24 Ocak kararları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
24 Ocak kararları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2018 Perşembe

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 17

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN  ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 17


III-12 EYLÜL SONRASI GENÇLİK VE TOPLUMSAL DEĞİŞİM 

A-12 EYLÜL ASKERİ DARBESİNİN TÜRK EKONOMİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ 

Siyasal rejimin işleyişiyle ilgili yaşanmış olaylar da, siyasal tutumların oluşum ve değişiminde önemli bir rol oynar. Fransa’ da Üçüncü ve Dördüncü Cumhuriyetler’ in kötü işlemesi ve siyasal yaşamın istikrarsızlığı, bir yandan otoriter ve milliyetçi, öte yandan da kaderci ve boyun eğici eğilimleri güçlendirmişti. Benzer bir durum 12 Eylül sonrasında Türk toplumu da yaşadı ve yaşıyor. Siyasal şiddet ve istikrarsızlığın yarattığı korku ve bıkkınlık, Türkiye’ de de otoriter eğilimleri özendirirken, siyasal duyarsızlığı arttırdı.214. 

Türkiye elbette sadece terörle ya da 12 Eylül sonrası hapse gidenlerle, hapishanede işkence görenlerle ya da asılanlarla yaşamaz darbeyi. Darbenin başka ayakları, başka boyutları da vardır. Zira 12 Eylül sonrası ülke, ekonomisi ile verdiği savaşla da başka bir zorlu deneyim yaşamıştır. 12 Eylül öncesi kabul edilen 24 Ocak Kararları ile darbe sonrası yüzleşmiş ve kararların altında kalmıştır. Artık ne askeri rejimin dayatmaları ile uğraşacak gücü ne de ekonomik kararlar çerçevesinde nefes alacak hali kalmıştır. Takatsiz kalmıştır 
ülke. Takatsiz ve soluksuz. Dilsiz ve sözsüz…Sözler zaten çoktan tükenmiştir… Türkiye, 12 Eylül ile birlikte başlatılan neo-liberal ekonomi politikalarının toplumda yarattığı işsizlik ve yoksulluktan kaynaklanan yıkımı ve yolsuzluklar düzenini düzeltemedi. Toplum, Türkiye’yi 12 Eylül’e iteleyen derin devlet ve Ergenekon ilişkilerinden kurtulamadı. 
Aradan 28 yıl geçti. Bugün Türkiye’nin gündemi yine demokratikleşmedir, yargı reformudur, aş, iş ve yoksulluğa karşı mücadeledir, yolsuzluğu ezmektir, Ergenekon rumuzlu devlet içi çetelerle, yeni darbe heveslileri ve derin devletle hesaplaşmadır, 12 Eylül darbecilerini yargılamaktır, siyasal ve toplumsal alan üzerindeki askeri vesayetten kurtulmaktır.215. 
Darbecilerin ilk uygulamaları, sendikalaşmayı ortadan kaldırmak, çalışanların kıdem tazminatı gibi kazanımlarını daraltmak, ücretler ve sosyal hakları budamak, işçi sağlığı ve iş güvenliğini zayıflatmak ve grev hakkını yasaklamak oldu. 12 Eylül’ ün hemen öncesinde kabul edilip, darbe ile beraber uygulamaya sokulan 24 Ocak Kararları ile de ülkede ekonomi alabora olmuştur. 

12 Eylül öncesinde kararların takipçisi olur Demirel ve uygulanmasına öncülük eder. Ülkeyi huzura kavuşturmak adına getirilecek ilk çözümün ekonomiyi düzeltmek olduğuna inanan Demirel ekonominin dümenini Turgut Özal’ a devreder. Ekonomi düzelirse her şey yoluna girer, toplumdaki huzursuzluk diner, sokaklardaki gerginlik azalır diye düşünür. Özal’ ın üzerinde çok çalıştığı ekonomik kararlar paketini IMF yardımıyla yürürlüğe sokar. Beklentisi çoktur ama bu paketin de beklenilenin aksine toplumu huzura erdireceği ihtimali 
yoktur. 24 Ocak Kararları da aslında 12 Eylül Darbesi’ nin tetikçisidir ve ülkede ekonomik devrimin öncüsüdür. 

12 Eylül' le Türkiye neo liberal ekonomiye adım atarken, boşaltılmış ve sindirilmiş siyasi zihniyet şarttı. Sendikalar ve öğrenci örgütlerinin dümdüz edildiği, en küçük şüphenin 90 gün gözaltıyla bedellendirildiği bir zaman da... İğdiş edilen siyasi ve entelektüel düşünce kendini toparlayamadı, safını ve zeminini kaybedenler yeni liberal sisteme yuvalandı. Tüketim kalıplarıyla kendini var eden, görgüsüz zenginlerin seçkin sanıldığı topluma birlikte yürüdük. 
Sosyal devlet tasfiye edildi, emekçi hareketler tarih dışı ilan edildi, tırmanan yoksulluk söylemi de rahatsız edici...216 

MGK 24 Ocak Kararları ile sanayi politikalarını değiştirmeyi öngörmüş ve ekonomik yapıyı temelden değiştirmeyi hedeflemiştir. Amaçları arasında dışa açık, serbest piyasa koşullarının hâkim olduğu bir ekonomik yapılanma, faizlerin yükseltilmesi, KİT sorununa çözüm bulmak, kamu mal ve hizmet fiyatlarının arttırılması vardır. Esas amaç özel kesimin ekonominin temel güç kaynağı olmasını sağlamaktır. Zira 24 Ocak Kararları ile yıllardan beri uygulanan karma ekonomik modeli bir kenara atılmış ve yerine serbest piyasa ekonomisi 
gelmiştir. 

Ekonomik program ile birlikte Türkiye, ülke ekonomisini dışa kapalı bir hale getiren ithal ikamesine dayalı sanayileşme stratejisini terk etmiş ve "ihracata dayalı sanayileşme" stratejisini benimsemiştir. Bu kararların teknik altyapısını hazırlayan Turgut Özal sonraki tarihlerde kurduğu Anavatan Partisi ile iktidara gelip Başbakan olmuş ve Cumhurbaşkanlığı' na kadar yükselmişti. İhracatta önem arz eden ulaşım, haberleşme ve diğer altyapı yatırımları hız kazanmış ve 1980-1990 döneminde, ihracat ile ilgili bürokratik engeller büyük ölçüde 
azaltıldı. 1567 sayılı Türk Parası Kıymetini Koruma Kanunu ile ilgili olarak Temmuz 1984 tarihinde çıkarılan 30 Sayılı Karar, 1989 tarihine kadar kambiyo rejiminin esasını oluşturmuş, bu tarihte yapılan değişiklikle her türlü dövizin ithali serbest bırakılmıştır. 
1990 yılında Kambiyo Rejimi daha da liberalleştirilerek Türk Lirası' nın konvertibilite özellikleri güçlendirilmiş ve 32 sayılı Karar' da yapılan değişiklikle, TL ile ihracat ve ithalat serbest bırakılmıştır 217. 

24 Ocak Kararları ile birlikte develüasyon uygulandı ve iç talep kısıldı. Sabit kur yerine esnek kur sistemine geçildi. İhracata ağırlık verildi. Kar transferlerine kolaylık sağlandı ve yurtdışı müteahhitlik hizmetleri desteklendi. Yabancı sermaye yatırımları teşvik edildi. Döviz alım satımı serbest bırakıldı. Fiyat kontrol ve sınırlamaları kaldırılarak piyasa kurallarının geçerliliği hedef alındı. 1985 yılında çıkarılan kanunla uygulamaya sokulan Katma Değer Vergisi (KDV), devlete önemli bir gelir kaynağı sağlamanın yanı sıra vergilendirmede de yeni bir dönemi başlattı. 

24 Ocak Kararları ile ekonomiyi düzeltmek hedeflenmiştir ama aslında ekonomi çuvallamıştır. Yazık ki bu program ciddi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 24 Ocak Kararları Türkiye’ ye tarihinin en büyük iç ve dış borcunu getirmiştir. O günden bu yana ülke IMF’ ye bağımlı hale getirilmiştir. Gelir dağılımında eşitsizlik ve yoksulluk tavan yapmıştır. 1994, 1999, 2001 olmak üzere ülke defalarca ekonomik krizlerle mücadele etmek zorunda bırakılmıştır. Aslında bu kararlar tam anlamıyla bir sınıf politikası anlamına gelmektedir. Ne var ki işçi sınıfının 12 Eylül öncesi ezilişi sosyo-ekonomik anlamda da tescillenmiş bulunmaktadır. Çalışan kesim her türlü mağduriyete mahkûm olmuş, emekliler planlı bir şekilde sefilliğe terk edilmiştir. Tüketim toplumu yaratılmış, dış ticaret ile beraber finansal hareketler liberalize edilmiştir. Arkasından da özelleştirme gelmiştir. 

Türkiye, ucuz işçilik reklamı yaparak yabancı sermaye çekmeye çalışan bir ülke haline getirilmiş, köylüye verilen destek azaltılmıştır. Esnaf ve sanatkârın devletten aldığı yardımlara büyük darbeler indirilmiş, işçi hakları budanmıştır. Tam anlamıyla 90’ lı yıllardan sonra başlayan ‘’küresel entegrasyona’’ geçiş olanaklı kılınmıştır. Bu paket program dâhilinde sermaye birikiminin yüksek gelir grupları tarafından paylaşılması sağlanmış, buna izin verilmiş ve bu bağlamda şirketleşmeler teşvik edilmiştir. Kamu kurumlarının yeniden yapılanması için adımlar atılmış ve fakat sonu getirilememiştir. Üstelik bu yapılandırmadaki sorun, eksiklik akabinde 90’ lı yıllardaki ekonomik buhranın barındırdığı sorunları beraberinde getirmiştir. 

‘’Aralık 1983’ te iktidara gelen Özal’ ın başkanlığındaki ANAP Hükümeti, 24 Ocak Programı’ na kaldığı yerden devam etti. Piyasa ekonomisine tam geçiş için uğraştı ve başta ‘Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’ nun kaldırılması olmak üzere, gerçekten reform mahiyetinde birçok icraat gerçekleştirildi.1985 yılında, Özal’ ın İngiltere’ yi resmî ziyareti sırasında heyette ben de bulunuyordum. Başbakan Bayan Thatcher’ in, Başbakanlık Konutu’nda (ünlü Downing Street No:10) Özal’ın şerefine verdiği akşam yemeğindeki konuşmasını hiç unutmuyorum. Thatcher, konuşmasında Özal’ ı samimiyetle övmüş ve ‘‘Ben, Özal’ ın geliştirdiği model ile enflâsyonu yendim’’ demişti. Hem gururlanmış hem üzülmüştüm. Modelimiz, yöntemimiz doğruydu; ancak maalesef bu doğru modeli İngilizler gibi uygulayamamıştık.218.’’ 

1-Banker Kastelli 

24 Ocak Kararları’ nın en bariz sonuçlarından birisi de Türkiye’ de aniden banker sayısındaki patlamadır. Serbest piyasa düzenine geçtikten sonra faizlerin de serbest bırakılması ile birlikte zaten ülkede bir türlü var olamamış sermaye birikimi sebebiyle bankaların ekmeğine yağ sürülmüş oldu. Zira bankalar serbest bırakılan faizleri iyi yorumlayıp, fırsatı değerlendiren bankerler aracılığıyla halktan para toplamaya başlamışlardı. Böylece mali sisteme de kaynak bulunmuş ve ekonomi doyar hale gelmişti. Artık yoklar var olacaktı. 

‘’Bir dönem geliyor ‘’liberal ekonomi’’ diye dış kaynaklı bir ekonomi politikası uygulanmaya başlıyor, faizler serbest bırakılıyor; yerden mantar biter gibi, küçüklü büyüklü ‘’banker’’ büroları açılıyor ve binleri aşan böyle kuruluşlara halk –en yüksek faizi verdiği için- bütün varını yoğunu yatırıp aydan aya aldığı faizi –eğer varsa- kendi gelirine ekleyerek, korkunç enflasyon canavarı karşısında, ailesinin yaşamını, kör topal sürdürmeğe çalışıyor.’’219 

İşte o günkü şartlarda bir kahraman doğuyordu. Sayıları kısa sürede 1000’ i aşan bankerlerin içerisinde en önemlisi, en ünlüsü, tarihi mizaç ‘’Cevher Özden’’ namı diğer ‘’Banker Kastelli’’ ydi. 1980 öncesi bankerlik piyasasının en büyüğüydü ve dönemin en ünlü artist ve aktörlerine de reklam filmleri çektirmişti. Öyle unutulmaz bir karakterdi ki sonraları onu ti-ye alan Türk filmleri de çekilmişti. 

1882-1949 arasında yaşayan ve ABD’ nin en büyük dolandırıcılarından olan İtalyan asıllı Charles Ponzi’nin ‘’ponzifinans-ponzi dalaverası’’ adıyla bilinen yöntemi Türkiye’ de Kastelli tarafından uygulandı. Cevher Özden aynı sistemi inşaat sektöründe kurdu. Bir türlü bir yerden bulduğu büyük bir arsa ile işe başladı. Bu arsanın üzerine bugünkü sistemle ‘Konut yapacağım’ diyerek para topladı. Toplanan paralarla bazı konutlara başladı. Sonra ikinci projeyi yarattı ve o projeyi sattı. Aldığı para ile birincisinin inşaatını başlattı. İkincisi için 
topladığı parayla birinci projesini bitirdi. Üçüncüsüne başlayarak o projeden topladığı paralarla ikincisini bitirmeye çalıştı. Ama gayrimenkul sektöründe de 1990’ da battı.220. 
Elbette bu saadet zinciri sonsuza dek sürmeyecekti. İnsanlar yavaş yavaş gerçekleri anlamaya başlamış ve bankaların da, bankerlerin de batacağını hisseder olmuştu. Zira 1981 yılında olan oldu, birer ikişer bankerler batmaya başladı ve işte 1982 yazında da piyango Banker Kastelli’ ye vurdu. 150 milyarlık piyasadaki banker parasının 100 milyarını toplayan Kastelli bankaların mevduat sertifikası satışına getirilen sınırlamalar sonucu batmıştı. ‘’Kabına sığmayan bir adamdı, alabildiğine eksantrik. Battı çıktı, battı yeniden çıktı, sonra battı, battı, battı...Tam unutuldu derken, teatral öfkesi, gerçek üstü söylemleri, dobra ve küfürbaz üslubuyla televizyon programlarının gediklisi haline geldi. Yeni kuşaklar için tam anlamıyla bir karikatürdü. Ama o bir döneme neredeyse tek başına damgasını vurdu. Çünkü 1980'li yıllarda yaşanan banker krizinin baş aktörüydü. Cüneyt Arkın gibi ünlüleri kullandığı ilginç reklam kampanyalarıyla bankalar adına halka mevduat sertifikası sattı. Enflasyonun yüzde 30'larda olduğu bir dönemde aylık yüzde 10 faizle para topladı. Binlerce banker o dönemin parasıyla 50 milyarı zor bulurken, o eksantrik kişiliği ve yaratıcı vaatleriyle tek başına 100 milyar lirayı aştı221.’’ 

Kastelli sonu gördükten sonra, tıpkı bazı diğer bankerlerin yurt dışına kaçması gibi, İsviçre’ ye gitti ve bir süre orada kaldı. Daha sonra Türkiye’ ye döndüğünde ise hakkındaki gıyabı tutuklama sebebiyle Bayrampaşa Cezaevi’ ne gönderildi. Türkiye o tarihlerde ilk kez banka batmasıyla tanışmış ve bankerler yüzünden özellikle Kastelli yüzünden çok canı yanmıştı. Halkın büyük bir kısmı akıl sağlığından oldu, perişan oldu, borç batağında yüzdü. Bazıları ise hayatlarına son vererek skandalı taçlandırdı, faciaya çanak tuttu. 

Faiz tavanını delmek istemeyen ama ve lakin daha fazla para toplamak isteyen bankalar; 

- Mevduat sertifikası denilen sisteme başvurdu. 
- Sertifika faizi ortak sınırın altında tutuldu. 
- Sertifika, pazarlamacı bankere daha ucuza satıldı. 
- Banker sertifikayı topladığı paraya güvence kıldı. 
- Vatandaş bankere yatırdığı paranın karşılığı var sandı. 
- Oysa banker bazen faiz kuponunu ayrı, sertifikayı ayrı sattı. 
- Bankalar faiz yarışına girmedi ama çılgınlık bankere bulaştı. 
- Aylık yüzde 10-12 faizle para toplayan bankerler çıktı222. 


Kastelli uzun süre kabuğuna çekildikten sonra bir gün ofisinde kendisine ait bir tabanca ile intihar etti. Daha önce de intihar teşebbüsünde bulunduğu iddia edilen Cevher Özden’ in, polis tarafından ofisinde yapılan araştırmalar sonucu, arkasında 5 mektup bırakarak öldüğü belirlenmişti. Mektuplardan biri savcılık makamına, biri kızına, diğer ikisinden biri Demirören Şirketler Grubu’ na ve hizmetçisine, ayrıca sonuncusu da avukatına bırakılmış ve mektuplarında ölümünden kimsenin sorumlu olmadığını da bizzat değinmişti. 
‘’Türkiye' de serbest piyasa ekonomisinin gelişimini, bankacılığın nereden nereye geldiğini Banker Kastelli Fenomeni' ni anlamadan anlamak mümkün değil. O halde bugün onun bu trajik ölümünden sonra bizlere düşen Banker Kastelli Fenomeni' nin yaratılmasında üzerimize düşen sorumluluğu aynı yalınlıkla almak. Ölümünüzden hepimiz sorumluyuz 

Cevher Bey. Çarpık siyaset anlayışımız, kuralsız serbest piyasa ekonomimiz, saadet zincirlerine para kaptırmaya hevesli vatandaşlarımız, "kabul olmayacak duaya âmin" diyerek para yatıran mudilerimiz, anlayacağınız hepimiz sorumluyuz. Madem siz ilk kez olsun sizi yaratan çarpık sistemi suçlamak yerine yaptığınız yanlışlardan dolayı tüm sorumluluğu üzerinize aldınız, yeni Banker Kastelliler yaratmamak adına şimdi sıra bizde: Banker Kastelli' yi biz öldürdük223.’’ 

Bütün bu olup biteni ilk başlarda pek önemli saymayan Turgut Özal ve beraberindekiler, olayın dehşeti büyüdükçe ayıktı. Hisarbank ve İstanbul Bankası’ nın batması, insanların banker mağduru olması ve hatta bazılarının intiharı gözlerini açtı. Turgut Özal ve Kaya Erdem ikilisi 1982 yılının Temmuz ayında görevlerinden istifa ettiler. Lakin bu ayrılık uzun sürmeyecekti. Turgut Özal’ ın dönüşü 1983 seçimleri vesilesiyle muhteşem olacaktı. Emir alan birisiyken emir veren konumuyla dillere destan olacaktı. 

‘’…Bizim halkımızın büyük çoğunluğu devleti yönetenlerin yaptığı her işte bir keramet olduğuna inanır. Çünkü Türk milletinin büyük göçlerle gittiği her yerde, önderlerinin yöresinde birleşip devlet kurma; yöneticilerine saygı duyma ve inanma geleneği vardır. Bu tarihsel bir gelenektir. Devlet yetkilileri serbest piyasa ekonomisiyle düzlüğe çıkacağımızı ilan etmiştir. İş bununla da kalmamış, yüksek faiz yarışına çıkan banka ve bankerlerin uzun süreden beri ardı arası kesilmeyen çekici ve özendirici reklamlarını halkımıza devletin radyo 
ve televizyonuyla sunmuştur. Şu halde bu facianın sorumlusu, devletine inanan halkın ‘’aptallığı’’ değildir. Bu sorunlar faiz yarışına uzun süre seyirci kalıp, küçüklü büyüklü bir takım bankerlerin yüksek faiz oltası ile halktan para toplaması yolunu açan liberal ekonomi politikasını yönlendirenlerin ve dolayısıyla da devletindir224.’’ 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

214 Prof. Dr. Nüvit Gerek ‘’Siyaset Bilimi’’ Anadolu Üniversitesi, Açık öğretim Fakültesi Yayını, 1.baskı, Eskişehir, Ekim 2004, s.38 
215 Ufuk Aras, ‘’12 Eylül’ ün izleri’’, 12 Eylül 2008 Cuma, NTVMSNBC.COM 
216 Nihal Kemaloğlu, ‘’12 Eylül Yapım Zihniyetiyle 12 Eylül’ e Bakmak’’, Akşam Gazetesi, 30/06/ 2009 
217 Sabah’ la Serbest Ekonomi’ nin 20. Yılında Sanayi / ‘’24 Ocak Kararları Ekonomiyi Dışa Açtı- Gümrük Birliği Rekabet Gücü Kazandırdı’’,Sabah Gazetesi, 01 / 12/ 2005 
218 Hasan Celal Güzel, ‘’Ekonomik Kriz Hatıraları 2’’, Radikal Gazetesi, 30.11.2008 
219 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, ‘’12 Eylül / Karşı devrim’’, Evrim Yayınları-2. Baskı, İstanbul, 1990, s.84 
220 ‘’Banker Kastelli Dürüst Öldü’’, Star Gazetesi-Güncel Haber, 03.06.2008 
221 Eyüp Can, ‘’Banker Kastelli’ yi Kim Öldürdü?’’, Referans Gazetesi, 03.06.2008
222 Enis Berberoğlu, ‘’Banker Kastelli 26 yıldır Ölüydü’’, Hürriyet Gazetesi, 03.06.2008 
223 Eyüp Can, ‘’Banker Kastelli’ yi Kim Öldürdü?’’, Referans Gazetesi, 03.06.2008 
(*Ayrıca bakınız: Emin Çölaşan, ‘’24 Ocak Bir Dönemin Perde Arkası’’, Milliyet Yayınları, 1985 
*Mustafa Sönmez, ‘’Türkiye Ekonomisi’ nde Bunalım’’, Belge Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1982 
*Asaf Savaş Akat, ‘’24 Ocak İstikrar Programı’’, www.akat.bilgi.edu.tr) 
224 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, ‘’12 Eylül / Karşı devrim’’, Evrim Yayınları-2. Baskı, İstanbul, s.86 


18 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

2 Şubat 2016 Salı

ALIŞIRSINIZ ALIŞIRSINIZ DEMİŞLERDİ ALIŞTIK...




ALIŞIRSINIZ   ALIŞIRSINIZ  DEMİŞLERDİ  ALIŞTIK...



Özal haklıymış: Alıştık!

Serap Yeşiltuna

05.01.2009/Sayı:218






Bugün PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmeyen Barzani ve Talabani, “Dayı” diye hitap ettikleri Özal’dan o dönem her türlü desteği alabiliyordu. Barzani’ye uluslararası alanda rahat seyahat edebilsin diye ''Türk Pasaportu '' veren de TURGUT Özaldı.




Türkiye Özalcılıkla Tanışıyor, ona Alışıyor

Biz 12 Eylül karanlığının gölgesinde yaşadık çocukluğumuzu. Sözde bir yumuşama ve % 90’ların üstünde güvenoyu almış bir 12 Eylül Anayasasının kazandırdığı sözde bir barış ortamının içinde yani.

İlk serbest genel seçimlerin ardından, 1983’te, Türkiye sivil bir iktidarla değil, uzun yıllar Türkiye’yi esir alacak bir Kürt-İslam dayatmasıyla tanışmıştı. Bu, Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’ydi. Darbeyle solun tükenme noktasına getirildiği, hiç de demokratik olmayan bir ortamda kazanılan bu seçimlerin ardından, 1987’de yapılan ikinci genel seçimler ise Özal iktidarının güven tazelemesi oldu.

Türkiye artık “Özalizm”le tanışıyor, onu kanıksamaya başlıyordu. Bunun bir ideoloji değil “anlayış” olduğunu anlayamadan.
İlk renkli televizyonların da hayatımıza girdiği yılları yaşıyorduk. Bu renkli televizyonlardan evlerimize giren, her hafta yayınlanan bir Türk filmi, bir iki çizgi film ve eğlence programı, ama en çok da Turgut Özal’ın kendisiydi. “İcraatın İçinden” programlarıyla bir yandan Özal kendi reklamını yapıyor, bir yandan da faşizm Türk Milletine yavaş yavaş kabul ettiriliyordu.
O yıllardan hatırımızda en çok kalan şey, gözümüzün içine sokulan bir dolma kalem ve Özal’ın saatler süren nutukları ve can sıkıcı gülüşüydü.
Bu belki çocuk hafızamıza yer eden bir ayrıntıydı, belki de ailelerimizin televizyon başında ettiği küfürlerin bilinçaltımıza işlemeseydi. Ama Türkiye’nin bir dönüm noktasında olduğunu da hissediyorduk.

Özal iktidarı neyin ifadesiydi peki?

Bunu en iyi anlatan şey Özal’ın kendi sözleridir aslında.
“Benim Memurum işini bilir”,
“Ben Zengini Severim”,
“Anayasayı bir kere de biz delsek ne olur”,
“Türk dediğin nedir ki”,
“Tren yolları Komünist işidir”
gibi pek çoğu Türk siyasi tarihine geçmiş olan bu sözler, tek tek bile ayrı bir incelemenin konusu olabilir.
Ama solcular açısından en çok yürek yakanı Kasım 1989’da Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından “alışamadık” diyenlere “alışırsınız, alışırsınız” diye cevap vermesi olmuştur.
Bunu özellikle 80’den sonra kendilerini “sosyal demokrat” olarak ifade etmeye başlayan solculara söylemiştir. Erdal İnönü’nün ifadesi ile “Aslan sosyal demokratlar”a yani…
Bugün bu yürek yakıcıdır; çünkü o dönem alışamayan solcuların hepsi bugün her şeye alışmıştır.
Alışırsınız, Alışırsınız” ifadesi söyleniş şekliyle bile oldukça alaycıdır, ama alaycı bir öngörü! Buradan incelenmesi gereken iki mesele var:
O dönem alışılamayan nedir?
Özal iktidarı neyin başlangıcıdır, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna yakışmamasının sebebi nedir?

Solcular neden rahatsızdır?

İkinci olarak da, bugün alışılıp temel politika haline getirilen nedir?
O gün Özal’a alışamayan solcular ne olmuştur da bugün önce Tayyip’e, sonra da Abdullah’a alışmıştır?





İlk renkli televizyonların da hayatımıza girdiği yılları yaşıyorduk. Bu renkli televizyonlardan evlerimize giren, her hafta yayınlanan bir Türk filmi, bir iki çizgi film ve eğlence programı, ama en çok da Turgut Özal’ın kendisiydi.
“İcraatın İçinden” programlarıyla bir yandan Özal kendi reklamını yapıyor, bir yandan da faşizm Türk Milletine yavaş yavaş kabul ettiriliyordu.
O yıllardan hatırımızda en çok kalan şey, gözümüzün içine sokulan bir dolma kalem ve Özal’ın saatler süren nutukları ve can sıkıcı gülüşüydü.

Bu belki çocuk hafızamıza yer eden bir ayrıntıydı, belki de ailelerimizin televizyon başında ettiği küfürlerin bilinçaltımıza işlemeseydi. Ama Türkiye’nin bir dönüm noktasında olduğunu da hissediyorduk.

“Özalizm” piyasacılıktır, köşe dönmeciliktir Özal dönemi gerçekten de Türkiye’de karşı devrimin somut biçimde yerleşmesini getirmiştir.

O sadece TRT ekranlarından hayatımıza giren adam değil, geleceğimizi de ABD’ye teslim eden, Kürtçülüğün ve şeriatçılığın tohumlarını eken adamdır.
24 Ocak 1980 kararlarının mimarıdır Turgut Özal. Serbest piyasa ekonomisini hayata geçiren, devletçiliği ve planlı ekonomiyi bitiren, özelleştirmeleri başlatan, dış ticareti ve faizi serbestleştiren bu ekonomik kararların hazırlayıcısı, 12 Eylül öncesinde Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilen Turgut Özal’dır. Daha Başbakan olmamıştır, ama 12 Eylül öncesinde siyasetin içinde olup, 12 Eylül’de yargılanmadan iktidara gelen tek adamdır ve 24 Ocak Kararlarının da uygulayıcısı olacaktır.
Türk Parasını Koruma Kanunu’nu kaldıran adamdır Turgut Özal. Cumhuriyet dönemi iktisat yasalarının sembolü sayılan bu yasayı kaldırarak, emperyalizmin saldırılarına açık bir ekonomi yaratmış, Türk piyasasını yabancı sermayeye açmıştır.

AB ile ilk Gümrük Birliği anlaşmalarının mimarıdır aynı zamanda.

Yani Özal dönemi, ekonomide devletçiliğin tamamen sıfırlandığı bir dönemdir. Solcuların öncelikle alışamadığı bu olmuştur. Özal “ Zengini Seven” ve köşe dönmeciliği yerleştiren adamdır.

Solcular alışamamıştır Özal’a, çünkü o iktidara tırmanırken, dönemin aydınları yargılanmakta, işkence tezgahlarından geçmektedir.
Tabi bunlar bizim televizyonlarımızın ekranlarında yoktur. Bizim gördüğümüz “icraatlar”dır, ‘kalkınma programları’dır yalnızca. Her şeyi serbest hale getiren Özal, siyaset yasaklarının kalkmaması için çırpınmaktadır bir yandan.
“Bir koyup beş almak” siyaseti: Kürtlere verilen ilk tavizler
Turgut Özal Kürtçülüğün tohumlarını yeşerten adamdır aynı zamanda. Bir Kürt’tür ve federasyon tartışmalarını ilk kez gündeme o getirmiştir. PKK’nın ilk eylemlerini başlattığı dönemde Başbakan’dır ve Cumhurbaşkanlığı döneminde “Irak pastasından pay almak” politikasıyla, Saddam’a karşı ve ABD’nin tam destekçisi olarak tüm Kürtlerle uzlaşıyı seçmiştir.

“Bir koyup beş almak” sözleriyle gündeme oturan Özal, kişisel dostum dediği baba Bush’la sık sık görüşüyor, açıkça “savaş sonrası Türkiye sofraya değil masaya oturacak, o bölgede harita değişecek, söz sahibi olmamız lazım” diyordu.
Bugün PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmeyen Barzani ve Talabani, “Dayı” diye hitap ettikleri Özal’dan o dönem her türlü desteği alabiliyordu. Barzani’ye uluslararası alanda rahat seyahat edebilsin diye Türk Pasaportu veren de Özaldı.
Solcuların ona alışamaması normaldi. Çünkü Özal, “kendi Kürtleriyle barışmayan Kuzey Irak’a el atamaz, benim ninem de Kürttü” diyerek Kürtçülüğe karşı çıkarılmış pek çok yasağı kaldıran adamdı aynı zamanda. PKK’yı bugün Meclis’e taşıyacak olan siyasileşmenin tohumlarını atan adam…
Gösterilerde ilk kez Apo posterleri, PKK bayrakları açılıyor, kanlı Nevruz kutlamaları başlıyordu. Açılımlar PKK’yı daha da büyütüyordu.
“Masaya oturma” siyaseti Özal’la başlıyordu.

Özal İslamcıdır, Türbancıdır

Solcular alışamamıştır çünkü; Turgut Özal Nakşibendi tarikatına bağlı bir islamcıdır aynı zamanda. 1990 yılında türbanı üniversitelerde serbest bırakan yasayı onaylayan adamdır.
Daha 1977 seçimlerinde Milli Selamet Partisi’nden İzmir milletvekili adayı olmuş bir adamdır. Bugünün AKP’sinin temellerinin atıldığı partiden yani.
MSP ki, 1980 Konya Mitingi’nde, cübbe, takke, fes giymiş militanlarının yeşil bayraklarla yürüyerek “dinsiz devlet yıkılacak elbet”, “şeriat gelecek, vahşet bitecek” sloganları attığı bir partidir. Miting 12 Eylül’e gerekçe olmuştur ama yöneticileri delil yetersizliğinden serbesttir. Turgut Özal’da 3 yıl sonra Başbakan!
Solcular içine sindirememiştir bu Kürtçü, Şeriatçı, piyasacı adamı. Özal da işte böyle bir ortamın içinde söylemiştir o sözünü.

Alışırsınız, Alışırsınız…

Ve bugün alışmıştır solcular.

Alışma ve Duyarsızlaşma

Bu durum sosyojinin konusudur ama biraz da psikolojinin.
Bir duyu organını etkileyen uyarıcının şiddetinde ve özelliğinde bir değişiklik olmadığı halde, uyarıcının etkisinin azalmasına, daha sonra da kaybolmasına psikolojide “alışma” denir. Organizma belirli bir uyaranla sürekli olarak karşılaşırsa bir süre sonra o uyarana tepkide bulunmaz.
Bu çok basit bir psikoloji tanımı. Burada uyarıcı olan sağcılıktır, Kürtçülük, şeriatçılık, Amerikancılık, piyasacılıktır. Tanımın aksine uyarıcının şiddetinde ve özelliğinde bir değişiklik de vardır. Sürekli artmakta ve sürekli daha net ve gözle görülür hale gelmektedir.
Özal döneminde başlayan uygulamalar, Tayyip iktidarıyla birlikte şiddetini artırmıştır. Tam tersine alışmaya karşı bir direnç göstermesi gereken solcular, bu politikaları reddetmek yerine temel politika haline getirmişlerdir.
Örneğin Altı Ok bir direnç olabilecekken, CHP, önce devletçilikten verdiği tavizlerle özelleştirmelerin destekleyicisi olmuştur. Özal’ın piyasacılığını eleştiren solcular, Tayyip’in piyasacılığına alışmış, özelleştirmeyi parti programlarına koymuştur.
Atatürk milliyetçiliği mihenk taşıdır örneğin, önemli bir direnç olmalıdır. Ancak bir dönem Özal’ın Kürtçülüğünü Amerikancılığına bağlayabilen solcular bugün Tayyip’in Kürtçülüğüne de alışmıştır. “Etnik kimlik şerefimizdir” diyerek PKK’nın her türlü isteğine boyun eğen Baykal, Kürtçe TV’yi hararetle desteklemektedir.
O Kürtçe TV’nin ilk belgeseli ise solcuların “asla” alışamayacağı Turgut Özal’ın hayat hikayesinin Kürtçesi!
En önemli direnç ise laikliktir. Belki de Türkiye’de Atatürkçülerin en son alışacağı şey laiklikten verilen tavizdir.
Ancak Özal’ın türbancılığına alışamayanlar, Baykal’ın çarşafına alışmış, hatta açılım politikası haline getirmiştir. İmam hatipleri savunan, mezhep politikasını savunan, zorunlu din derslerini savunan artık o “aslan sosyal demokratlar”dır.
Baykal çarşaflı kadınlara rozet takarken buna karşı koyan ve “alışmayacağız” diyen milletvekiline bu kez Özal’ın cevabını veren Baykal’ın kendisidir: “Alışacaksınız!”
Organizma belirli bir uyaranla sürekli olarak karşılaşmış ve bir süre sonra ona tepki vermemeye başlamıştır.
Sadece alışmakla kalmamış, duyarsızlaşmaya da başlamıştır. Hatta sonrasında uyaran haline gelmiştir. İşin en acı tarafı belki de budur. Baykal Özallaşmış, Atatürkçü ve solculara İslamcılığı dayatan kişi haline gelmiştir.
Alışma, duyarsızlaşmayla devam etmektedir.
“Duyarsızlaşma”, duygusal yönden organizmayı etkileyen bir davranışı oluşturan bir durumla tekrar yüz yüze gelinmesi sonunda sözü edilen davranışın zayıflamasına denir. Bu durum, uzun süre aynı uyaranla karşı karşıya kalan organizmada uyaranın ilk etkisini, şiddetini yitirmesi demektir.
Türkiye’de solcular Özal’a olduğu gibi Abdullah Gül’e de alışamayacaklarını söylerlerdi örneğin. Ancak hem Gül’e hem de çarşaflı eşinin Çankaya’da oluşuna alıştılar. Sonra da duyarsızlaştılar.
Cumhuriyet Mitingleri verilen önemli bir tepkiydi. Milyonlarca Atatürkçü ve solcu sokaktaydı ama bugün o kitleler, alışmanın da ötesinde duyarsızlaşmış durumda. Tekrar tekrar Abdullah’ı gören, Hayrünnisa’yı gören solcular, onların Çankaya’daki varlığına alışıp duyarsızlaşmaya başladı.
Sadece solcular değil, Ordu bile duyarsızlaşmaya başladı. Başlarda protokollere katılmayı reddeden, türbanla yan yana durmaya karşı koyan Ordu mensupları artık bunu içselleştirmiş durumda.
Alışma ve duyarsızlaşma solculuktan vazgeçerek başladı.
CHP alışmıştır, Ordu alışmıştır ve kervana katılmışlardır.
Ancak en tehlikelisi alternatifsiz solcu kitlelerin alışmasıdır. Bu da solculuğun ve devrimciliğin adının sosyal demokratlığa çevrilmesiyle başlamıştır. “Sosyal demokrat”, ilk tavizleri vermeye başlayan adamdır aslında.
O nedenle sağcılar hep dalga geçmişlerdir sosyal demokratla. O ılımlıdır, çünkü uzlaşmıştır, en azına razı olmuştur. Karşılığında sadece ufak bir yaşam alanı ister. Artık iktidar olmak gibi bir kaygısı kalmamıştır.
1987’de SHP ilk kez seçimlere katılır, 1992’de de CHP yeniden açılır ve birleşmenin ardından o CHP “Atatürk’ün ve solcuların” partisi olma iddiasıyla Türk siyasi hayatına yeniden girerken solcuların değil, o bahsettiğimiz “sosyal demokratların” partisidir. İktidar kaygısı taşımayanların. Ona oy veren insanlar da, yöneticileri de o günden beri her şeye alışmaktadır.
Solculuktan vazgeçen, taviz veren Atatürkçüler sıradanlaşmış ve sürüye katılmıştır. 80 öncesinin devrimci dinamikleri, örgütçüleri ortadan kaybolmuş ve Atatürkçü kitle başlarda verdiği tepkiyi sonra sonra unutmaya başlamıştır.
Çünkü organizma burada edilgendir, alışma ve duyarsızlaşmaya engel olmanın yolu ise onu yeniden etken kılmaktan geçer. Bunun için de farklı bir uyarıcıya ihtiyaç var:

Devrimci Dinamikler.

Solcu kitlenin alışmasının en önemli nedeni solcu olarak ortaya çıkan CHP’nin emperyalizmin ve liberallerin rotasına girmesidir. Tek alternatif olarak görülen parti o rotada olunca, kitle de buna uymaktadır.
Kim diyebilirdi ki Türkiye’de Atatürkçüler bir gün türbanı da kabul edecek diye. Ama ettiler.
Yarın türban takmak zorunlu kılınsa onu da kabul ederler. Çünkü alışmamak, mücadele etmek, karşı koymak demektir. Alışmamanın kıstasları vardır. Herkes kuru kuruya “alışamadım” denemeyeceğini bilir. Mücadeleden kaçmanın kolayı da alışmak olmuştur o nedenle.
Burada devreye girmesi gereken şey alışma ve duyarsızlaşmaya karşı koyacak devrimci bir örgütlenmedir. 12 Eylül sonrasında alışmaya direnç gösteren bunun kalıntılarıydı. Şimdi gereken şey ise bu kalıntıları bir kenara atıp yepyeni bir örgütlenme yaratmaktır.
Özal’ı seyrederek büyüyen çocukların önüne yeni yeni Özal’lar koyan ve bunları tekrar tekrar izletip, Kürt-İslamcılığı, liberalizmi, piyasacılığı, köşe dönmeciliği dayatanların aksine o çocuklardan örülü, Atatürkçü bir çatı gerekiyor. Alışmayı tersine çevirecek tek şey budur.
CHP artık alışanlar ve alıştıranların kervanına katılmıştır.
Tarihi tersine çevirmenin yolu da alışmamak ve alışmayanların önderliğinde yürümektir.
Tabi kuru kuruya alışmamak değil, çalışmaktır!



..


26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 33



TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL ÖNCESİ  VE SONRASI  
BÖLÜM 33



Ali Necati Dogan 

12 Eylül Darbesi, Öncesi Olaylar, Gerekçeleri ve Sonuç 

  12 Eylül Darbe si veya İhtilal i, Türkiye’de, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale olarak teknik bir tanımla aktarılmaktadır. 27 Mayıs 1960 müdahalesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarakta betimlenebilir. 

Fakat *12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbe, Türk demokrasisinin hedef olduğu en ağır bunalımlardan biri olarak tarihe geçmiş, tarihe geçmekle kalmayıp Türkiye’nin bugünü ve geleceğinede bir sis bulutu gibi çökmüştür.* *Türkiye'de haklar ve özgürlüklerin askıya alındığı darbe döneminin izleri yıllar boyunca silinmemiş, askeri yönetimin yaptığı anayasa henüz değiştirilememiş; düşünmeyen, bilmeyen, araştırmayan ve itaatkar bir insan yapısının oluşumu için her türlü baskı ve sindirme politikası uygulanarak Türkiye’nin geleceğide ipotek altına alınmıştır. * Bu müdahale ile ilk etapta beklendiği gibi 6. Demirel hükümeti ve TBMM feshedilmiş, sendika ve derneklerin faaliyetleri durdurulmuş ve genel sıkıyönetim ilan edilmiştir. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırılmış ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başlamışdır. Asıl sorun ise bu tasarlanan ülke konjektüründe ve tasarlamanın gerçekleştirilmesinde uygulanan şiddetli sindirme politikalarında 
yaşanmaktadır. Ayrıca 12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedilmiş, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutulup, ardından yargılanmıştır. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye'de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturmuştur. 

*Ülkeyi tüm bu sürece sürükleyen olaylar ve darbeye dair öne sürülen gerekçelerin bazıları aşağıda ele alınmaktadır;
* *-Darbenin öncesi olaylar ve gerekçeleri - * 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında *ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler*, 

TBMM'nin birçok tur ardından *Cumhurbaşkanı'nı Seçememesi* ve 6 Eylül günü Konya'da Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi**gibi 12 Eylül tarihine ait somut olaylar gösterilmiştir. 

  _ Daha uzun vadede ise 1980 öncesi gerçekleşen bazı siyasi cinayetler şunlardır; 

1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi Teşvikiye'de, 
10 Eylül'de TKP Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde, 
Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde, 
19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te, 
28 Eylül'de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, 
19 Kasım'da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İhsan Darendelioğlu İstanbul Beyazıt'ta, 
20 Kasım'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi'nde, 
3 Aralık 1979'da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Çoşkuner İzmir Agora semtinde, 
7 Aralık'ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim  üyelerinden Cavit Orhan Tütüngil İstanbul Levent'te, 
11 Nisan 1980'de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 
27 Mayıs'ta Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da, 
24 Haziran'da Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok*evinde eşi ve kızıyla birlikte*, 
15 Temmuz’da Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde, 
19 Temmuz'da Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul'da Dragos Deniz Kulübü'nden çıkarken, 
22 Temmuz'da Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler**İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. İstanbul 
Ayrıca 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel'in "70 sente muhtacız" sözü ile özetlenen *dış ticaret açığındaki artış ve döviz darboğazı ile işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları* ise ekonomik bazı gerekçeleri oluşturmaktadır. Tüm bu sorunların üzerine; *ekonomik olarak yaşayan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacalığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin 
düşürülmesi, serbest döviz kuru* gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Bunun için Süleyman Demirel Turgut Özal'ı başbakanlık *
müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma tarihe 24 Ocak kararları olarak geçmiştir. Ülke her türlü bölünmüş, hiçbir yapılanma birlik oluşturamamaktadır. Bu bölünmüş yapıların birbirleri ile çatışmasının önüne geçilememiştir. Ülkede huzuru ve güvenliği sağlamakla görevli Emniyet Teşkilatı bile mensupları arasında kurulmuş olan Pol-Bir**ve Pol-Der dernekleri diye ikiye bölünmüştür. 
Ayrıca Emniyetle ilgili olarak huzuru ve güvenliği sağlamakla görevli bu teşkilatın yaşanılan birçok olayla ilgili olduğu gayet açık bir şekilde bilinmektedir. Tüm bu kargaşa ve bölünmüş yapı içerisinde Sağ ve sol siyasi hareketin önde gelen temsilcileri ve tanınmış birçok kişi sağ ve sol gruplara mensup militanlar tarafından öldürülmüş, darbe öncesinde *siyasi cinayetlerin sayısı ise her gün ortalama 30'a ulaşmıştır*. 
Böyle bir durumda gelen *askeri darbe önce her kesim tarafından kargaşaya son vereceği, ölümleri sonlandırcağı için olumlu karşılanmış fakat süreç hiçte beklenildiği gibi gerçekleşmemiş şiddet ve kargaşanın devamı tek yönlü olarak askeri yönetim tarafından devam ettirilmiştir. 

* Ayrıca *NATO* güney kanadının en önemli üyelerinden olan Türkiye'nin siyasi ve ekonomik iktidarsızlığı özellikle ABD tarafından endişe ile gözleniyor ve 1979 yılında meydana gelen *İran İslam Devrimi*, ardından aynı yıl içinde *Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesi* üzerine Türkiye'nin önemi ABD politikaları için vazgeçilmez bir hal alıyordu. Bu durumda *ABD’nin Türk politikasına ve yönetimine yön verme çabaları yeni bir başlangıcı zorunlu kılıyordu*. ABD yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a 
"Bizim Çocuklar işi bitirdi" anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül'de ABD'nin rolü konusunu da tartışmalara açtı. İlk kez Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül 04.00 adlı kitabında ortaya atılan, 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze'in askeri müdahaleyi haber alırken haberi ulaştıran diplomatın your boys have done it senin çocuklar işi bitirdi - anlamındaki konuşması*, 12 Eylül Darbesi içinde ABD'nin rolü* konusunda tartışmalara neden olmuştur. 

Paul Henze 2003 yılında Zaman Gazetesi'ne verdiği demeçte sözlerinin Mehmet Ali Birand'ın uydurması olduğunu belirtmiş, ancak kısa bir süre sonra Birand 2007'de Henze ile yaptığı görüşmenin sesli ve görüntülü kayıtlarını yayınlayarak Henze'i yalanlamıştır. Sürecin bir diğer önemli olayı ise Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresi dolduğu sırada meclisteki en büyük 2 partinin liderleri Ecevit ve Demirel daha Cumhurbaşkanlığı için aday bile belirlememişlerdi. Son anda adaylar bulundu fakat seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamıyordu. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü *yeni Cumhurbaşkanı seçilemedi*. 

CHP'nin adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Muhsin Batur, MC Partilerinin(AP, MHP, MHP)adayı ise eski 1.Ordu Komutanı emekli Orgeneral Faik Türün'dü. Seçimlerde CHP adayı Muhsin Batur en fazla oyu almasına rağmen salt çoğunluk sağlanamadığı için cumhurbaşkanı seçilememiştir. Bu durumsa ülkeyi daha kötü günlere sürüklemiştir. Sürece etki eden olaylardan seçilen bazı örneklerden bir diğeri ise Fatsa olayı olarak aktarılabilir. 14 Ekim 1979'de yapılan ara seçimler sonrası Dev-Genç'e yakınlığı ile bilinen bağımsız aday Fikri Sönmez Fatsa Belediye Başkanı olmuştur. Belediye direniş ve halk komiteleri şeklinde örgütlenmişti ve bu durum mevcut iktidar ve ordu tarfından hiç tasvip edilmemişti. Neticede 8 Temmuz 1980'de askeri birlikler Fatsa ilçesine gönderilmiş ve 9 Temmuz 1980 tarihinde Kenan Evren ordu komutanlarıyla beraber inceleme yapmak için Fatsa'ya gitmiştir. Bakanlar Kurulu tarafından, «Küçük Terör Odaklarında» baskınlar yapılmasına ilişkin kararla 11 Temmuz sabah erken saatlerinde asker ve *Polis " Nokta operasyonu" *Düzenlenmiş ve Fatsa Bağımsız Belediye Başkanı Fikri Sönmez ile beraber 300 kişi gözaltına alınmıştır ve bunlardan 250 kişi 15 Temmuz'da serbest bırakılmıştır. 12 Temmuz'da sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçede kaymakamda görevinden alınmışdır. DİSK genel başkanı ise Demirel'i Çorum'u unutturmak için Fatsa olayını yaratmakla suçlamış ve neticede Sönmez 18 Temmuz'da tutuklanmış, 12 Eylül'den sonraki süreçte ise cezaevinde ölmüştür. Kenan Evren bu ve benzeri olaylar için takındığı tavırlarla aslında 12 Eylül sonrası sürece dair önemli ipuçları vermiş, adeta yarınların ayak seslerini o günki kararları ile belli etmiştir. Kenan Evren 25 Ekim 1982'de Trabzon gezisi sırasında yaptığı bir konuşmada bu olayla ilgili şu sözleri dile getirmiştir: “Ve yine biliyorduk ki, Fatsa kurtarılmış bir kasaba idi. Oralarda Devletin kanunları işlemiyordu. 

Buralarda vatandaşlar sorunlarını, Devletin ilgili makamlarına değil, mahalle komitelerine bildirmekte ve şikayetleri kendilerinin taktıkları isimle buralardaki (Halk Mahkemelerinde) neticelendirilmekte ve hatta bu halk mahkemelerinde ölüm cezaları dahi verilmekte ve bu cezalar sokak ortasında herkesin gözü önünde kurşunlanarak icra edilmekteydi. Böyle sokak ortasında, bu mahkeme kararlarının yerine getirildiği zamanları da biliyoruz.” Süreç içerisinde yaşanan ve bu yazıda bir paragrafla geçilmesi haksızlık olacak olan *Maraş Olayları*, *Çorum Olayları, 1 Mayıs 1977* olayları ve benzeri birçok olay darbenin oluşumuna dair bir altyapı hazırlamış; sosyal, siyasal ve ekonomik olarak yaşanılan istikrarsızlık ve kargaşa ortamı neticesinde 12 Eylül Askeri darbesi gerçekleşmiştir. Süreçin kendisi darbenin gerekliliğine dair bir soru işareti 
oluşturmasına rağmen darbe sonrasında *Askeri yönetimin uyguladığı baskı ve sindirme rejimi hiçbir soruya gerek kalmaksızın kabul edilemez *olarak yorumlanmaktadır. *Sürgünler, idamlar, işkenceler, sindirme ve yıldırma politikaları ile geçen yıllar, eğitim ve yönetime dair yapılan değişikliklerle oluşturulan sistem ve askeri yönetimin kurguladığı siyasal, sosyal ve ekonomik yapı memleket üzerinde gerçekleşen her türlü çağdaşlaşma ve ilerleme adımını silerek, toplumsal bir çöküşün altyapısını oluşturmuştur. Darbenin gerekliliği tartışılabilir ama askeri yönetimin yaptıklarının ülkeye uğrattığı zaralar tartışılamaz bir gerçektir. * 

*Ali Necati Doğan* 

http://blog.milliyet.com.tr/alinecatidogan 


***


27 Aralık Muhtırası"nın Hikayesi..
    
Abdullah Muradoğlu

Muhtıra mektubu Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından Başbakan Demirel ve anamuhalefet partisi lideri Ecevit''e elden teslim edilmişti. Korutürk, muhtıra mektubunu diğer muhalefet liderlerinin yanısıra TBMM Başkanı ve Cumhuriyet Senatosu Başkanı''na da göndermişti. ''12 Eylül'' darbesini yargılayan mahkeme, 27 Aralık 1979''da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk''e verilen ''muhtıra mektubu''nun orijinaline henüz ulaşamadı. 27 Aralık Muhtırası 12 Eylül''e giden yolu açmıştı.
14 Ekim 1979''da Senato Üçte Bir Yenileme Seçimleriyle birlikte Meclis''te boşalan milletvekillikleri için 5 ilde ''Ara Seçim'' yapılmıştı. Beş milletvekilliğinin tümünü Adalet Partisi kazanmıştı, Senato seçimlerinde de açık arayla öndeydi.

Seçim yenilgisini CHP Hükümeti için bir ''güvensizlik'' sayan Başbakan Bülent Ecevit istifa kararı almıştı. CHP Hükümeti''nin yerine 13 Kasım''da, MHP ve MSP''nin dışardan desteğiyle Adalet Partisi ''azınlık hükümeti'' kuruldu.

Başbakanlık koltuğuna Süleyman Demirel oturmuştu. Ecevit hükümeti döneminde yaygınlaşan siyasi şiddet olayları tam gaz devam ediyordu.

Cumhurbaşkanı Esseyit Hasan Fahri Korutürk''ün görev süresi Nisan ayında sona eriyordu. Ufukta Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Daha o zamanlarda bile Cumhurbaşkanlığı için Genelkurmay Başkanı Kenan Evren''in adı geçiyordu.

Çiçeği burnunda Hükümet ekonomik krizin yanı sıra terör ve şiddet olaylarını da devralmıştı. Bu yüzden Demirel ''enkaz devraldık'' demişti.

SELİMİYE KIŞLASI''NDA MUHTIRA KARARI

Bir NATO toplantısı için Brüksel''de bulunan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 13 Aralık''da Ankara yerine İstanbul''a döndü. İstikamet 1. Ordu karargahının bulunduğu ''Selimiye Kışlası''ydı.

Kuvvet komutanları, ordu komutanları ve kolordu komutanları'' Kenan Evren''i bekliyorlardı.Toplantıda hükümete ve muhalefet partilerine muhtıra verilmesi kararı çıktı.

2 Ocak 1980''de gazetelerde Ordunun Cumhurbaşkanı''na ''uyarı mektubu ''verdiği haberi yer almıştı. Aslında altında kuvvet komutanlarının imzası bulunan ''muhtıra mektubu'' 27 Aralık 1979 günü, bizzat Kenan Evren tarafından Çankaya Köşkü''nde Cumhurbaşkanı Korutürk''e verilmişti.

1 sayfalık Muhtıra mektubuna ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşü '' başlıklı 2 sayfalık bir bildiri eklenmişti. 6 sayfalık ''terörü durdurma hedeflerine varış'' başlıklı metin de cabasıydı.

''İSTERSENİZ İSTİFA EDEYİM''

Cumhurbaşkanı Korutürk''e,TSK''nın görüşleri hayata geçirilmediği takdirde ordunun yönetime müdahele etmek durumunda kalacağı söylenmişti. Oysa TSK, görüşlerini ''Milli Güvenlik Kurulu''nda zaten dile getiriyordu. Cumhurbaşkanı da MGK''nın başkanıydı.

Askerler açısından zarlar atılmıştı, gerisi bahaneydi. Askerler, hükümete hiçbir sivil hükümetin gerçekleştiremeyeceği ağır şartlar öne sürmüşlerdi.

Genelkurmay Başkanı muhtıra mektubunun önce radyoda okutulması yönünde bir eğilim geliştiğini, ancak bundan vazgeçildiğini söylemişti Korutürk''e. Mehmet Ali Birand''ın ''12 Eylül'' başlıklı kitabında yer alan bilgilere göre Cumhurbaşkanı, Evren''e ''Peki ne yapmayı planlıyorsunuz'' diye sormuştu.

Evren, ''Eğer bunlar doğru yolu bulmazsa, Meclis''i feshetmek ve başka bir yöntem denemek gerekebilir. Bizim, bu uyarıyı yapmaktan başka çaremiz yok'' cevabını vermişti.

Cumhurbaşkanlığı eski Basın Sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yer alan bilgilere göre komutanlar Korutürk''e şunları söylemiştiler:

''Bu işler böyle gitmiyor. Siz yaşça ve kıdemce bizden büyüksünüz. Hepimizin komutanısınız. Geniş tecrübe sahibisiniz. Gelin başımıza geçin, Türkiye''yi içine düştüğü badireden kurtaralım.''

Korutürk ise komutanlara bakın nasıl cevap vermiş:

''Askeri rejimle bunların halledilmesi mümkün olmayabilir. Dış kamuoyunun tepkileri Türkiye''yi güç durumda bırakabilir. Yalnızlığa sürüklenebilirsiniz. Ama sizler ihtilal yapmaya kararlıysanız, ben bu işte yokum. İsterseniz şimdi istifa etmeye de hazırım''.

Cumhurbaşkanı Korutürk, Anayasal rejime sahip çıkmak yerine istifa etmeyi düşünmüştü.

ÇANKAYA, MUHTIRA POSTASI

CHP''li İsmail Hakkı Birler''e göre ise Cumhurbaşkanı Korutürk, komutanlardan, görev süresinin dolacağı Nisan 1980''e kadar yönetime müdahale etmemelerini istemişti. Oysa Korutürk, 1973''te Adalet Partisi ve CHP''nin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilmişti.

27 Aralık muhtırası 12 Eylül darbesinin ilk adımıydı. Askerler Cumhurbaşkanı Korutürk''e adeta bir postacı görevi yüklemişlerdi. Korutürk, Başbakan Demirel ve ana muhalefet partisi lideri Ecevit''i Köşk''e çağırarak muhtırayı kucaklarına bırakmıştı.

Demirel de, Ecevit de ''muhtıra mektubu''ndan 2 Ocak günü haberdar olmuşlardı.

Korutürk''ün danışmanı ve basın sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yazdığına göre uyarı mektubu çoğaltılarak, Meclis Başkanı Cahit Karakaş''a, Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil''e, Cumhuriyet Senatosu ''Milli Birlik Grup Başkanı Fahri Özdilek''e, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara''ya gönderilmişti.

Muhtıra''nın birer nüshaları Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş''e, Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan''a, Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan''a da postalanmıştı.

Maalesef, hükümeti darbe ile tehdit eden uyarı mektubu karşısında Cumhurbaşkanı, iktidar ve muhalefet partileri ortak bir tavır sergileyemediler.

CHP DARBEYİ ÖNLEYEBİLİRDİ

CHP''nin önemli simalarından merhum İsmail Hakkı Birler ''CHP''li yıllar'' başlıklı kitabının ''CHP, CHP olsaydı, darbeyi durdurabilirdi'' bölümünde şöyle diyordu:

''Bana göre 12 Eylül Cuma günü değil, 10 Eylül Çarşamba günü olmuştur. Zira o gün yapılan CHP grup toplantısında sergilenen manzara, CHP''nin artık istemediği şeyleri engelleme gücünün kalmadığını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Darbecilere adeta yeşil ışık yakılmıştır.''

Birler''i bu kanaate sevkeden gelişmeler, Adalet Partisi ve CHP arasında gerçekleşecek bir ''büyük koa-lisyon'' önerisinin Demirel tarafından kabul görmemesinin yanısıra Adalet Partisi''nin erken seçime gitme öne-risinin de CHP''lilerin çoğunlukta olduğu Anayasa Komisyonu''nda reddedilmesiydi.

CHP''liler bu öneriyi, Cumhurbaşkanı seçilmeden erken seçim kararı almanın Anayasa''ya aykırı olacağı gerekçesiyle kabul etmemişlerdi. Yani, darbe göz göre göre gelmişti.

2 Ocak günü, Cumhurbaşkanı Korutürk ve Demirel ''Muhtıra''yı sineye çekmek yerine, darbe yapmayı kafaya koymuş olanları hesaba çekseydiler Türkiye ''12 Eylül'' felaketini yaşamayacaktı.

Celal Bayar az kalsın kendini öldürecekti!

''12 Mart'' darbesi gerçekleştiğinde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Cevdet Sunay oturuyordu. Süleyman Demirel Hükümeti''ne verilen askeri muhtıra karşısında Cevdet Sunay, askerlerin tarafında yer almıştı. Oysa Sunay''ın seçilmesinde Demirel''in dahli vardı. ''28 Şubat'' darbesinde'' 12 Mart'' ve ''12 Eylül''ün mağduru olmuş olan Süleyman Demirel oturuyordu. 28 Şubat, 12 Mart''ın kopyası gibiydi. 12 Mart muhtırasının verildiği gün Başbakan Demirel istifa etmiş, yerine ''ara rejim'' hükümeti kurulmuştu. 28 Şubat ise 12 Mart''ın 1 günde yaptığını birkaç aya yaymıştı, fark buydu. 12 Mart''ın balyozu ''sol''un tepesine inmişti. 28 Şubat''ın balyozu ise ''mütedeyyinler''i hedef almıştı. Demirel, 28 Şubat darbesinin Refah-Yol Hükümeti''ni düşürmesine ve mütedeyyin kesimleri ezmesine göz yummuştu. Hatta Demirel''in rolü göz yummadan daha fazlasıydı. 27 Mayıs''a gelince.. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Çankaya Köşkü''nde kendisini tutuklamak isteyen darbecilere direnme cesareti göstermişti. Küçük tabancasına el atarak teslim olmaktansa cuntacılara ateş etmeyi, sonra da intihar etmeyi bile düşünmüştü. Tümgeneral Burhanettin Uluç, Köşk''te karşısında teslim olmak istemeyen bir Bayar görünce ''Millet ve ordu sizi istemiyor. Buna bizi siz mecbur bıraktınız'' diye bağırmış, Bayar da ''Bu işi siz yapamazsınız. Buraya seçilerek geldim'' diyerek karşılık vermişti. Bayar darbeyi önleyememişti ama hiç olmazsa direnmeyi göze almıştı.

Darbecileri mağdur eden darbeciler..

''27 Mayıs'' darbesini yapan ''Milli Birlik Komitesi'' üyeleri 1961 Anayasası''na konulan bir maddeyle dokunulmazlık zırhına büründürülmüşlerdi. Buna göre MBK üyeleri ''Tabii senatörler'' olarak yaşam boyu görev yapabileceklerdi.

