24 Mayıs 2019 Cuma

TÜRKİYE NEREYE DOĞRU GİTMELİ,? BÖLÜM 3

TÜRKİYE NEREYE DOĞRU GİTMELİ,?  BÖLÜM 3


       Soner: İyi günler efendim. Bir yerinde şöyle bir şey dendi, Türkiye bütün bu kurallara uysa bile Avrupa’nın bize dayatmış olduğu, tırnak içinde söylüyorum bunu, yine de bizi alırlar mı diye Sayın Paşa yahut Kurmay Albay’a böyle bir soru geldi. Ben bu konuda ufak bir yorum yapmak istiyorum. Yani biz bu kuralları, ne bileyim, evrensel denen bugün bu kuralları uygularsak eğer ülkemizde, işte ekonomisiyle sosyal hayatıyla, teknolojisiyle, iktisadi hayatıyla.. Acaba zaten onların bizi almasına gerek kalır mı? Ne bileyim, bugün bir Norveç girmek istedi, ayak diriyor, İsviçre deseniz öyle.. Yani bu ülkelerin Avrupa topluluğuna ihtiyacı yok. Dolayısıyla bizim de bu konuma gelmemiz zaten bizim direk olarak girmemizi gerektirir. Yani biz eğer uluslararası normlara uyarsak zaten girmiş olmuyor muyuz...
       
       Sedat Küçüka: Peki çok teşekkür ederim Soner Bey görüşleriniz ve katkılarınız için. Efendim artık size dönüyorum, buyrun lütfen. 
       
       Rıza Küçükoğlu: Herşeyden önce Ankara’dan bir şoför arkadaşın hassasiyetine değinmek istiyorum. Efendim burada dernekler yasası gündeme geldi. Dernekler yasası gündeme geldi son günlerde en büyük endişem acaba etnik arayışlar gibi kültürel arayışlar da istismar edilebilir mi? Efendim ben bunu yaşadım. 1995 yılında Gazi Mahallesi’nde barikatın içine giren, tabancısını çıkarıp o olayı bastıran Rıza Küçükoğlu benim. Dikkat ederseniz o günlerde en çok ki bütün Türkiye yanında Alevi vatandaşlarımızın saygısını da kazanmıştım. Çünkü ben ne çocukluğumda ailem içerisinde ne de biz askeri okullarda ve silahlı kuvvetlerde Alevi kimliği nedir diye bir kimlikle tanışmadık ve bize bu öğretide bulunulmadı. İlk defa ben Alevi vatandaşlarımızda Yüzbaşıyken pilot olarak mecburen indiğim Kiğı kazasında zorunlu iniş yaptığımız helikopterle indiğim ve mükemel evsahipliğiyle karşılaştım. Ve ben komutan olarak hiçbir zaman, zaten kendimin bile ben hangi mezhebe aitim diye sorgulamadım. Ben evet inanıyorum, Müslümanım. Ama hangi mezheb gibi ayrım, nüfus kağıtlarından kaldırılmasını da gönülden destekleyen biz askerleriz. Yani biz bir öğretide bulunmadık. Ama Gazi Mahallesi’ne geldim, baktım devletin caddesinde barikatlar var. Orda işine gidemeyen, sağlık sorunu olan insanlar var ama insanların içinde de onları kışkırtan unsurlar var. Yüzlerini açamayan, kırmızı renkler, değişik bayraklarda insanlar var. Ve iletişim kuran da Dede Hüseyin Bey, baktım ki Hüseyin Bey diyaloğa hazır, ben o gün benim vatandaşım bir komutana bir şey yapmaz diye barikatın içinde tabancayı çıkararak girdim ve buna bütün basın şahit oldu. İşte o insanlar beni kucakladı, bırakarak girdim ve tek başıma girdim. Ve ertesi gün de cenazeyi barikatları açarak içeriye sokturan komutanım. Ben orda inanıyordum ki olaylar nasıl gelişmişse gelişmiş ama bundan en fazla zarar gören o yoksul insanlardı. O benim vatandaşım. Ama benim vatandaşım başkasının kışkırtmasıyla devletin sokaklarında barikat kuramaz. İşte bu ikili diyalogla bu meseleyi çödük ve şunu tekrar vurguluyorum, aman hangi kimlikte hangi etnikte, hangi kültürel yapıda olursa olsun lütfen özellikle Avrupalılar’ın kışkırtmasına girmeyin, gelin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ne mutlu Türküm diyen kavramı içinde birbirimizi sorgulamadan geleceğe yönelik gidelim. Efendim şimdi askerler stratejiyle, özellikle Avrupa Birliği starejiyle... Ben şu anda asker değilim, ben aynı zamanda doktoramı yapmaya çalışan, bir üniversitede öğretim üyesi ve genel sekreterim. Ancak tabiki 14 yaşında girdiğim 43 meslek yaşamımı da geride bırakmam mümkün değil, o benim kurumsal bir onurum. Efendim askerler bugün, Harp Akademilerini özellikle açıklamak istedim, harp okulundan itibaren milli güç unsurlarını oluşturan ekonomi dahil, coğrafya dahil bütün bilimleri ciddi olarak çalışmak zorunda ve stratejilerin oluşmasını da önemli katkılar, Milli Güvenlik Kurulu’nun içinde askerlerin bulunma nedeni de budur. Hatta Amerika’da söylüyorum, Amerika’da harp koleji dediğimiz en büyük eğitim kurumunu bitiren subaylar senatörlere milli güvenlik konusunda senato içinde danışmanlık yapar. Başkanın askeri danışmanı vardır. Orada da stratejinin bütün boyutları tabiki doğal olarak Avrupa Birliği süreci ciddi olarak ele alınır. Bir tek şey yasaktır: iç politika. 
       
       Sedat Küçüka: Evet, hattımıza dönüyorum, bekleyen izleyicimiz var mı diye.. Buyrun efendim sizi dinliyorum. 
       
       Medeni Kırıcı: İyi akşamlar efendim.. Benim birkaç görüşüm var. Şimdi olay şu; Avrupa Birliği’ne girmemizden bir sakınca neden görülüyor, bir? İkincisi; neden bu kadar kaygılıyız, neden bu kadar kutuplaşma ihtiyacı hissediyoruz? Üçüncü sorum ise asker neden ille de her kesin ve her şeyin üstünde kendisini görme ihtiyacı hissedebiliyor? Zaman zaman şu ülkede her 10-12 yılda bir darbe yapılmadan neden böyle daha sivilleşmeden korkuluyor? Acaba bir saltanatlarına, makamlarına bir ziyan mı geliyor diye kaygılanmıyor değilim.. Yani böyle bir çekinceleri mi var acaba düşünmeye başlıyorum bir sivil insan olarak..?
       
       Sedat Küçüka: Çok teşekkür ediyoruz görüşleriniz için efendim, bir telefon daha rica ediyorum. Buyrun efendim, görüşlerinizi alalım. 
       
       Tuncay: Ben şunu sormak istiyorum Sayın General’e.. Şimdi bu Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin yaptığı açıklamadan sonra bir de siyasetçilerle bir çatışmada var gibi göründü. Bu bir dualist yapı çıktı ortaya. Bu dualite de şunu gösteriyor; Türkiye’de Avrupa Birliği’ne girme konusunda bir devlet politikası eksikliği göze çarpıyor. Bu nasıl giderilebilir? İkincisi; bir de askerlerin endişesi şu, az önce hocamı da dinledim, eğer bu özgürlükler Avrupa standartlarında Türkiye’de demokrasi gelişirse bunu etnik gruplar veya dini gruplar istismar eder mi diye bir devlet fobisi var. Bizim bu devlet fobisinden kurtulmamız için asker ve bürokratlar ve siyasetçiler arasına nasıl bir uzlaşma yapılması gerekir ki bir devlet politikası ortaya çıksın? Teşekkür ederim. 
       
       Sedat Küçüka: Biz teşekkür ederiz Tuncay Bey.. Katkılarınız ve görüşleriniz için isterseniz efendim burdan başlayalım. Son görüşten, sorudan, sonra devam edelim.. Buyrun efendim..
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim her şeyden önce genç bir arkadaşımızın söylediği de önemli. Gerçekten askerler her şeyin üzerinde kendilerini görmek gibi bir endişesi olduğuna pek katılamıyorum ve özellikle Sayın Genelkurmay Başkanımız ve bütün askeri yetkililer bugünlerde tam aksi kavramı ortaya koymak için bir çaba içerisindeler. TSK Türk milletinin emrinde ve hep biz şunu söylüyoruz, keşke en güvenilen kurumlar arasında diğerleri de birlikte yer alsa. Ama milletin de TSK’ya hala en fazla güveniyorum diye bir kamuoyu sonucu var, bir inanış var. Ve bu övünülecek bir şey ama istiyoruz ki diğer kurumlar da aynı derecelenmede olsunlar ve bunun olacağına da inanıyoruz. Efendim demokratikleşme dışında askerlerin artık bir beklentisi yok. Ve hepimiz biliyoruz ki askerin de öyle bir daha iktidara gelmek gibi hevesi ve heyecanı yok. Efendim beyefendinin söylediği çok güzel. Diyor ki acaba biz Avrupa standartlarını tutturursak, Avrupa Birliği standartlarını, demokratikleşme artarsa etnik ve dinsel ayrılıkçı hareketlerin doğmasından mı çok korkuyorlar. Efendim bu sorunun içinde cevap açık, demokratikleşme zaten bizim cumhuriyet tanımımızın içinde ve temelini oluşturan bir ilke. Ancak demokratikleşme tanımının içinde hiçbir zaman bir devleti oluşturan unsurlardan, yani birlik beraberlikten vazgeçmek mümkün değil. Bunu kendisi demokratik sayan hiçbir ülkede kendi içindeki bu ayrılıkçı hareketleri kolay kolay kabul etmez ve bunun kökenine inmek zorundadır. 
       
       Sedat Küçüka: Efendim, sizden bir derleme toparlama rica edeceğim konuştuklarımızla ilgili. Sonra Sayın Prof. Dr. Mehmet Altan’la devam edeceğiz. Sayın Paşam, Kılıç’ın sözlerinden, Orgeneral Kılıç’ın sözlerinden bahsettik. Bizim konumuzun da altbaşlığında biliyorsunuz Türkiye nereye doğru gitmeli? Ama altında Avrupa Birliği, ABD ve sınır komşuları arasında gelecekte Türkiye’nin yönü ne olacak diyoruz? Örneğin İran’la ilişkiler.. Hemen İran’la ilişkiler deyince aklıma 28 Şubat süreci geliyor. Örneğin İran’la ilişkiler 28 Şubat süreciyle ters düşer mi? Veya Türkiye’nin gelecekte size göre yönü komşularına nasıl olmalı? Buyrun efendim...
       
       Rıza Küçükoğlu: Efendim bu zaten 28 Şubat süreciyle bağdaşmıyor tartışması gündeme gelmişti, bunu hatırlattığınız için teşekkür ediyorum. Biz İran’la zaten vaktiyle ortaklıklarımız vardı. Bilindiği üzere Amerika, Pakistan, İran ve Türkiye bir kuruluşun içerisindeydi ve bu aynı zamanda bir güvenlik organizasyonuydu. Şimdi İran’la ne sorunlarımız var? İranla demek ki PKK’ya verdiği destek ve rejim ihracı dediğimiz konularda problemlerimiz çıktı. Egendim İran’ın esasında PKK’ya destek vermesi geçici bir olay olabilir. Çünkü Kuzey Irak’ta ve bizim ülkelerimizi kapsayacak bir Kürdistan devleti veya idaresinin ortaya çıkması en çok İran’ın menfaatini etkiler, ekonomik menfaatini hayati derecede etkiler. Yani İran’ın Kürt meselesi gibi bir meseleye gönülden ve köklü destek vermesi her an ortadan kalkabilecek bir faktördür. Şimdi rejim, onun bir rejimi vardır ve Türkiye’nin de bir devlet rejimi. Demek ki aradaki bazı sorunlar halledilebilirse hiç kimsede birbirine rejim ihraç etme merakında değildir. Efendim Türkiye’nin ilkesi şu olmalı; komşularıyla geçinemeyen bir Türkiye’nin geleceği olmaz. Efendim zaten Atatürk’ün dediği ifade de bununla çakışıyor. Efendim şimdi Avrupa Birliği’yle ilişkilerde yine şunu da söylemek istiyorum, Avrupa Birliği’ne girmek girmemek konusu değil. Hangi koşulda ve ne olabilir? İnönü’nün Jonhson’a söylediği deyişle ikisini eşleştirmek mümkümdür. Dünyada yeni bir düzen kurulur, Türkiye bu düzen içinde yerini alır. Ancak dikkat ederseniz ABD’yle köklü stratejik ortaklığımız hiç sona ermemiştir ve giderek güçlenmiştir. Ama nasıl koşulda? Türkiye daha saygın bir konumda ve daha bilinçli olarak bu ilişkiyi devam ettirmiştir. Efendim komşularımızı toparlıyoruz. Komşularda İran dışında, Suriye’yle ciddi bir meselemiz olduğunu sanmıyorum, Irak güncel bir konudur ve Gürcistan’a dikkat etmemiz gerekir. Önce izin verirseniz Gürcistan’a değinmek istiyorum. Gürcistan eğer bundan kısa bir süre önceki tartışmalar devam etseydi, yani Rusya eğer Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını ortaya koyup da Ermeni azınlığı da orda, onlara da değişik bir yönetim biçimi ortaya koysaydı belki bir yerde Ermenistan gelecek Karadeniz’e çıkacaktı. Yani Türkiye’nin karşısında belki de Rus ordularını görecektik. Ancak ABD olayın farkına varmıştır, Gürcistan’ın talebiyle terörle Gürcistan’ın baş etmesi için ona eğitim desteği vermiş ve Rusya’ya Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün önemini vurgulamıştır. Böylelikle kuzeyimizde bu problem ortadan kalkmış görünmektedir. Efendim son olarak, Irak’ta oluşacak oluşum ve orada çıkacak savaş kesinlikle Türkiye’nin ciddi olarak menfaatlerini etkiler ve Ortadoğu’da inanıyoruz ki bugünkü düzenden hiçbir zaman daha iyi bir düzen ortaya çıkmaz. İşte yine kişiliğini ve bağımsızlığını, egemenliğini koyarak Türkiye, ABD’den gelecek birlikte hareket edelim, gel Musul’u Kerkük’ü al gibi vaatlere kanmamalı, ve Misak-ı Milli hudutları içerisinde kalmalıdır, Türkiye’nin geleceği buna bağılıdır. 
       
       Sedat Küçüka: Sayın Emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, sonunda da çok güzel mesajlar verdiniz, çok teşekkür ederiz efendim bu saatleri bizimle paylaştığınız için, yorumlarınız için ve dinleyicilerimizden gelen halkın sesine kulak verip onları yanıtladığınız ve yorumladığınız için. Çok teşekkürler..
       
       Rıza Küçükoğlu: Ben teşekkür ederim. 
       
       Sedat Küçüka: NTV Radyo İstanbul stüdyolarında Halkın Sesi programına devam ediyoruz, konuğumuz değişti ama konumuz aynı. Konuğumuz Prof. Dr. Mehmet Altan.. Hoşgeldiniz efendim. 
       
       Mehmet Altan: Hoşbulduk. 
       
       Sedat Küçüka: Mehmet Altan, hemen size şunu sormak isteyeceğim, bu tarfikle Avrupa Birliği’ne bizi alırlar mı diye ama biraz sonra ona geleceğim.. Yolda kaldığınızı biliyorum..
       
       Mehmet Altan: Ölüm Allah’ın emri trafik olmasa..! 
       
       Sedat Küçüka: Aynen bunu bu şekilde Avrupa Birliği’ne çevirip veririz efendim. Konumuz Türkiye nereye doğru gitmeli, Avrupa Birliği, ABD ve sınır komşuları arasında yakın gelecekte Türkiye’nin yönü ne olacak? Çok kalın hatlarla size sormak istiyorum, Türkiye’nin yönü ne olmalı efendim?
       
       Mehmet Altan: Türkiye’nin yönü belli, çağdaş dünya olmalı. Çağdaş dünyaya da en yakın topluluk şu an bize elini uzatan Avrupa Birliği. 
       
       Sedat Küçüka: Avrupa Birliği’nden başka yolu olmamalı mı efendim..?
       
       Mehmet Altan: Hayır, yani yer yüzü standartı, çağdaşlık olmalı. Ama çağdaşlığa şu anda bizi en yakın taşıyabilecek unsur Avrupa Birliği. Yoksa yeryüzü Avrupa Birliği’nden ibaret bir husus değil. Ama yeryüzünün genel prensiplerine, ilkelerine, insan haklarına, demokrasiye, piyasa ekonomisine Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle geçme imkanının olmadığını görüyoruz. Bunun en somut örneği Türk halkı için Ankara Anayasa değişikliklerini mesela kendi inisiyatifiyle yapmadı. Avrupa Birliği’ne girmeseydik bu standart yükseltilmesi kendiliğimizden gelmeyecekti. Mesela batılıyız diyoruz 23’ten beri, Gümrük Birliği olmasaydı rekabet yasası çıkmayacaktı, bunlar dehşet verici örnekler. Yani bir yönetimin kendi halkının mutluluğu için çıkarması gereken yasaları, alması gereken tedbirleri dış dinamik olmayınca almaması beni dehşete düşürüyor. Onun için de bu dış dinamiğin yardımıyla Türkiye halkı bu çağdaşlığa varacak. O dış dinamiğin de şu anki en somutu, fiili temsilcisi Avrupa Birliği.. 
       
       Sedat Küçüka: Gerçekten çok dinamik girdik, buna devam edeceğiz ama hattımıza dönmek istiyorum, dinleyicimizin görüşleri ve soruları için.. Buyrun efendim.. 
       
       Zeki Kasapoğlu: Şimdi ben bu Avrupa Birliği konusunda bir görüşümü sunmak istiyorum. Şimdi Avrupa Birliği’ne eninde sonunda Türkiye’yi kendileri davet edeceklerine yani az da olsa belki biraz şey görülecek ama bunlar isteyecekler. Şimdi bu durum yalvarmakla, bazı şeyleri fedakarlık etmekle olmayacağına göre yani Avrupa Birliği’ne girmek için.. Neden bu acaba senelerden beri bu milletin sırtına bunca fedakarlıklar, yani kapatılması zor olacak bu yaraların verilmesi acaba bunun yarası, doktorluğunu kim tedavi edecek. 
       
       Sedat Küçüka: Hemen bunu soracağım Zeki Bey konuğumuza. Hattımızda bir konuğumuz daha var, onu rica edelim. Buyrun efendim, düşüncelerinizi alalım. 
       
       Serdar Küçük: İyi akşamlar efendim. Konuk değişti gerçi, ben radyoyu karıştırırken sonlarına denk geldim.. Avrupa Birliği’yle ben şunu merak ediyorum. Avrupa Birliği’nin bize katılım ortaklığı belgesinde yeni bir azınlık tanımı diretiyor veya söylüyor diyeyim. Bunda da Fener Rum Patrikanesi’nin tanımlaması da var. Malumunuz Amerika’da Bush ile birlikte görüştü ve geldi. Ve bizim devlet iradesinden kendisinin Patrik olarak tanınmasının talebinde bulunuyor. Bizim Lozan Anlaşmamıza göre, Türkiye’nin azınlığı belli, tabi bu bir ırçı olarak değil, Türkiye’nin milli ve dini bütünlüğü için. Bu manada ben şahsen fikirlerinizi....
       
       Sedat Küçüka: Hemen hemen Serdar Bey ben dönüyorum Sayın Mehmet Altan’a, bu konudaki fikirlerini soruyoruz efendim. 
       
       Mehmet Altan: Sayın Küçük’ün ben endişelerini anlıyorum. Ama o geçmişte kalması gereken bir endişe. Çünkü ulus devletin sanayi döneminin endişeleriyle biz düşünmeye devam ediyoruz. Ama yeryüzü değişti, neden değişti.? Artık insan beyninin yaratıcılığının büyük zenginlik getirdiği, insan beynini esas alan bir teknolojinin hayatı dönüştürdüğü, bilgisayarlı ortamlarda kol gücüyle çalışanların değil, beyin gücüyle çalışanların egemen olduğu bir dünya. Bu böyle bir dünya. Yani bunu esas tespit ettiğiniz vakit, insanın kendisi bizatihi kutsal. Yani sınırlar, topraklar, bölünme, bölünmeme gibi ulus devleti bir önceki dönemin korkularının yerini bunların endişelerinin yerini insanın birey olarak mutluluğu ve zenginliği alıyor. İnsanı hangi sistem mutlu edecek, hangi sistem zengin edecek? Bunlar, bu konuşmalar Türk insanının mutluluğu ve zenginliğini sağlayan konuşmalar değil. Türk egemenlerinin Türkiye’ye saldığı korkuların etkileri. 
       
       Sedat Küçüka: Hemen hattıma dönüyorum yine.. Buyrun görüşünüzü alalım efendim..
       
       Teoman Sipahi: Şimdi Avrupa Birliği konusunda birtakım acayip spekülasyonlar yapılıyor. Ondan biz büyük rahatsızlık duyuyoruz. Sanki Avrupa Birliği’ne karşı olmak vatana ihanetle eşdeğermiş gibi tutuluyor. Bir kere tabi Avrupa Birliği’ne falan karşı olan falan yok. Referandun yapıyorsun yüzde 80 çıkar. Gayet tabi çıkar. Çünkü zaten fakirlik gırtlağa gelmiş, işsizlik tepeye vurmuş. Bu durumda Anadolu’nun insanı bavulunu kaptığı gibi Avrupa’ya gideceğini zannediyor. Çok büyük bir yanılgı, çok büyük bir yanılgı. Peki Avrupa Birliği’yle serbest dolaşım tamamen ayrı anlaşmalar. Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerin serbest dolaşım için ayrıca bir anlaşmaya varmaları lazım. Hatırlanacağı gibi bundan belki 30 yıl kadar önce serbest dolaşım için bir ilke anlaşması yapılmıştı ve hatta bu bir takvime bağlanmıştı. Ve hatta bu takvim dolmuştu ve Avrupa’daki ülkeler bu anlaşmaya attıkları imzayı kabul etmediler. Dediler ki bizim imzamız var ama biz sizi serbest dolaşıma alamayız. Çünkü siz daha o duruma gelmediniz dediler. 
       
       Sedat Küçüka: Teoman Bey, gayet iyi anladım görüşünüzü ve sorunuzu. Çok teşekkür ediyorum görüşleriniz için efendim. Hemen hattaki diğer dinleyicimize dönüyoruz. Buyrun efendim görüşünüzü alalım..
       
       Mehmet Kurtuluş: Efendim ben çok çok değerli Çetin Altan’ın oğlu Mehmet Altan orda, ve ailece böyle bir insan, pırlanta, ekleyeceğim tek kelime yok..
       
       Mehmet Altan: Sağolun, çok teşekkür ediyorum, çok mersi. 
       
       Sedat Küçüka: Evet, bir önceki telefona dönelim mi Sayın Mehmet Altan..
       
       Mehmet Altan: Şimdi Teoman Bey, bütün soru yönelteceklerden benim bir ricam var.. Mesele Avrupa Birliği’yle Türkiye arasında değil. Mesele Türkiye’de yönetenlerle yönetenler arasında. Ben bu devlete, beni yönetenlere inanılmaz oranlarda vergiler veriyorum. Ve yeryüzü standartlarında hizmet bekliyorum, mutluluk bekliyorum, zenginlik bekliyorum. Şimdi bizi alırlar da almazlar da meselesinden önce Türkiye’yi yönetenler sürekli Türkiye’yi fakirleştiriyorlar ve dünya standartlarındaki özgürlüğün altında bir özgürlüğe Türkiye’yi mecbur kılıyorlar. Onun için biz yönetilenler olarak yönetenler hakkında ne düşünüyoruz bu önemli ve Türkiye Bu anlamda Türkiye’yi yönetenler burda piyasa ekonomisini uygulamıyor, demokrasiyi uygulamıyor, insan haklarını uygulamıyor, Yuninastan onun için sürekli bize fark atıyor. İlk önce meselemiz yönetilenler olarak yönetenlerin niye bizi, Türk halkını bu kadar geri bıraktığıdır, sonra Avrupa Birliği. Yani bu milliyetçilik meselesi değil, bu bireyin mutluluğu ve zenginliği. Meseleye yönetenlerle yönetilenler açısından bakmadığımız vakit, yönetenlerin beceriksiz yönetenlerin...
       
       Sedat Küçüka: Bu meseleye böyle bakmak da bir maharet gerektiriyor, öyle değil mi efendim..
       
       Mehmet Altan: Öyle bakmadığınızda bunu bir anlamı yok, çünkü aradan hesap vermesi gereken sıyrılıyor. 
       
       Sedat Küçüka: Anlıyorum efendim. Hemen telefona kulak veriyoruz. Buyrun efendim...
       
       Osman: İyi akşamlar efendim.. Ben İstanbul’dan arıyorum. Ben azınlık konularıyla ilgili bir soru soracaktım Mehmet Bey’e. Ben şimdi bir Güneydoğulu olarak bazı şeylerden yoksun olarak hissediyorum.. Ben Türkiye’nin bölünmesi anlamında söylemiyorum bunu, ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan da gurur duyuyorum. Ama bazı haklarımdan, örneğin televizyonlarda bir sürü Karadeniz türküleri var, Türkçe türküler var, ben Kürtçe türküleri göremiyorum.. Peki biz onlardan yoksun değil miyiz yani biz bu konuda fikirlerini alabilir miyim..?
       
       Sedat Küçüka: Hemen fikrini alacağım Osman Bey çok teşekkür ederim. Hattımızda bir dinleyicimiz daha var, ona dönüyorum.. Buyrun efendim, görüşlerinizi alalım. 
       
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder