Gün Sazak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gün Sazak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2018 Perşembe

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 8

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN  ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 8


G-FATSA (TERZİ FİKRİ) OLAYI: 

Terzi Fikri’’ lakaplı Fikri Sönmez, Ordu Fatsa’ da belediye başkanlığı yaparken, sol grup teröristlerin Fatsa ve etrafında yuvalandıkları haberi yayılır. Fikri Sönmez devrimci olarak önce adını duyurmuş, önce TIP’ e üye olmuş sonraları yolunu THKP-C örgütünde Mahir Çayan ile birleştirmiştir. Hatta Mahir Çayan ve arkadaşlarını, Maltepe’ de hapishaneden kaçtıktan sonra Karadeniz’ e yönlendirdiği gerekçesiyle 2 yıl tutuklu kalmış ve 1974 affıyla dışarı çıkmıştır. 1979 seçimlerinde de belediye başkanlığına aday olur ve farklı bir politika güderek halk tarafından seçilir, yönetim biçimi hakkında basına verdiği demeçlerle dikkat çeker. 

Nitekim Fikri Sönmez Fatsa’ da gerçekten farklı bir politika güder. Arazi anlaşmazlıklarından kan davalarına, köy kavgalarından aile içi sorunlara kadar her türden sorun halk tarafından devrimcilerin önüne getirilmeye başlanır. Devrimciler de, bu sorunları halkla birlikte çözmeye çalışır. Belediye’ ye göre çözümsüz hiçbir sorun yoktur, halk yönetime katıldıkça sorunlar da azalır felsefesi vardır. Halk kendi kendini yönetmektedir, halkın siyasal yaşama katılımı söz konusudur. Kısacası Fatsa’ da yeni bir yaşama modeli ortaya konmuştur. 

Ordu’ nun bile girmeye çekindiği Fatsa’ ya bir gece vakti operasyon yapıldı. Emri bizzat Kenan Evren vermişti. Büyük bir askeri güç, tank ve helikopter birliklerinin desteğinde Fatsa’ ya girdi. Çok güçlü bir direniş beklentisi vardı. Ancak hiç direnme olmadı. Herkes şaşkındı. Ancak operasyonun sabahında bütün kamuoyunu şaşırtan daha doğrusu irkilten bir başka gelişme vardı. Daha önce ilçeden kaçan ülkücüler yüzlerinde maskelerle ortaya çıktı. Maskelilerin ihbar ettiği kişiler gözaltına alınıyordu. Bunların arasında Terzi Fikri ile beraber 
300 kişi daha vardı 107. 

Terzi Fikri, hapishanede yattığı 5. yılın sonunda öldü. 
1978 yılı içinde daha önceleri silahlı çatışmalar ve suikastlar biçiminde görülen şiddet olayları artık 1980’ e doğru kitlesel çatışma niteliği kazanmaya başlamış oldu. 
Kişilere yönelik suikastlarda da ünlü yazar, öğretim üyesi, sendikacı ve politikacılar hedef seçilmeye başlandı. Özellikle "sol" eğilimli olduğu bilinen yasal örgüt yönetici ve aydınlara karşı iyi düzenlenmiş silahlı saldırılar yoğunlaştı. Bu kişileri öldüren ya da azmettirenlerden pek azı yakalandı, bazısı yurtdışına kaçtı ya da kaçırıldı. Bu durum, devlet içinde yuvalanmış bazı gizli odakların, toplumun demokrasiden umudunu kesmesini sağlayarak bir askeri müdahaleye ortam sağlamak amacıyla silahlı saldırıları tahrik ve teşvik ettiği, dahası bizzatsuikastların düzenleyicisi olduğu yolunda görüşlerin haklı olarak ileri sürülmesine de yol açmıştır. Zira bireysel ve kitlesel şiddet artık halkı da canından bezdirmiştir. 

H- TARİŞ OLAYLARI: 

TARİŞ, Ege Bölgesi’ nde 80 bin üreticinin ortak olduğu ve ülkenin tarımsal 
ürünlerinin değerlendirilmesinde önemli bir yer tutan ve 11 bin civarında işçinin çalıştığı fabrikalardan oluşmaktaydı. Bir kooperatif olan TARİŞ’ in yönetim kurulları, kağıt üzerinde, üretici ortaklar tarafından belirlenmekteydi. Ancak yönetim kurulunu seçen asıl güç, büyük toprak sahipleri ve kooperatifin büyük hissedarlarıydı. Kooperatife bağlı fabrika müdürleri, genel müdür ve diğer bürokratlar bakanlıklar tarafından atanmaktaydı. TARİŞ bu görünümüyle ( Çukobirlik, Ant, Trakyabirlik, Fiskobirlik gibi) yarı resmi bir kuruluş özelliği 
taşımaktaydı. Bu özelliğinden dolayı, siyasal iktidarların her zaman üzerinde projeler geliştirdiği bir alan olmuştu. Siyasi iktidarlar TARİŞ’ e politik olarak yaklaşmıştı 108. 
İşte bu sebepledir ki her dönem iktidara gelenler istihdam politikasını siyasete göre endekslemişlerdir. Sırf alt tabandan kendilerine destek oluşturabilme, koltukta uzun süreli olabilme adına ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemişlerdir. TARİŞ gibi ülke ekonomisine katkıda bulunan kurumlara kendi partizanlarını doldurarak güç birliği oluşturma yolunu seçmişlerdir. Dolayısıyla bu kurumlarda yeşeren örgütsel faaliyetler zaman geçtikçe illegal doğrultuda etkinlik kazanmıştır. Zira akabinde bazı partilerin üsleri olma sıfatını da 
kazandıkları için sırası geldiğinde partililerce polisin bile zorla girebildiği yerler durumuna getirilmişlerdir. 

İlk kez Demirel’ in MC Hükümeti ile revize edilen TARİŞ, çalışanlarını doğal olarak Hükümeti oluşturan partilerin sempatizanlarından seçmişti. Kadronun büyük kısmını MHP’liler oluşturmaktaydı. Demirel sistemi desteklemektedir; MHP’ liler tarafından kendi partidaşlarına bile zaman zaman yapılanlara göz yummaktadır. Sıra 1978 yılında hükümeti kurma görevi CHP’ ye gelince her şey sil baştan olur. Bu sefer dönemin ‘faşist’ adını verdiği MHP’ liler yerine TARİŞ’ e devrimciler alınır. TARİŞ’ te hiç sıradan çalışan yok mudur, elbette vardır ve onlar sırf ekmek parası uğruna çalışmayı sürdürüyorlar dır. 
Bıkmadan, yorulmadan, kafaları sadece alacakları yevmiye ye takılı olarak. 

Şüphesiz siyasiler ve onların yandaşları izin verdiği sürece…

TARİŞ’ e girdim. Orada birden halkın çok acıklı bir durumda olduğunu gördüm. Yani insanlar sabah saat 05::00’ da kalkıp çok uzak semtlerden, kendi imkanları ile, şimdi TARİŞ’ te servis var mı bilmiyorum, dağlardan bayırlardan saat 07:00’ de işbaşına geliyorlardı. Hiç durmaksızın ama hiç ara vermeden, çay içmeden sadece yarım saatte yemek yiyip çalışıyorlardı. Biz öğrenci halimizle oraya göre çok lüks yaşıyorduk. TARİŞ Üzüm İşletmeleri çok kokuyordu. O yoğun, o korkunç koku içerisinden yemek yiyip tekrar işe başlıyorsunuz ve akşam 17: 00’ a kadar hiç aralıksız çalışıyorsunuz. Hiç aralıksız bir banttan üzüm çöpü ayıklıyorsunuz. Çöp ayıklamakta biraz aksadığınız zaman ustabaşıları herhalde onlar için de öyle yapmak gerekiyordu o işi koruyabilmek için, sizin yevmiyenizi kesiyorlardı. Otomatik ve çok acımasız bir ceza vardı 109. 

Hiçbir şey yerinde kalmıyor, araba hiç düz yolda ilerlemiyor. İşte TARİŞ’ te çalışanlar yeniden değiştiriliyor. Çünkü sene 1979 ve bir başka MC Hükümeti yeniden iktidar. 

Yine, yeniden Demirel sahnede… 

AP Hükümetini destekleyen MHP tekrar güç kazanmıştı. TARİŞ’ te belli bir kadrosu vardı zaten. Ancak ağırlık elbette iktidar yanlısı olan kendisinde olmalıydı. AP Hükümetine göre TARİŞ, anarşi ve terörün kaynaklarından, üslerinden birisiydi 110. 
22 Ocak günü "arama yapmak" bahanesiyle, yüzlerce polis ve jandarma panzerlerle, hatta helikopterle TARİŞ' e baskın yaptılar. Tüm işletmelerde operasyon düzenlendi. 

Panzerler kapıları kırıyor, duvarları yıkıyor, işçilerin üzerlerine ateş açıyordu. Arama yapılacak gibi durmuyordu polis, aslında resmen baskın yapıyordu ve işgal ediyordu. Zira bir müddet sonra arama yerine işçiler üzerine kurşun yağdırmaları buna dayanak oluşturmuştu... 
Bunu duyan İplik fabrikası işçileri, benzer bir şey yaşamaktan çekinerek, en önde de kadın işçiler, polis ve jandarma kuvvetlerine karşı etten barikat oluştururlar. Üzüm ve zeytinyağı kombinalarına giren polis çok sayıda işçiyi gözaltına alırken, iplik fabrikası işçileri, polisi fabrikaya sokmazlar. Direniş başlatırlar. İlk gün 251 işçi gözaltına alınır; 11 işçi tutuklanarak Buca cezaevine konulur. Pamuk ve zeytinyağı kombinaları ile üzüm işletmelerinde çalışan işçiler, ertesi gün de direnişe devam ederler. Ok yaydan çıkmıştır, 11 
bin TARİŞ işçisi direniştedir. Üretim tamamıyla durur. Talepleri vardır: 

-Olaylardan polisin sorumlu tutulması 
-Gözaltına alınan işçilerin serbest bırakılması 
-İş ve can güvenliğinin sağlanması 

Besin-İş ile Tek Gıda-İş sendikaları vardı orada. Tek Gıda-İş’ i satılmış sendika olarak kabul ediyordu işçiler…TARİŞ olayları Tek Gıda-İş’ ten Besin-İş’ e geçme olaylarıdır aslında. Ve birden orada hareket olduğunu fark eden başta siyasi fraksiyonlar da kendi profesyonel devrimcilerini gönderdiler. Herkes bir yerde bulunmaya başladı. Zeytinyağı işletmesinde, üzümde, sabunda bir düzine işletme var birbirine bağlı, her işletmede çeşitli fraksiyonlardan insanlar olmaya başladı, ama biz üzümde ilk direnişi başlattık 111. 
Olayın İzmir’de duyulmasının ardından, Çimentepe, Gültepe gibi gecekondu 
mahalleleri de direnişe katılır. Üstelik üniversite öğrencileri de üniversiteyi( Ege Üniversitesi) işgal eder. Hedefleri ortaktır: ‘’Direnişinizi direnişimizle destekliyoruz!’’ Çatışmalar çıkar, protestolar büyür, akabinde Tıp Fakültesi Hastanesi çalışanları da TARİŞ için destek verir, iş bırakır. 

DİSK, TARİŞ direnişinin beşinci gününde yani 26 Ocak’ ta, İzmit ve Mersin’ den sonra İzmir’ de “geleneksel” “Demokrasi” mitinglerinden birini gerçekleştirir. DİSK yönetimi direnişi destekler görünür ama planın perde arkası farklıdır. DİSK aslında olayların uzamaması taraftarıdır ve hemen bir formül geliştirir. O dönem çoğu çalışan zaten grevde olduğu için ‘’genel grev’’ çağrısı yapılır. İşçilere direnişin yasal olmadığı anlatılır ve ikna edilirler. Tarih 31 Ocak’ tır, direniş durmuştur. 

7-10 Şubat arası mahalle direnişleri kırılır. 10 Şubat’ ta polisle halk arasında çıkan çatışmada Cemil Oral adlı öğrenci panzerlerden atılan kurşunlara hedef olarak ölür. 11 Şubat’ ta Demirel “Devlet TARİŞ’ e girecektir” açıklamasını yapar. Artık direnen sadece İplik Fabrikasıdır. 14 Şubat saat 04.00’de fabrika havadan ve karadan sarılır. 

Askerler, tanklar, helikopterler, hava indirme komandoları…Tıpkı Amerikan filmleri gibi etraf sarılmıştır. 

İşçiye boyun eğmek düşer, direnişe bırakıp normal hayata geçmek düşer. Elbette çoğu işten çıkarılarak faturayı öder. 15 Şubat’ ta İzmir’ de sıkıyönetim ilan edilir. 

TARİŞ direnişi, tek başına ne bir sendikanın, ne bir siyasetin ne de bazı kişilerin 
eylemiydi. TARİŞ’ te bana göre bir destan yazıldı. Bin beş yüz insan bu direnişin destanına mürekkep taşıdı. Bana göre TARİŞ işçisinin direniş boyunca verdiği mesaj şuydu: ‘’Bu bizim örgütsüz halimiz!’’ Sonradan yaşananlara bakılırsa, bu mesajı en doğru burjuvazi okudu’’112. 
TARİŞ’ in en önemli özelliklerinden birisi çok farklı gruplardan insanlar olmalarına rağmen çok güçlü bir dayanışma içinde olmalarıdır. Omuz omuza müthiş bir işbirliği örneği göstermişlerdir. Üstelik direniş başladıktan sonra halkın desteği gerçeği da vardır işin içinde. Halkın bu motive edici ve destekleyici hali şekil çizmiştir direnişçilere, belirleyici olmuştur. Halk lojistik destek sağlamakta dır. Çeşitli mahallelerde kurulan barikatlar, polise karşı eylemler ya da kimisinin fabrikadakilere yemek ve su taşıması desteğe en önemli örnekleri 
oluşturmuştur. 

1979-1980 böyle kaos, kavga, kin-nefret içinde geçiyordu. TARİŞ Olayları da 
dolayısıyla yangını körükleyen, tetiği çeken ellerden biri oldu Her olay bir sonrakine baz oluşturuyor, saflar gittikçe bileniyordu. Yol, çözüm, umut her geçen gün yok oluyordu. Hepsi birer balon misali elden kaçıyordu. Ölümlerin önüne ise artık hiç kimse geçemiyordu. Cenazeler arka arkaya kalkıyordu. 

‘’Artık her geçen gün cenaze kaldırılıyor. Biz de kaldırıyoruz, başkaları da kaldırıyor. Artık Türkiye’ de her gün televizyonlarda izlediğimiz şeyler, olaylar bir fotoromana dönüştü. Öyle bir ortama sürüklendi Türkiye. Parlamento tam bir çıkmaza girdi. İşte siyaset cephesi artık tamamen işlevsiz hale gelmişti 113.’’ 

I-DARBE ÖNCESİ SUİKASTLAR,  114 

1 Şubat 1979—‘’Abdi İpekçi’’ suikastı 
10 Eylül 1979---Türkiye İşçi Partisi Adana eski İl Başkanı ‘’Ceyhun Can’’ suikastı Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili ‘’Fikret Ünsal’’ 
19 Eylül 1979---Malatya Ülkü Ocakları eski Başkanı ‘’Mürsel Karataş’’ 
28 Eylül 1979—Adana Emniyet Müdürü ‘’Cevat Yurdakul’’ 
19 Kasım 1979---Eski Adalet Partisi İstanbul Milletvekili ‘’İlhan Darendelioğlu’’ 
20 Kasım 1979--- İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı ‘’Ümit Doğançay’ 
3 Aralık 1979--- Fedai Dergisi sahibi, yazar ‘’Kemal Fedai Coşkuner’’ 
7 Aralık 1979--- İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi ‘’Cavit Orhan Tütengil’’ 
11 Nisan 1980--- TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden ‘’Ümit Kaftancıoğlu’’ 
27 Mayıs 1980---Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı ‘’Ali Rıza Altınok’’ Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ‘’Gün Sazak’’ 
17 Haziran 1980---CHP Nevşehir İl Başkanı ‘’Zeki Tekiner’’115 
15 Temmuz 1980---Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili ‘Abdurrahman Köksaloğlu’ 
19 Temmuz 1980--- ‘’Nihat Erim’’116 
22 Temmuz 1980--- Maden-İş Sendikası Genel Başkanı ‘’Kemal Türkler’117 

Suikastların hepsi çok önemliydi, hepsi halkı üzmüş ve şoka sokmuştu. Cinayetler artık fütursuzca arka arkaya geliyordu. Her cinayet bir öncekinin, karşı grupça alınan intikamının göstergesiydi. Bir sağa karşı bir sol kurban ediliyordu. Bu cinayetlerin iki tanesi ayrıca önemliydi. Birisi Gün Sazak diğeri Abdi İpekçi suikastıydı. Gün Sazak’ ın ölümünden sonra ortalık iyice karıştı; ülkenin her yanına olaylar sıçradı. MHP’ liler öyle öfkeliydi ki ne yapsalar hırsları geçmeyecekti. Sivas, Malatya gibi pek çok yerde yer yerinden oynadı, tepkiler bir çığ gibiydi ama elbette bu tepkilerden en çok can yakanı Çorum oldu. 

Herkes şaşkındı. Terör sonunda Abdi İpekçi gibi ılımlı, her çevrenin saygı duyduğu bir gazeteciyi de öldürmüştü. Herkes aynı soruyu soruyordu: Neden? Neden İpekçi? Aslında vurulan uzlaşı, hoşgörüydü. Öldürülen İpekçi değil onun temsil ettiği çağdaş, demokratik, uygar yaklaşımdı. 

14 Ekim’ deki ara seçimler öncesi Başbakan Yardımcısı Demokrat Partili Faruk Sükan görevinden istifa etti ve arkasından gelecek olanlara yol açtı. Ard arda gelen istifalarla meclisteki sandalye sayısı da değişmişti. Muhalefetin sandalye sayısı 224, İktidarın sandalye sayısı ise 219 olmuştu. Seçimler spekülatif haberlerle gergin geçmişti ama seçim sonu esas gerilen Ecevit oldu. Zira Ecevit sandıkta bozguna uğramıştı. 50 senatörlüğün 33’ ü AP’ nin olmuştu ve bu da yeni bir hükmet kurulması demekti. Ecevit mesajı almış, istifasını sunmuştu. 
Artık son perde IV. Demirel Hükümeti ile kapanacaktı. MSP ve MHP tarafından dışarıdan desteklenen bu hükümetin yaptığı en önemli iş Uluslararası Para Fonu tarafından önerilen bir istikrar programını 24 Ocak 1980 günü yürürlüğe koymak olmuştur. 

1979 yılı bir önceki yılı hiç aratmamıştı. Terör ve yoksulluk zirveden inmemişti. 
Üstüne her geçen gün birbirlerinin etine diş geçirmeye çalışan siyasilerin bitmek tükenmek bilmeyen ağız dalaşları, sürekli birbirlerini suçlamaları herkesi yeterince bıktırmıştı. Üstelik artık boyut atlamışlar ve katliamlar, ölüler üzerinden polemiklere girer olmuşlardı. Gerekli tedbirler alınmıyor, sıkıyönetim gibi göstermelik bir uygulamayla olaylar bastırılmaya çalışılıyordu. Özgürlükler kısıtlanmıştı ama kan durmamıştı ve beraberinde en önemli üç şey yoktu: Elektrik, kömür ve petrol. 

Silahlı Kuvvetler de endişeliydi, tedirgindi, daha önce yaptığı gibi pek çok kez 1979 yılında da Milli Güvenlik Kurulu’ nu kullanarak Cumhurbaşkanı’ nı ve diğer kuruluşları uyarmıştı. Son uyarısı ise pek dikkate alınmayacak, kimse üzerine mal etmeyecek ve hatta bir mektup şeklinde verildiği günden bir iki gün sonra kamuoyu olaydan haberdar olacaktı. Silahlı Kuvvetler resmen tetiğe basmıştı ama ciddiyetini anlayan olmamıştı. Bu son muhtıraydı! 

27 Aralık 1979 tarihinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kendisinin ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’ un imzalarını taşıyan ve ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar karşısında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü içeren bir uyarı mektubunu, ön yazısı ile Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ e sundu. Başta siyasi partiler olmak üzere tüm kamuoyu, mektubu, 2 Ocak 1980 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nde Cüneyt Arcayürek' in haberiyle öğrendi 118. 

Silahlı kuvvetlerin görüşünü belirten bu mektup Bakanlar Kurulunda, parti 
gruplarında, işçi ve işveren çevrelerinde tartışmalara neden olmuştur. Parti liderleri genellikle bu metinde yer alan hususları üzerlerine almaktan kaçınmışlardır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

107 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 121 
108 Bülent Ruscuklu, ‘’Demokrat Parti’ den 12 Eylül’e’’, Alfa yayınları- 1.basım, Eylül 2008-İstanbul, s.359 
109 Doç. Dr. Davut Dursun, - Gazeteci, yazar Ayşe Önal ile söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, 
Düşünceler’’, Şehir Yayınları, İstanbul, Ocak 2005, s.278 
110 Bülent Ruscuklu, ‘’Demokrat Parti’ den 12 Eylül’e’’, Alfa Yayınları- 1.basım, İstanbul, Eylül 2008s.359
111 Doç. Dr. Davut Dursun, - Gazeteci, yazar Ayşe Önal ile söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, 
Düşünceler’’, Şehir Yayınları-İstanbul, Ocak 2005, s.279 
112 Ertuğrul Mavioğlu, ‘’Bir 12 Eylül Hesaplaşması-3/ Bizim Çocuklar Yapamadı’’, İthaki Yayınları-1 Baskı, İstanbul-Eylül 2008, s.206 
113 Doç. Dr. Davut Dursun, - Siyasetçi Muhsin Yazıcıoğlu ile söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, Düşünceler’’, Şehir Yayınları-İstanbul, Ocak 2005, s.313 
114 Kaynak :http://tr.wikipedia.org 
115‘’ Zeki Tekiner’ in ertesi günkü cenaze törenine gelen Bülent Ecevit ve CHP’ lilerin üzerine ateş açıldı. Tam bir ölüm kalım anıydı. Ecevit ateş altında kalmıştı. CHP’ li parlamenterler silahlarını çekip liderlerini koruma altına aldılar. CHP lideri, Başbakan Demirel ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’ in emriyle kente giren 
askerler tarafından kurtarıldı.’’ (Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül-2006, s.121) 
116 Nihat Erim hayatı boyunca hep düzgün bir siyasi yol izlemişti. Birdenbire 12 Mart Muhtırasıyla başbakanlığa getirildiğinde dahi çizgisini bozmamış, sağduyusunu korumuştu. Dev- Sol’ cular tarafından öldürüldüğünün 
duyulması üzerine Türkiye şoka girdi. Zira Erim cinayeti terörün vardığı son noktaydı. Artık bundan sonra ülkede kimsenin can güvenliği kalmayacaktı. Nihat Erim, 19 Temmuz 1980’ de İstanbul’da bir silahlı saldırı sonucu öldürüldü ve Türk siyasal hayatı içerisinde suikastla öldürülen ilk ve tek başbakan olarak tarihe geçti. 
117 Kemal Türkler, Gün Sazak’ ın intikamını almak için sağcılar tarafından Merter’ de evinin önünde, arabasına binerken öldürüldü. Nihat Erim öleli sadece 3 gün olmuştu. 
118 www.belgenet.com/ 12 Eylül/ 12 sıkıyönetim.html.(01.02.2009) 


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

15 Mart 2017 Çarşamba

Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül 1980 Kronolojisi:



Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül 1980 Kronolojisi: 



  Siyasi Cinayetler, Kanlı 1 Mayıs, Çorum ve Maraş olayları, Meclis'in kilitlenmesi, ekonomik buhran ve diğerleri... 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 

Türkiye Tarihine bir Balyoz gibi inen sürecin kilometre taşları.

Darbenin ardından 1982 yılında yapılan referandumla Kenan Evren'in yedi yıllığına Cumhurbaşkanlığı'na getirilmesi kabul edildi. [AA]

Türkiye'nin siyasi ve sosyal hayatını yeniden dizayn eden 12 Eylül süreci öncesindeki çalkantılar, askeri müdahalenin ardından yerini mutlak baskının hakim olduğu bir atmosfere bıraktı. 

Darbenin ardından 650 bin kişi göz altına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişinin cezası infaz edildi.

98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurt dışına gitti. 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 

171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.

31 Gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci silahlı saldırıda öldürüldü.

Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, 39 ton gazete ve dergi imha edildi.

Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi, 14 kişi açlık grevinde öldü.

1977

1 Mayıs: İstanbul Taksim Meydanı’nda düzenlenen İşçi Bayramı kutlamalarında kalabalığın üzerine meçhul saldırganlar tarafından bir binanın çatısından ateş açıldı. 
Hâlâ aydınlatılamayan ve tarihe ' Kanlı 1 Mayıs ' olarak geçen olayda 33 kişi hayatını kaybetti.
13 Haziran: Dönemin başbakanı Süleyman Demirel istifa etti. 
Milliyetçi Cephe Hükümeti sona erdi.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 

29 Mayıs: İzmir Havaalimanı'nda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’e silahlı saldırı düzenlendi. Sağ kurtulan Ecevit, kontrgerillayı suçladı.

21 Haziran: Hükümeti kurma görevini alan CHP lideri Bülent Ecevit kabineyi açıkladı.

1978

15 Ocak: Sol ve sağ örgütler arasındaki şiddet olayları arttı, son iki haftada 30’dan fazla kişi öldü. 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
16 Mart: İstanbul Üniversitesi’nden çıkan sol görüşlü kalabalık bir öğrenci grubunun üzerine bomba atıldı ve otomatik silahlarla ateş açıldı. '16 Mart Katliamı' adı verilen olayda yedi öğrenci öldü, 47 kişi yaralandı. Saldırı aydınlatılamadı, üç kişinin yargılandığı dava 2008 yılında zamanaşımından düştü.


17 Nisan: Adalet Partisi üyesi Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, kendisine gönderilen bir bombalı paketi açarken, gelini ve iki torunuyla birlikte öldü. Malatya’da büyük olaylar yaşandı. Sokak gösterileri günlerce sürdü.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
19 Mayıs: Ankara’da, Gençlik ve Spor Bayramı’nda kız öğrencilerin kıyafetlerinden dolayı aleyhte tezahürat yapıldı. İstanbul’da tribünlerin önünde bomba patladı. Antakya’da kız öğrencilere saldırıldı, elbiseleri yırtıldı. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Anıtkabir’deki anma törenine katılmadı.

2 Haziran: Madrid’de Ermeni örgütü ASALA’nın düzenlediği silahlı saldırı sonucunda, Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in makam arabasında bulunan eşi Necla Kuneralp, emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve aracın şoförü öldü. Büyükelçi araçta bulunmadığı için kurtuldu. Bu tarihten sonra Ermeni örgütü 21 ülkede gerçekleştirdiği saldırılarda 42 Türk diplomat hayatını kaybetti.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
4 Ekim: MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı, oğluyla birlikte evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Cinayeti, ' Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği ' örgütü üstlendi.


9 Ekim: Ankara’da Bahçelievler semtinde yedi Türkiye İşçi Partisi üyesi öğrenci, Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’nın da aralarında olduğu ülkücüler tarafından evlerinde öldürüldü. Kırcı 1999'da yakalanıp yargılandı ve hüküm giydi. Cezaevinden çıktıktan sonra verdiği röportajda, " O zaman gençtik ; bizleri kullandılar " dedi. 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
20 Ekim: İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Bedri Karafakioğlu İstanbul’da uğradığı silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitirdi.

27 Kasım: Abdullah Öcalan PKK Örgütünü kurdu.

19 Aralık: Kahramanmaraş’ta Çiçek Sineması’na bomba atılması olayının sol görüşlü gruplar tarafından gerçekleştirildiği haberinin yayılmasıyla ayaklanan sağcı ve ülkücü gruplar, sol partilerin ve derneklerin binalarına saldırdı. Kısa sürede karşılıklı çatışmaya dönen olaylar bir hafta sürdü. 100’den fazla vatandaşın öldüğü olaylarda Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, işyerleri tahrip edildi.

Şiddet olaylarının kontrolden çıkma nedeni olarak, güvenlik güçlerinin, saldırıların kendilerine yöneldiği iddiasıyla kentten çekilmesi gösterildi. Bu durum Aleviler üzerindeki baskının ve saldırıların artması anlamına geliyordu. Olaylar Kayseri ve Gaziantep'ten gönderilen askeri birliklerin müdahalesiyle bastırıldı.

Olayların ardından İstanbul ve Ankara dahil çok sayıda ilde sıkıyönetim ilan edilmiş, Başbakan Ecevit ise olayların kendisini, uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerilla tarafından çıkarıldığını söylemişti. 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
26 Aralık: 13 ilde daha sıkıyönetim ilan edildi.

1979

1 Şubat: Milliyet Gazetesi Başyazarı ve Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, İstanbul Nişantaşı’ndaki evinin önünde otomobilinin içindeyken uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü. Saldırının faili Mehmet Ali Ağca 5 ay sonra yakalandı. Ağca, 6 ay sonra ülkücü bir grubun yardımıyla, tutulduğu askeri cezaevinden kaçtı ve Bulgaristan'a geçti.

9 Nisan: CIA hesabına casusluk yaptığı öne sürülen MİT İstihbarat Başkan Yardımcısı emekli Albay Sabahattin Savaşman 17 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum oldu.

25 Nisan: Sıkıyönetim TBMM tarafından 2 ay daha uzatıldı.


13 Mayıs: TÜSİAD gazetelere ilan vererek, Bülent Ecevit Hükümeti’nin çekilmesini istedi.

11 Haziran: IMF’nin baskısıyla Türk Lirası’nda devalüasyon yapıldı.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
13 Temmuz: Ankara’da Mısır Büyükelçiliği’ni basan üç Filistinli, elçilik personelini rehin aldı. Çıkan çatışmada bir polis ile bir bekçi öldü. Eylemciler 15 Temmuz’da teslim oldu.

5 Ekim: İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş sinema oyuncusu Aynur Aydan’la ilişkisinin basına yansıması sonucu görevinden istifa etti.

19 Kasım: Milliyetçi gazeteci - yazar, eski AP milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti.

27 Aralık: Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanı'na uyarı mektubu verdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile kuvvet komutanlarını imzasını taşıyan mektupta ülkedeki iç karışıklıkla ilgili rahatsızlıklar dile getirildi. 

Mektup 2012 yılında mahkeme tarafından kabul edilen 12 Eylül davası iddianamesinde 'müdahalenin şartlarını olgunlaştırma' kararınının bir yıl önce alındığının delili olarak gösterildi.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 

Mektupta " Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir" ifadelerine yer verildi.

1980

1 Ocak: Genelkurmay Başkanı Evren ile kuvvet komutanları Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile görüştü.

24 Ocak: '24 Ocak Kararları' olarak bilinen ekonomik program açıklandı. Yaşanan ekonomik istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacalığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemlerin alınması kararlaştırıldı. Bunun için Süleyman Demirel, daha sonra Türk siyasi yaşamına damgasını vuracak bir ismi, Turgut Özal'ı Başbakanlık Müsteşarı olarak atadı. IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı.

6 Nisan: Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanlığı süresinin sona ermesiyle TBMM’de seçim bunalımı başladı. CHP ve AP adaylarını son anda gösterdi. Seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamadı. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü yeni cumhurbaşkanı seçilemedi.


Korutürk’ün Görevinin bitişinin ardından 9 Kasım 1982’ye kadar Cumhurbaşkanı seçilemedi. [AA]

27 Mayıs: MHP’li eski bakanlardan Gün Sazak Devrimci Sol örgütü üyeleri tarafından aracına binerken öldürüldü.

17 Haziran: Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kuvvet komutanları ve Genelkurmay 2. Başkanı Necdet Öztorun'a kod adı 'Bayrak Harekatı' olan bir darbenin 11 Temmuz 1980'de gerçekleştirilmesi talimatını verdi.

2 Temmuz: ' Bayrak Harekatı ' Süleyman Demirel hükümetinin güvenoyu almasıyla ertelendi. 

4 Temmuz: Kahramanmaraş’ta yaşanan Alevi-Sünni çatışmasına benzer olayların tekrarı Çorum'da yaşandı. Olaylarda resmi kayıtlara göre 57 kişi hayatını kaybetti.

19 Temmuz: Eski başbakanlardan Nihat Erim İstanbul Dragos'ta öldürüldü.

22 Temmuz: DİSK'in eski genel başkanı, Maden-İş Sendikası Başkanı Kemal Türkler, Nihat Erim cinayetine misilleme olarak öldürüldü.

28 Ağustos: '5 Eylül 1980'den itibaren her an hazır olunması' bildirilen 'Bayrak Harekatı' emirleri özel kuryelerle kuvvet komutanlarına teslim edildi.

5 Eylül: Dışişleri Bakanı AP’li Hayrettin Erkmen, TBMM’de gensoru ile düşürülen ilk bakan oldu.

6 Eylül: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan tarafından İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesini protesto etmek amacıyla Konya’da düzenlenen mitingde söylenen sözler, TSK tarafından "şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi" olarak değerlendirildi.


Kenan Evren darbe bildirisini okurken Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun yanındaydı. [AA]

12 Eylül: Ordu ülkenin yönetimine el koydu. Genelkurmay Başkanı Evren ve kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi üyeleri darbe bildirisini TRT aracılığıyla duyurdu.

Bildiride, "Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur" ifadelerine yer verildi.

Daha sonraki bidirilerle sıkıyönetim bölgelerine komutanlar atandı. Siyasi partiler ile Türk Hava Kurumu ve Çocuk Esirgeme Kurumu dışındaki derneklerin faaliyetleri yasaklandı. Polis, jandarmanın emrine verildi.

Darbenin gece 03:00'te ilanından sonra aynı gün sabah saat 5:30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay Başkanı imzasıyla birer tebliğ gönderildi. 

Tüm tebliğlerde "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz" ifadesiyle birlikte gidecekleri adresler belirtildi.

17 Eylül: Gözaltı süresi uzatıldı.

18 Eylül: Milli Güvenlik Konseyi'nin başkan ve dört üyesi TBMM Onur Salonu'nda törenle yemin etti.

Erdal Eren mahkeme salonunda jandarma ile birlikte.

Erdal Eren’in yaşının tespiti için kemik Muayenesi yapılmadı. [AA]

19 Eylül: 1402 Sayılı Yasa, sıkıyönetim komutanlarının bütün kamu personelini gerekçesiz görevden alabilecek şekilde yeniden düzenlendi.

8 Ekim: Darbeden sonra ilk idam edilenler solcu Necdet Adalı ve sağcı Mustafa Pehlivanoğlu oldu. Cezaları sabaha karşı Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde infaz edildi.

Kenan Evren, 2012 yılındaki 12 Eylül davası’nda "Bir sağdan, bir soldan astık" diyerek tarafsız davrandıklarını söyledi. 

11 Ekim: Aranan MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve diğer milletvekilleri dahil 36 MHP'li hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi.

15 Ekim: Erbakan ve diğer MSP'liler 2 Numaralı Askeri Mahkeme tarafından tutuklandı.

10 Kasım: Onur Yayınları Sahibi İlhan Erdost, Mamak Askeri Cezaevi'ne götürülürken, dövülerek öldürüldü.

3 Aralık: 17 yaşında olduğu söylenen Erdal Eren, resmi nüfus kaydındaki yaşı göz önüne alınarak idam edildi. Eren, 17 günlük yargılamadan sonra idam edildi.

19 Aralık: DİSK davası başladı.


1981

24 Nisan: MSP'lilerin yargılanmasına başlandı. Erbakan için 14-36 yıl hapis istendi.

29 Nisan: Toplam 587 sanıklı MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında Türkeş dahil 220 sanık hakkında idam istendi.

22 Temmuz: Evren, Erzurum konuşmasında "Artık yeni aldığımız bir kararla ilk ve ortaokullara, liselere mecburi din dersi konulacaktır" dedi.
15 Ekim: Ülkedeki bütün siyasi partiler kapatıldı.

1982

13 Temmuz: Geçici maddeler dışında 200 maddeden oluşan yeni anayasa tasarısı açıklandı.

7 Kasım: Yeni anayasa için halk oylaması yapıldı. Anayasa yüzde 90'ın üzerinde oyla kabul edildi. Evren yedi yıllığına Cumhurbaşkanı seçilirken, Milli Güvenlik Konseyi de Cumhurbaşkanlığı Konseyi'ne dönüştü.

1983

24 Nisan: Siyasi Partiler Yasası çıktı.
20 Mayıs: Anavatan Partisi (ANAP) kuruldu.
6 Kasım: Darbe sonrası ilk genel seçimler yapıldı. Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi oyların yüzde 45‘ini alarak tek başına iktidar oldu.

2010

12 Eylül: Anayasa değişikliği için yapılan referandum sonucunda 12 Eylül darbesinin sorumlularının yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde kaldırıldı.

2012

4 Nisan: Darbeden sonra ülkeyi yöneten Milli Güvenlik Konseyi’nin hayatta kalan iki üyesi yargılanmaya başlandı. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ilk duruşmaya sağlık raporu göndererek gelmedi.
İki isim, "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek'' suçlamasından 'ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası' istemiyle yargılanıyor.

11 Nisan: TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu kurulması için verilen önergeler oybirliği ile kabul edildi. 17 milletvekilinden oluşan komisyon, 1404 sayfalık bir rapor hazırladı. (raporun birinci ve ikinciciltleri)
20 Kasım: Hastanede yatan Evren ve Şahinkaya telekonferans yöntemiyle ilk kez hakim karşısına çıktı.
21 Kasım: Evren ve Şahinkaya, ' kurucu iktidar ' olduklarını belirterek, mahkemenin kendilerini yargılayamayacağını iddia ettiler. "Bugün de olsa aynı şekilde ihtilal yapardık" diyen Evren, sorulara yanıtvermedi.
2013

13 Şubat: Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, davada haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yaptı.
27 Mart: 32 yıldır süren ve 1243 sanıkla başlayan Devrimci Sol örgütü ana davası "olağanüstü zamanaşımı" gerekçesiyle düştü. 2009’da ömürboyu hapis cezasına çarptırılan 39 sanık da serbest kaldı.

2014

18 Haziran: Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'yı 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun " Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler " başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. 

Mahkeme daha sonra takdirini kullanarak sanıklar hakkındaki cezayı müebbet hapse çevirdi.

http://www.aljazeera.com.tr/kronoloji/kronoloji-oncesi-ve-sonrasiyla-12-eylul


***

25 Haziran 2016 Cumartesi

Türk Milliyetçiliğinin Çözümü!



Türk Milliyetçiliğinin Çözümü!



ÜMİT ÖZDAĞ
27 AGUSTOS 2007


Türkiye’nin Irak-Kıbrıs-AB-IMF sürecinde içine itildiği stratejik kıskaç, ülkemizin Cumhuriyetin kurucu ideolojisi olan Türk milliyetçiliğinin iktidarına, Mustafa Kemal Atatürk devrinin fikri ve ruhi yapısına ne kadar ihtiyaç duyduğunu bir kez daha gösteriyor. 

Ancak, Türk milliyetçiliğinin bugün içinde bulunduğu fikri-ruhi bunalım süreci milliyetçiliği, Türk aydınlarının ve Türk halkının büyük bir kısmı için ne yazık ki bir umut olmaktan çıkarmıştır. Uzunca bir süreden bu yana Türk milliyetçiliğine musallat olan fikri ve ruhi bir pasifizm/ılımlılık, Türk milliyetçiliğinin gündemini belirliyor. Kısaca adalet, korkaklık, ürkeklik gibi ruhi bir tavrın ve Türk milliyetçiliğini gerçek zemini üzerine yerleştirememenin sonucu olan bu tutum Türk milliyetçiliğinin sahip olduğu politik dinamizmin ortaya çıkmasını engellediği gibi Türk milliyetçiliğinin ideolojik gelişimini de engelliyor. 

Bu fikri ve ruhi tutum Türk toplumunun en dinamik, en zinde ve en mücadeleci unsurları olan Türk milliyetçilerinin adeta ruhunu çalmakta, içlerini boşaltmaktadır. Türk milliyetçilerini eylemden kopartmaktadır. Söz konusu pasifizm/ılımlılık hastalığının kökeninde Türk milliyetçiliğini “evcilleştirmek” “sistem ile uyumlu hale getirmek” sistemin uslu ve beğenilen küçük çocuğu yapmak kaygısı vardır. Pasifist/ılımlılık hastalığının kökeninde bir yandan Türk milliyetçiliği ile sağlam bir ideolojik ilişki kurulamaması öte yanda ise “derin devletin” darbesini yemekten, ikinci bir 28 Şubat yaşarak, “ Erbakanlaşmaktan ” duyulan ve kemiklere kadar işlemiş bir korku vardır. Korku ile iktidara talip olunmaz, korkarak da iktidar olunmaz. 

Oysa, Türk milliyetçiliğinin gerek ideolojik gerek politik olarak içine sokulmak istediği pasifizm/ılımlılık, tarihsel olarak ve ideolojik olarak da olduğu gibi günün politik şartları açısından da Türk milliyetçiliğine aykırıdır. 

Türk milliyetçiliği ortaya radikal bir siyasal eylem programı ve uygulaması olarak çıkmıştır. Türk milliyetçiliğinin en radikal eylemi, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyetini ortaya çıkaran Türk Devrimidir

Türk milliyetçiliğinin ikinci radikal eylemi ise Kurtuluş Savaşımızın kutsal sonucu olan Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlık ve varlığını koruma mücadelesi olan Ülkücü hareket olmuştur. Ancak, Türk milliyetçiliği, radikalizm adına radikalizm hastalığına tutulmuş politik bir süreç değildir. Bir doktorun hastasına verdiği tedaviyi hastalığın türü ve ağırlığı belirler. Eğer hastanın tutulduğu illet aspirin tedavisi ile geçecek ise doktorun radikal bir müdahale olan ameliyatı gerçekleştirmesi söz konusu olmaz. 

Ancak, hasta ağır bir hastalığın pençesinde ise doktor radikal tedavi şekilleri olan ameliyat, kemoterapi gibi tedavi biçimlerine yönelir. Doktorun aspirin tedavisi uygulaması, onu ılımlı yapmadığı gibi ameliyat ile hastalığı gidermeye çalışması onu radikal yapmayacaktır. Türk milliyetçileri de radikal olmak adına radikal düşünce ve eylemler geliştirmemişler dir. Türk milliyetçilerinin tedavi etmeye talip oldukları hasta, Türkiye ağır hasta olduğu için çok ağır sorunlarla karşı karşıya olduğu için Türk milliyetçileri Cumhuriyetin kuruluşundan Gümrük Bakanlığında rahmetli Gün Sazak’a kadar uzanan süreçte, gerekli olan radikal politikaları geliştirmişler ve başarı ile uygulamışlardır. 

Öte yandan pasifizm/ılımlık hastalığının Türk milliyetçiliğinin gündemine bir doğma olarak hakim olmasından sonra, milliyetçiler ülkemizin ve milletimizin çok ağır sorunlarla karşı karşıya olmasına rağmen ortaya bu hastalıkların üstesinden gelecek radikal çözümler önermekten, geliştirmekten adeta korkmuşlardır. 

Türk milliyetçiliği silikleşmiş, doğrularını yitirmiş, Avrupa Birlikçi bir Batıcılığa kaymıştır. Türk milliyetçiliği siyasal bir program olmaktan çıkmış/çıkarılmış ve Türkiye-Brezilya futbol maçında bayrak sallama şeklindeki bir amigoluğa indirgenmiştir. 

Türk milliyetçiliğinin ideolojik dirilişi ve yenilenmesinin önündeki mevcut ve hareketin ruhuna sinen “ılımlılık hastalığı” kaldırılmadan ideolojik dirilişin gerçekleşmesi çok zordur. Çünkü, bu ruh hali, Türk milliyetçiliğinin, Türklüğün ve Türkiye’nin 21. yüzyılın başında karşı karşıya olduğu ağır sorunlara radikal ve gerçekçi çözümler üretmesini engellemektedir. 

Bu ruh halinin tasfiyesi, Türk milliyetçilerinin ortak görevidir. 

Her Türk milliyetçisi Türk milliyetçiliğinin her şeyden önce bürokratik kalıplar içersine sıkıştırılamayacak bir hareket olduğunun bilinci ile Türk milliyetçiliğini sahip olduğu tarihe, sahip olduğu politik geleneğe, bu politik gelenek içinde yetişen fikri önderlere sahip çıkması ile gerçekleşecektir. 

Bu ruh halinin ve politik duruşun tasfiyesi, Türk milliyetçilerinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türklüğün menfaatlerine karşı gerçekleşen her politik, ekonomik, kültürel eyleme karşı duruş sürecini bir birey olarak başlatması ve başlatmayanlardan hesap sorması ile gerçekleşecektir. 

Türk milliyetçileri artık Türkiye için radikal çözümler üretmek  zorundadırlar. 

Kaybedecek vakit yoktur.


ÜMİT ÖZDAĞ
27 AGUSTOS 2007

https://feneryener.wordpress.com/2007/08/27/turk-milliyetciliginin-cozumu/

..

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 33



TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL ÖNCESİ  VE SONRASI  
BÖLÜM 33



Ali Necati Dogan 

12 Eylül Darbesi, Öncesi Olaylar, Gerekçeleri ve Sonuç 

  12 Eylül Darbe si veya İhtilal i, Türkiye’de, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale olarak teknik bir tanımla aktarılmaktadır. 27 Mayıs 1960 müdahalesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarakta betimlenebilir. 

Fakat *12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbe, Türk demokrasisinin hedef olduğu en ağır bunalımlardan biri olarak tarihe geçmiş, tarihe geçmekle kalmayıp Türkiye’nin bugünü ve geleceğinede bir sis bulutu gibi çökmüştür.* *Türkiye'de haklar ve özgürlüklerin askıya alındığı darbe döneminin izleri yıllar boyunca silinmemiş, askeri yönetimin yaptığı anayasa henüz değiştirilememiş; düşünmeyen, bilmeyen, araştırmayan ve itaatkar bir insan yapısının oluşumu için her türlü baskı ve sindirme politikası uygulanarak Türkiye’nin geleceğide ipotek altına alınmıştır. * Bu müdahale ile ilk etapta beklendiği gibi 6. Demirel hükümeti ve TBMM feshedilmiş, sendika ve derneklerin faaliyetleri durdurulmuş ve genel sıkıyönetim ilan edilmiştir. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırılmış ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başlamışdır. Asıl sorun ise bu tasarlanan ülke konjektüründe ve tasarlamanın gerçekleştirilmesinde uygulanan şiddetli sindirme politikalarında 
yaşanmaktadır. Ayrıca 12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedilmiş, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutulup, ardından yargılanmıştır. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye'de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturmuştur. 

*Ülkeyi tüm bu sürece sürükleyen olaylar ve darbeye dair öne sürülen gerekçelerin bazıları aşağıda ele alınmaktadır;
* *-Darbenin öncesi olaylar ve gerekçeleri - * 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında *ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler*, 

TBMM'nin birçok tur ardından *Cumhurbaşkanı'nı Seçememesi* ve 6 Eylül günü Konya'da Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi**gibi 12 Eylül tarihine ait somut olaylar gösterilmiştir. 

  _ Daha uzun vadede ise 1980 öncesi gerçekleşen bazı siyasi cinayetler şunlardır; 

1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi Teşvikiye'de, 
10 Eylül'de TKP Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde, 
Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde, 
19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te, 
28 Eylül'de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, 
19 Kasım'da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İhsan Darendelioğlu İstanbul Beyazıt'ta, 
20 Kasım'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi'nde, 
3 Aralık 1979'da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Çoşkuner İzmir Agora semtinde, 
7 Aralık'ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim  üyelerinden Cavit Orhan Tütüngil İstanbul Levent'te, 
11 Nisan 1980'de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 
27 Mayıs'ta Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da, 
24 Haziran'da Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok*evinde eşi ve kızıyla birlikte*, 
15 Temmuz’da Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde, 
19 Temmuz'da Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul'da Dragos Deniz Kulübü'nden çıkarken, 
22 Temmuz'da Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler**İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. İstanbul 
Ayrıca 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel'in "70 sente muhtacız" sözü ile özetlenen *dış ticaret açığındaki artış ve döviz darboğazı ile işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları* ise ekonomik bazı gerekçeleri oluşturmaktadır. Tüm bu sorunların üzerine; *ekonomik olarak yaşayan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacalığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin 
düşürülmesi, serbest döviz kuru* gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Bunun için Süleyman Demirel Turgut Özal'ı başbakanlık *
müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma tarihe 24 Ocak kararları olarak geçmiştir. Ülke her türlü bölünmüş, hiçbir yapılanma birlik oluşturamamaktadır. Bu bölünmüş yapıların birbirleri ile çatışmasının önüne geçilememiştir. Ülkede huzuru ve güvenliği sağlamakla görevli Emniyet Teşkilatı bile mensupları arasında kurulmuş olan Pol-Bir**ve Pol-Der dernekleri diye ikiye bölünmüştür. 
Ayrıca Emniyetle ilgili olarak huzuru ve güvenliği sağlamakla görevli bu teşkilatın yaşanılan birçok olayla ilgili olduğu gayet açık bir şekilde bilinmektedir. Tüm bu kargaşa ve bölünmüş yapı içerisinde Sağ ve sol siyasi hareketin önde gelen temsilcileri ve tanınmış birçok kişi sağ ve sol gruplara mensup militanlar tarafından öldürülmüş, darbe öncesinde *siyasi cinayetlerin sayısı ise her gün ortalama 30'a ulaşmıştır*. 
Böyle bir durumda gelen *askeri darbe önce her kesim tarafından kargaşaya son vereceği, ölümleri sonlandırcağı için olumlu karşılanmış fakat süreç hiçte beklenildiği gibi gerçekleşmemiş şiddet ve kargaşanın devamı tek yönlü olarak askeri yönetim tarafından devam ettirilmiştir. 

* Ayrıca *NATO* güney kanadının en önemli üyelerinden olan Türkiye'nin siyasi ve ekonomik iktidarsızlığı özellikle ABD tarafından endişe ile gözleniyor ve 1979 yılında meydana gelen *İran İslam Devrimi*, ardından aynı yıl içinde *Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesi* üzerine Türkiye'nin önemi ABD politikaları için vazgeçilmez bir hal alıyordu. Bu durumda *ABD’nin Türk politikasına ve yönetimine yön verme çabaları yeni bir başlangıcı zorunlu kılıyordu*. ABD yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a 
"Bizim Çocuklar işi bitirdi" anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül'de ABD'nin rolü konusunu da tartışmalara açtı. İlk kez Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül 04.00 adlı kitabında ortaya atılan, 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze'in askeri müdahaleyi haber alırken haberi ulaştıran diplomatın your boys have done it senin çocuklar işi bitirdi - anlamındaki konuşması*, 12 Eylül Darbesi içinde ABD'nin rolü* konusunda tartışmalara neden olmuştur. 

Paul Henze 2003 yılında Zaman Gazetesi'ne verdiği demeçte sözlerinin Mehmet Ali Birand'ın uydurması olduğunu belirtmiş, ancak kısa bir süre sonra Birand 2007'de Henze ile yaptığı görüşmenin sesli ve görüntülü kayıtlarını yayınlayarak Henze'i yalanlamıştır. Sürecin bir diğer önemli olayı ise Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresi dolduğu sırada meclisteki en büyük 2 partinin liderleri Ecevit ve Demirel daha Cumhurbaşkanlığı için aday bile belirlememişlerdi. Son anda adaylar bulundu fakat seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamıyordu. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü *yeni Cumhurbaşkanı seçilemedi*. 

CHP'nin adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Muhsin Batur, MC Partilerinin(AP, MHP, MHP)adayı ise eski 1.Ordu Komutanı emekli Orgeneral Faik Türün'dü. Seçimlerde CHP adayı Muhsin Batur en fazla oyu almasına rağmen salt çoğunluk sağlanamadığı için cumhurbaşkanı seçilememiştir. Bu durumsa ülkeyi daha kötü günlere sürüklemiştir. Sürece etki eden olaylardan seçilen bazı örneklerden bir diğeri ise Fatsa olayı olarak aktarılabilir. 14 Ekim 1979'de yapılan ara seçimler sonrası Dev-Genç'e yakınlığı ile bilinen bağımsız aday Fikri Sönmez Fatsa Belediye Başkanı olmuştur. Belediye direniş ve halk komiteleri şeklinde örgütlenmişti ve bu durum mevcut iktidar ve ordu tarfından hiç tasvip edilmemişti. Neticede 8 Temmuz 1980'de askeri birlikler Fatsa ilçesine gönderilmiş ve 9 Temmuz 1980 tarihinde Kenan Evren ordu komutanlarıyla beraber inceleme yapmak için Fatsa'ya gitmiştir. Bakanlar Kurulu tarafından, «Küçük Terör Odaklarında» baskınlar yapılmasına ilişkin kararla 11 Temmuz sabah erken saatlerinde asker ve *Polis " Nokta operasyonu" *Düzenlenmiş ve Fatsa Bağımsız Belediye Başkanı Fikri Sönmez ile beraber 300 kişi gözaltına alınmıştır ve bunlardan 250 kişi 15 Temmuz'da serbest bırakılmıştır. 12 Temmuz'da sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçede kaymakamda görevinden alınmışdır. DİSK genel başkanı ise Demirel'i Çorum'u unutturmak için Fatsa olayını yaratmakla suçlamış ve neticede Sönmez 18 Temmuz'da tutuklanmış, 12 Eylül'den sonraki süreçte ise cezaevinde ölmüştür. Kenan Evren bu ve benzeri olaylar için takındığı tavırlarla aslında 12 Eylül sonrası sürece dair önemli ipuçları vermiş, adeta yarınların ayak seslerini o günki kararları ile belli etmiştir. Kenan Evren 25 Ekim 1982'de Trabzon gezisi sırasında yaptığı bir konuşmada bu olayla ilgili şu sözleri dile getirmiştir: “Ve yine biliyorduk ki, Fatsa kurtarılmış bir kasaba idi. Oralarda Devletin kanunları işlemiyordu. 

Buralarda vatandaşlar sorunlarını, Devletin ilgili makamlarına değil, mahalle komitelerine bildirmekte ve şikayetleri kendilerinin taktıkları isimle buralardaki (Halk Mahkemelerinde) neticelendirilmekte ve hatta bu halk mahkemelerinde ölüm cezaları dahi verilmekte ve bu cezalar sokak ortasında herkesin gözü önünde kurşunlanarak icra edilmekteydi. Böyle sokak ortasında, bu mahkeme kararlarının yerine getirildiği zamanları da biliyoruz.” Süreç içerisinde yaşanan ve bu yazıda bir paragrafla geçilmesi haksızlık olacak olan *Maraş Olayları*, *Çorum Olayları, 1 Mayıs 1977* olayları ve benzeri birçok olay darbenin oluşumuna dair bir altyapı hazırlamış; sosyal, siyasal ve ekonomik olarak yaşanılan istikrarsızlık ve kargaşa ortamı neticesinde 12 Eylül Askeri darbesi gerçekleşmiştir. Süreçin kendisi darbenin gerekliliğine dair bir soru işareti 
oluşturmasına rağmen darbe sonrasında *Askeri yönetimin uyguladığı baskı ve sindirme rejimi hiçbir soruya gerek kalmaksızın kabul edilemez *olarak yorumlanmaktadır. *Sürgünler, idamlar, işkenceler, sindirme ve yıldırma politikaları ile geçen yıllar, eğitim ve yönetime dair yapılan değişikliklerle oluşturulan sistem ve askeri yönetimin kurguladığı siyasal, sosyal ve ekonomik yapı memleket üzerinde gerçekleşen her türlü çağdaşlaşma ve ilerleme adımını silerek, toplumsal bir çöküşün altyapısını oluşturmuştur. Darbenin gerekliliği tartışılabilir ama askeri yönetimin yaptıklarının ülkeye uğrattığı zaralar tartışılamaz bir gerçektir. * 

*Ali Necati Doğan* 

http://blog.milliyet.com.tr/alinecatidogan 


***


27 Aralık Muhtırası"nın Hikayesi..
    
Abdullah Muradoğlu

Muhtıra mektubu Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından Başbakan Demirel ve anamuhalefet partisi lideri Ecevit''e elden teslim edilmişti. Korutürk, muhtıra mektubunu diğer muhalefet liderlerinin yanısıra TBMM Başkanı ve Cumhuriyet Senatosu Başkanı''na da göndermişti. ''12 Eylül'' darbesini yargılayan mahkeme, 27 Aralık 1979''da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk''e verilen ''muhtıra mektubu''nun orijinaline henüz ulaşamadı. 27 Aralık Muhtırası 12 Eylül''e giden yolu açmıştı.
14 Ekim 1979''da Senato Üçte Bir Yenileme Seçimleriyle birlikte Meclis''te boşalan milletvekillikleri için 5 ilde ''Ara Seçim'' yapılmıştı. Beş milletvekilliğinin tümünü Adalet Partisi kazanmıştı, Senato seçimlerinde de açık arayla öndeydi.

Seçim yenilgisini CHP Hükümeti için bir ''güvensizlik'' sayan Başbakan Bülent Ecevit istifa kararı almıştı. CHP Hükümeti''nin yerine 13 Kasım''da, MHP ve MSP''nin dışardan desteğiyle Adalet Partisi ''azınlık hükümeti'' kuruldu.

Başbakanlık koltuğuna Süleyman Demirel oturmuştu. Ecevit hükümeti döneminde yaygınlaşan siyasi şiddet olayları tam gaz devam ediyordu.

Cumhurbaşkanı Esseyit Hasan Fahri Korutürk''ün görev süresi Nisan ayında sona eriyordu. Ufukta Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Daha o zamanlarda bile Cumhurbaşkanlığı için Genelkurmay Başkanı Kenan Evren''in adı geçiyordu.

Çiçeği burnunda Hükümet ekonomik krizin yanı sıra terör ve şiddet olaylarını da devralmıştı. Bu yüzden Demirel ''enkaz devraldık'' demişti.

SELİMİYE KIŞLASI''NDA MUHTIRA KARARI

Bir NATO toplantısı için Brüksel''de bulunan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 13 Aralık''da Ankara yerine İstanbul''a döndü. İstikamet 1. Ordu karargahının bulunduğu ''Selimiye Kışlası''ydı.

Kuvvet komutanları, ordu komutanları ve kolordu komutanları'' Kenan Evren''i bekliyorlardı.Toplantıda hükümete ve muhalefet partilerine muhtıra verilmesi kararı çıktı.

2 Ocak 1980''de gazetelerde Ordunun Cumhurbaşkanı''na ''uyarı mektubu ''verdiği haberi yer almıştı. Aslında altında kuvvet komutanlarının imzası bulunan ''muhtıra mektubu'' 27 Aralık 1979 günü, bizzat Kenan Evren tarafından Çankaya Köşkü''nde Cumhurbaşkanı Korutürk''e verilmişti.

1 sayfalık Muhtıra mektubuna ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşü '' başlıklı 2 sayfalık bir bildiri eklenmişti. 6 sayfalık ''terörü durdurma hedeflerine varış'' başlıklı metin de cabasıydı.

''İSTERSENİZ İSTİFA EDEYİM''

Cumhurbaşkanı Korutürk''e,TSK''nın görüşleri hayata geçirilmediği takdirde ordunun yönetime müdahele etmek durumunda kalacağı söylenmişti. Oysa TSK, görüşlerini ''Milli Güvenlik Kurulu''nda zaten dile getiriyordu. Cumhurbaşkanı da MGK''nın başkanıydı.

Askerler açısından zarlar atılmıştı, gerisi bahaneydi. Askerler, hükümete hiçbir sivil hükümetin gerçekleştiremeyeceği ağır şartlar öne sürmüşlerdi.

Genelkurmay Başkanı muhtıra mektubunun önce radyoda okutulması yönünde bir eğilim geliştiğini, ancak bundan vazgeçildiğini söylemişti Korutürk''e. Mehmet Ali Birand''ın ''12 Eylül'' başlıklı kitabında yer alan bilgilere göre Cumhurbaşkanı, Evren''e ''Peki ne yapmayı planlıyorsunuz'' diye sormuştu.

Evren, ''Eğer bunlar doğru yolu bulmazsa, Meclis''i feshetmek ve başka bir yöntem denemek gerekebilir. Bizim, bu uyarıyı yapmaktan başka çaremiz yok'' cevabını vermişti.

Cumhurbaşkanlığı eski Basın Sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yer alan bilgilere göre komutanlar Korutürk''e şunları söylemiştiler:

''Bu işler böyle gitmiyor. Siz yaşça ve kıdemce bizden büyüksünüz. Hepimizin komutanısınız. Geniş tecrübe sahibisiniz. Gelin başımıza geçin, Türkiye''yi içine düştüğü badireden kurtaralım.''

Korutürk ise komutanlara bakın nasıl cevap vermiş:

''Askeri rejimle bunların halledilmesi mümkün olmayabilir. Dış kamuoyunun tepkileri Türkiye''yi güç durumda bırakabilir. Yalnızlığa sürüklenebilirsiniz. Ama sizler ihtilal yapmaya kararlıysanız, ben bu işte yokum. İsterseniz şimdi istifa etmeye de hazırım''.

Cumhurbaşkanı Korutürk, Anayasal rejime sahip çıkmak yerine istifa etmeyi düşünmüştü.

ÇANKAYA, MUHTIRA POSTASI

CHP''li İsmail Hakkı Birler''e göre ise Cumhurbaşkanı Korutürk, komutanlardan, görev süresinin dolacağı Nisan 1980''e kadar yönetime müdahale etmemelerini istemişti. Oysa Korutürk, 1973''te Adalet Partisi ve CHP''nin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilmişti.

27 Aralık muhtırası 12 Eylül darbesinin ilk adımıydı. Askerler Cumhurbaşkanı Korutürk''e adeta bir postacı görevi yüklemişlerdi. Korutürk, Başbakan Demirel ve ana muhalefet partisi lideri Ecevit''i Köşk''e çağırarak muhtırayı kucaklarına bırakmıştı.

Demirel de, Ecevit de ''muhtıra mektubu''ndan 2 Ocak günü haberdar olmuşlardı.

Korutürk''ün danışmanı ve basın sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yazdığına göre uyarı mektubu çoğaltılarak, Meclis Başkanı Cahit Karakaş''a, Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil''e, Cumhuriyet Senatosu ''Milli Birlik Grup Başkanı Fahri Özdilek''e, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara''ya gönderilmişti.

Muhtıra''nın birer nüshaları Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş''e, Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan''a, Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan''a da postalanmıştı.

Maalesef, hükümeti darbe ile tehdit eden uyarı mektubu karşısında Cumhurbaşkanı, iktidar ve muhalefet partileri ortak bir tavır sergileyemediler.

CHP DARBEYİ ÖNLEYEBİLİRDİ

CHP''nin önemli simalarından merhum İsmail Hakkı Birler ''CHP''li yıllar'' başlıklı kitabının ''CHP, CHP olsaydı, darbeyi durdurabilirdi'' bölümünde şöyle diyordu:

''Bana göre 12 Eylül Cuma günü değil, 10 Eylül Çarşamba günü olmuştur. Zira o gün yapılan CHP grup toplantısında sergilenen manzara, CHP''nin artık istemediği şeyleri engelleme gücünün kalmadığını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Darbecilere adeta yeşil ışık yakılmıştır.''

Birler''i bu kanaate sevkeden gelişmeler, Adalet Partisi ve CHP arasında gerçekleşecek bir ''büyük koa-lisyon'' önerisinin Demirel tarafından kabul görmemesinin yanısıra Adalet Partisi''nin erken seçime gitme öne-risinin de CHP''lilerin çoğunlukta olduğu Anayasa Komisyonu''nda reddedilmesiydi.

CHP''liler bu öneriyi, Cumhurbaşkanı seçilmeden erken seçim kararı almanın Anayasa''ya aykırı olacağı gerekçesiyle kabul etmemişlerdi. Yani, darbe göz göre göre gelmişti.

2 Ocak günü, Cumhurbaşkanı Korutürk ve Demirel ''Muhtıra''yı sineye çekmek yerine, darbe yapmayı kafaya koymuş olanları hesaba çekseydiler Türkiye ''12 Eylül'' felaketini yaşamayacaktı.

Celal Bayar az kalsın kendini öldürecekti!

''12 Mart'' darbesi gerçekleştiğinde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Cevdet Sunay oturuyordu. Süleyman Demirel Hükümeti''ne verilen askeri muhtıra karşısında Cevdet Sunay, askerlerin tarafında yer almıştı. Oysa Sunay''ın seçilmesinde Demirel''in dahli vardı. ''28 Şubat'' darbesinde'' 12 Mart'' ve ''12 Eylül''ün mağduru olmuş olan Süleyman Demirel oturuyordu. 28 Şubat, 12 Mart''ın kopyası gibiydi. 12 Mart muhtırasının verildiği gün Başbakan Demirel istifa etmiş, yerine ''ara rejim'' hükümeti kurulmuştu. 28 Şubat ise 12 Mart''ın 1 günde yaptığını birkaç aya yaymıştı, fark buydu. 12 Mart''ın balyozu ''sol''un tepesine inmişti. 28 Şubat''ın balyozu ise ''mütedeyyinler''i hedef almıştı. Demirel, 28 Şubat darbesinin Refah-Yol Hükümeti''ni düşürmesine ve mütedeyyin kesimleri ezmesine göz yummuştu. Hatta Demirel''in rolü göz yummadan daha fazlasıydı. 27 Mayıs''a gelince.. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Çankaya Köşkü''nde kendisini tutuklamak isteyen darbecilere direnme cesareti göstermişti. Küçük tabancasına el atarak teslim olmaktansa cuntacılara ateş etmeyi, sonra da intihar etmeyi bile düşünmüştü. Tümgeneral Burhanettin Uluç, Köşk''te karşısında teslim olmak istemeyen bir Bayar görünce ''Millet ve ordu sizi istemiyor. Buna bizi siz mecbur bıraktınız'' diye bağırmış, Bayar da ''Bu işi siz yapamazsınız. Buraya seçilerek geldim'' diyerek karşılık vermişti. Bayar darbeyi önleyememişti ama hiç olmazsa direnmeyi göze almıştı.

Darbecileri mağdur eden darbeciler..

''27 Mayıs'' darbesini yapan ''Milli Birlik Komitesi'' üyeleri 1961 Anayasası''na konulan bir maddeyle dokunulmazlık zırhına büründürülmüşlerdi. Buna göre MBK üyeleri ''Tabii senatörler'' olarak yaşam boyu görev yapabileceklerdi.

Görev süreleri dolan Cumhurbaşkanları da ''Tabii Senatörlük'' niteliği kazanmışlardı. ''12 Mart''ın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunun verildiği dönemde Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk de 1980''e kadar Tabii Senatör olarak görev yapmışlardı.

Cumhurbaşkanlarından sadece Celal Bayar, 1974''de kendisine teklif edilen Tabii Senatörlüğü, ''Ben ömrüm boyunca demokrasi için mücadele ettim. Demokrasilerde tabii senatörlük yoktur'' diyerek reddetmişti.

12 Eylül darbesiyle Meclis''in yanı sıra Senato''nun kapısına kilit vurmuştu. 1982 Anayasası Senato''yu tümden ortadan kaldırmıştı.

Tabii Senatörlük fikrini ortaya atan da CHP olmuştu. Bu fikri Temmuz 1960''da ilk defa kamuoyuna açıklayan Bülent Ecevit idi. Ecevit''e göre darbeciler, Tabii Senatörler olarak ''27 Mayıs rejimi''ni koruyabilirlerdi.

İlkin ''bu bir siyasi rüşvettir'' diyerek karşı çıkan darbeciler bir süre sonra sistemi denetlemek vve kollamak gerekçesiyle öneriyi kabul etmişlerdi. Milli Birlik Komitesi''nden tabii senatör olanlar ''Milli Birlik Grubu'' adıyla görev yaptılar.

1970''lerin sonlarına doğru ''Milli Birlik Grubu'' ile ''CHP'' arasındaki bağlantıyı CHP Genel Sekreter Yardımcısı sıfatıyla İsmail Hakkı Birler sağlıyordu. Birler, Milli Birlik Grubu''yla yaptığı toplantıları bir rapor halinde Ecevit''e bildiriyordu.

''12 Mart'' darbesini destekleyen Tabii senatörler, Baas tipi bir rejim kurmak için darbe hazırlığı yapan ''9 Mart cuntası''nın sivil liderlerinden Doğan Avcıoğlu''nun ''Devrim'' gazetesinin yazarları arasındaydılar.

'' Milli Devrim ordusu'' adında bir gizli teşekküle mensup oldukları gerekçesiyle suçlanan bazı Tabii Senatörlerin 12 Mart darbesinden önce dokunulmazlıkları kaldırılmıştı. ''Anayasa Mahkemesi'' kararıyla senatörler dokunulmazlıklarını tekrar kazanmışlardı. 12 Mart''tan sonra dokunulmazlığı kaldırılan Ekrem Acuner''in dokunulmazlığı da aynı şekilde iade edilmişti.

1980 Eylül''ünde ''Senato Milli Birlik Grubu''nda 8 ''tabii senatör'' bulunuyordu. 19 yıldır görevdeydiler. 12 Eylül darbecileri, 27 Mayıs darbecilerinin ''ömür boyu senatörlük'' ödüllerini rafa kaldırmıştı. Mağdur edenler, bu kez kendileri mağdur olmuşlardı.

Kenan Evren''e kutlama telgrafı göndermiş!

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunu Cumhurbaşkanı Korutürk''e elden teslim ettiğinde iş başında 35 günlük ''Süleyman Demirel hükümeti'' vardı. Oysa siyaset koridorlarında ''askerler darbe hazırlığı içerisindeler'' söylentisi ''Ecevit hükümeti'' döneminde ayyuka çıkmıştı.

CHP Hükümeti''nde Başbakan Yardımcısı olan Faruk Sükan ordu içerisindeki gelişmelerden bilgi sahibiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1979''da sürpriz bir şekilde görevinden istifa etmişti. Başbakan Ecevit''in Sükan''ı istifa etmemesi yönündeki ısrarlı girişimleri sonuç vermemişti. Sükan, Ecevit''e şöyle demişti:

''Arkadaşlarımla, Demokratik Parti''nin ileri gelenleriyle konuştum. Onlar bir askeri darbenin hazırlandığını bildiklerini açık bir şekilde anlattılar ve partili olarak benim de bu dönemde sorumluluk mevkiinde bulunmamı istemediklerini belirttiler.''

Sükan''ın bu sözleri karşısında irkilen Ecevit ise şu şekilde karşılık vermişti:

''Söyledikleriniz çok vahim. Ben derhal Cumhurbaşkanı''na gider ve bu söylediklerinizi naklederim. Böyle bir şey varsa, onun bilmesi gerekir.

Sükan, ''Nasıl isterseniz'' diyerek karşılık vermişti.

Ecevit dediğini yapmış, hemen özel bir uçakla İstanbul''a hareket etmişti. İstanbul''da Florya''da bulunan Cumhurbaşkanı Korutürk''ü ziyaret ederek Sükan''dan duyduklarını nakletmişti. Cumhurbaşkanı, ''kesinlikle böyle bir şey bilmiyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, eğer bir darbe olursa ben buna karşı vaziyet alırım'' demişti. Ecevit, rahatlamıştı.

27 Mayıs''ı ve 12 Mart''ı görmüş, deneyimli bir siyasetçi olan Ecevit''in rahatlaması için ciddi bir sebep yoktu. Askerlerle iyi ilişkileri olan Sükan''ın istifası aslında herşeyi anlatıyordu.

''Darbe olursa buna karşı vaziyet alırım'' diyen Korutürk 13 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren Paşa''ya bir telgraf göndererek kutlamıştı.

CHP şimdi 12 Eylül davasına müdahil olarak katılma kararı aldı. İlginç bir tesadüf, Korutürk''ün oğlu Osman Korutürk şimdi CHP milletvekili.

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/27-aralik-muhtirasinin-hikayesi-31963?mobil=true

Abdullah Muradoğlu KİMDİR;
Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi "Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi" bölümü mezunu. 15 yıldan uzun zamandır basın 
camiasının içinde yer aldı. 1997 yılından bu yana Yeni Şafak Gazetesi Haber Merkezi'nde özel haberler, dizi yazıları, araştırma yazıları, 
röportajlar, tarih sayfaları ve köşe yazıları yazdı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti  2004 Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri Röportaj Dalı'nda ödüle 
layık görüldü. Biyografi alanında dört kitap yayınladı. Sivil toplum kuruluşlarında çeşitli görevler üstlendi. 

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/yazar-hakkinda


...

  _ ÖZEL NOTUM;

1952 DOĞUMLUYUM.. 1959 DAN İTİBAREN ÇOCUKLUĞUM.., GENÇLİĞİM VE BUGÜNLERİM.., YUKARIDAKİ OLAYLARI  HER TÜRK VATANDAŞI GİBİ BENDE YAŞADIM.., 

OLAYLARIN AKIŞI SONUCU HER  DÖNEM TÜRK HALKI VE  GENÇLİĞİ ZARARLI ÇIKTI..

DÜNYANIN GELİŞMİŞ ÜLKLELERİNDE SİYASİLER  BİR DÖNEM GÖREVİNİ  TAM MANASIYLA 4X4 İFA EDER VE  GÖREVİ BİR SONRAKİNE
DEVİR EDER.. VE KÖŞESİNE ÇEKİLİR DANIŞILIRSA FİKİR BEYAN EDER..
BİZDE SİYASET  SANKİ SANAT 50 YILDIR AYNI SİYASİLER İŞ BAŞINDA ( PARTİ ADI DEĞİŞİR  SİYASETÇİNİN ADI DEĞİŞMEZ )
ÖMÜR BOYUDA..EMEKLİLİĞİN KEYFİNİ ÇIKARIR YİNEDE KONUŞMADAN DURAMAZ .., 
ÖLÜNCE SİYASETİ BIRAKMIŞ  OLUR.. İŞTE YUKARIDAKİ OLAYLAR VE TABLONUN NETİCESİ ( POLİTİK ACILARA EN GÜZEL ÖRNEKTİR..)

BÖYLE BİR SİYASİ YAPI..,  TOPLUM ARASINDAKİ KOPUKLUK.. TOPLUMU AYAKTA TUTACAK OLAN SOSYLA DERNEKLERİN İÇERİSİNE SİYASİ YATIRIM KİŞİLERİN ELE GEÇİRMESİ..,

TÜRKİYEYİ 12 EYLÜLE GETİRMİŞTİR.. YİNE ANAYASANIN VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN İÇ HİZMET YÖNETMELİĞİ 35 MADDESİ GEREGİ ÜLKENİN SELAMETİ İÇİN ASKERİ MÜDAHALE   KAÇINILMAZ OLMUŞTUR.. 27 MAYIS 1960 DAN FARKİ HİÇBİR SİYASETÇİ İDAM EDİLMEMİŞTİR..  LAKİN  SUÇ İŞLEYENLERDE CEZASIZ KALMAMIŞTIR..SİYASİ HAYATLARI SONA ERMİŞTİR.. SON 50 YILIN SİYASİ TARİHİ GELİŞMELERİNİ OKUDUGUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDERİM..
TAKDİRLERİNİZE.
SAYGIYLA

34 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK.


..