1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 15
1- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı İlgi (b) dilekçeyi, işkence ihbarı olarak kabul ve telakki etmişse, bu dilekçeyi, Askeri Savcıya, gereğine tevessül etmesi için
göndermek yasal yükümlülüğü altında bulunmaktadır. (353 Sayılı Yasa, madde 62)
2- Askeri Savcı da aynı yasa gereğince bilirkişiyi seçecektir. Oysa Nevzat Çizmeci, yasa adamı olduğu halde, yasaya saygılı olmak gereğini duymaksızın,
kendi yetkisini tecavüz eden, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın savunmasını yapmak gibi garip bir tutum içine girmiştir. (D.Tu.Sh.22)
d. Bu düşüncelerimizden daha önemlisi 353 Sayılı Yasanın 62. maddesindeki hüküm, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’ndaki uygulamada, daima bu konuda
Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ndeki mütehassıslardan oluşan bir heyet bilirkişi olarak seçilmiştir.
Halbuki, İlgi (g) yazının Ek-1’indeki uygulama, (Numan Esin raporu) yasaya uygun şekil gösterdiği halde, aynı yasanın Ek-2’sindeki bana ait raporda, bu
koşula riayet edilmemesinin tek anlamı olabilir. Raporun sonradan zevahiri kurtarmak için tanzim ettirildiği.
e. İlgi (g), Ek-2’deki rapor, 353 Sayılı Yasaya aykırıdır. Çünkü anılan yasanın, 62. maddesi, ikinci fıkrası: “Askeri Tabipler bilirkişi olarak tayin edilir” diyerek, her türlü tereddüdü önlemiştir. Bilirkişi çoğuldur ve birkaç kişiden teşekkül edecektir.
O halde benim için verilen rapor bu yönü ile de geçersizdir. Nitekim, yüksek heyetiniz N. Esin, H. Yalçınkaya, M. Çınar’ı muayeneye
sevkederken yasa şartlarına uymuştur.
f. Bu konudaki uygulamaya Hazırlık Soruşturması döneminden bir örnek vermek gerekirse: Madanoğlu davasında yargılanan, Necdet Düvencioğlu ve Hıfzı Kaçar
isimlerini verebiliriz. Bu iki kişi hakkında, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’na yapılan, İşkence Konusu’ndaki başvurma, tıpkı benim örnekte olduğu gibi,
yasaya aykırı olarak, 1. Ordu Karargahı Tabibince alınan raporla değerlendirilmiştir. Fakat, daha sonra, aynı kişiler bu rapora rağmen, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı’nca, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde mütehassıslardan oluşan, bir bilirkişi tarafından muayene edilerek, haklarında
rapor verilmiştir. İlgi (i) kitabın 139. ve 140. sahifelerine bakınız.) Kaldı ki bu işlem dahi, Askeri Savcılık kanalından geçmediği için usulsüzdür.
g. Bahse konu olan, benim örnekte ise, istisnai olarak, yetkisiz ve yasa hükümlerine uymayan bir seçimle, tek tabibin raporuyla yetinilmiştir. Esasen, bu
işlemdeki anormallik Yüksek Heyetinizin dikkatinden kaçmadığı için, aldığı kararda: “…Benzer işlemin sanıklardan Talat Turhan bakımından icra edildiği”
cümlesi kullanılmıştır. (D.Tu.Sh.24)
h. İlgi (g) yazıda ise, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın aynı konudaki iki değişik uygulaması ile karşı karşıyayız:
1- Ek-1’deki, N. Esin için alınan rapor yasanın, şekli koşullarına uygundur.
2- Ek-2’deki, benimle ilgili raporda ise, hiçbir kurala ve yasaya uyulmak gereği duyulmamıştır. Bu durumda, uygulamanın sorumlusu, ister Faik Türün, ister adli
müşavir, ister Nevzat Çizmeci olsun, yasadışı bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz demektir.
a- Ben, bu raporun “Hakikate uygun” olmadığını duruşmada belirtmiştim. (D.Tu.Sh.31) Evet, bu rapor hakikate uygun değildir ve benim duruşmadaki
beyanlarımdan sonra, alelacele uydurulmuştur. (D.Tu.Sh.17)
b- Buna tevessül eden kişilerin nitelikleri, daha bugünden anlaşılmıştır. Kişiler, gelip geçici, kurumlar ölümsüzdür. Bu kişilerin, kurumlardaki tahribatı, Hukuk
Devleti kavramını tahrip etmiştir. Aynı zamanda bu kişiler, maruz bırakıldığım tertibin ve sayısız yasadışı uygulamanın müşevvik, muharrik ve sorumlularıdırlar.
c- Bahse konu olan bu raporun, sahteliği saptanınca bu kişilerin, bundan önceki dönemde, yasadışı emirlerle ilgi (a) hakkımda düzenlenen tertibin iştirakçileri
olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Şöyle ki:
i- Sayın Avukatlarım, İlgi (b) ve (c)’deki dilekçeleri, gereği yapılmak üzere İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına ve Akeri Savcılığa benimle ilgili birtakım
yasadışı uygulamaları duyurmuşlardır. Bu dilekçeyi, Komutanlık işkence ihbarı olarak kabul etmiş ve gereğine tevessül etmiştir. O halde:
1- Anayasa madde 62 İlgi (a) kanun madde 25 İlgi (ö) yönetmelik, madde 42 gereğince, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın, Avukatlarıma en geç bir ay
içinde, cevap vermesi gerekirdi. Bunun yanında, gerek İlgi (m) madde 62 ve gerekse, İlgi (p) madde 8, gereğince, bu cevabın yazılı olması da zorunlu idi.
Bilindiği gibi İlgi (n) yasanın 52. madde 4. fıkrası “Tebligat Kanunu Hükümleri Askeri Mahkemelerde uygulanır” hükmünü de kapsamaktadır.
2- Oysa Faik Türün’e, 1402 Sayılı Yasa ile verilen sınırsız yetki az gelmiş, belli bir zihniyet içinde, emrinde ve hizmetinde olduğu çevrelerin hizmeti ve ihtirasları
doğrultusunda çaba sürdürmek dışında, hiçbir yasa ve kavram ile kendisini bağımlı hissetmemiş ve maalesef sıkıyönetim görevleri dolayısı ile kendisiyle
ilgili, kurum ve kişiler onun yasa ve insanlık dışı tutumuna karşı durmak şöyle dursun, tertiplerine yardımcı olmuşlardır. Teselli veren tek husus bu tutumda olanların, azınlıkta bulunmalarıdır. Eğer Faik Türün anılan yasalara saygılı
olsaydı, Sayın Avukatlarım 1 Eylül 1972 tarihli, İlgi (b) dilekçelerine, en geç 1 Ekim 1972 de yazılı cevap almaları gerekirdi. Bu yapılmamış, aradan 9.5 ay
geçtikten sonra, benim sorgum üzerine, 8 Haziran 1973’te, İlgi (g) yazı ve eklerini mahkemeye göndermek gereğini duymuşlardır. (D.Tu.Sh.22)
3- Bu arzettiğim anormal durumun bir an için ilgililerin ihmalinden doğmuş olduğunu kabul edelim. O taktirde, raporun tarihine göz atmamız gerekir. İlgi (g) yazı Ek-2’deki, benimle ilgili raporun tarihi, 20 Eylül 1972’dir. Yani İlgi (b) ve (c) dilekçelerinin tarihi 1 Eylül 1972 olduğuna göre, aradan 20 gün geçmiştir. 20
Eylül 1972 tarihinde ise benim İşkence gördüğüm yasadışı Kontr-Gerilla Örgütü’nden Selimiye’ye gelişimin 50. günüdür.
4- İşkence gördüğüm tarihten (3 Temmuz 1972 gözaltına alındığım tarih olduğuna göre) 50-80 gün sonra (Avukatlarımın işkence tarihine göre)
İşkence’nin tespiti için, yasadışı bir tutumla, muayene edilmem söz konusu olmaktadır.
5- Oysa, bu durumu İlgi (i) kitapta bir örnekle, karşılaştırırsak durum daha ilginç bir hale dönüşecektir. (Sahife 139, 140’a bakınız)
a- Sayın Avukat Hidayet Ilgar 25 Ekim 1972 günü müvekkili Hıfzı Kaçar’ın baskıya maruz kaldığını beyan eden, bir başvurmada bulunmuştur.
b- Bir gün sonra, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı adli müşavirliği, 26 Ekim 1972’de, Hıfzı Kaçar’ın, doktor muayenesine sevkini, Ceza ve Tutuk Evinden
istemiştir.
c- Bu tarihten bir gün sonra, 27 Ekim 1972’de, Ceza Evi idaresi Hıfzı Kaçar’ı karargah tabibine muayene ettirmiştir.
d- Adli Müşavirlik, bu rapora rağmen, Hıfzı Kaçar için, 1 Kasım 1972’de Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde, mütehassıs bir bilirkişi heyetinden rapor
istemiştir. (Aradaki günler Cumhuriyet Bayramı tatilidir.)
e- Diğer kişiler için de uygulama yukarıdaki örnekte olduğu gibidir. Bu örnekten yararlanmamın nedeni, benim raporla hemen hemen aynı döneme rastlamasıdır.
Aynı komutanlığın, aynı tarihlerde, iki değişik uygulamasının bir nedeni olsa gerektir.
j- Bu noktada, yeni bir olasılık ve soru akla gelmektedir. Benim hakkımda hakikate aykırı rapor tanzim etmeye zorlanan ilgililer, neden 2, 3, 4 Eylül 1972
tarihini atmamışlardır da, bir anlamda sahteliği ortaya koyan, İlgi (b)’ deki müracaat tarihinden 20 gün sonraki bir tarihi seçmişlerdir.
1- Ceza ve Tutuk Evinde bulunan kişiler için, birer sağlık fişi tutulmaktadır. Bu fişe viziteye çıkış tarihleri ile teşhis ve verilen ilaçlar yazılmaktadır.
2- Ceza ve Tutuk Evinde bulunduğum her gün için, günce tutmaktayım. Bu günceye göre:
a- 8 Ağustos 1972 Salı günü, kaldığım hücreye, diş tabibi ve tabib uğramış,
b- 17 Ağustos 1972 Perşembe günü, kaldığım hücreye tabib uğramış,
c- 22 Ağustos 1972 Salı günü, kaldığım hücreye tabib uğramış,
d- 1 Eylül 1972 Cuma günü, kaldığım hücreye tabip uğramış,
e- Bu uğrayışlar, genel ziyaretler olduğu için, sağlık fişlerine yazılmamış olması gerekir. Esasen (a), (b), (c)’deki, uğramalarında bir talebim olmadığı günce’mde
görülüyor. Sadece 1 Eylül 1972 de (sırtımın sağ üstünün ağrıması ve başım dönmesi şikayeti ile hücrede muayene oldum.)
f- 20 Eylül 1972, ilk defa kendi arzumla viziteye çıktığım gün olup, güncem’de “Doktor’a ilaç yazdırdım” notu vardır.
3- Görüldüğü gibi Ceza ve Tutuk Evine geldikten sonra resmi olarak ilk viziteye çıkış tarihim 20 Eylül 1972’dir. Onun için de ilgililerce rapor tarihinin 20 Eylül
1972 olması zorunlu görülmüştür.
4- Eğer Yüksek Mahkemeniz gerek görürse, günce’min doğruluğunun saptanması için grafolojik bir inceleme yaptırmaya karar verirse, güncemi
sunmaya amadeyim.
5- Bunun gibi iddiamın ispatı için, D.Tu.Sh.31’de de belirttiğim gibi Ceza ve Tutuk Evindeki sağlık fişinin, tarafsız bir kurul tarafından grafolojik incelemeye tabi tutulmasına karar alınmasını talep ediyorum.
Esasen mahkemenizin bu konuda ilerde dikkate alınmaya öneren kararı vardır.
D.Tu.Sh.38 “…Bu konu ile ilgili Talat Turhan talepleri delillerin ikamesi veya soruşturmanın genişletilmesi safhalarında dikkate alınmasına.”
j- Bu konuda bir husus daha açıklamakla iddialarıma kesin bir haklılık kazandıracağım.
1- Dosya Sıra No: 388 deki Askeri Savcılık ifademin bu konuya ilişkin bölümü aynen şöyle: “İfadem alınırken cebir ve şiddete maruz bırakıldım… Soruldu:
Vücudumda cebir ve şiddet asarı yoktur. Keza bahsettiğim şiddeti ispat etmek durumunda değilim dedi.”
2- Bu ifadenin tarihi 3.8.1972’dir. Ve ben bu tarihte, yukarıdaki beyanlarda bulunuyorum. 353 Sayılı Yasanın, 62. maddesi gereğince, hazırlık soruşturması
döneminde, bilirkişi tespit yetkisi, Askeri Savcıya ait olduğu halde, ifade tarihinden 47 gün sonra bu beyanlarıma rağmen, İstanbul Sıkıyönetim K.ı Faik
türün, İlgi (a) Ek-2’deki raporu tanzim ettirebiliyor. Tüm ilgililerin bu gafletine pes doğrusu.
k- Buraya kadar arzettiğim hususlar, raporun hakikate uymadığını, açıklıkla meydana koymaktadır.
1- 1. ve 2. maddede açıkladığım hususları özetlersem:
1 İlgi (a) Ek-2’deki benimle ilgili rapor hakikate uymamaktadır. Çünkü:
2- Avukatlarımın bu konudaki İlgi (b) ve (c)’deki dilekçelerine, yasa ve yönetmeliklere göre, verilmesi gereken cevap zamanında verilmemiştir.
Mahkemedeki okuma tarihi, müracaattan 9.5 ay sonradır.
3- Bilirkişi seçiminde, 353 Sayılı Yasanın 62. madde hükümlerine uyulmamıştır.
4- Askeri Savcı bu konudaki yetkilerine yapılan tecavüze seyirci kalmıştır.
5- Bilirkişinin yetkili Askeri Tabibler’den oluşması gerektiği halde rapor tek tabipten alınmıştır.
6- Bu konudaki uygulama İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının uyguladığı yöntemlere de uymamaktadır.
a- İlgi (i) kitap, sahife 139:140’a bakınız.
b- İlgi (g)’ye bakınız. Aynı yazıya ekli olduğu halde, Ek-Rapor şeklen yasaya uygun, Ek-2’deki benimle ilgili rapor yasa ve kural dışıdır.
7- Gerçekte ne benim, Askeri Savcı ifademin Dosya Sıra No:388’deki beyanlarımdan anlaşılacağı üzere bu konuda bir talebim olmadığı gibi, Sayın
Avukatlarımın da İlgi (b) ve (c)’deki dilekçelerinde, İşkence asarı tespitine dair bir talepleri bulunmamaktadır.
8- İlgi (b) dilekçe böyle bir talebi içerse dahi müracaattan 20 gün sonra İşkence asarı tespit edilemez.
9- Kaldı ki, Dosya Sıra No: 388 deki Askeri Savcı ifademde, “Vücudumda cebir asarı” yoktur diyen bir kişinin (ifade tarihi 3 Ağustos 1972) bu tarihten 47 gün
sonra İşkence Asarı’nı tespit için muayeneye tabi tutulması akla aykırıdır.
3- İstek:
1- 7. sahifelerde belirttiğim nedenlerle, zamanında tedbir kararı alınmaması sebebi ile delil olan sağlık fişim üzerinde, gerekli değişikliklerin yapılmasını doğal
karşıladığımız için, fişin celbedilmesini talep ediyorum.
a- 20 Eylül 1972 tarihli verilen raporun, fişte kayıtlı olup olmadığının saptanılmasını,
b- Raporda böyle bir kayıt varsa, bu kaydın, 20 Eylül 1972 tarihinde yazılıp yazılmadığının, tarafsız bir kurulca grafolojik incelemeye tabi tutulmasını.
c. Bana rapor alınmasına dair, Sıkıyönetim Komutanlığının yazdığı emirle, Ceza ve Tutuk Evince verilen yazılı cevapla, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Adli
Müşavirliği ve Ceza ve Tutuk Evi Evrak Kayıt ve Zimmet Defterleri üzerinde tedbir kararı alınmasını.
d- c’deki yazılar ve defterlerde gerekli kayıtlar bulunursa, o takdirde bu belgelerin de, Tarafsız bir kurulca grafolojik incelemeye tabi tutulmasını talep ediyorum.
(İlgi a, Ek-2’deki rapor) ve (D.Tu.Sh. 24,31,35,36:38’e bakınız.)
4- a Yüksek mahkemeniz bir kararında, D.Tu.Sh.24: “Askeri Yargıtay 2. Dairesinin 10.1.1972 gün ve Esas 971/457-71/1 sayılı içtihadında: Sanığa
işkence yapılıp yapılmaması ve bunun tahkiki işkence yapanlar hakkında takibata tevessül bakımından önem taşıyıp, bunun sanıkla ilgili dava ile münasebeti
yoktur” atıf yaparak bunu kararına almıştır.
Askeri Yargıtayın bu kararını tüm ayrıntıları ile bilmemekle beraber, bundan 20 sene önceki bir tarihte verilmiş bir Yargıtay kararını hatırlatmakta yarar
görüyorum.
b- Bu içtihatla, Y.İ.C.D.17.4.5.1953 T. Ve 892 ve K.1434 sayılı olup: “Sanıkların hazırlıktaki ikrarlarının zorlanmaya dayandığı iddia edildiğine göre, zabıta
memurları hakkında soruşturma yapılıp yapılmadığının ve sonucunun tespiti gerekir” demektedir.
c- Gene yüksek mahkemeniz D.Tu.Sh.24’deki kararda: “Mahkememiz Hükme varırken şüphesiz ki bir sanık hakkında münhasıran emniyette yapılmış bir ikrara
müstenit bir karar verilmeyecek, lehte ve aleyhteki deliller hukuki ve vicdani kanaate göre değerlendirilecek hüküm tesis edecektir” diye konuya aydınlık
getirmişse de, bu davanın özel bir durumu vardır. Çünkü delil yoktur.
1- Bu gerçeği ben değil, Askeri Savcı iddianamesinin 2. sahifesinde itiraf etmektedir. Onun tek dayanağı Anayasa madde 33. 4. fıkrasına tamamen aykırı
olan, sanıkların kendi kendilerini ve diğer sanıkları suçlayan atfı cürümleridir.
2- Bu yasadışı ifadeler, itibar görmüş olmalı ki, 671 günden beri tutuklu tutulmaktayım.
3- Hem de kelimesi kelimesine beni doğrulayan ve tüm iddiaları yalanlayan 16 kamu tanığının dinlenilmiş olmasına rağmen. İlgi (n)’ye bakınız.
4- Yazılı delillerin okunması evresinde delil bulunmadığı açıklıkla görülmüştür.
Aksine (a)’daki hakkımdaki MİT yazısı tertibi tüm açıklığı ile ortaya koymuştur. (Bu yazının eleştirisi İlgi (ı) I. bölüm ve İlgi (k) III. bölümde yapılmıştır.
5- Sıkıyönetim yargılanan tüm sanıkların, hatta malum koridorlardan geçirilmiş tanıklar, bütün Türkiye ve tüm dünya, Türkiye’de Sıkıyönetim döneminde yapılan işkenceleri dile getirmektedir.
6- Bu takdirde, işkencenin kamu suçu olması nedeni ile ilgililerin re’sen harekete geçmeleri şöyle dursun, tertiplerini sürdürdükleri yukarda arzettiğim, aksinin
ispatı mümkün olmayan, iddialarımda görülmektedir. Bunun yanında, mademki bu davanın yegane dayanağı işkence ile alınan ikrardır, kararınıza müessir
olacak faktörlerden önde geleninin, işkence’nin var olup olmadığı hususunun saptanması olması gerekir.
7- Bunun yanında, başından beri İşkenceciler olarak, Gn.M. Ünlütürk, MİT elemanı Eyüp Özaltaş, Şükrü Balcı belirtilmiş olunmasına rağmen, ben baş
sorumlu olarak Faik Türün’ü gördüm. Faik Türün, bugün daha iyi anlaşıldığı gibi, hizmetinde olduğu çevrelerle bütünleşmiş olarak, Türkiye kaderi üzerinde, o
çevrelerin arzusu ve kendi kişisel ihtirasları doğrultusunda, oynanan iktidar kavgasında taraf olduğu için, İstanbul’u Nazi kamplarına rahmet okutan
işkencehanelerle donatmış, bu meyanda, benim üzerimde oynanan tertibin de baş sorumlusu olduğu için, cür’etini sahte rapor düzenletmeye kadar
geliştirmiştir.
8- Yukarda istediğim tespitler, bu nedenle kanımızca esasa müessir olacak kadar önemlidir.
9- Bunun yanında, her ne kadar, Mahkemeniz işkenceciler hakkında re’sen harekete geçmek yetkisinde değilse de, ilk mercii olarak iddialarımı ilgili mercilere intikal ettirme durumundadır.
d- Kimsenin arkasından konuşmuyorum. Faik Türün’ün Komutanlık döneminde, her türlü terörünü sürdürürken söylediğim sözler teyp bantlarında duruyor. Bu
konuda, bazı tespitlerin yapılması isteği ile Yüksek Mahkemeye sunduğum 8 Haziran 1972 tarihli dilekçemde: (D.Tu.Sh.19)
1- Bu dilekçede, Hazırlık Soruşturmasının yasadışı yöntemlerle yapıldığını Yüksek Mahkemeye bildiriyor. İddialarımın doğruluğunun saptanması için bazı
tespitlerde bulunulmasını talep ediyorum. İlgi (b) de bu yöndedir.
2- Talebim, her ne kadar bu yönü ile mevzuata göre, İstanbul Sıkı Yönetim Komutanlığı’nı ilgilendiriyorsa da, diğer yanı ile kararınıza müessir olacak ve
Hazırlık Soruşturması’nı hükümsüz kılacak bu önemli tespitler, Komutanlıkça is’af edilmemiştir.
Dilekçemin işlem görmemesini de doğal karşılıyorum. Çünkü: suçludan suç delillerinin tespiti istenemez.
3- Bunu bildiğim için ve Türk Devletinin hukuk devleti olma niteliğini, bozmaya cüret edenlerin, bunda başarılı olamayacaklarına dair, kesin inanç sahibi
olduğum, bilinen kadı hikayelerine, itibar etmeksizin, uygar insan olmanın gereklerini yerine getirmek için, Faik Türün’ün yasadışı tutumunu 1402 Sayılı
Kanuna göre, Başbakan’a karşı sorumlu olması nedeni ile 12 Haziran 1972 tarihli dilekçe ile gereği için Başbakanlık ve bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına
sunulmak üzere Yüksek Mahkemeye sunmak istedim. Mahkemeniz kabul etmediği için, ben ilgili makamlara gönderdim. (dilekçe sureti Ek-1 dedir.)
4- İlgi (m), 62. madde, ilgi (n) 10. madde, ilgi (o) 25. madde, ilgi (ö) 42. madde, ilgi (p) 8. maddelerdeki ve yönetmelik hükümlerine rağmen başbakan Talu’dan da dilekçeme cevap almış değilim.
16. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder