KÜRTÇE TV etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KÜRTÇE TV etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Şubat 2016 Salı

ALIŞIRSINIZ ALIŞIRSINIZ DEMİŞLERDİ ALIŞTIK...




ALIŞIRSINIZ   ALIŞIRSINIZ  DEMİŞLERDİ  ALIŞTIK...



Özal haklıymış: Alıştık!

Serap Yeşiltuna

05.01.2009/Sayı:218






Bugün PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmeyen Barzani ve Talabani, “Dayı” diye hitap ettikleri Özal’dan o dönem her türlü desteği alabiliyordu. Barzani’ye uluslararası alanda rahat seyahat edebilsin diye ''Türk Pasaportu '' veren de TURGUT Özaldı.




Türkiye Özalcılıkla Tanışıyor, ona Alışıyor

Biz 12 Eylül karanlığının gölgesinde yaşadık çocukluğumuzu. Sözde bir yumuşama ve % 90’ların üstünde güvenoyu almış bir 12 Eylül Anayasasının kazandırdığı sözde bir barış ortamının içinde yani.

İlk serbest genel seçimlerin ardından, 1983’te, Türkiye sivil bir iktidarla değil, uzun yıllar Türkiye’yi esir alacak bir Kürt-İslam dayatmasıyla tanışmıştı. Bu, Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’ydi. Darbeyle solun tükenme noktasına getirildiği, hiç de demokratik olmayan bir ortamda kazanılan bu seçimlerin ardından, 1987’de yapılan ikinci genel seçimler ise Özal iktidarının güven tazelemesi oldu.

Türkiye artık “Özalizm”le tanışıyor, onu kanıksamaya başlıyordu. Bunun bir ideoloji değil “anlayış” olduğunu anlayamadan.
İlk renkli televizyonların da hayatımıza girdiği yılları yaşıyorduk. Bu renkli televizyonlardan evlerimize giren, her hafta yayınlanan bir Türk filmi, bir iki çizgi film ve eğlence programı, ama en çok da Turgut Özal’ın kendisiydi. “İcraatın İçinden” programlarıyla bir yandan Özal kendi reklamını yapıyor, bir yandan da faşizm Türk Milletine yavaş yavaş kabul ettiriliyordu.
O yıllardan hatırımızda en çok kalan şey, gözümüzün içine sokulan bir dolma kalem ve Özal’ın saatler süren nutukları ve can sıkıcı gülüşüydü.
Bu belki çocuk hafızamıza yer eden bir ayrıntıydı, belki de ailelerimizin televizyon başında ettiği küfürlerin bilinçaltımıza işlemeseydi. Ama Türkiye’nin bir dönüm noktasında olduğunu da hissediyorduk.

Özal iktidarı neyin ifadesiydi peki?

Bunu en iyi anlatan şey Özal’ın kendi sözleridir aslında.
“Benim Memurum işini bilir”,
“Ben Zengini Severim”,
“Anayasayı bir kere de biz delsek ne olur”,
“Türk dediğin nedir ki”,
“Tren yolları Komünist işidir”
gibi pek çoğu Türk siyasi tarihine geçmiş olan bu sözler, tek tek bile ayrı bir incelemenin konusu olabilir.
Ama solcular açısından en çok yürek yakanı Kasım 1989’da Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından “alışamadık” diyenlere “alışırsınız, alışırsınız” diye cevap vermesi olmuştur.
Bunu özellikle 80’den sonra kendilerini “sosyal demokrat” olarak ifade etmeye başlayan solculara söylemiştir. Erdal İnönü’nün ifadesi ile “Aslan sosyal demokratlar”a yani…
Bugün bu yürek yakıcıdır; çünkü o dönem alışamayan solcuların hepsi bugün her şeye alışmıştır.
Alışırsınız, Alışırsınız” ifadesi söyleniş şekliyle bile oldukça alaycıdır, ama alaycı bir öngörü! Buradan incelenmesi gereken iki mesele var:
O dönem alışılamayan nedir?
Özal iktidarı neyin başlangıcıdır, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna yakışmamasının sebebi nedir?

Solcular neden rahatsızdır?

İkinci olarak da, bugün alışılıp temel politika haline getirilen nedir?
O gün Özal’a alışamayan solcular ne olmuştur da bugün önce Tayyip’e, sonra da Abdullah’a alışmıştır?





İlk renkli televizyonların da hayatımıza girdiği yılları yaşıyorduk. Bu renkli televizyonlardan evlerimize giren, her hafta yayınlanan bir Türk filmi, bir iki çizgi film ve eğlence programı, ama en çok da Turgut Özal’ın kendisiydi.
“İcraatın İçinden” programlarıyla bir yandan Özal kendi reklamını yapıyor, bir yandan da faşizm Türk Milletine yavaş yavaş kabul ettiriliyordu.
O yıllardan hatırımızda en çok kalan şey, gözümüzün içine sokulan bir dolma kalem ve Özal’ın saatler süren nutukları ve can sıkıcı gülüşüydü.

Bu belki çocuk hafızamıza yer eden bir ayrıntıydı, belki de ailelerimizin televizyon başında ettiği küfürlerin bilinçaltımıza işlemeseydi. Ama Türkiye’nin bir dönüm noktasında olduğunu da hissediyorduk.

“Özalizm” piyasacılıktır, köşe dönmeciliktir Özal dönemi gerçekten de Türkiye’de karşı devrimin somut biçimde yerleşmesini getirmiştir.

O sadece TRT ekranlarından hayatımıza giren adam değil, geleceğimizi de ABD’ye teslim eden, Kürtçülüğün ve şeriatçılığın tohumlarını eken adamdır.
24 Ocak 1980 kararlarının mimarıdır Turgut Özal. Serbest piyasa ekonomisini hayata geçiren, devletçiliği ve planlı ekonomiyi bitiren, özelleştirmeleri başlatan, dış ticareti ve faizi serbestleştiren bu ekonomik kararların hazırlayıcısı, 12 Eylül öncesinde Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilen Turgut Özal’dır. Daha Başbakan olmamıştır, ama 12 Eylül öncesinde siyasetin içinde olup, 12 Eylül’de yargılanmadan iktidara gelen tek adamdır ve 24 Ocak Kararlarının da uygulayıcısı olacaktır.
Türk Parasını Koruma Kanunu’nu kaldıran adamdır Turgut Özal. Cumhuriyet dönemi iktisat yasalarının sembolü sayılan bu yasayı kaldırarak, emperyalizmin saldırılarına açık bir ekonomi yaratmış, Türk piyasasını yabancı sermayeye açmıştır.

AB ile ilk Gümrük Birliği anlaşmalarının mimarıdır aynı zamanda.

Yani Özal dönemi, ekonomide devletçiliğin tamamen sıfırlandığı bir dönemdir. Solcuların öncelikle alışamadığı bu olmuştur. Özal “ Zengini Seven” ve köşe dönmeciliği yerleştiren adamdır.

Solcular alışamamıştır Özal’a, çünkü o iktidara tırmanırken, dönemin aydınları yargılanmakta, işkence tezgahlarından geçmektedir.
Tabi bunlar bizim televizyonlarımızın ekranlarında yoktur. Bizim gördüğümüz “icraatlar”dır, ‘kalkınma programları’dır yalnızca. Her şeyi serbest hale getiren Özal, siyaset yasaklarının kalkmaması için çırpınmaktadır bir yandan.
“Bir koyup beş almak” siyaseti: Kürtlere verilen ilk tavizler
Turgut Özal Kürtçülüğün tohumlarını yeşerten adamdır aynı zamanda. Bir Kürt’tür ve federasyon tartışmalarını ilk kez gündeme o getirmiştir. PKK’nın ilk eylemlerini başlattığı dönemde Başbakan’dır ve Cumhurbaşkanlığı döneminde “Irak pastasından pay almak” politikasıyla, Saddam’a karşı ve ABD’nin tam destekçisi olarak tüm Kürtlerle uzlaşıyı seçmiştir.

“Bir koyup beş almak” sözleriyle gündeme oturan Özal, kişisel dostum dediği baba Bush’la sık sık görüşüyor, açıkça “savaş sonrası Türkiye sofraya değil masaya oturacak, o bölgede harita değişecek, söz sahibi olmamız lazım” diyordu.
Bugün PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmeyen Barzani ve Talabani, “Dayı” diye hitap ettikleri Özal’dan o dönem her türlü desteği alabiliyordu. Barzani’ye uluslararası alanda rahat seyahat edebilsin diye Türk Pasaportu veren de Özaldı.
Solcuların ona alışamaması normaldi. Çünkü Özal, “kendi Kürtleriyle barışmayan Kuzey Irak’a el atamaz, benim ninem de Kürttü” diyerek Kürtçülüğe karşı çıkarılmış pek çok yasağı kaldıran adamdı aynı zamanda. PKK’yı bugün Meclis’e taşıyacak olan siyasileşmenin tohumlarını atan adam…
Gösterilerde ilk kez Apo posterleri, PKK bayrakları açılıyor, kanlı Nevruz kutlamaları başlıyordu. Açılımlar PKK’yı daha da büyütüyordu.
“Masaya oturma” siyaseti Özal’la başlıyordu.

Özal İslamcıdır, Türbancıdır

Solcular alışamamıştır çünkü; Turgut Özal Nakşibendi tarikatına bağlı bir islamcıdır aynı zamanda. 1990 yılında türbanı üniversitelerde serbest bırakan yasayı onaylayan adamdır.
Daha 1977 seçimlerinde Milli Selamet Partisi’nden İzmir milletvekili adayı olmuş bir adamdır. Bugünün AKP’sinin temellerinin atıldığı partiden yani.
MSP ki, 1980 Konya Mitingi’nde, cübbe, takke, fes giymiş militanlarının yeşil bayraklarla yürüyerek “dinsiz devlet yıkılacak elbet”, “şeriat gelecek, vahşet bitecek” sloganları attığı bir partidir. Miting 12 Eylül’e gerekçe olmuştur ama yöneticileri delil yetersizliğinden serbesttir. Turgut Özal’da 3 yıl sonra Başbakan!
Solcular içine sindirememiştir bu Kürtçü, Şeriatçı, piyasacı adamı. Özal da işte böyle bir ortamın içinde söylemiştir o sözünü.

Alışırsınız, Alışırsınız…

Ve bugün alışmıştır solcular.

Alışma ve Duyarsızlaşma

Bu durum sosyojinin konusudur ama biraz da psikolojinin.
Bir duyu organını etkileyen uyarıcının şiddetinde ve özelliğinde bir değişiklik olmadığı halde, uyarıcının etkisinin azalmasına, daha sonra da kaybolmasına psikolojide “alışma” denir. Organizma belirli bir uyaranla sürekli olarak karşılaşırsa bir süre sonra o uyarana tepkide bulunmaz.
Bu çok basit bir psikoloji tanımı. Burada uyarıcı olan sağcılıktır, Kürtçülük, şeriatçılık, Amerikancılık, piyasacılıktır. Tanımın aksine uyarıcının şiddetinde ve özelliğinde bir değişiklik de vardır. Sürekli artmakta ve sürekli daha net ve gözle görülür hale gelmektedir.
Özal döneminde başlayan uygulamalar, Tayyip iktidarıyla birlikte şiddetini artırmıştır. Tam tersine alışmaya karşı bir direnç göstermesi gereken solcular, bu politikaları reddetmek yerine temel politika haline getirmişlerdir.
Örneğin Altı Ok bir direnç olabilecekken, CHP, önce devletçilikten verdiği tavizlerle özelleştirmelerin destekleyicisi olmuştur. Özal’ın piyasacılığını eleştiren solcular, Tayyip’in piyasacılığına alışmış, özelleştirmeyi parti programlarına koymuştur.
Atatürk milliyetçiliği mihenk taşıdır örneğin, önemli bir direnç olmalıdır. Ancak bir dönem Özal’ın Kürtçülüğünü Amerikancılığına bağlayabilen solcular bugün Tayyip’in Kürtçülüğüne de alışmıştır. “Etnik kimlik şerefimizdir” diyerek PKK’nın her türlü isteğine boyun eğen Baykal, Kürtçe TV’yi hararetle desteklemektedir.
O Kürtçe TV’nin ilk belgeseli ise solcuların “asla” alışamayacağı Turgut Özal’ın hayat hikayesinin Kürtçesi!
En önemli direnç ise laikliktir. Belki de Türkiye’de Atatürkçülerin en son alışacağı şey laiklikten verilen tavizdir.
Ancak Özal’ın türbancılığına alışamayanlar, Baykal’ın çarşafına alışmış, hatta açılım politikası haline getirmiştir. İmam hatipleri savunan, mezhep politikasını savunan, zorunlu din derslerini savunan artık o “aslan sosyal demokratlar”dır.
Baykal çarşaflı kadınlara rozet takarken buna karşı koyan ve “alışmayacağız” diyen milletvekiline bu kez Özal’ın cevabını veren Baykal’ın kendisidir: “Alışacaksınız!”
Organizma belirli bir uyaranla sürekli olarak karşılaşmış ve bir süre sonra ona tepki vermemeye başlamıştır.
Sadece alışmakla kalmamış, duyarsızlaşmaya da başlamıştır. Hatta sonrasında uyaran haline gelmiştir. İşin en acı tarafı belki de budur. Baykal Özallaşmış, Atatürkçü ve solculara İslamcılığı dayatan kişi haline gelmiştir.
Alışma, duyarsızlaşmayla devam etmektedir.
“Duyarsızlaşma”, duygusal yönden organizmayı etkileyen bir davranışı oluşturan bir durumla tekrar yüz yüze gelinmesi sonunda sözü edilen davranışın zayıflamasına denir. Bu durum, uzun süre aynı uyaranla karşı karşıya kalan organizmada uyaranın ilk etkisini, şiddetini yitirmesi demektir.
Türkiye’de solcular Özal’a olduğu gibi Abdullah Gül’e de alışamayacaklarını söylerlerdi örneğin. Ancak hem Gül’e hem de çarşaflı eşinin Çankaya’da oluşuna alıştılar. Sonra da duyarsızlaştılar.
Cumhuriyet Mitingleri verilen önemli bir tepkiydi. Milyonlarca Atatürkçü ve solcu sokaktaydı ama bugün o kitleler, alışmanın da ötesinde duyarsızlaşmış durumda. Tekrar tekrar Abdullah’ı gören, Hayrünnisa’yı gören solcular, onların Çankaya’daki varlığına alışıp duyarsızlaşmaya başladı.
Sadece solcular değil, Ordu bile duyarsızlaşmaya başladı. Başlarda protokollere katılmayı reddeden, türbanla yan yana durmaya karşı koyan Ordu mensupları artık bunu içselleştirmiş durumda.
Alışma ve duyarsızlaşma solculuktan vazgeçerek başladı.
CHP alışmıştır, Ordu alışmıştır ve kervana katılmışlardır.
Ancak en tehlikelisi alternatifsiz solcu kitlelerin alışmasıdır. Bu da solculuğun ve devrimciliğin adının sosyal demokratlığa çevrilmesiyle başlamıştır. “Sosyal demokrat”, ilk tavizleri vermeye başlayan adamdır aslında.
O nedenle sağcılar hep dalga geçmişlerdir sosyal demokratla. O ılımlıdır, çünkü uzlaşmıştır, en azına razı olmuştur. Karşılığında sadece ufak bir yaşam alanı ister. Artık iktidar olmak gibi bir kaygısı kalmamıştır.
1987’de SHP ilk kez seçimlere katılır, 1992’de de CHP yeniden açılır ve birleşmenin ardından o CHP “Atatürk’ün ve solcuların” partisi olma iddiasıyla Türk siyasi hayatına yeniden girerken solcuların değil, o bahsettiğimiz “sosyal demokratların” partisidir. İktidar kaygısı taşımayanların. Ona oy veren insanlar da, yöneticileri de o günden beri her şeye alışmaktadır.
Solculuktan vazgeçen, taviz veren Atatürkçüler sıradanlaşmış ve sürüye katılmıştır. 80 öncesinin devrimci dinamikleri, örgütçüleri ortadan kaybolmuş ve Atatürkçü kitle başlarda verdiği tepkiyi sonra sonra unutmaya başlamıştır.
Çünkü organizma burada edilgendir, alışma ve duyarsızlaşmaya engel olmanın yolu ise onu yeniden etken kılmaktan geçer. Bunun için de farklı bir uyarıcıya ihtiyaç var:

Devrimci Dinamikler.

Solcu kitlenin alışmasının en önemli nedeni solcu olarak ortaya çıkan CHP’nin emperyalizmin ve liberallerin rotasına girmesidir. Tek alternatif olarak görülen parti o rotada olunca, kitle de buna uymaktadır.
Kim diyebilirdi ki Türkiye’de Atatürkçüler bir gün türbanı da kabul edecek diye. Ama ettiler.
Yarın türban takmak zorunlu kılınsa onu da kabul ederler. Çünkü alışmamak, mücadele etmek, karşı koymak demektir. Alışmamanın kıstasları vardır. Herkes kuru kuruya “alışamadım” denemeyeceğini bilir. Mücadeleden kaçmanın kolayı da alışmak olmuştur o nedenle.
Burada devreye girmesi gereken şey alışma ve duyarsızlaşmaya karşı koyacak devrimci bir örgütlenmedir. 12 Eylül sonrasında alışmaya direnç gösteren bunun kalıntılarıydı. Şimdi gereken şey ise bu kalıntıları bir kenara atıp yepyeni bir örgütlenme yaratmaktır.
Özal’ı seyrederek büyüyen çocukların önüne yeni yeni Özal’lar koyan ve bunları tekrar tekrar izletip, Kürt-İslamcılığı, liberalizmi, piyasacılığı, köşe dönmeciliği dayatanların aksine o çocuklardan örülü, Atatürkçü bir çatı gerekiyor. Alışmayı tersine çevirecek tek şey budur.
CHP artık alışanlar ve alıştıranların kervanına katılmıştır.
Tarihi tersine çevirmenin yolu da alışmamak ve alışmayanların önderliğinde yürümektir.
Tabi kuru kuruya alışmamak değil, çalışmaktır!



..