Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2017 Pazartesi

Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek BÖLÜM 2

Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek BÖLÜM 2

Aslında İsrail’in Gazze’ye saldırması beklenmedik bir gelişme değildir. 

13 Aralık’ta İsrail, Hamas’ın da onayıyla ateşkesin devam etmesini istediğini açıklamıştır. 

Ancak daha önceki açıklamalarında da ateşkesin devam etmesini halkının istemediğini söyleyen Hamas, 20 Aralık’ta, İsrail’in sınırı açmaması nedeniyle ateşkesi sürdürmeyeceklerini belirterek İsrail’e havan ve roket atışlarını başlatmıştır. Hamas, ateşkesi bozmalarının sebebinin Gazze sınırının 
açılmaması, dolayısıyla sadece insani yardımların ulaşması olduğunu açıklamıştır. İsrail, Hamas’ın roket ve havan atışları ile silah kaçakçılığını durdurması halinde sınırı açacağını belirtmiştir. 

Hamas’ın razı gelmemesi üzerine Gazze ablukası devam etmiştir. 
23 Aralık’ta İsrail Ordusu Gazze sınırına patlayıcı yerleştirmeye çalışan üç Filistinliyi öldürmüştür. 

24 Aralık’ta 24 saat içinde İsrail’e 700’den fazla roket düşmüştür. 26 Aralık’ta İsrail, beş geçiş kapısını, insani yardımlar için Gazze’ye açmıştır. Bu hamleye rağmen Gazze’den bir düzine civarı roket ve havan mermisi ateşlendi. İsrail, bunun üzerine 27 Aralık 2008’den 18 Ocak 

2009’a kadar süren Dökme Kurşun Harekatı’nı başlatmıştır. İsrail saldırısı sırasında üçte biri çocuk olmak üzere 1300 Filistinli öldürülmüştür.10

Olmert’in Ankara ziyaretinden bu yana Türk-İsrail ilişkilerinde somut olarak ne değişmiştir? Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinde milli-stratejik menfaatleri olarak tanımlanan hususlarda ne değişmiştir? 

Eğer Olmert ziyaretinde Telaviv ile Şam arasında arabuluculuk yapan Ankara’ya İsrail’in Suriye’ye yapacağı bir saldırı konusunda bilgi vermediyse, Türkiye’yi kandırmış ve istismar etmiş olurdu. Erdoğan, konuşmada Hamas konusu ele alınmasına rağmen, Olmert’in kendisine Gazze’ye yönelik dört gün sonra başlayacak İsrail saldırısı konusunda bilgi vermemesine kızgın ise 
kızgınlığın meşruluğu yoktur. Türkiye’nin Hamas konusunda arabuluculuk teklifini reddeden Tel Aviv’in böyle bir yükümlülüğü olduğu söylenemez. Öte yandan AKP’nin İsrail’in Gazze saldırısına tepkisinin kontrolsüz olduğunu söylemek de mümkün değildir. Öyle ki, AKP Hükümeti İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını sert bir dille eleştirirken CHP’nin TBMM’de getirdiği “İsrail’i 
kınama” önerisi AKP oyları ile reddedilmiştir. 

Bu noktada cevaplandırılması gereken husus, Gazze savaşı 
sonrasında ve Davos zirvesi öncesinde, Türk-İsrail ilişkilerinde, 
Ankara’nın sert tepkisinden kaynaklanan “tamamen duygusal bir kriz”in mi yaşandığı yoksa olayların öylesine geliştiği veya görünenden daha farklı bir gerçeğin mi söz konusu olduğudur. Eğer Türk-İsrail ilişkileri bir kriz yaşıyor 
ise bu kriz, ilişkilere kısa süreli zarar vermekle birlikte Türkiye’nin retoriğinde geri adım atması sonucunda aşılabilirdi. Aşılmadığına göre başka bir senaryo söz konusu olabilir mi? 

Davos Krizi Öncesinde İsrail 

Ankara’da gerçekleşen Erdoğan-Olmert görüşmesinden bir gün sonra, 24 Aralık 2008’de, Jerusalem Post’ta yazan Herb Kinon, “(İsrailli) üst düzey yetkililer, Erdoğan’ın ülkede yükselen laik muhalefet karşısında meşruiyetini sağlamlaştırmak için yüksek profilli bir uluslararası diplomatik başarıya ihtiyaç duyduğunu söyledi.” bilgisini aktarmaktadır.11 24 Aralık 2008’de Jerusalem 
Post’ta, İsrailli üst düzey yetkililerin, Erdoğan’ın Türkiye’de yükselen laik muhalefet karşısında meşruiyetini sağlamlaştırmak için yüksek profilli bir uluslararası diplomatik başarıya ihtiyaç duyduğunu söyledikleri iddia ediliyordu. 



İsrailli yetkililerin kast ettiği başarı, acaba Türkiye’nin aracılığı ile İsrail-Suriye barışının mı sağlanmasıdır? Siyasette gerçekçilik ekolüne bağlı bir politikacı olan Erdoğan’ın kısa zaman içinde bir Suriye-İsrail barışı ve bunun sağlayacağı iç politik getiriye çok güvenmemesi gerekir. 

Çünkü Türkiye’de Kıbrıs Barış Harekatı hariç tutulur ise dış politikanın genellikle iç politika üzerinde büyük sonuçları yoktur. Peki, Erdoğan bir başka uluslararası başarı mı aramaktadır? 
AKP Hükümeti’nin İsrail Hükümeti’ni sert bir dille eleştirdiği ve hükümet yanlısı bir haber sitesinin “Başbakan Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Peres’i sıkıştıracak” manşetini attığı bir ortamda Davos zirvesi gerçekleşmiştir.12 Davos öncesinde TRT-2’de konuşan bazı Amerikalı gazeteciler, “İran’ın Müslüman ülkeler üzerinde önemli itibarı var. 

Bu itibarın kaldırılması gerekir. 
Bize Türkiye gibi her tarafta eşit ilişkisi olan ılımlı Müslüman bir ülke lazım” görüşünü savunmuşlardır. 
Bu açıklamaların P. Besnainou’nun 18 Ocak 2007’de Ankara’da Erdoğan ile Ankara’da yaptığı görüşmelerde savunduğu görüşle örtüşmesi ilginçtir. 

< 24 Aralık 2008'de Jerusalem Post'ta, israilli üst düzey yetkililerin, Erdoğan'ın Türkiye’de yükselen laik muhalefet karşısında meşruiyetini sağlamlaştırmak için yüksek profilli bir uluslararası diplomatik başarıya ihtiyaç duyduğunu söyledikleri iddia ediliyordu >


Davos Krizi ve Ahmedinejat’ın Arap Caddelerinden Silinmesi (30 Ocak 2009) 
AKP’nin İsrail’i sert şekilde eleştirdiği fakat TBMM’de bu ülkenin resmen kınanmasına karşı çıktığı bir ortamda, Davos’ta Erdoğan ve Peres’in katılacağı bir panel talebi Türkiye’den gelmiştir. 
Böyle önemli bir paneli yönetmesi gereken Davos Başkanı Klaus Schwab, panelden bir kaç gün önce panel yöneticiliğinden çekilmiştir. Yerine Ermeni kökenli Amerikalı yazar Ignesius geçmiştir. Sanki Klaus Schwab patlayacak bir paneli yönetmekten kaçınmıştır. Türk tarafı buna itiraz eder gibi görünse 
de bu değişikliğin üzerinde çok durmamıştır. Davos Başkanı Klaus Schwab, panel yöneticiliğinden çekilmiş ve yerine Ermeni-Yahudi kökenli Amerikalı yazar Ignesius geçmiştir. Schwab patlayacak bir paneli yönetmekten kaçınmıştır. 
Toplantıdan önce Türk tarafı Erdoğan ve Peres’in bir araya gelerek kısa bir görüşme yapması doğrultusunda gelen teklifi reddetmiştir. Oysa bu tür bir ön görüşmenin taraflar arasındaki tansiyonu düşüreceği bilinmektedir. Adeta Erdoğan, tansiyonun düşmesini istememekte, bir sert çıkışa hazırlanmaktadır. 
Doğrusu Peres’in içerik açısından sınırdaki ancak sesinin yükselmesi ve vücut dili açısından tahrik edici yaklaşımına, panel yöneticisinin zaman konusundaki hassasiyetsizliği ile el-kol hareketi eklenince Erdoğan, düşündüğünden de gergin bir ortama girmiştir. Erdoğan’ın verdiği tepkinin en önemli bölümü, “Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. 

Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum” cümlesidir. 
Ancak bu cümle dinleyicilere “Sahillerde ölen çocukları hatırlıyorum” şeklinde tercüme edilmiştir. Olaydan hemen sonra düzenlenen basın toplantısında ise Erdoğan, tepkisinin İsrail halkına, Peres’e ve Musevilere olmadığını söyleyerek, “Benim tavrım moderatöre” açıklamasını yapmıştır. 

İlginç olan bir husus da, böylesi bir diplomatik kriz sonrasında bile BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un Erdoğan’a “Ortadoğu’da liderliğinize ihtiyaç var” demesidir. Olmert ise kabinesini, “Türkiye aleyhine konuşmayın” diyerek uyarmıştır. İsrail belirgin ve alışılmadık bir şekilde alttan almıştır. 

Davos zirvesindeki “One Minute” çıkışının şüphesiz en belirgin sonucu Ahmedinejat’ın Arap dünyasındaki popülaritesinin sona ermesi ve Arap sokaklarında artık adı haykırılan politikacının Erdoğan olmasıdır. “One Minute” çıkışının şüphesiz en belirgin sonucu Ahmedinejat’ın Arap dünyasındaki popüleritesinin sona ermesidir. Ankara’da P. Besnainou ile Erdoğan arasında 18 
Ocak 2007’de yapılan ve içeriği Besnainou tarafından “İslam Dünyasının sözcülüğünü, Ahmedinejat’tan daha çok hak eden Erdoğan’ın alması” projesi gerçekleşmiştir. İsrail karşısında kendi siyasetçilerini ezik gören sokaktaki Arap kitleleri, Erdoğan’ın Davos’ta sergilediği performans karşısında adeta büyülenmişlerdir. 

Ve 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri Davos’ta “One Minute” çıkışının AKP açısından bir iç politik sonucu da olmuştur. Davos ile Davos Başkanı Klaus Schwab, panel 
yöneticiliğinden çekilmiş ve yerine Ermeni-Yahudi kökenli Amerikalı yazar Ignesius geçmiştir. Schwab patlayacak bir paneli yönetmekten kaçınmıştır.

Yeni bir rüzgarı arkasına alan AKP oylarının yüzde 47’den aşağıya doğru kayışını yüzde 38’de durdurmuştur. Herb Kinon’un bahsettiği dış politika başarısı 
AKP için bir can suyu niteliği taşımıştır. 

Davos rüzgarı olmasaydı AKP’nin oylarının yüzde 30’lara doğru inecek ve Hükümet ağır bir psikolojik darbe alacaktı. 

Davos’tan Mavi Marmara’ya Uzanan Yolda Kontrollü Gerilim Stratejisi 
Türkiye ile İsrail arasındaki Davos krizini izleyen dönemde ABD-İsrail ilişkilerinde hiç görünmeyen bir gerilim yaşanmaktadır.13 Bu durum AKP Hükümeti’nin İsrail’e karşı sert bir söylem geliştirmesine yardımcı olmuştur. Bazı çevrelerde İslam dünyası ile ilişkilerini geliştirmek isteyen Obama’nın tavrının 
da AKP’yi İsrail’den uzaklaşmaya cesaretlendirdiği ileri sürülmüştür. 

Ocak 2009 sonrasında Ankara-Tel Aviv ilişkilerinin de sürekli bir gerginlik yaşanmıştır. Türkiye’de İsrailli askerleri katil olarak gösteren bir dizi televizyonda yayınlanmıştır. Telaviv ise Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi’ni İsrail Dış İşleri Bakanlığı’nda küçük düşürülmeye çalışmış ancak eline yüzüne bulaştırmış, Türkiye’den özür dilemek zorunda kalmıştır. 

Ankara, Ekim 2009’da Konya’da yapılacak Anadolu Kartalı adlı Türk-Amerikan-İsrail ortak hava tatbikatından İsrail’i çıkarmıştır.14 İsrail ise Heron insansız hava araçlarının Türkiye’ye teslimini geciktirmiştir. Türkiye, İran’ın nükleer güç haline gelmesi tartışmaları çerçevesinde İsrail’in nükleer silah sahibi olmasını sert bir şekilde eleştirmiştir. Kontrollü Gerilim İçinde İsrail’e 44 Seneliğine Toprak Vermek (Mayıs-Haziran 2009) İsrail ile süren gerilime rağmen AKP Hükümeti, 1958’de Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak ile Suriye arasındaki 350 metre derinliğinde ve 877 kilometre boyundaki 216 
bin dönümlük alana yerleştirilen 600 bin mayının temizlenmesini bu arazinin İsrail firmasına verilmesini Mayıs 2009’da gündeme getirmiştir. Bu projeye karşı ortaya çıkan toplumsal muhalefeti ırkçılık yapmakla suçlayan AKP Hükümeti, olağanüstü stratejik öneme sahip olan bu alana İsrail firmasının dolayısıyla İsrail devletinin yerleşmesini kabullenmiştir. Demek ki, ilişkiler göründüğü kadar kötü değildir. İki ülke arasındaki gerilim, her iki tarafın da kontrolden çıkmaması için çalıştıkları gerilim, 29 Mayıs 2010 Mavi Marmara gemisine gerçekleşen baskın ile ilk kez kontrol dışına çıkmıştır. 

Mavi Marmara Baskını (29 Mart 2010) 

AKP, İHH’nın Gazze’de İsrail ablukasını kırmaya yönelik insani yardımdan çok siyasi girişim niteliğindeki bu adımı destekleyerek, Telaviv’i köşeye sıkıştırmak için bir adım daha atmıştır. 
Bunun üzerine Tel Aviv, beraberinde getirdiği bütün risk ve İsrail’e vereceği zararları göze alarak, Mavi Marmara gemisine saldırmış ve İsrail Ordusu 9 silahsız aktivisti öldürmüştür. Haaretz’e göre bu saldırı, ihanete verilen bir çeşit cevap olmuştur.15 

İsrail’e Karşı Alınmayan Önlemler 

Mavi Marmara saldırısından hemen sonra, Türkiye Tel Aviv Büyükelçisini Ankara’ya çekmiştir. BM’de konuşan A. Davutoğlu olayı “devlet tarafından işlenmiş cinayet” olarak nitelemiş, İsrail’in özür dilemesini ve BM’nin soruşturma yapmasını istemiştir. ABD’nin karşı çıkışı sonucunda, BM’den İsrail’in kınanması yerine sadece kimi kınadığı belli olmayan bir başkanlık açıklaması çıkmıştır. 2 Haziran 2010’da BM İnsan Hakları Komitesi İsrail’in saldırısının uluslararası 
ve tarafsız bir komisyon tarafından incelenmesini kabul etmiştir. 

TBMM, İsrail’i kınayan, Tel Aviv’in resmen özür dilemesini ve tazminat ödemesini talep eden, İsrail ile askeri, siyasi ve ekonomik ilişkilerin gözden geçirilmesini isteyen bir bildiri yayınlamıştır. 
Diplomatik kaynaklar ise İsrail’e karşı önlemleri “ikili ilişkiler” ve “uluslararası 
düzeyde” olmak üzere ikiye ayırarak sürdüreceğini açıklamıştır. Bu çerçevede İsrail ile ilişkiler büyükelçilik seviyesinden müsteşarlık düzeyine indirilecektir. Mevcut anlaşmalar sürdürülecek ancak yeni anlaşma imzalanmayacaktır. 

Bu çerçevede İsrail’den alınması planlanan Spike güdümlü tanksavar füzeleri ile Barak-8 uçaksavar füze sistemleri ve ağır piyade muharebe araçları ve elektronik savaş sistemlerinin alınması askıya alınmıştır. Ancak iki ülkenin üçüncü ülkeye satmak için ortak üretimleri iptal edilmemiştir. 
İsrailli firmalara “kırmızı liste” uygulanarak iş verilmeyeceği ileri sürülmüştür. Enerji Bakanı T. Yıldız, İsrail ile Manavgat Suyu Projesi ve Mavi Akım’ın İsrail’e uzanması projelerini durdurduklarını açıklamıştır. Ancak Yıldız, özel sektörü İsrail anlaşmalarını iptal için yönlendirmediklerini eklemiştir. 

6 Haziran 2010’da Davutoğlu, saldırının Türkiye’nin 11 Eylül’ü olduğunu, Türkiye’nin bölgesel ve küresel bakışını etkileyeceğini ve “hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı anlamına geldiğini” açıklamıştır. AKP Hükümeti 16 Haziran’da İsrail’e karşı önlemleri bir paket haline getirmiş ve özür dilenmesi, tazminat ve uluslararası komisyon kurulması şartlarının 30 gün içinde yerine getirilmemesi durumunda önlem paketinin yürürlüğe sokulacağını açıklamıştır. Ancak daha 
sonra kimse hangi önlemlerin akıbetini sormamıştır. 

İsrail’den ise Türkiye ve AKP’ye karşı şaşırtıcı bir şekilde herhangi bir tepkinin gelmediği görülmüştür. Bir kısım Yahudi Amerikalı analizci ve gazeteci düşük yoğunluklu bir “Türk dış politikasında eksen kayması tartışması” başlatırken, Telaviv’den gelen tek tepki, İsrail askeri istihbarat şefinin Amerikalı yetkililere 
“Türk Ordusu daha ne bekliyor?” sorusunu sorması olmuştur. Ancak Yahudilerin çok etkili olduğu küresel enformasyon ağında AKP karşıtı bir kampanyanın başladığını söylemek mümkün değildir. Yahudiler çok etkili oldukları küresel enformasyon ağında AKP karşıtı bir kampanya başlatmamışlardır. 

Öte yandan AKP Hükümeti, Mavi Marmara saldırısı sonrasında bir yandan siyasal ümmet dayanışmasını yansıtan bir söylem zemininde, anti-İsrail ve Arap/İran yanlısı politikaları meydanlara iç politik malzeme olarak taşırken, Ortadoğu’da BOP kapsamında ABD ve İsrail ile eşgüdüm içinde yürüttüğü politikalardan kopma görüntüsü sergilemiştir. Ancak, bu görüntü sergilenirken AKP Hükümeti, 
İran’ın nükleer gücünün ABD’nin istediği çerçeveye çekilebilmesi için Washington ile ortak hareket sürecine devam etmiş ve NATO füze kalkanı konusundaki iç politika merkezli bir sert söylem sonrasında NATO stratejisine eklemlenmiştir. 

İsrail’de çıkan orman yangınına yardım için yollanan iki yangın söndürme uçağı sonrasında İsrail’den AKP Hükümeti’nin ilişkilerin normalleşmesi için öne sürdüğü iki temel şart olan tazminat ödenmesi ve Türkiye’den özür dilenmesi şartlarını kabul edebileceği sinyalleri gelmiştir. Gerçi Netanyahu, 
tazminat ve özür dilenmesi iddialarını şiddetle reddetmiştir ancak yine de bazı çarkların dönmeye başladığı görülmektedir. 

Sonuç 

İsrail’in AKP ile yumuşama adımı şaşırtıcı değildir ve Ortadoğu’daki politik öncelikleri ile uyum içindedir. Telaviv açısından Ortadoğu’daki iki öncelik, sırası ile İran’ın nükleer güç politikasının durdurulması ve Kürt sorunun İsrail’in milli güvenliğini uzun vade güvence altına alacak şekilde çözülmesidir. 
Erdoğan’ın Ortadoğu sokaklarında Ahmedinejat’ı silmesi Telaviv’de İran’ın yalnızlaştırılması olarak görülmektedir. İran’a yönelik bir askeri saldırıyı sürekli gündeminde tutan bir İsrail için bu çok önemlidir. İsrail’le ilişkileri kesmeyen ancak zaman zaman kontrolden çıkmış gibi görünen gerilim, 
şu aşamaya kadar İsrail’e bir zarar vermiş de değil. Aksine İran modeline karşı Ortadoğu’ya örnek oluşturması için şekillendirilmesi gereken bir Türkiye yaratma planlarını da besliyor. Öte yandan onlarca yıldan bu yana Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devletini destekleyen ve 1990’lı yıllardan itibaren Ankara’daki “dostlarına” “Şimdi siz Kürtlere verebileceklerinizi verin, yarın onlar istediklerini alırlar” telkininde bulunan Tel Aviv, AKP’nin Kürt açılımının da kendi stratejik 
çıkarları ile uyum içinde görmektedir. 

Eski İsrail Dış İşleri Bakanlığı müsteşarı ve eski Ankara Büyükelçisi Alon Liel Ha’aretz gazetesinde 13 Eylül 2010’da Tel Aviv’in AKP’nin Kürt politikasının nasıl okunduğunu şöyle ifade etmiştir: “Erdoğan, “bir Kürt eyaleti yaratmaya ya da en azından Türkiye’nin Kürtlerini ulusal bir azınlık olarak tanımaya hazır, fakat ülkesi değil. Kürt misyonunu tamamlamak için bir görev dönemine daha ihtiyacı var. Gelecek Temmuz’da kazanırsa, bu gerçek bir ihtimal haline gelebilir.” 
Özetle, Tel Aviv’in Ankara’da AKP Hükümeti’ne bir süre daha ihtiyacı var görünmektedir. Tel Aviv, büyük bir ihtimalle 12 Haziran 2010 seçimlerinden önce, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden önce olduğu gibi Türk ve Ortadoğu siyasetinde “One minute” etkisi yaratacak bir hamle ile “AKP’den” 
özür diler ve tazminat ödemeyi kabul ederse şaşırtıcı olmayacaktır. 21. YÜZYIL 

Yahudiler çok etkili oldukları küresel enformasyon ağında AKP karşıtı bir kampanya başlatmamışlardır.

DİPNOTLAR;

1 Thedore Herzi’nin 1906’da kurduğu AJC (ABD) Yahudi Kongresi’nin 104 yıldır sadece 10 kişiye verilen “Üstün Cesaret Madalyası’nın 11.sini 2005 yılında Erdoğan’a verilmesi TBMM’de 3 Haziran 2010’da bir soru önergesi ile (esas 
no:7/14876) sorgulanmıştır. Bkz. TBMM resmi internet sitesi http://www.tbmm.gov.tr Cevapsız bırakılan önergede, 
2 Anılan tarihte İran’ın nükleer güç politikaları için bkz.Mustafa Kibaroğlu, İran’ın Nükleer Programı: Aktörler ve Etkileri, Kaosa doğru İran-Güncel İran İncelemeleri, (ed.)Osman Metin Öztürk-Yalçın Sarıkaya, Ankara 2006 içinde s. 71-120
3 Bu konuda Türkçe’deki en kapsamlı çalışma için bkz. Avrasya Dosyası Şii Jeopolitiği Özel Sayısı, Cilt 13, sayı 3, 2007 
4 “Avrupa Yahudi Konseyi Başkanı Pierre Besnainou, Başbakan’la yaptığı basına kapalı toplantıyı çıkışta, “çok ilginç” diye yorumladı.”, Yeniçağ, internet sitesi, 18 Ocak 2007 
5 Harettz 15.02. 2007’den nakleden M. Yıldız, agk. veya makalenin orijinali için Pierre Besnainou, “The Turkish alternative”, Harettz, 15.02.2007.
6 www.defenceturk.com/index.php?topic=2066.0 
7 “İsrail basını: Peres uzlaştırıcı, Abbas sert”, Hürriyet, 14 Kasım 2007
8 M.K.Bhadrakumar, “Turkish snub changes Middle East game”, www.atimes.com 
9 “Büyük Davos Senaryosu ve de Altın Vuruş”, Açık İstihbarat, 30 Ocak 2009,
10 Wikipedi, Gazze Savaşı
11 Jerusalem Post, 25.02.2009 
12 Aktifhaber, 28 Ocak 2009 
13 Bkz. Bu konuda Şanlı Bahadır Koç, ABD-İsrail İlişkilerinde ‘Normalleşme’ Sancıları, 21. Yüzyıl, Sayı 17, Mayıs 2010, s. 23-32 
14 Kaya Erdem, Türkiye-İsrail İlişkilerinde Yeni Dönem, www.bilgestrateji.com/store/dergi2/Erdem.pdf 
15 Mavi Marmara baskını ve sonuçları konusunda bkz. Ümit Özdağ-Şanlı Bahadır Koç, “Mahalleye hoş geldin”-Türkiye’nin 
Ortadoğu’da İlk Günü, 21. Yüzyıl, Haziran 2010, Sayı 18, s. 5-12 
“One Minute” çıkışının şüphesiz en belirgin sonucu Ahmedinejat’ın Arap dünyasındaki popüleritesinin sona ermesidir.




***

Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek BÖLÜM 1


Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek, BÖLÜM 1


Ankara ile Tel Aviv Arasındaki Kriz Ne Kadar Gerçek? 
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ*
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı, 
uozdag@21yyte.org 



Bütün dünyada ilgi ve ayrıca Batı dünyasında endişe ile izlenen Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim ve kriz süreci, 30 Ocak 2009’da Davos’ta gerçekleşen 
“One Minute” çıkışından bu yana yaşanmaktadır. Erdoğan, İsrail’e kafa tutan lider olarak Arap sokaklarında büyük bir popülerite kazanmıştır. Mavi Marmara 
saldırısı sonrasında bütün dünya Türk-İsrail ilişkilerinin içine girdiği ağır krizin nasıl biteceğini heyecanla izlemeye başlamıştır. 

Oysa, AKP iktidarı bazında ele alındığında, ikili ilişkilerin “kötü” olarak nitelenebilecek durumda olmadığı görülmektedir. AKP’nin iktidara gelmesi ve 57. Hükümet’ten farklı olarak Irak’ın işgalinde Amerikan Ordusu’na Türkiye’den geçiş imkanı vereceğini açıklaması, Saddam Hüseyin’in devrilmesini milli hedef haline getirmiş olan İsrail’de büyük bir sevinç ile karşılanmıştır. 
AKP, Tel Aviv’den gelen sıcak karşılamayı karşılıksız bırakmamıştır. İsrail ile var olan anlaşmalar AKP Hükümeti tarafından devam ettirildiği gibi yeni anlaşmalar da imzalanmıştır. 2002 sonrasında Türkiye-İsrail ticari ilişkileri sürekli artmıştır. Türkiye, İsrailli firmaların faaliyet gösterdiği ülkeler sıralamasında üçüncü sıraya yükselmiştir. Anılan dönemde Türk-İsrail ekonomik ilişkileri de sürekli artmış ve 2008’de 3.4 milyar Dolar seviyesine çıkmıştır. Türkiye, İsrailli turistler için önde gelen çekim merkezi olmaya devam etmiştir. 

Bütün bunlar ilişkilerde zaman zaman sıkıntıların olmadığı anlamına da gelmiyor. Özellikle 2004’de Ankara, İsrail’in Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirdiği faaliyetlerden duyduğu rahatsızlığı iletmiştir. 2005’de Hamas liderlerinin Türkiye’ye davet edilmesine ise Telaviv tepki göstermiştir. 
Ankara da 2006’da İsrail Ordusu’nun Hizbullah’a yönelik Güney Lübnan’da başlattığı savaşa karşı tepki koymuş ve İsrail’i eleştirmiştir. Telaviv’in tepki gösterdiği gelişmelerden biri de Türkiye’nin Suriye ile yakınlaşması olmuştur. Gerçi önceleri şikayet etmişse de sonra bu sürecin Şam’ı Tahran’dan uzaklaştırdığını görünce memnuniyet duymuştur. Bütün bu gerilimlerin iki 
ülke arasında ilişkilerin gelişmesini engellediğini söylemek ise mümkün değildir. Aksine AKP, ancak iki ülkenin de büyük güven duydukları zaman gerçekleştirilebilen arabuluculuk işlevini, Suriye ve İsrail gibi savaş halindeki iki ülke arasında üstlenmiştir. Şam ile Telaviv arasında arabuluculuk yapan bir Türkiye’nin aniden İsrail’e düşman olması beklenemez. Dış politikada bu kadar sert bir kırılma hayatın genel akışına aykırıdır. Dış politikalar uçak gemilerine benzer. Uçak gemileri ise sürat motorları gibi keskin virajlar almazlar, alamazlar. Kaldı ki AKP’nin İsrail ve ABD’deki Yahudi lobisi ile Türkiye’nin geçmiş bütün iktidarlarından daha özel bir ilişkisi olmuştur. 10 Haziran 2005’de ABD’nin en önemli Yahudi kuruluşlarından ADL’nin “Üstün Cesaret Ödülü” ve AJC (ABD) Yahudi Kongresi’nin “Üstün Cesaret Madalyası”1 ile ödüllendirilen Erdoğan, Yahudi olmamasına rağmen bu ödülü alan ilk ve tek şahsiyettir. 

AJC Yahudi Kongresi’nin amacının Siyonizm’i tüm dünyaya hakim kılmak olduğu ve ADL’nin verdiği “Üstün Cesaret Ödülü”nü Abraham Foxman’dan alırken Erdoğan’ın, “Bizim dostluğumuza güvenin” dediği vurgulanmıştır. 

Özetle, Türk-İsrail ilişkilerinin Davos’taki tartışma ve Mavi Marmara saldırısı eksenlerine indirgenerek anlaşılmaya çalışılması, doğru bir yaklaşım değildir. Uluslararası ilişkilerde her şey görüldüğü gibi olmayabilir. Bu çalışmada, detaylar ve kenarda kalmış bilgiler gün ışığına çekilerek ve olayların akışını bu süreçler zemininde tekrar kurgulayarak, Türk-İsrail krizine bir başka açıdan bakılmaya çalışılmıştır. 

Bu bakış açısı geliştirilirken AKP Hükümeti ve İsrail Hükümeti arasında yaşananlarda, bilinçli bir eşgüdümün sağlandığının iddia edilemeyeceğini belirtmek durumundayız. Olan, daha ziyade olayların karşılıklı olarak dengelenmesidir. Bu karşılıklı dengelemenin ne anlama geldiği bu çalışmanın ana konusudur. 

Ortadoğu’da Yükselen Şii Hilali ve Ahmedinejat Faktörü 

2005’de İran Cumhurbaşkanı olan Ahmedinejat, halefi Hatemi’nin iç ve dış politikadaki reformist çizgisini terk ederek, ABD ve İsrail ile “sürekli fakat kontrollü” bir “gerilim politikası” izlemeye başlamıştır. Tahran’ın bu siyasetten çok boyutlu kazanç sağladığı görülmektedir. Ahmedinejat, bir yandan her İran-ABD krizinde dünya petrol fiyatlarının artmasından yararlanarak 
içeride izlediği popülist ekonomik politikaları finanse edecek ek kaynak bulmakta, öte yandan ABD ve İsrail’e “kafa tutmanın” Ortadoğu’da sağladığı saygınlığın keyfini çıkarmaktadır Ahmedinejat ABD ve İsrail’e “kafa tutmanın” Ortadoğu’da sağladığı saygınlığın keyfini çıkarmaktadır. 

Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinin travmasını yaşayan Arap dünyası için Ahmedinejat hayran olunan lider profili çizmektedir. Üstelik Ahmedinejat’ın İran’ı hırslı bir şekilde nükleer güç olma siyaseti izlemektedir. Ahmedinejat’ın nükleer güç politikasından en çok korkan ülke, herhangi bir stratejik derinliğe sahip olmayan ve bir nükleer bomba ile yok edilebilecek olan İsrail’dir.2 İsrail, Ahmedinejat’ın Ortadoğu’daki saygınlığından da rahatsız olmaktadır. Çünkü Tahran, ABD’nin Afganistan ve Irak’a müdahalesini çok doğru adımlarla değerlendirmiş ve Amerikan Ordusu’nun işgal ettiği bu iki ülkede çok önemli bir etkinlik kazanmıştır. 

Ayrıca, Basra Körfezi Şiileri üzerinde etkisini de artıran Tahran, Hizbullah aracılığı ile Lübnan’a uzanmıştır. Bu durum “Şii Hilali” adlı bir yeni jeopolitik alandan bahsedilmesine neden olmuştur.3 Üstelik 2006’da İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a karşı girişmiş olduğu başarısız askeri harekat sırasında Hizbullah’ın arkasındaki tek güç olarak konumunu daha da güçlendirmiştir. Başbakanlıkta Avrupa Musevi Kongresi Başkanı İle Görüşme veya İran’ın Yerine “Türk Seçeneği” (18 Ocak 2007) 




Ocak 2007’de Ahmedinejad’ın, Yahudi soykırımını efsane olarak nitelendirmesinden sonra 36 Avrupa ülkesindeki Yahudi cemaatlerinin çatı örgütü olan Paris merkezli “Avrupa Musevi Kongresi” Başkanı Pierre 
Besnainou, Avrupalı liderlere İran’a ambargo uygulanması çağrısında bulunmuştur. P. Besnainou, daha sonra Türkiye’ye gelerek, ABD Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı Nicholas Burns ile değişik görüşmeler yapmış sonra 18 Ocak 2007’de Başbakanlık’ta Erdoğan ile görüşmüştür.4 Erdoğan ile görüşmeden 
sonra Besnainou, görüşmeyi “çok ilginç bir görüşme” olarak nitelendirmiş ancak daha fazla açıklama yapmamıştır. 

Besnainou, 15 Şubat 2007’de İsrail’den yayınlanan Haarettz gazetesinde yazdığı “Türk Seçeneği” başlıklı makalede, “Erdoğan’ın Ortadoğu’da lider rolü oynayabileceğini ve İslam dünyasının Ahmedinejat’tan daha iyi bir sözcüyü hak ettiğini” ileri sürmüştür. Besnainou, “Erdoğan’ın İslam Dünyası’nın sözcüsü olması gerektiğini ve Erdoğan’ın da böyle düşündüğünü” iddia ettikten sonra, “bir sonraki Nobel Barış Ödülü’nün, Erdoğan’ı kastederek, bölgede üstlendiği   başarılı misyon nedeniyle İslami bir figüre layık görülmesini umduğunu” belirtmiştir. 

Besnainou şöyle devam etmiştir: “Ankara’ya kısa bir süre önce yaptığım ziyarette Başbakan Erdoğan’a, kendisinin Ortadoğu’da lider rolü oynayabileceğine yönelik inancımı ifade ettim. 
Körfez monarşilerinden Orta ve Doğu Asya’ya, Hamaslı İslamcılardan ılımlı Filistinlilere kadar bütün Müslüman dünyasında saygı gören Türkiye, ABD ve İsrail ile de güçlü ve sadık bir ilişki yürütüyor. Böylece Türkiye bölgedeki bütün nüfuzlu katılımcılarla etkileşime girme meşruiyetini kazanmış oluyor. Bu konumu, zararlı bir nüfuza sahip İran’ın yerine, Türkiye’yi bölgesel liderlikte doğal bir tercih haline getiriyor. Bu analize katılan Başbakan Erdoğan, hiç 
kuşku yok ki, Filistin ile İsrail arasında yakınlaşma kurulması için çaba harcamayı da arzu etmektedir. 

Bu dostane tavrı göz önüne alıp, Türkiye’nin barış sürecinde oynayacağı rolü açık fikirlilikle değerlendirmek şimdi bize düşüyor. Bu da sonuç olarak Ahmedinecad’ın önemli oranda zayıflamasını sağlayabilir.”5 

Böylece Erdoğan-Besnainou görüşmesinin Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olmasının İsrail tarafından destekleneceği ve Erdoğan’ın Ahmedinejat’ın popülaritesine son vermesi gerektiği üzerinde yoğunlaştığı anlaşılmıştır. Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olmasının İsrail tarafından 
destekleneceği ve Erdoğan’ın Ahmedinejat’ın popülaritesine son vermesi gerektiği görüşülmüştür. 

Ayrıca Besnainou, Türkiye’nin İsrail ve ABD ile güçlü ve sadık bir ilişki yürüttüğünü söyleyerek sadece Tel Aviv’in değil, dünya Yahudilerinin de AKP Hükümeti’nin politikalarından ne kadar memnun olduğunu göstermiştir. 

Ahmedinejat ABD ve israil’e “kafa tutmanın” Ortadoğu’da sağladığı saygınlığın keyfini çıkarmaktadır. 

Besnainou’nun İsrail Hükümeti’nin bilgisi ve muhtemelen desteği çerçevesinde yapmış olduğu bu görüşmede, ortaya koyduğu talebi, Ortadoğu’da karşılamaya en uygun lider Erdoğan’dır. 

Çünkü Erdoğan, bir yandan NATO ittifakı ve Batı dünyası ile sıkı ilişkiler kurmuş, öte yandan AB’ye girme çabası içinde olan bir Türkiye’nin, İslamcı siyasal gelenekten geldiği için Araplara duygusal yakınlık duyan bir liderdir. Üstelik 1 Mart 2003’de çıkması için çabaladığı Tezkere, TBMM’de reddedilince, Arap dünyasında istemeden popüler olmuştur. İsrail Uçaklarının Türk Hava Sahasını İhlali (6-7 Eylül 2007) 

İsrail’in AKP Hükümeti’nin politikalarından memnun olmaması için herhangi bir gerekçe yoktur. Çünkü Türk-İsrail ilişkileri, sadece ekonomi ve turizm alanındaki gelişmelerle sınırlı değildir. 
6-7 Eylül 2007 gecesi Hatay’ın Kırıkhan ve Hassa ilçesi sakinleri, ikili kollar halinde alçaktan uçan 6 İsrail savaş uçağının, “F-151 Ra’am”ların sesleri ile uyanmışlardır. 6-7 Eylül 2007 gecesi Hatay’ın Kırıkhan ve Hassa ilçesi sakinleri ikili kollar halinde alçaktan uçan 6 İsrail savaş uçağının sesleri ile uyanmışlardır. Ertesi gün Hassa ve Oğuzeli ilçeleri sınırları içinde, Türkiye-Suriye sınırına yakın 
bir tarlada, üzerinde İbranice yazılar bulunan iki adet 600 galonluk harici yakıt tankı bulmuşlardır. Suriye, 8 Eylül’de İsrail savaş uçaklarının Suriye’nin El Ebyad bölgesinde alçaktan uçuş yaptıklarını duyurmuştur. İsrail uçaklarının El 
Kibar bölgesinde Kuzey Kore işbirliği ile yapılan bir nükleer tesisi hedef aldığı da iddialar arasındadır.6 

AKP Hükümeti’nin bu önemli gelişme ile ilgili tek tepkisi, Dış İşleri Bakanı Ali Babacan’ın “kabul edilemez” sözleri ve İsrail Büyükelçisi’nden bilgi isteneceği yönündeki açıklaması olmuştur. Ancak neresinden bakılırsa bakılsın 
olay, Ankara’nın İsrail’in bir gizli operasyonuna verdiği örtülü destekten başka bir şey değildir. İsrail uçaklarının Türk hava savunma ve radar sistemlerinin çok güçlü olduğu bir bölgede, AKP Hükümeti’nin izni olmadan uçuş yapmaları mümkün görünmemektedir. Öte yandan suçüstü yakalanan Şam, bu konuda fazla tepki vermemeyi tercih ederek konunun unutulmasını tercih etmiştir. 

Şimon Peres’in TBMM Konuşması (13 Kasım 2007) 

Türk-İsrail ilişkilerindeki gelişmenin bir göstergesi de İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in TBMM Genel Kurulunda 13 Kasım 2007’de bir konuşma yapmasıydı.7 Daha önce hiçbir İsrail yetkilisi TBMM’de konuşma yapmamıştır. Ancak AKP kendi tabanından ve muhalefetten özellikle de Saadet Partisi’nden gelen tepkileri zayıflatmak amacı ile Filistin Yönetimi Mahmut Abbas’ın 
da konuşmasını sağlamıştır. 

Bu arada, AKP Hükümeti, Suriye ile İsrail arasında barışın sağlanması amacı ile arabuluculuk görüşmelerine başlamıştır. Her iki ülke de AKP Hükümeti’nin bu girişimine olumlu cevap vermişlerdir. 

<Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olmasının İsrail tarafından destekleneceği ve Erdoğan’ın Ahmedinejat’ın popülaritesine son vermesi gerektiği görüşülmüştür. >

Türk-İsrail İlişkilerinde Sistematik Gerilime Doğru-Gazze Savaşı (27 Aralık 2008-18 Ocak 2009) 

Ankara’nın Telaviv ile Şam arasında arabuluculuk sürecini sürdürdüğü dönemde, 23 Aralık 2008’de, İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile Erdoğan Ankara’da görüşmüşlerdir. Görüşmede sadece İsrail-Suriye ilişkilerinin ele alındığı, Hamas meselesinin görüşülmediği ileri sürülmüştür. 

Ancak Erdoğan, Davos sonrasında, Olmert ile Hamas’ı da görüştüklerini, Hamas’ın elinde esir tutulan İsrail askerlerinin kurtarılması karşılığında İsrail’in elindeki Hamas milletvekilleri ve bakanlarını serbest bırakmasını tartıştıklarını anlatmıştır. Erdoğan, bunun gerçekleşmemesi durumunda ise diğer esirleri kurtarmak için pazarlık yaptığını anlatmıştır. Olmert ile görüşmeler devam 
ederken, Erdoğan, Hamas lideri İsmail Haniye’yi Gazze’den arayarak görüşmüştür.8 

Ahmet Davutoğlu da bazı gazetecilere Erdoğan’ın Olmert’e Hamas ile de arabuluculuk yapma teklifinde bulunduğunu ancak Olmert’in bunu reddettiğini söylemiştir.9 

Görüşmeden hemen sonra İsrail’in, 27 Aralık 2008’de, Gazze operasyonuna başlaması üzerine gösterdiği ağır tepki sonrasında, Türk-İsrail ilişkileri görünürde kriz süreci içerisine girmiştir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***