12 Ağustos 2019 Pazartesi

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 18

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 18


1- Erenköy’deki köşk:

1- 10 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi Erenköy’deki işkence köşkünün resmini yayınlamıştır. (Ek-5)
2- 8 Haziran 1973 ve 12 Haziran 1973 tarihli dilekçelerimde (2. dilekçe Faik Türün’ün yasadışı tutumunu Başbakanlık ve Genel kurmaya duyurmak üzere o
makamlara sunulmuş, maalesef anayasal dilekçe hakkıma rağmen, müracaatım cevapsız bırakılmıştır. Haklılık içinde bulunduğumun bundan açık kanıtı
olmaması bir yana, benden bir sene sonra, aynı konuda bir kısım parlamenterler önerge vermek gereğini duymuşlardır.) Erenköy’deki köşke ait verdiğim kroki,
plan, adres ve hatta işkence yapan ve yürüten kişilerin adlarını belirterek, köşkte bir keşif yapılmasına dair istemim, yüksek mahkemeniz tarafından gereğine
tevessül edilmek üzere, Sıkıyönetim Komutanlığına gönderildiği halde, ne yazık ki işlem görmemiştir. Çünkü suçlu, suçluya şikayet ediliyordu. Bilindiği üzere,
suçlu da Faik Türün’dü. Bundan başka, 11 Haziran 1974 tarihinde, sayın müdafilerim, Yüksek Mahkemeye sundukları soruşturmanın genişletilmesi
talepleri arasında Erenköy’deki köşkte daha önceki iddialarımız paralelinde keşif yapılmasını talep etmişler, bu talep de, Mahkemenizce kabule şayan
görülmemiştir. Esasen, benim Erenköy’e götürüldüğüm klasör 2, dizi sıra numarası 347’de, İstanbul MİT Bölge Başkanlığının Sıkıyönetim Komutanlığına
hitaben yazmış olduğu yazıda, hiçbir tereddüde mahal kalmayacak şekilde açıklanmıştır. Bunun yanında artık mızrağın çuvala girmeyeceği şekilde
işkencelerin Türk ve dünya kamuoyuna yansıdığı bir dönemde, Faik Türün Erenköy’de bir köşk hazırlattığını itiraf da etmiştir. (Ek-7 ye bakınız.)
3- Yukarıdaki açıklamalarımla da belirttiğim gibi, sorgulama hakkı bulunmayan bir kuruluş olan MİT’te, hem de işkence altında alınmış olan ifadelerin geçersiz
olduğu, Askeri Yargıtay tarafından verilen bir kararla da tescil edilmiştir.
Gerek benim, gerekse bana atfı cürümde bulunan kişilerin hemen hemen hepsinin ifadelerinin MİT’te de değil, fakat gerektiğinde Emniyeti, MİT’i ve diğer
devlet güç ve örgütlerini, kendi aşağılık çıkarları için kullanan bir gizli örgüt olan, Kontr-Gerilla’da alındığı Yüksek Mahkemenizin esasen malumudur.
4- Yukarıdaki açıklamalarımda görüleceği üzere yüzde yüz kesinlikle, yetkisiz kişi ve kuruluşlarca sorgulandığım ortaya çıkmıştır. Bu kadarıyla da yetinmeksizin
Emniyet’ten bir başka yere gittiğime dair, Sayın Faruk Ateşdağlı’nın 16 Temmuz 1974 günü Beşiktaş Üçüncü Noterliğince tespit edilen ifadesi sayın 
avukatlarımca mahkemenize sunulacaktır. Bu tanıklıktan açıkça anlaşılacağı gibi, yalnız Faruk Ateşdağlı değil, Korgeneral Fikrek Köknar ve zamanın 
Emniyet Müdürü Nihat Arslantürk de sorgulandığım yerin Emniyet Müdürlüğü olmadığının tanıkları olarak gösterilmektedir. Bin senelik devlet mazisi olan 
Türk Devletini babalarının çiftliği gibi idare etmeye kalkan, en aşağılık çete uygulamalarıyla, Türk Milletinin örf ve ananesine saldıran, Türk anasının, 
kızının ve gencinin bazı yerlerine coplar sokacak kadar, adi uygulamalara tevessül eden bir avuç sadomazoşistin, bu tutumunu sergileyerek, toplumu 
nispeten huzura kavuşturmak tarihi göreviyle mahkemeniz kendisini yükümlü addeder ise, o taktirde anılan kişilerin dinlenmesine de karar verir.


3. Sonuç:

a. Açıklamalarım ile Faik Türün’ün talihsiz beyanatını şimdilik eleştirmiş bulunuyorum. Vatan hizmeti yapıyorum diye bir yandan insanlık dışı yöntemleri,
kendi ulusuna reva görürken, bir yandan da Boyacıköy’de, Valde Cami civarında ayinlere katılan, bir yandan Emirgan sırtlarında, İstanbul’un çeşitli yerlerinde
milyonluk arsalar kapatan, bir yandan da özel sektör arpalıklarında otlayan kişilerin maskelerini düşürmek için önümüzde daha çok zamanımız olacaktır.
Haysiyetimizi kurtarmak için mücadelemiz yasa sınırları içersinde ölüme kadar sürecektir.
b. 12 Mart’tan sonra Türkiye’de kurulan düzenin gayrı meşru olduğunu Uluslararası Hukukçular Birliğinin Türkiye Raporu (1971-1973 adlı yapıtında da
dile geldiğini bir kez daha görmekteyiz. (Ek-13) Dolayısıyla bu bilimsel rapora göre, bu dönemin diğer uygulamaları da bilimsel olarak batıl hale gelmiş
olmaktadır. Nitekim bir kısım Sayın Parlamenterler anayasal düzenin 1961
Anayasası’na yeniden dönüştürülmesi için çaba sarf etmektedirler. (Ek-139’da) sunduğum Uluslararası Hukukçular Birliğinin raporunda Faik Türün’ün Mahkeme
lağvına kadar varan ve “kanun benim” diyen tavrı da eleştirilmektedir. Bilindiği gibi bu mahkemenin lağvı ile benimle ilgili iddialar birbirine çok sıkı sıkıya
bağlıdır. Eğer Yüksek Mahkemeniz Faik Türün’ün bu tavrını tarih önünde saptamak isterse, o zaman değerli yargıç Remzi Şirin’i de tanık olarak dinler ve
ilerde kuvvetler ayrılığı prensibinden nasibedar olmamış bir kısım yetkililerin bu tip keyfi davranışlarını önlemiş olur.

Saygılarımla.
M. Talat Turhan

Ekler Çizelgesi.,

Ek-1 6 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-2 7 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-3 8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-4 9 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-5 10 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-6 13 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi
Ek-7 1-7 Ekim 1973 tarihli ve133 Sayılı Yankı dergisinin 4, 5, 6. sahifelerinin fotokopisi.
Ek-8 Yeni Ortam gazetesinin 1 Ekim 1973 tarihli nüshasında çıkan Uluslararası Hukukçular Komisyonu Raporu başlıklı yazısının fotokopisi.
Ek-9 Counterguerrilla Operations (Kontr-Gerilla harekatı) adlı Amerikan Sahra Talimnamesinin kapağının fotokopisi.
Ek-10 “Bir portre” adlı yazısının sureti. (Yeni Dönem sayı 5, sahife 39)
Ek-11 23 Nisan 1974 tarihli Yeni Ortam gazetesinde çıkan ve “Latin Amerika’daki Kontr-Gerilla Okulları” başlığını taşıyan The Guardian gazetesi çevirisi.
Ek-12 25 Nisan 1974 tarihli Yeni Ortam gazetesinde çıkan Uğur Mumcu’nun “Bir Sorunumuz Var” adlı yazısının fotokopisi.
Ek-13 Uluslararası Hukukçular Birliği’nin “Türkiye Raporu 1971-1973” adlı kitabı.

Notlar:

1- Dosya halinde, 18 Temmuz 1974 günkü duruşmada mahkeme’ye verilmiştir.
2- Bu bölüme konulmayan ekler için “Dilekçeler Dosyası”na bakınız.
3- Duruşma Tutanağı Sahife No: 562-563’e bakınız.
Ek 24
Sağlığım Hakkında (Haydarpaşa Hastanesinin Durumu ve Çekilen
Elektrolarla
Tahlillerimin Sonucunun Bildirilmesi İstemi)
İstanbul, 12 Nisan 1973
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına
Selimiye-İstanbul,
İstekte Bulunan: M. Talat Turhan. (Emekli Kurmay Yarbay)
Halen Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evinde tutuklu.
Konu: Sağlığım hakkında.

İsteğin açıklanması:

1- 6 Mart 1973’ten beri göğsümde bir ağırlık, genel bir isteksizlik, yemeklerden sonra bir halsizlik ve uyumak isteği belirdi. 3 Nisan 1973 günü saat 18:30
sularında kalp bölgemde duyduğum şiddetli bir ağrı yüzünden yatmak zorunda kaldım. Bu ağrı iki saat içinde boynuma sol omzuma ve sol koluma da yayılarak
her geçen gün şiddetini arttırdı ve beni hareketsiz duruma soktu. Ağrı yaygınlaşırken ileri derecede terleme oldu, ölüm duygusuyla bir titreme başladı.
Bildiğim kadarıyla ve koğuştaki tutuklu doktor arkadaşların gözlemlerine göre tam bir “infraktüs” krizi içindeydim. Eğer o sırada koğuştaki kalp hastası 
arkadaşlarda “trinitrin”, “equanit” gibi ilaçlar bulunmasaydı ölmemem olanağı yoktu.
2- Durumum idareye haber verilmiş bulunmalı ki 4 Nisan 1974 saat 01:00 sularında dışardan bir doktor getirildi. Koğuşa beş metre ötede priz olduğu ve bu
durumdaki bir hastanın kıpırdatılması zorunluluğu kural iken en az 50 metre yürütüldüm ve böylece gardiyan koğuşuna götürüldüm. Bir kalp hastasının
kımıldatılmayacağını herkes bilir. Gardiyan koğuşuna getirilen bir aletle elektro kardiyografi çekildi. Ne var ki anlaşılmayan bir nedenle bu elektro kardiyografa
güvenilmeyerek eperce bekletildikten sonra ikinci bir aletle yeniden elektro kardiyografim alındı.
Dışardan gelen doktor “luminal” iğnesi yapılmasını salık verip gitti, ama beni herhangi bir muayeneye tabi tutmadı. Doktorun salık verdiği işlemlerin hiçbiri de
yapılmadı. Daha sonra gene 50 metre kadar yürütülerek koğuşa geri getirildim, kalp krizi bütün gece devam etti.
3- 4 Nisan 1973 günü saat 09:30 sularında bir sedyeyle ambulansa konuldum.
Beraberimde hapishanedeki görevli doktor, sağlık memuru ve görevli Üsteğmen ile muhafız erler olduğu halde hastaneye götürüldüm. Ne var ki üç saat ambulans
içinde tutuldum ve hastane hastane dolaştırıldım. Oysa acıyla kıvranıyordum. Bu durumdaki bir kalp hastasına ivedilikle tıbbi müdahalenin yapılması gerekirdi.
Böyle bir uygulamanın nedenini hala kavramış değilim.
4- Bu süre içinde, Çamlıca Askeri Hastanesi olduğunu sandığım bir yerde yeniden elektro kardiyografim alındı.
5- Buradan ayrıldıktan sonra Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin Asabiye uzmanı olduğunu sandığım bir hekimce muayene olundum ve hastanedeki koğuşa yine
sedye ile sevk edildim. Yatağa 12:30 da konuldum.
6- Sıraladığım işlemlerin “insani” ve “yasalara uygun olmadığı” açıktır. Oysa bununla da yetinilmedi. Hastanede konulduğum yerin hasta psikolojisiyle en ufak bir ilgisi yoktu. Karanlık koridorlara açılan bir izbe olarak nitelenebilirdi. İki toplum polisi, bir sivil polis, bir onbaşı oturuyordu. Demir kapısında bir nöbetçi, 
demir pencerelerde iki nöbetçi olmak üzere sağlam insanları bile hasta edecek dekor, bir atmosfer vardı. Çağımızda böyle bir uygulamanın yeri olmaması gerekir.

Anayasamız, yasalarımız buna izin vermez.

Benim “sanık” statüsünde olmam da sanırım bu tutumu haklı kılamaz. İnsanın insan olmaktan ileri gelen doğal haklarının var olduğu bilinir. Suçu sabit oluncaya değin herkesin masum sayılması, kısacası masumluk karinesi hukukun en temel ilkelerinden biridir. Kaldı ki ben mahkum olsam bile yine bu uygulama hukuka uygun sayılmaz. Masumluk karinesini yıkmanın her şeyi yıkmak demek olacağı bilim adamlarınca belirtilmiştir. (Örneğin: Prof. Dr. Faruk Erem “Yargı
bağımsızlığını kaldırmanın anlamı”, Cumhuriyet, 30 Mart 1973) Bundan çıkan kaçınılmaz sonuç şudur: Hüküm giymedim ve hukuki statüm Üst Subaydır;
öyleyse Üst Subay koğuşuna yatırılmam gerekirdi.
Nitekim bu hukuki gerçeği sıkıyönetim ilgililerine iletmesini beni hastaneye götüren Mete adlı Üsteğmene rica ettim. “Aksi halde” dedim, “sonucu ölüm bile
olsa haysiyetimle ölmeyi yeğ tutacağım.”
7- Acım devam ediyordu, aynı gün viziteye gelen (saat 14:30 sularında) asabiye uzmanları ile hastanedeki görevli Üsteğmene yukarıdaki dileğimi tekrarladım. 
Ne var ki, Türk Ordusunun geleneği, Anayasa ve yasalar gereği olan hakkımı elde etmem olanağını yine bulamadım. Ve gelen doktorlar birkaç dozaj ağrı dindirici,  birkaç dozaj da “müsekkin” iğnesi yaparak beni uyuttular.
8- Ertesi gün uyandığımda ağrım nispeten hafiflemişti. Ne var ki arazlar tümden geçmemişti. Bu kez de “traksin” vb. uyuşturucu ilaçlarla uyutuldum. Bu arada
gelen Subaya da statüm uygun davranılmasını talep ettim, ama herhangi bir olumlu cevap alamadım.
9- 6 Nisan 1973 ve 9 Nisan 1973 günleri kan tahliline götürüldüm. Tahlillerini sonucu alınmaksızın ve son üç gün içinde ilgili doktoru görmeksizin yalnızca
uyuşturucu maddeleri içeren bir reçete elime tutuşturuldu. Böylece 9 Nisan günü taburcu edildim.
10- Oysa bu tip olaylarda ilk krizden sonra (en geç 24 ya da 48 saat sonra) çekilecek elektro kardiyografiyle beraber teşhis konulması tıbben zorunludur.

Özet:

I- Gözaltına alındığımdan bu yana geçen 282 günden beri insan idrakinin kabulde güçlük çekeceği işlemlere, gözaltı süremde de işkencelere maruz
bırakıldım. Ne var ki Türkiye’nin bir bunalım içinde olduğu inancından yola çıkarak bunları dile getirmeyi zait saydım. Bu yüzden şimdiye değin hiçbir
başvurmada bulunmadım. Ta ki ölümüme yol açacak uygulamalar yapıldığı,
hayatıma kastedildiği için susamadım.
II- 282 günlük ruhsal birikimin yanında güneşten, havadan, ışıktan ve gıdadan yoksun bırakılan 48 yaşındaki bir insanın “infraktüs” olmasından başka bir
sonucun meydana gelemeyeceği açıktır.
III- Tedavi edilmiş değilim.
IV- “İnfraktüs” endişesine karşın asabiye uzmanına teslim edildim. Tıpkı bir eşya teslim edilir gibi. Oysa hiçbir asabi şikayetim yoktu. Yalnızca bu nokta bile
ilgisizliğin, görevi ihmalin, ya da kötüye kullanmanın, ölüme yol açacak işlemlerin en açık seçik kanıtıdır.
V- Tıp mevzuatının, Anayasa’nın, Yasaların, Türk Ordusunun gelenek ve göreneğinin, vefa duygusunun böyle bir uygulamaya izin vermediği açıktır. Türk
Ceza Yasası kasten ya da taksirle adam öldürmeyi, ölüme sebebiyet vermeyi müeyyidelendirmiştir.

Sonuç:

a- İlerde doğması muhtemel giderilmesi olanaksız durumların sağlığımla ilgili yeni sakıncaların önlenmesi yönünden hukuki statüm ve geçmişimdeki düzeyime
uygun, Türk Silahlı kuvvetlerinin gelenek, görenek ve vefa duygusuna yaraşacak tarzda geçirdiğim rahatsızlığımın saptanabileceği bir hastane bakım ve
denetimini talep ediyorum.
b- 3/4 Nisan gecesi çekilen iki elektro kardiyografi ve 4 Nisan 1973 günü Çamlıca Askeri Hastanesinde çekilen elektro kardiyografi ile hastanede kaldığım sürece tutulan tabelayı ve yapılan kan tahlillerinin sonuçlarının aslını yada örneklerini ve raporları özel doktoruma inceleteceğimden ve gerekli kanuni başvurmaları yapacağımdan ve görevlerini yapmayanlar aleyhine yargı organlarına gideceğimden istemekteyim.
c- Haydarpaşa Askeri Hastanesinde bir kez olsun elektro kardiyografimin çekilmeyişini ve iç hastalıkları ya da kalp uzmanına gösterilmeyişimi manidar
bulur, bu durumu sayın makamınıza iletmeyi görev sayarım.
d. Hipokrat’ın andını içerek mezun olan doktor için “anarşist”, “komünist”, “Moskof”, “zenci”, “beyaz”, “suçlu”, “suçsuz”, “düşman”, “dost” gibi ayrımların söz konusu olamayacağı açıktır. Oysa Haydarpaşa Askeri Hastanesinde sanıklara yapılan insanlık dışıdır. Çağdaş uygarlık düzeyine erişen ya da erişmeyi
amaçlayan ülkelerde hasta sanığa yalnızca hasta işlemi yapılır. Gördüğüm işlemler, sağlam insanı hasta edecek kadar ilkeldir.
e- Öyle ki gözüken yerleri her gün beş kez paspas ettiren ilgililerin tutuklulara ayrılan yerleri gördüklerini sanmam. Tuvaletlerin durumu utanç ve tiksinti
veriyordu. Uygar bir Türkiye’de buna yer olup olmadığını bilemiyorum. Şahsen dünyanın bu en pis yerinde en doğal ihtiyacımı gideremeyecek denli iğrenme
duydum.
f- Eğer Yüksek Komutanlığınızca hukuki statüme yaraşacak tarzda ve sağlığım hakkında kapıldığım endişelerden kurtarılmam düşünülüyorsa Askeri Ceza ve
Tutuk Evleri Talimatının 55. maddesi ve ayrıca Adalet Bakanlığının bu konuda aldığı karar uyarınca, kelepçesiz olarak getirilip götürülmem kaydıyla ihtiyacım
olan sağlık bakım ve denetimini kabul edeceğim.
g- Şunu da belirtmem de yarar vardır. Hastalığımın seyri boyunca Ceza ve Tutuk Evi yetkililerinin ellerindeki olanaklarla üzerlerine düşen görevleri büyük bir 
ilgi ve içtenlikle yerine getirmeye özendiklerini gözlemledim. Bu gerçeği açıklamayı vicdani bir borç sayarım.
Yukarda sıraladığım hususları bilgilerinize sunar, gereğine emir buyrulmasını saygıyla arzeder, tarihi, hukuki ve vicdani olanakları en iyi biçimde
kullanacağımızı umarak peşinen teşekkürlerimi belirtirim.

Talat Turhan

Ek:

Talat Turhan’ın 12 Nisan 1973 günü akşam yoklamasına gelen nöbetçi heyeti ve koğuş huzurunda bu dilekçenin aynısını üsteğmen Nejat’a vermiş olduğunu
gördük.
M. Ali Parlakışık (imza)
Memduh Eren (imza)
Cevat Zamanoğlu (imza)
Rafet Kaplangı (imza)
Adnan Çakmak (imza)
Ekrem Topla (imza)
Rasih Nuri İleri (imza)
Feyzullah Bigalı (imza)
İlhan Sülen (imza)
Nuri Yazıcı (imza)
Ersin Ertekin (imza)
Abdülvahap Mutlugün (imza)
Muharrem Dündar (imza)
Metin Çakmak (imza)
Selahattin Uzunismail (imza)
İbrahim Er (imza)
Selim Şenay (imza)
Yüksel Çengel (imza)
Mahmut Dondurmacı (imza)

Ek 25

Sıkıyönetim Komutanlığına Verdiğim Sağlığımla İlgili Dilekçeye Yasal Süresi İçinde Cevap Alamadığım ve Şikayetçi Olduğum Hakkında
İstanbul, 12 Haziran 1973 Başbakanlık ve Kara Kuvvetleri Komutan’lığına Sunulmak Üzere
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına,
Sanık: M. Talat Turhan.
Konusu: Sağlığım Hakkında.

19. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder