24 Mayıs 2019 Cuma

TÜRKİYE NEREYE DOĞRU GİTMELİ,? BÖLÜM 3

TÜRKİYE NEREYE DOĞRU GİTMELİ,?  BÖLÜM 3


       Soner: İyi günler efendim. Bir yerinde şöyle bir şey dendi, Türkiye bütün bu kurallara uysa bile Avrupa’nın bize dayatmış olduğu, tırnak içinde söylüyorum bunu, yine de bizi alırlar mı diye Sayın Paşa yahut Kurmay Albay’a böyle bir soru geldi. Ben bu konuda ufak bir yorum yapmak istiyorum. Yani biz bu kuralları, ne bileyim, evrensel denen bugün bu kuralları uygularsak eğer ülkemizde, işte ekonomisiyle sosyal hayatıyla, teknolojisiyle, iktisadi hayatıyla.. Acaba zaten onların bizi almasına gerek kalır mı? Ne bileyim, bugün bir Norveç girmek istedi, ayak diriyor, İsviçre deseniz öyle.. Yani bu ülkelerin Avrupa topluluğuna ihtiyacı yok. Dolayısıyla bizim de bu konuma gelmemiz zaten bizim direk olarak girmemizi gerektirir. Yani biz eğer uluslararası normlara uyarsak zaten girmiş olmuyor muyuz...
       
       Sedat Küçüka: Peki çok teşekkür ederim Soner Bey görüşleriniz ve katkılarınız için. Efendim artık size dönüyorum, buyrun lütfen. 
       
       Rıza Küçükoğlu: Herşeyden önce Ankara’dan bir şoför arkadaşın hassasiyetine değinmek istiyorum. Efendim burada dernekler yasası gündeme geldi. Dernekler yasası gündeme geldi son günlerde en büyük endişem acaba etnik arayışlar gibi kültürel arayışlar da istismar edilebilir mi? Efendim ben bunu yaşadım. 1995 yılında Gazi Mahallesi’nde barikatın içine giren, tabancısını çıkarıp o olayı bastıran Rıza Küçükoğlu benim. Dikkat ederseniz o günlerde en çok ki bütün Türkiye yanında Alevi vatandaşlarımızın saygısını da kazanmıştım. Çünkü ben ne çocukluğumda ailem içerisinde ne de biz askeri okullarda ve silahlı kuvvetlerde Alevi kimliği nedir diye bir kimlikle tanışmadık ve bize bu öğretide bulunulmadı. İlk defa ben Alevi vatandaşlarımızda Yüzbaşıyken pilot olarak mecburen indiğim Kiğı kazasında zorunlu iniş yaptığımız helikopterle indiğim ve mükemel evsahipliğiyle karşılaştım. Ve ben komutan olarak hiçbir zaman, zaten kendimin bile ben hangi mezhebe aitim diye sorgulamadım. Ben evet inanıyorum, Müslümanım. Ama hangi mezheb gibi ayrım, nüfus kağıtlarından kaldırılmasını da gönülden destekleyen biz askerleriz. Yani biz bir öğretide bulunmadık. Ama Gazi Mahallesi’ne geldim, baktım devletin caddesinde barikatlar var. Orda işine gidemeyen, sağlık sorunu olan insanlar var ama insanların içinde de onları kışkırtan unsurlar var. Yüzlerini açamayan, kırmızı renkler, değişik bayraklarda insanlar var. Ve iletişim kuran da Dede Hüseyin Bey, baktım ki Hüseyin Bey diyaloğa hazır, ben o gün benim vatandaşım bir komutana bir şey yapmaz diye barikatın içinde tabancayı çıkararak girdim ve buna bütün basın şahit oldu. İşte o insanlar beni kucakladı, bırakarak girdim ve tek başıma girdim. Ve ertesi gün de cenazeyi barikatları açarak içeriye sokturan komutanım. Ben orda inanıyordum ki olaylar nasıl gelişmişse gelişmiş ama bundan en fazla zarar gören o yoksul insanlardı. O benim vatandaşım. Ama benim vatandaşım başkasının kışkırtmasıyla devletin sokaklarında barikat kuramaz. İşte bu ikili diyalogla bu meseleyi çödük ve şunu tekrar vurguluyorum, aman hangi kimlikte hangi etnikte, hangi kültürel yapıda olursa olsun lütfen özellikle Avrupalılar’ın kışkırtmasına girmeyin, gelin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ne mutlu Türküm diyen kavramı içinde birbirimizi sorgulamadan geleceğe yönelik gidelim. Efendim şimdi askerler stratejiyle, özellikle Avrupa Birliği starejiyle... Ben şu anda asker değilim, ben aynı zamanda doktoramı yapmaya çalışan, bir üniversitede öğretim üyesi ve genel sekreterim. Ancak tabiki 14 yaşında girdiğim 43 meslek yaşamımı da geride bırakmam mümkün değil, o benim kurumsal bir onurum. Efendim askerler bugün, Harp Akademilerini özellikle açıklamak istedim, harp okulundan itibaren milli güç unsurlarını oluşturan ekonomi dahil, coğrafya dahil bütün bilimleri ciddi olarak çalışmak zorunda ve stratejilerin oluşmasını da önemli katkılar, Milli Güvenlik Kurulu’nun içinde askerlerin bulunma nedeni de budur. Hatta Amerika’da söylüyorum, Amerika’da harp koleji dediğimiz en büyük eğitim kurumunu bitiren subaylar senatörlere milli güvenlik konusunda senato içinde danışmanlık yapar. Başkanın askeri danışmanı vardır. Orada da stratejinin bütün boyutları tabiki doğal olarak Avrupa Birliği süreci ciddi olarak ele alınır. Bir tek şey yasaktır: iç politika. 
       
       Sedat Küçüka: Evet, hattımıza dönüyorum, bekleyen izleyicimiz var mı diye.. Buyrun efendim sizi dinliyorum. 
       
       Medeni Kırıcı: İyi akşamlar efendim.. Benim birkaç görüşüm var. Şimdi olay şu; Avrupa Birliği’ne girmemizden bir sakınca neden görülüyor, bir? İkincisi; neden bu kadar kaygılıyız, neden bu kadar kutuplaşma ihtiyacı hissediyoruz? Üçüncü sorum ise asker neden ille de her kesin ve her şeyin üstünde kendisini görme ihtiyacı hissedebiliyor? Zaman zaman şu ülkede her 10-12 yılda bir darbe yapılmadan neden böyle daha sivilleşmeden korkuluyor? Acaba bir saltanatlarına, makamlarına bir ziyan mı geliyor diye kaygılanmıyor değilim.. Yani böyle bir çekinceleri mi var acaba düşünmeye başlıyorum bir sivil insan olarak..?
       
       Sedat Küçüka: Çok teşekkür ediyoruz görüşleriniz için efendim, bir telefon daha rica ediyorum. Buyrun efendim, görüşlerinizi alalım. 
       
       Tuncay: Ben şunu sormak istiyorum Sayın General’e.. Şimdi bu Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin yaptığı açıklamadan sonra bir de siyasetçilerle bir çatışmada var gibi göründü. Bu bir dualist yapı çıktı ortaya. Bu dualite de şunu gösteriyor; Türkiye’de Avrupa Birliği’ne girme konusunda bir devlet politikası eksikliği göze çarpıyor. Bu nasıl giderilebilir? İkincisi; bir de askerlerin endişesi şu, az önce hocamı da dinledim, eğer bu özgürlükler Avrupa standartlarında Türkiye’de demokrasi gelişirse bunu etnik gruplar veya dini gruplar istismar eder mi diye bir devlet fobisi var. Bizim bu devlet fobisinden kurtulmamız için asker ve bürokratlar ve siyasetçiler arasına nasıl bir uzlaşma yapılması gerekir ki bir devlet politikası ortaya çıksın? Teşekkür ederim. 
       
       Sedat Küçüka: Biz teşekkür ederiz Tuncay Bey.. Katkılarınız ve görüşleriniz için isterseniz efendim burdan başlayalım. Son görüşten, sorudan, sonra devam edelim.. Buyrun efendim..
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim her şeyden önce genç bir arkadaşımızın söylediği de önemli. Gerçekten askerler her şeyin üzerinde kendilerini görmek gibi bir endişesi olduğuna pek katılamıyorum ve özellikle Sayın Genelkurmay Başkanımız ve bütün askeri yetkililer bugünlerde tam aksi kavramı ortaya koymak için bir çaba içerisindeler. TSK Türk milletinin emrinde ve hep biz şunu söylüyoruz, keşke en güvenilen kurumlar arasında diğerleri de birlikte yer alsa. Ama milletin de TSK’ya hala en fazla güveniyorum diye bir kamuoyu sonucu var, bir inanış var. Ve bu övünülecek bir şey ama istiyoruz ki diğer kurumlar da aynı derecelenmede olsunlar ve bunun olacağına da inanıyoruz. Efendim demokratikleşme dışında askerlerin artık bir beklentisi yok. Ve hepimiz biliyoruz ki askerin de öyle bir daha iktidara gelmek gibi hevesi ve heyecanı yok. Efendim beyefendinin söylediği çok güzel. Diyor ki acaba biz Avrupa standartlarını tutturursak, Avrupa Birliği standartlarını, demokratikleşme artarsa etnik ve dinsel ayrılıkçı hareketlerin doğmasından mı çok korkuyorlar. Efendim bu sorunun içinde cevap açık, demokratikleşme zaten bizim cumhuriyet tanımımızın içinde ve temelini oluşturan bir ilke. Ancak demokratikleşme tanımının içinde hiçbir zaman bir devleti oluşturan unsurlardan, yani birlik beraberlikten vazgeçmek mümkün değil. Bunu kendisi demokratik sayan hiçbir ülkede kendi içindeki bu ayrılıkçı hareketleri kolay kolay kabul etmez ve bunun kökenine inmek zorundadır. 
       
       Sedat Küçüka: Efendim, sizden bir derleme toparlama rica edeceğim konuştuklarımızla ilgili. Sonra Sayın Prof. Dr. Mehmet Altan’la devam edeceğiz. Sayın Paşam, Kılıç’ın sözlerinden, Orgeneral Kılıç’ın sözlerinden bahsettik. Bizim konumuzun da altbaşlığında biliyorsunuz Türkiye nereye doğru gitmeli? Ama altında Avrupa Birliği, ABD ve sınır komşuları arasında gelecekte Türkiye’nin yönü ne olacak diyoruz? Örneğin İran’la ilişkiler.. Hemen İran’la ilişkiler deyince aklıma 28 Şubat süreci geliyor. Örneğin İran’la ilişkiler 28 Şubat süreciyle ters düşer mi? Veya Türkiye’nin gelecekte size göre yönü komşularına nasıl olmalı? Buyrun efendim...
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim bu zaten 28 Şubat süreciyle bağdaşmıyor tartışması gündeme gelmişti, bunu hatırlattığınız için teşekkür ediyorum. Biz İran’la zaten vaktiyle ortaklıklarımız vardı. Bilindiği üzere Amerika, Pakistan, İran ve Türkiye bir kuruluşun içerisindeydi ve bu aynı zamanda bir güvenlik organizasyonuydu. Şimdi İran’la ne sorunlarımız var? İranla demek ki PKK’ya verdiği destek ve rejim ihracı dediğimiz konularda problemlerimiz çıktı. Egendim İran’ın esasında PKK’ya destek vermesi geçici bir olay olabilir. Çünkü Kuzey Irak’ta ve bizim ülkelerimizi kapsayacak bir Kürdistan devleti veya idaresinin ortaya çıkması en çok İran’ın menfaatini etkiler, ekonomik menfaatini hayati derecede etkiler. Yani İran’ın Kürt meselesi gibi bir meseleye gönülden ve köklü destek vermesi her an ortadan kalkabilecek bir faktördür. Şimdi rejim, onun bir rejimi vardır ve Türkiye’nin de bir devlet rejimi. Demek ki aradaki bazı sorunlar halledilebilirse hiç kimsede birbirine rejim ihraç etme merakında değildir. Efendim Türkiye’nin ilkesi şu olmalı; komşularıyla geçinemeyen bir Türkiye’nin geleceği olmaz. Efendim zaten Atatürk’ün dediği ifade de bununla çakışıyor. Efendim şimdi Avrupa Birliği’yle ilişkilerde yine şunu da söylemek istiyorum, Avrupa Birliği’ne girmek girmemek konusu değil. Hangi koşulda ve ne olabilir? İnönü’nün Jonhson’a söylediği deyişle ikisini eşleştirmek mümkümdür. Dünyada yeni bir düzen kurulur, Türkiye bu düzen içinde yerini alır. Ancak dikkat ederseniz ABD’yle köklü stratejik ortaklığımız hiç sona ermemiştir ve giderek güçlenmiştir. Ama nasıl koşulda? Türkiye daha saygın bir konumda ve daha bilinçli olarak bu ilişkiyi devam ettirmiştir. Efendim komşularımızı toparlıyoruz. Komşularda İran dışında, Suriye’yle ciddi bir meselemiz olduğunu sanmıyorum, Irak güncel bir konudur ve Gürcistan’a dikkat etmemiz gerekir. Önce izin verirseniz Gürcistan’a değinmek istiyorum. Gürcistan eğer bundan kısa bir süre önceki tartışmalar devam etseydi, yani Rusya eğer Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını ortaya koyup da Ermeni azınlığı da orda, onlara da değişik bir yönetim biçimi ortaya koysaydı belki bir yerde Ermenistan gelecek Karadeniz’e çıkacaktı. Yani Türkiye’nin karşısında belki de Rus ordularını görecektik. Ancak ABD olayın farkına varmıştır, Gürcistan’ın talebiyle terörle Gürcistan’ın baş etmesi için ona eğitim desteği vermiş ve Rusya’ya Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün önemini vurgulamıştır. Böylelikle kuzeyimizde bu problem ortadan kalkmış görünmektedir. Efendim son olarak, Irak’ta oluşacak oluşum ve orada çıkacak savaş kesinlikle Türkiye’nin ciddi olarak menfaatlerini etkiler ve Ortadoğu’da inanıyoruz ki bugünkü düzenden hiçbir zaman daha iyi bir düzen ortaya çıkmaz. İşte yine kişiliğini ve bağımsızlığını, egemenliğini koyarak Türkiye, ABD’den gelecek birlikte hareket edelim, gel Musul’u Kerkük’ü al gibi vaatlere kanmamalı, ve Misak-ı Milli hudutları içerisinde kalmalıdır, Türkiye’nin geleceği buna bağılıdır. 
       
       Sedat Küçüka: Sayın Emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, sonunda da çok güzel mesajlar verdiniz, çok teşekkür ederiz efendim bu saatleri bizimle paylaştığınız için, yorumlarınız için ve dinleyicilerimizden gelen halkın sesine kulak verip onları yanıtladığınız ve yorumladığınız için. Çok teşekkürler..
       
       Rıza Küçükoğlu: Ben teşekkür ederim. 
       
       Sedat Küçüka: NTV Radyo İstanbul stüdyolarında Halkın Sesi programına devam ediyoruz, konuğumuz değişti ama konumuz aynı. Konuğumuz Prof. Dr. Mehmet Altan.. Hoşgeldiniz efendim. 
       
       Mehmet Altan: Hoşbulduk. 
       
       Sedat Küçüka: Mehmet Altan, hemen size şunu sormak isteyeceğim, bu tarfikle Avrupa Birliği’ne bizi alırlar mı diye ama biraz sonra ona geleceğim.. Yolda kaldığınızı biliyorum..
       
       Mehmet Altan: Ölüm Allah’ın emri trafik olmasa..! 
       
       Sedat Küçüka: Aynen bunu bu şekilde Avrupa Birliği’ne çevirip veririz efendim. Konumuz Türkiye nereye doğru gitmeli, Avrupa Birliği, ABD ve sınır komşuları arasında yakın gelecekte Türkiye’nin yönü ne olacak? Çok kalın hatlarla size sormak istiyorum, Türkiye’nin yönü ne olmalı efendim?
       
       Mehmet Altan: Türkiye’nin yönü belli, çağdaş dünya olmalı. Çağdaş dünyaya da en yakın topluluk şu an bize elini uzatan Avrupa Birliği. 
       
       Sedat Küçüka: Avrupa Birliği’nden başka yolu olmamalı mı efendim..?
       
       Mehmet Altan: Hayır, yani yer yüzü standartı, çağdaşlık olmalı. Ama çağdaşlığa şu anda bizi en yakın taşıyabilecek unsur Avrupa Birliği. Yoksa yeryüzü Avrupa Birliği’nden ibaret bir husus değil. Ama yeryüzünün genel prensiplerine, ilkelerine, insan haklarına, demokrasiye, piyasa ekonomisine Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle geçme imkanının olmadığını görüyoruz. Bunun en somut örneği Türk halkı için Ankara Anayasa değişikliklerini mesela kendi inisiyatifiyle yapmadı. Avrupa Birliği’ne girmeseydik bu standart yükseltilmesi kendiliğimizden gelmeyecekti. Mesela batılıyız diyoruz 23’ten beri, Gümrük Birliği olmasaydı rekabet yasası çıkmayacaktı, bunlar dehşet verici örnekler. Yani bir yönetimin kendi halkının mutluluğu için çıkarması gereken yasaları, alması gereken tedbirleri dış dinamik olmayınca almaması beni dehşete düşürüyor. Onun için de bu dış dinamiğin yardımıyla Türkiye halkı bu çağdaşlığa varacak. O dış dinamiğin de şu anki en somutu, fiili temsilcisi Avrupa Birliği.. 
       
       Sedat Küçüka: Gerçekten çok dinamik girdik, buna devam edeceğiz ama hattımıza dönmek istiyorum, dinleyicimizin görüşleri ve soruları için.. Buyrun efendim.. 
       
       Zeki Kasapoğlu: Şimdi ben bu Avrupa Birliği konusunda bir görüşümü sunmak istiyorum. Şimdi Avrupa Birliği’ne eninde sonunda Türkiye’yi kendileri davet edeceklerine yani az da olsa belki biraz şey görülecek ama bunlar isteyecekler. Şimdi bu durum yalvarmakla, bazı şeyleri fedakarlık etmekle olmayacağına göre yani Avrupa Birliği’ne girmek için.. Neden bu acaba senelerden beri bu milletin sırtına bunca fedakarlıklar, yani kapatılması zor olacak bu yaraların verilmesi acaba bunun yarası, doktorluğunu kim tedavi edecek. 
       
       Sedat Küçüka: Hemen bunu soracağım Zeki Bey konuğumuza. Hattımızda bir konuğumuz daha var, onu rica edelim. Buyrun efendim, düşüncelerinizi alalım. 
       
       Serdar Küçük: İyi akşamlar efendim. Konuk değişti gerçi, ben radyoyu karıştırırken sonlarına denk geldim.. Avrupa Birliği’yle ben şunu merak ediyorum. Avrupa Birliği’nin bize katılım ortaklığı belgesinde yeni bir azınlık tanımı diretiyor veya söylüyor diyeyim. Bunda da Fener Rum Patrikanesi’nin tanımlaması da var. Malumunuz Amerika’da Bush ile birlikte görüştü ve geldi. Ve bizim devlet iradesinden kendisinin Patrik olarak tanınmasının talebinde bulunuyor. Bizim Lozan Anlaşmamıza göre, Türkiye’nin azınlığı belli, tabi bu bir ırçı olarak değil, Türkiye’nin milli ve dini bütünlüğü için. Bu manada ben şahsen fikirlerinizi....
       
       Sedat Küçüka: Hemen hemen Serdar Bey ben dönüyorum Sayın Mehmet Altan’a, bu konudaki fikirlerini soruyoruz efendim. 
       
       Mehmet Altan: Sayın Küçük’ün ben endişelerini anlıyorum. Ama o geçmişte kalması gereken bir endişe. Çünkü ulus devletin sanayi döneminin endişeleriyle biz düşünmeye devam ediyoruz. Ama yeryüzü değişti, neden değişti.? Artık insan beyninin yaratıcılığının büyük zenginlik getirdiği, insan beynini esas alan bir teknolojinin hayatı dönüştürdüğü, bilgisayarlı ortamlarda kol gücüyle çalışanların değil, beyin gücüyle çalışanların egemen olduğu bir dünya. Bu böyle bir dünya. Yani bunu esas tespit ettiğiniz vakit, insanın kendisi bizatihi kutsal. Yani sınırlar, topraklar, bölünme, bölünmeme gibi ulus devleti bir önceki dönemin korkularının yerini bunların endişelerinin yerini insanın birey olarak mutluluğu ve zenginliği alıyor. İnsanı hangi sistem mutlu edecek, hangi sistem zengin edecek? Bunlar, bu konuşmalar Türk insanının mutluluğu ve zenginliğini sağlayan konuşmalar değil. Türk egemenlerinin Türkiye’ye saldığı korkuların etkileri. 
       
       Sedat Küçüka: Hemen hattıma dönüyorum yine.. Buyrun görüşünüzü alalım efendim..
       
       Teoman Sipahi: Şimdi Avrupa Birliği konusunda birtakım acayip spekülasyonlar yapılıyor. Ondan biz büyük rahatsızlık duyuyoruz. Sanki Avrupa Birliği’ne karşı olmak vatana ihanetle eşdeğermiş gibi tutuluyor. Bir kere tabi Avrupa Birliği’ne falan karşı olan falan yok. Referandun yapıyorsun yüzde 80 çıkar. Gayet tabi çıkar. Çünkü zaten fakirlik gırtlağa gelmiş, işsizlik tepeye vurmuş. Bu durumda Anadolu’nun insanı bavulunu kaptığı gibi Avrupa’ya gideceğini zannediyor. Çok büyük bir yanılgı, çok büyük bir yanılgı. Peki Avrupa Birliği’yle serbest dolaşım tamamen ayrı anlaşmalar. Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerin serbest dolaşım için ayrıca bir anlaşmaya varmaları lazım. Hatırlanacağı gibi bundan belki 30 yıl kadar önce serbest dolaşım için bir ilke anlaşması yapılmıştı ve hatta bu bir takvime bağlanmıştı. Ve hatta bu takvim dolmuştu ve Avrupa’daki ülkeler bu anlaşmaya attıkları imzayı kabul etmediler. Dediler ki bizim imzamız var ama biz sizi serbest dolaşıma alamayız. Çünkü siz daha o duruma gelmediniz dediler. 
       
       Sedat Küçüka: Teoman Bey, gayet iyi anladım görüşünüzü ve sorunuzu. Çok teşekkür ediyorum görüşleriniz için efendim. Hemen hattaki diğer dinleyicimize dönüyoruz. Buyrun efendim görüşünüzü alalım..
       
       Mehmet Kurtuluş: Efendim ben çok çok değerli Çetin Altan’ın oğlu Mehmet Altan orda, ve ailece böyle bir insan, pırlanta, ekleyeceğim tek kelime yok..
       
       Mehmet Altan: Sağolun, çok teşekkür ediyorum, çok mersi. 
       
       Sedat Küçüka: Evet, bir önceki telefona dönelim mi Sayın Mehmet Altan..
       
       Mehmet Altan: Şimdi Teoman Bey, bütün soru yönelteceklerden benim bir ricam var.. Mesele Avrupa Birliği’yle Türkiye arasında değil. Mesele Türkiye’de yönetenlerle yönetenler arasında. Ben bu devlete, beni yönetenlere inanılmaz oranlarda vergiler veriyorum. Ve yeryüzü standartlarında hizmet bekliyorum, mutluluk bekliyorum, zenginlik bekliyorum. Şimdi bizi alırlar da almazlar da meselesinden önce Türkiye’yi yönetenler sürekli Türkiye’yi fakirleştiriyorlar ve dünya standartlarındaki özgürlüğün altında bir özgürlüğe Türkiye’yi mecbur kılıyorlar. Onun için biz yönetilenler olarak yönetenler hakkında ne düşünüyoruz bu önemli ve Türkiye Bu anlamda Türkiye’yi yönetenler burda piyasa ekonomisini uygulamıyor, demokrasiyi uygulamıyor, insan haklarını uygulamıyor, Yuninastan onun için sürekli bize fark atıyor. İlk önce meselemiz yönetilenler olarak yönetenlerin niye bizi, Türk halkını bu kadar geri bıraktığıdır, sonra Avrupa Birliği. Yani bu milliyetçilik meselesi değil, bu bireyin mutluluğu ve zenginliği. Meseleye yönetenlerle yönetilenler açısından bakmadığımız vakit, yönetenlerin beceriksiz yönetenlerin...
       
       Sedat Küçüka: Bu meseleye böyle bakmak da bir maharet gerektiriyor, öyle değil mi efendim..
       
       Mehmet Altan: Öyle bakmadığınızda bunu bir anlamı yok, çünkü aradan hesap vermesi gereken sıyrılıyor. 
       
       Sedat Küçüka: Anlıyorum efendim. Hemen telefona kulak veriyoruz. Buyrun efendim...
       
       Osman: İyi akşamlar efendim.. Ben İstanbul’dan arıyorum. Ben azınlık konularıyla ilgili bir soru soracaktım Mehmet Bey’e. Ben şimdi bir Güneydoğulu olarak bazı şeylerden yoksun olarak hissediyorum.. Ben Türkiye’nin bölünmesi anlamında söylemiyorum bunu, ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan da gurur duyuyorum. Ama bazı haklarımdan, örneğin televizyonlarda bir sürü Karadeniz türküleri var, Türkçe türküler var, ben Kürtçe türküleri göremiyorum.. Peki biz onlardan yoksun değil miyiz yani biz bu konuda fikirlerini alabilir miyim..?
       
       Sedat Küçüka: Hemen fikrini alacağım Osman Bey çok teşekkür ederim. Hattımızda bir dinleyicimiz daha var, ona dönüyorum.. Buyrun efendim, görüşlerinizi alalım. 
       
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

TÜRKİYE NEREYE DOĞRU GİTMELİ,? BÖLÜM 2

TÜRKİYE NEREYE DOĞRU GİTMELİ,?  BÖLÜM 2

       
       Sedat Küçüka: Böyle bir dayatma görüyor musunuz?
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim bu dayatmanın listesi zaten kavgayı çıkaran, tartışmayı çıkaran Erol Manisalı hocanın listesinde vardı. O listeyi keşke daha iyi vurgulanarak açıklanabilse de referandum mu yapılacak, sorgulama mı yap0ılacak, halk buna cevabını verseydi. Yani bir taraftan Ermenistan gelişmesine ve Ermeni hareketlerine göz yumacaksınız, bir taraftan PKK’ya siyasal kimlik vereceksiniz ve bir taraftan etnik arayışları körükleyeceksiniz, buna Aleviler de dahil, giderek acaba kaç etnik köken ortaya çıkacak ve siz yine bir ülke, bir bağımsız egemenlik haklarından bahsedeceksiniz, buna her türlü konu dahil Efendim şimdi ben hanımefendiye de cevap olmak üzere şunu söylemek istiyorum, bir endişem var. Acaba batılılar Lozan Anlaşmasını içine sindiremediler de hala Serv’i mi geçerli kılıyorlar. Ama Türkiye kesinlikle Lozan’la mutluluk bulmuştur ve Misak-ı Milli hudutlarında kalmayı bilmiştir ve cumhuriyetin bu oldukça uzun süresince, bölgesinde mutlulukla yaşamış ve mutluluk dağıtmıştır. Yani Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk halkının bugün Lozan’dan vazgeçmesini, bir başkasının düşünmesi bence hayaldir. Biz bu tartışmayı gözönünde bulundurmak zorundayız. 
       
       Sedat Küçüka: Efendim izninizle bir hatta dönüyorum. Buyrun efendim sizi dinliyorum..
       
       Uğur Aydemir: Şimdi ismini hatırlayamayacağım, Sarısoy adlı bir arkadaşımız askerin bu konunun içerisine, yani içişlerine fazla girmemesini istedi. Yani genelde Türkiye’de aydınlar, askerin nedense içişlere girmesini istemiyor. Peki 80 ihtilalinde, ondan evvelki ihtilallerde bu ülkeyi kamplara bölen insanlar, asker gelip de bu kampları düzelttiğinde, bu kamplar yoluna girdiğinde, kamplaşma olmadığında niye o zaman askere “ya sen içişlerine karışma kardeşim, bu insanlar birbirini öldürsün bırak” demedi de şimdi normal konularda hem Türkiye demokratik bir ülke dediğimiz zaman askere “aman sen içişlerimize karışma, ya da askerler karışmasa iyi olur” demecini veriyoruz. Neden burayı arayan insanlar hep biz Avrupa Birliği’ne giremeyiz gibi bir inisiyatiften yoksun şekilde hareket ediyorlar. Yani biz niye giremeyelim..?
       
       Sedat Küçüka: Çok teşekkür ederim Uğur Bey katıldığınız için. Hattaki ikinci dinleyicime dönüyorum. Buyrun efendim..
       
       Cemil Çol: Şimdi efendim bu anlaşmalar güzel, aleyhine veya lehine konuşmalar oluyor, hepsini güzel güzel dinliyoruz da.. Diyelim ki 50 sene sonra veya 70 sene sonra bu ortaklık bozulduğunda milli sınırlar her devletin ayrı ayrı kalacak mı? Yoksa ne şekilde ilerde bir taksim olacak? Veyahut da böyle bir dağılma halinde devletcikler zarara uğrayacak mı toprak bakımından?
       
       Sedat Küçüka: Çok güzel görüşler ve sorular geliyor, çok teşekkür ederim Cemil Bey.. Bir görüş daha rica ediyorum, buyrun efendim. 
       
       Ali Nazmi Çora: Benim de bir sorum olacaktı değerli komutanım ve hocam Rıza Paşam’ın da söylediklerini çok dikkatle dinledim. Şimdi benim şöyle bir sorum var. Avrupa Birliği’nin her dediğini yapsak, hatta hatta Başbakan ve Bakanlar da onlardan olsa, bütün kanun ve tüzükleri çıkarsak acaba bizi birliğe alacaklar mı?
       
       Sedat Küçüka: Çok teşekkür ederim efendim katkılarınız için, sağolun. İsterseniz efendim Uğur Bey’den başlayalım.. Ordan Ali Bey’e doğru gelelim lütfen..
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim ben Uğur Bey’in endişesi değil de daha doğrusu silahlı kuvvetler sanki içişlerine devamlı karışma hakkı varmış gibi görüşüne biraz katılamıyorum. Çünkü silahlı kuvvetler, demin özellikle Harp Akamedileri platformunu onun için belirttim. Kesinlikle kuraldır, içişlerine, iç politika konusu tartışma gündeme bile getirilemez. Dikkat ederseniz başka ülkelerle veya başka kuruluşlarla olan ilişkilerimiz belirlenecek stratejiler tartışmaya getirilir. Onun için içişlerine karışmak gibi Türk Silahlı Kuvvetlerinin hakkı yoktur. Ancak ülkenin eğer Anayasal düzeni tehdit altındaysa Uğur Bey de dahil Silahlı Kuvvetlerin yetkili organları dahil ülkedeki Anayasa’nın belirlediği düzeni korumak ve kollamak görevidir. Ancak o koşullarda gündeme gelebilir. Yoksa üniformalı kişilerin içişleri konusuna karışması veya içişleriyle hükümeti eleştirmesi politikaları eleştirmesi gibi bir hakkı olmayacağını, geleneklerimizin yıkılacağını ve devlet düzenimizin alt üst olacağına inanıyorum. Onun için buna biz strateji belirlemedeki konularda görüş bildirmek ama üniformalı olan platformlarda üniformalı olarak görüşmenin rahat olacağını, uygun olacağını ama iç politikaya karışılmaması gerektiğini alıyorum. Efendim 50-70 yıl sonra acaba Avrupa Birliği ne olacak? 
       
       Sedat Küçüka: Avrupa Birliği dağıldıktan sonra sınırlar ne olacak? 
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim dağılabilir mi konusuna evet dağılabilir gibi bir tahminde bulunabilek çok zor. Efendim zaten strateji konusunda yapılacak tahminler 15 yılı ancak kapsar. Yani stratejik öngörü dediğimiz tahminler 15 yıldır. 15 yıl, ama öyle tahminler yapacaksınız ki doğal afetler gibi koşulları kapsamaz. İşte beyefendinin beni götürdüğü konu da o. Demek ki bir ülke stratejisini öngörüye göre yapar, tahminlerde bulunur ve varsayımlar ortaya koyar. İşte bu varsayımlara göre değişik alternatifler üretmek zorundadır. Birçok soru soran da onu sordu, acaba bizim Uzak Doğu, Türk cumhuriyetleriyle, Japonya’yla ilgili alternatiflerimiz olamaz mı diye.. Tabi efendim, gerçekten stratejiyi bilen, reaktif davranışlar değil de bugünlerde güncel olan provaktif strateji üreten köklü devletler değişik alternatifleri değişik öngörülere ve tahminlere göre, varsayımlara göre yapmak zorundadır. 
       
       Sedat Küçüka: Hocam burda bir izninizi rica ediyorum, bir hatta dönmek istiyorum... Buyrun efendim.. 
       
       Hasan Yılmaz: İyi yayınlar efendim. Türkiye kendi merkezini bulmalı diyorum. Her rüzgara dönmemeli. Atatürk’ün göstermiş olduğu hedef bizim en ideal hedefimizdir. Bu Türkiye’yi bir daha bulamayız, parçalanmasına göz yummamalıyız ve 12’inci yıldızın yanına 13’üncü yıldızı koymalılar diyorum, saygılar sunuyorum. 
       
       Sedat Küçüka: Biz de saygılar sunuyoruz size, katıldığınız için de çok teşekkür ediyoruz. Efendim diğer hatta dönüyorum.. İyi günler efendim, buyrun.. 
       
       Dinleyici: Şimdi ben bu Avrupa Birliği sürecini uzun süredir radyonuzda dinliyorum ve şu anda en son gelişmelerden sonra aklıma takılan bir soru oldu.. Acaba bizim askerimizin görev ve ilgi alanına girer mi Avrupa Birliği konusunda bilgilendirmek, fikir yürütmek ve stratejiler geliştirmek..?
       
       Sedat Küçüka: Peki efendim, çok teşekkür ederim katkılarınız, görüşleriniz için.. Hemen hatta bir dinleyicim daha var, onu da alıyorum, sonra devam edeceğiz. Buyrun efendim..
       
       Melahat Keskiner: Efendim Sayın General’e sonsuz teşekkürlerimi arzetmek istiyorum. Çok açık olarak anlatılan bir olay niye anlaşılmak istenmiyor, onu anlayamıyorum. Kendilerine çok çok teşekkür ediyorum, bizler Atatürk’ün izinde ve onun yolundayız. Çok heyecanlıyım, tekrar tekrar saygılarımı arzediyorum. 
       
       Sedat Küçüka: Melahat Hanım biz de saygılarımızı arzediyoruz size ve ayrıca teşekkür ediyoruz programımıza katıldığınız ve görüşlerinizi bildirdiğiniz için. Hocam devam edelim, buyrun lütfen..
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim ben önce kaldığımız yerden meslektaşım, Emekli Kurmay Albay Nazmi Çora’nın sorusuyla başlamak istiyorum. Nazmi Bey, inanıyorum ki bu soruyu çok bilinçli olarak sordu. Çünkü bu konuları yakın takip eden ve bizleri eğitimimize katkıda bulunan meslektaşım. Ancak tartışmalarda ben yine sempozyum ve son günlerdeki tartışmalardan çıkardığım sonuçlara götürüyorum. Türkiye her türlü koşulu yerine getirse acaba Avrupa Birliği bu süreci kısaltacak ve bizi tam üye yapacak mı? Efendim çıkarılan genel sonuçlar şu: Türkiye eğer ekonomik sorunlarını halletmezse Avrupa Birliği fakirleşmek istemiyor. Türkiye’yi bu nedenle almıyor. Sadece Türkiye değil, bir an için Hristiyan kulübü falan deniliyor ama bu da değil. Beyaz Rusya’yı da almıyor, Ukrayna’yı da almıyor. Yani fakirleşmek istemiyor. İkinci nokta; diyelim ki biz ekonomik sorunları da hallettik ve gelir düzeyimizi yükselttik. 60 milyon, genç nüfus.. Yani hangi Avrupa ülkesi gelip de liderlik yapabilecek potansiyele sahip bir ülkeyi yeni bir üye olarak hemen kabul etsin. Bir de düşünün, bunun bir de güvenlik boyutu var. Avrupalı acaba savaşacak bir askeri gücü var mı? Avrupalı savaşmak istiyor mu? Bir devletse bu Avrupa Birleşik Devletleri, mutlaka başka güçlerle çatışacak. Bu güçlerle çatışacak ama askerini bile belki Türkiye sağlayacak. Şimdi askeri gücü olan, son derece güçlü beyinlere sahip, ama iş imkanı olmayan, patlamaya hazır, yani bir girişim için patlamaya hazır, gencecik üniversite mezunu, bilgi teknolojilerine ulaşmış genç bir nüfus ve liderler kadrosu... Avrupa Birliği bu rekabete katlanabilir mi? Sorulan konu bu. 
       
       Sedat Küçüka: Efendim hemen hattımızda Ankara’dan bir taksi şoförümüz bizi arıyormuş, onu dinliyoruz...
       
       Altan Ceylan: İyi akşamlar efendim. Aleviler kışkırtması olabilir dedi. Biz hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti’nden, Türk ilkelerinden de ayrı bir millet değiliz, bir kışkırtılmayız, bölmeyiz de bu vatanı. Saygılarımla..
       
       Sedat Küçüka: Biz de saygılar sunuyoruz efendim... Böyle bir şey söyledi mi hemen söz vereceğiz. Hattımızda bir dinleyicimiz daha var onu da alalım.. Buyrun efendim..
       
       Ünal Akbal: Efendim iyi yayınlar.. Programınızı günlerdir dinliyorum. Önce programdaki modern görüşlerini sunan Paşam’a teşekkür ediyorum. Kendisi emekle asker olmasına rağmen bugün Türkiye’nin çıkarını burda çatır çatır müdafaa ediyor. Şimdi bir Osmanlı’ya dönün efendim, İmparatorluğa.. Osmanlı’nın başına tebelleş olan birkaç tane devlet var. İngiltere’yi alın, Avusturya’yı alın, Fransa’yı alın.. Aynı devletler bugün karşımızda, madde bir. 1800’lerden itibaren Osmanlı’nın güneydoğusuna başlamışlar tebelleş olmaya bu devletler, aynen bugün tebelleşliğini devam ettiriyor, bu bir. İkincisi; Türkiye’nin endüstrisi şu anda çok iyi efendim, İtalya’yı geçmek üzere. İtalya, Japonya ve Güney Afrika üçgeni içerisinde endüstri istikametinde Türkiye’ye posta koyacak hiçbir devlet yoktur. Her şeyini üretiyor Türkiye, hiç ihtiyacımız yok. Ve bugün İtalya’nın Avrupa Birliği’ndeki İtalya’nın hırçınlığı da Türkiye’nin kendisini geçtiğinden ileri geliyor. Türkiye bir müddet sonra, 10 sene sonra Fransa’nın peşine takılacak. İhtiyacımız yok, Türkiye her şeyini yapıyor. Bizi almasınlar, Türkiye endüstrisini geliştirir, hiçbir şey olmaz, enerjisi de var, her şeyi de var. Biz alışmışız bu duruma ve bir gün Türkiye umduğu durumu da bulacaktır. Ortak Pazar’ın, Avrupa Birliği’nin yanında bir devlet var. İsmini zikretmeyeyim, Avrupa’nın kaymağını yiyor, Paşam anlayacaktır bunu. 
       
       Sedat Küçüka: Efendim teşekkürler görüşleriniz için, sağolun. Ber telefona daha izin vermesini rica ediyorum Paşam’dan, dönüyorum sonra kendisine. İyi günler.. Buyrun efendim..
       

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

TÜRKİYE NEREYE DOĞRU GİTMELİ, ? BÖLÜM 1

TÜRKİYE NEREYE DOĞRU GİTMELİ,?  BÖLÜM 1


Güncelleme: 13:27 TS 14 Mar., 2002

Emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu ve öğretim görevlisi Prof. Dr. Mehmet Altan değerlendirdi.

Sedat Küçüka: Bugünkü konumuza ki dün başladık biliyorsunuz, Türkiye nereye doğru gitmeli? Avrupa Birliği, ABD sınır komşuları arasında yakın gelecekte Türkiye’nin yönü ne olacak konusunu tartışıyoruz. Dün Prof. Dr. Erol Manisalı burdaydı, Dr. Cengiz Aktar da burdaydı, onlarla birlikte bu konuyu büyüteç altına aldık. Bu konu hakkında görüşlerinizi aldık sizlerden telefonlardan. Ve açıklamalar getirmeye çalıştık. Bugün aynı konuya yine aynı hızla devam etmek istiyoruz ve sizin sesinizle hemen yine sizin görüşlerinizi almak istiyoruz. Bugün yine çok değerli iki konuğum olacak. Birincisi bugün hemen yanımda saat 18.00’a kadar bizlerle birlikte Sayın Emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu. Efendim hoşgeldiniz.
       
       Rıza Küçükoğlu: İyi yayınlar. 
       
       Sedat Küçüka: Yedi Tepe üniversitesi Genel Sekreteri ve 18.00’dan 19.00’a kadar da Sayın Mehmet Altan bizlerle birlikte olacak. Şimdi hemen efendim size dönmek istiyorum, hatta hemen bekleyen telefonlarımız varmış ama kısa bir giriş rica ediyorum. Bu konu biliyorsunuz Sayın Kılıç Paşa’nın geçen hafta yapılan bir sempozyumdan sonra açıklamasıyla daha bir ön plana çıktı. Kılıç Paşa’nın açıklamaları üzerine birçok yorumlar getirildi askeri kanattan sivil kanattan. Ben size sormak istiyorum. Sizin bu konudaki yorumunuz neydi Kılıç Paşa’nın sözleri için?
       
       Rıza Küçükoğlu: Her şeyden önce şu açıklamayı yapmak istiyorum. Harp Akademelerinde Kurmay Yüzbaşı olarak ve ilerleyen rütbelerde ve en sonunda Kara Harp Akademesi Komutanı olarak görev yaptım. Harp akademilerinde biz sadece askerliğin gerekleri değil, dolaylı olarak ilgili olan stratejik konuları da her boyutuyla ele alıyoruz. Yani biz Kurmay Subaydan Harp Akademilerini bitirdiği zaman görev yapacağı karargahlarda kurmaylık görevlerini yaparken aynı zamanda ilerideki Genelkurmay Başkanı dahil üst rütbeli komutanların yetişmelerini öngörüyoruz. Bu platformda askeri konular dışında diğer yabancı akademilerde de olduğu gibi yüzde 45 ağırlıklı stratejik konular ve bunun içerisinde milli güç unsurlarını oluşturan her konu ekonomik boyutları dahil ele alınır. Tabi askeri ortamda bir tek şey yasaktır. O da iç politika meselelerini ele almak. Ancak bunun dışında ülkeyi ilgilendiren, çevresini ilgilendiren, güvenliğini ilgilendiren stratejik tüm konular eleştirel bir boyda ve ileriyi görerek tahminlerde bulunarak ve politika üretilmesini sağlayacak tarzda ele alınır. 
       
       Sedat Küçüka: Efendim gayet iyi açımladınız, bir hattımıza dönmek istiyorum, sonra daha özele gireceksiniz inanıyorum, o açıklamayı alacağım. Buyrun efendim, Fatma Hanım buyrun lütfen görüşlerinizi dinliyorum. 
       
       Fatma Uçar: Şimdi aslında ben bu soruyu Prof. Altan Bey’e sormak isterdim ama açmış bulundum, epeyce de bekledim. Sayın Generalimize de sorabilirim. Şimdi aslında Türkiye’de Avrupa Birliği vesaire diğer konularda da her şey kulaktan dolma. Gerçekçi, güzel bir bilgilenme hiçbir zaman olmadı, ansiklopedik bilgilerin dışında bir gazetelerde çıkan ve de televizyonlarda vesairede çıkan şeylere göre yorum yapıyoruz. Bu bakımdan benim beynimi tırmalayan birçok soru var. O bakımdan mesela bu Avrupa Birliği’ne girerken, girdikten sonra ulusal gelirlerinde çok büyük yükselmeler olduğu söyleniyor ve özellikle Yunanistan ve İrlanda üzerinde duruluyor. Şimdi bu Avrupa Birliği’ne girerken bir ulusun ulusal şeyleri bu hale geldikten sonra mı giriliyor? Yani bu hale getirildikten sonra mı kendi ulusunda... Yoksa bazı yardımlar mı ediliyor? Eğer yardım ediliyorsa bunların gelir kaynağı nedir..?
       
       Sedat Küçüka: Peki, çok teşekkür ederim ilginiz için, sorularınız ve katkınız için efendim. Buyrun efendim devam ediyoruz..
       
       Rıza Küçükoğlu: Hanımefendinin sorusundan mı yoksa önce...
       
       Sedat Küçüka: İsterseniz önce Kılıç Paşa’nın meselesini tamamlayalım, sonra Fatma Hanım’ın sorusuna dönelim efendim..
       
       Rıza Küçükoğlu: Şimdi Harp Akademileri bu programları yürütürken özellikle bildiğim kadarıyla her Çarşamba günü öğleden sonra konferanslar tertipler. Konferanslarda bu konuların yetkilileri, gerekirse yabancı cumhurbaşkanları, kendi cumlurbaşkanımız, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş gibi veya Avrupa Başkomutanı dahil çok seçkin aynı zamanda işadamları ve konu uzmanları, bakanlar gelebilir. Bu konferanslarda platform açıktır ve yüzbaşı dahil üniformalı veya sivil katılımcılar istediği soruyu sorar veya istediği yorumu yapabilir. Ve kesinlikle ama iç politikaya bulaşılmaz. Şimdi Harp Akademilerindeki son sempozyumu bu açıdan ele almakta yarar var. Orda Sayın Manisalı görüşlerini açıkladıktan sonra katılımcı olan Tuncer Kılıç Orgeneralimiz de hem sorularını sormak hem de kendi görüşlerini açıklamak için platforma katılmışlardır. İşte bu açıdan ele aldığımızda Orgeneral Tuncer Kılıç’ın orda beyan ettiği fikri bir akademik beyan olarak, iç politikaya bulaşmayan bir beyan olarak kabul etmek ve katılımcı olarak değerlendirmek kanımca yararlı olur. Ayrıca Sayın Erol Manisalı orada Avrupa Birliği’ne karşıt bir görüş olarak ortaya koymamış, görüşlerini Türkiye’nin bugüne kadar bu süreçte uğradığı zararları bir liste olarak ortaya koymuştur. 
       
       Sedat Küçüka: Ona isterseniz değinelim biraz sonra Hocam ama şunu anladık ki Kılıç Paşa’nın söylediği akademik bir ortamda kendi fikriydi. 
       
       Rıza Küçükoğlu: Kesinlikle kendi fikriydi. 
       
       Sedat Küçüka: Bu Genelkurmay’ın fikrini yansıtmıyordu, akademik ortamdaydı. Hemen hattımıza dönüyoruz, bir dinleyicimiz daha var, görüşünü rica ediyoruz. Buyrun efendim...
       
       Mustafa Sarı: İyi yayınlar diliyorum. Ben bu Paşa’nın söyledikklerine yüzde 100 katılıyorum ama bir üzüntümü belirtmek istiyorum. Askerin böyle siyasete girmesini ben yadırgıyorum, üzüntülerimi bildiriyorum. Bir de şunu söylemek istiyorum, Türkiye’nin yani bu Avrupa inadı niye, ben bunu sormak istiyorum? Bir de Türk’ün ve Osmanlı’nın Avrupa sevdası ta Viyana kapılarına dayandığı anda bitmiştir zaten. Bence bu Avrupalı bizi devamlı oyalıyorlar. Yani almayacaklarına ben yüzde 100 eminim yani. Bir de diyorum ki bu Avrupa’ya bir alternatif olabilir mi? Olabilir tabi. Hem dini yönden, hem de Türkçe konuşan bir sürü toplumlar var. Bunlarla bir toplum oluşturabiliriz yani. 
       
       Sedat Küçüka: Türkî Cumhuriyetlerini mi kastediyorsunuz efendim..?
       
       Mustafa Sarı: Evet. Türkî Cumhuriyetlerini, doğuda mesela İran var, Irak var, Sudi Arabistan var.. Bir de şunu söylemek istiyorum, mesela bizim Doğu’da örnek alacağımız iki tane ülke var. Biri Çin biri Japonya.. Bu Japon ve Çinliler bir Avrupa Birliği’ne üye değil, başka bir birliğe de üye değil. Bunlar ne dillerinden, ne dinlerinden, ne kültürlerinden vazgeçmiş ülkeler. Bunlar kendi çabalarıyla ayağa kalktılar. Bir mal alıyoruz, arkasını çeviriyoruz, ya Çin yazıyor ya da Japon yazıyor..
       
       Sedat Küçüka: Çok teşekkür ederim Mustafa Bey görüşleriniz ve katkılarınız için. Hemen efendim Sayın konuğuma dönüyorum, isterseniz Fatma Hanım’ın sorusundan başlayalım, sonra Mustafa Bey’in sorusuna ve görüşlerine gelelim efendim, buyrun..
       
       Rıza Küçükoğlu: Fatma Hanımefendi’nin belirttiği konularda özellikle Yunanistan’ı örnek gösterdiler, Avrupa Birliği’ne katılarak Yunanistan mutlaka ki bugün çok üst düzey bir gelire kavuşmuştur ve birçok sorunu da Avrupa Birliği’yle hatta belki ilerde Türkiye’yle olan sorunlarını da Avrupa Birliği kanalıyla çözecektir. Kaynakları konusuna fazla girmek istemiyorum, bu bir ortaklıktır, ilerde yorumlandığı şekilde bu giderek Avrupa Birleşik Devletleri haline dönüşecektir, bu bir ortaklıktır. Tabiki ortaklığa katılan Avrupa Birliği’nden nasibini alacaktır. Türkiye’nin de hedefi budur. Ancak Sayın Manisalı’nın ve birçok konuşmacının o sempozyumda tekrar vurguladığı gibi, genç nüfusa sahip Türkiye’yi ama geliri düşük bir Türkiye’yi Avrupa Birliği içerisine almakta büyük tereddütler geçirmektedir ve bu tereddüt haklı bir tereddüttür. Bu durumda acaba Türkiye bu zenginleşme şansına bugün için kavuşabilir mi? Üye olabilir mi? Zaten tartışma burdan kaynaklanmıştır. 
       
       Sedat Küçüka: Peki Mustafa Bey’in görüşü için ne diyorsunuz efendim?
       
       Rıza Küçükoğlu: Görüşlerine katıldığımı, ancak bir askerin iç politikaya karışmaması gerektiğini belirttiler. Benim de biraz önce açıklamak istediğim, bu bir iç politikaya bulaşmak değil. Harp Akademileri askeri bir ortamda herkese açık olan bir platformda katılımcının üniformalı olan bu katılımcının görüşlerini açıklaması olarak ele almak yararlıdır. 
       
       Sedat Küçüka: Peki Türkî Cumhuriyetlerine tekrar biraz sonra değineceğim ama hattımıza dönüyorum.. Buyrun Yalçın Bey görüşlerinizi alalım..
       
       Yalçın Ünlü: Bizim yani Avrupa Birliği’ne girmemizin hayali biz evvela kendimize çekidüzen vermekten geçtiğine inanıyorum. Kendi problemlerimizi halledersek o zaman bize lütfen gel diyeceklerine inanıyorum...Ne zaman kendine bir çekidüzen verecek, merak ediyorum..
       
       Sedat Küçüka: Hemen soracağız bunları efendim, çok teşekkür ederim katıldığınız için, görüşleriniz için. Hemen öbür hatta dönüyorum.. Buyrun efendim..
       
       Dinleyici: Acaba Malezya ve Endonezya, Çin ve Japonya işbirliğiyle, siyasi ve ticari, hatta kültürel işbirliği sağlayarak Avrupa Birliği’ne alternatif oluşturulamaz mı? Bunun cevabını öğrenmek istiyorum..
       
       Sedat Küçüka: Tabi, hemen soralım efendim. Efendim Yalçın Bey diyor ki, ben yurt dışına gittim diyor, bir belediye başkanın odasını gördüm.. Gerisini hep birlikte dinledik.. Bununla ilgili ne diyeceksiniz efendim..
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim zaten Avrupa Birliği’yle ilgili tüm kriterler bizim kendimize çeki düzen vermemizi öngörüyor. Zaten tartışmalar kesinlikle Avrupa Birliği’nin bizden istediği kriterler ve standartlara yükselip yükselmemek konusunda değil. eğer biz zaten o standartları sağlamak zorundayız. Avrupa Birliği giriş sürecinin bize en büyük katkıları da standartlarımızı yükseltmek. Hatta Gümrük Birliği’nin zararları karşısında söylenen yerli sanayimizin gerçekten standartlarının yükseldiği ve kalitenin arttığı, toplam kalite anlayışının Türkiye’ye köklü olarak girdiği. Tartışma o noktada değil. Avrupa’nın bize koyduğu koşullar ve egemenlik konusu. İsterseniz bunu daha sonra açıklayalım. 
       
       Sedat Küçüka: Bir dinleyicimiz dedi ki Malezya ve Endonezya gibi ülkelerle bir araya gelip Avrupa Birliği’ne karşı bir alternatif oluşturabilir miyiz? Burdan da şunu sormak istiyorum, Kılıç Paşa’nın söylediği de bir kişisel görüş ve alternatif görüştü. Ne dersiniz, Avrupa Birliği’nin dışında bir alternatif arayışı olabilir mi? Türkiye başka bir yöne doğru kendini çevirip bu alternatifi bulabilir mi? 
       
       Rıza Küçükoğlu: Alternatifler konusu efendim burada zaten Avrupa Birliği’yle ilgili biraz da küreselleşmeyle ilgili tartışma ulus devlet kavramı ve ulusal hudutlar konusu. Şimdi o gün tartışılan ve bir senteze varılan başka bir konu vardı. Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh kavramı çok detaylı olarak ele alındı o toplantıda ve bu kavram açıklandı. Yani toprak bütünlüğüne sahip olacaksınız, ulusal hudutlarınız olacak, ulus devlet kimliğini koruyacaksınız. Kendi güvenliğiniz ve geleceğiniz için komşularla ilgili bir kuşak oluşturacaksınız ki Atatürk de bunu öngörmüştür ve dünya çapındaki barış girişimlerinde de aktif rol oynayacaksınız. Ancak eğer güvenliğiniz ve geleceğiniz zorla karşılaşırsa kendinizi de korumaya hazır olacaksınız. Şimdi bu anlamda bakıyoruz Atatürk döneminde de Balkan Paktı ve Bağdat Paktı gibi bir sürü girişimleri görüyoruz. Sonra Türkiye Cumhuriyeti her iki dünya savaşından sonra Birleşmiş Milletlerde de üyelikte hemen ön aldı. Sonra güvenlik şemsiyesi altında bile olsa NATO’ya da üye oldu. Ama bunlara bakıyoruz, her ülke ulus devlet anlamında eşit oya sahip. Yani ulusal kimlik yok edilmiyor. Ancak iki kavram buna ters düşüyor. Bunlardan bir tanesi küreselleşme ki küreselleşmeden kaçınamazsınız. Onun gelişmelerini yok sayamazsınız. Yoksa o dalganın üçüncü dalganın, denilen dalganın altında kalırsınız. Avrupa Birliği’ne geliyoruz, ilk kurucular ve şu andaki üyelerle ulusal kimlik yok edilmeden anlaşmaya varılmıştır ve bugün birleşik bir devlete doğru girilmektedir. 
       
       Sedat Küçüka: Burda bir saptama yapmama izin verin. Türkiye’nin ortak pazara, Avrupa Birliği’ne girişinde bir ulusal kimliği yitiriş gibi bir kaygısı var ama bunu hemen soracağım. Ama önce bir hattaki dinleyicimize dönüyorum. Buyrun efendim.. Dinçer Önal..
       
       Dinçer Önal: İyi yayınlar efendim. Ben aşağı yukarı 30-35 senedir Avrupalılarla iç içe yaşıyorum ve iş yapıyorum, devamlı gidip geliyorum. Benim gördüğüm şartlar dahilinde bizim Avrupa Birliği’ne kabul edilmemiz mümkün görünmüyor benim için. Sosyal olaylar bakımdan olsun, ticari bakımdan olsun, teknik bakımdan olsun, bizi almayacaklarına ben şahsen, çok arzu etmeme rağmen, almayacaklarına artık inanıyorum. Ancak bu Avrupa Birliği’ne girme dolayısıyla bu birtakım demokratikleşme ve insan hakları ve bunun gibi şeyler iyileşme olacağından da memnunum. Şimdi ben şöyle düşünüyorum, onu da Sayın Paşa’ma da sormak istiyorum. Biz buraya giremeyeceğimizi biliyoruz, fakat en azından biraz iyileştirme olması bakımından biz birtakım tavizleri verelim ama maksimum tavizler ve bozulmadan yapalım diyorum. Yani birtakım ödünleri verirken artık onurumuza dokunacak şeylere de dokunturtmayalım, nasıl olsa zaten bizi almayacaklar, biraz da buna sınır koyalım diye düşünüyorum efendim. 
       
       Sedat Küçüka: Dinçer Bey çok teşekkür ederim görüşleriniz için ve katıldığınız için. Hemen başka bir dinleyicime dönüyorum..Buyrun efendim..
       
       Selahattin Ünal: Şimdi ben Avrupa topluluğuna girme taraftarıyım. Tarım üzerine, gıda işletme üzerine iş yapıyoruz.. Basit bir olay anlatayım Avrupa topluluğunun önemini anlatmak açısından. Biz Almanya’ya uzun yıllardan beri fosfor üretimi yapıyorduk. Son İspanya ve Yunanistan’ın tam üye olmasından sonra kapasitemiz yarıyarıya düştü. Son ortak para birimine geçmeden önce fosfor üretimi yaptığımız Alman firması bizimle artık çalışmayacağını söyledi. Gerekçeyi sorduk, neden, fiyatlarımız daha ucuz olmasına rağmen. Bize dediler ki, Yunanistan’da bir tırı fabrikanın kapısından yüklüyoruz, Almanya’ya götürüyoruz, hiçbir formalite yok, hiçbir muamele yok. O yüzden orayı tercih ediyoruz, sizinle artık çalışamayacağız. İşte bu nedenle Avrupa topluluğunda olmamız gerektiğine inanıyorum ben. 
       
       Sedat Küçüka: Çok teşekkür ediyorum Selahattin Bey katkılarınız için. Sayın Paşam, lütfen kaldığımız yerden toparlayıp sonra bu soruları alarak devam edelim. 
       
       Rıza Küçükoğlu: Yalnız sorularda da aşağı yukarı konularımıza değinen bir şeyler var. Örneğin bütün soruyu soranlarda şöyle bir şey, özellikle son arkadaşımız Son arkadaşımız Selahattin Ünal Bey’in sorusunu şöyle cevaplandırmak istiyorum. Efendim Türkiye’de tartışma Avrupa Birliği’ne girelim mi girmeyelim mi konusu değil. Bunda hiç kimsenin tereddütü yok. Böyle güzel bir oluşumda yer almamayı düşünmek mümkün değil. Hiç Orgeneral Tuncer Kılıç da böyle bir soruyu sormadı, Sayın Manisalı da zaten böyle bir tartışma açmadı. Ama konu biz girebilecek miyiz giremeycek miyiz? Onun için soruyu soranlarla ve bütün bizimle bu programı paylaşanlarla burda bir kere görüş birliğine varmamız gerekir. Tartışma konumuz Avrupa Birliği’ne girelim mi girmeyelim mi konusu olmamalı. Efendim şimdi ulusal kimlikten bahsediyorduk, NATO’da örneğin yıllardır şemsiyesine girdik, biz de dünya barışına hizmet ettik ve Sovyetler Birliği’nin gelişmesine de engel olduk. Ancak eşit haklarda üyeydik. Bakın hep söylüyoruz, Afganistan’da Türk Silahlı Kuvvetleri kullanılır mı kullanılmaz mı derken NATO beşinci maddesi ortaya çıktı. Yani bizim tarafımızdan kabul edilmedikçe ABD’nin isteiği de olsa Türk Silahlı Kuvvetleri kullanılmadı. Ancak Avrupa Birliği şimdi bize ulusal kimliğimiz konusunda ve ulusal devlet kimliğimiz konusunda sorgulamalar ortaya koyuyor, problem bu noktadan çıkıyor. 
       
       Sedat Küçüka: Efendim izin verirseniz bir hatta dönmek istiyorum. Buyrun efendim..
       
       Semiha Yıldız: Kartal’dan arıyorum, İstanbul.. Şimdi bu Avrupa Birliği’ne giriş uyum yasalarında gözlemlediğim kadarıyla doğuda bir federasyon, bağımsız ve Türkiye’ye bağlı bir federasyon.. Örneğin dernekler yasası kanununu o şekilde değiştirilmek istenmekte. Öbür tarafta da yani namevcut bir şeyi mevcut yapmaya çalışmaktalar. Diğer tarafta Kıbrıs’ta mevcut olan bir devlet var. Türkiye, yalnızca Türkiye tanımış olsa bile yani bir mevcut var, bir devlet var Cumhurbaşkanıyla, bütün kurumlarıyla, okullarıyla vesaireleriyle. Bunları da yani birleştirmek istiyorlar. Yani bir çelişki değil mi? Türkiye’dekini ayırmak...
       
       Sedat Küçüka: Çok teşekkür ederiz Semiha Hanım katıldığınız için. Evet efendim, şimdi burda çok önemli bir yerde kalmıştık, aslında Semiha Hanım’ın sorusu da bunu bir bütünledi değil mi Paşam.. İsterseniz kaldığımız yerden devam edelim, söz sizin, buyrun efendim..
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim gerçekten hanımefendi aşağı yukarı söylenenlerin başlıklarını attı. Efendim kesinlikle ulus devlet, ulusal kimlik, ulusal hudutlar ortaya konulduğu zaman bir ülkenin her şeyden önce birlik beraberliği ve toprak bütünlüğü söz konusu. Eğer bazı kavramlar abartılarak ve bu birilerinin baskısıyla yapılırsa demek ki birlik beraberliğimizi kaybetmemiz ve toprak bütünlüğümüzden bazı ödünler vermemiz ve çevredeki bizim doğrudan doğruya her türlü çıkarlarımızı ilgilendiren Kıbrıs ve Ege gibi meselelerle vergisi gibi bir düşünceye girmemiz gerekir. 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

22 Mayıs 2019 Çarşamba

KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR BÖLÜM 3


KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR  BÖLÜM 3


5 § 1. maddesi, Sözlesmeye taraf devletlerin organize suçlarla yeterli önemler alınarak mücadele etmede güvenlik güçleri için büyük zorluklara sebep olabilecek bir biçimde süphesiz uygulanmamalıdır (bkz, mutatis mutandis, Klas ve diğerleri v. Almanya, 6 Eylül 1978). ADHM’in görevi 5 § 1 c) maddesinin c fıkrasında, belirtilen yasal amacı izleme dâhil belirtilen sartların davada yerine getirilip getirilmediğini belirlemekten ibarettir. Bu bağlamda, ADHM kendilerine sunulan delilleri incelemek için en iyi sekilde kurulan ulusal mahkemelerin 
değerlendirmesi yerine kendi değerlendirmesini yapma göreviyle normal kosullarda yükümlü değildir (Anılan Murray kararı). 

Somut olayda, ADHM, basvuranın Ergenekon ismindeki bir suç örgütünün hükümeti siddet yoluyla devirmek amacıyla faaliyetlere tesebbüs eden aktif üyelerinden biri olduğuna dair hakkında süphe edilmesi sebebiyle onun özgürlüğünden mahrum bırakıldığını tespit etmektedir. ADHM, Ddare’nin ulusal güvenlikten sorumlu bazı servislerinden gelen ve gizli olarak sınıflandırılan birçok belgeyi özellikle yasadısı olarak edinmis, Ergenekon örgütü tarafından planlanan yayınları yapmak amacıyla bir televizyon kanalı kurmus ve yönetmis ve 
evinde örgüt adına patlayıcılar bulundurmus olması yönünde basvuran hakkında süphelenildiğini gözlemlemektedir. ADHM, basvuranın Ceza Kanunu tarafından siddetle cezalandırılan üzerine atılı suçu islemis olacağına dair süpheler hakkında basvuranın örgüt askerlerinin talimatı üzerine hareket ettiğini gösteren telefon dinlemelerine dair raporlar, basvuranın yakalanmasından önce Savcılık tarafından çesitli aramaların yapıldığı sırada el konulan belgeler ve malzeme gibi delil unsurlarını dikkate almaktadır. 

Dolayısıyla, ADHS’nin 5. maddesinin 1. fıkrası bakımından basvuranın bir suç islemis olabileceğine dair “ hakkında süphelenilmesi için inandırıcı nedenlere ” dayanarak yakalanıp tutuklanabileceği sonucu ortaya çıkmaktadır ( Anılan Murray kararı, anılan Korkmaz ve diğerleri kararı, anılan Süleyman Erdem kararı). 

Basvuranın tutuklanmasının iç hukuktaki kurallara uygunluğu konusuna gelince (Bozano v. Fransa, 18 Aralık 1986, Wassink v. Hollanda, 27 Eylül 1990, Baranowski v. Polonya, Moren v. Almanya, 13 Aralık 2007, Öcalan v. Türkiye), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yukarıda belirtilen bu tespitlere atıfta bulunur. ADHM, kurumların – 6136 sayılı Kanun tarafından ve Ceza Kanunu tarafından öngörülen suçları islemis olduğuna dair Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 91 § 2. ve 100. maddeleri gereğince basvurandan süphelenmek için neden ve emarelerin varlığını öne sürerek basvuranı yakalamıs olduğunda, ulusal hukuk makamlarının somut delil unsurlarına dayandıklarını gözlemlemektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre; davada basvuranın tutuklanmasının yasaya aykırı olarak nitelendirilmesi konusunda ulusal makamlar tarafından öne sürülen yasal hükümlerin davada uygulanması ve yorumlanmasının keyfi olduğu veya makul olmadığı sonucu ortaya çıkmamaktadır. Böylelikle, basvurunun bu kısmı açıkça dayanaktan yoksun olup Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4.fıkraları uyarınca reddedilmelidir. 

3. Basvuran, öte yandan yakalanmasının ve kendisi hakkında yapılan suçlamaların nedenlerine dair bilgilendirilmediğini iddia etmektedir. 

Bu bakımdan, Sözlesme’nin 5 § 2. maddesini ileri sürmektedir. 

ADHM, 5. maddenin ikinci fıkrasının temel bir güvence sunduğunu hatırlatmaktadır: Yakalanan her kisi, yakalanma nedenini bilmelidir: 5. maddenin sunduğu koruma sistemine dâhil olarak, 4. fıkra gereğince bir mahkeme nezdinde kisinin tutukluluğunun yasaya uygunluğunu tartısabilmesi amacıyla onun özgürlüğünden yoksun bırakılmasıyla ilgili olgusal 
ve hukuki nedenlerin anlasılır ve basit bir anlatımla kendisine bildirilmesini gerektirmektedir (Anılan Fox, Campbell ve Hartley kararı ve H. B v. Dsviçre, 5 Nisan 2001). 

ADHM, öte yandan 5 § 2. maddesine göre nedenlerin tutuklu kisiye ne yazılı olarak ne de özel herhangi baska bir sekil altında bildirilmesinin gerekmediğini hatırlatmaktadır. Bilgilerin kapsamı konusunda, sanığın tutuklanması esnasında onun aleyhine yapılan suçlamaların tamamını belirtmek, 5 § 2 maddesi bakımından gerekmemektedir (Soysal v. Türkiye, no 50091/99, 3 Mayıs 2007). 

Somut olayda, ADHM, basvuranın yakalanması esnasında Dstanbul polis memurlarının, Ergenekon isimli bir terör örgütüne üye olduğu ve bu örgüt adına faaliyetleri yürüttüğüne dair hakkında süphelenildiği yönünde basvuranı bilgilendirmis olduklarını tespit etmektedir. Onun yakalanmasının ardından hemen polis merkezinde ilgilinin sorusturması, Ergenekon örgütünün yapısı, üyeleri arasındaki iliskiler ve basvuranın, örgütün varsayılan diğer üyeleri ile olan telefon konusmaları hakkında yapılmıstır. Dosyadan aynı zamanda su sonuç çıkarılmıstır: Basvuran, tutukluluğun yasaya uygunluğu konusunda itiraz etmek için Dstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan itirazlarda bu bilgilere basvurmustur. 

ADHM, basvuranın yakalanması sırasında, en azından tutukluluğun basından itibaren basvuranın bir mahkeme nezdinde tutukluluğun yasaya uygunluğunu tartısılabilmesi amacıyla özgürlüğünden yoksun bırakılmasındaki hukuki ve olgusal nedenlere dair gereğince bilgilendirilmis olduğunu tespit etmistir (Anılan Fox, Campbell ve Hartley kararı ve anılan H.B. kararı). 

Basvurunun bu kısmının aynı zamanda açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4. fıkraları gereğince reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıstır. 
4. Basvuran, ayrıca Emniyet Müdürlüğü’nde geçen sorusturma süresinin ve bu sorusturmanın gerçeklestirildiği kosulların Sözlesme’nin 3. maddesi bakımından insanlık dısı ve alçaltıcı bir muamele olarak incelendiğini iddia etmektedir. ADHM, bir muamelenin 3. maddenin kapsamına girebilmesi açısından değerlendirmesi, basvuruyla ilgili verilerin tamamına, özellikle muamele süresine ve muamelenin fiziksel veya ruhsal etkilerine ve bazen de mağdurun cinsiyeti, yası, sağlık durumuna bağlı olan asgari düzeyde bir önem tasıması gerektiğini hatırlatmaktadır. (bkz. örneğin İrlanda v. Birlesik Krallık, 18 Ocak 1978). Üstelik ADHM, 3. maddeye aykırı olan muamelelerin düzenlenmesinde kendi nezdinde delil unsurlarının değerini değerlendirmek amacıyla “her türlü makul süphenin ötesinde” delil unsurunu kullanmaktadır. 

Böyle bir kanıt, çürütülemeyen, yeterince önemli, kesin ve uygun olan karine veya emarelerin hepsinin bir sonucu olmaktadır (ibidem). 

Özellikle, bir muamelenin önceden tasarlanarak uzun bir süre boyunca uygulanması veya vücutta hasarlara ya da fiziksel veya ruhsal derin acılara sebep olması halinde 3. madde bakımından insanlık dısı olarak görülmektedir (bkz. Kulda v. Polonya, nº 30210/96). Ayrıca bir muamelenin 3. madde anlamında “asağılayıcı” olup olmadığını arastırırken, ADHM amacın ilgiliyi küçük düsürmek ve gururunu kırmak olup olmadığını, bu konuda düsünülen önlemin 3. maddeye uygun olmayan bir biçimde ilgilinin kisiliğine zarar verip vermediği  ni inceleyecektir (Albert ve Le Compte v. Belçika, 10 Subat 1983). 

Bir sorusturma kapsamında, bir kisinin yakalanmasının veya tutuklanmasının 3.
madde gereğince asağılayıcı olarak kabul edilmesi için, bu hususlarla birlikte küçük düsürme veya asağılama durumları özel bir düzeyde bulunarak, her yakalama ve tutuklama hususuna göre her türlü durumda farklılık 
göstermelidirler (Anılan Öcalan kararı, mutatis mutandis, Raninen v. Finlandiya, 16 Aralık 1997, Recueil des arrêts et décisions 1997-VIII). 

Somut olayda, ADHM, ilgilinin herhangi bir delil sunmadığı gibi sorusturma süresinin ve bu sorusturmanın kosullarının 3. maddenin kapsamına girecek ağırlıktaki asgari esik sınırına ulastığı sonucuna varmasına imkân sağlayacak herhangi bir emare öne sürmediğini göz önünde bulundurmaktadır (bkz. aynı bağlamda Erda ve diğerleri v. Türkiye, noº 499/02, 1 Haziran 2006). Dolayısıyla bu sikâyetin aynı zamanda açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4. fıkraları gereğince reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıstır. 
5. Sözlesme’nin 6 § 1. maddesini ileri sürerek, basvuran yargılama süresinin uzunluğundan sikâyetçi olmaktadır. 

ADHM, dikkate alınacak sürenin basvuranın yakalanma tarihi olan 23 Eylül 2008’de baslamıs olduğunu dikkate almaktadır. Dava, halen özel Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde devam etmektedir. Bugün itibarıyla, dava üç yıldan biraz daha fazla sürmüstür. ADHM, bir dava süresinin makul niteliğinin dava kosullarına göre ve asağıdaki kriterler bakımından değerlendirilmesi gerektiğini dile getiren yerlesik içtihadını hatırlatmaktadır: davanın karmasıklığı, basvuranın ve yetkili makamların davranısı ve ilgili için davadaki özel durum (bkz. Sürmeli v. Almanya, no 75529/01, McFarlane v. İrlanda, no 31333/06, 10 Eylül 2010). 

ADHM, bir taraftan iddianame içeriğinde yer alan basvuran aleyhine olan delillerin sayısının, diğer taraftan aynı davadan yargılanan sanıkların sayısının fazlalığı nedeniyle, davanın karmasık bir yapıya sahip olduğunu tespit etmistir. 

ADHM, makamların tutumu konusunda, Bassavcılığın basvuranın yakalanmasının ardından altı aydan daha az bir süre içinde iddianamesini sunmus olduğunu tespit etmistir. 

ADHM, öte yandan basvuranın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önündeki davasının görülmesi sırasında çalısılmadan geçen önemli süreçler olduğunu gözlemlemediğini ve Türk adli makamlarının süratinde herhangi bir kusku unsuru bulunmadığını tespit etmistir. 

Sonuç olarak, ADHM dava kosullarının tamamını ve özellikle davanın karmasıklığını göz önünde bulundurarak, genel olarak ele alınan dava süresinin somut basvuruda 6 § 1. maddesi bakımından makul süreyi asmadığını tespit etmistir. Böylece bu sikâyetin Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4. fıkraları gereğince açıkça dayanaktan yoksun olarak reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıstır. 

6. Sözlesme’nin 13. Maddesinden ayrı ya da onunla birlikte 6 § 1 maddesini ileri süren basvuran, nihayetinde kendisinin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme nezdinde adil bir yargılamadan faydalanmamaktan ve bu duruma itiraz edebileceği iç hukukta etkili bir basvuru yoluna sahip olmadığından ötürü sikâyet etmektedir. 

Bununla birlikte, ADHM basvuran aleyhinde sürdürülen ceza davasının bu hususta ilk derece mahkemesi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde halen derdest olduğunu değerlendirmektedir. ADHM, o halde basvuran aleyhinde açılan davayla ilgili genel bir inceleme yapacak asamada değildir. ADHM, ayrıca ne basvuran aleyhinde yapılan suçlamalar konusunda Ağır Ceza Mahkemesi’nin karar vereceği duruma dair ne de muhtemel bir temyizin sonucuna dair görüs sunamayacağını tespit etmistir. 
Ulusal mahkemeler nezdinde davanın mevcut asamasında, basvuranın Sözlesme’nin 6. maddesinin hükümlerinin herhangi bir ihlali konusunda sikâyet edemeyeceği sonucuna varılmaktadır. Bununla birlikte, basvuran kendisi hakkında yürütülen ceza davası konusunda iddia ettiği ihlallerden dolayı mağdur olduğunu düsünmesi halinde, onun yeniden ADHM’e basvurmasına izin verilmektedir. O halde, basvurunun bu kısmının incelenmesi için prematüredir (bkz. Baltacı v. Türkiye, nº 495/02, 14 Haziran 2005). 
6 § 1 maddesiyle ilgili tespitlerini göz önüne alan ADHM, Sözlesme’nin 13. Maddesi kapsamında davayı incelemenin yararsız olduğu yargısına varmaktadır; çünkü bu hükmün gerekleri, 6 § 1 maddesinin gereklerinden daha az katıdır ve 6. maddenin gereklerince kapsanmaktadır (bkz. örneğin, Hentrich v. Fransa, 22 Eylül 1994). 

Böylelikle, Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4. fıkralarına dayanarak basvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olarak aynı zamanda reddedilmesi gerektiği uygun düsmektedir. 

Bu gerekçelerle, ADHM, oy birliğiyle, Tutukluluk süresi ve bu süreye itiraz etmek için etkili bir iç hukuk yolunun olmadığı iddiası ile ilgili olarak, Sözlesme’nin 5. maddenin 3. ve 4. fıkralarına iliskin basvuranın 
sikâyetlerinin incelenmesini ertelemis; 

Diğer sikâyetler konusunda basvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermistir. Stanley Naismith Françoise Tulkens 
Yazı İşleri Müdürü Başkan 


***

KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR BÖLÜM 2


KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR  BÖLÜM 2


B. İlgili İç Hukuk 

1. Ceza Kanunu’nun Hükümleri 

Ceza Kanunu’nun 311 § 1. Maddesi asağıdaki gibidir: 

“ Cebir ve siddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye tesebbüs edenler ağırlastırılmıs müebbet 
hapis cezasıyla cezalandırılırlar.” 

Ceza Kanunu’nun 312 § 1. maddesi aşağıdaki gibidir: 

“ Cebir ve siddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye tesebbüs eden kimseye ağırlaştırılmıs müebbet hapis cezası 
verilir.” 
Yasadısı bir örgüte mensup olma suçunu öngören, Ceza Kanunu’nun 314. maddenin 1. ve 2. fıkraları asağıdaki gibidir: 
“ 1. Bu kısmın dördüncü ve besinci bölümlerinde yer alan suçları islemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kisi, on yıldan on bes yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 
2. Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, bes yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 

Ceza Kanunu’nun 327 § 1. Maddesi söyledir: 

“ Devletin güvenliği veya iç veya dıs siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.” 

Ceza Kanunu’nun 334 § 1. Maddesi söyledir: 

“ Yetkili makamların kanun ve düzenleyici islemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” 

3. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun Hükümleri 

Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 91 § 2. Maddesi sunu içermektedir: 
“Gözaltına alma, bu tedbirin sorusturma yönünden zorunlu olmasına ve kisinin bir suçu islediğini düsündürebilecek emarelerin varlığına bağlıdır.” 
Tutukluluk, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 100. ve devamındaki maddelerinde ele alınmaktadır. 100. maddeye göre bir kisinin suç islediğine dair kuvvetli süphelerin varlığını gösteren olaylar olduğunda ve geçici tutukluluğun bu hükümde sıralanan gerekçelerden biri ile haklı gösterilmesi durumunda ancak bu kisi geçici olarak tutuklanabilmektedir. Geçici tutukluluk hali, firar durumunda ya da firar riski olduğunda veya süpheli kisi delilleri gizleme veya değistirme veya tanıkları etkileme riski tasıdığında haklı olarak kabul edilmektedir. 

Şüphelinin özellikle Devlet’in güvenliğine ve anayasal düzene karsı bazı suçları islemis olduğuna dair kuvvetli süphelerin var olması aynı zamanda geçici tutukluluğu haklı gösterebilmektedir. 

Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 101. maddesi, geçici tutukluluğa Cumhuriyet Bassavcılığı’nın talebi üzerine tek hâkim tarafından sorusturma asamasında ve savcının talebi üzerine ya da resen yetkili mahkeme tarafından karar asamasında hükmedildiğini öngörmektedir. Geçici tutuklanma ve tutukluluk halinin devamıyla ilgili hükümler bir itirazın konusu olabilmektedir. Bunlara iliskin kararlar, hak ve hukuka uygun olarak gerekçelendirilmelidir. 

Kanununun 104. maddesine göre, sanık veya suçlanan kisi davanın her anında serbest bırakılmayı talep edebilmektedir. Tutukluluğun devamı ya da serbest bırakılma kararı bir hâkim veya bir mahkeme tarafından alınmaktadır. Serbest bırakılma talebinin reddedilmesi yönündeki karar, aynı zamanda itiraza da uygundur. 

ŞİKÂYETLER.,

Basvuran, Sözlesme’nin 3. maddesini ileri sürerek, Emniyet Müdürlüğü’ndeki sorusturma süresinin ve bu sorusturmanın yapıldığı kosulların bu bakımdan insanlık dısı ve alçaltıcı bir muamele olduğunu iddia etmektedir. 

Basvuran, Sözlesme’nin 5 § 1. Maddesini ileri sürerek, özgürlüğünden mahrum bırakılmasının ne ulusal mevzuata ne de Sözlesme’ye uygun olmadığından dolayı sikâyetçi olmaktadır. Çünkü basvuran, suç islemis olacağına dair “ inandırıcı nedenler” olmadan yakalandığını ve tutuklandığını ileri sürmektedir. 

Öte yandan, basvuran Sözlesme’nin 5 § 2. maddesi bakımından, yakalanmasının nedenleri ve suçlamalar konusunda yakalandıktan hemen sonra haberdar edilmediğini ileri sürmektedir. 

Basvuran, Sözlesme’nin 5 § 3. maddesi bakımından su anda üç yıldan fazla olan tutukluluk süresinin asırı olduğunu ileri sürmektedir. 
Basvuran, Sözlesme’nin 5 § 4. ve 13. maddelerini ileri sürerek, tutukluluk halinin devamına itiraz etmek için etkili bir iç hukuk yolunun olmamasından sikâyet etmektedir. 
Yargı organlarının silahların esitliği ilkesine uymadan ve durusma yapmaksızın tahliye taleplerini reddettiğini ileri sürmektedir. 
Basvuran, Sözlesme’nin 6 § 1. maddesini öne sürerek, öncelikle kendisi hakkında baslatılan ceza yargılamasının asırı uzun olduğunu ileri sürmektedir. 
Basvuran, 13. maddeden ayrı ya da bu maddeyle bağlantılı olarak Sözlesme’nin 6 § 1. maddesini öne sürerek, nihayetinde dosyadan sorumlu hâkimlerin Savcılık ve adli polisle sıkı bağlarının olması, onların Adalet bakanı tarafından yönetilen bir kurum olan Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yetkisine tabi olması gerekçeleriyle - bağımsız ve tarafsız bir mahkeme nezdinde adil bir yargılamadan yararlanmadığını ve bu duruma iç hukukta itiraz edebileceği etkili bir basvuru yolunun bulunmadığından sikâyet etmektedir. 

HUKUKİ DEĞERLENDİRME 

1. Basvuran, tutukluluk süresinin Sözlesme’nin 5 § 3. maddesi gereğince makul olmadığını ileri sürmektedir. Diğer yandan, basvuran Sözlesme’nin 5 § 4. ve 13. maddelerini ileri sürerek tutukluluk halinin devamına itiraz etmek için iç hukukta etkili bir basvuru yoluna sahip olmadığından sikâyet etmektedir. Yargı organlarının basvuranın serbest bırakılması yönündeki talepleri hakkında karar verirken, çekismeli yargılama ve silahların esitliği ilkelerine saygı gösterme diklerini ifade etmektedir. Dosyanın mevcut durumu dikkate alındığında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu sikâyetlerin kabul edilebilirliği konusunda karar verme asamasında olmadığını saptamıs olup ve İçtüzüğün 54 § 2 b) maddesi gereğince bu sikâyetleri davalı devlete bildirmenin gerekli olduğu kanaatine varmıstır. 
2. Sözlesme’nin 5 § 1. maddesini öne sürerek, basvuran aynı zamanda bir suç islemis olmaktan dolayı hakkında süphe duyulması için inandırıcı nedenler olmadan yakalanmıs ve tutuklanmıs olmasından sikâyet etmektedir. ADHM, basvuranın kendisinin yakalanması ve tutuklanmasının yalnızca Sözlesme’nin 5 § 1. Maddesinin hükümlerine değil aynı zamanda, 5 § 1 maddesi bakımından iç hukuk yollarına da aykırı olduğunu ileri sürdüğünü dikkate almaktadır; bu yollar, bir suç islemis olmaktan dolayı ilgili hakkında süphelenilmesini gerektiren inandırıcı nedenlerin olması halinde ilgilinin serbest bırakılma konusunda Sözlesme’nin kurallarına benzer kurallara dayanmaktadır. ADHM o halde, sikâyeti öncelikle Sözlesme’nin 5 § 1 c) maddesi açısından “ inandırıcı nedenler” baslığı altında inceleyecektir. 

ADHM, 5 § 1. c) maddesinin sadece kisinin bir suç islediğine dair süphelenilmesi için inandırıcı nedenler olduğu takdirde yetkili yargı organlarının kisiyi mahkemeye çıkarması amacıyla bir ceza davası çerçevesinde onun tutuklanmasına izin verdiğini hatırlatmaktadır. 

Tutuklanmanın dayandırılması gereken süphelerin “ inandırıcı niteliği” 5 § 1. c) maddesi tarafından sağlanan korunmanın temel bir unsurunu olusturmaktadır. İnandırıcı süphelerin varlığı, söz konusu kisinin suçu islemis olacağına dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye uygun bilgileri ve olayları öngörmektedir. İnandırıcı olarak kabul edilebilecek durum, bununla birlikte kosulların tamamına bağlıdır (Fox, Campbell ve Hartley v. Birlesik Krallık, 30 Ağustos 1990, O’hara v. Birlesik Krallık, Korkmaz ve diğerleri v. Türkiye, Süleyman Erdem v. Türkiye, 19 Eylül 2006, ve Çelik ve Yıldız v. Türkiye, 10 Kasım 2005). 

Öte yandan, 5 § 1 maddesinin c) fıkrası, kisinin yakalanması esnasında onu suçla itham etmek için polisin yeterli delilleri toplamıs olmasını gerektirmez. 5 § 1. maddesinin c) fıkrası bakımından, bir tutukluluk süresince sorusturmanın konusu, tutuklamayla ilgili somut süpheleri doğrulayarak veya ortadan kaldırarak ceza sorusturmasını tamamlamaktır. 

Böylelikle süphelere mahal veren olaylar, sorusturmanın daha sonraki asamasında araya giren, bir mahkumiyete karar vermek veya hatta bir suçlamayı haklı çıkarmak için gerekli olan olgularla aynı düzeyde olması gerekmemektedir ( Murray v. Birlesik Krallık, 28 Ekim 1994, ve anılan Korkmaz ve diğerleri kararı). 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***