Şemdin Sakık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şemdin Sakık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ağustos 2019 Cumartesi

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 10

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 10


Paralar Nerede?


Hangi gece neredeydim, sıralamada ben güçlük çekerim.

Sırrı SAKIK ile görüşmemiz iptal olunca, o gece Sırrı'nın kardeşi Mahmut beni gördü, onlar bizi bir yere götürdüler. Gittiğimiz yerin sahibi bunları çok ta iyi tanıyor, karşısında el pençe divan duruyordu..
İbrahim’le herhalde ertesi akşam beraberdim. Olaydan haberi galiba vardı. Olay başkaları ile ilgili olduğundan mevzuya girmedim yani. Zaten, İbrahim'in cep telefonu sürekli ötüyordu. 
İbrahim'le beraberliğimin sayısını bilmiyorum. Yani öyle gittik, içtik eğlendik, sabahladık çok defa. Benim MİT'le irtibatımı biliyor ama hiç bir zaman mevzu etmedi. İbrahim’in olaydan haberi olsa da olmazsa, benim o parayı aldığımı bilse de bilmezse de ben, ona para indireceğim (vereceğim). 

Yarın Duyarsa Ayıp Olmaz mı?

Yarın duyarsa, niye sıkıntıya gireyim, ayıp olmaz mı? Ben devamlı başımın dikliğine yaptığımı yaparım, kafam eğilmezsin diye. Ben verdim, hani, haberinin olup olmaması fazla önemli değildi benim için. 
İlla haberi vardır diye de vermedim. Ama benim orada yani edindiğim intiba böyle. Ha, ben İbrahim’e şey yaptım, senin yorumun ne diye?
Şimdi, bir de bu işleri sormak hakikaten prensibim değil. Bizim masanın yanında Ağa Ceylan oturuyordu. Vallahi, aklıma da gelmedi değil yani, şu tereddüt de aklıma geldi, "acaba bu doğru mu?" dedim. 
İbrahim bu konuda (iki İranlı konusu) hiç bir şey konuşmadı. Benim algıladığım mesaj, yabancılar konusu, veyahut İbo'nun böyle yüz ifadesi, şekli, söyleyiş tarzı, bana öyle geldi. 
Şimdi orda, Hurşit telefon açmasa ben soru sormazdım, şimdi İbo’nun haberi olmazsa da, ben yine görecektim. 

Ben Yiyemem, Olay Bu

İbo’nun zaten haberi var, haberi yine olacak. Ben bunu yiyemem, olay bu. 
İbrahim'in bütün arzusu İstanbul’a gitmek. Hatta ben sordum dedim ki, "peki İstanbu Emniyet Müdürlüğün’de zorlanmaz mısın, senin vasıfların uygun mu, seni İstanbul'a vermekte bunlar zorlanmaz mı?" dedim. 
"Fazla bir şey istemiyorum. İl Emniyet Müdürlüğü benim için çok önemli değil, Ben, İstanbul’u istiyorum, ne olursa olsun, İstanbul Emniyet Müdürlüğünü istiyorum, yapmazlarsa ikinci derecede belki İzmir. 
Beni memnun edecekleri bir makama getirirlerse iyi, yoksa ben emekliye ayrılırım, emekliye ayrıldığım zaman ikimiz aynı grupta olacağız, ikimizin birbirimize tutunarak ayakta durması lazım, birbirimize tutunamazsak hiçbirimiz ayakta duramayız" dedi. 
"Doğru söylüyorsun" dedim. Öyle bir mücadelesi var. Adana Emniyet Müdürlüğünü teklif etmişler kabul etmemiş.
Bana, "yahu İstanbul’a gittiğinde Reşat'la beraber çalış, ara Reşat'ı işte kontrol işlerini yap, bir de Hüseyin'e çok güvenebilirsin" diyor. Ama ben hiç bir işini kabul etmedim, takip de etmedim, Sorun isterseniz, hiç bir işini kabul etmedim. Sadece kişisel olaylar.

Başlangıç Noktası: Arnavut Sami

Bütün hikaye Arnavut SAMİ olayıyla başladı.
Bahçelideki evdeyiz, ben Mikail'e (GÖLELİ) bu Arnavut SAMİ'yi sordum, kıyamet ondan sonra koptu.
Arnavut SAMİ'yi ben tanımıyorum, Enver TOKTAŞ çok iyi bilir onu. Enver, çok güvendiğim bir insanır. Bana Arnavut SAMİ, Dev-Sol’la da, PKK ile de iç içedir dedi. Bir süre sonra Abdullah (ÇATLI) beni aradı, “Arnavut SAMİ benim yanımda, sen bu adamı niye soruyorsun?” dedi.
Dedim "yani senin yanında olması, benim sormama mani bir hal mi, senin yanında diye sormayayım mı? Ayrıca, senin yanında olduğunu da bilmiyordum." 

Kanunla Eroin İşi

Sıraladı, yani şöyledir, böyledir falan, filan. "Bak, o en üst düzeyde istihbarat birimleriyle beraber çalışıyor, sen şimdi iddia edeceksin, diyeceksin ki eroin işi yapıyor, he yapıyor, kanunla yapıyor, bir ara sen Yalçın’a da böyle çamur atmıştın, tamam yapıyoruz ama öyle büyük çaplı değil" dedi. "Arnavut SAMİ'yi, şuna, buna sor, en üst düzeyde dialogları filan var" dedi.
Ben, "sen ülkücü adamsın, senin eroinden çok çok uzak olmam lazım. Yani herkes bunu yapar ama ülkücü eroin işi yapmaz, yanlış yapıyorsun sen" dedim. 
Öyle epey bir konuştuk, tartıştık, kapattık.

Kırcı: Sami Vatanını Sever

Ondan sonra, Haluk KIRCI aradı, dedi ki "işte şöyle böyle, işte Korkut Ağabey ile şöyle görüştük, böyle oldu falan, filan, Sami şöyle vatanını sever, böyle milletini sever". KIRCI'ya, "Şimdi Sami’nin vatanını, milletini sevmesi veya sevmemesi beni ilgilendirmiyor, ben hikayeden bir soru sordum, sormaz olaydım, vallahi billahi sizin ilişkinizi bilmiyordum, sordum, sordum da vazgeçtim, beni bırakın artık, bu konuyu da kapatın" dedim.
Bu konuşmada Korkut Ağabey ile ilgili hiç bir şey söylemedim, ağzımı açmadım.
Bir gün İrfan'a (ÖZCAN) gittim. 
İrfan, "yahu bu Haluk KIRCI Korkut Ağabeye seninle ilgili bazı yalanlar söylemiş, sen ne söyledin Haluk’a" dedi. 
İrfan'a “vallahi, billahi inan, Korkut Ağabey ile ilgili hiç bir şey söylemedim, Haluk'a değil, hiç bir zaman, hiç kimseye ve hiç bir yerde Korkut Ağabey'in aleyhinde konuşmadım, allah, allah bu nereden çıkıyor" diye cevapladım.

Arnavut Sami Şeytandır

Yani, ÇATLI’yla bizim ipleri koparan Arnavut SAMİ oldu. 
Beni emniyete aldıran, bunların hepsini peşime takan Arnavut SAMİ yani. 

Adam çok güçlü, çok büyük bir adam. 

Ben kendisini görmedim ama hakkında çok bilgiye sahibim. Dev-Sol ile PKK ile mazisi olan bir adam, ne allahı var, ne peygamberi, hiç bir şey tanımaz, bir başkadır yani, şeytandır o. Kiminle menfaati varsa onunla olur, şimdi istihbarat kimliği var, yanında ruhsatlı tabanca taşıyor, biz iki senedir bir kimlik alamadık, adamın herşeyi var, vesikalı silahı, şuyu, buyu, çok büyük işleri var, çok büyük işleri sevk ve idare ediyor.

Eveliyatı Dev-Sol'cudur ama bu, PKK ile irtibata mani değildir. Herkezle irtibat kurabilir. 

Öyle şube müdürüyle filan da muhattap olmaz, öyle büyük adam yani. 
Yer değiştirmek isteyen, tayin istiyen gider buna yalvarır, Arnavut sanki tayin şubesi. Geçenlerde Elazığ’lı Sait diye bir çocuk, kalkmış gitmiş bu Arnavutun yanına, İstanbul'a tayini için. 
Bu olaydan sonra ben ne zaman İstanbul'a gitsem, bunlar Arnavut'u korumaya alıyorlar. ÇATLI sürekli yanında, koruma gibi geziyor. 

Yeşil İndirdi, İndirecek

Bir keresinde, İbo, İstanbul'da Arnavut SAMİ ile beraberken, Korkut nereden biliyorsa, Ankara'dan telefonla arıyor. "İbrahim, Arnavut’la berabermişsiniz, YEŞİL, Arnavut’un peşindeymiş, indirdi, indirecek, sen kendine dikkat et" diyor.
İbrahim, "Ağabey, ben İstanbul’da değilim" diyor ama esasında İstanbul'da ve Arnavut SAMİ'nin yanında. Bunlarda bir panik başlamış, tabii orada tertibat-mertibat alıyor bunlar. Bana bunu, İbrahim anlattı. 
Dedim ki "bak ben, Arnavut SAMİ’yi indirmek istiyorum da, geldim senin yanında oturuyor, ben orada o faaliyeti keser, bitiririm. Arnavut SAMİ ölmesi gerektiği an ölür, yaşıyorsa yaşaması gerekiyordur"

Emekli Olunca İnfaz Görevi Yeşil'e

Bana, "Allahsız, senin sağın solun belli mi olur, dersin şunun yanında bir tane de buna çakayım dersin. Bizde (özel timciler), rakip tanımayız, şaka yapar, öldürürüz, sen de böyle yaparsın bu işi, ben senin için AĞAR’la da görüştüm. Belli olmaz, yarın ben emekli olurum, bakarsın benim infaz görevim sana verilir." 

"Ne biçim konuşuyorsun, olur mu öyle şey" dedim. 
Şimdi orada yapılmak istenilen olay, beni İbrahim’le karşı karşıya getirmekti. 
Bunların, İstanbul'da irtibat noktaları kumarhanedir. Onlardan sadece Haluk KIRCI ile bazen telefonla görüşürüm. 
ÇATLI’nın yanında hem Korkut var, hem İbo var. İkisi de var. İkisi de birbirini şey yapmıyor, sevmiyor. Yalnız ÇATLI bana telefonda, ben Korkut Ağabeylen görüştüm dedi.
Bunlarla ARNAVUT’un diyaloğunu kuran ÇATLI’dır. 

Çatlı'nın Davaya Hizmeti Oldu

ÇATLI’nın davaya hizmetleri olmuştur, bir şeyler yapmıştır. Benim bildiğim, kendi şeyime göre doğru bildiğim, o. Drej Ali (YASAK) de, kesin olmamakla beraber, o grubun içindedir. 
Enver yurt dışında bulunuyordu. Yurt dışından geldi, gelince telefon açtı görüşelim dedi, ben atladım gittim İstanbul’a.
Enver, "bunlar Avrupa'da eylem yapacaklar, ancak ortalığı o kadar bulandırmışlar ki, şu anda oradaki bütün polis ve istihbarat alarmda" dedi, 
Biz bu sohbeti yaparken, tabii ÇATLI’da geçti, İbrahim SUNGUR’da geçti. Bir de bizim bir çocuk var, benimle irtibatı kalmadı, bende Envere "ona göz kulak ol, emanettir" dedim. Konu Arnavut'a gelince Enver, "o Dev-Sol'cu, o biçim şeyi vardı, o adi çok gevezelik yapıyor" dedi.

İbo'nun Sadık Adamları

İbrahim'in sadık adamları var, en sadık adamları İstanbul’dakiler. Sait diye bir polis var. Muğla, Köyceğiz tarafında oturuyor. Tunceli’den tanırım.
Ayhan diye biri var, özel timci. beni tanıyor, galiba Samsun'lu, çünkü Havza, Mavza’dan bahsediyordu. Muş’tan tanırım onu.
İbrahim bazen geçmişini anlatıyor, "işte bizim kırmızı minübüsümüz vardı". Ayhan da anlatıyor, yer söylemiyor, tabi kapalı geçiyor.
Rüzgarlıya (Rüzgar Güvenlik) yemeğe gelmişti, bu ve Sait ikisi gelmişti, benim orda olduğumu bilmiyorlardı, beni orda görünce tuhaflaştılar.
Bunlar anlatıyor "bizim bir kırmızı minübüsümüz vardı, işte polis karakolda bir düzen kurdu, bizi içeri aldı, biz kurtulana kadar bayağı zorluk çektik" filan. 
Yani anlatmak istediği, "biz de poliste çok zorluk çekiyoruz, bir yere gittiğimiz bir duyulsun, İbo’nun ekibi gelmiş diye oraya, kimsede uyku kalmıyor" gibi hususlar. İbo'nun özel ekibinden, eski tanıklarım var ama isimlerini bilmiyorum. İki tane adamı vardı, çok özel işleri yapan. 

Hatta biri içki kullanıyor, biri kullanmıyor. 

Bir de Hamit diye bir kişi var. Kaç defa böyle şey oldu bu Hamit, Azerbeycan’a kaçtı. Uzun boylu, zayıf, Özel Harp’ten emekli, Hava Astsubayı galiba. 

Bu da İbo'nun yanında. İbo Azerbeycan’a gittiği zaman, bu da beraber gitti. Böyle beraber Azerbeycan’a gittiler yani.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=222

11.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 9

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 9 


Yeşil Anlatıyor
7/7/2000 - 11:00 - Atin


Özel İstihbarat Daire Başkanı Mehmet EYMÜR, YEŞİL'in 13 ve 15 Ocak 1995 günü Ankara'da olduğunu, YEŞİL'le görüşen personelinin raporlarından öğrenmişti. Yine de YEŞİL'le ilgili şüpheleri devam ediyordu. YEŞİL 14 Ocak 1995 günü İstanbul'a gidip olaya katılmış ve olay sonrası hemen Ankara'ya dönmüş olabilirdi. YEŞİL sorguya alınmalı ve olayla ilişkisi çözülmeliydi.

Sorgucu Sorgulanıyor

YEŞİL, Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından serbest bırakılmasından bir gün sonra MİT sorgu bürosuna alındı. 
Sorguya alınan her şahıs gibi, YEŞİL de önce doktor kontrolundan geçirildi. Kaburga kemiklerinde çatlaklar ve ağrıları vardı. Gerekli tedevisi yapıldı ve ilaçları verildi. Artık sorguya hazırdı. 
Zaman zaman Mehmet EYMÜR'ün de katıldığı ve yumuşak bir şekilde gerçekleştirilen sorguda, YEŞİL, kendisine para yollandığını kabul ediyor ancak iki İranlı olayı ile hiç bir ilişkisi olmadığını iddia ediyordu. 

14 Akşamı Ankara'da

Emniyet'te geçirdiği sert sorgudan yorulmuştu. Hangi gün nerede olduğunu hatırlamakta zorluk çekiyordu. Sonunda 14 Ocak 1995 akşamı Polis Müdürü İbrahim'le bir eğlence yerine gittiğini hatırladı. 
YEŞİL, MİT'in bütün telefon konuşmalarını dinlediğini ve kaydettiğini sanıyordu. Onun için, sorgusunda zaman, zaman bu konuşmalara bakılırak söylediklerinin teyid edilmesini istiyordu. MİT, zaman zaman onu kontrol için telefonlarını dinlenmişti ama maalesef bu kayıtlar arasında bu olayla ilgili konuşmalar yoktu. 
Telefon konuşmaları yoktu ama, olayla ilgili telefon dökümleri, yani kimin kimi ne zaman aradığı tespit edilmişti. Bu dökümler YEŞİL'in anlattıklarını doğruluyordu. 
Sorgusunu yapanlar YEŞİL'in iki İranlı'nın kaçırılışı ve öldürülüşü ile ilgili olmadığına kanaat getirdiler. 

Gelişmeleri YEŞİL'in anlatımından izliyelim: 

Beni Hurşit Han Aradı
Ben size, Hurşit beni aradıktan sonra iletmiştim. Yani Hurşit beni arayınca söylemişim, iki tane İranlı kaçtı, beni aradılar, benden yardım istiyorlar, para yollayacağız diyorlar. 
Hurşit ile Ahmet arasındaki görüşmede bir zaman var. Zaman olayı var yani. Hurşit’ten sonra benim görüşme yaptığım Mecit’tir, Mecit’ten sonra da Ahmet’tir. Üçüde sağdır ve kendi ifadeleri de aynen benim bu ifadelerimi teyid eder. 
Sıralı görüştüm, ama tarihlerini bilmiyorum. Yani bu hatırlamıyorum kelimeleri için beni bağışlayın, vallahi hatırlamıyorum. 
Eğer ben bugün günlerden ne gün biliyorsam Allah belamı versin. Çarşamba mı, perşembe mi? Vallahi onu dahi bilmiyorum. Ben programsız bir adamım yani.
Tarihleri zaten siz telefon konuşmalarımdan bulursunuz. Hurşit’in beni aradığı tarih bellidir. Hepsi kayıtlarda vardır. Niye beni o tarihlerde zorluyorsunuz? 

Hurşit, Macit, Ahmet

Bunlar, bu tarihler, bu sıralama, hepsi bir mana ifade eder. Telefon konuşmalarının detayları, hepsini teyid eder yani. Birinci Hurşit, ikinci Mecit, üçüncü Ahmet. Bu böyle, belli bir zaman sürecinde oluyor. 
Ahmet de, Hurşit de söyledi, ikisi de söyledi. Telefonla her ikiside bana söyledi. Şimdi onlar polis aldı diyor, resmi arabalar diyor, şu vardı, bu vardı diyor. 
Ben başka birşey bilmediğim için, "yurtdışı edilmeleri var, şu anda onunla uğraşıyoruz, başka bir şeyleri yok" diyorum. Onlar polis bildiği için ben polis diyorum. Polis de "resmi olarak uzun süre tutamayız" diyor. 

200 Bin DM Daha Çıkar

Hurşit de, Ahmet de bunları polisin aldığını söylüyor, yardım istiyorlar benden. Hatta bir telefon görüşmesinde diyorum ki “sen bana 200,000 DM daha çıkar, ben İstanbul’a çıkarayım, çabuk bırakırlar" diyorum. 
Hurşit bana "onların kefili benim, durumları da iyi seni görürler" diyor. Hurşit’ten dolayı ben konuşuyorum, Hurşit’ten sonra konuşuyorum. 
Ahmet bana hiçbir soru sormuyor. Yani kimliğimle ilgili, ne olduğumu, ne iş yaptığımı, bunları sormuyor. Sormadığına göre nedir? Benim hakkımda bilgi sahibi, bilgi buna verilmiş, bu bilgiyi kim vermiş? Mecit vermiş veya Hurşit vermiş.
Ahmet’e sorun, "Ahmet bunu sana kim söyledi?" deyin, Mecit veya Hurşit diyecek. 
Eğer, Ahmet’in size anlattıkları bunları teyid etmezse ben burdayım, burdan kalkmam, başımı eğerim, yüzüm de kızarır. 
Telefon konuşmalarının detayını iyi okursanız, Ahmet'in benden haberdar olduğunu, kendisine çok iyi tanıtıldığımı kabul edeceksiniz. 

Bunu PKK Yapamaz

Böyle bir olayı PKK yaptı diye düşünmek sadece bir hayalden ibarettir. PKK'nın bugüne kadar benzeri hiç bir eylemi yok bugüne kadar. PKK’nın eylemlerinin nicelerini duydum ama bunların böyle bir şehir eylemlerini hiç duymadım. Onlar infazları çok açık bir şekilde yapar.
Onlar, patlayıcılarla iş yaparlar. Şu Yunanistan'dan gelen, bas tetiğe, hani öyle fazla hüner istemeyen işler. Onu dahi yapmıyorlar. Saatli olmasına rağmen ellerinde patlıyor. 
Şimdi artık Hurşit alındığı zaman ben iddiaya giriyorum kalıbımı ortaya koyuyorum, bu olayda muazzam bir mesafe alınacak, muazzam bir mesafe alınacaktır. 

Metin'in Arkadaşı Hurşit

Ben Hurşit'i şahsen tanımıyorum. İlk irtibatım eski tarihlerde. Güneydoğu'dan tanıdığım Lice'li Metin isimli bir kaçakçı vardı. Soyadı galiba AYTEK. Bazen bana para çıkarırdı. Bir gün bana telefon etti, “ben İspanya’ya gidiyorum, şu anda durumum iyi değil, Yüksekovalı bir kardeşimiz var, kardeşi hapiste, ben onunla görüşeceğim, sana para çıkarttıracağım, dönüşte ben sana uğrarım" dedi. 
Bana para çıktı, geldi. Şu anda cüzdanım yanımda olmadığı için vallahi şeyini hatırlamıyorum, miktarıı bilmiyorum. Bunların detayları sizin telefon kayıtlarınızda vardır.
Parayı alıp çektikten belirli bir süre sonra birisi beni aradı, Türkçesi de kıt. Ben dedim sizi tanıyamadım. "Ben Metin’in arkadaşıyım, sana bir şeyler göndermiştim bir ara, beni hatırlaman lazım" dedi. O Metin'in bana ismini verdiğini sanıyor, halbuki vermedi. Ben de "haa buyrun" dedim.

Kardeşim Kayıp, Sizde mi?

Bana, "benim kardeşim eve gelmedi, sizin veya polisin almış olması mümkün mü? Biz bu gece İstanbul’a gidiyorduk, olmadı." dedi. 
Ben o anda, onun parasını almayı düşünmedim. Benim bilgim yok, bakarım dedim. 
Sabah tekrar aradı " kardeşim çıktı geldi" dedi. "Neredeymiş?" diye sordum, " bir yerdeymiş, geçikmiş" diye cevapladı. Böyle bir muhabbetle başladı ilişkimiz.
Ben yine de dün geceye kadar adını bilmiyordum. Hurşit HAN ismini biliyorum da o olduğunu bilmiyordum. Sesinden ve konuşmasından tanıyordum. Dün gece aradım, "bu aranma davan, dosyan hangi mahkemede, sana yardımcı olayım, bana dosya numaranı ver" dedim. 

"Ağabey, DGM'ye dönmüş, vallahi numara yoktur ama bulurum" dedi. "O zaman baba adını, doğum tarihini falan ver, ben bulurum" dedim. Bunun Hurşit HAN olduğunu o şekilde dün akşam öğrendim. 
İlk telefonumu Metin'den, bu seferkini Cahit’ten almış, Cahit KOCAKAYA'dan. Cahiti çok iyi tanıyor, yakinen tanıyor. Bana, Cahit’in kardeşi Mücahit KOCAKAYA ile görüştüm dedi. Mücahit ile çok iyi ilişkisi var. Ben Hurşit'e daha önce Cahit'le ilgili sorular sormuştum. "Bu İranlı'ların da o o ilaç firmalarıyla ilişkisi var mı?" diye sordum. Bana "var, araba alış verişleri de var" dedi.

Cankurtaran Dekontlar

Bana o eski para yolladığı tarihte, " Ağabey, bize birşey olmaz değil mi, ben, bana birşey olmasından korkuyorum, yani polis-molis alırsa" diye soruyordu. "Bir şey olmaz" dedim. "Bankaya yatırdığın paranın dekontu var ya, bunu hiç cebinden ayırma. polis, jandarma filan seni bir suçtan alırsa, suçunu çekersin o ayrı ama, o kağıdı sakın yemeğe filan kalkma, o kağıt cebinden çıkarsa hayatın garantidedir, o kağıdı cebinde görürlerse sana bir şey yapmazlar, yani ondan hiç bir tereddütün olmazsın, üzerinden ayırma" dedim. " Tamam" dedi.

Son aradığında "iki İranlı kaçırılmış" dedi. "Nereden kaçırılmış?" diye sordum, " buradan, İstanbul'dan, polisler almış" dedi. "İçlerinde resmi polis var mı?" diye sordum? " Var" diye cevap verince ben rahatladım, nasıl olsa hayati bir tehlike olmaz diye düşündüm, eminim ki bunlar ölmez serbest kalırlar diyordum. 

Para Başım Üstüne

Bir otelin kumarhanesinden çıkarken almışlar. "Ağabey ben kefilim, kendilerine söylemişim, demişim bu ağabeyimin sözü sözdür, bu yapar, söz vermişse olay bitmiştir, merak etmeyin dedim, hani bunlar sana birşeyler göndersinler " dedi, " tamam başım üstüne" dedim. Onun için bunlara, "hallediyorum, bakıyorum" diye konuştum, yani polis aldı diye rahattım. 
Arkasından Mecit’len beni görüştürdü. Mecit de İranlı, onların eniştesi. Hurşit bu Lazım'la daha önce beraber bir otel çalıştırmış, sonra ayrılmışlar. Mecit’len görüştük, arkasından Mecit, Ahmet’le görüştü ve Mecit beni tekrar aradı. Hurşit bunlarla iç içe. 

Hurşit Alınırsa Olay Çözülür

Yani beni bu olayın içine sokan Hurşit. Ben ondan kuşku duyuyorum. Bu programlanmış gibi bir olay. Hurşit’i almadan bu olayın aslı ortaya çıkmaz.
Hurşit bir kere PKK’yla irtibatlı. Bu Metin'in adamı. Metin’in PKK’daki konumu belli. Her şey belli ortada yani. Hurşit’i alın, PKK ilişkilerinden tutun eroin trafiğine kadar her şey ortaya çıkar. Kesinlikle iddia ediyorum muazzam bir PKK kaynağıdır. 
Hurşit alınırsa, inan ki belli bir mesafe katedilmiş olunur. Beni bir program gereğimi aradı o da ortaya çıkar, 
Bunun bir de Lazım’la bir pürüzü var. Bir otel olayı var. Telefonda kendisi söyledi, sizdeki konuşma detaylarında vardır. Aramızda bazı sorunlar oldu dedi.
Hurşit, bu gazetede çıkan iki İranlı'nın öldürüldüğü haberinden sonra dün gece konuştuğumda, bana fazla bir tepki göstermedi. Sadece "vallahi çok zor durumdayım, yüzlerine bakacak gibi değilim, çünkü ben söz vermiştim, söz vermiştim" diyor, işte birşeyler anlatıyor. "Veysel bana ulaşamadı, ondan oldu, ben sana güveniyorum" gibi laflar ediyor. 
Telefon konuşmalarımı incelediyseniz, Ahmet'le konuşmamı farketmişsinizdir. İlk görüşmemiz olmasına rağmen Ahmet bana "sen kimsin, necisin?" diye bir şey sormuyor. Mesela daha öce Cahit KOCAKAYA'yı aradığım zaman bana sormuştu. "Ben tanımıyorum, sen kimsin" filan diye. Ahmet, Mecit'den bilgi aldığı için beni tanıyor gibi konuştu.

Kurd-A'ya Açıklatmak Zor Değil

Kesin olarak emin olduğum bir olay var. Bunları alan PKK değildir. PKK olması mümkün değil. Orada resmi jandarma bile adam alsa polisten çekinir. Kurd-A'ya açıklama yaptırmak da zor bir olay değil. Gerçi, başınızı ağrıtmayayım ama, benim PKK'ya yaptırdığım öyle bir sürü eylem var. 
Mesela, Musa ANTER olayında PKK'nın en kafa adamlarından biri kullanıldı ve Musa Diyarbakır'a getirttirildi. Olaydan, yani Musa'nın kiminle görüşmeye gittiğinden Musa'nın oğlunun haberi var ama hiç bir zaman ağzını açmadı. 
Diğer bir örnek, Doktor Mazlum’u PKK’ya ihbar eden bendim. Konuyu o tarafa taşıyan, itirafçı bir kız. Ancak kız da benim bunu çok içkiliyken, serhoşken ağzımdan kaçırdığımı sanıyor. Aksi takdirde kızı inandıramazdım.
Bunun gibi bir sürü örneği sıralayabilirim. Yani Kurd-A'ya açıklama yaptırtmak kesinlikle zor bir olay değildir. 
Bana göre bu programın ikinci safhası var. Beni de götürecekler ve Kurd-A yeni bir açıklama yapacak. Kulaklara şu fısıldanacak "YEŞİL, İranlı'ları öldürdü, paralarını aldı, o da onlar gibi öldürüldü, yaptığının karşılığını buldu.“ Bunlar olacak kesinlikle. 

Ankara'dan Uzaklaşma Projeleri

Ankara'da kalmak benim için artık tehlikeli. Benim çok sağlam yerlerim var. Ben dediğiniz gibi Kuzey Irak'a giderim. Benim için Kuzey Irak’a gitmek idealdir. Orada benim yapabileceğim çok hizmet olur, çok büyük faydalarım olur yani, yabancı olduğum yer değil. Kuzey Irak’taki arkadaşlar size neler yapabildiğimi görüp bildireceklerdir.
Şimdi ben bu yaşıma kadar her zaman her sıkıntımda rab’ül alemime sığındım, hiç hiç bir olayda, bir kula sorun, bu kadar böyle aşırı derecede yürekli bir istekte bulunmadım. İlk defa sizden bir isteğim var, şu Hurşit’i bir sorguya alın, bakın olayda ne kadar mesafe aldığınızı göreceksiniz. 

Bana Sahip Çıkan Yanar

Bir tek şey daha istiyorum, tek şey. Benim o Ankara Emniyet Müdürlüğündeki sorgumu iyi araştırın, orda neler konuşuldu, başka bir şey istemiyorum. Onu öğrenin yeter. 

Ben temiz bir işten dolayı karakola düşmem. Bana devletin bir birimi sahip çıktığı an devlet yara alır. Bu benim kendi fikrim. Şimdi, hem böyle çıkacaksın vatan, millet, bayrak, devlet diyeceksin, ondan sonra diyeceksin ki efendim polise düştüm bana sahip çıkmadılar. Neye sahip çıkacak? Ben yasaların uygun görmediği bir işten düşmüşsem bu benim işim yani. Devletin bir birimi, MİT’idir, JİTEM’idir, Polisi’dir, yani neyse ayırt etmiyorum bana sahip çıktığı an devlet yanar. 

Ben Neredeyim?

Bu olaydan sonra alınıyorum ve bu olay hiç sorulmuyor, dördüncü günü bırakılıyorum, işlem yapılmıyor. Ne olacak şimdi, arkasından daha uygun bir şekilde yine alınacak mıyım? Sonra bir açıklama da benim için yapacaklar.
Polisin elinde bir belge var, biz kaç gün önce almışık, aldık sorguladık işlem bile yapmadık, adamı sağ salim bıraktık diyecekler. 

Çok da inandırıcı bir olay. 

Sorgum sırasında Orhan TAŞANLAR var mıydı? Sorun, bakın. 

Dedim ki "benim şu anda soru sormak haddim değil ama, ben nerede sorgulandığımı bilmek istiyorum. 

"Sen Emniyette olduğunu bilmiyormusun?" dedi. 

"Ama, Türkiye’deysem bu soruların yöneltilmemesi lazım dedim". 

"Nasıl sorular" dedi. 

"Bana yöneltilen sorular, MİT’le dialoğum, Jandarma ile dialoğum. " Türk Emniyetinin burada sorgudaki bir adama bu sualleri sorması, benim kafama bazı soru işaretleri getiriyor, bunun için rahat olmak istiyorum, nerede olduğumu öğrenmek istiyorum" dedim. "Haa siz falan örgütle dialoğunu kim kurdu diye sorarsanız, Türkiye Emniyetinde olduğumu kabul ederim. Ama ben kendimi çok değişik bir yerde, yani başka bir ülke servisinde veya bir örgüt sorgusunda kabul ediyorum" dedim.

Jandarma, Polis, MİT

"Biz, vatandaş olarak çaba göstermiş, her türlü mücadeleyi vermişiz. Kürdü, Türk'ü, Lazı, Çerkezi, Alevisi, Sünnisi bir araya gelsin diye hayatımızı koymuşuz ama, Jandarma’yı, MİT’i, Polisi de biz bir araya getiremeyiz. Önce lütfen siz bir araya gelin, arada biz günah keçisi oluyoruz, biz bir tek devlet baba biliriz, devleti bir bütün olarak biliriz, Polis’i, MİT’i, Jandarması bizim için ayrı ayrı ülkelerin birimleri değil, bizim" dedim. 
Sorular çok farklıydı, Alınmam, ileride iş ortaya çıkarsa, beni yani polis teşkilatı yapmadı olayını kanıtlamak içindir. 
Telefon olayında, isim vermediler yani şu veya bu demediler. 
"Nasıl sen kimseyi tanımam diyorsun, bu kadar isim var telefon rehberinde" dediler. 
Ben deftere Mehmet EYMÜR falan diye yazmamıştım. Mehmet Ağabey diye yazmıştım.
" Peki, Korkut Ağabeyin telefonu var, açın Korkut Ağabeye beni tanıyor mu, ben onu tanıyor muyum? Gözlerim kapalı, belki şu anda da buradadır, Eğer burdaysa Allah için söylesin, desin ki YEŞİL beni tanıyor, YEŞİL benimle görüştü. Açın sorun, onun da telefonu var." dedim.

İsim Ver, Bırakacağım

Bana diyor ki; "sen bana, seni tanıyan devlet dairesinden bir kişinin adını ver, desin ki ben bunu tanıyorum, bu devlete karşı bir insan değil desin, ben seni bırakacağım."
"Orhan TAŞANLAR'ı tanıyorum, onun dışında kimseyi tanımıyorum" dedim.
" Onu nereden tanıyorsun, O nereden bilecek seni?" diye sordular.
" Televizyondan tanıyorum. Siz kendiniz bana söylediniz, benim herşeyimi biliyorsunuz diye, demek ki beni en iyi tanıyan odur." diye cevap verdim. 

Paralar Nerede?

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 8

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 8 


Yeşil'le Görüşmeler
4/7/2000 - 11:00 - Atin



Düzeltme

Diziye devam etmeden evel, bir yanlışımızı düzeltmek istiyoruz. 

Dizinin 6.ncı bölümünde Behçet CANTÜRK ve Savaş BULDAN'ın kaçırılıp infaz edilmeleri sırasında görevli olmadığımızı belirtmiştik. Bu konuda yanlışımız olduğunun farkına vardık. 

MİT'te tekrar göreve başlama tarihimiz 14 Şubat 1994'dü. Behçet CANTÜRK 14.Ocak 1994 tarihinde kaçırılmış ve bir gün sonra cesedi Sapanca civarında bulunmuştu. Bu tarihte görevde değildik. 

02 Haziran 1994'de kaçırılan Şavaş Buldan olayı sırasında görevdeydik. Bu yanlışımızı düzeltir, özür dileriz. 

--------------------------- 

13 Ocak 1995

MİT Özel İstihbarat Dairesinde görevli iki muazzaf subay, 13 Ocak 1995 günü saat 16.30'da, yani iki İranlı'nın kaçırıldığı geceden bir gün önce Ankara 2.nci cadde 7.nci sokakta bulunan Cafe Violet'de YEŞİL ile buluştular. Görüşme yarım saat kadar sürdü. 
Zaten, görüşmenin amacı, YEŞİL'e yapılacak aylık ödeme ile ilgiliydi. YEŞİL'e, 20 milyon TL. aylığını ödeyen görevliler, bir çay içip ayrıldılar. 

15 Ocak 1995

YEŞİL ile bir sonraki görüşme, İki İranlı'nın kaçırılmasından sonra, 15 Ocak 1995 tarihinde, saat 19.00'da aynı yerde yapıldı. Görüşen görevliler aynı kişilerdi. Bu görüşme bir saat sürdü. 
YEŞİL, 13 Ocak 1995 günü, görevli personelle buluştuktan sonra Sırrı SAKIK'a uğramıştı. SAKIK, o akşam davalarını yürüten avukatları akşam yemeğine davet etttiği için, YEŞİL ziyareti uzatmamıştı. 15 Ocak 1995 günü Sırrı SAKIK'ın bürosunda buluşmayı kararlaştırdılar. 
YEŞİL, 15 Ocak günü Sırrı SAKIK ile bürosunda baş başa görüştü.

Sakık'ın Sorgu ve İşkence Korkusu 

SAKIK, hayatından endişe ediyordu. YEŞİL'e, kendisini öldürmek için hapisten çıkarttıklarını, ölümden korkmadığını, ancak işkence ve sorguya dayanamayacağını, her an ölümü beklediğini, fakat kesinlikle sorguya gitmeyeceğini, hiç kimsenin kendisini yanlız olarak almasına rıza göstermeyeceğini, aldıkları zaman işkence göreceğini ve akabinde öldürüleceğini bildiğini, işkence görmeden ölüme razı olduğunu, gerekirse götürmek isteyenleri tahrik edip kendisini öldürmeleri için elinden geleni yapacağını, söylüyordu.

SAKIK, bir çok kişi gibi YEŞİL'i devletin kadrolu resmi bir görevlisi sanıyor, ona dert yanıyor, ondan yardım istiyordu.

Şemdin Sakık Teslim mi Olacak?

YEŞİL'in amacı başkaydı. YEŞİL, Şemdin SAKIK'ın, Aptullah ÖCALAN ile arasının bozulduğunu, bu nedenle gelip teslim olabileceğini düşünüyordu.

Böyle bir gelişme, PKK'da çözülmelere yol açabilirdi.

YEŞİL, Sırrı SAKIK'a, kendisini yetkili bazı kişilerle tanıştıracağına söz verdi. Ancak Sırrı, o şahıslara da televizyonlardaki gibi siyasi çözüm vs. tarzında konuşmalar yaptığı taktirde, bu hiç bir fayda sağlamayak, hem ona, hem de kendisine zarar verecekti. 
Sırrı SAKIK, böyle bir görüşmeye hazırdı. Görüşmenin kendi bürosunda yapılmasını tercih ediyordu. Olmazsa, Büyük Ankara Oteli gibi bir otelde de görüşebilirdi. Sırrı SAKIK bir oyuna gelmekten korkuyordu.

Ağabeyim Nerede?

YEŞİL'e memleketini çok sevdiğini, kan dökülmesini istemediğini, Avrupa'daki KUM - Kürdistan Ulusal Meclisi faaliyetine de karşı olduğunu, yurtdışına çıkmayı düşünmediğini belirtti.
Konuşma sırasında Sırrı, YEŞİL'e "Ağabeyimin nerede olduğunu biliyormusun?" diye sordu. Belirttiğine göre uzun süredir Şemdin SAKIK ile görüşmemişti. YEŞİL, Sırrı'nın samimi olduğuna inanmıyordu. "Sen nerede olduğunu daha iyi bilirsin" şeklinde soruya cevap verdi.

Görev ve Ceza

Sırrı SAKIK-YEŞİL görüşmesi sırasında konu, merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'a geldi. SAKIK, rahmetli ÖZAL'ın kendisini Abdullah ÖCALAN'la görüşmeye gönderdiğini, akabinde de bu sebeple mahkum edildiğini belirtti. Sırrı SAKIK, ÖZAL'ın normal kalp krizinden ölmediğine, MİT tarafından öldürtüldüğüne inanıyordu.
15 Ocak 1995 tarihindeki görüşmede YEŞİL, kendisiyle görüşen yöneticilerine Sırrı SAKIK konusunun dışında başka şeyler de bildirdi.

Yardımcı Unsurlar

YEŞİL'in Hollanda'da Enver TOPTAŞ isimli tanıdığı vardı. Yurt dışı faaliyetlerde yardımcı olabilirdi. İstendiği taktirde oraya bir görevli gönderilmesi mümkündü. Orada arkadaşlarının yanında barınma imkanı vardı.

YEŞİL, esas haberi sona bırakmıştı. Ancak o anda kendisi ile görüşenler, bu haberin sonradan çok önem kazanacağını bilmiyorlardı. Onun için anlatılanla yetinip, konuyu detaylandırmadılar. 

Yeşil'e İki İranlı Ricası

Cahit diye bir kaçakçı vardı. YEŞİL'in geçmişte bununla irtibatı olmuştu. Bu şahsın, FE - Farma Tıp Malzeme AŞ. adında bir şirketi vardı. Bu şirketin hissadar veya yetkililerinden Nazım İSMAİLİ ve Efgar SİMİKO adlı iki İranlı kaybolmuştu. Bu konuda kendisini telefonla arayan şahıs, numarasını Cahit'ten aldığını söylemişti. YEŞİL, arayanın konuşmasından, bu iki İranlı'yı kendisinin kaçırdığını zannettiklerini anlamıştı. Zira arayan şahıs YEŞİL'e, "onlara bir şey olmasın, biz seni görürüz" demişti. YEŞİL, kendisine para gönderileceği için hiç sesini çıkartmamıştı. 

Telefon görüşmesinden, Cahit'in şirketinin taşınacağını öğrenmişti. Eğer bu doğruysa mutlaka firmanın isminide değiştireceklerdi. Bu firmanın takibinde yarar vardı. 
YEŞİL'le görüşen görevli memurlar, bu bilgileri aldıktan sonra saat 20. 00'de görüşme yerinden ayrıldılar.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=220

9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

14 Nisan 2015 Salı

ŞEHİT EDİLEN 33 ER Olayında şok iddia,





ŞEHİT EDİLEN 33 ER Olayında şok iddia,



2.2.2009 - 04:01

33 er olayında şok iddia













G.Kurmay'ı rahatsız eden soru! Erdal İnönü ve Doğan Güreş'in yaptığı toplantıda cevapsız kalan o soru 

Bingöl-Elazığ karayolunda 33 erin şehit edilmesi olayı yeni iddialarla gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) soruşturmasını yürüten savcıları, 33 erin şehit edilmesiyle ilgili dosyayı ilgili savcılıktan isteyerek incelemeye aldı. Soruşturma çok yönlü devam ederken, Radikal Gazetesi yazarı Murat Yetkin, bugünkü köşesinde, 33 erin şehit edilmesi olayıyla ilgili olarak çok çarpıcı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı..

33 er olayının Ergenekon'la ilgisi

Sikorsky helikopterin sağa doğru sert bir dalış yaparak, aşağıda sıralı askeri çadırların, zırhlı muharebe aracı ve savaş helikopterlerinin arasına indi. Kendimizi pervaneden sakınarak iki büklüm çevrede görünen tek bina grubuna koştuk. Bingöl tugay komutanlığı karargahındaydık.
Başbakan vekili Erdal İnönü ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş ile birlikte bir gün önce, 24 Mayıs 1993 günü Elazığ-Bingöl karayolunda tuzağa düşürülerek katledilen 33 erin ilk olay yeri soruşturması için bölgeye giden bir grup gazeteciydik. Hemen brifing salonuna davet edildik. Önce Olağanüstü Hal Asayiş Bölge Komutanı Korgeneral Necati Özgen bir giriş yaptı. Sonra da ayrıntıları anlatmak üzere sözü, üzeri kırmızı, mavi siyah ok ve kesik çizgilerle dolu büyük ölçekli bir haritada, elindeki çubukla göstererek bilgi verecek bir istihbarat subayına bıraktı.
Asker taşıyan otobüs Bingöl'den Elazığ'a doğru yola çıkmıştı. Zırhlı muharebe araçları ona eşlik ediyordu. İl sınırına gelince, Elazığ'a bağlı zırhlı araçlar korumayı alacaktı. Birleşme noktasına bir süre kala bir ilden gelen zırhlı araç dönüyor, diğer ilden gelen aracın otobüsü teslim alması da belli bir süre alıyordu. Tam il sınırında otobüs kısa bir süre korumasız kalıyordu. İşte saldırı tam il sınırında, otobüsün korumasız kaldığı o kısa sürede yapılmıştı.
Ortada akla sığmayan, ikna edici olmayan bir şeyler vardı.

Güreş çok kızdı

Arka sıralardaydım. “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı?” diye bir soru sordum.
Sunumu yapan subay duymazlıktan geldi, “Arz ederim komutanım” diye brifingin sona erdiğini duyurdu.
Soruma yanıt alamamıştım. Yanında durduğum radyatörün borusuna tutunup üzerine çıktım. “Affedersiniz, soruma yanıt alamadım” diye yüksek sesle kendimi gösterdim. Subay “Soru yok” dedi.
Erdal İnönü rahatsız oldu, Orgeneral Güreş'e döndü, “Soru sorulmayacak mı?” diye sordu.
Güreş arkaya döndü “Kim soruyu soran?” dedi. El kaldırdım, “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı? İstihbarat hatası mı, güvenlik hatası mı var?” diye sorumu yineledim. Güreş, subaya döndü, “Cevap ver bakalım” dedi.
İkna edici bir cevap yoktu. Güreş sinirlendi. Kalktı, Korgeneral Özgen'in kolunu tuttu, ikisi birlikte koridorun sonundaki bir odaya kapandılar. 

İnönü'nün canı da iyice sıkılmıştı.

PKK ile mücadelenin kritik bir aşamasında, fiili bir ateşkesin sürdüğü 1993 baharında 33 erin Bingöl-Elazığ yolunda şehit edilmesi bütün oyun planını değiştirmişti. Türkiye bir geçiş dönemindeydi. 24 Ocak'ta gazeteci Uğur Mumcu suikasta kurban gitmiş, 17 Şubat'ta Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in uçağının düşmesi sonucu şehit olması üzerindeki spekülasyonlar sona ermemişti. 17 Nisan'da Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın uzun ve yorucu bir Orta Asya gezisi sonrasında vefat etmişti. Başbakan Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçilmiş, DYP'de Tansu Çiller'in seçilmesi henüz bir ihtimal halindeydi. Bakanlar Kurulu'na merhum Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı sıfatıyla vekaleten başkanlık ediyordu. Birkaç ay sonra 2 Temmuz'da 37 kişinin öldürüldüğü Sivas katliamı ardından ayyuka çıkacak yönetim boşluğundan söz edilmeye başlamıştı.
Geçtiğimiz hafta 33 erin şehit edilmesi olayı dosyasının Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılarla incelemeye alınacağı haberleri çıktı. Türkiye'nin geçmişinde karanlık kalan noktaların aydınlığa kavuşması için gecikmiş de olsa çaba harcanıyor olması önemli. 33 erin şehit edilmesi olayının şimdi adına Ergenekon denilen gruplaşmayla ilgisi olup olmadığını bilemem. Ama o dönem önemli fırsatların kaçırılmasına yol açan bu meşum eylemin nelerle ilgisi olduğu konusunda elinden geldiğince araştırma yapmış olan gazeteciler arasındayım. Elde ettiklerimi tekrar paylaşmak isterim.

Ateşkesle öne çıkan

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın, 1992 Nevruz'undaki ayaklanma provasının İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan'ın amansız yöntemleri sayesinde bastırılması ardından tek taraflı ateşkes ilan etmişti. 15 Mart 1993'de ilan edilen tek taraflı ateşkesin ilk ayı toplumda bir rehavet havası esmesine yol açtı. Dikkatler hemen başka yöne kaydı. Türkiye, geleceğini bağladığı önemli bir proje olarak gördüğü Bakû-Ceyhan petrol boru hattı görüşmelerine yoğunlaştı. 5 Mart 1993'de Ankara'da, Azerebaycan'da işbaşında olan Ebulfez Elçibey yönetiminin Petrol Bakanı Sabit Bagirov ile Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin arasında bir protokol imzalandı.

Aslında Elçibey, protokolün gizli tutulmasını istiyordu. Ancak o sıralarda Cumhurbaşkanı Özal ile siyasi rekabet içinde bulunan Başbakan Demirel, bu başarıyı kamuoyuna duyurdu. Buna göre, Bakû-Ceyhan hattını inşa edecek şirketler Mayıs'ın son haftası Bakû'de kendi aralarında ortaklık anlaşmasını imzalayacaklar, Türk ve Azeri hükümetleri de bunu onaylayacaktı.

Petrol boyutu

Önerilen hat bugünkünden çok farklıydı. Öncelikle, Gürcistan'dan geçmiyordu. Türkiye'nin tercihi, kısa bir mesafe İran topraklarından geçerek, Nahcıvan üzerinden Iğdır-Ağrı civarlarından Türkiye'ye giriş yapması, sonra hemen güneye inerek İdil ilçesi civarında, mevcut Kerkük-Yumurtalık hattıyla birleşmesiydi. Yatırım sermayesini sağlayacak olan Batılı şirketler, buna karşıydı. Öncelikle İran'a yönelik Amerikan ambargosu ortadaydı. Ayrıca hat neden yoksulluk kıskacındaki Ermenistan'dan geçmiyordu? Ancak Ermenilerin Azerbaycan'ın elindeki Dağlık Karabağ bölgesini kontrol amacıyla o dönem iyice tırmanan saldırıları hem Bakû'nün, hem de Ankara'nın bu rotayı kabulünü imkansız kılıyordu. Ayrıca İngilizler, Türkiye ve Irak arasındaki Kerkük-Yumurtalık hattı anlaşmasını Türklerden daha iyi incelemişler ve Irak'ın onayı olmaksızın hattın ortak işletiminin imkansız olduğunu saptamışlardı. Türkiye ise, hazır başta Rusya'ya ve İran'a tamamen karşı, yakasında bozkurt rozeti taşıyacak kadar Türkçü Elçibey başta iken anlaşmayı bitirmek istiyordu.

Ankara'da imzalanan protokol bu nedenle bölgesel politikalarında petrol kaynakları birinci derecede rol oynayan ülkeleri, özellikle de Türkiye'nin yeni bir oyuncu olarak sahneye çıkmasını istemeyen Rusya, İran ve Suudi Arabistan'ı rahatsız etti. İran'ın Irak'la ihtilafı ve Suriye ile hem askeri işbirliği, hem petrol anlaşması vardı. Suriye, henüz o dönemde Rusya Federasyonu'nun kendisine karşı Sovyetler'in olduğu gibi kol kanat germeyeceğinden emin değildi.

Talabani ve Barzani

Öcalan'ın, o dönem Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani'nin önerisine uyarak ilan ettiği tek taraflı ateşkesin getirdiği böyle bir imkan ortaya çıkmıştı. Ankara ile Talabani ve Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani arasında balayı günleri yaşanıyordu. Türkiye'nin kuzey Irak'taki Kürtleri Saddam Hüseyin rejiminin saldırılarından korumak amacıyla oluşturulan Amerikan-İngiliz ağırlıklı hava kontrol gücüne, hava sahasını ve İncirlik üssünü açması, Talabani'yi de Barzani'yi de memnun etmişti. Ceplerinde Özal'ın verdiği Türk diplomatik pasaportlarıyla, kırmızı pasaportlarla dünyaya çıkıyorlardı. Talabani, kendisini ABD-İngiltere çizgisinin temsilcisi olarak tescil ettirme eğilimini gizlemiyordu.
Öcalan'ın tek taraflı ateşkesini Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatından bir gün önce 16 Mayıs'ta, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani'nin talebine uyarak uzattığını açıklaması, çoğu çevrede erken bir iyimserliğe yol açmıştı. Bölgede güvenlik sorunu azaldıkça bu dev projenin hayata geçirilmesi de mümkün olacaktı.
Şimdi, o açıklama üzerinden sekiz gün geçmişken, 24 Mayıs'ta sevkıyatları yapılan 33 silahsız er otobüsten indirilip kurşuna diziliyordu. Ortada mantıklı bir neden görünmüyordu. Saldırıyı PKK'nın üst düzey yöneticilerinden, 'Parmaksız Zeki' takma ismiyle tanınan Şemdin Sakık idaresindeki bir militan grubunun yaptığı kısa sürede anlaşıldı. Tuhaf olan, o sırada Suriye ve Suriye'nin kontrolündeki Lübnan'ın Bekaa Vadisinde kalmakta olan Öcalan'ın hemen bu eylemin kendi talimatıyla yapılmadığını açıklaması oldu.

Yunanlılar ve Öcalan

Gerçi Öcalan 20 Mart 1992'de kendisini o zaman henüz kapatılmamış olan Beka vadisindeki kampta ziyaret eden bir grup Yunanlı milletvekili ile buluşmuştu. Bunlar iktidardaki PASOK'a mensup Lefteros Varivakis, Dimitrios Vounatsos, Elizabeth Papazoi ve Kostas Baduvas idi. Bu milletvekilleri yanlarında iki harita da getirmişlerdi. Haritalar Türkiye ve etrafındaki muhtemel petrol boru hattı rotalarını gösteriyordu: Grek harfleriyle yazılı olması Yunan heyetince getirilmiş olduklarına işaret ediyordu. Öcalan, Yunan heyetiyle haritalar önünde fotoğraf çektirdi. Bu resimlerden birinde Öcalan'ın Yunan heyet üyelerine parmağıyla Bakû-Tiflis-Ceyhan boru hattı rotasında bir noktayı işaret ediyor ve gülüyordu. Bir yıl kadar sonra 33 erin öldürüleceği bölge, tam Öcalan'ın gösterdiği bölgeydi. Yine de Öcalan yıllar sonra dahi bu eylemi “Ateşkese indirilen bir darbe” olarak niteledi. Sakık'ın bu eyleminin altında, Bakû-Ceyhan boru hattının inşasını istemeyen, bu projeden rahatsız olan bir ülke, ya da bir çıkar grubunun dolaylı yönlendirmesi olup olmadığı bugüne dek yanıtını bulmamış bir soru değildir.
Arada bir ilişki olup olmadığı bugüne dek karanlıkta kalmış olsa da boru hattı anlaşması önce 4 Haziran'a ertelendi. 4 Haziran geldiğinde şirketler bir anlaşma yerine bir mutabakat zaptı imzaladı. Ancak bu imza hiçbir zaman hayata geçirilemedi. Çünkü Azerbaycan'da anlaşmayı imzalayacak bir hükümet kalmamıştı. Moskova ve Tahran yanlısı grupların birkaç hafta içinde tırmandırdığı iç çatışmalar sonucu, 16 Haziran gecesi, Elçibey devrildi. Ertesi gün Nahcıvan Meclis Başkanı Haydar Aliyev Bakû'ye gelerek idareyi eline aldı. Ondört yıl Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak ülkeyi yönetmiş olan eski Sovyet gizli servisi KGB yöneticisi ve eski SBKP Politbüro Üyesi Haydar Aliyev için Moskova ve Tahran yanlısı silahlı grupları alt etmek çocuk oyunu sayılırdı; öyle de oldu. Aliyev'in ilk işlerinden biri de, Elçibey'in gizli kapaklı yürüttüğü bütün anlaşma görüşmelerini iptal etmek oldu.

Petrol toplantısı

Aliyev'in resmen Başkan seçildiği eylül ayını takip eden günlerden birinde Türk Dışişleri'nde Bakû-Ceyhan hattının nasıl canlandırılabileceği için bir toplantı yapılıyordu. Son gelişmeler ardından bölgede silahlı saldırılar yeniden korkunç boyutlara tırmanmış ve yayılmıştı. Artık bir hat olacaksa da bunun hemen güneye indirilip Irak hattına bağlanmasının güvenlik açısından ikna edici olmayacağı görülüyordu. Hattı daha kuzeye çekmek, belki Erzurum-Sivas rotasıyla (yolu neredeyse iki katı uzatarak) İskenderun'a indirmek mümkün olabilirdi.
Azerbaycan'daki yönetim değişikliğiyle Azeri petrollerinden petrol devleri kadar büyük bir hisseye sahip olma imkanı kaybolan Türkiye Petrolleri (TPAO) Genel Müdürü Okan Özdemir, Dışişleri Bakanı Hükmet Çetin'in önüne büyük ölçekli bir Türkiye haritası açtı. Harita muhtemel boru hattı rotalarını gösteriyordu. Özdemir, haritayı İngilizlerden yeni almıştı.

İngiliz haritaları

Haritada garip bir durum uzmanların dikkatini çekti. Türkiye'nin üç bölgesi kabaca elipslerle işaretlenmiş ve içleri kurşun kalemle taranmıştı. Bu bölgelerden en geniş olanı, Hakkari, Şırnak, Siirt, Diyarbakır yörelerini içine alıyordu. İkinci ve daha küçük olanı Kars-Iğdır-Erzurum bölgelerini içine alıyordu. En küçük tarama ise Sivas etrafında görülüyordu.

Özdemir'e bunun ne olduğunu sordular.

Özdemir de İngilizlere sormuş ve “Terör bölgeleri yanıtını” almıştı. Hikmet Çetin, damarlarındaki kanın adeta çekildiğini hissetti. PKK'nın eylemleri üzerinde spekülasyon hep yapılmıştı ama Sivas farklıydı. Daha bir kaç ay önce, 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta Alevi kuruluşlar tarafından düzenlenen Pir Sultan Abdal şenliği basılmış, şenliğe katılan sanatçıların kaldığı Madımak Oteli ateşe verilmişti. 37 kişinin can verdiği olaylar nedeniyle gözler önce Sünni tabana dayalı politika yapan Refah Partisi üyesi belediye başkanı Temel Karamollaoğlu'nun üzerine dönmüş, ancak sonra (ileride milletvekilliği de yapacak olan) Karamollaoğlu'nun olayları yatıştırmaya çalıştığı ve başarısız kaldığı anlaşılmıştı. Perde arkasında daha radikal güçler vardı.

Mantıksız hamle!

O dönem TSK'da görev yapan terörizm uzmanı Doktor Nihat Ali Özcan, o sıralarda PKK'nın kendi izlemesi gereken stratejiye uymayacak şekilde, güçlerinin önemli bir kesimini aniden kuzeye, Iğdır-Ağrı bölgesine kaydırmaya başladığına dikkat çekiyor. Özcan “İlk anda bunun bir mantığı olmadığı düşünüldü” diyor; “PKK zaten zora düşmeye başlamıştı. Güçlerini 'Botan' diye andıkları Irak sınırında yoğunlaştırmak yerine, bölerek fazla bir tabanları olmayan İran-Ermenistan sınırında eylemlere başlamaları, doğrudan PKK'ya yarar sağlayacak bir şey değildi. Zaten olmadı da. Bunun başka bir amacı olmalıydı. Şimdi olaylar daha kolay anlaşılabiliyor.” Özcan'a göre, o dönem sayıları 1000'i geçen PKK militanı Irak'tan İran dağ yollarını kullanarak 'kuzeye' geçmişlerdi.
Azeri petrollerini dünya pazarlarına Rus, ya da Arap-İran kontrolü olmadan aktaracak petrol boru hattı projesinin hayata geçirilmesi biraz daha bekleyecekti. Gürcistan'dan geçerek Bakû-Tiflis Ceyhan adını alan ve 'kuzey hattını kullanan' anlaşma, 18 Kasım 1999'da, Öcalan'ın yakalanıp hapse mahkûm edilişinden bir kaç ay sonra, İstanbul'da Demirel, Aliyev ve Gürcistan devlet başkanı Eduard Şvardnadze tarafından, ABD Başkanı Bill Clinton'un şahitliğinde imzalanabilecekti. 

(Kürt Kapanı, Remzi Kitabevi, Ekim 2004, İstanbul, ss 17-23)

***

Dedik ya, 33 erin şehit edilmesinin Ergenekon'la bağı var mı yok mu henüz bilemiyoruz. Ama pek çok şeyle bağı olduğu görülebiliyor. Pek çok şeyi daha iyi anlamak için yönetim boşluğunun olduğu 1993 yazına bakmamız gerekebilir.


1992'de Öcalan Yunanlı milletvekilleriyle birlikte 



Türkiye'deki muhtemel boru hatları haritasına bakıyordu. Öcalan'ın parmağını koyduğu yerde 


Şemdin Sakık (solda) 33 eri öldürdü. 


..


"33 Er Bile Bile PKK Önüne Atıldı"