33 er olayının Ergenekon'la ilgisi
Sikorsky helikopterin sağa doğru sert bir dalış yaparak, aşağıda sıralı askeri çadırların, zırhlı muharebe aracı ve savaş helikopterlerinin arasına indi. Kendimizi pervaneden sakınarak iki büklüm çevrede görünen tek bina grubuna koştuk. Bingöl tugay komutanlığı karargahındaydık.
Başbakan vekili Erdal İnönü ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş ile birlikte bir gün önce, 24 Mayıs 1993 günü Elazığ-Bingöl karayolunda tuzağa düşürülerek katledilen 33 erin ilk olay yeri soruşturması için bölgeye giden bir grup gazeteciydik. Hemen brifing salonuna davet edildik. Önce Olağanüstü Hal Asayiş Bölge Komutanı Korgeneral Necati Özgen bir giriş yaptı. Sonra da ayrıntıları anlatmak üzere sözü, üzeri kırmızı, mavi siyah ok ve kesik çizgilerle dolu büyük ölçekli bir haritada, elindeki çubukla göstererek bilgi verecek bir istihbarat subayına bıraktı.
Asker taşıyan otobüs Bingöl'den Elazığ'a doğru yola çıkmıştı. Zırhlı muharebe araçları ona eşlik ediyordu. İl sınırına gelince, Elazığ'a bağlı zırhlı araçlar korumayı alacaktı. Birleşme noktasına bir süre kala bir ilden gelen zırhlı araç dönüyor, diğer ilden gelen aracın otobüsü teslim alması da belli bir süre alıyordu. Tam il sınırında otobüs kısa bir süre korumasız kalıyordu. İşte saldırı tam il sınırında, otobüsün korumasız kaldığı o kısa sürede yapılmıştı.
Ortada akla sığmayan, ikna edici olmayan bir şeyler vardı.
Güreş çok kızdı
Arka sıralardaydım. “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı?” diye bir soru sordum.
Sunumu yapan subay duymazlıktan geldi, “Arz ederim komutanım” diye brifingin sona erdiğini duyurdu.
Soruma yanıt alamamıştım. Yanında durduğum radyatörün borusuna tutunup üzerine çıktım. “Affedersiniz, soruma yanıt alamadım” diye yüksek sesle kendimi gösterdim. Subay “Soru yok” dedi.
Erdal İnönü rahatsız oldu, Orgeneral Güreş'e döndü, “Soru sorulmayacak mı?” diye sordu.
Güreş arkaya döndü “Kim soruyu soran?” dedi. El kaldırdım, “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı? İstihbarat hatası mı, güvenlik hatası mı var?” diye sorumu yineledim. Güreş, subaya döndü, “Cevap ver bakalım” dedi.
İkna edici bir cevap yoktu. Güreş sinirlendi. Kalktı, Korgeneral Özgen'in kolunu tuttu, ikisi birlikte koridorun sonundaki bir odaya kapandılar.
İnönü'nün canı da iyice sıkılmıştı.
PKK ile mücadelenin kritik bir aşamasında, fiili bir ateşkesin sürdüğü 1993 baharında 33 erin Bingöl-Elazığ yolunda şehit edilmesi bütün oyun planını değiştirmişti. Türkiye bir geçiş dönemindeydi. 24 Ocak'ta gazeteci Uğur Mumcu suikasta kurban gitmiş, 17 Şubat'ta Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in uçağının düşmesi sonucu şehit olması üzerindeki spekülasyonlar sona ermemişti. 17 Nisan'da Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın uzun ve yorucu bir Orta Asya gezisi sonrasında vefat etmişti. Başbakan Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçilmiş, DYP'de Tansu Çiller'in seçilmesi henüz bir ihtimal halindeydi. Bakanlar Kurulu'na merhum Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı sıfatıyla vekaleten başkanlık ediyordu. Birkaç ay sonra 2 Temmuz'da 37 kişinin öldürüldüğü Sivas katliamı ardından ayyuka çıkacak yönetim boşluğundan söz edilmeye başlamıştı.
Geçtiğimiz hafta 33 erin şehit edilmesi olayı dosyasının Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılarla incelemeye alınacağı haberleri çıktı. Türkiye'nin geçmişinde karanlık kalan noktaların aydınlığa kavuşması için gecikmiş de olsa çaba harcanıyor olması önemli. 33 erin şehit edilmesi olayının şimdi adına Ergenekon denilen gruplaşmayla ilgisi olup olmadığını bilemem. Ama o dönem önemli fırsatların kaçırılmasına yol açan bu meşum eylemin nelerle ilgisi olduğu konusunda elinden geldiğince araştırma yapmış olan gazeteciler arasındayım. Elde ettiklerimi tekrar paylaşmak isterim.
Ateşkesle öne çıkan
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın, 1992 Nevruz'undaki ayaklanma provasının İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan'ın amansız yöntemleri sayesinde bastırılması ardından tek taraflı ateşkes ilan etmişti. 15 Mart 1993'de ilan edilen tek taraflı ateşkesin ilk ayı toplumda bir rehavet havası esmesine yol açtı. Dikkatler hemen başka yöne kaydı. Türkiye, geleceğini bağladığı önemli bir proje olarak gördüğü Bakû-Ceyhan petrol boru hattı görüşmelerine yoğunlaştı. 5 Mart 1993'de Ankara'da, Azerebaycan'da işbaşında olan Ebulfez Elçibey yönetiminin Petrol Bakanı Sabit Bagirov ile Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin arasında bir protokol imzalandı.
Aslında Elçibey, protokolün gizli tutulmasını istiyordu. Ancak o sıralarda Cumhurbaşkanı Özal ile siyasi rekabet içinde bulunan Başbakan Demirel, bu başarıyı kamuoyuna duyurdu. Buna göre, Bakû-Ceyhan hattını inşa edecek şirketler Mayıs'ın son haftası Bakû'de kendi aralarında ortaklık anlaşmasını imzalayacaklar, Türk ve Azeri hükümetleri de bunu onaylayacaktı.
Petrol boyutu
Önerilen hat bugünkünden çok farklıydı. Öncelikle, Gürcistan'dan geçmiyordu. Türkiye'nin tercihi, kısa bir mesafe İran topraklarından geçerek, Nahcıvan üzerinden Iğdır-Ağrı civarlarından Türkiye'ye giriş yapması, sonra hemen güneye inerek İdil ilçesi civarında, mevcut Kerkük-Yumurtalık hattıyla birleşmesiydi. Yatırım sermayesini sağlayacak olan Batılı şirketler, buna karşıydı. Öncelikle İran'a yönelik Amerikan ambargosu ortadaydı. Ayrıca hat neden yoksulluk kıskacındaki Ermenistan'dan geçmiyordu? Ancak Ermenilerin Azerbaycan'ın elindeki Dağlık Karabağ bölgesini kontrol amacıyla o dönem iyice tırmanan saldırıları hem Bakû'nün, hem de Ankara'nın bu rotayı kabulünü imkansız kılıyordu. Ayrıca İngilizler, Türkiye ve Irak arasındaki Kerkük-Yumurtalık hattı anlaşmasını Türklerden daha iyi incelemişler ve Irak'ın onayı olmaksızın hattın ortak işletiminin imkansız olduğunu saptamışlardı. Türkiye ise, hazır başta Rusya'ya ve İran'a tamamen karşı, yakasında bozkurt rozeti taşıyacak kadar Türkçü Elçibey başta iken anlaşmayı bitirmek istiyordu.
Ankara'da imzalanan protokol bu nedenle bölgesel politikalarında petrol kaynakları birinci derecede rol oynayan ülkeleri, özellikle de Türkiye'nin yeni bir oyuncu olarak sahneye çıkmasını istemeyen Rusya, İran ve Suudi Arabistan'ı rahatsız etti. İran'ın Irak'la ihtilafı ve Suriye ile hem askeri işbirliği, hem petrol anlaşması vardı. Suriye, henüz o dönemde Rusya Federasyonu'nun kendisine karşı Sovyetler'in olduğu gibi kol kanat germeyeceğinden emin değildi.
Talabani ve Barzani
Öcalan'ın, o dönem Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani'nin önerisine uyarak ilan ettiği tek taraflı ateşkesin getirdiği böyle bir imkan ortaya çıkmıştı. Ankara ile Talabani ve Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani arasında balayı günleri yaşanıyordu. Türkiye'nin kuzey Irak'taki Kürtleri Saddam Hüseyin rejiminin saldırılarından korumak amacıyla oluşturulan Amerikan-İngiliz ağırlıklı hava kontrol gücüne, hava sahasını ve İncirlik üssünü açması, Talabani'yi de Barzani'yi de memnun etmişti. Ceplerinde Özal'ın verdiği Türk diplomatik pasaportlarıyla, kırmızı pasaportlarla dünyaya çıkıyorlardı. Talabani, kendisini ABD-İngiltere çizgisinin temsilcisi olarak tescil ettirme eğilimini gizlemiyordu.
Öcalan'ın tek taraflı ateşkesini Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatından bir gün önce 16 Mayıs'ta, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani'nin talebine uyarak uzattığını açıklaması, çoğu çevrede erken bir iyimserliğe yol açmıştı. Bölgede güvenlik sorunu azaldıkça bu dev projenin hayata geçirilmesi de mümkün olacaktı.
Şimdi, o açıklama üzerinden sekiz gün geçmişken, 24 Mayıs'ta sevkıyatları yapılan 33 silahsız er otobüsten indirilip kurşuna diziliyordu. Ortada mantıklı bir neden görünmüyordu. Saldırıyı PKK'nın üst düzey yöneticilerinden, 'Parmaksız Zeki' takma ismiyle tanınan Şemdin Sakık idaresindeki bir militan grubunun yaptığı kısa sürede anlaşıldı. Tuhaf olan, o sırada Suriye ve Suriye'nin kontrolündeki Lübnan'ın Bekaa Vadisinde kalmakta olan Öcalan'ın hemen bu eylemin kendi talimatıyla yapılmadığını açıklaması oldu.
Yunanlılar ve Öcalan
Gerçi Öcalan 20 Mart 1992'de kendisini o zaman henüz kapatılmamış olan Beka vadisindeki kampta ziyaret eden bir grup Yunanlı milletvekili ile buluşmuştu. Bunlar iktidardaki PASOK'a mensup Lefteros Varivakis, Dimitrios Vounatsos, Elizabeth Papazoi ve Kostas Baduvas idi. Bu milletvekilleri yanlarında iki harita da getirmişlerdi. Haritalar Türkiye ve etrafındaki muhtemel petrol boru hattı rotalarını gösteriyordu: Grek harfleriyle yazılı olması Yunan heyetince getirilmiş olduklarına işaret ediyordu. Öcalan, Yunan heyetiyle haritalar önünde fotoğraf çektirdi. Bu resimlerden birinde Öcalan'ın Yunan heyet üyelerine parmağıyla Bakû-Tiflis-Ceyhan boru hattı rotasında bir noktayı işaret ediyor ve gülüyordu. Bir yıl kadar sonra 33 erin öldürüleceği bölge, tam Öcalan'ın gösterdiği bölgeydi. Yine de Öcalan yıllar sonra dahi bu eylemi “Ateşkese indirilen bir darbe” olarak niteledi. Sakık'ın bu eyleminin altında, Bakû-Ceyhan boru hattının inşasını istemeyen, bu projeden rahatsız olan bir ülke, ya da bir çıkar grubunun dolaylı yönlendirmesi olup olmadığı bugüne dek yanıtını bulmamış bir soru değildir.
Arada bir ilişki olup olmadığı bugüne dek karanlıkta kalmış olsa da boru hattı anlaşması önce 4 Haziran'a ertelendi. 4 Haziran geldiğinde şirketler bir anlaşma yerine bir mutabakat zaptı imzaladı. Ancak bu imza hiçbir zaman hayata geçirilemedi. Çünkü Azerbaycan'da anlaşmayı imzalayacak bir hükümet kalmamıştı. Moskova ve Tahran yanlısı grupların birkaç hafta içinde tırmandırdığı iç çatışmalar sonucu, 16 Haziran gecesi, Elçibey devrildi. Ertesi gün Nahcıvan Meclis Başkanı Haydar Aliyev Bakû'ye gelerek idareyi eline aldı. Ondört yıl Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak ülkeyi yönetmiş olan eski Sovyet gizli servisi KGB yöneticisi ve eski SBKP Politbüro Üyesi Haydar Aliyev için Moskova ve Tahran yanlısı silahlı grupları alt etmek çocuk oyunu sayılırdı; öyle de oldu. Aliyev'in ilk işlerinden biri de, Elçibey'in gizli kapaklı yürüttüğü bütün anlaşma görüşmelerini iptal etmek oldu.
Petrol toplantısı
Aliyev'in resmen Başkan seçildiği eylül ayını takip eden günlerden birinde Türk Dışişleri'nde Bakû-Ceyhan hattının nasıl canlandırılabileceği için bir toplantı yapılıyordu. Son gelişmeler ardından bölgede silahlı saldırılar yeniden korkunç boyutlara tırmanmış ve yayılmıştı. Artık bir hat olacaksa da bunun hemen güneye indirilip Irak hattına bağlanmasının güvenlik açısından ikna edici olmayacağı görülüyordu. Hattı daha kuzeye çekmek, belki Erzurum-Sivas rotasıyla (yolu neredeyse iki katı uzatarak) İskenderun'a indirmek mümkün olabilirdi.
Azerbaycan'daki yönetim değişikliğiyle Azeri petrollerinden petrol devleri kadar büyük bir hisseye sahip olma imkanı kaybolan Türkiye Petrolleri (TPAO) Genel Müdürü Okan Özdemir, Dışişleri Bakanı Hükmet Çetin'in önüne büyük ölçekli bir Türkiye haritası açtı. Harita muhtemel boru hattı rotalarını gösteriyordu. Özdemir, haritayı İngilizlerden yeni almıştı.
İngiliz haritaları
Haritada garip bir durum uzmanların dikkatini çekti. Türkiye'nin üç bölgesi kabaca elipslerle işaretlenmiş ve içleri kurşun kalemle taranmıştı. Bu bölgelerden en geniş olanı, Hakkari, Şırnak, Siirt, Diyarbakır yörelerini içine alıyordu. İkinci ve daha küçük olanı Kars-Iğdır-Erzurum bölgelerini içine alıyordu. En küçük tarama ise Sivas etrafında görülüyordu.
Özdemir'e bunun ne olduğunu sordular.
Özdemir de İngilizlere sormuş ve “Terör bölgeleri yanıtını” almıştı. Hikmet Çetin, damarlarındaki kanın adeta çekildiğini hissetti. PKK'nın eylemleri üzerinde spekülasyon hep yapılmıştı ama Sivas farklıydı. Daha bir kaç ay önce, 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta Alevi kuruluşlar tarafından düzenlenen Pir Sultan Abdal şenliği basılmış, şenliğe katılan sanatçıların kaldığı Madımak Oteli ateşe verilmişti. 37 kişinin can verdiği olaylar nedeniyle gözler önce Sünni tabana dayalı politika yapan Refah Partisi üyesi belediye başkanı Temel Karamollaoğlu'nun üzerine dönmüş, ancak sonra (ileride milletvekilliği de yapacak olan) Karamollaoğlu'nun olayları yatıştırmaya çalıştığı ve başarısız kaldığı anlaşılmıştı. Perde arkasında daha radikal güçler vardı.
Mantıksız hamle!
O dönem TSK'da görev yapan terörizm uzmanı Doktor Nihat Ali Özcan, o sıralarda PKK'nın kendi izlemesi gereken stratejiye uymayacak şekilde, güçlerinin önemli bir kesimini aniden kuzeye, Iğdır-Ağrı bölgesine kaydırmaya başladığına dikkat çekiyor. Özcan “İlk anda bunun bir mantığı olmadığı düşünüldü” diyor; “PKK zaten zora düşmeye başlamıştı. Güçlerini 'Botan' diye andıkları Irak sınırında yoğunlaştırmak yerine, bölerek fazla bir tabanları olmayan İran-Ermenistan sınırında eylemlere başlamaları, doğrudan PKK'ya yarar sağlayacak bir şey değildi. Zaten olmadı da. Bunun başka bir amacı olmalıydı. Şimdi olaylar daha kolay anlaşılabiliyor.” Özcan'a göre, o dönem sayıları 1000'i geçen PKK militanı Irak'tan İran dağ yollarını kullanarak 'kuzeye' geçmişlerdi.
Azeri petrollerini dünya pazarlarına Rus, ya da Arap-İran kontrolü olmadan aktaracak petrol boru hattı projesinin hayata geçirilmesi biraz daha bekleyecekti. Gürcistan'dan geçerek Bakû-Tiflis Ceyhan adını alan ve 'kuzey hattını kullanan' anlaşma, 18 Kasım 1999'da, Öcalan'ın yakalanıp hapse mahkûm edilişinden bir kaç ay sonra, İstanbul'da Demirel, Aliyev ve Gürcistan devlet başkanı Eduard Şvardnadze tarafından, ABD Başkanı Bill Clinton'un şahitliğinde imzalanabilecekti.
(Kürt Kapanı, Remzi Kitabevi, Ekim 2004, İstanbul, ss 17-23)
***
Dedik ya, 33 erin şehit edilmesinin Ergenekon'la bağı var mı yok mu henüz bilemiyoruz. Ama pek çok şeyle bağı olduğu görülebiliyor. Pek çok şeyi daha iyi anlamak için yönetim boşluğunun olduğu 1993 yazına bakmamız gerekebilir.
1992'de Öcalan Yunanlı milletvekilleriyle birlikte
Türkiye'deki muhtemel boru hatları haritasına bakıyordu. Öcalan'ın parmağını koyduğu yerde
Şemdin Sakık (solda) 33 eri öldürdü.
..
"33 Er Bile Bile PKK Önüne Atıldı"
01 Mayıs 2012 08:10
Diyarbakır Cezaevi’nden mektup gönderen Şemdin Sakık, çok çarpıcı iddialarda bulundu: 33 er olayı, Tuğg. Aydın, Albay Özden ve DÇG...
Diyarbakır Cezaevi’nden mektup gönderen Şemdin Sakık, şok iddialarda bulundu:
⇒1993’te şehit olan 33 asker, bile bile PKK’nın önüne atıldı.
⇒ Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ı PKK değil, kendi askeri vurdu.
⇒ Albay Rıdvan Özden çatışmada vurulmadı.
⇒ Özden’i Doğu Çalışma Grubu öldürdü.
“İlk defa sizinle paylaşıyorum” diyen Şemdin Sakık, silahsız 33 erin katledildiği olayın Doğu’da “Doğu Çalışma Grubu” adıyla örgütlenen cunta tarafından planlandığı ve PKK’ya havale edildiğini söyledi. 28 Şubat darbesine zemin hazırlayan 1993 yılına özellikle dikkat çeken Sakık, Eşref Bitlis’in ekibinde yer alan Tuğgeneral Bahtiyar Aydın ile Albay Rıdvan Özden’in öldürülme hadisesini yakından bildiğini kaydetti.
“ORTAM MÜSAİT” DEYİP MEKTUP GÖNDERDİ
18 yıl PKK’nın iki numaralı ismi olarak dağda kalan Şemdin Sakık, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nden Akit’e gönderdiği mektupta şok iddialarda bulundu. “Olayın arka planını ilk olarak sizinle paylaşmak istiyorum. İlk kez, çünkü şimdiye kadar ortam olayın bütün boyutlarını ortaya koymamıza uygun değildi” diyen Sakık, Bingöl’de 1993’te 33 askerin şehit edilmesinin perde arkasını anlattı.
“93’TEKİ OLAYLAR DÇG’NİN İŞİ”
28 Şubat’a giden sürecin başlangıcı olan 1993 yılındaki suikast ve şüpheli ölümlere vurgu yapan Sakık, Batı Çalışma Grubu’nun Doğu ve Güneydoğu’daki örgütlenmesi olan Doğu Çalışma Grubu’nun, o yıl fiiliyata geçtiğini söyledi. Sakık, 93’te yaşanan acı hadiselerin tamamının yönetimi ele geçirmeyi amaçlayan ve kanın akmasını isteyen bu cunta ekibinin işi olduğunu öne sürdü. Sakık, 33 er olayının da 93’te gerçekleştirilen suikastlar zincirinin bir halkası olduğunu savundu.
“ASKERLER PKK’NIN ÖNÜNE ATILDI”
Silahsız ve korumasız askerlerin adeta PKK’ya teslim edildiğini anlatan Sakık, “33 asker olayı bir grup kızgın PKK’lı tarafından gerçekleşti ama planlayarak, istihbarat alarak gerçekleştirdikleri bir eylem değildi. Bu askerler birileri tarafından kendilerinin önüne atıldı ve Doğu Çalışma Grubu’nun ikinci planı, yani topyekün savaş planı bu olaya dayandırılarak hayata geçirildi” dedi.
“33 ERDEN SONRA TÜRK HALKININ İTİRAZI KALMADI”
Kürt-Türk kavgasının sürmesinden nemalanan ve halkın kendilerine ‘kurtarıcı’ gözüyle bakmasını sağlamak isteyen cunta ekibinin, infial oluşturmak için masum askerleri kurban seçtiğini dile getiren Sakık, şöyle konuştu: “Nasıl ki 12 Eylül öncesinde halka ‘Ordu göreve’ çağrısı yaptırmak için binlerce insanın ölümüne ya göz yumuldu ya da teşvik edildiyse, bu sefer de oluşturulan topyekün savaşa zemin hazırlamak için infial yaratacak bir eyleme ihtiyaç vardı. 33 asker olayı başarılı biçimde gerçekleştirildikten sonra, Türk halkının itirazı kalmamıştı. Bu olayla galeyana gelen Türk halkı, ‘Ne yaparsanız yapın bu işi bitirin’ diyerek, bu savaş aygıtına açık çek vermişti. Halk artık bu güruhu kurtarıcı gördüğü için çocuklarını davul zurnayla savaşa gönderir olmuştu.”
CUNTA TASFİYE YAPIP KENDİ ADAMLARINI GETİRDİ
1993 yılında peş peşe hayatlarını kaybeden Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis ve ekibindeki subaylar ile Turgut Özal’ın DÇG tarafından ortadan kaldırıldığını iddia eden Şemdin Sakık, “33 asker olayına bu aşamalardan sonra gelindi” diyerek, “Uğur Mumcu, askeri icraatın başı Eşref Bitlis, askeri istihbaratın başı Cem Ersever, Türkiye Cumhuriyeti devletinin başı Turgut Özal, bir dönemin Asayiş Komutanı Hulusi Sayın, jandarmanın etkili albaylarından İsmail Selen, Turgut Özal’ın sağ kolu Adnan Kahveci ve daha birçok üst düzey komutan, siyasetçi ve aydın tasfiye edilerek, yerlerine savaşı bütün vahşetiyle sürdürme eğiliminde olanlar getirilerek 33 asker olayı sürecine gelindi” ifadelerini kullandı.
“BAHTİYAR AYDIN VURULDUĞUNDA ALANDAYDIM”
Şüpheli uçak kazasında yaşamını yitiren eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in ekibinde yer alan Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın vurulduğu saatlerde bölgede olduğunu anlatan Sakık, “Bahtiyar Aydın’ı ‘çatışma var’ diyerek Lice’ye getirip orada, hemen helikopter pistinde vurdular. O zaman alandaydım. Anında kendilerini telsizden aramış, ‘Paşanızı vuracak kadar kudurdunuz’ dediğimde küfrederek telsizi kapatmışlardı” şeklinde konuştu.
“EMRİMDEKİ PKK’LILAR İLGİMİZ YOK DEDİLER”
Adli Tıp’ın alnından değil, kafatasının üst kısmından mermi girişi bulunduğunu tespit ettiği eski Mardin Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden’in de DÇG tarafından öldürüldüğünü ileri süren Sakık, “Albay Rıdvan Özden’in Mardin kırsalında bir çatışmada vurulduğu haber yapıldığında o bölgede faaliyet yürüten arkadaşlarımı aramış ve sormuştum. Cinayetle hiçbir ilişkilerinin olmadığını söylemişlerdi. Böylece bunun da Doğu Çalışma Grubu’nun işi olduğunu anlamıştık” dedi.
Erol Metin/Yeni Akit
..