Görev süreleri dolan Cumhurbaşkanları da ''Tabii Senatörlük'' niteliği kazanmışlardı. ''12 Mart''ın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunun verildiği dönemde Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk de 1980''e kadar Tabii Senatör olarak görev yapmışlardı.

Cumhurbaşkanlarından sadece Celal Bayar, 1974''de kendisine teklif edilen Tabii Senatörlüğü, ''Ben ömrüm boyunca demokrasi için mücadele ettim. Demokrasilerde tabii senatörlük yoktur'' diyerek reddetmişti.

12 Eylül darbesiyle Meclis''in yanı sıra Senato''nun kapısına kilit vurmuştu. 1982 Anayasası Senato''yu tümden ortadan kaldırmıştı.

Tabii Senatörlük fikrini ortaya atan da CHP olmuştu. Bu fikri Temmuz 1960''da ilk defa kamuoyuna açıklayan Bülent Ecevit idi. Ecevit''e göre darbeciler, Tabii Senatörler olarak ''27 Mayıs rejimi''ni koruyabilirlerdi.

İlkin ''bu bir siyasi rüşvettir'' diyerek karşı çıkan darbeciler bir süre sonra sistemi denetlemek vve kollamak gerekçesiyle öneriyi kabul etmişlerdi. Milli Birlik Komitesi''nden tabii senatör olanlar ''Milli Birlik Grubu'' adıyla görev yaptılar.

1970''lerin sonlarına doğru ''Milli Birlik Grubu'' ile ''CHP'' arasındaki bağlantıyı CHP Genel Sekreter Yardımcısı sıfatıyla İsmail Hakkı Birler sağlıyordu. Birler, Milli Birlik Grubu''yla yaptığı toplantıları bir rapor halinde Ecevit''e bildiriyordu.

''12 Mart'' darbesini destekleyen Tabii senatörler, Baas tipi bir rejim kurmak için darbe hazırlığı yapan ''9 Mart cuntası''nın sivil liderlerinden Doğan Avcıoğlu''nun ''Devrim'' gazetesinin yazarları arasındaydılar.

'' Milli Devrim ordusu'' adında bir gizli teşekküle mensup oldukları gerekçesiyle suçlanan bazı Tabii Senatörlerin 12 Mart darbesinden önce dokunulmazlıkları kaldırılmıştı. ''Anayasa Mahkemesi'' kararıyla senatörler dokunulmazlıklarını tekrar kazanmışlardı. 12 Mart''tan sonra dokunulmazlığı kaldırılan Ekrem Acuner''in dokunulmazlığı da aynı şekilde iade edilmişti.

1980 Eylül''ünde ''Senato Milli Birlik Grubu''nda 8 ''tabii senatör'' bulunuyordu. 19 yıldır görevdeydiler. 12 Eylül darbecileri, 27 Mayıs darbecilerinin ''ömür boyu senatörlük'' ödüllerini rafa kaldırmıştı. Mağdur edenler, bu kez kendileri mağdur olmuşlardı.

Kenan Evren''e kutlama telgrafı göndermiş!

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunu Cumhurbaşkanı Korutürk''e elden teslim ettiğinde iş başında 35 günlük ''Süleyman Demirel hükümeti'' vardı. Oysa siyaset koridorlarında ''askerler darbe hazırlığı içerisindeler'' söylentisi ''Ecevit hükümeti'' döneminde ayyuka çıkmıştı.

CHP Hükümeti''nde Başbakan Yardımcısı olan Faruk Sükan ordu içerisindeki gelişmelerden bilgi sahibiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1979''da sürpriz bir şekilde görevinden istifa etmişti. Başbakan Ecevit''in Sükan''ı istifa etmemesi yönündeki ısrarlı girişimleri sonuç vermemişti. Sükan, Ecevit''e şöyle demişti:

''Arkadaşlarımla, Demokratik Parti''nin ileri gelenleriyle konuştum. Onlar bir askeri darbenin hazırlandığını bildiklerini açık bir şekilde anlattılar ve partili olarak benim de bu dönemde sorumluluk mevkiinde bulunmamı istemediklerini belirttiler.''

Sükan''ın bu sözleri karşısında irkilen Ecevit ise şu şekilde karşılık vermişti:

''Söyledikleriniz çok vahim. Ben derhal Cumhurbaşkanı''na gider ve bu söylediklerinizi naklederim. Böyle bir şey varsa, onun bilmesi gerekir.

Sükan, ''Nasıl isterseniz'' diyerek karşılık vermişti.

Ecevit dediğini yapmış, hemen özel bir uçakla İstanbul''a hareket etmişti. İstanbul''da Florya''da bulunan Cumhurbaşkanı Korutürk''ü ziyaret ederek Sükan''dan duyduklarını nakletmişti. Cumhurbaşkanı, ''kesinlikle böyle bir şey bilmiyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, eğer bir darbe olursa ben buna karşı vaziyet alırım'' demişti. Ecevit, rahatlamıştı.

27 Mayıs''ı ve 12 Mart''ı görmüş, deneyimli bir siyasetçi olan Ecevit''in rahatlaması için ciddi bir sebep yoktu. Askerlerle iyi ilişkileri olan Sükan''ın istifası aslında herşeyi anlatıyordu.

''Darbe olursa buna karşı vaziyet alırım'' diyen Korutürk 13 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren Paşa''ya bir telgraf göndererek kutlamıştı.

CHP şimdi 12 Eylül davasına müdahil olarak katılma kararı aldı. İlginç bir tesadüf, Korutürk''ün oğlu Osman Korutürk şimdi CHP milletvekili.

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/27-aralik-muhtirasinin-hikayesi-31963?mobil=true

Abdullah Muradoğlu KİMDİR;
Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi "Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi" bölümü mezunu. 15 yıldan uzun zamandır basın 
camiasının içinde yer aldı. 1997 yılından bu yana Yeni Şafak Gazetesi Haber Merkezi'nde özel haberler, dizi yazıları, araştırma yazıları, 
röportajlar, tarih sayfaları ve köşe yazıları yazdı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti  2004 Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri Röportaj Dalı'nda ödüle 
layık görüldü. Biyografi alanında dört kitap yayınladı. Sivil toplum kuruluşlarında çeşitli görevler üstlendi. 

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/yazar-hakkinda


...

  _ ÖZEL NOTUM;

1952 DOĞUMLUYUM.. 1959 DAN İTİBAREN ÇOCUKLUĞUM.., GENÇLİĞİM VE BUGÜNLERİM.., YUKARIDAKİ OLAYLARI  HER TÜRK VATANDAŞI GİBİ BENDE YAŞADIM.., 

OLAYLARIN AKIŞI SONUCU HER  DÖNEM TÜRK HALKI VE  GENÇLİĞİ ZARARLI ÇIKTI..

DÜNYANIN GELİŞMİŞ ÜLKLELERİNDE SİYASİLER  BİR DÖNEM GÖREVİNİ  TAM MANASIYLA 4X4 İFA EDER VE  GÖREVİ BİR SONRAKİNE
DEVİR EDER.. VE KÖŞESİNE ÇEKİLİR DANIŞILIRSA FİKİR BEYAN EDER..
BİZDE SİYASET  SANKİ SANAT 50 YILDIR AYNI SİYASİLER İŞ BAŞINDA ( PARTİ ADI DEĞİŞİR  SİYASETÇİNİN ADI DEĞİŞMEZ )
ÖMÜR BOYUDA..EMEKLİLİĞİN KEYFİNİ ÇIKARIR YİNEDE KONUŞMADAN DURAMAZ .., 
ÖLÜNCE SİYASETİ BIRAKMIŞ  OLUR.. İŞTE YUKARIDAKİ OLAYLAR VE TABLONUN NETİCESİ ( POLİTİK ACILARA EN GÜZEL ÖRNEKTİR..)

BÖYLE BİR SİYASİ YAPI..,  TOPLUM ARASINDAKİ KOPUKLUK.. TOPLUMU AYAKTA TUTACAK OLAN SOSYLA DERNEKLERİN İÇERİSİNE SİYASİ YATIRIM KİŞİLERİN ELE GEÇİRMESİ..,

TÜRKİYEYİ 12 EYLÜLE GETİRMİŞTİR.. YİNE ANAYASANIN VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN İÇ HİZMET YÖNETMELİĞİ 35 MADDESİ GEREGİ ÜLKENİN SELAMETİ İÇİN ASKERİ MÜDAHALE   KAÇINILMAZ OLMUŞTUR.. 27 MAYIS 1960 DAN FARKİ HİÇBİR SİYASETÇİ İDAM EDİLMEMİŞTİR..  LAKİN  SUÇ İŞLEYENLERDE CEZASIZ KALMAMIŞTIR..SİYASİ HAYATLARI SONA ERMİŞTİR.. SON 50 YILIN SİYASİ TARİHİ GELİŞMELERİNİ OKUDUGUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDERİM..
TAKDİRLERİNİZE.
SAYGIYLA

34 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK.


..