21 Haziran 2017 Çarşamba

KERKÜKTE HESAPLAŞMAYA BEŞ KALA, BÖLÜM 2


KERKÜKTE HESAPLAŞMAYA BEŞ KALA,
 BÖLÜM 2


Yine Anayasaya göre Kerkük'te bir normalleşme ve sayım yapılamazken, Referandumda, Kerkük'ün kaderinin sadece bu şehirde yaşayanlar tarafından
mı yoksa Iraklılar tarafından mı tayin edileceği dahi bilinmezken, referandumun Irak'ın kırılma noktası olduğu nihayet fark edildi. Doğrusu ise bu referandumun hiç yapılmamasıdır. Kürtler hariç bütün tarafların eğilimi de bu yöndedir.

KDP ve KYB için Kerkük her şeyden önemlidir. Çünkü Dünya petrol rezervinin % 4'ünü oluşturan Kerkük petrolleri olmadan bağımsız bir Kürt devletinin 
yaşayamayacağını biliyorlar. 1970'lerin başında Irak, Barzani'nin babası Molla Barzani'ye özerk bölge önermiş ancak özerk bölgeye Kerkük'ü dahil etmemişti. 
Bunun üzerine Molla Barzani özerklik teklifini reddederek Irak ile çatışmaya devam etmişti. Kerkük, Barzani ve Talabani için uğrunda ölünecek kadar değerlidir.

Bundan dolayı KDP ve KYB'li peşmergeler, Kerkük'e girdikleri ilk günden itibaren şehrin demografik dokusunu arşivlerden başlayarak  tahrip etmeye başladılar. 
Bir Türkmen kenti olan Kerkük'ün Saddam döneminde başlayan etnik tahribatı Barzani ve Talabani tarafından ABD'nin göz yumması ve desteklemesi ile yeni
bir aşamaya girdi. Modern tarihte yaşanan en büyük iç göçlerden birisinin sonucunda yüz binlerce Kürt değişik köy, kasaba, şehirlerden ve hatta ülkelerden Kerkük'e getirilerek, Kerkük kentinin etrafında oluşturulan gecekondulara yerleştirilirken, Araplar Kerkük'- ten kovulmaya Türkmenler ise baskı altına alınmaya çalışıldı ve alındı da…

Bu koşullarda, Irak'ta usul ve yöntemleriyle çok tartışılacak iki seçim bir referandum yaşandı. Seçimlerde Türkmenler'in aldığı oy miktarı, hayal
kırklığı yarattı ve kimseyi mutlu etmedi.. ITC' nin bundan alacağı dersler vardı. Ancak ITC'nin yeni bir arayışa girecek veya maceraya sürüklenecek lüksü yoktu. Bu aşamada, Türkmenler üzerinde oynanan oyunları görmezden gelerek, ITC'yi başarısız göstermek isteyenler, Türkmenlere bir kez daha en 
büyük haksızlığı yaptılar. Bu sonuçlar, ne yazık ki Türkiye'de bazı çevrelerde Türkmenleri başarısız göstermek şeklinde tezahür etti.

<   Referandum öncesi Kerkük'e yerleştirilen Kürt göçmenlerden yaklaşık 300 binine seçim kartı dağıtılması, bunlar için ABD'nin Barzani'ye kredi açması; 

Kerkük'te  yapılan etnik temizliğin bir uzantısı ve Kürtlere tesliminin yeni bir aşamasıdır.  >

Oysa bu seçimlerin sonuçlarında, kimsenin günahı yoktur. Sanki Irak'ta demokrasi varmış, örgütlenme serbestmiş, sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi, alınan sonucun faturasını da bize çıkarmaya kalkanlar, önce bizim için ne yaptıklarını sorgulamalıdır. Biz Irak'ta demokrasiyle yeni tanışıyor, kendi kendilerini yönetmenin erdemlerini yeni yeni kavrıyoruz. Biz bunun bilincindeyiz ama birçokları yıllarca çektiğimiz çilenin ve zulmün farkında değil. Bunların çoğunun Irak'ta da yaşamadıkları da bir gerçek.

Bizi üzen, bugüne kadar hangi coğrafyada ve hangi koşullarda yaşadığımızın çok çabuk unutulmasıdır. Bizi önce Saddam yok saymıştır, şimdi de Amerika. 
Oysa biz, diktatör Saddam Rejimi'ne son veren bu işgalin, ülkeye barış, hürriyet ve adalet getireceğini, Türkmenlere de 80 yıldır gasp edilmiş hak ve hukuklarını geri kazandıracağını umuyorduk.

Ne yazık ki 80 yıllık baskı ve zulüm rejimlerinden kurtulduk diye sevinemedik. ABD işgaliyle bölgemizde yeni huzursuzluklar baş gösterdi. 

İnsanımıza yeni haksızlıklar yapılmaya başlandı. Saddam sonrası Irak'ta en mağdur grup yine Türkmenler oldu.

İşgal sonrasında da Türkmenlere karşı ilk hasmane tutum 2004 yılında çıkarılan, adına "Geçici Anayasa" da denen Irak İdari Yasası'na Türkmenlerin
dahil edilmeyişiyle görülmüştür. Geçmişi aratmayacak bu yeni dönemde de, Türkmenler sürekli dışlanmış, Türkmenlerle ilgili kararlar, Türkmenlerin
meşru temsilcisi ITC'ye danışılmadan alınmıştır.

Türkmenlere yapılan haksızlıklar saymakla bitmez.. Evlere şenlik iki seçim bir referandum yaşadık. Akla hayale gelmeyen entrikalarla karşılaştık.
Sonucu belli bu seçimlerdeki ihlâlleri gruplandırdık ve belgeledik. Kimi kime şikâyet edeceğiz? Seçimde yaşanan olumsuzlukları sıralamak icap ederse;

1-Seçim silahların gölgesinde yapılmıştır. Peşmergeler, sandık başlarında baskı oluşturmuşlardır.

2-Yaygın seçim ihlâlleri yapılmıştır. Irak Türkmen Cephesi tespit ettiği dört bin seçim ihlâlini Bağdat'ta seçim yüksek komisyonuna şikâyet etmiştir.

<  Türkmenler üzerinde oynanan oyunları görmezden gelerek, ITC'yi başarısız göstermek isteyenler, Türkmenlere bir kez daha en büyük haksızlığı yaptılar. Seçim sonuçları, ne yazık ki Türkiye'de bazı çevrelerde Türkmenleri başarısız göstermek şeklinde tezahür etti. >
Dr. Saadettin Ergeç
  


Türkmen yerleşim yerlerine seçim sandığı götürülmemiştir. Ya da 300 bin insanın yaşadığı bir kente dört seçim sandığı ve birkaç bin oy pusulası götürülmüştür. Özetle yüz binlerce Türkmen seçmen herkesin önünde oy kullanmaktan men edilmiştir. Sonra da birileri kalkıp, “Irak Türkmen Cephesi seçimlerde gereken oyu alamadı” diyerek bizi eleştirmeye kalkmıştır.

3-Türkmenlerin bir kısmı oy vermek için bu koşulları protesto etmek için sandığa gitmemiştir.

4-ITC'nin de siyasî tecrübesizlikleri vardır ve seçmen eğitimi ve pro-paganda vb konularda yeterince organize olunamamıştır.
Tüm bunlara rağmen seçimlerde, ITC tescil edilmiş ve Türkmenlerin tek temsilcisi olduğunu kanıtlamıştır. Seçimlere katılma kararımız ne kadar vatandaşlık görevimizse, referandumdaki "hayır" kararımız da o kadar demokrat çadır.
İlk siyasî mücadeleyi seçimlerde, ikinci siyasî mücadeleyi ise referandumda verdik. Seçimlerde, demokratik parlamenter rejimde söz sahibi olmak istediğimiz kadar, referandumda da Irak'ı bölecek ve Türkmen'i yok sayacak bir yasaya karşı çıktık.

Anayasa iyice tahlil edildiğinde görülecektir ki; Türkmenlerin haklarına kısaca değinilmiş olmakla beraber, bu hakların uygulanması bir takım belirsiz şartlara bağlanmış ve hakim güçlerin inisiyatifine bırakılmıştır. Bu Anayasa'da, Türkmen adı yasak savar gibi beş yerde geçmektedir. Türkmenlere Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek söz hakkı ve savunma hakkı yoktur. Açıkça zikredilmemekle beraber "azınlık" olarak görülmektedir.

Oysa Türkmenlerin umudu bu Anayasa idi. Türkmenlerin tek beklentisi; en temel yaşam haklarını garantiye almak ve eşitliği sağlamaktı. Bu mümkün olmadı. Anayasa tadil komisyonu da bir türlü işin içinden çıkamadı. Biz yine de yeni bir Anayasa'nın hazırlanacağını ve Türkmenlerin de bu Anayasa'da hak ettiği yeri alacağını umuyoruz.

Irak'ın yeniden yapılanma sürecinde, Türkmenlerin ülke yönetimine âdil bir şekilde katılımının sağlanması, Türkiye başta olmak üzere uluslararası toplumun sorumluluğundadır. Ancak bugüne kadar Türkmenlere, ne bölgesel ne de uluslararası bir destek verilmemiştir. Bu nedenle Türkmenlere, Irak'ı bölecek, Türkmen milli varlığını bitirecek bu Anayasa'ya "hayır" demekten başka seçenek bırakılmamıştır.
Türkmenler, Irak vatandaşlığımızın bir gereği ve sonucu olarak Anayasa'ya "hayır" demişlerdir.

Çünkü tarih boyunca ayrı bir devlet kurmak için bir isyanımız da olmamıştır. 

Bu bizi Irak'ta üstün kılan en büyük özelliğimizdir. Bu Anayasada, ABD işgali 
kadar hayal kırıklığıdır bizim için... Çünkü ABD, bu Anayasa ile kendisi gibi demokrasiyle yönetilen bir ülke yaratmadı. Irak'a şeriat ekseninde, feodal bir
yapıyı lâyık gördü. Ülkeyi, fiilen üçe bölecek altyapıyı hazırladı. Bu arada bütün Sünnilerin Saddam yanlısı, Türkmenlerin de Türkiye yanlısı olduğu vehmine 
kapılarak onları âdeta cezalandırdı. Hala da cezalandırmaya devam ediyor.

Dikkat ederseniz ABD, son zamanlarda uluslararası arenada müdahale ettiği ülkelerde kurmak istediği düzeni Irak'ta da uyguluyor. Nedir bu düzen? 
Etnik ve dini temele dayalı yönetimler yaratmak. Bu sistemin bölge barışına hizmet etmeyeceğini, anarşi yaratacağını hep birlikte yaşayıp göreceğiz. 
Irak'ta artık Iraklı yok. Irak'ta belirleyici kimlik; Kürt, Şii ve Sünnilik oldu. Anayasa bile Kürt ve Şii ittifakının eseri. İşte bu nedenle Anayasa ayrılıkçılığın 
ve bölünmüşlüğün belgesidir... Özellikle Peşmergeye federe bir devlet kurma imtiyazı sağlamıştır.

Irak'ın yeniden yapılanma sürecinde, Türkmenlerin ülke yönetimine âdil bir şekilde katılımının sağlanması, Türkiye başta olmak üzere uluslararası toplumun sorumluluğundadır.

Ancak bugüne kadar Türkmenlere, ne bölgesel ne de uluslararası bir destek verilmemiştir.

  Aslında bu anayasa reddedildi. Çünkü 3 vilâyetin (Musul-Elambar Selahattin ) toplamında 2/3 çoğunlukla reddedildi. Anayasanın kabulü için yeni bir formül bulundu ve her ilde 2/3 çoğunluğun reddi söz konusu denilerek Anayasa kurtarıldı. Türkmenler, bu anayasa ile eninde sonunda, Türkmeneli yöresinden söz edilemeyeceği kaygısını taşımaktadır. Irak'ta, bir siyasî partiler yasası yoktur. Parti kurmak çok kolaydır. Milletvekili olmak ta çok  caziptir. Bu belki de uzun yıllar baskı altında kalmış toplumların özlemi olabilir. Talebin çok olmasından, halkın bütün kesimlerinin veya görüşlerinin  parlamentoya yansıyabileceği gibi bir mana çıkarılabilir. 

<  Bu kadar çok parti ve oluşumun seçimlerine katılmasına izin verilmesi,  aslında parçala-böl-yönet taktiğinin tezahürüdür. Çok Parçalı bir yapının siyasî  istikrarı sağlayamayacağı, aksine bozacağı ve hatta kilitleyeceği de söylenebilir. >

Nitekim durum aynen budur. Nitekim, küçük ve hatta tabelâ partilerine kayan oylar, heder olup gitmiştir. Bu seçimde de biraz organize olmuş gruplar ise oy oranlarının çok üzerinde bir varlık göstererek ülke yönetiminde söz sahibi olmuşlardır. Bu en son 30 Ocak seçimlerinde de görülmüştür. %17 nüfusa sahip Kürtler parlamentoda %38 ile temsil edilmektedir...

Bazı gerçekleri görmek için tarihçi olmak gerekmez. Yakın tarihe bakmak yeterlidir. 31 Ocak 2005 seçimlerine 111 parti, 15 Aralık seçimlerine
287 parti katılmıştır. 




Bunların arasında on-larca Kürt, Şii ve Sünni partileri vardır. 23 Milyonluk bir ülkede, bundan daha büyük dağınıklık olabilir mı? Son seçimlere tek başlarına 
seçime giren çok az parti vardır ki ITC bunlardan biridir. ITC, ilk seçimden sonra kurultay yapan tek siyasî oluşumdur. Seçime yeni bir liderle gidecek kadar 
da demokrattır.

Hatırlayacaksınız, ilk seçime, Irak Türkmenleri Cephesi olarak, bir nevi Türkmen partileri ile koalisyon yaparak girmiştik. 4. Türkmen Kurultayı'nda bu partiler zaten Cephe'nin çatısı altında birleşmişlerdi. Dolayısıyla Cephe ilk kez ve tek başına seçimlere katılarak siyasallaşma sürecini de başlatmıştır.

Son seçime ise; Erbil, Kerkük, Selahattin, Diyala, Bağdat, Vasıt ve Babil'de tek başımıza, sadece Musul'da koalisyon yaparak katıldık. İki seçimde de arzu ettiğimiz sonucu alamadık, Oylarımızı yükseltemedik. Ama mevcudu koruduk. Çünkü biliyorsunuz, Türkmenlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde, özellikle de Kerkük'te nüfus yapıları çok ciddî şekilde bozuldu ve dengeler aleyhimize döndü. İşimiz bundan sonra daha da zor. Ama organize olmaya çalışıyoruz.

Bizimle çok uğraşıyorlar. Seçim hileleri yetmiyormuş gibi, KDP yanlısı 8 ve KYB yanlısı 3 olmak üzere, toplam 11 tabelâ sözde Türkmen partisi kurdurdular. Bu tabelâ partiler, Irak Türkmenlerinin tek meşru temsilcisi Irak Türkmen Cephesi'ni kendilerine rakip gibi görmeye başladılar.

Türkmenlerin içinde bulundukları durumunu anlayabilmek için Lozan'a kadar uzanmak ve 80 yıllık geçmişi iyi tahlil etmek, ITC'yi takdir edebilmek için de kurulduğu zamanı ve zemini çok iyi değerlendirmek gerekir.

Irak'ta yaşamak, Irak'ta Türkmen olmak ve Türklüğü korumak hiçte kolay olmamıştır. Türkmenler, kimliklerinin yok edilmesi ve ülkedeki varlıklar ının sona erdirilmesi amacıyla, sürekli insanlık dışı uygulamalara ve asimilasyona maruz bırakılmışlardır. Bu uğurda verilen şehitlerin kanı ise daha kurumamıştır.

Türkmenlerin milli ve manevî değerleriyle oynanmıştır. Saddam rejimi döneminde Araplaştırma politikalarına maruz kalan Türkmenler, can ve mal güvenlikleri nedeniyle Arap kimliği lehine kendi etnik kimliklerini bırakmaya zorlanmışlardır. Bugün ise Kürtler, Türkmenlerin yaşadıkları şehirlerin demografik yapılarını bozarak, Türkmenleri azınlık durumuna düşürmek için uğraş vermektedir.

Irak'ta; Kürtleri, Araplara karşı kullanmak, Araplar arasında mezhep bazında birbirine düşürmek, Türkmenlerin de bir gün Türkiye ile birleşebileceği düşüncesiyle, yavaş yavaş eritmeye çalışmak ezeli bir politikadır. Sürekli, Irak'ın dirliği ve birliğinden yana olan Türkmenler, artık bir bedel ödemek istememekte dir. Türkmenlerin artık tek dileği, demokratik, özgür ve güvenli bir Irak'ta yaşamaktır. Irak'taki Türkmen gerçeğinin artık sadece Irak değil tüm dünya tarafından fark edilmesinin zamanı gelmiştir.

Türkmenler, Irak'ta iyi eğitimli bir nüfus olarak, değerli bir insan kaynağıdır.

Türkmenlerin demokratik ve milli bilinçleri yerindedir ve çok gelişmiştir. Buna karşın, diktarejimi altında örgütlenmelerini tamamlayamamış ve hemen organize olamamışlardır. Demokrasiyle 2003'te karşılaşmışlar, ilk siyasî deneyimlerini de 2005'te yaşamışlardır. İki seçim bir referandumu bir yıl içinde görmüşlerdir. Her türlü ihlâle rağmen seçim sonuçları Irak'ta hala kemikleşmiş bir Türkmen varlığını göstermektedir.

Sonuçlarından memnun olmasak ta, iki seçimde de Türkmenlerin tek meşru ve siyasî temsilcisinin ITC olduğu tescillenmiştir.

İşgalciler de Türkmenlere karşı hasmâne tutum sergilemektedir. ABD'nin Irak politikasında bugüne kadar Türkmenlerin adı yoktur.

Savaş öncesinde Irak' ın geleceğine dair senaryolar yazılırken; Sünni ve Şii Araplar ile Kürtler dikkate alındığı halde, Türkmenlerin adı bile anılmamıştır.
Durum savaş sonrasında da değişmemiştir.

İnancımız odur ki, Türkiye'nin savaşa katılmaması veya ABD'nin işgaline yardımcı olmamasının faturası, Türkmenlere kesilmiştir.
Bu nedenle, Türkmenlerin yaşadığı bölgelerin siyasî ve demografik yapılarının değiştirilmesine ABD sesini çıkarmamaktadır.
İşgal sonrası Irak'ta hata üstüne hata yapılmıştır.. Bunları da üç başlık halinde toplamak mümkündür.

1- Türkmenler; Araplar ve Kürtlerin yanında üçüncü aslî unsur olan Irak'ta;

Kürtleri, Araplara karşı kullanmak, Araplar arasında mezhep bazında birbirine düşürmek, Türkmenlerin de bir gün Türkiye ile birleşebileceği düşüncesiyle, yavaş yavaş eritmeye çalışmak ezeli bir politikadır.

Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek Irak kabul edilmemiş, Asuriler, Keldaniler gibi idarî ve kültürel bir azınlık
gibi görülmüşlerdir.

2- Irak' ta hep Arapça ve Kürtçe resmi dil olarak kabul edilmiştir. Oysa Irak' ta çoğunluk Arap'tır. O halde Arapça resmi dil olarak kalmalıdır. Tek dil uygulamasından vazgeçilecekse o zaman Kürtçe'nin yanında Türkçe de Irak' ın resmi dilleri arasında yer almalıdır.

3- Irak resmen Kürt ve Arap federe devletlerinin oluşturduğu federasyona ayrılmıştır. Türkmen ağırlıklı yöreler de, Kürt federasyonuna terk edilmiştir. Kerkük'ü Kürt bölgesinin başkenti yapma çabaları ise sürmektedir.

Bir kez daha önemle ve özellikle vurgulamak isteriz ki Kerkük, Irak'ta mihenk taşıdır. Bugün Türkmenlerle Kürtler arasında bir ihtilâf konusu gibi görünmekle 
beraber, olası bir referandum aslında Kürtlerle Arapları karşı karşıya getirecek ve Irak için yeni bir huzursuzluk kaynağı olacaktır. Bu kez Kürtler karşılarında
Türkmenler gibi mazlum bir halkı değil, Irak'ın ana insan potansiyeli olan Arapları bulacaktır.

Biz kardeşin kardeşe düşürülmesini arzu etmeyiz.

Biz bu topraklarda, 1000 yıldır kardeş kardeş yaşadık… Bundan sonra da yaşarız… Yeter ki sağduyuyu ve hoşgörüyü elden bırakmayalım.
İddia edebilirim ki Irak'ın millet bütünlüğünü Türkmenler, toprak bütünlüğünü ise Irak Türkmen Cephesi sağlayacaktır.
Bazı çevrelerin, ITC'den bahsederken kullandıkları “Türkiye'de belli  bir merkezin desteklediği örgüt” ifadesi, Cepheye yapılmış en büyük haksızlıktır. Böyle düşünenler bilmelidirler ki; Türkiye Irak'taki tüm siyasî gruplara eşit mesafede dir. Irak'taki tüm grupların Türkiye'de temsilcilikleri vardır ve siyasî faaliyetlerine de izin verilmektedir.. Bunların arasında Türkiye'ye en yakın olan grubun Türkmenler olmasından, Türkiye'nin Türkmenleri, ITC çatısı altında tanıması ve muhatap almasından rahatsızlık duyulmasını anlamak mümkün değildir.

Cephenin de eksikleri ve yanlışları olabilir. Bunun telâfisi de mümkündür. Bu aşamada, Türkmenler ve ITC hakkındaki en küçük bir zafiyete tahammülümüz
yoktur. Bu nedenle eleştiriler, dünyada elimizi zayıflatacak nitelikte olmamalıdır.

<   Kerkük, Irak'ta mihenk taşıdır. Bugün Türkmenlerle Kürtler arasında bir ihtilâf konusu gibi görünmekle beraber, olası bir referandum aslında Kürtlerle  Arapları karşı karşıya getirecek ve Irak için yeni bir huzursuzluk kaynağı olacaktır.  >

Süper güçlerin üzerinde at oynattığı Mezopotamya'da, yerel, bölgesel, ulusal ve uluslar arası destek görmeyen tek grup olan Türkmenlerin, Sadece Türkiye 
tarafından desteklenmesin yadırgamak ve belli bir merkeze bağlamak  insafsızlık olur '' Ölümün kol gezdiği, insan hak ve özgürlüklerinin, silah ve şiddetten 
geçtiği bu cografyada, sade bir vatandaş olarak yaşamak bile lüks iken Türkmenleri, her ne sebeple olurs olsun rahatsız ve rencide etmek, kasten yapılmıyorsa, gaflettir, delâlettir ve hatta ihanettir….

<  Ölümün kol gezdiği, insan hak ve özgürlüklerinin, silah ve şiddetten geçtiği bu coğrafyada, sade bir vatandaş olarak yaşamak bile lüks iken
Türkmenleri, her ne sebeple olursa olsun rahatsız ve rencide etmek, kasten yapılmıyorsa, gaflettir, delâlettir ve hatta ihanettir…. >

 Irak'ta yakın gele ekte hala bir Türkmen toplumundan söz edilecekse, bize yalnız olma- dığımız daha çok hissettirilmeli ve daha yapıcı olunmalıdır. 
Bunu hiç kimseden değil ama soy-daşımız Türkiye'den beklemek en doğal hakkımızdır.

Biz Türkmenler, bugün gelinen noktadan  çok mutlu olmasak dahi müsterihiz. Çünkü, sadece bizi değil, Irak'ı ve bölgeyi bekleyen tehlikeleri her fırsatta 
dile getirdik. Bunu da tarihi bir görev saydık… Bu yazdıklarımızdan ve söylediklerimizden hiç kimse ve hiçbir ülke alınmadıysa, yapabileceğimiz bir şey kalmamıştır.

Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki, Irak'ın, biran önce istikrara kavuşmasını, Irak' ta yaşanan insanlık trajedisi sona erdirilmesini, Irak' ın toprak bütünlüğünün 
sağlanması en çok arzu eden yine Türkmenlerdir. Türkmenler, Irak' ın dirliği ve birliği için, etnik ve mezhep ayrılıkları bir tarafa bırakılarak, " IRAK " 
üst kimliğinde birleşilmesini, hala lkenin tek kurtuluşu olarak görmektedir.

Türkmen halkı olarak çok çileler çektik, çok ağır bedeller ödedik. Gerekirs yeni bedeller ödemeye hazırız. Ancak, Irak'taki Türkmen varlığını silmeye, yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. 

Allah'a bir can borcumuz  var, hiçbir Türkmen günü geldiğinde bu borcu ödemekten de geri kalmayacaktır.

 Dr. Saadettin Ergeç
Irak Türkmen Cephesi Genel Başkanı, Türkmen Lideri ve Kerkük Milletvekili


***

KERKÜKTE HESAPLAŞMAYA BEŞ KALA, BÖLÜM 1


KERKÜKTE HESAPLAŞMAYA BEŞ KALA,
BÖLÜM 1 





KERKÜKTE HESAPLAŞMAYA BEŞ KALA

Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek
(*) Dr. Saadettin Ergeç
(*) Irak Türkmen Cephesi Genel Başkanı, Türkmen Lideri ve Kerkük Milletvekili




Irak toprakları, tarihi boyunca değişik nedenlerden dolayı birçok savaşlara, çatışmalara sahne olmuştur. Kuzey doğuda olan dağlık bölge ve güney
batıdaki büyük çöl, Irak'ın önemini özellikle savaşlar döneminde artırırdı.

Çünkü bu bölge, değişik ulus ve dinlere mensup olan insanların geçiş koridoruydu.

Genellikle Irak nüfusu, dağları konut bilen Kürt ve ovalarda oturan Araplardan oluşur. Bu iki topluluk arasında da kendi dil, adet ve geleneklerini
koruyan Türkmenler yaşarlar. Daha çok; Telafer, Altınköprü, Kerkük, Dakuk, Tuzhurmatu, Kifri, Hanekin, ve Mendelişehirlerinde yoğunlaşmışlardır..

Irak'ta 1925 yılında çıkan ilk anayasa Kürtçe, Arapça ve Türkçe basılmıştır. Ancak 1933 yılında yapılan düzeltmelerden sonra, 17'nci maddesinde;
“ Ülkede Arapça dil olacaktır ” ama 1931 yılında bu madde ile ilgili 74 sayılı mahalli diller kanunu Türkmenleri istisna etmiş “yargı işleri, Kerkük
ve Erbil gibi Türkmen bölgelerinde Türkçe olması lâzımdır” denilmiştir.

1950 yılında hükümet, okullarda Türkçe dilinin kullanılmasını azaltmaya başlamıştır. Daha sonra 24 ocak 1970 tarihinde, resmi bir kanunla ilkokulda
Türkçe eğitim yapma kararı alındıktan bir yıl sonra, hükümet aynı kararı hiçe sayıp okulları kapatarak, Türkçe ile eğitim yapmayı yasaklamıştır.

1970-1980 yılları arasında Türkmenler, etnik temizlik eylemlerine maruz kalmışlardır. Bazı liderler tutuklanıp asılmış yada göstermelik yargılamalarla
hapislere atılmıştır. Irak hükümeti kullandığı insanlık dışı siyasete rağmen, Türkmen halkının direncini kırmayı başaramamıştır. Onlar dedelerinin
yurdunda hep geleneklerini koruyup, milli varlıklarını canlı tutmaya çalışmışlardır.



Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek

Irak hükümeti, sürekli Türkmen nüfusunu asimilasyon politikaları ile azaltmaya çalışmıştır. Dolaysıyla şimdiye kadar Türkmen nüfusunu belirten tarafsız bir sayım yapılmamıştır. 1957 yılında yapılıp sonuçları 1959'da açıklanan sayım da Irak'taki Türkmenlerin sayısı yaklaşık 567.000 kişi olarak belirtilmiştir. Yani Türkmenler Irak'ın toplam nüfusu içerisinde% 10 dur.  Ama Irak hükümeti her türlü yolu deneyerek bu gerçeği saklamaya çalışmıştır.


1957-1977 yılları arasında nüfusun azaldığı görülmektedir. Bunun nedeni ise: Kuzey Irak'ta özellikle Telafer'den Musul'daki Sincar, Erbil, Kerkük,
Hanekin ve Diyale'den Mendeli'ye kadar uzanan bölgelerde, zorunlu göçe veya Irak hükümetlerinin asimilasyon politikalarına maruz kalmalarıdır.
Irak'ta nüfus artış oranı % 3,2 olduğu halde Türkmenlerin toplam sayısı 1994 yılında Kerkük, Erbil, Musul, Salahattin ile Diyala'ya bağlı köy, kasaba
ve Bağdat'ta yaşayanlar dahil, en kötü tahmine göre yaklaşık 3,000,000 kişidir.

1960'a kadar Kerkük nüfusunun % 95'inin Türk olduğu bilinmektedir.Ancak daha sonra güdülen Araplaştırma politikası nedeniyle on binlerce
Arap ailesi Kerkük'e yerleştirilmiştir. Bunun yanı sıra Kürtlerle meskûn civar illerdeki köylerin yıktırılması, Kürtlerin de Kerkük'e göç etmelerine
neden olmuştur. Dolayısıyla 1980'li yıllarda Kerkük'teki ezici Türk yoğunluğu zedelenmiş ve % 95'lik oran % 75'e düşürülmüştür.

Irak'ta bin yılı aşkın bir zamandan beri varlık gösteren Türkmenler, ülkenin kuzey orta bölgesinde yaşamaktadırlar. Türkmenler, günümüzde Musul, Erbil, Kerkük, Diyala ve Selahattin illerinin sınırları ile başkent Bağdat'ın birkaç mahallesinde de bir şerit boyunca yayılmış bulunmaktadırlar.

İngiliz işgali sırasında Erbil'in siyasî valisi olan W. R. Hay, bölge hakkında yazdığı bir kitapta şöyle demektedir: "Belli bir şerit üzerinde bazı şehirler vardır. Bu şehirlerde yerleşik vatandaşlar Türkçe konuşurlar.

Bu şerit, çoğunluğu Kürt olan bölgeyle, çoğunluğu Arap olan bölgeyi birbirinden ayırır. Kerkük, Türklerin yoğun olduğu merkezdir. I. Dünya Savaşı'ndan önce nüfusu 30.000 idi. Şehrin etrafında da Türkçe konuşan bir çok köy vardır.”

Yazar kitabın başka bir yerinde ise; "Ahalisi Türkçe konuşan ve önemli zikredilmesi gereken iki ayrı yerleşim yeri de Erbil ve Altunköprü'dür.
Sonuncusu ise Küçük Zap nehri üzerinde bir adadır. Nehrin kıyıları arasında bağlantı iki köprü ile kurulmuştur” demektedir.




Irak yönetimi, Türkmenleri asimile etmek ve bölgelerini Araplaştırmak için 1980'den sonra çeşitli yöntemlere başvurmuştur. Açık yerlerde Türkçe 
konuşmayı yasaklamakla kalmamış, telefonda kendi ailesiyle konuşanları dahi cezalandırma yönüne gitmiştir. Yüzlerce Türkmen köy ve kasabası çeşitli 
bahanelerle yıkılmış, Türkmen halkı başka yerlere göçe zorlanmış, Irak'ın güneyinde yüz binlerce Arap Vatandaşın Türkmen Bölgelerine
yerleşmeleri için kendilerine karşılıksız teşvik primleri verilmiş ve arazi dağıtılmıştır. Türkmenlerin maruz kaldıkları haksızlıklar şöyle özetlenebilir:
Birçok yerleşim yerlerinin Türkçe olan adları Arapça'yla değiştirilmiştir.

Devrim Komuta Konseyi'nin 29 Ocak 1976 tarih ve 41 nolu kararı ile Kerkük İli'nin adı Al-Tamim olarak değiştirilmiş ve en büyük ilçesi olan Tuzhurmatu, Saddam'ın doğum yeri olan Tikrit'e bağlanmıştır.

20 Ekim 1981'de 1391 no'lu karar ile Türkmenlerin Güney illerine tehcir edilmeleri kararlaştırılmıştır.

27.09.1984 tarihinde 1081 no'lu karar ile Türkmenlerin arazilerinin istimlâk edilerek güneyden getirilen Araplara dağıtılması sağlanmıştır.

Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek · 

Yine aynı Konseyin 8 Nisan 1984 Tarih ve 418 sayılı kararı ve 11 Eylül 1989 tarih ve 434 sayılı kararı, ile Kerkük'te Türkmenlerin gayrimenkul satın almaları 
yasaklanmıştır.

Türkmenler, milli kimliklerinin yok edilmesi ve ülkedeki varlıklarına son verilmesi amacıyla, bütün iktidarların insanlık dışı uygulamalarına maruz kalmışlardır. Türkmenler, 80 yıl boyunca; asimile edilmek, evlerine topraklarına el konmak, göçe zorlanmakla kalmamış liderleri de sistematik olarak çeşitli kişi ve gruplar tarafından katledilmiştir.

Türkmenlere ve Cephe'ye en yoğun baskı Saddam döneminde uygulanmıştır. Saddam Kuvvetlerinin 31.08.1996'da Erbil'de, Türkmen
Cephesi ve Türkmen Siyasî Partilerine ait bürolara, Türkmen okullarına, kültür ve ilim yuvalarına düzenlediği baskınlar sırasında, buralarda
bulunan 34 Türkmen öldürülmüş veya tutuklanmıştır. Tutukluların akıbeti hakkında bugüne kadar aileleri ve Türkmen Cephesi sağlıklı bir bilgi 
elde edememiştir. Konu, BM İnsan Hakları Komisyonu'nun (A /51/496/add. 18 November 1996) raporunda tescil edilmiştir.

Türkmenleri göç ettirmek ve yerlerine Arapları yerleştirme politikası çok eski bir politikadır ve Irak yönetimi tarafından yaklaşık yirmi seneden
beri yürütülmektedir. Türkmenleri hedef alan uygulamaların başlıcaları sı- ralandığında şunlar dikkati çeker:

<   Türkmenler, 80 yıl boyunca; asimile edilmek, evlerine topraklarına el konmak, göçe zorlanmakla kalmamış liderleri de sistematik olarak
çeşitli kişi ve gruplar tarafından katledilmiştir.  >

Türkmen liderleri idamlar, suikastlar ile bilinçli şekilde yok edilmeye çalışılmıştır.
Türkmenler, Kuzey Irak'tan Bağdat ve Güney Irak'a göçe zorlanmışlardır.
Türkmen aydınlar baskı altında tutulmuştur.

Türkmenlerin kendi dilleri ile eğitim yapmaları yasaklanmıştır.
Resmi dairelerde bile aralarında ana dilleri ile konuşmaları yasaktır.
Türkmenlere gayrimenkul alım-satımı yasaklanmıştır.
Her türlü ticarî aracın alım-satımı yasaklanmıştır.
Mahalle, köy ve şehirlerin Türkçe adları değiştirilmiştir.
Kerkük başta olmak üzere Türkmenlere ait verimli tarım arazileri yönetim tarafından istilâ edilerek, yönetime yakın kişilere dağıtılmıştır.

Türkmen bölgelerinde, camilerde Türkmence vaaz ve hutbe verilmesi yasaklanmıştır. Ehli-beyti anma toplantıları, bütün Türkmen bölgelerinde
yasaklandığı gibi, Irak'ın genelinde de yasaklanmıştır.

Türkmenleri göç ettirerek, yerlerine Arapları yerleştirme politikası, vahşice uygulanmıştır. Göç ettirilen Türkmenlere hiçbir tazminat ödenmediği
gibi, gönderildikleri yerlerde kendilerine kalacak yer dahi gösterilmemiştir.

Ekim 1997'de yeni bir nüfus sayımı yapılmıştır. İktidardaki Baas Partisi ve güvenlik birimleri Türkmenler arasında, " kendilerini Türkmen yazdıranların 
ellerinden her türlü vatandaşlık hakları alınarak sürgün edilecekleri " şayiasını yaymışlardır. Halk korkutulmuştur. Bu nedenle birçok Türkmen can ve mal güvenliği nedeni ile kendini Arap yazdırmıştır. Yukarıda anlatılan baskıların önemli bir kısmı BM İnsan Hakları Raporlarında yer almıştır.

Saddam rejiminin Amerikan ve İngiliz orduları tarafından devrilmesinden sonra Irak'a demokrasi ve insan haklarının geleceğine inanan Irak Türkmenleri büyük bir hayal kırıklığı yaşamışlardır. Ortaya yeni Saddamcıklar çıkmış, sadece Irak Türkmenlerinin değil, Arap ve Kürtlerin kendilerinden olmayanlarının da her türlü demokratik ve insan hakkı vahşîce ihlâl edilmiştir ve ihlâl edilmeye devam edilmektedir.

Ancak bu süreçte Irak Türkmenleri bir halk olarak özellikle hedef seçilmiş ve nerede ise varlıkları ve her türlü demokratik hakları inkar edilmeye çalışılmıştır.
Yaşananları özetleyebilmek için, bir Türkmen şehri olan Kerkük'te son yıllarda yaşanan bazı olayları hatırlatmakta faydalı olacaktır;

Kerkük başta olmak üzere, Türkmen şehirlerinde nüfus ve tapu kayıtları yakılmış, ilk olarak bu dairelere saldırılarak Türkmenlerin hak iddia
etmeleri engellenmek istenmiştir.

Kerkük'e yerleşmek isteyen Kürtlere ciddî maddî destek yapılmakta, doğumunu Kerkük'te yapanlara ayrıca para verilmekte, böylece şehirde Kürt nüfusunun yükseltilmesi amaçlanmaktadır. 

Devlet dairelerinin tamamına yakının Müdürlüklerine Erbil, Süleymaniye, Dohuk gibi şehirlerden getirilen, işle ilgisi ve eğitimi olmayan Kürt Müdürler atanmakta, personelin de benzer şekilde seçimine özen gösterilmektedir. Bu şekilde yapılandırılan Devlet dairelerinde Türk-

Kerkük'e yerleşmek isteyen Kürtlere ciddî maddî destek yapılmakta, doğumunu Kerkük'te yapanlara ayrıca para verilmekte, böylece şehirde Kürt
nüfusunun yükseltilmesi amaçlanmaktadır.

Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek
menlere sürekli güçlük çıkarılmaktadır.
Kerkük'te bulunan Devlet binalarına “Göçmen” adı verilen Kürtler yerleştirilmekte, bunlara aylık düzenli maddî destek verilerek göç teşvik edilmektedir.
Türkmenlerin mallarını ele geçirmek ve fidye istemek için, kaçırılmaları sıkça yaşanmaktadır.





Türkmenlerin iş yerlerine yönelik baskı ve yıldırma politikaları uygulanmakta, zaman zaman şiddete varan, baskı ve yağmalamalarla Türkmenlerin
iş yerlerini kapatmaları sağlanmaya çalışılmaktadır.

Gece yarısından sonra Türkmen'lere ait evlerde aramalar yapılmaktadır.
Arama bahanesiyle eve giren kişiler, evdeki bazı kişileri seçip, meçhul yerlere götürüyorlar. Bir çoğundan tekrar haber alınamamaktadır.
Türkmen gazeteciler tehdit edilmekte, keyfi olarak sık sık gözaltına alınmaktadırlar.
Türkçe basan matbaalar kapatılmakta veya tahrip edilmektedir.
Türkmeneli Radyo ve Televizyonu da her fırsatta vurulmaktadır.

2007 Yılı ise bir kader yılı olarak karşımıza çıkmıştır. Anayasa'ya göre, Aralık 2007'de Irak'ta Kerkük'ün Irak'a mı yoksa Kuzey Irak'a mı bağlanacağını
belirleyecek olan referandum yapılması öngörülmüştür.. Referandum öncesi Kerkük'e yerleştirilen Kürt göçmenlerden yaklaşık 300 binine seçim kartı dağıtılması, bunlar için ABD'nin Barzani'ye kredi açması; Kerkük'te yapılan etnik temizliğin bir uzantısı ve Kürtlere tesliminin yeni bir aşamasıdır.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

Ümit Özdağ'dan MHP Milletvekillerine Mektup



Ümit Özdağ'dan MHP Milletvekillerine Mektup




Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ'dan MHP Milletvekillerine Mektup
Değerli vekilim,
Türkiye’nin parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçmesini hedefleyen anayasa değişikliğine karşı çıktığım için partimden ikinci kez ihraç edildim. 2006 senesinde genel başkanlığa aday olduğum için ihraç edilmiştim. Ancak bu kez genel başkanlığa aday olduğum için ihraç edilmedim. Eğer, başkanlık sistemine itiraz etmeseydim ihraç edilmezdim. Ancak emin olun sonucun bu olacağını bilmeme rağmen itiraz ettim. Çünkü itirazımın çok güçlü gerekçeleri var. Bu kısa mektupta sizin ile bu itirazlarımı paylaşmak istiyorum. Eğer bu itirazların gerekçeleri sizin içinde ikna edici ise lütfen tekrar bir durum değerlendirmesi yapın.
Değerli vekilim,  
Türkiye başkanlık anayasası ile bir bilinmeze doğru sürüklüyor. Üstelik, ülkemizin iç savaş ve bölünme tehlikesi ile en ağır şekilde karşı karşıya olduğu bir dönemde başkanlık referandumu millete zorla dayatılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Aralık günü muhtarlara yaptığı konuşmada Türkiye’nin Suriye ve Irak gibi iç savaşa sürüklenmek ve bölünmek istendiğini ifade etmiştir. Bu kadar ağır bir tehdit ile karşı karşıya olan hiç bir ülke, sistem değiştirme riskine girmez. Üstelik Erdoğan bilmeli ki başkanlık için ısrar etmek, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek isteyenlere büyük bir fırsat verecektir. Türkiye, Erdoğan’ın başkanlığına karşı olanlar ve onun başkanlığını destekleyenler diye ikiye bölünmüş durumdadır. Türkiye’de kitlelerin bölünmüşlüğü artık gerçek anlamda bir milli güvenlik sorunu haline gelmiştir.
Bundan yıllar önce Yeniçağ gazetesinde yazdığım bir açık mektupta kitlelerin bölünmüşlüğünün bir milli güvenlik sorunu haline gelmekte olduğunu ifade etmiştim. Artık bu süreç büyük ölçüde tamamlandı. Birbirine kızgınlıkla bakan Erdoğan yanlısı ve karşıtı grupların içinde, Erdoğan’a taparcasına bağlı olanlar ve ölümüne nefret edenler var. Bir tarafın 15 Temmuz deneyimi, diğerinin Gezi deneyimi mevcut. Sokak deneyimi olan kitlelerin sokağa çıkması kolaydır. Bütün bunlara iç savaş tahrikçilerinin son günlerde daha yoğun işitilen mezhepçi çığlıkları eklenmektedir. Hayat tarzı ve etnik zeminde bölme çabaları da devam etmektedir.
Bütün bunlar olurken, Ortadoğu iç savaşının yaşandığı Suriye ve Irak’ta, sınırları değiştirmek isteyen Batı ve Batı’nın işlerini kolaylaştıran IŞİD başta olmak üzere Selefi Cihatçı örgütler, sadece Şia’ya değil, kafir olarak gördükleri Sünnilere de savaş açmış durumdadırlar. Nedense İsrail’e hiç dalaşmayan, İsrail’i gündemlerine dahi almayan bu tekfirciler, İstanbul’a “Konstantinopolis” diyerek fethedeceklerini ileri sürmektedirler. Ortadoğu iç savaşının dalgaları, kitle imha amacı taşıyan bombalı saldırılar ile artık şehirlerimizi kan gölüne çevirebilmektedir.
Üstelik kitleler birbirlerine bu kadar kızgınlık ile bakarken savunma ve güvenlik kurumlarımız ağır bir krizden geçmektedir. TSK; FETÖ ve AKP’nin darbeleri altında travma yaşamaktadır. Ordu içinde FETÖ’cü subay oranı hala çok yüksek. Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin durumu trajik. Kara Kuvvetleri’nin toparlanmak için zamana ihtiyacı var. Ekonomimiz çok ağır bir krizden geçmektedir.
Özetle, Türkiye Cumhuriyeti; ordu, istihbarat, dışişleri ve ekonomisini hızla iyileştirmesi gereken bir süreçten geçmektedir. Böyle bir süreçten geçilirken ülkemizin önüne Ukrayna senaryoları koyabilecek bir politik sistem değiştirme girişimi büyük riskler taşımaktadır. Ülkemizin bugün her zaman olduğundan daha fazla milli birliğe ihtiyacı vardır. 15 Temmuz akşamı, %49 ile iktidara gelmenin iktidarda kalmaya yetmediğini, iktidarda kalmak için % 100’ün desteğine ihtiyaç duyulan zamanlar da olduğunu AKP’ye öğretmiş olmalıdır. Buna sadece 15 Temmuz gecesi değil, en az önümüzdeki 2 senede de ihtiyacımız vardır. Ben bunun alınmaması gereken bir risk olduğunu düşünüyorum ve başkanlık sistemi ile ondan önce referanduma, sürecin taşıdığı risklerden ötürü karşı çıkıyorum.
Sayın vekilim,
Anayasa taslağına karşı çıkmamın ikinci nedeni“Genel Gerekçe” bölümündeki temel yaklaşımdır. Hele bu yaklaşımda 1924 Anayasamıza hakaret edilmesi hiç kabul edilebilir değildir. Genel gerekçe birinci paragrafta şu talihsiz ifade yer almaktadır: “Ülkemizde anayasalar, toplum ve temsilcileri tarafından değil vesayetçi zihniyete sahip elitler tarafından, devleti sınırlamak için değil, toplumu hizaya sokmak için hazırlanmış metinler olmuştur.” 1961 ve 1982 Anayasalarının askeri darbeler neticesinde gerçekleşmiş olmasından ötürü eğer bu ifade sadece bu iki anayasa ile sınırlı olsaydı yukarıdaki ifadeye karşı çıkılmayabilirdi.Ancak, 1995, 2001 ve 2010 anayasa değişikliklerinde hangi vesayetçi anlayış hakim olmuştur? AKP, bu açıklaması ile ayrıca 1924 Anayasası’nı yapan, çok büyük bir bölümü İstiklal Harbi’mizin mimarı olan meclisin üyelerine de hakaret eden bir tutum sergilemiştir. Bu metni oluşturan kimselere şu söylenmelidir:“Tarihine bu kadar düşman olduğunuz bir ülkenin, anayasasını oluşturma gayreti içerisine girmemeniz gerekir.”
Anayasa teklifine karşı çıkmamın üçüncü nedeni; demokratik düzenin temeli olan güçler ayrılığı müessesesinin “Genel Gerekçe”de kendisine yer bulamamasıdır. Anayasa Değişikliği Teklifi “Cumhurbaşkanı’nda birleşen bir güçler birliği (Güçlerin “Cumhurbaşkanı’nda birleşmesi durumunu) sistemini hedeflemekte, meclisin yetkilerinin önemli bir kısmını “Cumhurbaşkanı’na aktarmaktadır. Genel Gerekçenin 1961 Anayasası’nı değerlendiren üçüncü paragrafı, teklifi getirenlerin gözünde, güçler ayrılığı prensibinin bir zayıflık olarak değerlendirildiğini örtük olarak belirtmektedir. Bu durumda güçler ayrılığı müessesesi ancak “Madde Gerekçeleri” kısmına, Cumhurbaşkanlığı makamı hesabına yapılan yetki gaspını gizleyebilmek gayesiyle, uygunsuz bir şekilde girebilmiştir.
Değerli vekilim,
Başkanlık anayasasına karşı çıkmamın dördüncü nedeni, anayasa değişikliğinin keyfi ve diktacı bir yönetim kurulmasına yol açacak olmasıdır. Böyle bir keyfi yönetim getirecek olan anayasa değişikliğinin, Türk toplumunun ulaşmış olduğu demokratik kültür seviyesi göz önünde tutulduğunda TBMM’den geçmesi mümkün görünmüyor. TBMM’den geçmesi durumunda ise Türk halkının referandumda “Burası Kuzey Kore, Hitler Almanya’sı, Saddam Hüseyin Irak’ı değil” demesi büyük bir ihtimal. Ancak, olağanüstü hal rejimi ve medyada muhalefeti susturup baskı politikaları ile referandumda “Evet” sonucu alınması durumunda da böyle bir anayasa ile Türkiye’yi uzun süre yönetmek mümkün değildir.
Bu noktada bu anayasa değişikliğine karşı çıkmamın beşinci nedeni, böyle baskıcı bir anayasaya karşı oluşacak tepki ile ülkemizin büyük bir iç çatışma ve çalkantı sürecine sürüklenmesinin büyük bir ihtimal olmasıdır. Türk toplumunun büyük ölçüde kamplara ayrıldığı bir dönemde böyle bir anayasanın yürürlüğe girmesi, ülkemizin Ukraynalaşması sürecini tetikleyebilir.
Değerli vekilim,
Anayasa değişikliğine karşı çıkışımın altıncı nedeni, bu keyfi yönetim anayasasının en önemli araçlarından olan “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” müessesinin Anayasamızın ilk dört maddesi kadar önemli olan 6. ve 7. Maddelerini ihlal etmesidir. 6. Madde Egemenliğin bir kişiye devredilemeyeceğini ifade eder. Anayasa’nın 7. Maddesi: “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” demektedir.  Cumhurbaşkanlığı kararnamesi Anayasa’nın 7.  Maddesi’nin ihlal edilmesidir.Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin mevcut Anayasamızdaki kanun hükmünde kararnamelere (KHK) benzer bir düzenleme olduğu iddia edilse de aslında öyle değildir.  KHK için TBMM, hükümete KHK’nın süresi ve konusunu belirleyen yetki kanunu ile yetki vermektedir. Oysa, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kanun etkisinde bir düzenleme olarak tek başına cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirilerekTBMM’nin yasama yetkisinin paylaşılması anlamına gelmektedir.  Ayrıca bu düzenleme ile 150 seneden bu yana devlet geleneğimize hakim olan “İdarenin Kanuniliği” ilkesi ortadan kalkmaktadır.
Ben hiçbir milletvekilinin Türk siyasi tarihine böyle bir miras bırakmak istediğine inanmıyorum. Bu yetki Cumhurbaşkanına devletin biçimini istediği gibi belirleme imkanı veren 12. ve 16. Maddelerle birlikte düşünüldüğünde karşımıza akıl almaz bir güç yoğunlaşması çıkmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi o kadar güçlü bir araçtır ve Cumhurbaşkanının yetkilerini o kadar artırır ki “Olağanüstü Hal Yönetimi” başlıklı 119. madde neredeyse gereksiz hale gelmiştir. “Neredeyse” diyorum; zira Cumhurbaşkanı ile TBMM arasında çatışma olması durumunda Meclis’e kalan azıcık imkanı ortadan kaldırmak gerektiğinde kolayca olağanüstü hal yönetimine geçilebilecektir. Olağanüstü hallerde çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (olağan hallerde çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinden farklı olarak) kanunla çeliştiğinde kanunları geçersiz kılabilmektedir. Olağanüstü hale geçiş kurumsal anlamda kimseye karşı sorumlu olmayan Cumhurbaşkanının kararı ile gerçekleşmektedir. Olağanüstü hallerde çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Meclis’e sunulmadığı takdirde bir ay boyunca kanun etkisi üretebilecek, sonra kendiliğinden yürürlükten kalkacaktır.
Sayın Vekilim,
Anayasa taslağına karşı çıkmamın yedinci nedenideğişikliğin Erdoğan’a başkan seçilmesi durumunda “özerk bölge” kurma hakkı veren düzenlemeler içermesidir. Bu hak, taslakta Erdoğan’a veya bir başka başkana anayasanın idarenin bütünlüğü ve tüzel kişiliğini düzenleyen 123. ve merkezi idareyi düzenleyen 126. maddelerinde yapılması hedeflenen değişiklerle verilmek istenmişti. Bu ise milli ve üniter devlet düzeni için büyük bir tehdit içermekteydi.
Benim bu konuyu açıklamam üzerine Sayın Başbakan Binali Yıldırım: “Üniter devlet devam ediyor, özerk bölge olur mu?” cevabını verdi. Özerk bölge zaten üniter devlet yapısı içinde olur. İspanya üniter bir devlettir; fakat özerk bölgelere sahiptir. Başlangıçta özerk bölge ile başlayacak süreç şartlar oluşunca federe bölgeye dönüştürülmek istenecektir. Esasen, AKP Grup Başkanvekili Naci Bostancı, tehlike geçince eyaletlerin düşünülebileceğini ifade ederken, bir gerçeği dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı Şükrü Karatepe, anayasa değişikliği taslağının TBMM’ye verilmesinden sonra yaptığı değerlendirmede Anayasa’nın ilk dört maddesini “darbe kalıntısı olarak” nitelemiş ve kaldırmak istediklerini ortaya koymuştur.
AKP’nin içinde etkin siyasi grupların milli ve üniter devleti benimsemediği bilinmektedir. Bu gruplar milli ve üniter devlet aleyhtarı duruşlarını 2013 senesinde değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilk dört maddenin değiştirilmesi için TBMM’ye verdikleri değişiklik talebi ile ortaya koymuşlardır. Daha birkaç yıl önce PKK ile müzakere sürecinde İmralı’da Öcalan ile anayasa görüşüldüğü unutulmamalıdır. Başkanlık sistemi kurulduktan sonra ilk iş olarak HDP ve PKK ile yeni bir müzakere süreci başlamayacağından emin misiniz?
Erdoğan’ın federasyonu düşündüğü, eyalet modelini savunduğu gizli bir husus değildir. Erdoğan’a başkan seçilmesi durumunda bu doğrultuda adım atmasını sağlayan düzenleme, Anayasa Komisyonu’na gelen taslakta Anayasa’nın 123. maddesinin üçüncü ve 126. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılması ve yeni bir fıkra eklenmesi ile mümkün hale gelmişti. Anayasanın 2. ve 3. maddesindeki milli ve üniter devlet anlayışı ancak hali hazırdaki 123. ve 126. maddeler ile anlam kazanmaktadır.
123. madde devlet teşkilatının düzenlenmesini sağlayan bir maddedir. Madde mevcut hali ile şöyledir: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla ve kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulur.”
Bu madde 3. fıkrasında yapılan değişiklikle şu hale getirilmek istenmiştir: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzel kişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulur. Üst düzey kamu görevlilerin atamalarına ilişkin usul ve esaslar Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir.” Böylece Cumhurbaşkanı kararnameler ile devletin esas teşkilatını kurma yetkisine kavuşacaktı. 
126. maddenin eski hali ise şöyledir: “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.” Değişiklikle madde şu hale getirilmek istenmiştir: “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının; kuruluş, görev ve yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir."
Bu değişikliğin gerçekleşmesiyle TBMM’de herhangi bir tartışmaya izin verilmeden, devletin kurumsal yapısını bölgesel zeminde yeniden kurma imkanı ortaya çıkacaktı. Bu değişiklik Erdoğan’a Güneydoğu Anadolu’da mesela 10 vilayeti içine alan bir özerk bölge oluşturma imkanı verecekti. Buna yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması kılıfını giydirmek hiç de zor değildi. Esasen PKK ile yapılan Oslo görüşmelerinde % 90-95 oranında uzlaşıldığı ifade edilmiştir. PKK ile yapılan müzakerelere göre ilk aşamada sözde üniter devlet modeli içinde yapılacak bu düzenleme, daha sonra anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi ile federe bölgeye dönüşecektir.
“Başkan Erdoğan”ın tek başına yapabileceği bir özerk bölge değişikliğinin TBMM’den çıkma ihtimali yoktur. Çünkü kamuoyu derhal ayağa kalkacak, AKP geri adım atmak zorunda kalacaktır. Ancak anayasanın 123. ve 126. maddelerinde yapılan böyle bir düzenlemeden sonra Türkiye bir sabah uyandığında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile özerk bölgeyi veya bölgeleri kucağında bulacaktı. Aslında bu madde değişiklikleri, Erdoğan’a başkan seçilmesi durumunda devleti tekrar kurma imkanı verecekti.
Sayın Vekilim,
Türkiye Cumhuriyeti devletini Gazi TBMM kurmuştur. Devlet teşkilatı TBMM’de yapılan ciddi tartışmalar sonunda kurulmuştur. Benim karşı çıkışım ile konunun gündeme gelmesi üzerine Anayasa Komisyonu’nda yapılan tartışmalar neticesinde Anayasa Değişikliği Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 15. Maddesi,  yani 126. Maddede yapılmak istenen değişikliktamamen çıkarılmıştır. Ancak 123. Maddede 14.  Madde ile yapılmak istenen değişiklik Anayasa Komisyonu’nda yapılan değişiklik ile  ikiye bölünerek 8. Madde (Madde 104) ile 16. Maddenin B Fıkrasının (Madde 123) içine adeta gizlenmiştir.
Eğer Anayasa değişikliği gerçekleşir ise, 123. Madde şu şekilde olacaktır: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulur.”  Sonuç olarak, Cumhurbaşkanına kararnameler ile nereye gideceği belli olamayacak şekilde devlet teşkilatını düzenleme yetkisini muhafaza ettiği gerçeğinin altını çizmek isterim. Cumhurbaşkanı, 123.  Madde’nin yeni hali ile örneğin bir çok ili içine alan koordinatör valilikler kurup, koordinatör valilerin yetkilerini bölgesel yönetimler kurabilecek şekilde düzenleyebilir. Erdoğan’ın bu yetkiyi yeni bir müzakere ve çözüm sürecinde üzerinde İmralı’da ve Oslo’da uzlaşılan, Dolmabahçe’de ilan edilen iki milletli devletin temellerini oluşturacak şekilde kullanmayacağından kim emin olabilir?
Değerli Vekilim,
Anayasa değişikliğine karşı çıkışımın sekizinci nedeni, Anayasa değişikliğinin ruhunda Cumhurbaşkanının açık bir şekilde TBMM’ye üstünlüğünün kurulmak istenmesidir. Örneğin, Meclis’in, seçimleri ancak 3/5 çoğunlukla, Cumhurbaşkanının ise koşulsuz olarak yenileyebilmesi teklif edilmektedir. Bu talep, güçlerin dengelenmesi değil, Meclis’in açıkça etkisizleştirilmesidir. “Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulmaması halinde, bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak yürürlüğe konur” ifadesini içeren 15. Madde, TBMM’nin bütçeyi onaylamamak suretiyle Cumhurbaşkanını denetlemesini bile imkansız hale getirmektedir.
Değerli Vekilim,
Özetle, bilinçli yaşamının tamamını bir Türk Milliyetçisi olarak geçirmiş, bozkurttan başka hiçbir dernek rozeti, üç hilalden başka hiçbir parti rozeti yakasına takmamış bir Türk olarak Türkiye’nin bölünmesinin, Türk milletinin ezilmesinin zeminini açan ve devletin kurucusu büyük Türk milliyetçisi Mustafa Kemal Atatürk’e verilmeyen yetkileri Erdoğan’a veren bir anayasa taslağına imza atmayacağım.
Hiçbir makam, mevkii ve vaat beni Türk Milleti’ni ve Türk Devleti’ni felakete götürebilecek bir sürecin parçası yapamaz. Aksine, bir iki televizyon kanalı dışında bütün televizyon kanallarının ambargo uyguladığı; bir iki gazete dışında gazetelerin sayfalarını baskılardan ötürü kapattıkları bir dönemde, önce yeni anayasa teklifinin TBMM’de 330’un altında kalarak geçmemesi için elimden geleni yapacağım. Bu hususta arkadaşlarım ile birlikte başarısız olursak, bütün Türkiye’yi dolaşarak şehir şehir, ilçe ilçe; köylere kadar yetişebildiğimiz her yerde, milletimize bu değişikliğin Türkiye’yi nereye sürükleyeceğini anlatacağım.
Sizde bir Türk milliyetçisi, bir MHP milletvekili olarak Erdoğan’a;
1)Türkiye’yi özerk bölge üzerinden federasyona götüren bir süreci gerçekleştirmesi,
2)Otoriter bir rejim kurması,
3)Atatürk’ün sahip olmadığı yetkilere sahip olması için gereken gücü verecek misiniz?
Gerçek bir Türk milliyetçisinin, Ülkücü Hareket’e mensup bir insanın İstiklal Harbi’nin sonunda kurulan milli ve üniter devleti tasfiye edecek bir sürece ortak olmayacağına inanıyorum.
Değerli Vekilim,
Sizin bir MHP milletvekili olarak Türkiye’nin birliği uğruna ciğerleri şişirilerek şehit olan Dursun Önkuzu’yu, kendi kanının oluşturduğu gölde şehit olan Recep Haşatlı’yı unutmadan, Atatürk-Türkeş çizgisine sadık kalacağınıza inanıyorum. Hiçbir makam ve mevki vaadinin, hiçbir vefa duygusunun Sizi, Türkiye’nin özerklik-federasyon-parçalanma çizgisinin suç ortakları haline getiremeyeceğine inanıyorum. Hiçbir Türk milliyetçisinin bu kara lekeyi çocuklarına ve torunlarına miras olarak bırakmayacağına inanıyorum.
Ve son olarak, mensubu olduğumuz TBMM dünya parlamentoları içinde benzersiz bir konuma sahiptir. Bu meclisin üyesi olmak bile bir Türk vatandaşı için büyük bir övünç olmalıdır. Bu meclisin mensubu olmak, İstiklal Harbi veren muhterem heyetin taşıdığı şerefin mirasçısı olmak demektir. Biz, 26. Dönem Milletvekilleri, İstiklal Harbimizi yöneten heyet gibi bugün ülkemize yönelik ağır bir saldırı gerçekleşirken iradeli davranmalı, temsil ettiğimiz milletin hukukuna kıskançlıkla sahip çıkmalıyız. Gazi Meclis, sahip olduğu yetkileri İstiklal Harbi’nden bugüne getirmektedir. Bugün bu yetkileri, Türkiye’nin ağır bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuz iddiası ile bir kişiye devretmeye kalkmak sadece Türk Milletine değil, İstiklal Harbi’mize de ihanet anlamına gelecektir.  
Saygılarımla
Ümit Özdağ
Gaziantep Milletvekili