ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 10
ERGENEKON’UN PKK’SI VE ASİT ÖLÜM ÇUKURLARI
İfadeleriyle Ergenekon operasyonuna yön veren Güney, Ergenekon’un tamamen çözülmediğini ileri sürüyor, örgütün PKK ile derin bağları olduğunu da söylüyor. Güney: “Türkiye’ye yapılacak en büyük iyilik, Ergenekon-PKK ilişkisini deşifre etmektir” diyor. Kanada`dan Yeni Şafak gazetesi muhabiri Şaban Arslan’a konuşan Tuncay Güney, kararlılıkla Ergenekon terör örgütünün üstüne giden, Savcı Zekeriya Öz’ün, çok büyük bir iş başardığını belirterek, “Ancak sonuna gelindi. Buradan ileriye gitmeleri çok zor. Buraya kadar, operasyon bitti. Çünkü Türkiye’de Ergenekon’u bitirecek bir güç yok. Susurluk’a ne oldu? Bunlar Susurluk’un da patronu değil mi?” iddiasında bulunacaktı. Ergenekon soruşturmasında, karanlıkta kalan bir çok olay olduğunu ileri sürmekten de geri kalmayacaktı.
Güney, Sabancı suikasti ve Behçet Cantürk cinayetinin aydınlatılmasının Ergenekon’u çözmek için kilit öneme sahip olduğunu belirtecekti.
Behçet Cantürk`ün öldürülmesi olayının, Ergenekon örgütü için, çok kilit bir noktada bulunduğunu anlatan Tuncay Güney, cinayetle ilgili ünlü bir kadın gazetecinin ismini verdi. Güney: “Bu olayı, gazeteci A... çok iyi bilir.
Gazeteci A, Behçet adına İzmit İl Jandarma’da bir görüşme yaptı. ‘Sulh olsun’ dedi. Gazeteci A, kalemi elinde, neden yazmıyor bunları. Gazeteciler B, A. ve ben Irak’a gittik. Kapıları, randevuları kim ayarladı?” diye sordu.
Ergenekon soruşturmasında Sabancı suikasti ve Behçet Cantürk’ün öldürülmesiyle ilgili belgelere ulaşılmasını değerlendiren Tuncay Güney: “Behçet Cantürk’ün öldürülmesi olayını da açıklasınlar.
Akın Birdal’ın neden vurulduğunu açıklasınlar. MOD örgütünü açıklasınlar. Fehriye Erdal, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol’un, Sabancı Center suikastı sırasında, cinayetlerin işlendiği kata çıkıp çıkmadığını da açıklasınlar. Ben Amerika’ya gelince, Veli Küçük Paşa, Adil Serdar Saçan’a hangi gazeteciyi yolladı? Ve bu dosyalar için nasıl tehdit etti ve sonunda nasıl anlaştı?” şeklinde konuşacaktı.
Teröristbaşı Öcalan’ın, PKK’ya “Ergenekon’a karışmayın!” talimatı verdiğini ileri süren Güney, şunları söyleyecekti ifadelerinde: “Abdullah Öcalan neden PKK’yı örgütten uzak tutuyor. Örgütte Öcalan’dan sonraki isim Cemil Bayık neden konuşmuyor? Beni konuşturan polis neden Apo’yu konuşturmuyor? Neden
bu kadar ketumlar? Bence Ergenekon ve PKK ilişkisini gazeteler yazsa Türkiye’ye, vatana çok büyük iyilik yaparlar, PKK birkaç ayda biter. Örgüt iç kavgaya girer, ortada PKK filan kalmaz.” Güney, eski Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan’ın el koyduğu, kendisine ait arşivlerde, PKK
Ergenekon ilişkisinin kanıtlarının olduğunu, ileri sürdü. Tuncay Güney, Ergenekon soruşturmasında Sabancı suikastı belgelerinin ele geçirilmesiyle ilgili olarak “Cinayet emrini DHKP/C’ye ünlü bir siyasetçi verdi” iddiasında bulunacaktı. Güney, Ergenekon soruşturmasında ele geçirilen Sabancısuikastiyle ilgili belgeleri de değerlendirdi. Ergenekon’un çözülebilmesi için Sabancı suikastının da aydınlatılması gerektiğini söyleyen Güney, MİT’in ‘Sabancı Cinayeti Raporu’ başlığı altında Zihni Çakır’ın ‘Kod Adı Darbe’ isimli kitabında yer alan bilgi ve belgelerin, kendi arşivinden alındığını belirterek, “bu belgeleri kim gazetecilere veriyor? Aynı dosya Veli Küçük Paşa’da ve Doğu Perinçek’te de var. Dosyanın içinde, Sabancı Center’ın krokileri var, resmi raporlar var” iddiasını ortaya atacaktı.
Sabancı Center suikastı dosyasının ayrıntılarından da bahseden Tuncay Güney, “DHKP/C’ye cinayet ihalesini veren dönemin ünlü siyasetçisi kim?”, diye sordu. Güney, bu dosyadaki tüm bilgilerin, A.A. adlı kişi tarafından, Sakıp Sabancı’ya iletildiğini ileri sürdü. “Tüm operasyon benim arşivimden çıkan bilgiler ışığında yürüdü ama ben yine de güvenilmez adamım. Hâlâ gazeteler sanık olduğumu yazıyor” diyen Tuncay Güney, arşivinden alınan belgelerle kitap yazıldığını iddia etti. Veli Küçük Paşa’nın yalnız kaldığını ve gözden çıkarıldığını anlatan Tuncay Güney, resmi görevlilere dokunulamayacağını ileri sürdü. “Ergenekon bitmez.
Çünkü kadroları, yapılanmaları çok mükemmel” dedi. “Bir numaraya kaç kişi kaldı?” sorusuna, Tuncay Güney, “4 sivil 4 resmi isim kaldı” cevabını verecekti. Güney, “Şener Eruygur ve Hurşit Tolon kaç numaraydı?”
sorusuna da “8 kişi daha var. Ama ikisini ilk 4 numaradan, tepeden aldılar. Buna 4’e 4 denir” karşılığını verecekti Asala ve Suriye gizli servisi ile bağlantılı olduğu bilinen Cantürk, uyuşturucu kaçakçılığı ve bölücülükle de suçlandı. Akrabalarının bir çoğunun Asala ya da Suriye gizli servisi ajanı olduğunu kendi ifadesinde dile getirdi.
Asala ve PKK’ya yardım ettiği iddiasıyla işkenceli sorgulardan geçti, hep beraat etti. Öldürülecek 67 Kürt işadamı listesinde ilk sırada onun ismi vardı. Zırhlı otomobili, 14 Ocak 1994 Cuma günü, polis yeleği giymiş kişilerce durduruldu. 15 Ocak 1994 tarihinde Sapanca’da, şakağına sıkılan tek kurşunla öldürülmüş olarak bulundu. Ünlü bir işadamının, Ergenekon Operasyonu kapsamında tutuklanan İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek’le büyük çaplı, gizli ortaklıklar yaptığını ileri süren Tuncay Güney: “Bunu Türk istihbarat birimleri bilmiyor mu? Ben ikisiyle Hilton Oteli’nde görüştüm. Doğu Perinçek de işadamı da ortak olduklarını söyledi” iddiasında bulundu. (Arslan, Temmuz 2008)
Türkiye’de kimsenin dile getiremediği, ortaya çıkması halinde kıyametin kopacağı bir konuya daha vardı.
Ergenekon’un faili meçhul denilen, faili belli cinayetlerde JİTEM’i kullandığını sağır sultan bile duydu. Ancak, faili meçhul cinayete kurban giden 18 bini aşkın, çoğu Kürt kökenli vatandaşımızın mezarının nerede olduğunu kimse bilmiyor, sorgulamadı, sorgulamaya cesaret edemedi. Ergenekoncular, belki herşeyden yakayı sıyırırlar, ama eğer faili meçhullerin DNA’ları, kemikleri ile birlikte eritildiği, yok edildiği asitle doldurulmuş ölüm çukurları ortaya çıkarsa, kimse onları kurtaramaz. PKK’ya yataklık edildiği gerekçesiyle yargısız infaz edilen bu
vatandaşlarımızın ahı gökleri inletiyor. Kimse kanundan üstün değildir, devlet adına da olsa terör işleyemez, devlet adına cinayet işlenilemez.
Asit çukurlarının Güneydoğu’nun neredesinde kazıldığını bilen az sayıda insan var. Güney’e göre, Veli Küçük bunlardan biri. Ama konuşmuyor. Küçük’e yakınlığı nedeniyle Güney’in bu ölüm çukurlarının yerini bilip bilmediğini merak ediyordum. Kesin olarak emin olmamakla beraber Güney’in her konuda olduğu gibi, bu konuda da fikri vardı. Adres olarak BOTAŞ’ın Güneydoğu’daki tesislerini gösterdi. Küçük’ün ekibi ve JİTEM’cilerin kullandığı mekânlar buralarıymış. Adres olarak, “Habur sınır kapısına giderken Mardin’in eski ilçesi Cizre’den sınıra yakın yerde solda karşına bir tesis çıkar, askerler koruyordur. Orayı kazarsan çok ceset çıkar. BOTAŞ’ın Diyarbakır, Batman, Adıyaman’da da işletmeleri bulunu yor, oralarada bakın” diyordu Güney. Asiti nereden bulmuşlar sorusuna verdiği cevap, klasik bir cevaptı: “İzmit’de bir sürü fabrika var, Küçük’ün
selamı bile emirdir. Ayrıca uyuşturucu ticaretinde asit lazım olduğu için asit getirmede uzmanlaşmışlar.”
O dönemde bölgde askerlik yapmış Halil Sarıaslan şu bilgileri veriyor: O dönemde ''kuyucu '' lakablı bir yüzbaşının varlığı hep konuşulurdu. Asit ölüm çukurları için bakılması gereken bir kaç yer daha var.
1-Habur gümrük sahası dönemin gümrükler baş müdürü a.b.metenin Ahmet Ersever ile arası pek sıkı fıkıydı. (Ergenekon iddianamesinde de adı geçiyor)!
2- Habur Silopi arasında kalan hac konaklama tesislerinin karşısında ki korucuların yoğun olduğu ''Verimli'' köyü.
3- Cizre Jandarma. JİTEM’in at koşturduğu üs olarak kullandığı önemli noktalar bunlardı !
Çok uçuk gözüken bu bilgilerin doğruluğu ortaya çıkmaya başladı. Bu kitabdan alıntı yaparak yazan Nuh Gönültaş’ın 16 Kasım’da Bugün gazetesinde yayımla nan Jitem’in asit ölüm çukurları nerede başlıklı yazısı ile konu meşhur oldu ve sorgulanmaya başlandı. Yıllardır umudunu keserek susan mağdurlar cesaretlendi.
Tuncay Güney’in, bu kitap aracılığıyla Silopi’de asit çukurlarına atılan çok sayıda Kürt olduğunu öne sürmesi üzerine Şırnak Barosu, kitabımı kaynak ve ihbar göstererek suç duyurusunda bulundu. Haze Köyü’ndeki kuyular Silopi BOTAŞ askeri tesislerinin sorumluluk alanında bulunuyor.
Şırnak Barosu, Ergenekon’un kara kutusu olarak nitelendirilen Tuncay Güney’in asit çukurlarına atılan çok sayıda Kürdün bulunduğu yönündeki iddiaları üzerine Silopi Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
İddiaları daha önce de dile getiren eski DEP milletvekili Selim Sadak da Haze (Xaze) Köyü olarak bilinen yerdeki kuyuların araştırılmadan Ergenekon’un çözülemeyeceğini söyledi. Susurluk’tan vahim Şırnak Barosu Başkanı Av.
