Abdullah Muradoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Muradoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2020 Cuma

Çankayanın Hâkimi , Ahmet Necdet Sezer

Çankaya’nın ‘ Hâkim’i  Ahmet Necdet Sezer ''


 Abdullah Muradoğlu, 

Çankaya'nın Hakimi.,

Son günlerde kamuoyunda yoğun olarak tartışılan "Köşkteki Hakim" kitabının yazarı Abdullah Muradoğlu, Ahmet Necdet Sezer'i henüz Anayasa Mahkemesi başkanı iken mercek altına almaya başladığını söylüyor. Muradoğlu, Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümlerinde Sezer'in demokratik hukuk devletine ve evrensel insan haklarına yaptığı vurgulardan dolayı birgün Türkiye'nin geleceğinde önemli bir rol oynayacağını düşünmüş. Sezer de, Cumhurbaşkanı seçildiği günden bu yana çizdiği farklı portresiyle Muradoğlu'nu haklı çıkarmış görülüyor. Muradoğlu'nun Yeni Şafak'ta yayınlanan, Sezer'in çocukluğu, okul ve meslek yılları ile cumhurbaşkanlığı dönemini anlatan "Köşkteki Hakim" adlı yazı dizisi şimdi aynı isimle kitaplaştı.Yazarla "Çankaya'nın hakimi"ni konuştuk.

Kitabın öyküsünden başlayalım? Nasıl oldu?

Ahmet Necdet Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanı seçildikten sonra başlayan bir çalışmaydı bu. Görev anlayışı nedeniyle medyatik bir kişi değil. Kurumda uyguladığı tasarruf tedbirleri ve sade bir yaşam tarzıyla dikkat çekti. Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümlerinde yaptığı konuşmalarla çok farklı bir kişilik olduğu ortaya çıktı. Demokratik hukuk devletine, evrensel insan haklarına ve yargının bağımsızlığına yaptığı vurgulardan Türkiye'nin geleceğinde önemli bir rol oynayacağını tahmin etmek zor değildi. Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilmesiyle birlikte bu kanım daha da güçlendi. Çalışmama hız kazandıran gelişme Sezer'in Köşk'e çıkmasıyla daha da yoğunlaştı. Basından uzak duran bir insan olarak hayatı hakkında elimizde pek fazla bir veri yoktu. Gazetemizin yönetimi gerekli tüm imkanları kullanma imkanı sağlayınca çalışma kısa sürede bitti. Geçen Aralık ayında çalışmanın önemli bir bölümü on günlük bir dizi olarak yayımlandı ve çok olumlu tepkiler aldı.

Kitap nasıl bir çalışma oldu?

Öncelikli olarak Sayın Sezer'in çocukluk arkadaşları, okuduğu okullar, görev yaptığı yerlerdeki mesai arkadaşlarına ulaştım. Sezer'in kişiliği ve meslek ahlakı hakkında ilginç bilgilere ulaştım. Hem kendisinin hem eşi Semra Hanım'ın yakın akrabalarıyla da görüştüm. Ulaştığım ilk bilgi Semra Hanım'ın İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile akraba olduğuydu. Semra Hanım'ın ailesinin hem siyasete hem de bürokrasiye önemli isimler kazandıran köklü bir aile olduğunu öğrendim. Sezer hakkında çıkmış yazıları, bilgileri, anekdotları taradım. Elde ettiğim bilgiler Sayın Sezer'in Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ve Çankaya'daki altı yedi aylık icraatlarıyla bir araya gelince derli toplu bir biyografi ortaya çıktı. Kitapta Sezer'in Cumhurbaşkanı seçilmesi sürecinde yaşanan tartışmalar ve gelişmelerle ilgili pek çok anekdot da bulunuyor. Bu açıdan zengin bir çalışma.

Kitaba gösterilen ilgi nasıl?

Beklediğimin üstünde bir ilgiyle karşılaştığını söyleyebilirim. Cumhurbaşkanı Sezer, kişiliği, görüşleri ve üslubuyla halkın güvenini kazanmış bir devlet adamı. Hükümetin Cumhurbaşkanının görev süresini kısaltma girişimi sonuçsuz kalırsa Sezer, yedi yıl Çankaya'da. Doğal olarak kamuoyu böyle bir isim hakkında bilgi sahibi olmak istiyor. Cumhurbaşkanı Sezer hakkında yapılmış ilk biyografi çalışması oldu. Geçtiğimiz günlerde Emekli Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş'ın yaptığı açıklamalarla ortaya çıkan tartışmalar üstüste gelince kitap bir ilgi odağı oldu. Kitap piyasaya çıkalı bir hafta oldu. Aynı haftada ikinci baskısı yapıldı.

Vural Savaş'ın iddialarına ne diyorsunuz?

Son derece talihsiz, çirkin yakıştırmalar. Sezer'i yakından tanıyan herkes bu açıklamaların gerçeği yansıtmadığını biliyorlar. Çok küçük bir grup dışında toplumun bütün kesimleri ve aydınlar Sezer'i kısa sürede benimsedi. Sezer'in en bariz vasfı hukukçu kimliği. Hukukun özünü kavramış bir insan. Türkiye'de her kurumun hukuka uygun şekilde işlemesini istiyor. Bunu toplumun büyük bir kesimi istiyor. Türkiye'de olağanüstü bir rejim koşullarının devam etmesini isteyenler Cumhurbaşkanı Sezer'i eleştirmeye devam edecekler. Bilinen görüşleri nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığı dönemde de hakkında pek çok şey söylendi. Çevik Bir ve Yekta Güngör Özden'in bile 28 Şubat karşıtı olduğunun iddia edildiği bir ülkede her türlü söylenti ve itham ortaya atılabilir. Cumhurbaşkanı Sezer mesleki yaşamı boyunca şaibelere bulaşmamış, temiz bir isim. Yargıçlık yaptığı sürede bir tek davası Yargıtay'dan dönmemiş. Belleklerde kalan en canlı izleri, dürüst, tarafsız, çalışkan, sade bir yargıç olması. Makamını ve ünvanını kişisel işlerinde kullanmamış nadir insanlardan. Sıradan bir yurttaş gibi sade, ayrıcalıksız bir yaşam sürmüş. Sezer'in kamuoyu yoklamalarında güvenilirlik sıralamasında ilk sırada yer almasının temel nedeni de bu sanırım.

Sezer'in kamuoyuna yansıyan portresi nasıl?

Cumhurbaşkanı Sezer, zannedildiğinin tam aksine esprili bir insan. Mesleki yaşamında son derece ciddi ve mesafeli olduğu doğru. Bu onun meslek anlayışının bir gereği. Uyguladığı tasarruf tedbirleri nedeniyle cimri, eli sıkı bir insan olarak sunuldu zaman zaman. Kamu harcamalarında bu doğru. Devletin beş kuruşunun bile gereksiz şekilde harcanmasına karşı. Ama özel yaşamında son derece cömert ve konuksever olduğuna yakın çalışma arkadaşları tanıklık ediyorlar. Lükse düşkün olmayan, şatafata iltifat etmeyen, şöhretten uzak duran bir kişilik. Yine Cumhurbaşkanı Sezer özel ilişkilerinde, esprili ve hazırcevap bir insan. Kendisini dalgaya alacak kadar eleştirel bir kişiliği var. Klasik değerlere bağlı, ama yeniliklere de açık. Her zaman mükemmeli arayan, emeğe büyük değer veren, çalışkan, dürüst, titiz bir insan. Doğru bildiği konularda direngen, hatta sabit fikirli olduğu söylenebilir. Mesleki yaşamının her safhasında bunu gözlemleyebiliyoruz. Başak burcunun özelliklerini taşıyor. Çankaya'daki yakın çalışma arkadaşlarını da kendisine benzeyen nitelikli insanlardan seçiyor. Kitabın bir bölümünde Köşk'teki en yakın çalışma arkadaşlarına ve danışmanlarına ilişkin bilinmeyen pek çok bilgiler de yer alıyor.

Siyasi eğilimleri konusunda neler söylersiniz?

Her insanın siyasal bir eğilimi olması doğal. Cumhurbaşkanı Sezer hakkında CHP'li olduğu konusunda iddialar dile getirildi. Sezer'in en yakın arkadaşlarının sosyal-demokrat ve CHP'li olmaları bu iddiaların dayanağı. Sezer Cumhuriyet kuşağından bir başöğretmen çocuğu. Hukuk Fakültesi'nde öğrencilerin büyük bir çoğunluğu gibi CHP'ye sempati duymuş olabilir. Ama o dönemde siyasal eylemlerden de uzak durabilmiş. Mezun olduktan hemen sonra hakimlik görevine başladığı için siyasal eğilimlerini mesleki yaşamının dışında tutmayı başarmış. Dicle ve Yerköy'de yanında çalışanlar, "Sezer'in siyasi görüşü nedir, hangi partiye oy verirdi bilmezdik" diyorlar. Bir dönemler CHP'ye olan sempatisinin Atatürk'ün kurduğu bir parti olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Sezer'in inançlara saygılı laiklik anlayışı sadece dinsel konulara has değil, hakimlik görevinde de baskın bir nitelik; siyasal eğilimlerini verdiği kararlara yansıtmamak konusunda son derece titiz davranmayı içeriyor. Aynı yaklaşımını Cumhurbaşkanı olarak sürdürdüğü kanısındayım. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Sezer'i şu ya da bu partiyle ilişkili göstermek doğru olmaz kanısındayım.

Anka Yayınları, 
Tel: 0 212 513 30 30

ABDULLAH MURADOĞLU KİMDİR?

Abdullah Muradoğlu Tokat'ın Zile İlçesi'nde doğdu. İlk ve orta öğretimini Tokat'ta, lise öğrenimini Kayseri'de tamamladı. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, Kamu Yönetimi Bölümü'nden mezun oldu. Yaklaşık on yıldır gazetecilik yapan Muradoğlu, Yeni Şafak gazetesi Haber Merkezi'nde muhabirlik ve araştırmalar yapıyor. Evli, üç çocuk babası.

https://www.yenisafak.com/arsiv/2001/ocak/27/kultur.html


***

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 33



TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL ÖNCESİ  VE SONRASI  
BÖLÜM 33



Ali Necati Dogan 

12 Eylül Darbesi, Öncesi Olaylar, Gerekçeleri ve Sonuç 

  12 Eylül Darbe si veya İhtilal i, Türkiye’de, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale olarak teknik bir tanımla aktarılmaktadır. 27 Mayıs 1960 müdahalesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarakta betimlenebilir. 

Fakat *12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbe, Türk demokrasisinin hedef olduğu en ağır bunalımlardan biri olarak tarihe geçmiş, tarihe geçmekle kalmayıp Türkiye’nin bugünü ve geleceğinede bir sis bulutu gibi çökmüştür.* *Türkiye'de haklar ve özgürlüklerin askıya alındığı darbe döneminin izleri yıllar boyunca silinmemiş, askeri yönetimin yaptığı anayasa henüz değiştirilememiş; düşünmeyen, bilmeyen, araştırmayan ve itaatkar bir insan yapısının oluşumu için her türlü baskı ve sindirme politikası uygulanarak Türkiye’nin geleceğide ipotek altına alınmıştır. * Bu müdahale ile ilk etapta beklendiği gibi 6. Demirel hükümeti ve TBMM feshedilmiş, sendika ve derneklerin faaliyetleri durdurulmuş ve genel sıkıyönetim ilan edilmiştir. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırılmış ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başlamışdır. Asıl sorun ise bu tasarlanan ülke konjektüründe ve tasarlamanın gerçekleştirilmesinde uygulanan şiddetli sindirme politikalarında 
yaşanmaktadır. Ayrıca 12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedilmiş, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutulup, ardından yargılanmıştır. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye'de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturmuştur. 

*Ülkeyi tüm bu sürece sürükleyen olaylar ve darbeye dair öne sürülen gerekçelerin bazıları aşağıda ele alınmaktadır;
* *-Darbenin öncesi olaylar ve gerekçeleri - * 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında *ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler*, 

TBMM'nin birçok tur ardından *Cumhurbaşkanı'nı Seçememesi* ve 6 Eylül günü Konya'da Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi**gibi 12 Eylül tarihine ait somut olaylar gösterilmiştir. 

  _ Daha uzun vadede ise 1980 öncesi gerçekleşen bazı siyasi cinayetler şunlardır; 

1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi Teşvikiye'de, 
10 Eylül'de TKP Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde, 
Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde, 
19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te, 
28 Eylül'de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, 
19 Kasım'da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İhsan Darendelioğlu İstanbul Beyazıt'ta, 
20 Kasım'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi'nde, 
3 Aralık 1979'da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Çoşkuner İzmir Agora semtinde, 
7 Aralık'ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim  üyelerinden Cavit Orhan Tütüngil İstanbul Levent'te, 
11 Nisan 1980'de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 
27 Mayıs'ta Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da, 
24 Haziran'da Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok*evinde eşi ve kızıyla birlikte*, 
15 Temmuz’da Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde, 
19 Temmuz'da Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul'da Dragos Deniz Kulübü'nden çıkarken, 
22 Temmuz'da Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler**İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. İstanbul 
Ayrıca 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel'in "70 sente muhtacız" sözü ile özetlenen *dış ticaret açığındaki artış ve döviz darboğazı ile işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları* ise ekonomik bazı gerekçeleri oluşturmaktadır. Tüm bu sorunların üzerine; *ekonomik olarak yaşayan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacalığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin 
düşürülmesi, serbest döviz kuru* gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Bunun için Süleyman Demirel Turgut Özal'ı başbakanlık *
müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma tarihe 24 Ocak kararları olarak geçmiştir. Ülke her türlü bölünmüş, hiçbir yapılanma birlik oluşturamamaktadır. Bu bölünmüş yapıların birbirleri ile çatışmasının önüne geçilememiştir. Ülkede huzuru ve güvenliği sağlamakla görevli Emniyet Teşkilatı bile mensupları arasında kurulmuş olan Pol-Bir**ve Pol-Der dernekleri diye ikiye bölünmüştür. 
Ayrıca Emniyetle ilgili olarak huzuru ve güvenliği sağlamakla görevli bu teşkilatın yaşanılan birçok olayla ilgili olduğu gayet açık bir şekilde bilinmektedir. Tüm bu kargaşa ve bölünmüş yapı içerisinde Sağ ve sol siyasi hareketin önde gelen temsilcileri ve tanınmış birçok kişi sağ ve sol gruplara mensup militanlar tarafından öldürülmüş, darbe öncesinde *siyasi cinayetlerin sayısı ise her gün ortalama 30'a ulaşmıştır*. 
Böyle bir durumda gelen *askeri darbe önce her kesim tarafından kargaşaya son vereceği, ölümleri sonlandırcağı için olumlu karşılanmış fakat süreç hiçte beklenildiği gibi gerçekleşmemiş şiddet ve kargaşanın devamı tek yönlü olarak askeri yönetim tarafından devam ettirilmiştir. 

* Ayrıca *NATO* güney kanadının en önemli üyelerinden olan Türkiye'nin siyasi ve ekonomik iktidarsızlığı özellikle ABD tarafından endişe ile gözleniyor ve 1979 yılında meydana gelen *İran İslam Devrimi*, ardından aynı yıl içinde *Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesi* üzerine Türkiye'nin önemi ABD politikaları için vazgeçilmez bir hal alıyordu. Bu durumda *ABD’nin Türk politikasına ve yönetimine yön verme çabaları yeni bir başlangıcı zorunlu kılıyordu*. ABD yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a 
"Bizim Çocuklar işi bitirdi" anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül'de ABD'nin rolü konusunu da tartışmalara açtı. İlk kez Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül 04.00 adlı kitabında ortaya atılan, 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze'in askeri müdahaleyi haber alırken haberi ulaştıran diplomatın your boys have done it senin çocuklar işi bitirdi - anlamındaki konuşması*, 12 Eylül Darbesi içinde ABD'nin rolü* konusunda tartışmalara neden olmuştur. 

Paul Henze 2003 yılında Zaman Gazetesi'ne verdiği demeçte sözlerinin Mehmet Ali Birand'ın uydurması olduğunu belirtmiş, ancak kısa bir süre sonra Birand 2007'de Henze ile yaptığı görüşmenin sesli ve görüntülü kayıtlarını yayınlayarak Henze'i yalanlamıştır. Sürecin bir diğer önemli olayı ise Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresi dolduğu sırada meclisteki en büyük 2 partinin liderleri Ecevit ve Demirel daha Cumhurbaşkanlığı için aday bile belirlememişlerdi. Son anda adaylar bulundu fakat seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamıyordu. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü *yeni Cumhurbaşkanı seçilemedi*. 

CHP'nin adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Muhsin Batur, MC Partilerinin(AP, MHP, MHP)adayı ise eski 1.Ordu Komutanı emekli Orgeneral Faik Türün'dü. Seçimlerde CHP adayı Muhsin Batur en fazla oyu almasına rağmen salt çoğunluk sağlanamadığı için cumhurbaşkanı seçilememiştir. Bu durumsa ülkeyi daha kötü günlere sürüklemiştir. Sürece etki eden olaylardan seçilen bazı örneklerden bir diğeri ise Fatsa olayı olarak aktarılabilir. 14 Ekim 1979'de yapılan ara seçimler sonrası Dev-Genç'e yakınlığı ile bilinen bağımsız aday Fikri Sönmez Fatsa Belediye Başkanı olmuştur. Belediye direniş ve halk komiteleri şeklinde örgütlenmişti ve bu durum mevcut iktidar ve ordu tarfından hiç tasvip edilmemişti. Neticede 8 Temmuz 1980'de askeri birlikler Fatsa ilçesine gönderilmiş ve 9 Temmuz 1980 tarihinde Kenan Evren ordu komutanlarıyla beraber inceleme yapmak için Fatsa'ya gitmiştir. Bakanlar Kurulu tarafından, «Küçük Terör Odaklarında» baskınlar yapılmasına ilişkin kararla 11 Temmuz sabah erken saatlerinde asker ve *Polis " Nokta operasyonu" *Düzenlenmiş ve Fatsa Bağımsız Belediye Başkanı Fikri Sönmez ile beraber 300 kişi gözaltına alınmıştır ve bunlardan 250 kişi 15 Temmuz'da serbest bırakılmıştır. 12 Temmuz'da sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçede kaymakamda görevinden alınmışdır. DİSK genel başkanı ise Demirel'i Çorum'u unutturmak için Fatsa olayını yaratmakla suçlamış ve neticede Sönmez 18 Temmuz'da tutuklanmış, 12 Eylül'den sonraki süreçte ise cezaevinde ölmüştür. Kenan Evren bu ve benzeri olaylar için takındığı tavırlarla aslında 12 Eylül sonrası sürece dair önemli ipuçları vermiş, adeta yarınların ayak seslerini o günki kararları ile belli etmiştir. Kenan Evren 25 Ekim 1982'de Trabzon gezisi sırasında yaptığı bir konuşmada bu olayla ilgili şu sözleri dile getirmiştir: “Ve yine biliyorduk ki, Fatsa kurtarılmış bir kasaba idi. Oralarda Devletin kanunları işlemiyordu. 

Buralarda vatandaşlar sorunlarını, Devletin ilgili makamlarına değil, mahalle komitelerine bildirmekte ve şikayetleri kendilerinin taktıkları isimle buralardaki (Halk Mahkemelerinde) neticelendirilmekte ve hatta bu halk mahkemelerinde ölüm cezaları dahi verilmekte ve bu cezalar sokak ortasında herkesin gözü önünde kurşunlanarak icra edilmekteydi. Böyle sokak ortasında, bu mahkeme kararlarının yerine getirildiği zamanları da biliyoruz.” Süreç içerisinde yaşanan ve bu yazıda bir paragrafla geçilmesi haksızlık olacak olan *Maraş Olayları*, *Çorum Olayları, 1 Mayıs 1977* olayları ve benzeri birçok olay darbenin oluşumuna dair bir altyapı hazırlamış; sosyal, siyasal ve ekonomik olarak yaşanılan istikrarsızlık ve kargaşa ortamı neticesinde 12 Eylül Askeri darbesi gerçekleşmiştir. Süreçin kendisi darbenin gerekliliğine dair bir soru işareti 
oluşturmasına rağmen darbe sonrasında *Askeri yönetimin uyguladığı baskı ve sindirme rejimi hiçbir soruya gerek kalmaksızın kabul edilemez *olarak yorumlanmaktadır. *Sürgünler, idamlar, işkenceler, sindirme ve yıldırma politikaları ile geçen yıllar, eğitim ve yönetime dair yapılan değişikliklerle oluşturulan sistem ve askeri yönetimin kurguladığı siyasal, sosyal ve ekonomik yapı memleket üzerinde gerçekleşen her türlü çağdaşlaşma ve ilerleme adımını silerek, toplumsal bir çöküşün altyapısını oluşturmuştur. Darbenin gerekliliği tartışılabilir ama askeri yönetimin yaptıklarının ülkeye uğrattığı zaralar tartışılamaz bir gerçektir. * 

*Ali Necati Doğan* 

http://blog.milliyet.com.tr/alinecatidogan 


***


27 Aralık Muhtırası"nın Hikayesi..
    
Abdullah Muradoğlu

Muhtıra mektubu Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından Başbakan Demirel ve anamuhalefet partisi lideri Ecevit''e elden teslim edilmişti. Korutürk, muhtıra mektubunu diğer muhalefet liderlerinin yanısıra TBMM Başkanı ve Cumhuriyet Senatosu Başkanı''na da göndermişti. ''12 Eylül'' darbesini yargılayan mahkeme, 27 Aralık 1979''da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk''e verilen ''muhtıra mektubu''nun orijinaline henüz ulaşamadı. 27 Aralık Muhtırası 12 Eylül''e giden yolu açmıştı.
14 Ekim 1979''da Senato Üçte Bir Yenileme Seçimleriyle birlikte Meclis''te boşalan milletvekillikleri için 5 ilde ''Ara Seçim'' yapılmıştı. Beş milletvekilliğinin tümünü Adalet Partisi kazanmıştı, Senato seçimlerinde de açık arayla öndeydi.

Seçim yenilgisini CHP Hükümeti için bir ''güvensizlik'' sayan Başbakan Bülent Ecevit istifa kararı almıştı. CHP Hükümeti''nin yerine 13 Kasım''da, MHP ve MSP''nin dışardan desteğiyle Adalet Partisi ''azınlık hükümeti'' kuruldu.

Başbakanlık koltuğuna Süleyman Demirel oturmuştu. Ecevit hükümeti döneminde yaygınlaşan siyasi şiddet olayları tam gaz devam ediyordu.

Cumhurbaşkanı Esseyit Hasan Fahri Korutürk''ün görev süresi Nisan ayında sona eriyordu. Ufukta Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Daha o zamanlarda bile Cumhurbaşkanlığı için Genelkurmay Başkanı Kenan Evren''in adı geçiyordu.

Çiçeği burnunda Hükümet ekonomik krizin yanı sıra terör ve şiddet olaylarını da devralmıştı. Bu yüzden Demirel ''enkaz devraldık'' demişti.

SELİMİYE KIŞLASI''NDA MUHTIRA KARARI

Bir NATO toplantısı için Brüksel''de bulunan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 13 Aralık''da Ankara yerine İstanbul''a döndü. İstikamet 1. Ordu karargahının bulunduğu ''Selimiye Kışlası''ydı.

Kuvvet komutanları, ordu komutanları ve kolordu komutanları'' Kenan Evren''i bekliyorlardı.Toplantıda hükümete ve muhalefet partilerine muhtıra verilmesi kararı çıktı.

2 Ocak 1980''de gazetelerde Ordunun Cumhurbaşkanı''na ''uyarı mektubu ''verdiği haberi yer almıştı. Aslında altında kuvvet komutanlarının imzası bulunan ''muhtıra mektubu'' 27 Aralık 1979 günü, bizzat Kenan Evren tarafından Çankaya Köşkü''nde Cumhurbaşkanı Korutürk''e verilmişti.

1 sayfalık Muhtıra mektubuna ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşü '' başlıklı 2 sayfalık bir bildiri eklenmişti. 6 sayfalık ''terörü durdurma hedeflerine varış'' başlıklı metin de cabasıydı.

''İSTERSENİZ İSTİFA EDEYİM''

Cumhurbaşkanı Korutürk''e,TSK''nın görüşleri hayata geçirilmediği takdirde ordunun yönetime müdahele etmek durumunda kalacağı söylenmişti. Oysa TSK, görüşlerini ''Milli Güvenlik Kurulu''nda zaten dile getiriyordu. Cumhurbaşkanı da MGK''nın başkanıydı.

Askerler açısından zarlar atılmıştı, gerisi bahaneydi. Askerler, hükümete hiçbir sivil hükümetin gerçekleştiremeyeceği ağır şartlar öne sürmüşlerdi.

Genelkurmay Başkanı muhtıra mektubunun önce radyoda okutulması yönünde bir eğilim geliştiğini, ancak bundan vazgeçildiğini söylemişti Korutürk''e. Mehmet Ali Birand''ın ''12 Eylül'' başlıklı kitabında yer alan bilgilere göre Cumhurbaşkanı, Evren''e ''Peki ne yapmayı planlıyorsunuz'' diye sormuştu.

Evren, ''Eğer bunlar doğru yolu bulmazsa, Meclis''i feshetmek ve başka bir yöntem denemek gerekebilir. Bizim, bu uyarıyı yapmaktan başka çaremiz yok'' cevabını vermişti.

Cumhurbaşkanlığı eski Basın Sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yer alan bilgilere göre komutanlar Korutürk''e şunları söylemiştiler:

''Bu işler böyle gitmiyor. Siz yaşça ve kıdemce bizden büyüksünüz. Hepimizin komutanısınız. Geniş tecrübe sahibisiniz. Gelin başımıza geçin, Türkiye''yi içine düştüğü badireden kurtaralım.''

Korutürk ise komutanlara bakın nasıl cevap vermiş:

''Askeri rejimle bunların halledilmesi mümkün olmayabilir. Dış kamuoyunun tepkileri Türkiye''yi güç durumda bırakabilir. Yalnızlığa sürüklenebilirsiniz. Ama sizler ihtilal yapmaya kararlıysanız, ben bu işte yokum. İsterseniz şimdi istifa etmeye de hazırım''.

Cumhurbaşkanı Korutürk, Anayasal rejime sahip çıkmak yerine istifa etmeyi düşünmüştü.

ÇANKAYA, MUHTIRA POSTASI

CHP''li İsmail Hakkı Birler''e göre ise Cumhurbaşkanı Korutürk, komutanlardan, görev süresinin dolacağı Nisan 1980''e kadar yönetime müdahale etmemelerini istemişti. Oysa Korutürk, 1973''te Adalet Partisi ve CHP''nin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilmişti.

27 Aralık muhtırası 12 Eylül darbesinin ilk adımıydı. Askerler Cumhurbaşkanı Korutürk''e adeta bir postacı görevi yüklemişlerdi. Korutürk, Başbakan Demirel ve ana muhalefet partisi lideri Ecevit''i Köşk''e çağırarak muhtırayı kucaklarına bırakmıştı.

Demirel de, Ecevit de ''muhtıra mektubu''ndan 2 Ocak günü haberdar olmuşlardı.

Korutürk''ün danışmanı ve basın sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yazdığına göre uyarı mektubu çoğaltılarak, Meclis Başkanı Cahit Karakaş''a, Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil''e, Cumhuriyet Senatosu ''Milli Birlik Grup Başkanı Fahri Özdilek''e, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara''ya gönderilmişti.

Muhtıra''nın birer nüshaları Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş''e, Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan''a, Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan''a da postalanmıştı.

Maalesef, hükümeti darbe ile tehdit eden uyarı mektubu karşısında Cumhurbaşkanı, iktidar ve muhalefet partileri ortak bir tavır sergileyemediler.

CHP DARBEYİ ÖNLEYEBİLİRDİ

CHP''nin önemli simalarından merhum İsmail Hakkı Birler ''CHP''li yıllar'' başlıklı kitabının ''CHP, CHP olsaydı, darbeyi durdurabilirdi'' bölümünde şöyle diyordu:

''Bana göre 12 Eylül Cuma günü değil, 10 Eylül Çarşamba günü olmuştur. Zira o gün yapılan CHP grup toplantısında sergilenen manzara, CHP''nin artık istemediği şeyleri engelleme gücünün kalmadığını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Darbecilere adeta yeşil ışık yakılmıştır.''

Birler''i bu kanaate sevkeden gelişmeler, Adalet Partisi ve CHP arasında gerçekleşecek bir ''büyük koa-lisyon'' önerisinin Demirel tarafından kabul görmemesinin yanısıra Adalet Partisi''nin erken seçime gitme öne-risinin de CHP''lilerin çoğunlukta olduğu Anayasa Komisyonu''nda reddedilmesiydi.

CHP''liler bu öneriyi, Cumhurbaşkanı seçilmeden erken seçim kararı almanın Anayasa''ya aykırı olacağı gerekçesiyle kabul etmemişlerdi. Yani, darbe göz göre göre gelmişti.

2 Ocak günü, Cumhurbaşkanı Korutürk ve Demirel ''Muhtıra''yı sineye çekmek yerine, darbe yapmayı kafaya koymuş olanları hesaba çekseydiler Türkiye ''12 Eylül'' felaketini yaşamayacaktı.

Celal Bayar az kalsın kendini öldürecekti!

''12 Mart'' darbesi gerçekleştiğinde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Cevdet Sunay oturuyordu. Süleyman Demirel Hükümeti''ne verilen askeri muhtıra karşısında Cevdet Sunay, askerlerin tarafında yer almıştı. Oysa Sunay''ın seçilmesinde Demirel''in dahli vardı. ''28 Şubat'' darbesinde'' 12 Mart'' ve ''12 Eylül''ün mağduru olmuş olan Süleyman Demirel oturuyordu. 28 Şubat, 12 Mart''ın kopyası gibiydi. 12 Mart muhtırasının verildiği gün Başbakan Demirel istifa etmiş, yerine ''ara rejim'' hükümeti kurulmuştu. 28 Şubat ise 12 Mart''ın 1 günde yaptığını birkaç aya yaymıştı, fark buydu. 12 Mart''ın balyozu ''sol''un tepesine inmişti. 28 Şubat''ın balyozu ise ''mütedeyyinler''i hedef almıştı. Demirel, 28 Şubat darbesinin Refah-Yol Hükümeti''ni düşürmesine ve mütedeyyin kesimleri ezmesine göz yummuştu. Hatta Demirel''in rolü göz yummadan daha fazlasıydı. 27 Mayıs''a gelince.. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Çankaya Köşkü''nde kendisini tutuklamak isteyen darbecilere direnme cesareti göstermişti. Küçük tabancasına el atarak teslim olmaktansa cuntacılara ateş etmeyi, sonra da intihar etmeyi bile düşünmüştü. Tümgeneral Burhanettin Uluç, Köşk''te karşısında teslim olmak istemeyen bir Bayar görünce ''Millet ve ordu sizi istemiyor. Buna bizi siz mecbur bıraktınız'' diye bağırmış, Bayar da ''Bu işi siz yapamazsınız. Buraya seçilerek geldim'' diyerek karşılık vermişti. Bayar darbeyi önleyememişti ama hiç olmazsa direnmeyi göze almıştı.

Darbecileri mağdur eden darbeciler..

''27 Mayıs'' darbesini yapan ''Milli Birlik Komitesi'' üyeleri 1961 Anayasası''na konulan bir maddeyle dokunulmazlık zırhına büründürülmüşlerdi. Buna göre MBK üyeleri ''Tabii senatörler'' olarak yaşam boyu görev yapabileceklerdi.

Görev süreleri dolan Cumhurbaşkanları da ''Tabii Senatörlük'' niteliği kazanmışlardı. ''12 Mart''ın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunun verildiği dönemde Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk de 1980''e kadar Tabii Senatör olarak görev yapmışlardı.

Cumhurbaşkanlarından sadece Celal Bayar, 1974''de kendisine teklif edilen Tabii Senatörlüğü, ''Ben ömrüm boyunca demokrasi için mücadele ettim. Demokrasilerde tabii senatörlük yoktur'' diyerek reddetmişti.

12 Eylül darbesiyle Meclis''in yanı sıra Senato''nun kapısına kilit vurmuştu. 1982 Anayasası Senato''yu tümden ortadan kaldırmıştı.

Tabii Senatörlük fikrini ortaya atan da CHP olmuştu. Bu fikri Temmuz 1960''da ilk defa kamuoyuna açıklayan Bülent Ecevit idi. Ecevit''e göre darbeciler, Tabii Senatörler olarak ''27 Mayıs rejimi''ni koruyabilirlerdi.

İlkin ''bu bir siyasi rüşvettir'' diyerek karşı çıkan darbeciler bir süre sonra sistemi denetlemek vve kollamak gerekçesiyle öneriyi kabul etmişlerdi. Milli Birlik Komitesi''nden tabii senatör olanlar ''Milli Birlik Grubu'' adıyla görev yaptılar.

1970''lerin sonlarına doğru ''Milli Birlik Grubu'' ile ''CHP'' arasındaki bağlantıyı CHP Genel Sekreter Yardımcısı sıfatıyla İsmail Hakkı Birler sağlıyordu. Birler, Milli Birlik Grubu''yla yaptığı toplantıları bir rapor halinde Ecevit''e bildiriyordu.

''12 Mart'' darbesini destekleyen Tabii senatörler, Baas tipi bir rejim kurmak için darbe hazırlığı yapan ''9 Mart cuntası''nın sivil liderlerinden Doğan Avcıoğlu''nun ''Devrim'' gazetesinin yazarları arasındaydılar.

'' Milli Devrim ordusu'' adında bir gizli teşekküle mensup oldukları gerekçesiyle suçlanan bazı Tabii Senatörlerin 12 Mart darbesinden önce dokunulmazlıkları kaldırılmıştı. ''Anayasa Mahkemesi'' kararıyla senatörler dokunulmazlıklarını tekrar kazanmışlardı. 12 Mart''tan sonra dokunulmazlığı kaldırılan Ekrem Acuner''in dokunulmazlığı da aynı şekilde iade edilmişti.

1980 Eylül''ünde ''Senato Milli Birlik Grubu''nda 8 ''tabii senatör'' bulunuyordu. 19 yıldır görevdeydiler. 12 Eylül darbecileri, 27 Mayıs darbecilerinin ''ömür boyu senatörlük'' ödüllerini rafa kaldırmıştı. Mağdur edenler, bu kez kendileri mağdur olmuşlardı.

Kenan Evren''e kutlama telgrafı göndermiş!

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunu Cumhurbaşkanı Korutürk''e elden teslim ettiğinde iş başında 35 günlük ''Süleyman Demirel hükümeti'' vardı. Oysa siyaset koridorlarında ''askerler darbe hazırlığı içerisindeler'' söylentisi ''Ecevit hükümeti'' döneminde ayyuka çıkmıştı.

CHP Hükümeti''nde Başbakan Yardımcısı olan Faruk Sükan ordu içerisindeki gelişmelerden bilgi sahibiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1979''da sürpriz bir şekilde görevinden istifa etmişti. Başbakan Ecevit''in Sükan''ı istifa etmemesi yönündeki ısrarlı girişimleri sonuç vermemişti. Sükan, Ecevit''e şöyle demişti:

''Arkadaşlarımla, Demokratik Parti''nin ileri gelenleriyle konuştum. Onlar bir askeri darbenin hazırlandığını bildiklerini açık bir şekilde anlattılar ve partili olarak benim de bu dönemde sorumluluk mevkiinde bulunmamı istemediklerini belirttiler.''

Sükan''ın bu sözleri karşısında irkilen Ecevit ise şu şekilde karşılık vermişti:

''Söyledikleriniz çok vahim. Ben derhal Cumhurbaşkanı''na gider ve bu söylediklerinizi naklederim. Böyle bir şey varsa, onun bilmesi gerekir.

Sükan, ''Nasıl isterseniz'' diyerek karşılık vermişti.

Ecevit dediğini yapmış, hemen özel bir uçakla İstanbul''a hareket etmişti. İstanbul''da Florya''da bulunan Cumhurbaşkanı Korutürk''ü ziyaret ederek Sükan''dan duyduklarını nakletmişti. Cumhurbaşkanı, ''kesinlikle böyle bir şey bilmiyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, eğer bir darbe olursa ben buna karşı vaziyet alırım'' demişti. Ecevit, rahatlamıştı.

27 Mayıs''ı ve 12 Mart''ı görmüş, deneyimli bir siyasetçi olan Ecevit''in rahatlaması için ciddi bir sebep yoktu. Askerlerle iyi ilişkileri olan Sükan''ın istifası aslında herşeyi anlatıyordu.

''Darbe olursa buna karşı vaziyet alırım'' diyen Korutürk 13 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren Paşa''ya bir telgraf göndererek kutlamıştı.

CHP şimdi 12 Eylül davasına müdahil olarak katılma kararı aldı. İlginç bir tesadüf, Korutürk''ün oğlu Osman Korutürk şimdi CHP milletvekili.

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/27-aralik-muhtirasinin-hikayesi-31963?mobil=true

Abdullah Muradoğlu KİMDİR;
Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi "Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi" bölümü mezunu. 15 yıldan uzun zamandır basın 
camiasının içinde yer aldı. 1997 yılından bu yana Yeni Şafak Gazetesi Haber Merkezi'nde özel haberler, dizi yazıları, araştırma yazıları, 
röportajlar, tarih sayfaları ve köşe yazıları yazdı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti  2004 Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri Röportaj Dalı'nda ödüle 
layık görüldü. Biyografi alanında dört kitap yayınladı. Sivil toplum kuruluşlarında çeşitli görevler üstlendi. 

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/yazar-hakkinda


...

  _ ÖZEL NOTUM;

1952 DOĞUMLUYUM.. 1959 DAN İTİBAREN ÇOCUKLUĞUM.., GENÇLİĞİM VE BUGÜNLERİM.., YUKARIDAKİ OLAYLARI  HER TÜRK VATANDAŞI GİBİ BENDE YAŞADIM.., 

OLAYLARIN AKIŞI SONUCU HER  DÖNEM TÜRK HALKI VE  GENÇLİĞİ ZARARLI ÇIKTI..

DÜNYANIN GELİŞMİŞ ÜLKLELERİNDE SİYASİLER  BİR DÖNEM GÖREVİNİ  TAM MANASIYLA 4X4 İFA EDER VE  GÖREVİ BİR SONRAKİNE
DEVİR EDER.. VE KÖŞESİNE ÇEKİLİR DANIŞILIRSA FİKİR BEYAN EDER..
BİZDE SİYASET  SANKİ SANAT 50 YILDIR AYNI SİYASİLER İŞ BAŞINDA ( PARTİ ADI DEĞİŞİR  SİYASETÇİNİN ADI DEĞİŞMEZ )
ÖMÜR BOYUDA..EMEKLİLİĞİN KEYFİNİ ÇIKARIR YİNEDE KONUŞMADAN DURAMAZ .., 
ÖLÜNCE SİYASETİ BIRAKMIŞ  OLUR.. İŞTE YUKARIDAKİ OLAYLAR VE TABLONUN NETİCESİ ( POLİTİK ACILARA EN GÜZEL ÖRNEKTİR..)

BÖYLE BİR SİYASİ YAPI..,  TOPLUM ARASINDAKİ KOPUKLUK.. TOPLUMU AYAKTA TUTACAK OLAN SOSYLA DERNEKLERİN İÇERİSİNE SİYASİ YATIRIM KİŞİLERİN ELE GEÇİRMESİ..,

TÜRKİYEYİ 12 EYLÜLE GETİRMİŞTİR.. YİNE ANAYASANIN VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN İÇ HİZMET YÖNETMELİĞİ 35 MADDESİ GEREGİ ÜLKENİN SELAMETİ İÇİN ASKERİ MÜDAHALE   KAÇINILMAZ OLMUŞTUR.. 27 MAYIS 1960 DAN FARKİ HİÇBİR SİYASETÇİ İDAM EDİLMEMİŞTİR..  LAKİN  SUÇ İŞLEYENLERDE CEZASIZ KALMAMIŞTIR..SİYASİ HAYATLARI SONA ERMİŞTİR.. SON 50 YILIN SİYASİ TARİHİ GELİŞMELERİNİ OKUDUGUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDERİM..
TAKDİRLERİNİZE.
SAYGIYLA

34 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK.


..