2 Kasım 2017 Perşembe

AKP BİR AMERİKAN PROJESİ, AKP NASIL YARATILDI ? BÖLÜM 3

AKP BİR AMERİKAN PROJESİ,  AKP NASIL YARATILDI ? BÖLÜM 3

Cumhuriyet
Prof.Dr. Erol Manisalı
23 Eylül 2007
AKP NASIL YARATILDI ? (3)
Köktendinci-büyük sermaye evliliğinin iktidara taşınması ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi için yaşamsal önemdeydi
Yeni İslamcıların iktidara getirilişi
* 11 Eylül 2001’de patlak veren olay ABD’nin AKP’yi omuzlayıp iktidara hızla taşımasını kaçınılmaz hale getiriyordu. Kimi yabancı büyükelçiler Ankara’da verdikleri dar kapsamlı yemeklerle davet ettikleri kişilere AKP’ye katılmaları veya destek vermeleri konusunda telkinde bulunuyorlardı. İslamcılıkla (ve köktendincilikle) uzaktan yakından ilgisi bulunmayan kimi simalar buna uydular. Sarıklı-boyunbağlı ittifakının ilk adımları ABD’nin patronluğu altında atılmaya başlandı. Gazete patronları da bu davetlerin baş konukları arasındaydılar. Bu konuda İstanbul büyük sermaye çevrelerinde bir fikir birliği sağlandı.
1999’da Batı ile ilişkilerde Türkiye’yi denetim altına alacak altyapı mekanizmaları Avrupa Birliği ve IMF üzerinden kurulmaya başlandı; ön hazırlıklar tamamlanmıştı.
-Aralık 1999’da AB’nin Helsinki Doruk Toplantısı’nda “koşullu adaylık” imzalatıldı.
Başbakan Bülent Ecevit, “İmzaladım ama içime sindiremiyorum” diyordu. Hiçbir zaman tam üye yapılmayacağı AB sürecine Türkiye’nin bağlanması ve dışarıdan yönetilmesi anlamına gelen ilk adım atılmıştı. “İnisiyatif” Ankara’dan Brüksel’e geçiyordu. AB ile ilişkilerde gelmiş olduğumuz noktada 1999 Helsinki anlaşmasının Başbakan Ecevit’in söylediği gibi “niçin sindirilemeyecek bir bağlantı olduğunu bugün daha iyi görebiliyoruz.”
*Yine 1999 yılında IMF ile imzalanan iktisadi içerikli bir anlaşma ile Türkiye, ABD ve AB’nin iplerini elinde tuttuğu IMF’nin öngörüleri doğrultusunda hareket etmek zorunda olan bir ülke konumuna sokulmuştu.
Artık işbirliğine hazır bir iktidarın (partinin) Ankara’ya taşınması ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi için büyük önem taşıyordu. AKP, bu iktidara verilen ad olacaktı.
BÜYÜK SERMAYE AKP’NİN ARKASINDA
Türkiye’deki büyük sermaye (ve holdingler) ABD istediği için AKP’ye destek verdiler. ABD’nin Türkiye’deki resmi temsilcilikleri aktif bir biçimde çalışmaya başladılar. 2000 ve 2001 yılları hazırlıkların yoğunlaştığı bir dönem oldu.
11 Eylül 2001’de patlak veren olay ABD’nin AKP’yi omuzlayıp iktidara hızla taşımasını kaçınılmaz hale getiriyordu. Kimi yabancı büyükelçiler Ankara’da verdikleri dar kapsamlı yemeklerle davet ettikleri kişilere AKP’ye katılmaları veya destek vermeleri konusunda telkinde bulunuyorlardı.
İslamcılıkla (ve köktendincilikle) uzaktan yakından ilgisi bulunmayan kimi simalar buna uydular.
Sarıklı-boyunbağlı ittifakının ilk adımları ABD’nin patronluğu altında atılmaya başlandı.
Gazete patronları da bu davetlerin baş konukları arasındaydılar. Bu konuda İstanbul büyük sermaye çevrelerinde bir fikir birliği sağlandı. ABD’nin (ve İngiltere’nin) hangi partiye destek vermekte olduğu, kimleri iktidara getirmeye hazırlandığı kulaklara fısıldandı. ABD, büyük sermaye, AKP koalisyonu gerçekleştirildi.
Türkiye ekonomisinin yaklaşık yüzde 10’unu kapsayan büyük sermaye çevreleri Amerika’nın istekleri doğrultusunda hareket ederek AKP’yi destekleyeceklerdi. Soğuk savaş sonrasının yeni yapılanmasına hizmet etmek zorundaydılar. ABD’nin Türkiye için biçtiği elbiseyi birlikte halka giydireceklerdi.
Köktendinci-büyük sermaye evliliği aynen Amerika’daki yeni muhafazakârlar koalisyonu gibi Türkiye’de de sağlanıyordu. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi için önemli bir adım atılmıştı.
Ordu ABD’nin önünde en büyük engel
ABD-büyük sermaye-AKP koalisyonu ve BOP’un önündeki tek potansiyel engel TSK idi. AKP iktidarı ile TSK karşı karşıya getirilecekti.
AKP’nin arkasında ABD, AB ve büyük sermaye duracaktı.
*Büyük sermaye ve işbirlikçi köktendincilerin tekeline alınacak olan medya kanalı ile TSK yıpratılacaktı.
*Tarikatlar ve cemaatler TSK’ye karşı kullanılacaklardı.
*Bölücü güçler ve PKK, ABD ve AB tarafından desteklenerek TSK güç duruma sokulacaktı.
ABD, TSK’nin üst kademelerinde BOP’a karşı çıkmayacak ve destek verecek kadroların olması için vargücü ile çalışmaya başladı. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu ve MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç ‘ın yönetimdeki etkinliklerinden büyük rahatsızlık duyulmaktaydı.
14 Ocak 2002’de Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu’nun Rusya Federasyonu Genelkurmay Başkanı ile güvenlik konularını içeren bir çerçeve anlaşma imzalamasını ABD’nin AKP operasyonunu hızlandırmasına yol açtı.
Yine 7 Mart 2002’de Harp Akademileri’ndeki ulusal bir seminerde MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın yeni denge politikalarına geçilmesi konusunda benim savunduğum görüşlere tam destek vermesi, arkasından da “Türkiye, Rusya ve İran başta olmak üzere bölge ülkeleriyle işbirliğini geliştirmeli ve Batı’nın hesaplarını bozmalı” yönünde konuşma yapınca yer yerinden oynadı.(5)
TSK, ABD’nin BOP’una daha şimdiden tepki göstermeye başlamıştı. AKP’nin bir an önce iktidara getirilerek TSK’ye karşı kullanılması ABD için en öncelikli konu haline geldi.
Erdoğan ve Gül görücüye çıkıyor
Irak’ı işgale hazırlanan iki ortak ABD ve İngiltere’nin elemanları ve uzantıları, 2001 yılında yeni kurulmakta olan AKP’yi pazarlamaya başlıyorlar.
2001 yılında yeni kurulmakta olan AKP ve iki parlayan lideri Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ‘ün içeriden ve dışarıdan destekçileri giderek artıyor; dış destekler içinde ABD ve İngitere başı çekiyorlar. 2003 yılında Irak’ı işgale başlayacak olan iki stratejik ortak ABD ve İngiltere’nin elemanları ve uzantıları Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ü pazarlamaya başlıyorlar.
*18 Temmuz 2001’de Tayyip Erdoğan İsrail Büyükelçisi David Sultan ile görüşüyor. Görüşme hakkında hiçbir açıklama yapılmıyor.
*ABD Büyükelçiliği Müsteşarı Lawranse ile Tayyip Erdoğan sık sık bir araya geliyorlar, yine hiçbir açıklama yapılmıyor.
*23 Temmuz 2001’de Abdullah Gül, İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan ‘ı ziyaret ediyor. (bu notlar Kaynak Yayınları, No 481’de çıkıyor)
*23 Temmuz 2001’de Karen Fogg Milliyet’te yayımlanan söyleşisinde şunları şöylüyor: “Tayyip Erdoğan solun boşalttığı alana yönelecek, pragmatik davranacak. Erdoğan Avrupa’daki Hıristiyan demokratlara benziyor.” 22 Temmuz 2007 sonuçları daha o gün öngörülmüş.
**Türkolog ve Ortadoğu Uzmanı Dr. Andrew Mango, 7 Mayıs 2000’de Aydınlık’ta çıkan söyleşisinde şöyle diyor: “Abdullah Gül Amerika’ya ve İngiltere’ye geldi; gerekli mesajları verdi. Demokratız, Avrupa’dan yanayız. Tek istediğimiz sizin sahip olduğunuz özgürlükler; değerlerimiz aynıdır.”
Abdullah Gül açıkça “Türkiye Cumhuriyeti’ne sizin baktığınız gözle bakıyoruz” demiş. Dr. Yalçın Akdoğan ‘ın 2004’te söylediklerini ondan çok önce ortaya koymuş; Avrupa ile AKP’nin Türkiye planları örtüşüyor demiş olmuyor mu?
Erdoğan ve Abdullah Gül’ün ABD, İngiltere ve İsrail yetkilileriyle 2001 yılında olağanüstü sıklıkla buluştuğuna ve görüştüğüne şahit oluyoruz. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül görüşmelerle ilgili olarak basına açıklama yapmıyorlar. Yapmak zorunda kaldıklarında üstü kapalı geçiştiriyorlar. Görüşmelerin gündemi kamuoyundan saklanıyor. Görüşmelerin ABD, İngiltere ve İsrail yetkilileri ile yoğunlaşması, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün Büyük Ortadoğu Projesi’nde alacakları rolün de habercisi oluyor.
(5) “Avrupa’nın Askerle Kavgası”, Truva 2006
ABD istedi, AKP için herkes çalıştı
* ABD ve İngiltere Batı medyasını harekete geçirdi. O günlerde gözlerden kaçmıştı. ABD’nin güdümünde büyük sermaye-köktendinci ittifakı kurulmuştu. İstanbul patronları tüm güçlerini AKP’yi iktidara getirmek için kullandılar.
T ayyip Erdoğan’ın 1990’da Kasımpaşa’daki özel bir vakıfta Dr. Abramowitz ile başlayan ilk teması nihayet son noktasına gelmişti.
1990’lı yılların başında Erbakan’ın yerine aranan ABD ile işbirliğine hazır yenilikçiler 2002’de iktidara taşınacak kıvama sokulmuşlardı.
2002 yılında Ecevit hükümetinde ve TSK’de ABD’ye karşı bazı hareketlenmeler oldu.
Türkiye’deki oligarşi ve Batı merkezleri ürkmüşlerdi.
Büyük sermaye medyası ve Batı basını bu karşı çıkışı eleştirdi. AKP’nin artık bir an evvel iktidara taşınması gerekiyordu.
**ABD, Irak ve Kıbrıs konusunda Ecevit hükümetinden istediklerini almakta zorlanıyordu. Ecevit KKTC’de Denktaş’ın arkasında duruyordu.
Şimdi Ankara’da Washington’ın söylediklerini bir bir yerine getirecek bir hükümet gerekiyordu.
Ecevit hükümeti içindeki kimi Amerikancı bakanların çabaları yeterli olmadı. 1996’da yazılan Rand Corporation’un raporunda öngörüldüğü üzere Washington’a birebir bağımlı bir yönetim gerekiyordu. Durum çok açık hale geldi. Irak’a müdahale ve Kıbrıs başta olmak üzere bir dizi operasyonu emir-komuta zinciri içinde yürütecek ve kullanılacak bir yöntem için bütün kaynaklar seferber edildi.
*Hükümet içindeki “Amerikancı kanat” koalisyonu dağıtmak için düğmeye bastı.
* Büyük sermaye medyası koalisyonun dağılması için yayına başladı.
* ABD ve İngiltere Batı medyasını harekete geçirdi. O günlerde gözlerden kaçmıştı. ABD’nin güdümünde büyük sermaye-köktendinci ittifakı kurulmuştu. İstanbul patronları tüm güçlerini AKP’yi iktidara getirmek için kullandılar. Washington’ın talepleri doğrultusunda harekete geçtiler.
CHP ve DSP içindeki yandaşların da bu operasyonda büyük katkıları oldu. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün bilinen geçmişlerine ve bağlantılarına rağmen koltuğa oturmalarının yasal zemini hukuk zorlanarak gerçekleştirildi.
AKP’yi istemeyenler bile ABD, İngiltere ve İsrail istediği için bu operasyonlarda örtülü bir biçimde yer almışlardır.
Bu çevreler Türkiye’deki oligarşinin gizli ortaklarıdırlar; ve her dönemde misyonlarını sürdürmüşlerdir. Durum bugün de fazlasıyla devam etmektedir. Hem 22 Temmuz seçiminde hem de Cumhurbaşkanlığı seçiminde bunları sahnede gördük.
2 Kasım 2002 seçimlerine giderken aynen Karen Fogg ‘un bir yıl öncesinde Hürriyet’te söylediği gibi Tayyip Erdoğan soldaki ve ulusalcı cephedeki boşluğu doldurmuştur. Varoşlara ve kırsala hitap eden dinci ve tarikatçı söylemler yanında halkçı öğelerin de bulunduğunu gördük.
ABD ve batı Türkiye’deki ulusalcı kimliğin diğer siyasal partiler tarafından doldurulamaması yüzünden, doğan toplumdaki ulusal kimlik boşluğunu halkçı ve dinci söylemlerle AKP’nin doldurulmasını sağladı. Hatta karşısına ve yanına Genç Parti’yi de monte ederek ulusalcı cepheyi işgal etti. Hem iktidara koşan AKP hem de muhalefet gibi gösterilen Genç Parti ABD’nin taleplerini yerine getirmiş oldular.
ABD, İngiltere ve İsrail AKP’nin 3 Kasım 2002 seçimleri ile iktidara taşınmasını BOP’un bir gerçeği olarak başarılı bir biçimde yönetmişlerdir.
***

AKP BİR AMERİKAN PROJESİ, AKP NASIL YARATILDI ? BÖLÜM 2

AKP BİR AMERİKAN PROJESİ,  AKP NASIL YARATILDI ? BÖLÜM 2

Cumhuriyet
Prof.Dr. Erol Manisalı
22 Eylül 2007
AKP NASIL YARATILDI ? (2)
Batı ve kapitalizm karşıtı yönetim istemeyen ABD ve AB, Recep Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırladı
Antiamerikancılara tasfiye
‘Antiamerikancı Erbakan’ ın 1990’lı yıllarda yavaş yavaş iktidara yükselişi ABD’yi (ve İngiltere’yi), “işbirlikçi köktendinci” arayışına yöneltti. Hele 1996’da Necmettin Erbakan ‘ın Tansu Çiller ‘in DYP’si ile koalisyon yaparak başbakan oluşu İslamcıların bölünmesini ABD için kaçınılmaz hale getirdi.
Yalnız ABD değil Avrupa için de zorunluydu. Batı kapitalizminin iki temel ayağı olan ABD ve AB, karşılarında “Batı ve kapitalizm” karşıtı yönetimler istemiyorlardı. Köktendinci olmaları hiç önemli değildi. Önemli olan ABD (ve Batı) politikalarının bir parçası olarak hizmet vermeleri ve açık piyasa ekonomisini benimsemeleriydi.
Amerikan-İngiliz koalisyonu ve Fransa, Ortadoğu İslam ülkelerinde bu işi uzun yıllardan beri başarılı bir biçimde yürütmekteydiler. Şeriatçı olan ya da olmayan, ancak işbirlikçi olan siyasiler ve yönetimler ABD ve Avrupa tarafından üretilmiş ve uzun yıllardan beri kullanılmaktaydılar.
Şimdi Türkiye’deki Refah Partisi’nin bölünerek ABD (ve Batı) ile işbirliği yapacak kısmının sahneye çıkarılması gerekiyordu.
20 Ekim 1996’da Aydınlık dergisi manşetten şunu duyurdu: “Abramowitz Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor.” Bu başlık o tarihte herkesin gülüp geçeceği bir ifade olarak düşünülebilir. Öyle ya;
* Ortada Refah’ın başında tek ses olan Necmettin Erbakan vardı. Tayyip Erdoğan’ın onun yerini alması kimsenin aklının ucundan geçmedi.
* Üstelik Sultan Galiyev ‘in söylediklerini andıran bir duruş sergileyen Tayyip Erdoğan, Refah’ın çizgisiyle örtüşüyordu.
* Necmettin Erbakan’ın başbakan olduğu kabinede Kıbrıs’tan Sorumlu Devlet Bakanı statüsünde kapı gibi Erbakancı (ve Antiamerikan) bir Abdullah Gül boy gösteriyordu.
Ben bu kişiyi taa 1979’dan beri tanıyordum; birkaç aylığına asistanlığımı bile yapmıştı. (4) Milli Görüş’e sahip, şeriatçı ve en baştan beri Necmettin Erbakan’a sadık kalan bir akademisyendi. Hatta TBMM’de benim görüşlerimi, adımı da vererek savunan bir kişiydi Abdullah Gül.
* Şimdi 20 Ekim 1976’da Aydınlık dergisinin Rand Corporation’un hazırladığı raporu kaynak göstererek “Amerika Tayyip Erdoğan’ı başbakan, Abdullah Gül’ü de dışişleri bakanı yapacak” diyen başlıklara inanmak imkânsızdı. Ortada Tayyip Erdoğan, antiamerikancı Abdullah Gül, Erbakan’a dört elle sarılmış vaziyette boy gösterirken kim inanabilirdi ki bu tür açıklamalara?
28 ŞUBAT SÜRECİ KÖKTENCİLERİ KÖŞEYE KISTIRIYOR
Necmettin Erbakan’ın 10 yıl sonra 2007 Temmuz’unda televizyonda yaptığı bazı açıklamalar var: “Tansu Çiller bana sizinle koalisyona devam edeceğiz. Başbakanlığı ve başbakan yardımcılığını değişerek paylaşırız dedi; anlaştık. Kendisi Cumhurbaşkanı’na ( Demirel ) gitti, ancak benim yerime Mesut Yılmaz ‘ı tercih etti.”
Necmettin Erbakan, “Demirel ile Çiller’in anlaşarak kendisine bu oyunu oynadıklarını” ima ediyor; hatta söylüyor. Tabii arkada ABD var. Demirel ve Çiller Washington’ın taleplerine itaat ediyorlar.
Arkasından 1997 “28 Şubat süreci” başlıyor. Görünürde “Laik ordu köktendinci gelişmeleri önlemek için 28 Şubat sürecini başlatmış sanılıyor” . Karadayı Genelkurmay Başkanı; ayrıca “Amerika’nın çok itibar ettiği” kimi generaller sahnedeler.
Büyük sermayenin elindeki medya, olayı “Ordu İslamcıları engelledi” diye sunuyor. Ancak arka planda çok daha önemli bir olay var: “Amerika karşıtı İslamcılar tasfiye ediliyor.” Necmettin Erbakan ve onun çizgisindekiler tasfiye edilirken köktendinciler 28 Şubat süreci ile ikiye bölünüyorlar.
(4) Avrupa’yla Derin Bağlar İçinde “Abdullah Gül’ün Kimliğinde AKP” , Truva Yay. 2007, sf. 50-75 arası
28 Şubat süreciyle ortamı hazırlanan AKP’nin iktidar yolu 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler olayıyla hızla açıldı
Erdoğan ve Gül ABD saflarında
Washington, Büyük Ortadoğu Projesi’nde acele etmek zorundaydı. Türkiye’ye “Washington’ın güdümü altına girmiş bir iktidar” gerekmekteydi. ANAP-DSP ve DSP-MHP-ANAP koalisyonları Amerika’nın Ortadoğu operasyonlarında gerekli adımları atmasına yeterli destek vermiyorlardı. ’28 Şubat süreci” Rand Corporation’ın 1996’da öngörüp yayımladığı senaryonun uygulanmasına yol açıyor.
* Köktendinciler 28 Şubat operasyonu ile köşeye sıkıştırılmışlar.
* Bir kısım “genç” köktendinciler “Amerika ile işbirliği yapılmadan Türkiye’de TSK’nin alt edilemeyeceğine inandırılıyorlar” .
* Amerika (ve emperyalizm) karşıtı köktendincilere karşı “işbirlikçi köktendinciler” Rand Corporation’ın 1996’daki raporunda öngörüldüğü gibi “ayrıştırılıyorlar” .
* Değişen ve devşirilen genç köktendinciler artık yavaş yavaş sahneye çıkarılmaya başlıyor.
Washington “büyük sermaye iktidarının yanına işbirlikçi İslamcıları monte etmeyi planlıyor” . Bunlar Rand Corporation’ın raporlarında bir bir yazılmış. Dr. Morton Abramowitz , ABD adına senaryoyu yazan kişi. Daha önce de belirtildiği gibi “köylünün ve kent varoşlarının kontrolü için sermaye partilerinin yetersiz kalmaları köktendincileri ABD’nin en önemli dostu ve işbirlikçisi durumuna sokuyor” . Çünkü İslamcı partiler tarikatlar ve cemaatler kanalı ile köylüyü ve büyük kentlerin fakir varoşlarını denetimleri altına alabilecekler. Sisteme egemen olmak için köktendincilerin işbirliği kaçınılmaz hale geliyor.
* Bu arada sosyal devlet olanakları kaldırılacak.
* Çaresiz bırakılan insanlar çocuklarını, gençlerini “tarikat mekteplerinin ve cemaatlerin ellerine teslim edecekler” . İaşe sistemi sosyal düzene yerleştirilecek.
AMERİKA’NIN KÖKTENDİNCİLERLE ORTAK ÇIKARLARI
ABD’nin “Batı karşıtı olmayan ve Batı ile işbirliğine yatkın” köktendincilerle ortak çıkarlarının başlıcaları şunlardır:
* Köktendinciler de ABD (ve AB) de ulusalcı ve Kemalist yaklaşımlara (düşüncelere) karşıdırlar: Bunlar ortak düşmanlardır.
* Sosyal devlet yapısından ve güçlü devletten, köktendinciler de Batı da hoşlanmıyor.
* Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Atatürkçü değerlere ve düşüncelere bağlı olmaları ve bu değerlerin yıkılmasına karşı çıkmaları” , köktendincileri olduğu kadar ABD ve Batı’yı çok rahatsız etmektedir.
– Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ABD ve AB’nin Türkiye (ve bölge) üzerindeki planlarında “Sünni kuşağı” büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda Türkiye’de “Cumhuriyetin yerine ABD’nin denetimine girmiş bir İslam devleti oluşturmak” her iki tarafın ortak çıkarlarına uygun düşmektedir.
1990’lı yılların ikinci yarısında Demokratların Clinton iktidarı yerine Cumhuriyetçilerin yeni “Bush kuşağı” hazırlanmaya başlamıştı. Amerika’da yeni muhafazakârlar koalisyonu, başta Ortadoğu olmak üzere Asya’da olası Çin-Rus işbirliğine karşı hazırlanmaktaydılar.
Rusya’nın başında artık Yeltsin yoktu ve ülkesinin çıkarlarını Avrasya işbirliği projesinde görmeye başlayan bir Putin vardı.
Washington Büyük Ortadoğu Projesi’nde acele etmek zorundaydı. Türkiye’ye “Washington’ın güdümü altına girmiş bir iktidar” gerekmekteydi.
ANAP-DSP ve DSP-MHP-ANAP koalisyonları Amerika’nın Ortadoğu operasyonlarında gerekli adımları atmasına yeterli destek vermiyorlardı.
Bununla birlikte Ecevit ‘e rağmen 1999’da “Türkiye’nin AB süreci adı altında mengeneye alınması operasyonu” başarılmıştı. Ayrıca yine aynı yıl Ankara IMF denetimine sokulabilmişti.
Ancak bu araçlar orta ve uzun vadede sonuç verecek nitelikteydiler. Askeri ve siyasi olarak ABD’nin güdümü altında daha hızlı hareket edecek bir yönetime acil olarak ihtiyaç vardı.
11 Eylül 2001 İkiz Kuleler olayı (saldırısı) Washington’ın istediği altyapıyı hazırlamıştı. Amerikan kamuoyu saldırı ve işgal operasyonlarına evet diyecek kıvama sokuldu. Amerika ve Avrupa’da hazırlanan bu psikolojik ortamın tek eksiği Türkiye’deki iktidarın ABD’nin operasyonlarına fiilen katılmasındaydı.
Amerika ve Batı açısından şimdi AKP zamanıydı ve düğmeye basıldı. 28 Şubat süreci (operasyonu) ile tasfiye edilen ABD karşıtı Erbakan yerine yeni ve işbirlikçi İslamcılar iktidara çoktan hazırlanmışlardı bile. ABD ve Türkiye içindeki ortakları AKP’nin iktidar yolunu hızla açacaklardı. İçimizdeki oligarşi harekete geçirildi. Tarikatlar, bölücü çevreler ve kimi büyük sermaye çevreleri, “ABD’nin güdümünde” düğmeye bastılar.
***

AKP BİR AMERİKAN PROJESİ, AKP NASIL YARATILDI ? BÖLÜM 1

AKP BİR AMERİKAN PROJESİ,  AKP NASIL YARATILDI ? BÖLÜM 1  




Prof.Dr.Erol Manisalı


Prof.Dr.Erol Manisalı’nın Ergenekon davasında tutuklanmasına neden olan yazılarından en önemlisi, 

* Toplum Nasıl Aldatıldı

Prof.Dr.Erol Manisalı’



“Yeni oluşacak parti ABD ve İsrail’e ters düşmeyecek”
TRT Haber Dairesi Başkanlığı yapmış olan Nasuhi Güngör, ilk baskısını 2001 yılında Anka Yayınları’ndan yapan “Yenilikçi Hareket” adlı kitabında “AKP’nin bir proje olduğunu ve Tayyip Erdoğan’ın Siyonist kuruluşlarca yönlendirildiğini” yazmıştı. Kitapta Güngör şu bilgilere yer vermiş:
2000’de ABD’ye gitti “Erdoğan henüz Refah Partisi’nin İstanbul Beyoğlu ilçe başkanıyken dönemin ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile görüşmeye başlamış ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde de bu görüşmeler devam etmiştir. Abramowitz ise belediye başkanı olduğu dönemde Erdoğan’ı geleceğin lideri olarak tanımlamıştı. Temmuz 2000’de ABD’ye giden Erdoğan burada başta Yahudi ağırlıklı kuruluşlar ve ABD’li Yeni Muhafazakârların (neocon) düşünce kuruluşu American Enterprise Institute olmak üzere önemli düşünce kuruluşlarıyla bir araya gelmiştir.” Tayyip Erdoğan’ın 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan’la bir görüşme yaptığı ve ona “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiğinin konuşulup yazıldığını ifade eden Güngör, “Bu David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam düşmanıydı”  diyor.
Cumhuriyet
Prof.Dr. Erol Manisalı
21 Eylül 2007
AKP bir Amerikan projesi
AKP NASIL YARATILDI ? (1)
GİRİŞ
Bu yazı dizisi, AKP’nin nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. ABD’nin Ilımlı İslam Projesi ile AKP arasındaki bağlar yazıda ortaya konuyor. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) içinde İslamcı yapılanmanın önemi ile birlikte AKP’nin projedeki misyonu sorgulanıyor. Türkiye’de sisteme İslamcı yapılanmanın egemen olmasını isteyen ABD ve ortaklarının nasıl bir Türkiye öngördükleri de araştırılan konular arasında.
Türkiye’deki oligarşinin içine şeriatçı güçlerin dahil edilmek istenmesinin arkasındaki nedenler sorgulanıyor. Soğuk savaş biterken Ortadoğu’ya yeni bir şekil vermek isteyen ABD ve AB’nin Türkiye’de işbirliği yaptığı çevreler dizide ele alındı.
Cumhuriyetin değerlerine ve ülkenin bütünlüğüne yönelik olarak karşı karşıya bulunduğumuz tehdit karşısında AKP’nin misyonu yazı dizisinin esasını meydana getiriyor.AKP öncesinde ABD’nin Türkiye’de karşı karşıya kaldığı sorunlar da değerlendirildi. Çünkü bu sorunlar AKP’nin ortaya çıkarılmasını ABD için zorunlu hale getirmiştir.
Sürecin başlangıç noktası 24 Ocak kararlarının yürürlülüğe konması ve 1961 Anayasası’nın tasfiyesidir
AKP bir Amerikan projesi
* 12 Eylül 1980 darbesi sermayenin egemenliği yanında “İslamcı kimliğin sisteme etkisini derinleştirecek” uygulamaların da yolunu açtı. “Biz Atatürkçüyüz” diyen “protokol Atatürkçüsü generaller” Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin zeminini çürütecek uygulamalara başladılar. Turgut Özal’ın 24 Ocak 1980 kararları ile başlattığı kapitalist süreç, sosyal ve dini boyutlarıyla da derinleştiriliyordu. 1980’li yıllarda “sermaye oligarşisini öne çıkararak” başlatılan sivil ve askeri darbeler 1990’lı yıllarda “dinci oligarşinin” sermayeye ortak edilmesiyle sürdürülecekti. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP yüzde 46.6 oy oranı ile iktidara geldi. 2 Kasım 2002’deki başarıya bir yenisi daha eklendi.
* AKP bu noktaya nasıl gelmişti? 
* 22 Temmuz 2007 seçimlerine kadar yürütülen arka planda neler vardı?
* AKP nasıl bir iktisadi, sosyal ve siyasal kimliğe sahiptir?
* AKP ile ABD arasındaki stratejik bağlar nelerdir?
* AKP’nin ABD ve AB ile karşılıklı çıkarları ve ileriye yönelik beklentileri neleri içeriyor?
* AKP Türkiye’de nasıl bir yeniden yapılanma gerçekleştirmeye çalışıyor?
* Amaçlanan yeniden yapılanma ile ABD ve AB’nin beklentileri arasında ne gibi örtüşmeler bulunmaktadır?
* Bu ortak beklenti ve örtüşmeler Kemalist görüşler ve Türkiye Cumhuriyeti’nin değerleri ile nasıl ve neden çatışmaktadır?
* Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğüne ve kuruluş felsefesine karşı AKP ile ABD ve AB arasında oluşturulan ‘stratejik işbirliği’nin özellikleri nelerdir?
* AKP için nasıl bir misyon öngörülmüş bulunuyor?
* Bu misyonun ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ ile bağları nelerdir?
* AKP iktidarının Washington ve Brüksel ile yürütmekte olduğu misyon, Türkiye’de siyasi, iktisadi, sosyal ve güvenlik alanlarında ne gibi sonuçlar doğurmaktadır ve doğuracaktır?
SERMAYE PARTİLERİNDEN İSLAMCI PARTİLERE GEÇİŞ
ABD ve Avrupa, Batı kapitalizminin liderleri olarak Türkiye’de “merkez, sağ ve liberal partileri” desteklemişlerdi. Eşyanın tabiatı gereği bu çok doğaldır.
Türkiye’yi Batı kapitalizminin denetimi ve güdümü altında tutmak için böyle bir zeminin (altyapının) bulunması, Batı’nın çıkarları ve öngördüğü bölgesel dengeler açısından önemliydi.
* Ekonomik yapının serbest piyasa düzeni içerisinde ve Batı şirketlerinin Türkiye’ye rahatça girişine uygun olması, ulusal politikalar yerine dışa açık ve Batı’nın kurduğu IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların denetimine uygun olması önemliydi.
* İç politikanın sermaye, toprak ağası ve Batı’nın denetimindeki bürokrasinin şemsiyesi altına alınması gerekmişti.
* Batı’nın gerektiğinde kontrol edebileceği İslami öğeler, yani mezhepler, tarikatlar ve cemaatler varlıklarını sürdürmeliydi.
* Türkiye, Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelmesiyle ABD’nin ve Batı Avrupa’nın istediği biçimde yönlendirilmeye başladı. İç siyasi sistemde bürokrasinin yerini yavaş yavaş sermaye çevreleri, toprak ağaları ve İslami çevreler almaya başladı.
Türkiye’nin NATO’ya sokulması ile birlikte iktisadi ve sosyal devşirmenin yanına askeri devşirme de yavaş yavaş eklendi.
* 27 Mayıs 1960 hareketinin arkasından 1961 Anayasası’nın getirilişi ABD (ve Batı) için tam bir şok oldu. Türkiye’de piyasa ekonomisi yerine sosyal devlete ve karma ekonomik yapıya yönelik iktisadi, siyasi ve sosyal devrimler Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi görülmeye başladı.
Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) öngörüleri doğrultusunda iktisadi ve sosyal yapılanmalar ortaya çıktı. ABD ve Batı Avrupa devletlerinin vermediği kredi ve teknoloji, Sovyetler Birliği tarafından sağlanıyordu.
Aliağa Rafinerileri ve Petro-Kimya Entegre Tesisleri, İskenderun Demir-Çelik Entegre Tesisleri, Seydişehir Alüminyum Tesisleri ve yeni birçok girişim doğdu.
Türkiye dünyanın en stratejik enerji bölgesinde Batı kapitalizminin öngördüğü (dayatmak istediği) arka bahçe özelliklerinin dışına çıkıyordu. Üstelik 1960’ların ikinci yarısı ve 1970’li yılların başlarında “üçüncü dünya ülkeleri” Hindistan, Yugoslavya ve Mısır gibi ülkelerin önderliğinde alternatif bir küresel odak olmaya başladılar.
Tam bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD (ve Batı) dayatmalarını reddeden bir kimlikte iktisadi ve sosyal politikalara yönelmesi hem Batı’yı hem de Türkiye içindeki oligarşiyi rahatsız etti.
* Bürokratik oligarşi, Amerikancı generallerin önderliğinde 12 Mart 1971 operasyonunu yaptılar. Bu operasyon 1961 Anayasası’nın getirdiği ulusalcı ve sosyal gelişmelere karşı ABD’nin karşı operasyonu idi.
* 1971-1980 arasında ABD, Türkiye’de sağ-sol çatışmalarını planlayıp kaos ortamı yarattı. Sağ-sol çatışmasının arkasında ABD vardı. Bu gerçek daha sonra belgeleriyle kanıtlanmıştır.
* 24 Ocak 1980 iktisadi kararları, 1978 yılında ABD’nin planladığı (ve önerdiği) Washington uzlaşmasının dünyadaki ilk uygulamasını oluşturur. (1) İşin başında Turgut Özal bulunuyordu.
24 Ocak iktisadi kararlarının ABD’nin istediği biçimde yürütülmesi için 1961 Anayasası’nın tasfiye edilmesi ve yeni bir anayasa hazırlanması gerekiyordu.
*12 Eylül 1980 darbesi Amerika’nın askeri bürokrasideki etkili generallere yaptırdığı bir operasyondur. Darbeci generaller iktisadi yönetimin başına yine Turgut Özal’ı getirdiler ve sermaye ve şeriat partilerinin yolunu açacak 1982 Anayasası’nı hazırladılar.
Bu anayasa sosyal örgütlenmeleri sınırlıyordu. Devlet Planlama Teşkilatı’nın etkilerini yavaş yavaş ortadan kaldıracak adımları atıyordu. 1961 Anayasası’nın öngördüğü sosyal devlet yerine artık “piyasanın öngörüleri” öne çıkarılıyordu.
* ABD, 24 Ocak 1980 Kararları (Washington Uzlaşması) ve 12 Eylül 1980 Amerikancı generaller darbesi ile “sermayenin siyasetteki etki ve önderliğini” iç politikaya yerleştiriyordu.
ANAP bir sermaye partisiydi; “sermayenin sistem (ve Cumhuriyet) üzerindeki egemenliğini öngörüyordu.”
* Ancak 12 Eylül 1980 darbesi sermayenin egemenliği yanında “İslamcı kimliğin sisteme etkisini derinleştirecek” uygulamaların da yolunu açtı. “Biz Atatürkçüyüz” diyen “protokol Atatürkçüsü generaller” Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin zeminini çürütecek uygulamalara başladılar.
Turgut Özal’ın 24 Ocak 1980 kararları ile başlattığı kapitalist süreç, sosyal ve dini boyutlarıyla da derinleştiriliyordu.
* 1980’li yıllarda “sermaye oligarşisini öne çıkararak” başlatılan sivil ve askeri darbeler 1990’lı yıllarda “dinci oligarşinin” sermayeye ortak edilmesiyle sürdürülecekti.
Ancak 1990’lı yıllarda İslamcı siyasetin 1982 Anayasası doğrultusunda ortaya çıkışı, “başlangıçta Amerika’nın istediği biçimde gelişmedi.” İslamcı partide “Antiamerikancı damar” çok etkiliydi.
(1) ‘Hayatım Avrupa: Gümrük Birliğinden AB’ye’ sayfa 161 Truva Yay. 2006.
İLK İLİŞKİLER ABRAMOWİTZ’LE KURULDU
Sermaye-köktendinci koalisyonu
Birinci Körfez Krizi’nde (1990) ABD Türkiye’de beklemediği olaylarla karşılaştı.
* Turgut Özal, Körfez Krizi’nde ABD’nin Ortadoğu ve Irak planına ‘evet’ dedi.
Bir verip beş alacağız gerekçesiyle Amerika’nın emrinde Irak’ın işgal planına razı oldu. Ancak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay , ‘hayır’ diyerek istifa etti.
1 Mart 2003’te olduğu gibi, ABD’nin ve İngiltere’nin planları altüst oldu. ABD (ve İngiltere) “Türkiye’nin askersiz işgalini” B planı olarak devreye soktu. Türkiye, AB süreci üzerinden denetim altına alınacaktı.
* 1989’da tam üyelik başvurusu AB tarafından reddedilen Türkiye’nin, dış ticaret politikaları AB’ye devrettirilecek ve dünya ile bütün iktisadi ilişkileri ipotek altına alınacaktı.
ABD ve AB’nin bu ortak politikalarını Başbakan Turgut Özal ile konuşmuş ve tartışmış bir insan olarak tüm gelişmeleri yaşadım ve bunları yazdım. (2)
Başbakanın, yanındaki bürokratik çevre ve büyük sermaye bunu ABD ve İngiltere ile birlikte yürütmüşlerdir. Bu ifade ‘çok iddialı’ bulunabilir. Ancak maalesef doğrudur. Bunun belgeleri adı geçen kitapta bir bir gösterildi.
ABRAMOWİTZ’İN ERDOĞAN İLE İLK TEMASI
Türk kamuoyu Tayyip Erdoğan ‘ı hiç tanımazken Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz onu tanıyordu. İlk temas Kasımpaşa’da özel bir vakıfta olmuştu. İslamcı bir partide yükselme eğilimi olan ve kişisel olarak Ortadoğu’daki İslamcı çevrelerle çok genç yaşta görülmeye başlayan insan, CIA Ortadoğu istasyon şefinin de dikkatinden kaçamazdı. (3) Daha sonraları iyice sivrilen Metin Metiner ‘in bu toplantıda bulunması işi daha da ilginç hale getiriyor.
Aşağıda, 20 Ekim 1996’da Aydınlık’ta yayımlanan haber yer alıyor:
Abramowitz geçen salı günü Erdoğan ile makamında görüştü. Erdoğan basına, Abramowitz’in sıcak ve olumlu bir mesaj getirdiğini söyledi. Mesajı kendi adına değil partisi adına aldığını özellikle vurguladı. Abramowitz ile Erdoğan arasında bir Amerika-RP görüşmesi yapılmış, Abramowitz bir mesaj getirmişti. Erdoğan mesajın ne olduğunu açıklamaktan kaçınıyordu. Öte yandan gizlilik, mesajın önemini artırıyordu. Aydınlık Abramowitz-Erdoğan görüşmesinin içeriğini, gizlenen mesajı öğrendi. Erdoğan-Abramowitz dostluğunun geçmişini çıkardı.
İŞTE AMERİKA’NIN MESAJI
Aydınlık’ın RP’ye yakın kaynaklardan edindiği bilgilere göre Abramowitz ile Erdoğan arasındaki konuşmanın mesaj içeren bölümü şöyle:
Abramowitz – Siz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde bu kadar başarılara imza attınız. Bundan sonra artık kendinizi Türkiye çapında bir insan olarak tanıtmanın yollarını bulmalısınız.
Tayyip Erdoğan – Ben herhangi bir mücadelenin, veliahtlık, başkanlık yarışının içine girmek istemiyorum. Böyle bir niyetim yok.
Abramowitz – Biz niyetiniz olsun diye söylemiyoruz. Bu sizin ülkenizin yararınadır. İstanbul Ortadoğu’nun başkentidir. Siz burayı yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz. Bunun adını illa liderlik koymayın.
UYGUN OLTA, UYGUN YEM
Erdoğan, RP’nin İstanbul Belediye Başkanı. Ancak bundan ibaret değil. Pazar günü yapılan RP Kongresi’nin Divan Başkanlığı koltuğunda oturuyordu. Daha da önemlisi kongrede Erbakan takıyye konuşması yaparken RP adına RP’nin gerçek niyetlerini ortaya koyan konuşmayı Erdoğan yaptı. Erbakan, tecridi kırmak için topluma seslenme rolünü üstüne almıştı. Şeriatın savaş bildirgesi ise Erdoğan’ın ağzından okundu. Erdoğan için ‘Erbakan’ın veliahtı’ değerlendirmesi öteden beri yapılır. Nitekim kongredeki rolü ve tutumu, söz konusu değerlendirmeleri fazlasıyla doğruladı.
Basın önündeki yalanlamalarına rağmen Erdoğan, Erbakan sonrasının liderliğine hazırlandığını bütün davranışlarıyla ortaya koyuyor.
ALTI YIL ÖNCEYE DAYANAN İLİŞKİ
Amerika, oltayı atacağı adamı ve oltaya takacağı yemi özenle seçiyor. Bu olta yeni atılmış da değil. Abramowitz daha Ankara’da ABD büyükelçisi iken Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkiye geçti. Erdoğan o zaman, RP Beyoğlu İlçe Başkanı idi. Kasımpaşa’da bir vakıftaki tanışma toplantısında, dönemin RP İstanbul İl Yönetimi’nden bir yetkili de vardı. Buluşmayı ayarlayan RP’nin dışa açılma kapısı işlevi gören “solcu” bir gazeteciydi. Şimdi ikinci cumhuriyetçilerin şeriatçı kanadının önde gelenlerinden Metin Metiner de bu ilişkinin kurulmasında rol aldı. RP ile arası açık olan Metiner, bu görüşmelerin ardından Tayyip Erdoğan ile birlikte toplantılara katılmaya başladı.
Abramowitz ile Erdoğan bu tanışmadan sonra birçok kez kamuoyundan gizli olarak bir araya geldiler. Erdoğan belediye başkanı seçildikten önce ve sonra Büyükşehir Belediyesi’nin Florya’daki lokalindeki buluşmaların tanıkları da var. Erdoğan hızla yükselerek İstanbul Belediye Başkanı oldu. Başkan oluşunun ilk aylarında Tayyip Erdoğan ile tesadüfen bir yemekte yan yana oturduk ve sohbet ettik. 1994 yılında Japon büyükelçisinden bir yemek daveti geldi; İstanbul’da 5-6 kişinin davetli olduğu bir yemekti. Benim orada bulunuşum, Türk-Japon ve Türkiye-Asya ekonomik ilişkileri üzerine o günlerde verdiğim bir konferans yüzündendi.
Yavuz Canevi gibi iki üç kişi daha vardı. Tayyip Erdoğan yuvarlak masada yanıma düşmüştü. Konuşmuş olmak için “Tayyip Bey, partinizdeki şu Şevki Yılmaz denen insanı neden partiden ihraç etmiyorsunuz, adam Atatürk’e sövüp sayıyor, partinizin prestijini bozmuyor mu?” dedim. Ben kendisinden “Hocam tabii ki çok haklısınız” türünden bir karşılık beklerken hayretler içinde kaldığım bir karşılık geliyor. Tayyip Erdoğan bana “Şevki Yılmaz’ın kendileri için ne kadar önemli bir insan olduğunu, onları hiçbir zaman feda edemeyeceklerini” heyecanlı ve biraz da sinirli bir biçimde söylüyor.
Gerçek kimliğini kendisinden gördüğüm Tayyip Erdoğan ile ilk ve son temasım bu oldu.
(2) ‘Askeri Darbeden Sivil Darbeye’ Truva, 2006.
(3) ‘Aydınlık’, 20 Ekim 1996.  
***

1 Kasım 2017 Çarşamba

400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı?


400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı?


Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
28 Eylül 2015 Pazartesi
400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı?
Ümit Özdağ tarafından yazıldı.

PKK terörü ülkemizi kana buluyor. Her gün Şehit haberleri geliyor. 
7 Haziran-15 

Eylül 2015 tarihleri arasında Türkiye 118 şehit verdi. Dağlıca'da daha şehitlerimizin kanı kurumadan Cumhurbaşkanı Erdoğan canlı yayında PKK terörünün neden tırmandığı sorusuna "Eğer 400 milletvekilini alabilecek veya bir Anayasa'yı inşa edecek sayıyı bir siyasi parti yakalamış olsaydı, durum bugün 
çok farklı olurdu. Her şeyden önce Yeni Türkiye adımını atmak için böyle bir şey çok çok iyi olurdu" cevabını verdi.

Erdoğan'ın bu cevabı ne anlama geliyor? 400 milletvekili anayasayı değiştirseydi neden PKK terör eylemi yapmazdı? Bugün sizinle bu sorunun cevabını ele almak 
istiyorum. Bu noktaya neden geldik? PKK,  11 Temmuz'da Güneydoğu Anadolu'da yapılan baraj ve kalekol inşaatlarının durdurulmasını ve tutuklamaların sona erdirilmesini talep etti aksi takdirde 2 seneden bu yana devam eden ateşkesi sona erdireceğini ilan etti. Oysa PKK ateşkes olduğunu iddia ettiği bu 2 senede birçok askerimizi ve polisimizi şehit etmişti. Gerçek bir ateşkes olmadığı gibi,  terör örgütü AKP iktidarının suskun bakışları altında Güneydoğu Anadolu'ya 80 bin silah,  63 ton bomba sokmuştu. PKK'nın yerleştirdiği uyuyan bombaları AKP Hükümeti seyrediyordu.

3 Ağustos 2015'te Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, bir televizyon kanalında şunları söyledi: "Bizim prensibimiz zaten bugüne kadar onlar ateş etmedikçe, 
eylem yapmadıkça biz yapmayacağız idi. Bunu biz son güne kadar, 10-15 gün evveline kadar hep uyguladık. O yüzden bizi halk da eleştirmiş olabilir, 'Bunlar 
silahlarıyla her gün köylerde ama siz bunlara bir şey yapmıyorsunuz.' Halkın şöyle söylediğini biliyorum, 'Üzerinde silah olan PKK'lı teröristler karakolun 
önünden geçiyorlar, onlara el sallıyorlardı. Asker de onlara hiçbir şey yapmıyordu.' Durum biraz böyleydi. Ama bunun bir tek sebebi vardı, tekrar 
terörün hortlamaması, siyasi görüşmelerin, müzakerelerin sonuca ulaşması. Meğer onlar alay ediyorlarmış. Yani el sallarken, 'Biz buradayız bak, sen de bize 
karışamıyorsun."

AKP,  Arınç'ın söylediği gibi seyrederken, PKK bölgenin değişik yerlerine uçaksavarlar yerleştirilmişti. İl ve ilçelerde bir ayaklanma ve iç savaşın alt 
yapısını oluşturmak üzere çalışmalar yapmıştı.  PKK, bunları yaparken, AKP iktidarı Nisan 2015'te MGK toplantısında PKK'nın adını Milli Güvenlik Siyaset 
belgesinde tehdit listesinden çıkarıyordu.  Buna inanmak çok zordur. Ancak PKK, AKP tarafından artık tehdit olmaktan çıkarılması gereken bir örgüt olarak 
görülmeye başlamıştır.

AKP Hükümeti uyurken ve Açılım diyerek kamuoyunu uyuturken,  14 Temmuz'da KCK Eş Başkanı Bese Hozad,  "Özgür Kürdistan'ı kurmanın koşullarının oluştuğunu vurgulamış ve halkı Türkiye Cumhuriyetine karşı topyekün savaş ve ayaklanmaya çağırmıştır. Bunu 20 Temmuz 2015'de Suruç'ta IŞİD'in yaptığı iddia edilen kitlesel katliama, PKK terör örgütünün Şanlıurfa/Akçakale'de 24 Temmuz'da evlerinde uyuyan iki genç polisi şehit ederek cevap vermiştir.

Daha önceki aylarda birçok polis ve asker terör örgütü tarafından Yüksekova'da telefon ederken, yolda yürürken, Diyarbakır'da eşi ile alışveriş yaparken 
öldürülmesine rağmen Açılım politikasına zarar gelmesin diyerek görmemezlikten gelen, sürekli PKK karşısında geri adım atan hatta tehdit listesinden adını çıkaran Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu bu sefer sert bir tepki verdiler. Türk Hava Kuvvetleri, 24 Temmuz gecesi Kandil'i bombaladı. 

Peki bu noktaya nasıl ve neden geldik?  

AKP Hükümeti, 2006'da Oslo'da PKK temsilcileri ile MİT aracılığı ile görüşmelere başladı. 2009'da görüşmeler müzakere niteliği kazandı. Oslo'da başlayan 
müzakereler, İmralı'da Abdullah Öcalan yapılan müzakereler ile derinleşti. Öcalan ile Yeni Türkiye'nin anayasal yapısı şekillendirildi. Türkiye başkanlık 
sistemine geçecek, Güneydoğu Anadolu bölgesine özerklik verilecekti.

Nihayet, 28 Şubat-2 Mart 2015 tarihleri arasında yapılan görüşmelerden sonra Öcalan ile yapılan uzlaşma, Dolmabahçe Sarayı'nda AKP'li başbakan yardımcısı, İç İşleri Bakanı, AKP Grup Başkan vekili ve HDP'lilerin katılımı ile düzenlenen toplantıda Türkiye ve Dünyaya Dolmabahçe Mutabakatı olarak açıklandı. Erdoğan, 28 Şubat'ta Elazığ'da ilk kez, "400 milletvekili isterim" açıklamasını yaptı.

Ancak Öcalan, Erdoğan ile başkanlık ve özerklik konusunda anlaşırken, PKK Türkiye'nin çok zayıf düştüğünü ve etkili bir vuruşla "bağımsız Kürdistan'a razı 
olacağını düşünmeye başlamıştı." Bundan dolayı, PKK Öcalan'ın yapmış olduğu özerklik pazarlığını kabul etmedi. Öcalan aslında çevresine "önce özerklik sonra 
bağımsızlık" diyordu. PKK ise "hemen bağımsızlık" politikasını savunuyordu.

Öcalan ve PKK, seçimlerde izlenecek strateji konusunda da anlaşmadılar. Öcalan, HDP'nin 7 Haziran seçimlerine bağımsız adaylar ile girmesini talep etti. PKK ise HDP'nin parti olarak seçimlere gireceği kararını aldı.  HDP'nin barajı aşıp aşamayacağı tartışılırken, Öcalan'dan çok PKK'ya yakın olan Selahattin Demirtaş, HDP'nin seçim stratejisinin temeline Erdoğan karşıtlığını koydu. 17 Mart'ta Demirtaş bu stratejiyi TBMM'de şöyle açıkladı: 

"Seni başkan yaptırmayacağız." 

Erdoğan'ın bu açıklamaya tepkisi sert oldu. 21 Mart'ta Erdoğan, 2 Mart'ta yapılan Dolmabahçe Mutabakatını kendisinin onaylamadığını açıkladı. Bundan sonra ki günler önce Erdoğan ile AKP Hükümeti arasında "biliyordun-bilmiyordun" tartışmaları ile geçti.  Sonunda AKP, Erdoğan'ın Dolmabahçe Mutabakatından haberinin olmadığını kabul etti. Seçimlerde Erdoğan bütün gücü ile HDP'ye saldırdı. 7 Haziran seçimlerine böyle gidildi.

20 Temmuz'da Suruç saldırısı, 24 Temmuz'da PKK cinayetleri gerçekleşti. Ve Türk Hava Kuvvetleri 24 Temmuz'da Kandil'i bombaladı. Herkes PKK'nın 2 polisimizi şehit etmesinin PKK Açılımını bitirdiğini düşünüyordu. Oysa, PKK Açılımından sorumlu başbakan yardımcısı PKK Açılımının bitmesinin nedeninin 2 polisin şehit edilmesi olmadığını açıkladı. Yalçın Akdoğan gerçek nedeni 28 Temmuz'da şöyle açıkladı:

"Seni başkan yaptırmayacağız çözüm sürecini bitirdi."

Demek ki Kandil'in bombalanmasının asıl nedeni 2 polisin şehit edilmesi değil, Demirtaş'ın "Seni Başkan yatırmayacağız" açıklamasıydı. Yalçın Akdoğan, HDP'nin halka Öcalan'ın görüşleri ile ilgili yalan söylediğini ileri sürdü: "Öcalan başkanlık sistemine karşı. Öcalan AKP'ye karşı. Külliyen yalan bunlar. Öcalan 
bunları yakalasa sopayla kovalar: Sürekli Öcalan adına yalan söylüyorlar." 

Yalçın  Akdoğan, Öcalan ile başkanlık konusunda anlaştıklarını ve AKP tek başına 400 oy alamasa dahi, Öcalan'ın karşı olmadığı AKP+HDP'nin anayasayı değiştirmek için gereken 400 oya alma şansı olduğunu düşünüyordu. Ancak, işler İmralı'da Öcalan ile planlandığı gibi gitmedi. AKP'nin Türkiye'yi PKK karşısında zayıf düşürmesinden cesaretlenen PKK ülkemize karşı bir ayaklanma başlattı. Şimdi AKP'nin yaptığı hataların bedelini asker ve polislerimiz Güneydoğu Anadolu'da canları ve kanları ile ödüyorlar.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlettir. Ülkemiz PKK terörünü aşabilecek güçtedir. Türkiye'nin PKK terörünü aşmak ve IŞİD terörünü sınırları dışında 
tutmak için parti ve kişi değil, milletin menfaatlerini ön planda tutan sürdürülebilir barış ve güvenliği sağlayacak akıllı güce dayanan bir 
anti-terörizm stratejisine ihtiyacı vardır. MHP Türkiye'ye teröre karşı tüm güvenlik güçlerinin koordinesinde, iyi planlanmış ve eşgüdümlü yürütülecek 
etkili, sonuç alıcı, entegre stratejik bir terörle mücadele stratejisi önermektedir.  MHP, Türk Milletine PKK'nın amacının demokrasi ve insan hakları değil, Türkiye'nin bölünmesi olduğunu anlatmaktadır. Bunun dışındaki bütün izah denemeleri büyük bir yalandır.

Türkiye'nin PKK'yı aşabilmesi için yetkin, güçlü, kararlı, milli güvenlik konusunda donanımlı Milliyetçi Hareket Partisi kadrolarına ihtiyacı vardır. 
Milliyetçi Hareket Partisi'nin yönettiği bir Türkiye,  PKK'yı ve bölünme tehdidini aşarak ülkemiz için en büyük istikrarsızlık unsurunu ortadan 
kaldıracaktır. Böylece Türkiye'de sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın da önü açılacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi Türk Milletine sorunun ne olduğunu ve çözümün de ne olduğu dürüstçe söylemektedir. Türkiye MHP'nin önerdiği, sürdürülebilir, hukuku dışlamayan, devlete güveni tesis edecek güvenliği sağlayacak, zihinlerde güçlü ve adil devlet inancını güçlendirecek PKK terörünü aşacak anti-terörizm stratejisi ile Türk Milletinin önüne çıkmıştır.


Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları.,

  400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı? 
  Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı 
  1 Kasım Seçimleri Yaklaşırken Neden MHP? 
  Seçime Giderken PKK Ayaklanması 
  Savaş Başlıyor ve Seçimler 
  Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması  
  MHP’nin Yükselen Oyları- Erdoğan ve Öcalan 
  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna 
  Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu     Şekillendirme Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 
  Jandarma Genel Komutanlığı Türkiye'ye Lazım 
  Tunceli’de Ne ve Neden Oldu? 
  Politikleşmiş İstihbarat ve Milli Güvenliğe Etkisi 


Copyright © 2015. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz 
tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.
Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: Haber Scripti Haber Portalı 




ANKARADA BOMBA PATLAMASI SONRASI KATLİAM..


ANKARADA BOMBA PATLAMASI SONRASI KATLİAM

Ankara'da Terör Saldırısı: 103 ölü
İHA,NTV Haber,Anadolu Ajansı,DHA
18 Kasım 2015 Çarşamba



Ankara'da Cumhuriyet tarihinin en büyük Terör saldırısı gerçekleştirildi. “ Emek, barış, Demokrasi ” Mitinginin yapılacağı tren garı kavşağında gerçekleştirilen canlı bomba saldırısında 103 kişi hayatını kaybetti.

Ankara'da 10 Ekim Cumartesi günü gerçekleştirilen canlı bomba saldırısında ölenlerin sayısı 103'e yükseldi.
Edinilen bilgiye göre, saat 10.04'te, “ Emek, Barış, Demokrasi ” mitinginin toplanma yeri olan tren garı kavşağında iki ayrı patlama meydana geldi. 
Olayla ilgili son açıklama Başbakanlık Koordinasyon Merkezi tarafından yapıldı.
Açıklamaya göre, iki canlı bomba tarafından gerçekleştirildiği tespit edilen saldırıda ölenlerin sayısı 103'e yükseldi.



ÖLENLERDEN BİRİ FİLİSTİN VATANDAŞI

Açıklamada ayrıca terör saldırısında hayatını kaybedenlerden birinin Filistin vatandaşı olduğu kaydedildi. 

CANLI BOMBALAR ERKEK

Öte yandan saldırıyı iki erkek teröristin gerçekleştirdiği tespit edildi. Daha önceden yapılan açıklamalarda canlı bombalardan birinin kadın olduğu belirtilmişti.
65'i yoğun bakımda olmak üzere saldırıda yaralanan 160 vatandaşın tedavisi ise 19 hastanede devam ediyor.


CANLI BOMBALAR GRUPLA BİRLİKTE ALANA GİRDİ

NTV Ankara Muhabiri Gökhan Gerçek'in aktardığı bilgilere göre, canlı bombaların grupla birlikte alana girdiği belirlendi. Saldırı anını gören 3 farklı güvenlik kamerasına ait görüntüler inceleniyor. Saldırganların kimlik ve eşkal tespiti de vücutlarının büyük oranda parçalanması nedeniyle henüz yapılamadı. Savcılık olay yerindeki tüm parçalara ilişkin DNA testi yapılması talimatı verdi. Olayla ilgili uzmanların yaptığı ilk inceleme IŞİD'i işaret ediyor.
Olay yerine Suruç katliamında görev yapan uzmanlar da çağrıldı. Bomba imha ve olay yeri inceleme uzmanları, saldırının düzenlenme şekli, bombanın türü, bomba düzeneğinin Suruç'taki saldırıyla büyük benzerlikler taşıdığı bilgisini verdi.

MİTİNGDE 14 BİN KİŞİ

Saldırının mitinge katılanların yürüyüşe geçmeye hazırlandığı sırada meydana geldiği öğrenildi. Edinilen bilgiye göre iki patlama 3-4 saniye arayla gerçekleşti.
Öte yandan, emniyet kaynakları, patlama sırasında miting toplanma alanında yaklaşık 14 bin kişinin olduğunu bildirdi.


5 SAVCI, 4 BAŞMÜFETTİŞ GÖREVLENDİRİLDİ

Saldırıya ilişkin soruşturma, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca görevlendirilen 5 savcı tarafından yürütülüyor.
Ayrıca saldırıyla ilgili güvenlik zaafieyti olup olmadığı araştırılıyor. 
İçişleri Bakanlığı olayın gerçekleşmesiyle ilgili tüm boyutlarını soruşturmak üzere 2 mülkiye başmüfettişi ve 2 polis başmüfettişi görevlendirdi.

YAYIN YASAĞI GETİRİLDİ

RTÜK tarafından Başbakanlığın Ankara'da meydana gelen patlama hakkında geçici olarak yayın yasağı getirilmesine karar verdiği bildirildi.


LİDERLER PROGRAMLARINI İPTAL ETTİ

Saldırı sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'daki programlarını iptal etti. Ayrıca Başbakan Davutoğlu, CHP lideri Kılıçdaroğlu ve HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş da seçim programlarını iptal etme kararı aldı.

https://www.ntv.com.tr/turkiye/ankarada-teror-saldirisi-103-olu,G7aJ87ksF0Kd8ko_oYJuOw