Nuşirevan Elçi, Güney’in açıklamalarının Susurluk raporunda yer alan bilgilerden daha vahim iddialar içerdiğine dikkat çekerek, savcıların harekete geçmemesini eleştirdi. Elçi, Taraf’a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “1990’lı yıllarda bölgede çok sayıda faili meçhul cinayet işlendi. Ama en çok kayıp ve faili meçhul
cinayetin işlendiği alanlardan biri Şırnak’tır. Şu ana kadar ciddi bir adımın atılmadığı aşikârdır. Ergenekon davasının her aşamasında davaya müdahil olmak için girişimlerde bulunacağız. Ergenekon sanıklarının asıl çalışma alanları bölgemizdir. Ergenekon iddianamesinde adı geçen birçok kişi bölgede öldürülmüş. Düzce ve Sapanca üçgeninde öldürülenlerin birçoğu da bu bölgenin insanıdır. Ergenekon davasına müdahil edilmememiz hukuki değil. Ek iddianame sırasında müdahil olmak için başvuruda bulunacağız.” Şırnak Barosu da dün Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı başvuruda “Makamınızın söz konusu yerde araştırma yapması halinde önemli faili meçhul cinayetlerin aydınlanması yolunda önemli neticelere ulaşılacaktır.
Tuncay Güney isimli şahsın beyanlarında geçen Silopi BOTAŞ askeri tesislerin sorumluluk alanında gerekli inceleme ve araştırmanın yapılarak sorumlular hakkında kamu davası açılması ile sorumluların cezalandırılmasını talep ederiz” dedi. Kuyular BOTAŞ’a ve sınıra yakın Eski DEP Milletvekili Selim Sadak, eski Şırnak Valisi Kemal Acun ve Ergenekon sanığı Levent Ersöz döneminde birçok kişinin Haze Kuyularına atıldığının bölgede yaşayanlar tarafından kendilerine iletildiğini ifade etti. Bu kuyuların hem BOTAŞ’a hem de sınıra yakın olduğunun
altını çizen Sadak, Vahap Timurtaş, Sait Altan gibi isimlerin bu kuyulara atıldığının iddiasının çok yoğun şekilde bölgede dillendirildiğini ifade ederek “Eğer Ergenekon’un buradaki yapısı çözülmek isteniyorsa kesinlikle Haze’deki kuyulardaki insanların akıbetleri ve Şırnak İli Ve İlçelerini Geliştirme Vakfı’nın (ŞIRGEV) mazot gelirlerinin ne şekilde dağıtıldığına bakılmalı” dedi. Tedirginlik hâlâ var Güney’in iddia ettiği ve Silopi’nin girişinde Habur Sınır Kapısı’na 15 km. uzaklıkta bulunan BOTAŞ işletme alanı hâlâ askerler tarafından korunuyor. Tuncay Güney her ne kadar “Asit çukurlarının Güneydoğu’nun neredesinde kazıldığını bilen az sayıda insan olduğunu” söylese de, aslında bölge halkı çok iyi biliyor.
Ve bildiği için Güney’in de iddia ettiği yerden yani BOTAŞ’ın “çukurları”ndan hâlâ çok korkuyor. Daha önce gözaltına alınıp 15 arkadaşıyla BOTAŞ’a götürülen ancak isminin açıklanmasını istemeyen ve Cizre’de lokantacılık yapan A.S ise tesislerin altında yeraltı tünellerinin olduğunu ve orada sorgulandıklarını söyleyerek kuyuları kendilerinin de gördüğünü ancak o dönem bir anlam veremediklerini ifade etti. (Çiçek, Kınay, 2008).
İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şubesi’ne başvuruda bulunan Fatma Tunç, on yıl önce kaçırılan eşinin Kızıltepe Katarlı köyünde bulunan su kuyusunun içinde olabileceğini söyledi. Savcılık kararıyla yapılan araştırmada kuyudan insan kemikleri çıkınca, yakınları kaybolan 14 aile de savcılığa başvurdu.
Mardin Kızıltepe Katarlı Köyü’nde açılan bir kuyudan üç insana ait kafatası ve kemikler çıktı. Fatma Tunç, 1994’te Kızıltepe’ye bağlı Kengerli köyünde ikamet ettiklerini, 1994’ün Ramazan ayına üç gün kala, akşam saatlerinde
sarı ve beyaz renkli iki plakasız arabanın evinin önünde durduğunu söyledi. Arabadan inen maskeli ve silahlı kişilerin evin her tarafını sarıp ateş açtıklarını ve eşi Yusuf Tunç’u zorla arabaya bindirdiklerini ve o zaman 40 yaşında olan eşinden haber alamadıklarını söyledi. Yardım istedi, Savcılık el koydu Eşinin neden kaçırıldığını bilmediğini anlatan Fatma Tunç, 2004’te İnsan Hakları Derneği Mardin Şubesi’ne başvurarak yardım talebinde bulundu. Bu yılın Temmuz ayında tekrar İHD Mardin Şubesi’ne başvuruda bulunan Fatma
Tunç eşinin cesedinin Kızıltepe Katarlı köyünde bulunan su kuyusunun içinde olabileceği yönünde duyumlar aldığını ve bu kuyunun açılması için gerekli hukuki girişimlerin başlatılmasını talep etti. Dernek yöneticilerinden Avukatlar Erdal Kuzu ve Hüseyin Cangir’e vekalet veren Tunç’un talebi avukatlar vasıtasıyla Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’na iletildi. Başvuruda söz konusu kuyunun açılması, içinde ceset çıkması halinde DNA eşleştirilmelerinin yapılması talep
edildi. Kuyudan insan kemikleri çıktı Kızıltepe Savcılığı da 17 Ekim 2008’de kuyunun açılmasına karar verdi. Aynı gün Kızıltepe Cumhuriyet Savcısı, Jandarma olay yeri inceleme ekibi ve Bektaş Karakolu’ndan bir grup askerle kuyu sabah saat 11.00 civarında açıldı. Kuyuya inen işçi, kuyu ağzına yaklaşık olarak yedi metre mesafede bulunan ve kuyunun kenarında bulunan bir oyukta sırt kısmı dışarıda olacak şekilde üzerinde elbiseleri bulunan bir ceset buldu. Çuval içinde yukarı çekilen cesedin ilk incelemesinde elbiselerin bozulmamış olduğu görüldü. Cesedin üstünde siyah bir pantolon, siyah çorap, kadın terliği ve üstünde koyu sarı renkli bir kazağın olduğu ve ayrıca kafatasının olmadığı görüldü. Kuyuya ikinci sefer inen işçi, kuyu tabanında iki kafatası, terlik ve bozulmamış elbiseler çıkarttı.
Aynı gün saat 16’ ya kadar devam eden çalışmalarda iki kafatası ve kemik parçalarının yanı sıra elbise, terlik ve köpeğe ait olduğu tahmin edilen kemik parçaları çıkartılırken kazılan yerde yeni bir cesede ait olabileceği izlenimi verecek kemik parçasının bulunmaması neden ile çalışmaya son verilerek kuyu kapatıldı. İHD Mardin Şube Başkanı Erdal Kuzu, “Elde edilen deliller savcılık tarafından hazırlık soruşturmasına delil olarak konulmuştur” diyerek, “Kızıltepe Cumhuriyet Başavcılığı tarafından hazırlık soruşturması devam etmektedir” dedi. 14 kayıp yakını başvurdu Tunç, gerçekleştirilen işlemler ve elde edilen
sonuçların faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için bir umut niteliğinde olduğunu, nitekim 14 ailenin de kendilerine başvurarak cesetlerin kendilerine ait olabileceğini söyledi. Cesetlerin adli veya politik nedenlerle kuyuya atılıp atılmadığının henüz belirsiz olduğunu, ancak köyün boşaltıldığı tarihlerin bölgede yoğun faili meçhul cinayetlerin yaşandığı döneme denk geldiğini anlattı. Kuzu, çıkarılan kemiklerin ve kafatasının İstanbul Adli Tıp Enstitüsü’ne gönderildiğini ve DNA ve resimleme çalışmasıyla cesetlerin kime ait
olduğunun bulunacağını ifade etti. ( Taraf, 2008).
Star gazetesi, 5 Aralık tarihli haberiyle daha derine indi. Mardin’de bir kuyudan çıkan iki iskelet ve cinayetlerin işlendiği dönemin İlçe Jandarma Komutanı’nın kimliği akıllara, ‘Hizbullah’ın mezar evleri gibi Ergenekon’un ölüm kuyuları mı var’ sorusunu getirdi.
1993-1996 yılları arasında bölgede kaybolan 17 kişinin yakınları iskeletlerin kendi yakınlarına ait olup olmadığının araştırılması için başvuru yaptı. İki günde 3 kişi daha eklendi. Komutan Uğur Mardin’in Katarlı Köyü’nde 15 yıl önce JİTEM elemanlarınca kaçırıldığı iddia edilen Yusuf Tunç’un eşinin başvurusu sonrası
Kızıltepe İlçesi Katarlı Köyü’nde üzeri kapatılmış bir kuyu mahkeme kararıyla açıldı. İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şubesi avukatı Hüseyin Cangir’in girişimleriyle üzeri betonla kapatılan kuyu açıldı ve iki kişiye ait kemikler ve sivil kıyafet parçaları çıktı.
Kuyudan çıkan iskeletlerle ilgili Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı geniş kapsamlı bir soruşturma başlattı.
İskeletler savcılık talimatıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Tüm bu gelişmeler yaşanırken, Fatma Tunç’un avukatı Hüseyin Cangir, kuyudan çıkan iskeletlerin Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklanan bazı kişilerin o dönemde Mardin Kızıltepe’de görevli olduklarını anlatan Avukat Cangir ‘Bunların başında o dönemde Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı olan tutuklu sanık Emekli Albay Hasan Atilla Uğur geliyor. Bu durum bölgedeki faili meçhullerin Ergenekon’la bağlantılı olabileceği ihtimalini güçlendiriyor’ dedi.
İki cesede ait olduğu sanılan kemiklerin çıktığı betonla kapatılmış kuyuyla ilgili Avukat Hüseyin Cangir’den bir başka iddia daha geldi. Katarlı Köyü’nün terör nedeniyle 1993 yılında boşaltıldığını belirten Cangir ‘1993 yılında güvenlik gerekçesiyle köyün boşaltıldığını ve güvenli bölge olarak ilan edildiğini öğrendik. 1995’ten sonra köye dönüş başlayınca yetkililer köylüleri kuyu konusunda uyarmışlar. Köylülerden, cesetlerin çıktığı kuyunun suyunun içilmemesini istemişler’ iddiasında bulundu. Yetkililerin ‘suyu içilmesin’ diye uyardığı kuyudan iki iskeletin çıkması şüpheleri daha da artırdı. Ergenekon tutuklusu emekli Albay Hasan Atilla Uğur’un ismi kayıtlara ‘PKK öldürdü’ şeklinde giren Albay Rıdvan Özden cinayetinde de geçmişti. ‘Fatih’ kod adlı PKK itirafçısı, Albay Özden’in dönemin Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı emekli Albay Hasan Atilla Uğur’un
kurduğu ve kendisinin de içinde bulunduğu 9 kişilik ‘yetkileri sınırsız’ ekip tarafından öldürüldüğünü söyledi. Ergenekon tutuklusu Albay Uğur, Şener Eruygur’un Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde Jandarma İstihbarat Teknik Daire Başkanıydı.
Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderilen kuyudan çıkan iki cesetle ilgili 17 ailenin başvurması nedeniyle iskeletlere Adli Tıp Kurumu’nda ‘Yeniden yüzlendirme’ metodu uygulanıyor. Böylece iskeletlerin yakınları tarafından ilk önce teşhis edileceği buna göre eşkallere uyan yakınlara DNA testi yapılıyor.
Silopi’de başka kuyudan daha once üç ceset daha çıkmıştı Katarlı Köyü’ndeki kuyudan çıkan iki iskeletten önce Cizre Silopi yolundaki bir kuyudan da 3 ceset çıkarıldı. Şırnak Barosu bölgedeki 4 kuyunun daha açılması için Savcılığa başvurdu. Ölüm kuyularıyla ilgili Şırnak Baro Başkanı Avukat Nuşirevan Elçi, ‘Ergenekon iddiamanesi Tuncay Güney’e dayandırılıyor. Bu nedenle Güney’in asit çukurlarına atılan çok sayıda Kürdün bulunduğu yönündeki iddiaları üzerine Silopi Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduk. Ergenekon
sanıklarının asıl çalışma alanları bölgemizdir. Körfez savaşından sonra atıl hale gelen Cizre-Silopi yolu üzerindeki dinlenme tesislerinden birindeki kuyuda 2004 yılında 3 ceset çıkarılmıştı. Aynı güzergahta bulunan başka tesislerdeki 4 kuyuda da cesetler olduğunu düşünüyoruz.’ dedi. ( Star Gazete, 2008).
Elçi, 1 Aralık’ta Milliyet’de yer alan habere göre, sunduğu ilk dilekçesinde, delil gösterdiği bu kitabın yanı sıra JİTEM kurucularından öldürülen Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in, itirafçı Abdülkadir Aygan’ın anlatımlarına da yer vererek, şöyle dedi: “Kaldı ki 2004 yılında Abdulkadir Aygan itiraflarında, ‘Siirt Eruh doğumlu olan Adil Timurtaş, 1984 yılında PKK’ye katıldı. 1986’da teslim olarak itirafçı oldu. Siirt İl Tugay Komutanı Hasan Kundakçı, onu Cem Ersever ile tanıştırdı. Temel Cingöz, Cem Ersever ve Ali Yıldız ile birlikte çalıştı. 1989 yılında Silopi’de BOTAŞ tesislerine yerleştirildi. Burada JİTEM komutanı Arif Doğan, Binbaşı Cem Ersever, Astsubay Şaban Bayram, Astsubay Reşit ve Mete kod adlı İbrahim Babat’la birlikte çalıştı’ diyerek aynı yeri deşifre etmiştir. Bilindiği üzere bölgemizde 1990’lı yıllarda binlerce faili meçhul cinayet işlenmiş, yapılan araştırma ve soruşturmalar neticesinde faili meçhul cinayetlere kurban giden çoğu insanın cesedine ulaşılmıştır. Ancak bu cinayetler aydınlatılmadığı gibi başlatılan soruşturmalar her nedense derinleştirilememiştir. Bu anlamda Tuncay Güney isimli şahsın ifşaatları önemli, aynı zamanda da ciddidir. Bilindiği gibi bu şahsın beyanları esas alınarak ülkemizdeki pekçok faali meçhul cinayet, kanlı ilişki ve diğer gayri hukuki vakaların aydınlanması için Ergenekon adlı çok geniş kapsamlı bir soruşturma başlatılmış ve bu soruşturma halen devam etmektedir.” Tuncay Güney’in beyanları ile gazetede çıkan kupürleri delil olarak dilekçeye iliştiren Elçi, savcılığın söz konusu Silopi BOTAŞ askeri tesislerinde araştırma yapmasını isteyerek, sorumlular hakkında kamu davası açılmasıyla sorumluların cezalandırılmasını talep etti. (Milliyet, 2008).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder