaktadır.
Ergenekon dahil tüm kumpasların içinde Tayyip Erdoğan bulunmaktadır. Bu işi Cemaat’in altyapısı ile birlikte yapmıştır. Ve her iki kesimin de hesap vermesi gerekmektedir.
(Tam da bu nedenle biz hem Fethullah Gülen’le hem de Tayyip Erdoğan’la davalığız!)
Ama görüyoruz ki, Perinçek grubu başta olmak üzere, sözde ulusalcı yayın yapanlar, bir şekilde Silivri’den dışarı çıkmayı başarmış gazeteciler, ısrarla yandaş medyanın gazete ve televizyonlarında boy gösterip, Cemaat’e bindiriyor ama Tayyip Erdoğan’ın da kandırıldığını ifade ediyorlar.
Vah vah, ne kadar da saf ve kandırılmış bir adammış Tayyip Erdoğan değil mi?
Yediniz mi!
Yazık diyoruz, Tayyip Erdoğan’a verilen bu iğrenç destek, bilin ki sizi kurtaramaz.
Düne kadar can ciğer kuzu sarması dostlarını, tarikatları bile gözünü kırpmadan harcayan Tayyip Erdoğan’a mı güveniyorsunuz?
(Bu durumda tek düzgün tavrı alan Aziz Yıldırım’ı tebrik etmek gerekir. Tüm tezgahın başındaki asıl adam olan, asıl suçlu olan Tayyip Erdoğan’ı aklayacak bir açıklamayı yapmadı.)

Türk Solu’na kumpas
Büyük kumpas’ın ikinci boyutu ise yavaş yavaş şekilleniyor.
Cemaat’in dışında hedef alınacak ikinci kesim Türk Solu’dur.
Türk Solu, hem PKK’ya karşıdır, hem Perinçek gibi sahte ulusalcılara karşıdır, hem de Tayyip Erdoğan’a karşıdır.
Yani üçgenin üç köşesi de ittifak halinde Türk Solu’nun karşısındadır.
Çünkü bu üçgen T.C.’ye karşıdır, biz T.C.’den yanayız!
Bu üçgen Kürtçüdür, biz ise Türkçüyüz!
Bu üçgen enternasyonalisttir biz ise milliyetçiyiz!
Şimdi bu üçgenin tespit ettiği önemli bir husus var. Son on yıl içinde Türkiye’de ulusalcılık yükseliyor. Ulusalcılığın yükselişi ile birlikte, ülkenin bölünmez bütünlüğüne sahip çıkacak, bu ülkeyi PKK’nın bölmesine karşı çıkacak bir bilinç ve dinamik bir kuvvet oluşuyor.
Yani Tayyip Erdoğan hangi pazarlığı yaparsa yapsın o planları ayağının altında çiğneyecek ve bu ülkeyi böldürtmeyecek bir ulusalcı dalga geliyor.
Gezi’de şahlanan tam olarak bu ruhtu ve Apo bunu görünce gerçekten çok korkmuştu.
Türkiye’de bu görevi omuzlama cesaretindeki tek gücün Türk Solu olduğunu tespit eden üçgen, Türk Solu’na operasyon yapılması için anlaştı.
Apo’nun ifade ettiği gibi Gezi’deki ulusalcılık aşılmalı!
Bu karanlık yapının, kirli üçgenin hedefi bellidir, Apo’nun dışarı çıkartıldığı Türkiye’de, Perinçek’in ve Tayyip Erdoğan’ın savunduğu Türk-Kürt Federal devleti ilan edilecektir.
Bu planı bozacak tek güç olan Türk Solu, bu nedenle içeri alınmalıdır.
Hatta iktidarın 17 Aralık’ta başlayan operasyonun arkasında aslında Çözüm Süreci’ni sabote etmek olduğu açıklamaları son derece önemlidir. Yani mesele Cemaat-AKP kavgasının ötesindedir, Türkiye’yi bölmek isteyenlerle bölmeye karşı çıkan güçlerin savaşıdır bu!
Türk ruhu çoktan uyandı!
Plan bu kadar net ve ama sefilce.
Mustafa Kemal’in güzel bir sözü vardır: Bandırma Vapuru’nu arayan İngilizler’in vapurda kelle sayısını saydıklarını oysa kendilerinin Anadolu’ya bir ruh taşıdığını söyler.
Bizimki de o misal, Türk Solu’nu içeri alsanız da, Türk Ruhu çoktan harekete geçmiştir!
Ey Tayyip, ey Apo, ey Doğu:
Size o Kürdistan’ı Kurdurtmayız!

http://www.turksolu.com.tr/gfirat1434.html

..