İSRAİL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İSRAİL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2017 Pazartesi

Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek BÖLÜM 1


Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek, BÖLÜM 1


Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek? 
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ*
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı, 
uozdag@21yyte.org 



Bütün dünyada ilgi ve ayrıca Batı dünyasında endişe ile izlenen Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim ve kriz süreci, 30 Ocak 2009’da Davos’ta gerçekleşen 
“One Minute” çıkışından bu yana yaşanmaktadır. Erdoğan, İsrail’e kafa tutan lider olarak Arap sokaklarında büyük bir popülerite kazanmıştır. Mavi Marmara 
saldırısı sonrasında bütün dünya Türk-İsrail ilişkilerinin içine girdiği ağır krizin nasıl biteceğini heyecanla izlemeye başlamıştır. 

Oysa, AKP iktidarı bazında ele alındığında, ikili ilişkilerin “kötü” olarak nitelenebilecek durumda olmadığı görülmektedir. AKP’nin iktidara gelmesi ve 57. Hükümet’ten farklı olarak Irak’ın işgalinde Amerikan Ordusu’na Türkiye’den geçiş imkanı vereceğini açıklaması, Saddam Hüseyin’in devrilmesini milli hedef haline getirmiş olan İsrail’de büyük bir sevinç ile karşılanmıştır. 
AKP, Tel Aviv’den gelen sıcak karşılamayı karşılıksız bırakmamıştır. İsrail ile var olan anlaşmalar AKP Hükümeti tarafından devam ettirildiği gibi yeni anlaşmalar da imzalanmıştır. 2002 sonrasında Türkiye-İsrail ticari ilişkileri sürekli artmıştır. Türkiye, İsrailli firmaların faaliyet gösterdiği ülkeler sıralamasında üçüncü sıraya yükselmiştir. Anılan dönemde Türk-İsrail ekonomik ilişkileri de sürekli artmış ve 2008’de 3.4 milyar Dolar seviyesine çıkmıştır. Türkiye, İsrailli turistler için önde gelen çekim merkezi olmaya devam etmiştir. 

Bütün bunlar ilişkilerde zaman zaman sıkıntıların olmadığı anlamına da gelmiyor. Özellikle 2004’de Ankara, İsrail’in Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirdiği faaliyetlerden duyduğu rahatsızlığı iletmiştir. 2005’de Hamas liderlerinin Türkiye’ye davet edilmesine ise Telaviv tepki göstermiştir. 
Ankara da 2006’da İsrail Ordusu’nun Hizbullah’a yönelik Güney Lübnan’da başlattığı savaşa karşı tepki koymuş ve İsrail’i eleştirmiştir. Telaviv’in tepki gösterdiği gelişmelerden biri de Türkiye’nin Suriye ile yakınlaşması olmuştur. Gerçi önceleri şikayet etmişse de sonra bu sürecin Şam’ı Tahran’dan uzaklaştırdığını görünce memnuniyet duymuştur. Bütün bu gerilimlerin iki 
ülke arasında ilişkilerin gelişmesini engellediğini söylemek ise mümkün değildir. Aksine AKP, ancak iki ülkenin de büyük güven duydukları zaman gerçekleştirilebilen arabuluculuk işlevini, Suriye ve İsrail gibi savaş halindeki iki ülke arasında üstlenmiştir. Şam ile Telaviv arasında arabuluculuk yapan bir Türkiye’nin aniden İsrail’e düşman olması beklenemez. Dış politikada bu kadar sert bir kırılma hayatın genel akışına aykırıdır. Dış politikalar uçak gemilerine benzer. Uçak gemileri ise sürat motorları gibi keskin virajlar almazlar, alamazlar. Kaldı ki AKP’nin İsrail ve ABD’deki Yahudi lobisi ile Türkiye’nin geçmiş bütün iktidarlarından daha özel bir ilişkisi olmuştur. 10 Haziran 2005’de ABD’nin en önemli Yahudi kuruluşlarından ADL’nin “Üstün Cesaret Ödülü” ve AJC (ABD) Yahudi Kongresi’nin “Üstün Cesaret Madalyası”1 ile ödüllendirilen Erdoğan, Yahudi olmamasına rağmen bu ödülü alan ilk ve tek şahsiyettir. 

AJC Yahudi Kongresi’nin amacının Siyonizm’i tüm dünyaya hakim kılmak olduğu ve ADL’nin verdiği “Üstün Cesaret Ödülü”nü Abraham Foxman’dan alırken Erdoğan’ın, “Bizim dostluğumuza güvenin” dediği vurgulanmıştır. 

Özetle, Türk-İsrail ilişkilerinin Davos’taki tartışma ve Mavi Marmara saldırısı eksenlerine indirgenerek anlaşılmaya çalışılması, doğru bir yaklaşım değildir. Uluslararası ilişkilerde her şey görüldüğü gibi olmayabilir. Bu çalışmada, detaylar ve kenarda kalmış bilgiler gün ışığına çekilerek ve olayların akışını bu süreçler zemininde tekrar kurgulayarak, Türk-İsrail krizine bir başka açıdan bakılmaya çalışılmıştır. 

Bu bakış açısı geliştirilirken AKP Hükümeti ve İsrail Hükümeti arasında yaşananlarda, bilinçli bir eşgüdümün sağlandığının iddia edilemeyeceğini belirtmek durumundayız. Olan, daha ziyade olayların karşılıklı olarak dengelenmesidir. Bu karşılıklı dengelemenin ne anlama geldiği bu çalışmanın ana konusudur. 

Ortadoğu’da Yükselen Şii Hilali ve Ahmedinejat Faktörü 

2005’de İran Cumhurbaşkanı olan Ahmedinejat, halefi Hatemi’nin iç ve dış politikadaki reformist çizgisini terk ederek, ABD ve İsrail ile “sürekli fakat kontrollü” bir “gerilim politikası” izlemeye başlamıştır. Tahran’ın bu siyasetten çok boyutlu kazanç sağladığı görülmektedir. Ahmedinejat, bir yandan her İran-ABD krizinde dünya petrol fiyatlarının artmasından yararlanarak 
içeride izlediği popülist ekonomik politikaları finanse edecek ek kaynak bulmakta, öte yandan ABD ve İsrail’e “kafa tutmanın” Ortadoğu’da sağladığı saygınlığın keyfini çıkarmaktadır Ahmedinejat ABD ve İsrail’e “kafa tutmanın” Ortadoğu’da sağladığı saygınlığın keyfini çıkarmaktadır. 

Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinin travmasını yaşayan Arap dünyası için Ahmedinejat hayran olunan lider profili çizmektedir. Üstelik Ahmedinejat’ın İran’ı hırslı bir şekilde nükleer güç olma siyaseti izlemektedir. Ahmedinejat’ın nükleer güç politikasından en çok korkan ülke, herhangi bir stratejik derinliğe sahip olmayan ve bir nükleer bomba ile yok edilebilecek olan İsrail’dir.2 İsrail, Ahmedinejat’ın Ortadoğu’daki saygınlığından da rahatsız olmaktadır. Çünkü Tahran, ABD’nin Afganistan ve Irak’a müdahalesini çok doğru adımlarla değerlendirmiş ve Amerikan Ordusu’nun işgal ettiği bu iki ülkede çok önemli bir etkinlik kazanmıştır. 

Ayrıca, Basra Körfezi Şiileri üzerinde etkisini de artıran Tahran, Hizbullah aracılığı ile Lübnan’a uzanmıştır. Bu durum “Şii Hilali” adlı bir yeni jeopolitik alandan bahsedilmesine neden olmuştur.3 Üstelik 2006’da İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a karşı girişmiş olduğu başarısız askeri harekat sırasında Hizbullah’ın arkasındaki tek güç olarak konumunu daha da güçlendirmiştir. Başbakanlıkta Avrupa Musevi Kongresi Başkanı İle Görüşme veya İran’ın Yerine “Türk Seçeneği” (18 Ocak 2007) 




Ocak 2007’de Ahmedinejad’ın, Yahudi soykırımını efsane olarak nitelendirmesinden sonra 36 Avrupa ülkesindeki Yahudi cemaatlerinin çatı örgütü olan Paris merkezli “Avrupa Musevi Kongresi” Başkanı Pierre 
Besnainou, Avrupalı liderlere İran’a ambargo uygulanması çağrısında bulunmuştur. P. Besnainou, daha sonra Türkiye’ye gelerek, ABD Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı Nicholas Burns ile değişik görüşmeler yapmış sonra 18 Ocak 2007’de Başbakanlık’ta Erdoğan ile görüşmüştür.4 Erdoğan ile görüşmeden 
sonra Besnainou, görüşmeyi “çok ilginç bir görüşme” olarak nitelendirmiş ancak daha fazla açıklama yapmamıştır. 

Besnainou, 15 Şubat 2007’de İsrail’den yayınlanan Haarettz gazetesinde yazdığı “Türk Seçeneği” başlıklı makalede, “Erdoğan’ın Ortadoğu’da lider rolü oynayabileceğini ve İslam dünyasının Ahmedinejat’tan daha iyi bir sözcüyü hak ettiğini” ileri sürmüştür. Besnainou, “Erdoğan’ın İslam Dünyası’nın sözcüsü olması gerektiğini ve Erdoğan’ın da böyle düşündüğünü” iddia ettikten sonra, “bir sonraki Nobel Barış Ödülü’nün, Erdoğan’ı kastederek, bölgede üstlendiği   başarılı misyon nedeniyle İslami bir figüre layık görülmesini umduğunu” belirtmiştir. 

Besnainou şöyle devam etmiştir: “Ankara’ya kısa bir süre önce yaptığım ziyarette Başbakan Erdoğan’a, kendisinin Ortadoğu’da lider rolü oynayabileceğine yönelik inancımı ifade ettim. 
Körfez monarşilerinden Orta ve Doğu Asya’ya, Hamaslı İslamcılardan ılımlı Filistinlilere kadar bütün Müslüman dünyasında saygı gören Türkiye, ABD ve İsrail ile de güçlü ve sadık bir ilişki yürütüyor. Böylece Türkiye bölgedeki bütün nüfuzlu katılımcılarla etkileşime girme meşruiyetini kazanmış oluyor. Bu konumu, zararlı bir nüfuza sahip İran’ın yerine, Türkiye’yi bölgesel liderlikte doğal bir tercih haline getiriyor. Bu analize katılan Başbakan Erdoğan, hiç 
kuşku yok ki, Filistin ile İsrail arasında yakınlaşma kurulması için çaba harcamayı da arzu etmektedir. 

Bu dostane tavrı göz önüne alıp, Türkiye’nin barış sürecinde oynayacağı rolü açık fikirlilikle değerlendirmek şimdi bize düşüyor. Bu da sonuç olarak Ahmedinecad’ın önemli oranda zayıflamasını sağlayabilir.”5 

Böylece Erdoğan-Besnainou görüşmesinin Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olmasının İsrail tarafından destekleneceği ve Erdoğan’ın Ahmedinejat’ın popülaritesine son vermesi gerektiği üzerinde yoğunlaştığı anlaşılmıştır. Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olmasının İsrail tarafından 
destekleneceği ve Erdoğan’ın Ahmedinejat’ın popülaritesine son vermesi gerektiği görüşülmüştür. 

Ayrıca Besnainou, Türkiye’nin İsrail ve ABD ile güçlü ve sadık bir ilişki yürüttüğünü söyleyerek sadece Tel Aviv’in değil, dünya Yahudilerinin de AKP Hükümeti’nin politikalarından ne kadar memnun olduğunu göstermiştir. 

Ahmedinejat ABD ve israil’e “kafa tutmanın” Ortadoğu’da sağladığı saygınlığın keyfini çıkarmaktadır. 

Besnainou’nun İsrail Hükümeti’nin bilgisi ve muhtemelen desteği çerçevesinde yapmış olduğu bu görüşmede, ortaya koyduğu talebi, Ortadoğu’da karşılamaya en uygun lider Erdoğan’dır. 

Çünkü Erdoğan, bir yandan NATO ittifakı ve Batı dünyası ile sıkı ilişkiler kurmuş, öte yandan AB’ye girme çabası içinde olan bir Türkiye’nin, İslamcı siyasal gelenekten geldiği için Araplara duygusal yakınlık duyan bir liderdir. Üstelik 1 Mart 2003’de çıkması için çabaladığı Tezkere, TBMM’de reddedilince, Arap dünyasında istemeden popüler olmuştur. İsrail Uçaklarının Türk Hava Sahasını İhlali (6-7 Eylül 2007) 

İsrail’in AKP Hükümeti’nin politikalarından memnun olmaması için herhangi bir gerekçe yoktur. Çünkü Türk-İsrail ilişkileri, sadece ekonomi ve turizm alanındaki gelişmelerle sınırlı değildir. 
6-7 Eylül 2007 gecesi Hatay’ın Kırıkhan ve Hassa ilçesi sakinleri, ikili kollar halinde alçaktan uçan 6 İsrail savaş uçağının, “F-151 Ra’am”ların sesleri ile uyanmışlardır. 6-7 Eylül 2007 gecesi Hatay’ın Kırıkhan ve Hassa ilçesi sakinleri ikili kollar halinde alçaktan uçan 6 İsrail savaş uçağının sesleri ile uyanmışlardır. Ertesi gün Hassa ve Oğuzeli ilçeleri sınırları içinde, Türkiye-Suriye sınırına yakın 
bir tarlada, üzerinde İbranice yazılar bulunan iki adet 600 galonluk harici yakıt tankı bulmuşlardır. Suriye, 8 Eylül’de İsrail savaş uçaklarının Suriye’nin El Ebyad bölgesinde alçaktan uçuş yaptıklarını duyurmuştur. İsrail uçaklarının El 
Kibar bölgesinde Kuzey Kore işbirliği ile yapılan bir nükleer tesisi hedef aldığı da iddialar arasındadır.6 

AKP Hükümeti’nin bu önemli gelişme ile ilgili tek tepkisi, Dış İşleri Bakanı Ali Babacan’ın “kabul edilemez” sözleri ve İsrail Büyükelçisi’nden bilgi isteneceği yönündeki açıklaması olmuştur. Ancak neresinden bakılırsa bakılsın 
olay, Ankara’nın İsrail’in bir gizli operasyonuna verdiği örtülü destekten başka bir şey değildir. İsrail uçaklarının Türk hava savunma ve radar sistemlerinin çok güçlü olduğu bir bölgede, AKP Hükümeti’nin izni olmadan uçuş yapmaları mümkün görünmemektedir. Öte yandan suçüstü yakalanan Şam, bu konuda fazla tepki vermemeyi tercih ederek konunun unutulmasını tercih etmiştir. 

Şimon Peres’in TBMM Konuşması (13 Kasım 2007) 

Türk-İsrail ilişkilerindeki gelişmenin bir göstergesi de İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in TBMM Genel Kurulunda 13 Kasım 2007’de bir konuşma yapmasıydı.7 Daha önce hiçbir İsrail yetkilisi TBMM’de konuşma yapmamıştır. Ancak AKP kendi tabanından ve muhalefetten özellikle de Saadet Partisi’nden gelen tepkileri zayıflatmak amacı ile Filistin Yönetimi Mahmut Abbas’ın 
da konuşmasını sağlamıştır. 

Bu arada, AKP Hükümeti, Suriye ile İsrail arasında barışın sağlanması amacı ile arabuluculuk görüşmelerine başlamıştır. Her iki ülke de AKP Hükümeti’nin bu girişimine olumlu cevap vermişlerdir. 

<Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olmasının İsrail tarafından destekleneceği ve Erdoğan’ın Ahmedinejat’ın popülaritesine son vermesi gerektiği görüşülmüştür. >

Türk-İsrail İlişkilerinde Sistematik Gerilime Doğru-Gazze Savaşı (27 Aralık 2008-18 Ocak 2009) 

Ankara’nın Telaviv ile Şam arasında arabuluculuk sürecini sürdürdüğü dönemde, 23 Aralık 2008’de, İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile Erdoğan Ankara’da görüşmüşlerdir. Görüşmede sadece İsrail-Suriye ilişkilerinin ele alındığı, Hamas meselesinin görüşülmediği ileri sürülmüştür. 

Ancak Erdoğan, Davos sonrasında, Olmert ile Hamas’ı da görüştüklerini, Hamas’ın elinde esir tutulan İsrail askerlerinin kurtarılması karşılığında İsrail’in elindeki Hamas milletvekilleri ve bakanlarını serbest bırakmasını tartıştıklarını anlatmıştır. Erdoğan, bunun gerçekleşmemesi durumunda ise diğer esirleri kurtarmak için pazarlık yaptığını anlatmıştır. Olmert ile görüşmeler devam 
ederken, Erdoğan, Hamas lideri İsmail Haniye’yi Gazze’den arayarak görüşmüştür.8 

Ahmet Davutoğlu da bazı gazetecilere Erdoğan’ın Olmert’e Hamas ile de arabuluculuk yapma teklifinde bulunduğunu ancak Olmert’in bunu reddettiğini söylemiştir.9 

Görüşmeden hemen sonra İsrail’in, 27 Aralık 2008’de, Gazze operasyonuna başlaması üzerine gösterdiği ağır tepki sonrasında, Türk-İsrail ilişkileri görünürde kriz süreci içerisine girmiştir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

26 Ocak 2017 Perşembe

PKK' YA DESTEK VEREN ÜLKELER



PKK' YA  DESTEK VEREN ÜLKELER,


RUSYA

Rusya'dan PKK'ya yeni yıl hediyesi olarak gönderilen Sam füzeleri, RPG roketatarlar, 60 milimetrelik havan topu ile bunlara ait mühimmat, uzaktan kumandalı mayınlar, gece görüş dürbünleri ve Kalaşnikof marka silahları manşet yapmıyorlar.



1 /20

 PKK'ya destek veren ülkeler


Kalaşnikoflar'da ise yüzde 70'lik oranla Rusya ilk sırada. Mayın teminatı konusunda ise ikinci sırada. Roketlerde de durum değişmiyor. PKK'nın hastanelere bile atmaktan çekinmediği roketlerin menşei incelendiğinde adres yine Rusya çıkıyor. Tespitler göre PKK'nın kullandığı roketlerin yüzde 65'i Rusya'ya ait


2 /20

 PKK'ya destek veren ülkeler


Tabanca ve el bombaların birçoğunda da Rusya imzası var. Bugünlerde terör ve vesayet çukurlarında ismini sıklıkla duyduğumuz suikast silahı Kannaslar'da yine Rusya yüzde 50 ile önde görülüyor.


3 /20

 PKK'ya destek veren ülkeler

İNGİLTERE

Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne ait kargo uçaklarıyla roketatarlar PKK'ya teslim ediliyor. Ele geçirilen diğer suikast silahlarının İngiltere orijinli olduğu tespit ediliyor.


4 /20


 PKK'ya destek veren ülkeler

ALMANYA
Almanya kod numaralarını ordu envanterinin dışında tutarak PKK'ya füze gönderiyor. İtalya'yı mayınlar konusunda izleyen diğer ülke ise Almanya. Almanya ayrıca PKK'lı teröristlere siyasi eğitimin verildiği bir ülke.


5 /20

 PKK'ya destek veren ülkeler

ABD

Silahların seri numaralarını silen ABD, PKK'ya her türlü silahı aktarıyor. Ele geçirilen diğer suikast silahlarının ABD orijinli olduğu tespit ediliyor. ABD'nin bir diğer desteği ise el bombaları



6 /20

 PKK'ya destek veren ülkeler


İTALYA

İtalya da ABD gibi silahların seri numaralarını silerek PKK'ya veriyor. Son on yılda güvenlik güçlerinin PKK'ya yaptığı operasyonlarda ele geçirdiği mayınların yüzde 60'ı İtalya'ya ait. Tabancalarda da İtalya imzası var. İtalya ayrıca PKK'lı teröristlere siyasi eğitimin verildiği bir ülke.



7 /20

 PKK'ya destek veren ülkeler

ÇİN

Çin de ABD ve İtalya gibi silahların seri numaralarını silerek PKK'ya veriyor. Rusya'dan sonra Kalaşnikof teminatında ikinci sırada.


8 /20

 PKK'ya destek veren ülkeler
İSPANYA

PKK'ya Seri numaraları silinmiş silah ve tabanca teminatı.
Ayrıca PKK'lı Teröristlere siyasi eğitimin verilmesi...


9 /20

 PKK'ya destek veren ülkeler
İSRAİL

PKK'ya Seri Numaraları silinmiş silah ve tabanca teminatı.

10 /20 

PKK'ya destek veren ülkeler

SURİYE

PKK'lı Teröristlerin kamplarının olduğu ve terör eğitimi istihbarat birimlerince veriliyor.


11 /20 


PKK'ya destek veren ülkeler

IRAK

PKK'lı Teröristlere terör eğitimi istihbarat birimlerince veriliyor.


12 /20 

PKK'ya destek veren ülkeler

ERMENİSTAN

PKK'lı Teröristlere terör eğitimi istihbarat birimlerince veriliyor.


13 /20 

PKK'ya destek veren ülkeler

HOLLANDA

PKK'lı Teröristlere siyasi ve örgütsel eğitim veriliyor.


14 /20 

PKK'ya destek veren ülkeler

BELÇİKA

PKK'lı Teröristlere siyasi ve örgütsel eğitim veriliyor.


15 /20 

PKK'ya destek veren ülkeler

İSVİÇRE

PKK'lı Teröristlere siyasi ve örgütsel eğitim veriliyor.



16 /20

 PKK'ya destek veren ülkeler

YUNANİSTAN

PKK'lı Teröristlere siyasi ve örgütsel eğitim veriliyor.


17 /20 

PKK'ya destek veren ülkeler

FRANSA

PKK'lı Teröristlere siyasi ve örgütsel eğitim veriliyor.


18 /20 

PKK'ya destek veren ülkeler


DANİMARKA
PKK'lı Teröristlere siyasi ve örgütsel eğitim veriliyor.

19 /20 

PKK'ya destek veren ülkeler

SIRBİSTAN

Sırplar ile PKK arasında ciddi oranda Balkan coğrafyası için uyuşturucu ticareti yapılıyor. Sırp ve PKK arasında uyuşturucu ortaklığı var.



20/20


 PKK'ya destek veren ülkeler
.



http://www.ahaber.com.tr/galeri/turkiye/pkkya-destek-veren-ulkeler-1452036371

22 Aralık 2016 Perşembe

TÜRK YAHUDİ İLİŞKİLERİ TÜRKİYE Yİ YAHUDİLER Mİ KURDU DARBELER, 28 ŞUBAT VE İSRAİL



TÜRK YAHUDİ İLİŞKİLERİ  TÜRKİYE Yİ YAHUDİLER Mİ KURDU DARBELER,  28 ŞUBAT VE İSRAİL,



 ONUR DİKMECİ
 19 Şubat 2015 
 Perşembe


28 Şubat ittihatçılar Onur Dikmeci Darbe Olur mu Türkiye askeri darbeler

1875 yılında Rus yanlısı Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'nın : " Osmanlı Devleti borçlarının yarısını faizli tahville ancak 5 yılda ödeyecek" açıklaması , Avrupalı Devletlerin bankerleri, sefirleri ve özel temsilcileri tarafından aşırı büyük tepkiyle karşılanmıştı. Yalnızca bir sene sonra 1876 tarihinde ise Osmanlı Devleti'nin borçlarını ödeyemeyeceği duyuruldu. Bu aynı zamanda mali bir iflasın tanımıydı. Üç ay içerisinde Sırplar ve Bulgarlar isyan ettiler. Kısa bir süre sonra ise Harp Okulu komutanı Süleyman Paşa genç Zabit adaylarıyla sarayı kuşattı, sorumlu tutulan Padişah Abdülaziz Han'ı tahttan indirdi. Bu vaka aynı zamanda Türk siyasal hayatının ilk modern ihtilaliydi. Anayasa ve Meşrutiyet sözüyle tahta çıkartılan II. Abdülhamit, diktasını tam manasıyla tesis edebilmek maksadıyla kısa sürede Meclisi feshetti. Aydınlanmacılar dört bir köşeye sürüldü veyahut binbir baskıya tabi tutuldu. İyi niyetli fakat başarısız ve paranoyak Abdülhamit Han'ın Tek Adamlık idaresinde borçlar arttı, devlet kadrolarında vasıfsız kişiler istihdam edildi, ordunun üst düzey veya kilit konumlarına alaylı ve çoğu okuma bile bilmeyen subaylar atandı. Bugünkü Türkiye'ye yakın yüzölçümünde toprağın elden çıktığı dönemde radikal önlemler alınması ve bunun süratle yerine getirilmesi arzusunda olan İttihatçılar, baskı ve jurnallerden muaf olabilmek için masonluk yoluna yöneldiler. Masonluk zırhı altında çoğu Avrupa'da bir müddet yaşamış veyahut tahsilini sürdürmüş İttihatçılar; ekseriyetle parlak sicilli Zabit, gazeteci, avukat, doktor, alim gibi dönemlerinin en ileri seviyesinde entelektüel birikime sahip pozitivizmin ve hürriyetin etkisinde kalmış elitist tabakayı oluşturmaktaydılar.  Hararetli ve herdaim birbirleriyle irtibatlı fikir münazaraları neticesinde yeni bir meclise, yeni anayasaya ihtiyaç olduğunu bunun ancak Padişah'a acilen kabul ettirilmeyle mümkün olacağını düşünmekteydiler. Makedonya'da , yabancı Jandarma komutanlarının himayesinde Jandarma subaylarının her bakımdan kayırılması neticesiyle dışlandıklarını iyiden iyiye hisseden Ordu subaylarının hürriyet ve kurtuluş ateşi , iktisadi bu faktörler ile de hızlanmış, kanımca Seraskerlik yüksek rütbeli subaylarında desteğiyle ayaklanmaya dönüvermişti.  Her daim devrilme korkusuyla yaşayan Abdülhamit bu ayaklanmayı bastırmaya kararlıydı binlerce subay yola çıkarılmıştı.. 

Tütüncünün Teşkilatçılığı

İttihatçı ayaklanmasından evvel komitenin ileri gelenleri ayaklanmanın bastırılacağını düşünmüş birşeyler yapmaya karar vermişlerdi.

 İzmir'e gelip küçük ve eski bir dükkan bulan İttihatçı burada esnaflık yapıyordu. Dükkanına özellikle rütbeli subaylar uğruyordu fakat bir terslik vardı. Dükkana gelenler saatlerce içeride kalıyor akabinde ya bir şey almadan çıkıyor veya göstermelik bir tütün parçası alıyordu. Hikmet neydi? 

İhtilal, Tesis, Cumhuriyet sonrası

İzmir'den gemiyle Makedonya'da ki İttihatçı ayaklanmasını bastırmak için yola çıkan 17.000 Subay ve Gedikli vardıklarında Halife Padişah'ın emirlerini çiğnemek pahasına silahlarına denize fırlatıyorlar "Kardeşlerimize kurşun sıkmayız, yaşasın Hürriyet yaşasın Meşrutiyet" diye haykırıyorlardı.

  Sır çözülmüştü. İzmir'de Tütüncü Yakup olarak bulunan İttihatçı Yahudi Dr. Nazım'ın, Subaylara yaptığı propaganda işe yaramıştı. ( kod adı olarak İsrailoğullarına gönderilmiş Peygamber'in ismini özellikle seçmiş sanki, Nazım gibi mühim ittihatçılardan ibraniceyi çok iyi konuşan Rıza Tevfik te Yahudi idi. İttihatçıların en önemli ismi Talât Paşa ise Edirne'de Yahudi okulunda öğretmenlik yapmıştı. İsmi Talât, " Tal " İbranicede çiğ manasındadır çok kullanılır. )  Meşrutiyet ilanı, 1909 Abdülhamit'in tahttan indirilmesi ( Hareket ordusu kumandanı İttihatçılara yakın isim büyük Münevver, Mahmud Şevket Paşa, Bursa Alians İsrail elit mektebinde eğitim gördü. O tarihlerde Bursa'da Yahudi iskanı yoğun ve mekteplerine sadece Yahudiler kabul ediliyor) ve 1913 Bab-ı Ali baskınıyla İttihatçıların mutlak hakimiyeti başlamıştı. En başta kapütülasyonlara karşıydılar. Bunun için İngiliz elçi Maurice tarafından sürekli hain veya mason gerekçesiyle maaşlı yurtiçi işbirlikçi basını tarafından adeta lince tabi tutuldular.  Halbuki ilk büyük loca İngiltere'de kurulmuştu! Halbuki Maurice masondu! Mason biraderlerini evrensel yasalarını çiğneyerek ülkesinin menfaati adına kolayca yolda bırakabiliyordu ! 

1838 Baltalimanı anlaşmasıyla Osmanlı topraklarında dallanan İngiliz kapitalist sınıfı ve hakimiyeti kırılmalıydı. Bunun yegane yolu Vatansever Osmanlı Yahudilerinin desteği ile yeni bir kapitalist sınıfın inşaa edilebilmesine bağlıydı. İzmir'in önde gelen Kapıcızade, Evliyazade gibi Türk Yahudi ailelerinin de desteğiyle, yalnızca İstanbul'da 5.000 adet bakkal dükkanı açıldı. Sermayesi yahudiler tarafından oluşturulan milli banka Adapazarı İslam Kalkınma Bankası adıyla hizmete başladı Türk köylüsünün kredi ihtiyacına yetişti. 

Toprak kanunlarını da yeniden düzenleyen İttihatçılar, Ortadoğu'da ki yabancı hakimiyetini kırabilmek için Filistin'e Yahudilerin yerleşmesinin önünü açtılar, Devlet bu dayanışmayla , Batı'ya kafa tutuyordu ve bu yabancı elçileri oldukça tedirgin etmişti. Bu topraklarda dışlanan Türkler ve Yahudiler el ele yeni bir sistem icat ediyorlardı. Bütün gayret ve büyük ideallere rağmen " Hasta Adam" ameliyat masasındaydı ve cihan savaşı patlak vermişti. Emanuel Karasu gibi aydın bir Yahudi şahsiyet, Yahudilerin önce Türk olduklarını vurguluyor Türkler ve Osmanlı Yahudilerinin mücadelesinde etkin oluyordu. İlk kurşunu atan Yahudi Hasan Tahsin, Cihat fetvasını veren Mason Yahudi Hayri Efendi, Musa Kazım gibi aydınların çabasıyla cihan savaşına dahil olunuyor Selanikli büyük Komutan Mustafa Kemal Atatürk'ün dehası önderliğinde yeni bir Cumhuriyet kuruluyordu.. Türkiye Cumhuriyeti; Türkler ve Yahudilerin ortak mamulü olarak tarihte parlayan bir yıldız olarak yerini alıyordu. 1923'ten sonra Türk ordusu üçlü tarihi misyonunun üçüncü safhasına geçmiş oldu; kışlasında fakat rejimsel tehdit anında müdahalede bulunmaktan çekinmeyen. 

Genç subayların ilk hoşnutsuzluğu, İnönü yönetimine karşıydı bu sebeple 1950'deki genel seçimlerde büyük oranda Demokrat Parti'ye oy verdiler. ( Koyu İttihatçı ve tarihimizin en önemli isimlerinden Celal Bayar, Yahudi mektebinde eğitim görmüş ayrıyetten kuvvetle muhtemel masondu. Bayar Yahudi kökenli olabilecek bir komitacıdır) 1954lerden itibaren Dp'ye hoşnutsuzluk artmış ordu içerisinde ; Tuzla Uçaksavar, Harp Akademileri, Talat Aydemir, Faruk Güventürk, Numan Esin - Muzaffer Özdağ, Sadi Koçaş cuntaları belirmiştir. Esasen Menderes döneminde Batı ve Nato nezdinde sıcak ilişkiler kurulmuş hatta 1958 yılında İsrail Başbakanı Ben Gurion ile İstanbul'da gizlice görüşülerek özellikle istihbarat konusunda ikili mutabakata varılmıştır.  

Şu halde Türkiye'de ki darbelerin bütün kaynağı İsrail ise, 27 Mayıs gibi bir ihtilal nasıl gerçekleşebildi? Uzunca düşünmeye gerek yok, Sovyet tehdidi karşısında tutarlı bir politika ile İsrail olması gerektiği gibi müttefik kabul edildi fakat iç politik arenadaki hoşnutsuzluk, rejimsel zaafiyet ve ağır ekonomik koşullar spontane bir müdahaleyi doğurdu görevi alan komite ise rasyonel bir uygulamayla İsrail ile kurulan ilişkileri devam ettirmiş hatta daha da ileriye götürmüştür. 1965'den itibaren gerçekleştirilen Ortadoğu ziyaretleride  Türk İsrail yakınlaşmasını stratejik açıdan muhtemelen kuvvetlendirmiştir. 9 Martçılar olarak bilinen General Celal Madanoğlu cuntasının ifşası ve 12 Mart muhtırası neticesinde Nihat Erim dönemi Türkiye Abd İsrail ilişkilerinin sağlıklı biçimde devam ettiği süreçtir. Madanoğlu ve ekibi Sosyalist Kemalist olarak tanımlanmaktadır. Fakat 1963'den itibaren ordu içerisinde oluşturulan Milli Devrim Ordusu bünyesinde aşırı sol fraksiyonlarda, Türkiye'nin Nato'dan kopmasını isteyen Ortadoğu ve İsrail'e diş bileyen ekip Sovyetler ile bütünleşebilme derdindeydi.  Bu ekibin başarılı olması durumunda Nato'ya sırt çevirecek Türkiye'yi ne gibi bir akıbet beklemekteydi? Bunun büyük bir hasara yol açacağını vurgulayan teoriler çokça üretilmiştir. 

Esasen siyasal hayatımıza daha fazla değinmeden meşhur 28 Şubat vakasına gelmek yerinde olacak. (28 Şubat 1997 MGK toplantısı) yıllardır 28 Şubat müdahalesinin İsrail'in bir ürünü olduğu ve Türk demokrasisine darbe vurduğu dillendirilir. Bu teori aslında iç siyaset malzemesi olarak rant sağlayan bir stratejidir. Demokrasi önemlidir fakat parçası olduğumuz Ortadoğu'da Devletler güvenlik bürokrasisi üzerine inşaa edildiğinden Ulusal güvenlik, rejime yönelik tehdid algılamaları gerekçesiyle kısmen askıya alınabilir. Türkiye ve İsrail'de Ordu'nun bu denli ayrıcalıklı konumda bulunması coğrafya ve milli karakter sebebiyledir ve bu iki ülkenin bir başka ortak noktasıdır. 

Merhum Necmettin Erbakan döneminde, İsrail ile ortak askeri tatbikat yapıldığına ve ekonomik anlaşma imzalandığına göre İsrail ne maksatla zaten var olan ilişkilerini yeniden var etmek maksatlı darbe planlayabilir? Bir kere şunu belirtelim, 28 Şubat kararlarının tamamı; Milliyetçi, Ulusalcı olarak kendi siyasi kimliğini tanımlayan Vatandaşların imza atmaları gereken bir taslaktır. Burada kararlardan çok Ankara Sincan mevkin de Askeri tankların geçidi ve Necmettin Erbakan'ın istifasının eleştiriye bahis konusu olduğunu düşünmekteyiz. Lakin bunu dış gerekçelerden çok iç politik kulvarla yorumlamak doğrudur. Bu siyasi tertipte Tansu Çiller Başbakanlığı arzulamış olabilir. 

Tüsiad , Anadolu sermayesinin önüne set çekebilmek için medyayı da yönlendirerek girişimde bulunması da muhtemeldir. Halishane niyetli asker ve sivil kesimin kaygılarıda dahil edilebilir. Ve elbette Necmettin Erbakan'ın etrafında kümelenmiş menfaatçi kişilerin Erbakan'ı yanlış yönlendirmesi, teşkilat tabanını provoke eden açıklamaları ve bir takım tertipleri aslında herşeyi ateşlemiştir. 28 Şubat hususunda Abd Dışişleri Bakanı Albtight'in olumlu açıklamaları ile Türk komutan Org. Çevik Bir'in: " 28 Şubat ile Ordu laik yüzüyle İsrail'e yöneldi" gibi bir beyan bu sürecin dış kaynaklı olduğunu göstermez. Siyasal sistemlerin kaderidir ki her kurulan sistem kendini kabul ettirme arzusundadır bu onlara meşruiyet kazandırır. 

28 Şubat dahil her kaotik olayda İsrail'i baş müsebbip olarak işaret etmek Türkiye'yi, iradesini, potansiyalini küçümsemekle eşdeğerdir. Milli Nizam Partisi kapatıldıktan sonra, İsviçre'ye gidip Erbakan ile görüşen komutanların yegane arzusu fevri Avrupa Birliğine muhafazakar iktidarlı Natocu bir Türkiye ile cevap vermekti. Türkiye Nato ve İsrail bütünleşmesinin sürekliliği için önemliydi. Bu durumda Milli Görüş hareketi nasıl ki İsrail'in salt uzantısı olarak kabul edilemezse, Türkiye'de ki askeri müdahaleler ve özellikle 28 Şubat için de İsrail suçlanamaz . 

Yakın siyasi tarihimizde Türk-İsrail/Yahudi münasebetlerinin özetini yapmaya çalıştığımız satırların akabinde varılacak neticeler; 

1) Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu bu toprakların, kültürel zenginliğimizin özneleri Türkler ve Yahudilerin ürünüdür. 

2) Türk ve Türk yahudiler dışlanmış, eziyet görmüş fakat her daim medeniyetlerini sürdürebilmiş günümüzde de dayanışma içerisinde olması gereken topluluklardır. 

3) Kuruluş esnasında elitist kadrolarda Yahudiler, Masonlar, Yahudi Masonlar yer aldıysa halen ülkemizde yaşamlarını sürdürmektedirler. Barış içerisinde yaşayacağımız biricik değerlerimiz olarak bu topraklarda hayatlarını idame ettireceklerdir. 

4) Güvenlik bürokrasisi üzerine inşaa edilmiş ve benzer pek çok noktası bulunan Türkiye ile İsrail ilişkilerini en üst seviyeye çıkartmalıdır.( Zayıflayan bağlar, hatalar, yapılması gerekenler başka bir yazının konusu olabilir) 

5) Türkiye'de ki askeri müdahaleler ve talihsizliklerin oyun kurucusu olarak İsrail, Yahudiler veya Yahudi lobilerinin vurgulanması , iç cephede politik meşruiyetlerini pekiştirmek isteyen politik figürlerin basit stratejileridir. Türkiye'de ki her olumsuz vaka yönetim beceriksizliği ve geçmiş asırlarda Aydınlanma-Sanayi devriminin yaşanamamış olmasının( Türk kapitalist ve işçi sınıfının yoksunluğu. D. Avcıoğlu'na göre 1838 anlaşması yerli kapitalist sınıfın oluşmasını engelledi)  günümüze yansıyan sancılarıdır. 

Umud ediyoruzki siyasi tercihlerini rasyonel temellere dayandıracak Türkiye, Türk-İsrail münasebetlerini verimli düzende yeniden şekillendireceği gibi, Ülke endeksli nefret politikasınıda yıkmaya başarabilecektir.


Gönderen Onur Dikmeci zaman: 09:55 

http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2015/02/turk-yahudi-iliskileri-turkiyeyi.html

..