28.Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28.Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 9


ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 9


Yeni Şafak gazetesine konuşan, Ergenekon davasının gizli tanıklarından biri, 28 Şubat döneminde patlak veren Fadime Şahin ve Ali Kalkancı skandallarının, inançlı insanları rencide etmek için hazırlanan senaryolar olduğu yazılacaktı. Gizli tanığın iddiasına göre, şeyh olarak lanse edilen Ali Kalkancı da alkolikti. Gizli tanık şu bilgileri vermişti: “Skandalların talimatı Veli Küçük'ten geldi. Organizasyonu, Turgut Büyükdağ'ın sahibi olduğu Strateji dergisinin genel yayın yönetmeni Ümit Oğuztan ve Sisi yaptı. Sisi, Aksaray'da bir müzikholde çalışan 
Fadime Şahin'i, tesettür kıyafetleri giydirerek Çarşamba'da cemaatlerin içine sokup staj yaptırdı. Ali Kalkancı da umreye gönderildi. Aczmendi şeyhi Müslüm Gündüz'ün etrafına, sahte müritler ayarlandı.” 

Taraf gazetesine 13 Ekim’de konuşan Büyükdağ’ın anlattıklarını Güney’de doğruluyor. Büyükdağ’ın şu açıklaması dudak uçuklattı: 

Ben gözaltına alındıktan sonra plana göre İstanbul'a getirilip cezaevine konulacaktım ve burada işimi bitireceklerdi. Tuncay Güney'e benim bir minnet borcum var. Oradan çıkma şansım yoktu. Tuncay hakikaten Genelkurmay'dan bir binbaşıya emniyeti arattırdı ve beni bıraktılar. Şimdi diyorlar ki Veli Küçük bu işlerde. Gerçekten kafam allak bulak oldu. Anladım ki bunların hepsi tezgahmış. Tuncay Güney bana dedi ki 'Veli Paşa senin durumu Çevik Bir ile konuştu. Çevik Bir fabrikayı bu sefer geriye verelim hesabı kapatalım' dedi. 'Borcu da üzerine alsın' dedi. Bunun üzerine Veli Paşa demiş ki 'ben onun muhasebecisi değilim ne işiniz varsa halledin.' Ümit Oğuztan bana, 'bu işlerden çok zarar gördün ama biz bu paraları kazanabiliriz' dedi. Ben dergi çıkarırım dedi. O arada Ümit Oğuztan, Tuncay Güney'i getirdi haber müdürü olarak. Ondan sonra üzerimize mafya geldi. TYT Bank battı ben borcumu ödediğim halde senetler mafyanın eline geçmiş bunlar da benden parayı istiyorlar. 
Tucay Güney devreye girdi, Veli Küçük'ü arayalım dedi. Tuncay Güney, 'sizin başınızda bu kadar olay, Veli Küçük Paşa'yla sizi tanıştırayım yardım etsin' dedi. Paşa'yla tanıştım. Mafya Çevik Bir'in adını kullanarak üstümüze geliyor. Mehmet Ağar'ın adı kullanılıyor. 

İstanbul Emniyet Müdürü sıkıştırıyor. 

Gözaltındayken bırakılması için Genelkurmay'dan telefon gelmesini sağlayan Güney ve Küçük ikilisi. Güney’e teşekkür eden Büyükdağ, Güney ile Küçük arasında ilişkinin ne kadar derin olduğunu şöyle vurguluyor: 
Tuncay, Genelkurmay'dan haberleri getiriyor, Ümit Oğuztan'la beraber basıyorlar. Para ve kağıt bitince dergiyi bıraktılar. 
28 Şubat sürecinin aktörlerinden Ali Kalkancı'ya da iki fabrika satan Turgut Büyükdağ, Kalkancı'nın tutuklanmasından sonra eşi Emire Ersoy'u gazeteci Uğur Dündar'ın Arena Programı'na çıkarttı. 28 Şubat sürecinde fabrikaları gaspedilen ve tehditle mal varlığı elinden alınan Büyükdağ, hukuk savaşı başlattı ama Cumhuriyet Gazetesi'nin yayımladığı bir manşet yüzünden bu savaşı kaybetti ve gözaltına alındı. 
Dört gün gözaltında kalan ve ölüme götürüldüğünü söyleyen Büyükdağ, Genelkurmay'dan gelen bir telefonla serbest bırakıldı. Veli Küçük'ün kendisini kurtardığını söyleyen Büyükdağ, Korkut Eken'in fabrikasını gaspettiğini ve bir yıl çalıştırdığını anlatarak o gün yapılan bu işlerin arkasında Çevik Bir, Mehmet Ağar gibi isimlerin olduğunu ama bir şey yapamadığını ileri sürdü. 

Büyükdağ, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz'e giderek ifade verdi. İfadesinde Çevik Bir (Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı), Korkut Eken, Mehmet Ağar (Dönemin İçişleri ve Adalet Bakanı), Hasan Özdemir (Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü) ve İsmail Özmen'den şikayetçi olduğunu söyledi. 
Ergenekon için resmi devlet mafyası nitelendirmesinde bulunan Caferi kökenli işadamı bir çok tehdit aldığını buna karşın konuşmaktan korkmadığını belirterek, "Olanları aklım almıyor" diyor. Salat marka yağlarıyla tekrar piyasaya dönen Büyükdağ, Ergenekon'dan 16 yılın hesabını soruyor... 

Güney’in bu olaydaki rolü, Küçük’ün verdiği Güney’i ‘tanımam, bir kaç defa görüşmüşüzdür’ ifadesini yalanlıyor. Güney’in ‘yüzlerce defa’ beyanı daha gerçekçi. Polise verdiği ifadeler, Güney’in STV’deki gazeteci konumundan yararlanarak, cemaatin bazı önemli isimlerini de tanıma imkânını elde ettiğine de işaret ediliyor. 
Daha sonra Güney, ifadesinde Veli Küçük’ün Kuzey Irak’ta okul açılması için yardım ettiğini de söyleyecekti. 
Güney’in ifadelerine göre, Erbil’de açılacak Özel Erbil Işık Koleji’nin kurulması aşamasında Kuzey Irak’a giderken Diyarbakır’a uğradılar. Burada kendilerini Veli Küçük’ün telefonla arayarak haber verdiği, Jandarma Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu karşıladı. Hatipoğlu Güney ve yanındakiler askeri helikopterle Silopi’ye gönderdi. Grup, buradan da Kuzey Irak’a geçerek Nehciban (Neçirvan demek istiyor) Barzani ve Talabani ile görüştü. Güney, Veli Küçük’ün hocası, Albay Necabettin Ergenekon hakkında da açıklamalarda bulunacaktı. 
Güney’in iddialarına göre, Necabettin Ergenekon, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde görüşüyordu. Ergenekon bu görüşmelerden birinde Erdoğan’ın yakasından tutarak silkeledi. Güney’in ifadelerine göre, Erdoğan, Tepebaşı’ndaki RP İl Başkanlığı binasında, 
Necabettin Ergenekon’la “ümmetçilik” tartışmasına girdi. Bunun üzerine sinirlenen Ergenekon, Erdoğan’ın yakasından tutarak, “Bırak Tayyip bu işleri, Türkçülük olmazsa Ümmetçilik olmaz” diyecekti. 

Güney, kendisini Küçük’le tanıştıran kişinin de Ergenekon olduğunu söyleyerek, “İzmit’teki Albay (Veli Küçük) benim öğrencimdi, seni ona götüreceğim, tanıştıracağım” dediğini anlattı. Küçük’ün Ergenekon örgütünün adını, hocasının soyadından etkilenerek koyduğu iddia edilmişti. 
Güney ifadesinde, cemaat içindeyken, MİT yöneticisi Mehmet Eymür’ün gönderdiği adamlara düzenli olarak cemaatle ilgili bilgiler verdiğini de söylüyordu. Güney, “Bu bilgileri ben o dönem orda çalışırken periyodik 
olarak Mehmet Eymür’ün adamları gelir alırdı (...) Böyle bilgileri cemaaat içinden başka sorular da sıcağı sıcağına o dönem sıcak olan bazı şeyleri sorarlardı zaten” dedi. (Milliyet, 2008) 

Güney’in sadece bana söylediği gerçek ise, Küçük’ün Gülen’in vaaz kasetlerini temin etmesini kendisinden istediğidir. İddialara göre 1999 Haziran’ı kaset fırtınası hazırlayanlar Küçük’ün ekibiydi. 

MUMCU, BİTLİS, ERSEVER T RAFLARI 

Akşam gazetesindeyken “CIA Kuzey Irak'a silah sevkıyatı yapıyor” başlıklı bir haber hazırlayan Tuncay Güney, 2001'de gözaltına alındığında, sevkıyatı aslında Ergenekon'un yaptığını ileri sürüyor. Uğur Mumcu suikastına da bir numaranın, karar verdiğini savunuyor. Emekli yüzbaşı Muharrem Tunç’a göre, Mumcu, 
Talabani’ye verilmek üzere hazırlanan 100 bin silahın PKK’ya satılması ile ilgili dosyayı ele geçirdi. Bu dosyayı Mumcu’ya, emekli albay Dursun Coşkun Kıvrak verdi. 

Mumcu’nun ölümünden sonra bu dosya ortadan kayboldu. Bugüne kadar bu emekli albayın ifadesine başvurulduğuna yönelik herhangi bir bilgi, basına yansımadı. 

Emekli Yüzbaşı Muharrem Tunç'un 06/03/1997 tarihindeki ifadesi Komisyon tutanaklarında şöyle yer aldı: "1993 yılında Sıhhiye Orduevinde otururken adının Albay Durmuş Coşkun Kıvrak olduğunu öğrendiği bir kişinin ‘JİTEM temsilcisi olduğunu, birtakım belgeleri dosyaladığını, Talabani güneyden, Türk kuvvetleri 
kuzeyden olmak üzere PKK imha planı için Özal ile anlaştıklarını, bu meyanda Talabani’nin silah istediğini, bu silahların verilmesi ile ilgili JİTEM ve Genel Kurmay olumsuz görüş vermesine rağmen, silahların sonunda PKK’nın eline geçeceği kaygısının dile getirilmesine rağmen silahların numaraları silinerek Talabani Kuvvetlerine verildiğini, bu konuları belgelediğini, emekli olunca kendisine vereceğini’ söylediğini, 15-20 gün sonra bu albayın kendisini aradığını, bir suret dosyayı Uğur Mumcu’ya gönderdiğini, kendisine de gelerek bir 
dosya vereceğini söylediğini ancak, gelmediğini, bir müddet önce bir kısım gazetecilerin bu albay ile ilişkiyi kendisine sorduklarını, İlçe Jandarma Komutanı aracılığı ile gazeteci Ertuğrul Akçay’ın albay ile evinde görüştüklerini, ancak bunların sır olduğunu, söylenemeyeceğini, sonradan caymasına rağmen bu olayı 
kendisine 3-4 saat anlattığını, 80-100 bin civarında silahın teslim edildiğini söylediğini, numaraların nasıl silindiği konusunda bilgisi olmadığını, ancak silahların kalaşnikof olduğunun kendisine söylendiğini, bu konunun Albay 
Durmuş Kıvrak tarafından aydınlatılacağını, bu kişinin Mumcu, Eşref Bitlis’in ölümünden sonra Akçakoca’nın bir dağ köyünde yerleşmesinin bu konuda çekincesi olduğunu akla getirdiğini, Mumcu’ya evrakları gönderdiğini söylediğini, ifade etmiştir." (Kanal A Haber, 2008) 

Tuncay Güney de benzer bir şekilde, Mumcu olayını anlatıyor. Yeni Şafak'ta yer alan habere göre, Kanada'da yaşayan Tuncay Güney'in, Ergenekon iddianamesine zemin hazırlayan 2001'deki ifadelerinin yer aldığı DVD'den çıkan şok iddialardan bir bölümü de Ergenekon'un işlediğini öne sürdüğü iki önemli cinayet ve Kırıkkale Silah Fabrikası'ndaki patlamayla ilgiliydi. Tuncay Güney'in, bu iki önemli cinayete ilişkin iddialarıysa şöyle: “Cırtlak koyu yeşil BMW bir gece vakti Habur Sınır Kapısı'na geldi. Arabada Tuncay Güney ile gazeteciler A., B., ve D. de vardı. Veli Küçük'ün ekibiyle dönemin Bölge Valisi Ünal Erkan'ın arası iyi 
değildi. Gazeteci A. ekibe bu yüzden dahil edilmişti. A.'nın Erkan'la arası iyiydi. Sınır geçiş izinleri bu ilişki sayesinde kolayca alındı. 
Ekibi Silopi Hac Konaklama Tesisi'nde resmî ve sivil üniformalı askerler karşıladı. Kapıda işlemleri JİTEM'ci Ali Balkan Mete'nin adamı olan, Küçük'ün oraya atanmasını sağladığı, Gümrük Baş Muhafıza Müdürü C. Bey yaptırdı. Habur'u geçtikten sonra konteynırlı iki araba ekibi bekliyordu. Sınırı geçince, önüne telle Irak plakası takılan BMW, öndeydi, içinde 24 bin silah bulunan konteynırlı iki araç da arkadan geliyordu. Silahları, JİTEM'e çalışan gümrük müdürü biliyordu. Gazeteci A., konteynırların içinde silah olduğunu anlamış ve rahatsız olmuştu. B. bunu bilmiyordu, ancak şüphelenmişti. Gerçeği İstanbul'a gelince öğrendi. Ekip, 
silahlarla Zaho'ya ulaştı. Gün ışıyana kadar Irak Milli Türkmen Partisi'nde kaldılar. 

Burası Barzani bölgesiydi. Ziyaret görünüşte gazetecilerin Irak liderleriyle röportaj gezisiydi, Doğu Perinçek'in referansını kullanıyorlardı. Sonra Talabani bölgesine geçildi. Bir hafta sonra Erbil'e geçen ekipte bulunan gazeteci A., Tuncay Güney'le tartışarak Türkiye'ye geri döndü. JİTEM subayları, Tuncay 
Güney'e, konteynırlarda 24 bin silah olduğunu söylemişti. Silahların 12 bini Barzani'ye, 12 bini de Talabani'ye verildi. Kosret Resul, 'Silahların 6 binini biz aldık. Binbaşı T.' Yine 'bizimle oynuyor' dedi. Kosret Resul, geri kalan altı bin silahın PKK'nın liderlerinden Cemil Bayık'a teslim edileceğini söyledi.” 
Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve JİTEM'in Doğu'yu kapsayan 4. bölgesinin komutanı Binbaşı Cem Ersever, Veli Küçük ile Ergenekon ekibinin kirli işlerini, Irak'a yapılan silah sevkıyatların çok iyi biliyorlar ve karşı çıkıyorlardı. Bu nedenle örgüt, Bitlis ve Ersever'i sevmiyordu. Daha sonra art arda ikisi de öldürüldü. 
Güney'e göre senaryo şu şekilde işledi: “Eşref Bitlis Paşa'nın öldüğü haberi ilk duyulduğunda Veli Küçük, Perinçek'e konu üzerinde çalışmasını söyledi. Bitlis'in uçağının 'buzlanma' sonucu düştüğü rapor edildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'de bu yönde açıklama yaptırıldı. Veli Paşa'ya bunu sordum,   'Buzlanma oldu. Bunun altında bir şey aramaya gerek yok. Komutan'dan daha iyi kim bilir' cevabını verdi. 
Aslında Küçük, Doğan Güreş ve Hasan Kundakçı'yı sevmezdi. Olay böylece örtbas edildi. Veli Paşa daha sonra beni çağırdı. 'Bazı haberleri sızdıralım' dedi. Bir de 'hemen bir kitap hazırlayın' talimatı verdi. Ben bu arada Akşam'da Elizabeth Shalgen aleyhine yayın yapıyordum. DEP'li il başkanları o dönem, 
ABD'ye gitmiş. Onları Cumhuriyet Senatosu'yla bu kadın görüştürmüştü.. 
Bu kadına saldırıyorduk. Sonra Veli Küçük bize Adana'daki Amerikan Konsolosluğu'nda ikinci konsolos olan Penikto'nun fotoğraflarını verdi. 
ABD'li subayların kamplardaki fotoğraflarını yayınladık. Aydınlık ısrarla, ‘Elizabeth Shalgen parmağı’ diye haber yapıyordu. Küçük, beni çağırıyor, ‘Bak bir şey öğrendik. Bu Amerikalılar bizim Eşref Bitlis Paşa'yı öldürmüş’ diyor ben de bunları Adnan Akfırat'a yazdırıyordum. Kadın hakkında Genelkurmay tahkikat başlattı. Ankara Shalgen'in geri çekilmesini istedi. Sonra ABD onu çekti. 

Polis yaptığı sorgulamada Güney'den, ‘Yeşil, Veli Küçük'ten habersiz öldürülebilir mi, Ersever öldürülebilir mi’ sözlerini, açmasını istiyor. Bunun üzerine Güney, şu cevabı veriyor: “Öldürülemez. Kimse yapamaz böyle bir şeyi. İşaret etmesi lazım. Veli Paşa'dan herkes korkar. Emekli olması hiç önemli değil. Perinçek'in gözünüzde anarşist olması önemli değil. Onun dava arkadaşı. Bir diğer arkadaşı başçavuş veya teğmen olabilir. Kurmay başkanıyla iş yapmaz ama teğmenle, işlerini yapardı. Onlar her zaman 'emret komutanım' derlerdi. Çünkü bir 
yüzbaşı, bir üsteğmen için Küçük ütopyadır.” Güney, üç hafta gibi kısa sürede, Adnan Akfırat imzasıyla yayınlanan Eşref Bitlis kitabında, benzer ayrıntılar olduğunu söylüyor. Güney'e göre, önemli ayrıntılardan biri de, Ersever'in suikastta kullanıldığı idi. Küçük, Ersever'i hiç sevmiyordu. Sorun çıkaran adamların hesapları bir bir görülüyordu. Ersever'in öldürülmesi de bir dosya kapatmaydı. Hiçbir soruşturma olmadı. Ersever, ölmeden önce Veli Paşa'yla kavgalıydı. Veli Paşa İzmit'e gelmesini söyledi. Gelmedi. İki Irak subayı Türkiye'ye sığınmış. Ersever, 'Gönderme' talimatına uymayıp subayları iade ediyor. Örgüte, dolayısıyla Veli Paşa'ya dikleniyordu. Güney’e göre Ersever, Başbakanlık Poligonu'nda öldürüldü. Kendisi hatalıydı, Veli Paşa söylemişti, “Hatalıydı”. Ersever, Bitlis Paşa'nın en has adamıydı. Kapıyı vurmadan giriyordu. Manipülasyonlar yapılmasaydı. Ersever konusunda Küçük suçlanacak, tahkikat açılacaktı. 

JİTEM tarafından infaz ettiği ileri sürülen, Genelkurmay’ın PKK tarafından şehit edildiği konusunda ısrar ettiği Albay Rıdvan Özden’in eşi Tomris hanım Güney ile aynı kanıda. Resmi kayıtlara 'uçak kazasında öldü' şeklinde giren eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in arasının çok iyi olduğunu söyleyen Tomris Özden şöyle konuşuyor: Ankara'da 5 yıl birlikte çalıştıkları Eşref Paşa, Körfez Savaşı'nın başladığı yıllarda eşimi ABD'ye kurye subayı olarak gönderdi. Orada bomba atma kurslarına katıldı. Döndüğünde tayini Aydın'a çıktı. Eşref Paşa ile çok samimiydik. Hatta Eşref Paşa, eşi Şükran hanımı Kuşadası'na bizim yanımıza tatile göndermişti. Eşref Bitlis'in ölümüne çok üzülmüştü, olayın suikast olduğunu düşünüp 'Sıra bende' demişti. 'Öldüren Cem Ersever' diyordu. Ancak Ersever öldürülünce de, 'Aç, sefil yaşadı, öldü' diyerek üzülmüştü. 

Onun katiliyle aynı güçler eşimi öldürdü. Bu güçler birbirleriyle bölgesel iletişim halindeler. Mıntıkalar halinde her birinin ayrı bir gücü var. Genelde bölge olarak katliamda birleşirler. Son dönemlerde birbirlerinden kopmaya başlayınca çözüldüler. (Star Gazete, 2008). 

Tuncay Güney'in polise verdiği ifadelere göre, Kırıkkale Silah Fabrikası'nda meydana gelen patlamayla, Veli Küçük ve ekibinin silah sevkıyatıyla ilgili deliller de yok edildi. Güney şu bilgileri verecekti: “Bence Irak'a, PKK'ya giden 
silahlar o kadar önemli değil. Veli Paşa, Karadeniz'den Elçibey'e (Azerbaycan’a) ve Çeçenistan'a giden silahlardan korkuyordu. TİKA olayı patlamıştı. Bu darbe olayı (Azerbaycan'da) patlamıştı. Veli Paşa'nın üzerine geleceklerdi. Ondan korkuyordu. Irak'takinden korkmaz çünkü Irak'ta ortalık çok karma karışık her şey birbirine girmiş. Ama Azerbaycan'da bu olmaz. Çünkü Elçibey'den sonra gelen Aliyev'le anlaşamıyorlar.” Güney, patlamayı Küçük'ün talimatıyla “Çevik Paşa yaptırdı” diye, haberleştirdiklerini öne sürdü. Polisin “Diyelim ki Veli 
Küçük senden böyle bir talepte bulundu. Sen ne yapıyorsun?” sorusunu Güney, “Aydınlık'a gidiyorum Doğu Bey ve Adnan Akfırat'a söylüyorum. Adnan hemen redakte edip kullanıyor. Sonra da basına servis yapıyoruz.” şeklinde konuşacaktı. Polis bunun üzerine, “Peki patlama senaryosu nasıldı. Nasıl gerçekleştirildiğini yazdınız?” diye soracaktı. Güney'in cevabı şöyleydi. “Çevik Bir Albay, Lübnan'da PKK'lılarla Taşnak aracılığıyla masaya oturdu. Silahları sattı. Depodaki kaybın anlaşılmasını önlemek için de silah fabrikasına sabotaj yaptırdı.” Tuncay Güney'in ifadelerinde “K. Irak'a silah götürürken yanımızdaydı” dediği gazeteci Ayşe Önal, Güney'in “doğrulara senaryo kattığını” söyleyecekti. Önal, Küçük'ün ise kendisini 19 arkadaşıyla işten attırdığını ifade ediyordu. 
Ayşe Önal, Güney için şunları anlatacaktı: “Tuncay'la Samanyolu Televizyonu 'nda ana haber spikeri olduğu 1994'ün Nisan ayında tanıştık. Başörtüsü konularında sıcak mesajlar verdiğim için sıcak davranıyorlardı. Hatta bir seferinde, Cengiz Çandar ve Nur Vergin'lerle birlikte bir iftara gittik. Sanıyorum 22 yaşlarındaydı. Bu kadar genç ve deneyimsiz olmasına rağmen böylesine güçlü olması beni çok şaşırtmıştı. 

Tuncay doğruları, içine inanılmaz senaryolar ekleyerek anlatıyor. Bunu neden yapıyor anlayamıyorum. Zavallı görünmesine rağmen güçlü olması bana tuhaf gelmişti. 'Ayşe abla sen beni küçümsüyorsun ama ben çok iyiyim' diyordu. Birileri bununla silah kaçırıyorsa Tuncay'ı kutluyorum. Silah kaçırmışım, 'Cantürk'ü öldürmeyin' demişim. Çağırsınlar beni, Tuncay'ı alsınlar karşıma, konuştursunlar.” 

1994 Mayıs’ı sonunda, Ercan Arıklı tarafından, Nokta'dan Sabah Grubu'nun çıkaracağı Ateş dergisini hazırlamak için 20 kişilik ekiple transfer edildiklerini anlatan Önal: “Derginin hazırlıklarını yapıyorduk. Editör arkadaşlarımdan biriyle Sapanca'ya gidiyorduk. Güney beni aradı ve Kocaeli'ye gittiğini belirterek, 'Birlikte gidelim' dedi. Ben 'Ne kadar kalbin temiz Tuncay, biz de Adapazarı'na gidiyorduk' dedim. Arabamla gidiyorduk. Öğle vakti, İzmit'te bir yere uğrayacağını söyledi. Jandarma kışlasının önünde durduk. 15 dakika sonra Tuncay geri geldi ve 'Abla Paşa seninle tanışmak istiyor' dedi. İçeri girdik. Tuncay, 'Paşam size Ayşe Önal'ı getirdim' dedi. O zaman Küçük'ü hiç kimse tanımıyor. İçeride on dakika kadar oturduk. Küçük başladı, 'şu, bu Ermenidir, hem bizim bir istihbarat örgütümüz var' diyerek, insanların aleyhinde atıp tutmaya. Benim en iyi arkadaşlarım Ermeniler, adını verdiğiniz kişilere 
anlatacağım, hakkınızda dava açacağım' dedim. 

Sinirlenerek oradan ayrıldık” diyordu. Daha sonra bu olayı anlattıkları Ercan Arıklı'nın kendisine, “bu diyalogları yaz” dediğini ve Ateş dergisinin 2 Temmuz 2004'da çıkan ilk sayısının Editör köşesinde kaleme aldığını anlatan Önal, bunun üzerine işten atıldıklarını kaydedecekti: “3 Haziran 1994'te dergi dağıtıldı. Güzel bir dergi olmuştu. Gece Ercan Arıklı beni çağırdı, ekipten bazı arkadaşları toplayıp gittim. Ercan Bey ağlamak üzereydi, çok üzgündü. 'Malesef seni ve 
arkadaşlarını kovmak zorundayım. Dinç Bilgin de Zafer Mutlu da çok üzgün' dedi. 20 kişiyi o gece kapının önüne koydular. İlk kez Küçük ve JİTEM adlarını zikreden gazeteciyim ben. Bu kadar insanın bundan zarar göreceğini bilsem, bunu yapar mıyım. Arkadaşlarımın çoğu işsiz kaldı.” (Önal, 2008) 

Güney'in: “Ünal Erkan'la sınır geçişini ayarladı. 

Ergenekon Irak'ta PKK'ya silah götürürken yanımızdaydı. Konteynerlerde silah olduğunu öğrenince tartışıp geri döndü” iddiası için Önal şunları söyleyecekti: “Ben belki 200 kez K. Irak'a gittim. Talabani ile röportaj için gidiyorduk. Kuyruklarda beklememek için Erkan yardımcı oluyordu. Silopi'de Güney'e rastladık, kötü bir arabası vardı. 'Abla ben de geliyorum' dedi. Ayrı arabalarda gittik. Ben silah milah görmedim. Selahattin'e gittik, Tuncay bizi yaşlı bir Türkmenin evine götürdü. Adam bize güzel sofra hazırladı. Tuncay'la Irak'taki 
irtibatımız bundan ibaret.” (Alus, 2008) Güney’in bu iddialarını Küçük’ün ret ettiğini söylemeye gerek yok. Abdullah Öcalan, Ergenekon’dan destek gördüğünü ise zımmen kabul etti. PKK itirafçısı Abdulkadir Aygan, JİTEM’de bol bol PKK’lı öldürürken bıkıyor, geri dönmek istiyor. Bir akrabası vasıtasıyla haber gönderdiği Öcalan’dan “orada kalsın, daha faydalı oluyor” cevabını alıyordu. (Aygan, 2006). 

İsviçre'de yaşayan Sayın'ın 1996 yılında yayınlanan ancak daha sonra baskısı yapılmayan 'Erkeği Öldürmek' isimli kitabında Öcalan, terör örgütünü kurarken örtülü ödenekten para aldığını itiraf ediyor. Karısı Kesire Öcalan ile Pilot Necati'yi (Necati Kaya) ajan olarak nitelendiren PKK elebaşı devlete rağmen çıkış yapmanın çok zor olduğunu anlatıyor. Öcalan, Mahir Sayın'a verdiği röportajda devlete rağmen çıkış yapmanın çok zor olduğunu şöyle anlatıyor: "MİT'in klasik yöntemlerle beni kontrole alma çabaları vardı. Bunun için parayı gözden 
çıkardı tabii. Biliyorsunuz örtülü ödenekten bunun için paralar sonuna kadar gözden çıkarılır. Bize de biraz neması kaldı." İsviçre'de yaşayan Sayın, Öcalan'la yaptığı röportajı 'Erkeği Öldürmek' adlı kitabında yayımladı. Öcalan'ın İmralı'da yargılanırken savunmasında referans gösterdiği kitabın yeni baskıları yapılmıyor. İçeriği de gizlenmeye çalışılıyor. Öcalan-derin devlet bağlantısını mercek altına alan Hasan Yıldız, 'Muhatapsız Savaş, Muhatapsız Barış' adlı kitabında söz konusu röportajı da yayımladı. Terör örgütü elebaşısı, Pilot Yüzbaşı Necati Kaya ile 1976 yılında tanıştığını belirtiyor. MİT elemanı Ali Yıldırım'ın kızı Kesire Yıldırım ile tanışıklığının ise daha eskilere dayandığını anlatıyor: "Abdurrahman Polat diye birisi vardı. Ağrılıydı. Pilot'u getirip bizimle tanıştırdı. 
Sonradan anlaşılacak ki bu iki ilişki sanırım MİT'in hatta kontrgerillanın bizi marke etme ilişkisidir. Çünkü Ali Yıldırım'dır Kesire'nin babası." Öcalan, PKK'nın kuruluş dönemindeki para kaynağının da Pilot Necati olduğunu açıklıyor: "Bu Pilot şunu sık sık diyordu: 'Abi eylem planı hazır, paralar şurdan şuraya gidiyor.' Ki o dönemin yapılması gereken ilk mutemet soygunuydu. 'Yeter ki sen emir ver' diyordu. Çok tuhaftır gözüm tutmadı. Paraya çok ihtiyacımız vardı. 'Aileden' dedi, 'Aldığım para var', tarlayı filan satmışlar 'Pilotluktan kazandığım para var.' 
Onların hepsini harcattık. Ondan yemek yemeyen arkadaş yoktur." Öcalan, röportajda her yerde aranırken nasıl uçakla seyahat ettiğini de filmlere benzeterek anlatıyor: 

"Diyarbakır'a uçuş yaptık, bayanla (Kesire Yıldırım). Çok rahat çıkıştır bu. Filmlere konu olabilecek bir şey değil mi? Adamların parasıyla, adamların elemanlarıyla yaptığım politikaya bak. Ben bu ilişkiye dayanarak Diyarbakır'a adım bastım. Ev tuttum. Kadın, maaşlı bir öğretmen, maaşını alıyor. Biz o zaman işte Diyarbakır'da PKK'yı ilan ettik! 1978'in 27 Kasım'ında." Öcalan'ın örtülü ödenekten para aldığını itiraf ettiği dönem, eski başbakanlardan Bülent Ecevit'in Özel Harp Dairesi'nin faaliyetlerinden haberdar olduğu 1974'ten 
sonraya denk geliyor. Dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, kontrgerilla faaliyetleri için para isteyince Ecevit, Gladyo'dan haberdar olmuş ve Savcı Doğan Öz'e rapor hazırlama görevi vermişti. Bu olaydan sonra İzmir Çiğli'de Ecevit'e suikast düzenlenmiş, Savcı Doğan Öz ise 24 Mart 1978'de suikasta kurban gitmişti. (Duvaklı, 2008). 

Ergenekon ile terör örgütü PKK arasındaki bağ giderek netleşiyor.