Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek, BÖLÜM 1
Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek?
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ*
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı,
uozdag@21yyte.org
Bütün dünyada ilgi ve ayrıca Batı dünyasında endişe ile izlenen Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim ve kriz süreci, 30 Ocak 2009’da Davos’ta gerçekleşen
“One Minute” çıkışından bu yana yaşanmaktadır. Erdoğan, İsrail’e kafa tutan lider olarak Arap sokaklarında büyük bir popülerite kazanmıştır. Mavi Marmara
saldırısı sonrasında bütün dünya Türk-İsrail ilişkilerinin içine girdiği ağır krizin nasıl biteceğini heyecanla izlemeye başlamıştır.
Oysa, AKP iktidarı bazında ele alındığında, ikili ilişkilerin “kötü” olarak nitelenebilecek durumda olmadığı görülmektedir. AKP’nin iktidara gelmesi ve 57. Hükümet’ten farklı olarak Irak’ın işgalinde Amerikan Ordusu’na Türkiye’den geçiş imkanı vereceğini açıklaması, Saddam Hüseyin’in devrilmesini milli hedef haline getirmiş olan İsrail’de büyük bir sevinç ile karşılanmıştır.
AKP, Tel Aviv’den gelen sıcak karşılamayı karşılıksız bırakmamıştır. İsrail ile var olan anlaşmalar AKP Hükümeti tarafından devam ettirildiği gibi yeni anlaşmalar da imzalanmıştır. 2002 sonrasında Türkiye-İsrail ticari ilişkileri sürekli artmıştır. Türkiye, İsrailli firmaların faaliyet gösterdiği ülkeler sıralamasında üçüncü sıraya yükselmiştir. Anılan dönemde Türk-İsrail ekonomik ilişkileri de sürekli artmış ve 2008’de 3.4 milyar Dolar seviyesine çıkmıştır. Türkiye, İsrailli turistler için önde gelen çekim merkezi olmaya devam etmiştir.
Bütün bunlar ilişkilerde zaman zaman sıkıntıların olmadığı anlamına da gelmiyor. Özellikle 2004’de Ankara, İsrail’in Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirdiği faaliyetlerden duyduğu rahatsızlığı iletmiştir. 2005’de Hamas liderlerinin Türkiye’ye davet edilmesine ise Telaviv tepki göstermiştir.
Ankara da 2006’da İsrail Ordusu’nun Hizbullah’a yönelik Güney Lübnan’da başlattığı savaşa karşı tepki koymuş ve İsrail’i eleştirmiştir. Telaviv’in tepki gösterdiği gelişmelerden biri de Türkiye’nin Suriye ile yakınlaşması olmuştur. Gerçi önceleri şikayet etmişse de sonra bu sürecin Şam’ı Tahran’dan uzaklaştırdığını görünce memnuniyet duymuştur. Bütün bu gerilimlerin iki
ülke arasında ilişkilerin gelişmesini engellediğini söylemek ise mümkün değildir. Aksine AKP, ancak iki ülkenin de büyük güven duydukları zaman gerçekleştirilebilen arabuluculuk işlevini, Suriye ve İsrail gibi savaş halindeki iki ülke arasında üstlenmiştir. Şam ile Telaviv arasında arabuluculuk yapan bir Türkiye’nin aniden İsrail’e düşman olması beklenemez. Dış politikada bu kadar sert bir kırılma hayatın genel akışına aykırıdır. Dış politikalar uçak gemilerine benzer. Uçak gemileri ise sürat motorları gibi keskin virajlar almazlar, alamazlar. Kaldı ki AKP’nin İsrail ve ABD’deki Yahudi lobisi ile Türkiye’nin geçmiş bütün iktidarlarından daha özel bir ilişkisi olmuştur. 10 Haziran 2005’de ABD’nin en önemli Yahudi kuruluşlarından ADL’nin “Üstün Cesaret Ödülü” ve AJC (ABD) Yahudi Kongresi’nin “Üstün Cesaret Madalyası”1 ile ödüllendirilen Erdoğan, Yahudi olmamasına rağmen bu ödülü alan ilk ve tek şahsiyettir.
AJC Yahudi Kongresi’nin amacının Siyonizm’i tüm dünyaya hakim kılmak olduğu ve ADL’nin verdiği “Üstün Cesaret Ödülü”nü Abraham Foxman’dan alırken Erdoğan’ın, “Bizim dostluğumuza güvenin” dediği vurgulanmıştır.
