20 Ocak 2021 Çarşamba

ABD BAŞKAN ADAYI JOE BIDEN’IN TÜRKİYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

 ABD BAŞKAN ADAYI JOE BIDEN’IN TÜRKİYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ


ABD BAŞKAN ADAYI, JOE BİDEN, TÜRKİYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ,Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ,Trump,Delaware, İrlanda kökenli, Katolik Hıristiyan,
Neilia Hunter, Jill Jacob,Derviş Eroğlu,Mesud Barzani,

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
13 AĞUSTOS 2020  

1. Giriş

3 Kasım 2020 Salı günü düzenlenecek olan 59. ABD Başkanlık seçimlerinde, mevcut Başkan ve Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’ın karşısında yarışacak olan Demokrat Parti adayı Joe Biden, Amerikan siyasetinde yarım asırdır var olan ve oldukça sevilen-sayılan bir kişidir. Biden, son günlerde Başkanlık kampanyasına hız vermeye başlamış[1] ve bu hafta Amerikalı siyahi kadın Senatör Kamala Harris’i de Başkan Yardımcısı adayı olarak ilan etmiştir. Biden, anketlerde Başkan Trump’ın epey önünde gözükmekte ve şu an için seçimin favorisi olarak yarışa devam etmektedir.[2] Ancak Joe Biden, ilginç bir şekilde, ABD’nin tarihsel müttefiklerinden olan Türkiye’ye yakın bir siyasetçi olarak bilinmemektedir. 

Bu yazıda, Joe Biden’ın biyografisine ve siyasi kariyerine göz attıktan sonra, kendisinin Türkiye hakkındaki bazı temel görüşlerini özetlemeye çalışacağım.
 

ABD’de yapılan son anketlerde Biden ve Trump’ın destek oranları

2. Joe Biden’ın Biyografisi[3]

20 Kasım 1942 Scranton-Pennsylvania doğumlu olan Joseph Robinette Biden Jr. veya kısaca Joe Biden, İrlanda kökenli Katolik Hıristiyan bir ailenin -ebeveynleri Catherine Eugenia Finnegan Biden ve Joseph Robinette Biden Sr.’dır- 4 çocuğundan ilki olarak İkinci Dünya Savaşı halen devam ederken dünyaya gelmiştir. Ailenin finansal durumu kötü olmamakla birlikte, savaş koşulları nedeniyle o dönemde oldukça zorlanan aile, 1953 yılında Claymont-Delaware’e taşınmıştır. Burada da ekonomik sıkıntıları devam eden aile, birkaç yıl sonra Wilmington-Delaware’e taşınacak ve burada Joseph Robinette Biden Sr.’ın ikinci el araba ticaretinde gösterdiği başarı sayesinde ekonomik açıdan gelişim gösterecektir.
 


Bidenların Delaware’e taşındıkları yıl henüz 10-11 yaşlarında olan Joe Biden
İlkokul, ortaokul ve liseyi Claymont’da okuyarak 1961 yılında mezun olan Joe Biden ise, lise eğitimi sonrasında 1961’de Delaware Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi ve Tarih alanlarında çift anadal eğitimi almaya başlamış ve 1965 yılında bu üniversiteden başarıyla mezun olmuştur. Üniversite öğrenciliği döneminde, Biden, Blue Hens adlı üniversitenin Amerikan futbolu takımında da (defansif takımda) oynamıştır. Biden, ilk karısı eğitimci Neilia Hunter’la da bu dönemde tanışmış ve 1964 yılında onunla evlenmiştir. Ardından Syracuse Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Hukuk eğitimi almaya başlayan ve avukat olarak 1968 yılında mezun olan Joe Biden, 1969 yılında Delaware Barosu’na bağlı olarak Wilmington hukuk firmasında çalışmaya başlamıştır. Biden, Hukuk eğitimini oldukça “sıkıcı” bulduğunu ilerleyen yıllarda söylemiştir.
 


Joe Biden Delaware Üniversitesi’ndeyken
Joe Biden’ın Neilia Hunter’la evliliğinden 3 çocuğu olmuştur: Joseph R. “Beau” Biden (1969), Robert Hunter (1970) ve Naomi Christina (1971). Ancak 1972 yılı Christmas döneminde, tam da Biden ilk kez Senatör olarak seçilmişken, eşi Neilia Hunter ve çocuklarının geçirdiği trafik kazasında, Hunter ve Biden’ın 1 yaşındaki kızı Naomi ölmüş; Biden’ın iki oğlu ise kazayı ağır yaralarla atlatmayı başarmışlardır. Ancak Biden’ın hayatındaki trajediler bu olayla son bulmamıştır; nitekim 2015 yılında Başkan Yardımcısı iken de oğlu Beau Biden, beyin kanseri nedeniyle genç yaşta vefat edecektir.
 

Neilia Hunter ve Joe Biden
Siyasetle üniversite yıllarından itibaren ilgili olan Biden, üniversite öğrenciliğini geçirdiği 1960’larda sivil haklar hareketi savunucusu rahip Martin Luther King Jr., Başkan John F. Kennedy ve onun kardeşi Senatör Robert Kennedy gibi ilerici kişilerden etkilenmiş ve siyasete girme kararı almıştır. Nitekim Demokrat Parti içerisinde hızla yükselen genç Biden, 1970 yılında New Castle County Meclisi’ne seçilmiş, 1973 yılında da Delaware Senatörü olmuştur. O dönemde 31 yaşında ABD tarihinin 6. en genç Senatörü olan Biden, Başkan Yardımcısı olduğu 2009 yılına kadar aralıksız Delaware Senatörü olarak (genelde yüzde 60 civarında oy alarak) görev yapmıştır. Senatörlüğü döneminde, Biden, Hukuk Komitesi Başkanlığı (1987-1995) ve Dış İlişkiler Komitesi Başkanlığı (2001-2003, 2007-2009) gibi önemli görevler üstlenmiş ve kendisini adeta Başkan, Başkan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi en üst düzey görevler için deneyimli ve hazır hale getirmiştir.
 


Biden, Senatör seçildikten sonra yeminini hastane odasında oğlu Beau Biden tedavi görürken yapmak zorunda kalmıştır

Büyük bir trajedi yaşamasına karşın hayata tutunmayı başarması, Joe Biden’ın Amerikan halkı ve kamuoyu nezdinde destek bulmasını sağlamış ve Biden, 1977 yılında öğretmen ve akademisyen Jill Jacobs’la (Jill Biden) ikinci evliliğini yapmıştır. Biden-Jacobs çiftinin 1980 yılında Ashley Biden adlı bir kızları dünyaya gelmiştir. Senatörlüğü döneminde ilerici fikirleriyle gündem olan Biden, 1974 yılında ünlü Time dergisi tarafından “geleceğin 200 önemli yüzü”nden biri olarak lanse edilmiş ve yüksek özgüveni ve hırslı kişiliğinin altı çizilmiştir.[4] Biden, ayrıca, bu dönemde, SALT II yani Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri’ne katılmak için Moskova’ya giden heyet içerisinde yer almış ve ABD ve Sovyetler Birliği arasında varılacak uzlaşma sonucu nükleer silahların azaltılması yönünde aktif çaba göstermiştir. Bunların yanı sıra, Biden, 1970’lerden başlayarak “iklim değişikliği” konusunu ciddiye alan öncü Senatörlerden biri olmuştur. Biden’ın bir diğer önem verdiği konu da kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi ve kadın hakları olmuştur. 1980’lerde ise, Biden, ülkesinin “apartheid” rejiminin devam ettiği Güney Afrika ile yakın ekonomik ilişkiler geliştirmesine tepki göstermiş ve Cumhuriyetçi Ronald Reagan yönetimiyle ters düşmüştür.[5] Bu sayede, Joe Biden’ın Afrikalı Amerikalılar ve ırkçılık karşıtı çevrelerde prestiji yükselmiştir.
 

Joe Biden ve ikinci eşi Jill Jacobs
Joe Biden, ilk kez 1988 yılında ABD Başkanlığına aday olmuştur. 45 yaşında adaylığını açıklayan Biden, böylelikle John F. Kennedy’den sonra en genç ABD Başkanı olmayı ummuştur. Başkan adaylığı kampanyası döneminde oldukça başarılı olan ve yüksek maddi destek sağlamayı başaran Biden, buna karşın Michael Dukakis’e geçilmiş ve Demokratların Başkan adayı olamamıştır. Ancak Dukakis de, Başkanlık seçimini Cumhuriyetçi George H. W. Bush (baba Bush) karşısında farklı kaybetmekten kurtulamamıştır. 1988 yılından beyniyle ilgili ciddi sağlık sorunları da atlatan Biden, buna karşın yılmadan siyasi kariyerine devam etmiş ve özellikle 2000’lerin başında ABD Senatosu’nun Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olunca Amerikan toplumu ve uluslararası kamuoyunca daha iyi tanınır hale gelmiştir. Biden’ın 1990’larda Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Boşnak ve Hırvatlara yönelik işlenen savaş suçlarının araştırılması ve ABD’nin bu bölgeye yönelik insani müdahale politikaları geliştirmesi yönünde yaptığı siyasi baskılar da, onun, Müslüman dünyasında destek bulmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim Biden, 1999-2000 döneminde Başkan Bill Clinton’ın kararıyla yapılan Kosova müdahalesini de açıkça desteklemiştir. 11 Eylül (9/11) faciası sonrasında Başkan George W. Bush’un (oğul Bush) başlattığı “teröre karşı savaş”a da destek olan Biden, Başkan Bush dönemindeki 2003 Irak Savaşı’na da destek vermiştir. Ancak Biden, savaşın ardından ve güncel tarihli Demokrat Parti ön seçimlerinde, Irak Savaşı’na yönelik eleştirel söylemlerde bulunmuştur.
 


Barack Obama ve Joe Biden
Joe Biden, ikinci defa 2008 yılında ABD Başkanlığı için adaylığını açıklamıştır. Kampanyası döneminde Irak Savaşı’nı ve ABD’nin Ortadoğu politikasını eleştiren Biden, buna karşın anketlerde çok iyi performans gösteremeyince (o dönemde önseçimlerde 5. sırada yer alıyordu), o dönemin hızla yükselen siyasal yıldızı Barack Obama lehine Başkan adaylığından çekilmiş ve Obama’nın Başkan Yardımcısı adayı olmuştur. ABD tarihinin 47. Başkan Yardımcısı olarak Cumhuriyetçi John McCain’i geçen Barack Obama ile 8 yıl boyunca gayet uyumlu çalışan Joe Biden, ABD’nin bu dönemdeki başarılarına ortak olmuştur. 2016 yılında Başkan adayı olması beklenen Biden, buna karşın aday olmamış ve ABD’nin ilk kadın Başkanı olmak için yola çıkan favori aday Hillary Clinton’ın adaylığını desteklemiştir. Clinton’ın Cumhuriyetçi aday Donald Trump tarafından mağlup edilmesi sonrasında yeniden gözlerin çevrildiği Joe Biden, bu dönemde aktif siyasetten uzak kalmış; ancak Başkan Trump’ı eleştiren açıklamalar yapmaktan da geri durmamıştır. 2020 seçimi öncesinde üçüncü defa Başkan adaylığını açıklayan Biden, önseçimlerde başlarda oldukça arkada kalmasına karşın, Vermont Senatörü ve aşırı sol/sosyalist çizgideki Bernie Sanders’ın hızlı çıkışı karşısında partideki merkez çevrelerde yeniden umut haline gelmiş ve neticede önseçimi kazanarak, ABD’nin en yaşlı Başkanı olmak için seçime girmiştir.
 


Joe Biden ve Kamala Harris
ABD Başkan adayı Joe Biden’ın siyaset kariyerinin ve siyasal eğilimlerinin genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; (iyi özellikleri olarak) çok tecrübeli, dış politikada bilgili, liberal sol eğilimli ve merkeze yakın bir figür olduğu, Afrikalı Amerikalılar ve azınlıklardan çok destek aldığı, Amerikan halkınca çok iyi tanındığı ve genel olarak sevgi ve saygı uyandırdığı ve ilerici fikirleri savunmaktan (örneğin eşcinsel evliliklerinin yasalaşması) korkmadığı, ancak (kötü özellikleri olarak) epey yaşlı ve dinamik olmayan bir yapıda olduğu, sık sık konuşmalarında gaf yapabildiği/pot kırabildiği[6], dış politikada zaman zaman gerçeklerden ziyade ideallerin peşinden sürüklendiği ve Türkiye’ye pek sıcak yaklaşmadığı gibi yorumlar yapılabilir.

3. Joe Biden’ın Türkiye Hakkındaki Görüşleri

A-) Rum/Yunan Lobisine Yakınlık ve Kıbrıs Sorunu’nda Çözüm İradesi: Joe Biden, Yunan-Rum lobisine yakın bir isim olarak bilinmektedir. Bu, içi boş bir söz veya haksız bir suçlama değildir; nitekim ünlü İngiliz medya kuruluşu BBC de Biden’ı bu şekilde lanse etmiştir.[7] Bunun sebebi ise, Biden’ın on yıllar boyunca Senatörlük yaptığı Delaware’de yoğun Yunan-Rum nüfusun yaşaması ve Biden’ın uluslararası hukuk gereğince Kıbrıslı Rumların 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye tarafından mağdur edildiğini düşünmesidir.[8] Biden, Senato Dış İlişkiler Komitesi’ndeyken Kıbrıs Sorunu’nun çözülememesinden Türkiye’yi sorumlu tutan bazı açıklamalar da yaparken, ayrıca 1999 yılında Türkiye’ye yönelik 5 milyar dolarlık yardım paketinin serbest bırakılmasını da Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olarak veto etmiştir.[9]
 


Joe Biden-Derviş Eroğlu
Bunların yanı sıra, Joe Biden, 2014 yılı Mayıs ayında Kıbrıs’a gelerek tarihi bir ziyarette bulunmuş ve her iki toplum lideri veya Devlet Başkanı ile de (Güney Kıbrıs Rum Kesimi Devlet Başkanı Nikos Anastadiades ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu) bir araya gelerek, Kıbrıs’ta çözüm yönündeki istencini tüm açıklığıyla ortaya koymuştur.[10] Ancak bence hem Kıbrıs’taki durum Sayın Biden’ın anladığı kadar basit değildir (Nitekim 2004 yılında düzenlenen Annan Planı referandumunda adadaki çözümü Kıbrıslı Rumlar engellemiş ve burada yaşayan Türkleri adeta “apartheid” rejimine benzer şekilde ekonomik ve siyasi ambargolarla yaşamaya mahrum bırakmışlardır), hem de Türkiye gibi önemli bir NATO ve ABD müttefikinin Kıbrıs’taki askeri varlığı -Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin NATO üyesi olmadığı ve Rusya’ya yakın olduğu da düşünülürse- Washington ve genel olarak Batı dünyası için önemli bir kazanımdır.

B-) Ermeni Meselesi: Joe Biden, ABD’deki Ermeni toplumunca da aktif olarak desteklenen bir isimdir. Bunun sebebi, Biden’ın 1915 yılında yaşanan trajik olayları “soykırım” olarak değerlendirmesi ve ülkesinin bu olayları “soykırım” olarak tanıması yönünde aktif çaba içerisine girmesidir. Nitekim Biden, Başkan seçilirse Ermeni Soykırımı’nı tanıyacağını açıkça ilan etmiştir.[11]
 


Joe Biden’ın Ermeni Sorunu’nda Senatör ve Başkan Yardımcısı olarak yaptıkları
Kaynak: Amerika Ermeni Ulusal Komitesi – ANCA[12]
Elbette, Başkan seçilirse, deneyimli bir siyasetçi olan Joe Biden’ın reelpolitik dengelere göre hareket etmesini beklemek daha doğru olur. Nitekim Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde (2009-2017), Obama-Biden ikilisi, Ermeni Soykırımı’nı tanımaya yönelik yasa tasarılarının geçmesine birlikte engel olmuşlar ve “soykırım” ifadesi yerine “Meds Yeghern” (Büyük Felaket) terimini kullanmayı tercih etmişlerdir. Ancak herşeye rağmen, Demokrat Başkan adayının tarihi açıdan tartışmalı meselelere bu kadar tarafgir yaklaşıyor olması, kuşkusuz, Türkiye, Azerbaycan, Türk dünyası ve hatta İslam dünyasında kendisine yönelik tepkileri arttıracak ve Başkan Trump’ın dış desteğini ve kazanma ihtimalini yükseltecektir. Dahası, uluslararası hukuka saygılı bir politikacı olan Joe Biden, Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını görmezden gelerek, Kıbrıs Sorunu’ndaki duruşuyla da çelişir bir görüntü sergilemekte ve bu şekilde “Türk düşmanı” olarak algılanma riski yaşamaktadır.

C-) Türkiye’ye Eleştirel Yaklaşım: Demokrat Başkan adayı Joe Biden’ın tarihsel bir Amerikan müttefiki olan Türkiye’ye yönelik siyaseten pek de sıcak yaklaşmadı ğı düşünülmektedir. Örneğin, ünlü gazeteci Uğur Dündar, Türkiye’nin eski Washington Büyükelçisi (1979-1989) Şükrü Elekdağ ile özel bir görüşme yaparak kaleme aldığı yakın tarihli bir köşe yazısında, Elekdağ’ın kendisine, Biden’ın Senatörlük günlerinden itibaren Yunanistan’a ve Rumlara yakın bir siyasetçi olduğunu ve Elekdağ’ın Büyükelçilik döneminde yaptığı tüm çabalara rağmen, Biden’ın -Rum seçmenlerinin de etkisiyle- görüşlerini değiştirmediğini söylediğini yazmıştır. [13]
 


Joe Biden ve Recep Tayyip Erdoğan
Biden, 2016 yılı Ocak ayında yaptığı Türkiye ziyaretinde de, bu ülkedeki ifade özgürlüğü kısıtlamalarını eleştirmiş ve Türkiye’nin uyguladığı politikalarla Müslüman bir demokrasi modeli olmaktan hızla uzaklaştığının altını çizmiştir.[14] Biden, Türkiye’nin bu şekilde baskıcı politikalar izlemesinin diğer Ortadoğu ülkelerine de olumsuz etki yaptığını belirterek, medya, akademik ve internet özgürlüklerine vurgu yapmıştır. Biden’ın eleştirileri, aslında Türkiye’de CHP ve İYİ Parti gibi muhalif partilerce ifade edilen görüşlerle benzer olmasına karşın, bunun başka bir ülkenin üst düzey devlet adamlarınca yapılması, Türk toplumunda zaman zaman tepki çekebilmektedir. Buna karşın, Biden, Başkan Yardımcısı olarak Türkiye’yi oldukça sık (4 defa) ziyaret etmiş (Aralık 2011, Kasım 2014, Ocak 2016 ve Ağustos 2016) ve ziyaretlerinde nazik bir üslup kullanmaya özen göstermiştir. Ayrıca, Biden, Türkiye’den iki defa özür de dilemiştir. Bu özürlerden ilki, Biden’ın 2014’te Harvard Kennedy School’da yaptığı konuşmada Türkiye’yi Suriye’de radikal İslami hareketlere destek veren “sorunlu bir müttefik” olarak tanımlaması nedeniyle, ikincisi de son Türkiye ziyaretinde 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından ABD’den Türkiye’ye yönelik taziye mesajının gecikmesi nedeniyle olmuştur.[15] Biden, ayrıca, 2019 yılı Aralık ayında New York Times gazetesi editörlerine verdiği bir röportajda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “otokrat” olarak nitelendirmiştir.[16] Sonuç olarak, Türkiye’de Sabancı Üniversitesi’nde çalışan Amerikalı akademisyen Adam McConnel’ın da belirttiği üzere, Biden’ın Türkiye’ye yönelik önyargıları ve olumsuz fikirleri nedeniyle, Başkan seçilmesi durumunda Türk-Amerikan ilişkilerinin olumsuz yönde gelişebileceğinden endişe edilmektedir.[17]
Ç-) Suriye Sorunu ve Kürtlere Bakış: ABD Başkan adayı Joe Biden, Suriye içsavaşı süresince Türkiye’nin bu ülkeye yönelik olarak uyguladığı politikaları eleştirmektedir. Örneğin, Biden, 2014 yılı Ekim ayında, “Türkiye, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Beşar Esad’la savaşması için dünyanın birçok farklı bölgesinden gelen El Kaide ile bağlantılı cihatçı radikal unsurlara milyonlarca dolar ve on binlerce ton silah desteği sağladılar” açıklamasını yaparak, radikal İslami hareketlere ve Türkiye’nin Suriye politikasına yönelik tepkisini belli etmiştir.[18] Ancak Biden, daha sonra bu açıklaması nedeniyle Türkiye’den özür dilemiştir. Biden, daha yakın tarihlerde, Başkan Trump’ın Suriye’den asker çekme politikasını da eleştirmiş ve bu karar nedeniyle bölgede IŞİD’in yeniden güçlenebileceğini ve Türkiye’nin ABD müttefiki Kürtlere yönelik sert politikalar geliştirebileceğini söylemiştir.[19]
 


Joe Biden ve Mesud Barzani

Bir anlamda 44. ABD Başkanı Barack Obama’nın siyasi mirasını sürdürmek amacındaki ABD Başkan adayı Joe Biden, görev yaptığı dönemde Türk muhataplarıyla yaptığı görüşme ve konuşmalarda, IŞİD ve PKK’yı terör örgütleri ve ortak düşmanlar olarak işaret ederken, PYD/YPG konusunda genelde sessiz kalmayı tercih etmiştir.[20] Türkiye’nin bu konudaki rahatsızlığını anladığını belirten Biden[21], buna karşın seçilirse bölgedeki 1.000 kadar Amerikan askerini tutmaya devam edeceğini ve IŞİD’e karşı savaşan Kürtleri koruyacağını söylemiştir.[22] Ayrıca, Biden, 2015 yılında dönemin Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin Beyaz Saray ziyaretinde, ona “Müsterih olun, ömrümüz Kürt devletini görmeye yetecek” ifadesiyle hitap ederek, Kürt Devleti’nin kurulmasına gayet sıcak yaklaştığını göstermiştir.[23]
D-) Rusya’ya Yönelik Sert Duruş: Joe Biden, Rusya’ya karşı ise Donald Trump’tan daha sert politikalar geliştirebilir. Nitekim Rusya’nın Suriye ve Ukrayna müdahalelerini eleştiren Biden, 2015 yılı Aralık ayında Kiev’e gitmiş ve Rusya’nın müdahaleleri nedeniyle zor günler geçiren Ukrayna’ya yönelik Amerikan desteğini göstermek için Ukrayna parlamentosu Rada’da bir konuşma bile yapmıştır.[24] Bu nedenle, Joe Biden’ın olası Başkanlığı döneminde Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması ve Rusya ile enerji başta olmak üzere birçok konuda yakın işbirliği içerisine girmesi, Türk-Amerikan ilişkilerinde Trump dönemine kıyasla daha büyük krizler yaratabilir. Bu noktada, Biden ve ABD Kongresi’nin en büyük avantajı ise, Türkiye’ye yönelik CAATSA (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası) yaptırımlarını devreye sokmak olacaktır. Ancak bu da, Türkiye’de büyük tepki çekebilir ve iki müttefiki -ilişkilerin tamamen kopacağı- zor bir döneme sürükleyebilir.
4. Sonuç
Sonuç olarak, anketlere göre büyük ihtimalle yakında ABD Başkanı seçilecek olan Joe Biden, Türk-Amerikan ilişkilerinde krizlerin devam edeceği bir Başkanlık dönemi yapacak gibi gözükmektedir. Bunun nedeni, iki ülkenin çıkarlarının farklılaşması ve Biden’ın Türkiye ile ilgili meselelerde Ankara’nın haksız olduğunu düşünmesidir. Ancak Amerikalı üst düzey siyasetçilerin tamamının pragmatizmle yoğrulmuş oldukları ve ülkelerinin çıkarlarına göre hareket ettikleri düşünülürse, seçim döneminde söylenen sözler ya da atılan yumrukların çok da bir önemi yoktur. Önemli olan, seçim sonrasında atılacak somut adımlardır. Bu konuda da, Türkiye, güçlü diplomasisi ve yaşatılmaya çalışılan demokratik sistemiyle Biden’ı etkileyebilir ve onun fikirlerini müspet yönde değiştirebilir. Ayrıca Donald Trump’ın seçimi kaybedeceği de kesin değildir; hatta son dönemde, Trump, aradaki farkı kapatmaya başlamıştır. Bu nedenle, Ankara için seçim sonucunu beklemek ve seçimin ardından tartışmalı konuları uzlaşmayla çözmeye çalışmak en doğru yöntemdir.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

DİPNOTLAR:
 
[1] Joe Biden’ın Başkan adaylığı web sitesi için; https://joebiden.com/.
      Twitter hesabı için; https://twitter.com/joebiden.
[2] BBC Türkçe (2020), “ABD Başkanlık seçimleri: Anketlerde hangi aday önde görünüyor?”, 13.08.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53759256.
[3] Joe Biden’ın biyografisi şu kaynaklardan derlenmiştir:
https://joebiden.com/joes-story/
https://en.wikipedia.org/wiki/Joe_Biden
https://tr.wikipedia.org/wiki/Joe_Biden
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052
https://www.npr.org/sections/itsallpolitics/2015/10/21/450547349/5-things-to-know-about-joe-biden
[4] Time dergisinin o haberi için bakınız; http://content.time.com/time/magazine/article/0,9171,879402,00.html.
[5] Biden’ın o dönemde yaptığı önemli bir konuşma için bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=8BhIAtgfUiU.
[6] Nitekim ABD Başkanı Donald Trump, rakibi Biden’a “Sleepy Joe” (Uykulu Joe) lakabını takmış ve onun gaflarını seçim öncesinde aleyhine kullanmaya çalışmaktadır. Bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=sGZD7-El4xE.
[7] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[8] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[9] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[10] Ozan Örmeci (2014), “Biden’s Historic Visit and Cyprus Settlement Talks”, Uluslararası Politika Akademisi, 22.05.2014, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2014/05/22/bidens-historic-visit-and-cyprus-settlement-talks/.
[11] Ramsen Shamon (2020), “Biden pledges to recognize 1915 Armenian genocide”, 24.04.2020, Politico, Erişim Tarihi. 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.politico.com/news/2020/04/24/biden-armenian-genocide-207587.
[12] Bakınız; https://anca.org/press-release/joe-biden-calls-for-reaffirmation-of-u-s-record-on-the-armenian-genocide/.
[13] Uğur Dündar (2020), “ABD başkanı kim olacak?”, Sözcü, 12.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/ugur-dundar/abd-baskani-kim-olacak-5869614/.
[14] David Dolan (2016), “Vice President Biden chides Turkey over freedom of expression”, Reuters, 22.01.2016, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.reuters.com/article/us-usa-turkey-biden-idUSKCN0V01PC.
[15] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[16] Adam McConnel (2020), “ANALYSIS – Joe Biden confronts Turkey in the vast external realm”, AA, 29.05.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/en/analysis/analysis-joe-biden-confronts-turkey-in-the-vast-external-realm/1857519.
[17] Adam McConnel (2020), “ANALYSIS – Joe Biden confronts Turkey in the vast external realm”, AA, 29.05.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/en/analysis/analysis-joe-biden-confronts-turkey-in-the-vast-external-realm/1857519.
[18] Gopal Ratnam (2014), “Joe Biden Is the Only Honest Man in Washington”, Foreign Policy, 07.10.2014, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://foreignpolicy.com/2014/10/07/joe-biden-is-the-only-honest-man-in-washington/.
[19] Tom McCarthy (2020), “Biden warns Isis fighters will strike US over Syria withdrawal”, The Guardian, 16.10.2019, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/us-news/2019/oct/15/biden-isis-syria-attack-trump-withdrawal-warning.
[20] Hürriyet (2016), “Joe Biden PKK’ya vurdu, PYD’ye sustu”, 23.01.2016, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/joe-biden-pkkya-vurdu-pydye-sustu-40044458.
[21] Ken Bredemeier (2016), “Biden: US Recognizes Kurdish Threat to Turkey”, VOA News, 23.01.2016, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.voanews.com/middle-east/biden-us-recognizes-kurdish-threat-turkey.
[22] North Press Agency (2020), “Joe Biden vows to protect the Syrian Kurds in case he wins the U.S. presidential elections”, 12.03.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://npasyria.com/en/blog.php?id_blog=2008&sub_blog=10&name_blog=Joe%20Biden%20vows%20to%20protect%20the%20Syrian%20Kurds%20in%20case%20he%20wins%20the%20U.S.%20presidential%20elections.
[23] Sputnik Türkiye (2015), “Biden’dan Barzani’ye: Müsterih olun, ömrümüz Kürt devletini görmeye yetecek”, 18.05.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/abd/201505181015530099/.
[24] Newtimes.az (2015), “Biden’ın Kiev Mesajları”, 27.12.2015, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2015/12/27/bidenin-kiev-mesajlari/.

Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – 

19 Ocak 2021 Salı

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: SİYASALLAŞMA BÖLÜM 2

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ:  SİYASALLAŞMA BÖLÜM 2


Bürokrasi, siyaset, üst düzey yönetici, siyasallaşma, Gülise GÖKÇE, Ali ŞAHİN, Erhan ÖRSELLİ,

4. Siyasallaşma 

Bürokrasinin siyasallaşması, demokratik toplumlar için geçerli bir olgudur. Otoriter ya da totaliter rejimlerde idarenin siyasallaşması söz konusu değildir. Çünkü komünist-nasyonel sosyalist ve faşist rejimlerde parti ile devlet birdir (Merikoski, 1971: 170). Bu rejimlerde bürokrasi-siyasal güç bütünleşmesi dolaysız ve kesindir. Ancak buna karşılık çok partili rejimlerde değişik bir devlet anlayışı egemendir, yani devletin her eylemi siyasidir. Dimack’ın ifadesiyle, “idare kuvvetle arzu edilse bile, siyasetten arınmış bir hale getirilmesi mümkün değildir” 
(Güven, 1976: 54). 

Kurumsal kimliğini tamamlamış fakat siyasal sistemleri aşırı boyutlara varmış toplumlarda, hemen her şey siyasallaşmıştır. Hızla siyasallaşan kuruluşların başında da genellikle kamu kurumları gelmektedir (Oktay, 1983: 206). Bunun en önemli sebebi ise, kamu yönetiminin siyasal organın almış olduğu kararları uygulaması ve ona karşı sorumlu olmasıdır (Genç, 1998: 15). Başka bir ifadeyle, kamu yönetimi siyasal sistemin yürütmeye ilişkin kolunu oluşturmaktadır. (Eryılmaz, 1995: 30). 
Bu kurumlar giderek daha fazla oranlarda kendi alanlarından taşarak genel siyasete karışmaktadırlar. Özellikle kamu yönetiminin üst kademesinde görev yapan üst düzey yöneticiler, diğer kamu kurumlarıyla ve yasama organıyla ilişkiler kurup işlerin ussal biçimde yürütülmesinden sorumlu oldukları için yönetim ve siyaset arasında bir ayrım yapmak bu bağlamda zorlaşmaktadır (Cem, 1976: 26). 
Ülkemizde bürokrasinin siyasallaşması iş başına gelen hükümetlerin izlediği kamu personel politikalarında somutlaşmaktadır (Çulpan, 1980: 39). 

Merikoski ülkemizdeki siyasallaşmanın “siyasi atamalar ve kamu görevlilerinin siyasal faaliyetleri” şeklinde farklı iki boyutunun olduğunu ileri sürmektedir. Kamu görevlilerinin siyasal faaliyetleri ve sınırları anayasal olarak düzenlendiği için bu konuya değinilmeden siyasallaşmanın en önemli boyutu olan siyasi atamalar konusu üzerinde yoğunlaşılacaktır. Merikoski “idarenin siyasallaşması” adlı çalışmasında siyasal atamaların sebeplerini şu şekilde sıralamaktadır 
(Merikoski, 1971: 170-171): 

• Parti üyesini ya da parti sempatizanını mükafatlandırmak, 
• Resmi mesai dışında parti faaliyetlerine aktif olarak katılabilecek bir kimsenin böyle bir mevkie getirilme avantajını elde etme, 
• Parti vasıtasıyla bir kadroya getirilen bir kimsenin duyması gereken şükran borcundan yararlanmak, böylece kişinin getirildiği 
mevkinin imkanlarını parti için seferber etmesini sağlayabilmek, 
• Parti çevresinde rahatsız edici kabul edilen kişilerden kurtulmak için bunlara cazip makamlar teklif etmek ve o çevreden 
uzaklaşmasını sağlamak, 
• Genç, enerjik ve iddialı kimseleri parti saflarına çekmek ve onlardan parti çalışmalarında yararlanmak. 


Bu bağlamda ülkemizdeki seçim çalışmaları dönemlerinde siyasi partilerin ülke çapında isim yapmış bürokratları kendi partilerinden milletvekili adayı olarak gösterme yarışı, buna örnek olarak vermek mümkündür. 

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Türkiye’de idare-siyaset ilişkisinin yoğun olduğu alanlar, siyasetçilerin yandaşlarını işe sokma veya işte yükseltme ya da görev yerlerini değiştirme konularıyla, il ve ilçeye, kasabaya ve köye götürülecek yatırımlar ve plan-program dışı, mevzuat dışı isteklerdir (Peker ve Aytürk, 2000: 224). Bu da siyasilerin oy maksimizasyonunu gerçekleştirmek için çalıştıklarını (Sakal, 1998: 224) göstermektedir. Teknik bir ifadeyle siyasiler “oy ticareti” yapmaktadırlar. Oy ticareti yaklaşımına göre, hükümetler halkın 
gerçekten istediğinden daha fazla mal ve hizmeti vatandaşa sunmaktadırlar (Gökçe ve diğerleri, 2002: 211). “Oy ver hizmet al” anlayışı da bu doğrultu da değerlendirilmelidir. 

Daha önce de ifade edildiği gibi siyasa saptama, karar verme sürecinin niteliği, kamu yöneticisini üst düzeylere çıktıkça siyasal bir kişi durumuna getirmektedir. Siyasal iktidarlar bunun bilincinde oldukları için yasal yetki olarak “ilk dört dereceye yükselme” ve “istisnai memurluk” kurumlarını etkin bir şekilde kullanarak kendi plan ve programlarını gerçekleştirirken uyumlu çalışacağını düşündüğü kimseleri bu kadrolara getirmektedir. Bu yasal kurumlara ilave olarak kamu yönetimi reform tasarısında “parti bürokratlığı” yönünde bir düzenlemeye gidilmek istenmektedir. Kutlu’ya göre parti bürokratlığı ilk dört kademeyle sınırlı kalmayacak, parti bürokratları olarak atanan kişiler daha alt kademedeki 
bürokratları da kendi partidaşlarından seçeceklerdir (Kutlu, 2003). 

Her iktidar değişikliğinde valiler kararnamesi, kaymakamlar kararnamesi, emniyet mensupları kararnamesi gibi kararnameler gündeme gelmektedir. 
Bu gibi gelişmeler kamu personelini sürekli tedirgin etmekte moral ve motivasyonunun düşmesine neden olmaktadır. Kısaca, ülkemizdeki 
uygulama açısından yüksek yöneticilerin görevden alınmalarında kelimenin tam anlamıyla bir sistemsizlik görülmektedir (Meriç, 1974: 75). 

5. Siyasallaşmanın Sonuçları ve Çözüm Yolları 

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu gereğince ülkemizdeki kamu personel rejimi, kamu görevlisinin tarafsızlığı ilkesini benimsemektedir. 

Bunun doğal sonucu olarak da kamu görevlilerinin siyasal faaliyette bulunması da yasaklanmıştır. Bu yüzden “hiçbir kamu görevlisinin işgal ettiği kadro siyasete ne kadar yakın olursa olsun, yasaların belirlediği hususlar dışında, siyasi iktidarı elinde tutanların inançlarına ya da politikalarına karşı olduğu gerekçesiyle mevkiinden uzaklaştırılmaması gerekir.” (Versan, 1971). Ancak ülkemizde siyasi nitelikli atama ve görevden almalar ya da yer değiştirmeler yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu yüzden de yönetim sistemimizle ilgili olarak olumsuz bir 
takım sonuçlarla karşılaşıldığı ileri sürülmektedir. Peker ve Oktay’a göre bu olumsuzlukların bazıları şöyledir: 

• Kamu hizmetlerindeki tarafsızlık ilkesinin zedelenmesi, 
• İsabetsiz yatırımlar, 
• Plansızlık, 
• İstenilen yaşam düzeyine ulaşamama, 
• Hukuk düzeninin, adalet ve hakkaniyetin yara alması, 
• Dürüst çalışmanın engellenmesi (Peker ve Aytürk, 2000: 41-44), 
• Hızlı yönetici devri, 
• Liyakat ilkesinin zedelenmesi, 
• Kısa soluklu ve temelsiz kamu siyasalarının oluşması (Oktay, 207208), 
• Parti menfaatlerinin her şeyin önüne geçmesi, 
• Kariyer ilkesinin yara alması, 
• Kaliteli insan gücünden yeterince yararlanamama. 

Bu sonuçlar bize kamu hizmetlerindeki aksamaların nedenlerini ve yöneticilerimizin de neden uzun vadeli plan ve program yapamadıklarını 
ve vizyon geliştiremediklerini göstermektedir. 

Siyasal iktidarların kendi politika ve programlarını uygulamak için bazı bürokratik pozisyonlara kendi elemanlarını getirmeleri doğal karşılanabilir. Ancak bütün üst düzey yöneticilerin Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi siyasal iktidarla birlikte değişip, bu makamların siyasallaştırılması yönündeki gibi bir yaklaşım Türkiye açısından şu aşamada uygun gözükmemektedir. Çünkü ülkemizde ne 
demokratik kültür ne de siyasal sosyalleşme tam anlamıyla yerleşmemiştir. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyetinin yaklaşık 80 yıllık tarihinde toplam 58 hükümet kurulmuş ve rekor bir sayıya ulaşılmıştır. Bu yüzden üst düzey yöneticilerin bu kadar sık olarak değişmesinin sonuçlarını bile düşünmek ürkütücüdür. 

“Günümüzde kamu yönetiminin, bürokratik etik ve demokratik etik olmak üzere iki değer yargısının etkisi altında olduğu belirtilmektedir” (Aykaç, 2002: 16). 

Çağdaş anlamda demokratik ve siyasal kültürümüz gelişirse, üst düzey yöneticilerin hükümetlerle birlikte değişmesi belki meşru görülebilir. Başka bir ifadeyle, böyle bir düzenin oluşması durumunda seçimler öngörülen zamanda yapılacak ve hükümetlerde böylece belirlenen zaman dilimleri içerisinde görevlerini yapabileceklerdir. Durum böyle olunca, kamu görevlilerinin devri de 
azalacak ve yere sağlam basarak geleceğe yönelik çalışmalar yapabileceklerdir. 
Tüm bu açıklamalar doğrultusunda yönetim sistemimizin siyasallaşmasını engellemek için çözüm olarak şunlar önerilebilir: 
• Kamu görevlilerinin üst kadrolara atanması, yerlerinin değiştirilmesi ya da görevden alınması yasal gerekçelere dayandırılmalıdır. Uyumlu çalışma gibi nesnel olmayan kriterlerle bürokratik kadrolarda yapılan ya da yapılmak istenen değişiklikler, hukuk devleti ilkesiyle her zaman bağdaşmayabilir. 
• Üst düzey kadrolara atanacak kişilerin nitelikleri önceden belirlenmeli sır saklamak, güvenilir olmak ve parti menfaatlerini her şeyin önünde tutmak gibi nitelikler dikkate alınmamalıdır. 
• Kaliteli insan gücünden yeterince yararlanabilmek için liyakate önem verilmeli, ülkemizde kabul gören tanıdık ve eş-dost gibi anlayışlar terk edilmelidir. 
• İdeolojik, politik görüş ve değer yargıları kamu hizmetinin kalitesi ve kamu yararının önüne geçmemelidir. 
• Özellikle üst düzey yöneticilerin tıpkı zorunlu hizmet uygulamasında olduğu gibi atandıkları kadrolarda kalacakları sürenin alt sınırı belirlenmeli ve hukuka aykırı işlem ve eylemleri söz konusu olmadığı sürece asgari olarak belirlenen zaman dilimi içerisinde o kadroda görev yapmalıdır. 
• Ayrıca orta ve alt kademe memurlar için uygulamaya konulan “Kamu Personeli Seçme Sınavı” KPSS sistemi siyasallaşmayı engelleme de etkin bir araç olarak kullanılmalı, böylece ehliyetli ya da liyakatli personel istihdam etme imkanı arttırılabilir. 

Sonuç 

Siyaseti, içinde bulunduğu çevreden soyutlamak mümkün değildir. Bir toplumun coğrafi yapısı, iktisadi yapısı, demografik yapısı, teknolojik gelişmişlik düzeyi, ideolojik yapısı, hukuk düzeni, sosyo-kültürel yapısı gibi faktörler, o toplumun hem siyaset anlayışına ve hem de yönetim anlayışına yön vermekte ve bunların şekillenmesinde etkin rol oynamaktadırlar. Parlamenter demokratik rejime sahip olan ülkemizde, siyaset-bürokrasi ilişkisinin boyutu, bahsedilen bu faktörlere göre şekillenmiştir. Öyle ki ülkemizde bürokrasi siyasal iktidarı kullanma potansiyeline sahip bir araç olarak görülmektedir. Uygulamada ise gerek gelişmiş ülkelerde ve gerekse ülkemizde siyasal kararların politikacılar tarafından alınması ve bunların bürokratlar tarafından uygulanması Weber’in “saf modeline” uymamaktadır. 

Ülkemizde Tanzimatla birlikte başlayan modernleşme sürecinde bürokrasi-siyaset işbirliğinin sağlandığı dönemler olduğu gibi iki sistemin birbirleri ile çatıştıkları dönemlerde söz konusu olmuştur. Bu dönemlerde toplumun yaşam standardı düşmüş, kalkınma ve modernleşme süreci yavaşlamıştır. 

Bu geleneğin uzantısı olarak siyasal iktidarlar, üst düzey bürokratların ya da yöneticilerin seçiminde ve atanmasında liyakat ve tecrübe gibi ölçütler yerine güvenilir olmak, sır saklamak, parti menfaatlerini her şeyin önünde tutmak gibi nitelikler aramışlar ve aramaya devam etmektedirler. Küreselleşen dünyada her alanda kapsamlı bir modernleşme süreci içinde bulunan ülkemizde, siyaset-bürokrasi işbirliğinin dengeli bir biçimde sağlanması şarttır. 
Ancak bu sağlanabilirse, Ulu Önder Atatürk’ün bize hedef gösterdiği “çağdaş 
medeniyetler seviyesine” ulaşabiliriz. Başka bir ifadeyle, halkın yaşam standardı nın yükseltilmesi ve modernleşmenin gerçekleşmesi için bu işbirliği şarttır. 

Bu işbirliğini ve uyumu sağlama adına siyasal iktidarın kendi politika ve programlarını uygulamak için bazı bürokratik pozisyonlara kendi elemanlarını getirmeleri doğal karşılanabilir. Ancak bu yöndeki uygulamaların ölçüsünün kaçırılması durumunda liyakatsiz ve tecrübesiz bürokratların iş başına gelmesi ülkemizin siyasal konjektürüne bağlı olarak hızlı bir kamu görevlisi devrini ortaya koyacak ve toplum adına hep kısa soluklu kamu hizmeti üretmekten öteye gidilemeyecektir. 

KAYNAKÇA : 

Aydın, Mehmet; “Farabi’nin Siyasi Düşüncesinde Saadet Kavramı”, A.Ü.İ.F.D., C. 21, 1976 
Aykaç, Burhan; “21. Yüzyılda Kamu Yönetiminde Yeni Eğilimler”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Özel 
Sayısı, C. 4, S. 2, 2002, ss.15-23 
Baransel, Atilla; Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evrimi, C. 1, İstanbul, 1979 
Cem, Cemil; Türk Kamu Kesiminde Üst Düzey Yöneticiler, TODAİE, Sevinç Matbaası, 1976 
Çam, Esat; Siyaset Bilimine Giriş, Genişletilmiş 5. Baskı, Der Yayınları, İstanbul, 1998 
Çevik, H. Hüseyin; Türkiye’de Kamu Yönetimi Sorunları, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001 
Çulpan, Refik; “Bürokratik Yönetimin Yozlaşması,”AİD, C.13, S. 2 , Haziran,1980, ss.31-45 
Emre, Cahit; Yönetim Bilimi Yazıları, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2003 
Erdoğan, Mustafa; Liberal Toplum, Liberal Siyaset, Ankara, 1993 
Ergun, Turgay; Polatoğlu, Aykut, Kamu Yönetimine Giriş, Ankara, 1992 
Eryılmaz, Bilal; Bürokrasi, İzmir, 1993 
Eryılmaz, Bilal; Kamu Yönetimi, İzmir, 1995 
Genç, Nurullah; Zirveye Götüren Yol Yönetim, 6. Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1998 
Gerth, H. H. ve C. Wrights Wills; From Max Weber Essays In Sociology, Routledge and Kegan Paul Ltd., London, 1958 
Gladden, E. N.; The Esential of Public Administration, Staple Press Limited London, 1964 
Gökçe, Orhan; Mehmet Göküş; Önder Kutlu; Kamu Yönetimi Ders Notları, Konya, 2002 
Güven, H. Sami; “İdare Siyaset İlişkileri ve Personel Yönetimi Açısından Önemi”, A.İ.D., C. 9, S. 1, Mart 1976 
Kaya, Kemal; Çağdaşlaşma Yolunda Deve Dikenleri, Bilim Yayınları, Ankara, 1994 
Kışlalı, A. Taner; Siyaset Bilimi, Ankara, 1994 
Koçel, Tamer; İşletme Yöneticiliği, İstanbul, 1989 
Gülise GÖKÇE, Ali ŞAHİN, Erhan ÖRSELLİ 
Kutlu, Önder; “Yönetsel Reformda Hedef”, Radikal Gazetesi, 15 Nisan 2003 
Massie, Joseph L.; İşletme Yönetimi, Çev. Şan Özalp vd., Beytaş Yayınları, Eskişehir, 1983 
Meriç, Osman; “Siyasal İktidar ve Yüksek Yöneticiler Sorunu”, A.İ.D., TODAİE, C. 7, S. 3, Eylül 1994, ss. 73-78 
Merikoski, V. “İdarenin Siyasilleşmesi, Çev: Tutum, Cahit, AİD, TODAİE, C.4, 1971 
Oktay, Cemil, Yükselen İstemler Karşısında Türk Siyasal Sistemi ve Kamu Bürokrasisi İ.Ü. Yayınları İstanbul 1983 
Peker, Ömer ve Nihat Aytürk, Etkili Yönetim Becerileri, Yargı Yayınları, Ankara, 2000 
Sakal, Mustafa; “Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörler ve Rolleri”, D.E.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, C. 13, S. 1, 1998, ss. 211-230 
Şaylan, Gencay; Türkiye’de Kapitalizm, Bürokrasi ve Siyasal İdeoloji, Ankara, 1986 
Versan, Vakur; “Siyaset ve İdare”, Milliyet Gazetesi, 5 Mayıs 1971 

***

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: SİYASALLAŞMA BÖLÜM 1

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ:  SİYASALLAŞMA BÖLÜM 1

Bürokrasi, siyaset, üst düzey yönetici, siyasallaşma, Gülise GÖKÇE, Ali ŞAHİN, Erhan ÖRSELLİ,



Gülise GÖKÇE∗ 
Ali ŞAHİN∗∗ 
Erhan ÖRSELLİ∗∗∗ 
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 
∗ Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
∗∗ Öğr. Gör., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
∗∗∗ Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 


Özet 

Bu çalışmada öncelikle, kamu yönetimi sisteminin işleyişinde önemli bir yer tutan siyaset ve bürokrasi kavramları açıklanarak, bürokrasi ve siyaset arasında bir ayrımın mümkün olup olmadığı konusu ele alınmaktadır. Daha sonra, kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi esnasında siyasetin bürokrasi üzerindeki etkisi ve bu etkinin kamu hizmetlerine nasıl yansıdığı ortaya konulmaya çalışılmakta ve idarenin siyasallaşma boyutuna yönelik çözümler sunulmakta ve bu bağlamda da Kamu Yönetimi Reform Tasarısında yer alan “parti bürokratlığı” konusu ele alınmaktadır. 

Giriş 

Tüm Demokratik ülkelerde toplumsal sistem, siyasal, ekonomik, sosyo-kültürel ve bürokratik sistemlerden oluşan bir üst sistemdir. Her sistemin birbiriyle bir ilişkisi söz konusu olduğu gibi, her sistem birbirlerini etkileme gücüne de sahiptirler. Ancak iki sistem vardır ki bunların birbirleri ile iç içe geçtiği öne sürülmektedir: Bürokrasi ve siyaset. Başka bir ifadeyle, üst sistem içerisinde güç, otorite ve iktidar ilişkisine bağlı olarak oluşan siyasal sistem ile bürokrasi arasında yakın bir ilişki söz konusudur. Kamu yönetimi de bu iki sistemin oluşturduğu sistemden oluşan bir üst sistemdir. Bürokrasi ve siyasetin birbirleriyle ilişkisi etkinlik sağlama çabası içinde, ancak birbirini dışlayan değil, tamlayan biçimde ortaya çıkmaktadır. 

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren genel kabul gören, siyaset “karar alır” bürokrasi “uygular” düşüncesi, özellikle 2. Dünya Savaşından sonra geçerliğini yitirmeye yüz tutmuştur. Günümüz toplum yapısında bürokrasi ile siyaset arasında kesin bir çizgi çizmenin imkanı yoktur. 

Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde iki sistemin birbirine daha yakın olduğu gözlenmektedir. Türkiye’de bazen siyaset bürokrasiyi bazen de bürokrasi siyaseti etkilemektedir. Başka bir ifadeyle, bürokrasi siyasallaşmakta siyaset de bürokratik olmaktadır. Tanzimatla birlikte başlayan devletin yeniden yapılandırılması sürecinde 1923-1950 dönemi hariç devlet seçkinleri (bürokrasi) ile siyasi seçkinler arasında sürekli bir güç mücadelesi olmuştur. Ancak 1970’lerden sonra bürokratlar güçlerini siyasilere karşı kaybetmeye ve politikacılara daha yakın olmaya 
başlamışlardır (Çevik, 2001: 72). Özellikle kamu yönetiminde yukarı kademelere doğru çıkıldıkça siyasetle bürokrasi arasında kesin bir ayrım yapmak zorlaşmakta dır. Bunun doğal sonucu olarak da ülkemizde sık sık yetki kargaşası yaşanmakta ve kamu hizmetlerinin kalitesi düşebilmektedir. 

1. Bürokrasi Kavramı 

Günümüz devlet ve toplum sisteminin son derece önemli bir halkasını oluşturan bürokrasi “içinde daima bir idarecinin bulunduğu bir durumu niteleyen ve genellikle özel bir kesimden ziyade kamu kesimi ile ilgili bir kavram” olarak algılanmaktadır (Gladden, 1964: 63). Ancak, modern toplumlarda sadece kamu yönetiminde değil, özel kesimde de büyük ölçekli bürokratik nitelikler gösteren örgütlerin ortaya çıktığı gerçeğini göz önüne aldığımızda; kamu kesimindeki örgütler gibi özel kesimdeki bu örgütlerin de birer “bürokrasi” (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 46) olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir ifadeyle, belli bir büyüklüğü aşan ve yüz yüze temasın ortadan kaybolduğu her örgüt, bürokrasi özelliklerini kazanır. Dolayısıyla bürokrasi sedece devlet ve kamu hizmetlerinde söz konusu değildir (Baransel, 1979: 165); resmi ve özel tüm büyük çaplı organizasyonları kapsar. 
Halk arasında “burası devlet dairesi”, “kanunlar böyle emrediyor”, 
“ben devlet memuruyum”, “bugün git yarın gel” şeklinde olumsuz bir anlayışı ifade eden bürokrasi, kimilerine göre verimsizlik, kuralcılık, kırtasiyecilik ve sorumluluk almaktan kaçmanın genel adı olarak tanımlanmaktadır. 

Bürokrasi kavramını ilk defa sistemli bir şekilde inceleyen Weber’e göre, bürokrasinin kötü bir anlamı yoktur (Massie, 1983: 72). Gerçekte bürokrasi, halk arasında kullanıldığı gibi işlerin geciktirilmesi, yokuşa sürülmesi ve bu gün git yarın gel anlamının aksine ideal bir organizasyon yapısını ifade etmektedir (Koçel, 1989: 72). 
Çünkü bürokrasi bir insan sistemi olmaktan çok kanun ve kurallar sistemidir. Kişiselliğe yer yoktur. 

Mantık her şeyin üstündedir. 

Weber’e göre ideal tip bürokrasi, iş bölümü, uzmanlaşma ve hiyerarşik yapıya bağlı olarak; dakiklik, devamlılık, disiplin, güvenilirlik, hız, keskinlik, sağduyu, dosyalama bilgisi, dayanışma, tam itaat ve anlaşmazlıkların giderilmesi bakımından diğer örgütlere nazaran daha üstündür (Gerth ve Mills, 1958: 214). 

Siyasetin ve kamu politikalarının oluşmasına yardım eden ve bunları uygulayan bürokrasinin görevlerini şu şekilde sıralamak mümkündür (Kaya, 1994: 10-11): 

• Toplumsal değişmeyi gerçekleştirme, 
• Yasama meclisini etkileme ve politika önerme, 
• Yasa tasarıları hakkında görüş bildirme, 
• Gerektiğinde bakanlar kurulu toplantılarına katılma, 
• Bütçe ve yasa tasarıları hazırlama, 
• Yasaları yorumlama ve uygulama, 
• Devletin güvenlik işlerini gerçekleştirme. 

Bu fonksiyonlar, özellikle siyasetle iç içe olan üst düzey bürokratlar tarafından gerçekleştirilir. Bürokrasi, toplumsal sistemin düzenli ve ahenkli olarak devam etmesi için rutin işlerin sistemli ve aralıksız olarak işlemesinden birinci derecede sorumludur. Bu bağlamda siyasilerin aldığı kararları tarafsızlık esasına dayalı olarak yürütürler (Gökçe ve diğerleri, 2002: 87). 

Profesyonel ve uzman olmaları dolayısıyla daha çok teknik işlerle uğraşırlar. Başka bir ifadeyle, siyasetin temel tercihlerle uğraştığı bir sistemde bürokratlar teknik ve uzman olmalarından dolayı temel tercihlerin nasıl uygulanacağına yönelik “gündelik politikalar” belirlerler. 

2. Siyasetin Tanımı ve Gerekliliği 

Siyaset bilimi, siyasal otorite ile ilgili kurumların ve bu kurumların oluşmasında ve işlemesinde rol oynayan davranışların bilimi olarak tanımlanabilir. Böyle bir tanım, bir yandan siyaset biliminin günümüzde ilgilendiği konuların bütününü kapsarken, öte yandan da oldukça belirgin bir sınır getirmektedir (Kışlalı, 1994: 16). 

Genel anlamda siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıdır (Peker ve Aytürk, 2000: 41). Kamu yönetiminde siyaset, değerler, politikalar, kararlar, araçlar, yöntemler, yasalar yürütme ve sorumluluk gibi konularla ilgilenen memurun evreni olarak görülmektedir. Yani kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde izlenen yol ya da yöntemdir (Güven, 1976: 52). 

Siyaseti farklı bir şekilde tanımlayan düşünürlerden birisi de Farabidir. Farabi’ye göre siyaset hem genel hem de özel anlamı olan bir kavramdır. Genel anlamda siyaset, siyasal toplumun yönetimi ile ilgili konuların bilgisidir. Siyasetin özel anlamı ise bir bütün olarak toplumu “hakiki” mutluluğa götürecek tarzda düzenlenmesinde kendini gösterir. Bu anlamda siyaset, erdemli siyasal toplumda uygulanan en yüksek sanat olarak, “saadet”in elde edilme yollarını gösterir (Aydın, 1976: 305). 

Siyasetle ilgili çok sayıda tanım söz konusudur. Ancak bu tanımların tümünün bu çalışmada ele alınması mümkün değildir. Genel olarak literatürdeki tanımlar irdelendiğinde siyaseti tanımlamak için iktidar, otorite, güç ve devlet gibi kavramlara başvurulduğu görülmektedir. Bu doğrultuda da siyaseti “toplumun tümünü ilgilendiren veya toplumu oluşturan birimler arasındaki ilişkileri son aşamada meşru zora dayanarak düzenleyen eylemler bütünü” (Çam, 1998: 23-24) olarak tanımlayabiliriz. 

Çağdaş siyasal toplum, ister bir veri olarak alınsın, isterse sözleşmeyle kurulsun, başkalarıyla bir arada yaşama olgusunun söz konusu olduğu her yerde siyasetin varlığı kaçınılmaz görünmektedir. 

Siyaset ampirik bir olgu olarak var olduğuna göre, gerçeklik düzeyinde hiç kimsenin kendini bu olgunun etkilerinden bağışık tutma imkanı yoktur. 
Siyaset kendini bireye zorlayan bir olgudur; kişinin ondan kaçma şansı yoktur. Çünkü siyaset, topluluk halinde yaşamanın ortak gündemi, dolayısıyla bireylerin kaderleri ile doğrudan doğruya ilgili bulunan önemli ölçüde belirleyici etkinlik olarak kendini göstermektedir (Erdoğan, 1993: 3). 

Bugün 21. yüzyıl şartlarında global toplum düzeyinde siyaset yapma yetkisine sahip olanlar aldıkları kararlar ile ilk bakışta kendilerini hiç ilgilendirmeyen en uzaktaki vatandaşı bile etkilemektedirler. Siyaset, sadece ampirik bir zorunluluk değil, aynı zamanda amaçlı bir etkinliktir. 

Bu yönüyle siyaset, insanın kendini gerçekleştirmesiyle ilgili bir etkinliktir ve benzer amaçlı etkinliklerle aynı düzlem içinde yer alır. 

Başka bir ifadeyle, insani bir etkinlik olarak siyaset uğraşısı; amaçsız ve anlamsız, kendi kendinin amacı olan bir iş değildir. Siyaset bir takım pozitif amaçlara yönelik olarak yapılır (Erdoğan, 1993: 4). Siyasal iktidar, toplumdaki düzenin, hakların, müşterek menfaatlerin kısaca toplum hayatının şartıdır. Hans Kelsen de bu gerçeğe vurgu yapmış ve “toplumun daha da ileri giderek devlet varlığının gerekliliği halinde insanlar arası ilişkilerin zorunlu bir düzenlemesi için iktidarın mevcut olması gerekir” demiştir (Gökçe ve diğerleri, 2002: 77). 

Çoğulcu demokrasi ilkesi gereği, siyasetçi halkın oylarıyla seçilmiş olmaktan ve halkın siyasal tercihlerini temsil etmekten dolayı belirgin bir güce ve üstünlüğe sahiptir. Siyasetçi bu gücü kullanarak bürokrasi, kamu yönetimi üzerinde de sınırsız bir yetkiye sahip oluğunu, yönetim aygıtının kendi içindeki şu ya da bu ölçüde ussal işleyişine müdahale edebilme yetkisine sahip olduğunu düşüne bilmektedir (Emre, 2003: 186). 
Türkiye’de şu anda tartışılmakta olan “kamu yönetimi reform tasarısında” da “parti bürokratlığı” gibi yeni bir düzenlemeye gidilmek istenmesi bu bağlamda düşünülebilir. “Parti bürokratlığı” ile müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel müdür ve genel müdür yardımcılarının bakanla gelip gidecekleri öngörülmektedir. Kutlu’ya göre bu düzenlemenin amacı söz konusu görevlilerin en temel güvencelerinden olan “yargı teminatını” elinden almak ve Anayasanın 125. maddesinde ifadesini bulan “idarenin her türlü eylemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmünün bay-pas edilmesinden başka bir şey değildir (Kutlu; 2003). 

Çoğulcu temsili demokrasi ilkesi gereği, halkı temsil eden siyasilerin bürokratlara “genel yön verme”, “genel politikalar belirleme” yönlerinin olması doğal görülmektedir. Başka bir ifadeyle, siyasetçiler halktan aldıkları gücü yine halkın siyasal tercihlerini yansıtan genel kamu politikalarını belirlemede kullanırlar. Dolayısıyla, gündelik politikaların belirlenmesi bürokratlara bırakılır. Çünkü bürokrasinin görevi, siyasetçiler tarafından belirlenen genel politikaları etkin ve etkili bir şekilde yerine getirmektir. 

3. Bürokrasi Siyaset İlişkisi 

Yönetim bilimlerinde genel kabul gören sistem yaklaşımına göre, toplumsal sistem karşılıklı bağımlılığı ve etkileşimi olan, sürekli değişen alt sistemlerden oluşmaktadır. Bir alt sistemde görülen değişmeler, öteki alt sistemleri etkilemekte dolayısıyla sistemin tümü etkilenmektedir. Alt sistemlerde gözlenen değişmelerin kimileri ötekilerden daha hızlıdır. Hızlı gelişme ve hızlı toplumsal değişme, yönetimi etkilemekte, karşılığında yönetimdeki değişmeler sistemin öteki parçalarını etkilemektedir. Karşı görüşler olmasına rağmen, toplumdaki değişmelerin genellikle siyasal sistem yoluyla yönetim sistemine geçtiği kabul edilmektedir (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 239). Bilindiği gibi toplumsal sistem içinde bürokratik sistemin çevresini siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel sistemler oluşturmaktadır. Bu sistemler içinde bürokratik sistemi en fazla etkileme gücü olan şüphesiz siyasal sistemdir (Şaylan, 1986: 32). 

Bu bağlamda Weber de idare-siyaset ikiliğinin varlığını onamış ve politikacı ile bürokratın rolleri arasında kesin bir çizgi çizmek istemiştir. 

İdare-siyaset ikiliğini benimseyen yazarlar, genellikle şu görüşlere sahiptirler. “Siyaset, ülke yönetiminde temel tercihlerle uğraşır. Büyük sorunlara bulunacak çözüm yollarını saptar. İdare ise, niteliği itibariyle tekniktir. Gayri siyasi planda çalışır” (Güven, 1976: 51). 

İdare-siyaset ayrılığını benimseyen görüşler 2. Dünya Savaşı’ndan sonra terk edilmeye başlandı. İdare-siyaset ayrılığını bir bakıma gündeme getiren Weber’in ideal tip bürokrasisiydi. Ancak yeryüzünde mevcut bürokrasilerin hiç biri “ideal tipe” uymamakta ve bürokratlar iki yönden siyasal sürece katılmaktadırlar. Birinci olarak bürokratın siyasal bir eğilimi vardır. İkinci olarak da bürokratik yapı içinde mücadele ve yarışma belirli örgütsel düzeyin üstünde siyasal bir nitelik almaktadır. Bu ikinci tip siyasi süreç özellikle yüksek pozisyonlara terfi ve azil işlemlerinde kendini göstermektedir. Sonuç olarak, bürokratları apolitik sayma olanaksız görülmektedir (Şaylan, 1986: 35). Öyle ki, Türk kamu bürokrasisi siyasi belirsizlik dönemlerinde adeta durgunlaşmıştır. Eski başkanlardan Bülent Ecevit de sık sık bu olguya işaret ederek bürokratların resmi evrakları imzalamaktan çekindiklerini dile getirmiştir. Belki de bunun altında yatan temel neden aşırı derecede politize olmuş bir bürokrasinin var olmasıdır. 

Emperyalizmin Türkiye’ye Sonu Gelmeyen“ Soykırım” Dayatması

 Emperyalizmin Türkiye’ye Sonu Gelmeyen“ Soykırım” Dayatması  




Dr. Can ÜNVER
TÜRKSAM Göç Enstitüsü Başkanı 


   Fransa’nın Ulusal Meclisi’nde kabul edilen ve bir garabet örneği olan yasayla yeniden gündemimize oturan ve aslında her yıl Nisan ayında Amerika Birleşik 
Devletleri’nin Temsilciler Meclisi’nde “görüşüldü, görülecek” veya Obama “bakalım soykırım diyecek mi, yoksa demeyecek mi” diye Türkiye’yi meşgul eden sözde “soykırım” meselesinin aslında 1915’de tehcir sırasında yaşamını yitiren Ermeniler için duyulan acıdan kaynaklanmadığı bilinmektedir. 
2015’de yüzüncü yılı dolacak ve bunca gün ışığına çıkan belgeyle sadece mukalata olduğu ispatlanan ve vuku bulduğu tarihte henüz bilinmeyen bir kavramla, “soykırım” kavramıyla adlandırılmaya çalışılan bir meselenin mütemadiyen ısıtılıp önümüze sürülmesinin ardındaki gerçekler derinlemesine irdelenmeli ve ona göre hareket edilmelidir. Başka bir deyişle, bu şekilde ortaya dökülmesinin nedeni her ne kadar Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimine ve Sarkozi’nin Türk aleyhtarlığına bağlansa da mevcut sorunun bu şekilde basite indirgenmemesi gerekmektedir. 

Türkiye’nin artan bölgesel gücü görülüyor ki geçmişten bugüne emperyal roller oynamaya meraklı devletlerin çok da hoşuna gitmemekte, onlar için muhtaç ve çoğu suni olarak çıkarılan sorunlarla boğuşmak zorunda kalan bir Türkiye arzu edilmektedir. Son komedinin baş aktörü Fransa dünya üzerinde, özellikle Afrika’da 19. ve 20 yüzyıllardaki sömürgecilik tarihini yeniden yaşatmayı arzu eder bir politikayı benimsemiş görünmekte, iktidarının muhtemelen son demlerini yaşayan bir demagogun liderliğinde “hedef” ilan ettiği Türkiye üzerinden acınası politikasını yürütmeye çalışmaktadır. 

Batı dünyasında var olan o çok bilinen Türk karşıtı oryantalist tutum belli zamanlarda ve vesilelerle ortaya çıkarılmakta, kamuoylarının olumsuz 
görüşlerini pekiştirmekte, siyasi duruşları etkilemekte ve sonuç olarak Türkiye’ye karşı dayatmalar şeklinde tezahür etmektedir. 

Türkiye karşıtı paradigmaların geçmişten bugüne oluşumunu ve seyrini anlamak ve teşhis etmek mümkün olmakla birlikte, bu dayatmaların veya Türkiye’yi köşeye kıstırma çabaları ile tarihten gelen ve sürekli olarak kendini yeniden üreten nefret dolu veya çok daha hafif deyimiyle hasmane siyasetlerin gerekçelerini sadece bu olguya bağlamak da yanlış olacaktır. Emperyalist yaklaşım, bir siyasi tutumdur ve belli bir hedefi olmadığı zaman enerjisini sadece spor olsun diye bir ulustan veya devletten nefret ettiği için harcamayacak-tır. O halde sorunu bir yanda Türkiye 
ve diğer yanda da emperyal güçler arasındaki çıkar çatışması bağlamında ele almak doğru olacaktır. Aksi halde Türkiye karşıtı tüm dayatmalara karşı her defasında bilinen reaksiyonları göstermekten öteye gitmeyen bir takım söylemler ve önlemlerle aslında genel algıyı değiştirici bir sonuç almanın mümkün olmadığı bilinmelidir. 
Üstelik medyamızın köşe başlarını tutmuş olan “liberal tarafsız aydın” olarak görünmeyi öncelikle Türk tarihini ve Türk devletini küçümsemek, geçmişte olan biteni “tarafsız” gözlerle inceleme iddiasındaki “sunucu/ yorumcular” o çok bilinen “ver-kurtul” yaklaşımları ile bu son tartışmada artık “soykırımı(!) kabul edelim” noktasına çok yaklaşmışlardır. Bu “medya ikoncanları” Türkiye’de bilim adamlarımız ve özellikle de Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından son yıllarda büyük bir başarıyla kamuoyuna sunulan arşiv belgelerinden ve ciddi bilimsel çalışmalardan hiç mi hiç haberdar olmadıklarını, bilinen “ver kurtulcu” zihniyetleri ile itiraf etmektedirler. Türk kamuoyunda tepkiselliğin yanı sıra tüm ulusal konularda olduğu gibi hafife alınmayacak bir yılgınlık 
yaratılmaya çalışılmakta ve bunda da ne yazık ki kısmen başarılı olunmaktadır. 
O halde ne yapılmalıdır? Dışarıdan ve içeriden beslenen yıkıcı psikolojik ortamda bundan böyle ortaya çıkan sorunlara sanki geçici ve anlık meseleler gözüyle bakılmamalı, kısa, orta ve uzun vadeli stratejik iletişim planları ile yola çıkılmalıdır. Son Fransa olayında Türk hükümetince ilk kez sert tepki gösterilmiş ve bu türden tepkilerin etkili olabileceğine ilişkin ipuçları da ortaya çıkmıştır. Fakat bir başka ülkenin parlamentosunun alacağı kararı etkilemek için ortalık kızıştığında “lobi yaparmış gibi görünmenin” çok da yararlı olmadığı, hatta bir bakıma onur kırıcı olduğu düşünülmektedir. 
Aslında Fransa meclisinde bu saçma yasa lehine oy verenlerin oylarının rengini değiştirmek mümkün değildir. 
Marifet belki karşı oy kullanabilecek konumdaki Fransız milletvekillerini harekete geçirmek olabilirdi. Bu da tabiatıyla gerçekleşmemiştir. 
Türkiye, bölgesinde sesini yükseltip hatırı sayılır bir güç olma yolunda ilerledikçe – veya öyle olduğu dış dünya tarafından var sayıldıkça – kadim emperyalist güçlerin hedefi olmaya devam edecektir. 
O nedenle, bundan böyle günümüzde teorik altyapısı ve teknikleri giderek gelişmekte olan “kamu diplomasisini” de güçlendirmek ve palyatif nitelikli önlemlerle yetinmekten vazgeçilmelidir. Ermeni soykırımı safsatasının dünyada çürütülmesi için bugüne kadar derinliği olan bir kamu diplomasisi planı çerçevesinde faaliyet yürütüldüğü söylenemez. Bu bağlamda yurt dışındaki vatandaşlarımız, özellikle aydınlarımız ve sivil toplum kuruluşlarımızın stratejik bir yönlendirme ile aktif hale getirildiği de söylenemez. Hangi coğrafyada olurlarsa olsunlar, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın milli meselelerimizde ne denli duyarlı oldukları bilinmektedir. 
Son olayda Paris’te de gördüğümüz gibi Fransız polisinin yaklaşmalarına izin vermediği parlamento binası civarında bayraklarıyla Türkiye sevgisini 
haykıran güçlü bir potansiyelimizin var olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Yurt dışındaki vatandaşlarımızdaki bu duyarlık ülkemizi ve ulusumuzu ilgilendiren 
her konuda mevcuttur. 
Fransız parlamentosunun aldığı karar, pek çok defa olduğu gibi kısa ve “şiddetli” tepkilerimizin en kısa zamanda unutulması ile belleklerimizden çıkmamalı, bu olgunun arka planı doğru okunarak o doğrultuda önlemler ve faaliyetler düşünülmelidir. Günümüzde gelişen iletişim olanakları bundan yararlanmak isteyen herkese eskisinden daha çok sesini duyurma fırsatı getirmiştir. Yabancı kamu oylarının ve kanaat önderlerinin emperyalist ideolojinin sinsi hesaplarının etkisinde kalmaktan kurtulmasına katkıda bulunmak amacıyla orta ve uzun vadeli stratejik kamu diplomasisinin devreye sokulması artık iyice acil hale gelmiştir. 

Türkiye’nin önündeki acil görev budur. 

***