Özetle, Türk-İsrail ilişkilerinin Davos’taki tartışma ve Mavi Marmara saldırısı eksenlerine indirgenerek anlaşılmaya çalışılması, doğru bir yaklaşım değildir. Uluslararası ilişkilerde her şey görüldüğü gibi olmayabilir. Bu çalışmada, detaylar ve kenarda kalmış bilgiler gün ışığına çekilerek ve olayların akışını bu süreçler zemininde tekrar kurgulayarak, Türk-İsrail krizine bir başka açıdan bakılmaya çalışılmıştır.
Bu bakış açısı geliştirilirken AKP Hükümeti ve İsrail Hükümeti arasında yaşananlarda, bilinçli bir eşgüdümün sağlandığının iddia edilemeyeceğini belirtmek durumundayız. Olan, daha ziyade olayların karşılıklı olarak dengelenmesidir. Bu karşılıklı dengelemenin ne anlama geldiği bu çalışmanın ana konusudur.
Ortadoğu’da Yükselen Şii Hilali ve Ahmedinejat Faktörü
2005’de İran Cumhurbaşkanı olan Ahmedinejat, halefi Hatemi’nin iç ve dış politikadaki reformist çizgisini terk ederek, ABD ve İsrail ile “sürekli fakat kontrollü” bir “gerilim politikası” izlemeye başlamıştır. Tahran’ın bu siyasetten çok boyutlu kazanç sağladığı görülmektedir. Ahmedinejat, bir yandan her İran-ABD krizinde dünya petrol fiyatlarının artmasından yararlanarak
içeride izlediği popülist ekonomik politikaları finanse edecek ek kaynak bulmakta, öte yandan ABD ve İsrail’e “kafa tutmanın” Ortadoğu’da sağladığı saygınlığın keyfini çıkarmaktadır Ahmedinejat ABD ve İsrail’e “kafa tutmanın” Ortadoğu’da sağladığı saygınlığın keyfini çıkarmaktadır.
Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinin travmasını yaşayan Arap dünyası için Ahmedinejat hayran olunan lider profili çizmektedir. Üstelik Ahmedinejat’ın İran’ı hırslı bir şekilde nükleer güç olma siyaseti izlemektedir. Ahmedinejat’ın nükleer güç politikasından en çok korkan ülke, herhangi bir stratejik derinliğe sahip olmayan ve bir nükleer bomba ile yok edilebilecek olan İsrail’dir.2 İsrail, Ahmedinejat’ın Ortadoğu’daki saygınlığından da rahatsız olmaktadır. Çünkü Tahran, ABD’nin Afganistan ve Irak’a müdahalesini çok doğru adımlarla değerlendirmiş ve Amerikan Ordusu’nun işgal ettiği bu iki ülkede çok önemli bir etkinlik kazanmıştır.
Ayrıca, Basra Körfezi Şiileri üzerinde etkisini de artıran Tahran, Hizbullah aracılığı ile Lübnan’a uzanmıştır. Bu durum “Şii Hilali” adlı bir yeni jeopolitik alandan bahsedilmesine neden olmuştur.3 Üstelik 2006’da İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a karşı girişmiş olduğu başarısız askeri harekat sırasında Hizbullah’ın arkasındaki tek güç olarak konumunu daha da güçlendirmiştir. Başbakanlıkta Avrupa Musevi Kongresi Başkanı İle Görüşme veya İran’ın Yerine “Türk Seçeneği” (18 Ocak 2007)
Ocak 2007’de Ahmedinejad’ın, Yahudi soykırımını efsane olarak nitelendirmesinden sonra 36 Avrupa ülkesindeki Yahudi cemaatlerinin çatı örgütü olan Paris merkezli “Avrupa Musevi Kongresi” Başkanı Pierre
Besnainou, Avrupalı liderlere İran’a ambargo uygulanması çağrısında bulunmuştur. P. Besnainou, daha sonra Türkiye’ye gelerek, ABD Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı Nicholas Burns ile değişik görüşmeler yapmış sonra 18 Ocak 2007’de Başbakanlık’ta Erdoğan ile görüşmüştür.4 Erdoğan ile görüşmeden
sonra Besnainou, görüşmeyi “çok ilginç bir görüşme” olarak nitelendirmiş ancak daha fazla açıklama yapmamıştır.
Besnainou, 15 Şubat 2007’de İsrail’den yayınlanan Haarettz gazetesinde yazdığı “Türk Seçeneği” başlıklı makalede, “Erdoğan’ın Ortadoğu’da lider rolü oynayabileceğini ve İslam dünyasının Ahmedinejat’tan daha iyi bir sözcüyü hak ettiğini” ileri sürmüştür. Besnainou, “Erdoğan’ın İslam Dünyası’nın sözcüsü olması gerektiğini ve Erdoğan’ın da böyle düşündüğünü” iddia ettikten sonra, “bir sonraki Nobel Barış Ödülü’nün, Erdoğan’ı kastederek, bölgede üstlendiği başarılı misyon nedeniyle İslami bir figüre layık görülmesini umduğunu” belirtmiştir.
Besnainou şöyle devam etmiştir: “Ankara’ya kısa bir süre önce yaptığım ziyarette Başbakan Erdoğan’a, kendisinin Ortadoğu’da lider rolü oynayabileceğine yönelik inancımı ifade ettim.
Körfez monarşilerinden Orta ve Doğu Asya’ya, Hamaslı İslamcılardan ılımlı Filistinlilere kadar bütün Müslüman dünyasında saygı gören Türkiye, ABD ve İsrail ile de güçlü ve sadık bir ilişki yürütüyor. Böylece Türkiye bölgedeki bütün nüfuzlu katılımcılarla etkileşime girme meşruiyetini kazanmış oluyor. Bu konumu, zararlı bir nüfuza sahip İran’ın yerine, Türkiye’yi bölgesel liderlikte doğal bir tercih haline getiriyor. Bu analize katılan Başbakan Erdoğan, hiç
kuşku yok ki, Filistin ile İsrail arasında yakınlaşma kurulması için çaba harcamayı da arzu etmektedir.
Bu dostane tavrı göz önüne alıp, Türkiye’nin barış sürecinde oynayacağı rolü açık fikirlilikle değerlendirmek şimdi bize düşüyor. Bu da sonuç olarak Ahmedinecad’ın önemli oranda zayıflamasını sağlayabilir.”5
Böylece Erdoğan-Besnainou görüşmesinin Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olmasının İsrail tarafından destekleneceği ve Erdoğan’ın Ahmedinejat’ın popülaritesine son vermesi gerektiği üzerinde yoğunlaştığı anlaşılmıştır. Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olmasının İsrail tarafından
destekleneceği ve Erdoğan’ın Ahmedinejat’ın popülaritesine son vermesi gerektiği görüşülmüştür.
Ayrıca Besnainou, Türkiye’nin İsrail ve ABD ile güçlü ve sadık bir ilişki yürüttüğünü söyleyerek sadece Tel Aviv’in değil, dünya Yahudilerinin de AKP Hükümeti’nin politikalarından ne kadar memnun olduğunu göstermiştir.
Ahmedinejat ABD ve israil’e “kafa tutmanın” Ortadoğu’da sağladığı saygınlığın keyfini çıkarmaktadır.
Besnainou’nun İsrail Hükümeti’nin bilgisi ve muhtemelen desteği çerçevesinde yapmış olduğu bu görüşmede, ortaya koyduğu talebi, Ortadoğu’da karşılamaya en uygun lider Erdoğan’dır.
Çünkü Erdoğan, bir yandan NATO ittifakı ve Batı dünyası ile sıkı ilişkiler kurmuş, öte yandan AB’ye girme çabası içinde olan bir Türkiye’nin, İslamcı siyasal gelenekten geldiği için Araplara duygusal yakınlık duyan bir liderdir. Üstelik 1 Mart 2003’de çıkması için çabaladığı Tezkere, TBMM’de reddedilince, Arap dünyasında istemeden popüler olmuştur. İsrail Uçaklarının Türk Hava Sahasını İhlali (6-7 Eylül 2007)
İsrail’in AKP Hükümeti’nin politikalarından memnun olmaması için herhangi bir gerekçe yoktur. Çünkü Türk-İsrail ilişkileri, sadece ekonomi ve turizm alanındaki gelişmelerle sınırlı değildir.
6-7 Eylül 2007 gecesi Hatay’ın Kırıkhan ve Hassa ilçesi sakinleri, ikili kollar halinde alçaktan uçan 6 İsrail savaş uçağının, “F-151 Ra’am”ların sesleri ile uyanmışlardır. 6-7 Eylül 2007 gecesi Hatay’ın Kırıkhan ve Hassa ilçesi sakinleri ikili kollar halinde alçaktan uçan 6 İsrail savaş uçağının sesleri ile uyanmışlardır. Ertesi gün Hassa ve Oğuzeli ilçeleri sınırları içinde, Türkiye-Suriye sınırına yakın
bir tarlada, üzerinde İbranice yazılar bulunan iki adet 600 galonluk harici yakıt tankı bulmuşlardır. Suriye, 8 Eylül’de İsrail savaş uçaklarının Suriye’nin El Ebyad bölgesinde alçaktan uçuş yaptıklarını duyurmuştur. İsrail uçaklarının El
Kibar bölgesinde Kuzey Kore işbirliği ile yapılan bir nükleer tesisi hedef aldığı da iddialar arasındadır.6
AKP Hükümeti’nin bu önemli gelişme ile ilgili tek tepkisi, Dış İşleri Bakanı Ali Babacan’ın “kabul edilemez” sözleri ve İsrail Büyükelçisi’nden bilgi isteneceği yönündeki açıklaması olmuştur. Ancak neresinden bakılırsa bakılsın
olay, Ankara’nın İsrail’in bir gizli operasyonuna verdiği örtülü destekten başka bir şey değildir. İsrail uçaklarının Türk hava savunma ve radar sistemlerinin çok güçlü olduğu bir bölgede, AKP Hükümeti’nin izni olmadan uçuş yapmaları mümkün görünmemektedir. Öte yandan suçüstü yakalanan Şam, bu konuda fazla tepki vermemeyi tercih ederek konunun unutulmasını tercih etmiştir.
Şimon Peres’in TBMM Konuşması (13 Kasım 2007)
Türk-İsrail ilişkilerindeki gelişmenin bir göstergesi de İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in TBMM Genel Kurulunda 13 Kasım 2007’de bir konuşma yapmasıydı.7 Daha önce hiçbir İsrail yetkilisi TBMM’de konuşma yapmamıştır. Ancak AKP kendi tabanından ve muhalefetten özellikle de Saadet Partisi’nden gelen tepkileri zayıflatmak amacı ile Filistin Yönetimi Mahmut Abbas’ın
da konuşmasını sağlamıştır.
Bu arada, AKP Hükümeti, Suriye ile İsrail arasında barışın sağlanması amacı ile arabuluculuk görüşmelerine başlamıştır. Her iki ülke de AKP Hükümeti’nin bu girişimine olumlu cevap vermişlerdir.
<Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olmasının İsrail tarafından destekleneceği ve Erdoğan’ın Ahmedinejat’ın popülaritesine son vermesi gerektiği görüşülmüştür. >
Türk-İsrail İlişkilerinde Sistematik Gerilime Doğru-Gazze Savaşı (27 Aralık 2008-18 Ocak 2009)
Ankara’nın Telaviv ile Şam arasında arabuluculuk sürecini sürdürdüğü dönemde, 23 Aralık 2008’de, İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile Erdoğan Ankara’da görüşmüşlerdir. Görüşmede sadece İsrail-Suriye ilişkilerinin ele alındığı, Hamas meselesinin görüşülmediği ileri sürülmüştür.
Ancak Erdoğan, Davos sonrasında, Olmert ile Hamas’ı da görüştüklerini, Hamas’ın elinde esir tutulan İsrail askerlerinin kurtarılması karşılığında İsrail’in elindeki Hamas milletvekilleri ve bakanlarını serbest bırakmasını tartıştıklarını anlatmıştır. Erdoğan, bunun gerçekleşmemesi durumunda ise diğer esirleri kurtarmak için pazarlık yaptığını anlatmıştır. Olmert ile görüşmeler devam
ederken, Erdoğan, Hamas lideri İsmail Haniye’yi Gazze’den arayarak görüşmüştür.8
Ahmet Davutoğlu da bazı gazetecilere Erdoğan’ın Olmert’e Hamas ile de arabuluculuk yapma teklifinde bulunduğunu ancak Olmert’in bunu reddettiğini söylemiştir.9
Görüşmeden hemen sonra İsrail’in, 27 Aralık 2008’de, Gazze operasyonuna başlaması üzerine gösterdiği ağır tepki sonrasında, Türk-İsrail ilişkileri görünürde kriz süreci içerisine girmiştir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder