MHP Milletvekillerine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MHP Milletvekillerine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Haziran 2017 Çarşamba

Ümit Özdağ'dan MHP Milletvekillerine Mektup



Ümit Özdağ'dan MHP Milletvekillerine Mektup




Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ'dan MHP Milletvekillerine Mektup
Değerli vekilim,
Türkiye’nin parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçmesini hedefleyen anayasa değişikliğine karşı çıktığım için partimden ikinci kez ihraç edildim. 2006 senesinde genel başkanlığa aday olduğum için ihraç edilmiştim. Ancak bu kez genel başkanlığa aday olduğum için ihraç edilmedim. Eğer, başkanlık sistemine itiraz etmeseydim ihraç edilmezdim. Ancak emin olun sonucun bu olacağını bilmeme rağmen itiraz ettim. Çünkü itirazımın çok güçlü gerekçeleri var. Bu kısa mektupta sizin ile bu itirazlarımı paylaşmak istiyorum. Eğer bu itirazların gerekçeleri sizin içinde ikna edici ise lütfen tekrar bir durum değerlendirmesi yapın.
Değerli vekilim,  
Türkiye başkanlık anayasası ile bir bilinmeze doğru sürüklüyor. Üstelik, ülkemizin iç savaş ve bölünme tehlikesi ile en ağır şekilde karşı karşıya olduğu bir dönemde başkanlık referandumu millete zorla dayatılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Aralık günü muhtarlara yaptığı konuşmada Türkiye’nin Suriye ve Irak gibi iç savaşa sürüklenmek ve bölünmek istendiğini ifade etmiştir. Bu kadar ağır bir tehdit ile karşı karşıya olan hiç bir ülke, sistem değiştirme riskine girmez. Üstelik Erdoğan bilmeli ki başkanlık için ısrar etmek, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek isteyenlere büyük bir fırsat verecektir. Türkiye, Erdoğan’ın başkanlığına karşı olanlar ve onun başkanlığını destekleyenler diye ikiye bölünmüş durumdadır. Türkiye’de kitlelerin bölünmüşlüğü artık gerçek anlamda bir milli güvenlik sorunu haline gelmiştir.
Bundan yıllar önce Yeniçağ gazetesinde yazdığım bir açık mektupta kitlelerin bölünmüşlüğünün bir milli güvenlik sorunu haline gelmekte olduğunu ifade etmiştim. Artık bu süreç büyük ölçüde tamamlandı. Birbirine kızgınlıkla bakan Erdoğan yanlısı ve karşıtı grupların içinde, Erdoğan’a taparcasına bağlı olanlar ve ölümüne nefret edenler var. Bir tarafın 15 Temmuz deneyimi, diğerinin Gezi deneyimi mevcut. Sokak deneyimi olan kitlelerin sokağa çıkması kolaydır. Bütün bunlara iç savaş tahrikçilerinin son günlerde daha yoğun işitilen mezhepçi çığlıkları eklenmektedir. Hayat tarzı ve etnik zeminde bölme çabaları da devam etmektedir.
Bütün bunlar olurken, Ortadoğu iç savaşının yaşandığı Suriye ve Irak’ta, sınırları değiştirmek isteyen Batı ve Batı’nın işlerini kolaylaştıran IŞİD başta olmak üzere Selefi Cihatçı örgütler, sadece Şia’ya değil, kafir olarak gördükleri Sünnilere de savaş açmış durumdadırlar. Nedense İsrail’e hiç dalaşmayan, İsrail’i gündemlerine dahi almayan bu tekfirciler, İstanbul’a “Konstantinopolis” diyerek fethedeceklerini ileri sürmektedirler. Ortadoğu iç savaşının dalgaları, kitle imha amacı taşıyan bombalı saldırılar ile artık şehirlerimizi kan gölüne çevirebilmektedir.
Üstelik kitleler birbirlerine bu kadar kızgınlık ile bakarken savunma ve güvenlik kurumlarımız ağır bir krizden geçmektedir. TSK; FETÖ ve AKP’nin darbeleri altında travma yaşamaktadır. Ordu içinde FETÖ’cü subay oranı hala çok yüksek. Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin durumu trajik. Kara Kuvvetleri’nin toparlanmak için zamana ihtiyacı var. Ekonomimiz çok ağır bir krizden geçmektedir.
Özetle, Türkiye Cumhuriyeti; ordu, istihbarat, dışişleri ve ekonomisini hızla iyileştirmesi gereken bir süreçten geçmektedir. Böyle bir süreçten geçilirken ülkemizin önüne Ukrayna senaryoları koyabilecek bir politik sistem değiştirme girişimi büyük riskler taşımaktadır. Ülkemizin bugün her zaman olduğundan daha fazla milli birliğe ihtiyacı vardır. 15 Temmuz akşamı, %49 ile iktidara gelmenin iktidarda kalmaya yetmediğini, iktidarda kalmak için % 100’ün desteğine ihtiyaç duyulan zamanlar da olduğunu AKP’ye öğretmiş olmalıdır. Buna sadece 15 Temmuz gecesi değil, en az önümüzdeki 2 senede de ihtiyacımız vardır. Ben bunun alınmaması gereken bir risk olduğunu düşünüyorum ve başkanlık sistemi ile ondan önce referanduma, sürecin taşıdığı risklerden ötürü karşı çıkıyorum.
Sayın vekilim,
Anayasa taslağına karşı çıkmamın ikinci nedeni“Genel Gerekçe” bölümündeki temel yaklaşımdır. Hele bu yaklaşımda 1924 Anayasamıza hakaret edilmesi hiç kabul edilebilir değildir. Genel gerekçe birinci paragrafta şu talihsiz ifade yer almaktadır: “Ülkemizde anayasalar, toplum ve temsilcileri tarafından değil vesayetçi zihniyete sahip elitler tarafından, devleti sınırlamak için değil, toplumu hizaya sokmak için hazırlanmış metinler olmuştur.” 1961 ve 1982 Anayasalarının askeri darbeler neticesinde gerçekleşmiş olmasından ötürü eğer bu ifade sadece bu iki anayasa ile sınırlı olsaydı yukarıdaki ifadeye karşı çıkılmayabilirdi.Ancak, 1995, 2001 ve 2010 anayasa değişikliklerinde hangi vesayetçi anlayış hakim olmuştur? AKP, bu açıklaması ile ayrıca 1924 Anayasası’nı yapan, çok büyük bir bölümü İstiklal Harbi’mizin mimarı olan meclisin üyelerine de hakaret eden bir tutum sergilemiştir. Bu metni oluşturan kimselere şu söylenmelidir:“Tarihine bu kadar düşman olduğunuz bir ülkenin, anayasasını oluşturma gayreti içerisine girmemeniz gerekir.”
Anayasa teklifine karşı çıkmamın üçüncü nedeni; demokratik düzenin temeli olan güçler ayrılığı müessesesinin “Genel Gerekçe”de kendisine yer bulamamasıdır. Anayasa Değişikliği Teklifi “Cumhurbaşkanı’nda birleşen bir güçler birliği (Güçlerin “Cumhurbaşkanı’nda birleşmesi durumunu) sistemini hedeflemekte, meclisin yetkilerinin önemli bir kısmını “Cumhurbaşkanı’na aktarmaktadır. Genel Gerekçenin 1961 Anayasası’nı değerlendiren üçüncü paragrafı, teklifi getirenlerin gözünde, güçler ayrılığı prensibinin bir zayıflık olarak değerlendirildiğini örtük olarak belirtmektedir. Bu durumda güçler ayrılığı müessesesi ancak “Madde Gerekçeleri” kısmına, Cumhurbaşkanlığı makamı hesabına yapılan yetki gaspını gizleyebilmek gayesiyle, uygunsuz bir şekilde girebilmiştir.
Değerli vekilim,
Başkanlık anayasasına karşı çıkmamın dördüncü nedeni, anayasa değişikliğinin keyfi ve diktacı bir yönetim kurulmasına yol açacak olmasıdır. Böyle bir keyfi yönetim getirecek olan anayasa değişikliğinin, Türk toplumunun ulaşmış olduğu demokratik kültür seviyesi göz önünde tutulduğunda TBMM’den geçmesi mümkün görünmüyor. TBMM’den geçmesi durumunda ise Türk halkının referandumda “Burası Kuzey Kore, Hitler Almanya’sı, Saddam Hüseyin Irak’ı değil” demesi büyük bir ihtimal. Ancak, olağanüstü hal rejimi ve medyada muhalefeti susturup baskı politikaları ile referandumda “Evet” sonucu alınması durumunda da böyle bir anayasa ile Türkiye’yi uzun süre yönetmek mümkün değildir.
Bu noktada bu anayasa değişikliğine karşı çıkmamın beşinci nedeni, böyle baskıcı bir anayasaya karşı oluşacak tepki ile ülkemizin büyük bir iç çatışma ve çalkantı sürecine sürüklenmesinin büyük bir ihtimal olmasıdır. Türk toplumunun büyük ölçüde kamplara ayrıldığı bir dönemde böyle bir anayasanın yürürlüğe girmesi, ülkemizin Ukraynalaşması sürecini tetikleyebilir.
Değerli vekilim,
Anayasa değişikliğine karşı çıkışımın altıncı nedeni, bu keyfi yönetim anayasasının en önemli araçlarından olan “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” müessesinin Anayasamızın ilk dört maddesi kadar önemli olan 6. ve 7. Maddelerini ihlal etmesidir. 6. Madde Egemenliğin bir kişiye devredilemeyeceğini ifade eder. Anayasa’nın 7. Maddesi: “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” demektedir.  Cumhurbaşkanlığı kararnamesi Anayasa’nın 7.  Maddesi’nin ihlal edilmesidir.Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin mevcut Anayasamızdaki kanun hükmünde kararnamelere (KHK) benzer bir düzenleme olduğu iddia edilse de aslında öyle değildir.  KHK için TBMM, hükümete KHK’nın süresi ve konusunu belirleyen yetki kanunu ile yetki vermektedir. Oysa, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kanun etkisinde bir düzenleme olarak tek başına cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirilerekTBMM’nin yasama yetkisinin paylaşılması anlamına gelmektedir.  Ayrıca bu düzenleme ile 150 seneden bu yana devlet geleneğimize hakim olan “İdarenin Kanuniliği” ilkesi ortadan kalkmaktadır.
Ben hiçbir milletvekilinin Türk siyasi tarihine böyle bir miras bırakmak istediğine inanmıyorum. Bu yetki Cumhurbaşkanına devletin biçimini istediği gibi belirleme imkanı veren 12. ve 16. Maddelerle birlikte düşünüldüğünde karşımıza akıl almaz bir güç yoğunlaşması çıkmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi o kadar güçlü bir araçtır ve Cumhurbaşkanının yetkilerini o kadar artırır ki “Olağanüstü Hal Yönetimi” başlıklı 119. madde neredeyse gereksiz hale gelmiştir. “Neredeyse” diyorum; zira Cumhurbaşkanı ile TBMM arasında çatışma olması durumunda Meclis’e kalan azıcık imkanı ortadan kaldırmak gerektiğinde kolayca olağanüstü hal yönetimine geçilebilecektir. Olağanüstü hallerde çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (olağan hallerde çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinden farklı olarak) kanunla çeliştiğinde kanunları geçersiz kılabilmektedir. Olağanüstü hale geçiş kurumsal anlamda kimseye karşı sorumlu olmayan Cumhurbaşkanının kararı ile gerçekleşmektedir. Olağanüstü hallerde çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Meclis’e sunulmadığı takdirde bir ay boyunca kanun etkisi üretebilecek, sonra kendiliğinden yürürlükten kalkacaktır.
Sayın Vekilim,
Anayasa taslağına karşı çıkmamın yedinci nedenideğişikliğin Erdoğan’a başkan seçilmesi durumunda “özerk bölge” kurma hakkı veren düzenlemeler içermesidir. Bu hak, taslakta Erdoğan’a veya bir başka başkana anayasanın idarenin bütünlüğü ve tüzel kişiliğini düzenleyen 123. ve merkezi idareyi düzenleyen 126. maddelerinde yapılması hedeflenen değişiklerle verilmek istenmişti. Bu ise milli ve üniter devlet düzeni için büyük bir tehdit içermekteydi.
Benim bu konuyu açıklamam üzerine Sayın Başbakan Binali Yıldırım: “Üniter devlet devam ediyor, özerk bölge olur mu?” cevabını verdi. Özerk bölge zaten üniter devlet yapısı içinde olur. İspanya üniter bir devlettir; fakat özerk bölgelere sahiptir. Başlangıçta özerk bölge ile başlayacak süreç şartlar oluşunca federe bölgeye dönüştürülmek istenecektir. Esasen, AKP Grup Başkanvekili Naci Bostancı, tehlike geçince eyaletlerin düşünülebileceğini ifade ederken, bir gerçeği dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı Şükrü Karatepe, anayasa değişikliği taslağının TBMM’ye verilmesinden sonra yaptığı değerlendirmede Anayasa’nın ilk dört maddesini “darbe kalıntısı olarak” nitelemiş ve kaldırmak istediklerini ortaya koymuştur.
AKP’nin içinde etkin siyasi grupların milli ve üniter devleti benimsemediği bilinmektedir. Bu gruplar milli ve üniter devlet aleyhtarı duruşlarını 2013 senesinde değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilk dört maddenin değiştirilmesi için TBMM’ye verdikleri değişiklik talebi ile ortaya koymuşlardır. Daha birkaç yıl önce PKK ile müzakere sürecinde İmralı’da Öcalan ile anayasa görüşüldüğü unutulmamalıdır. Başkanlık sistemi kurulduktan sonra ilk iş olarak HDP ve PKK ile yeni bir müzakere süreci başlamayacağından emin misiniz?
Erdoğan’ın federasyonu düşündüğü, eyalet modelini savunduğu gizli bir husus değildir. Erdoğan’a başkan seçilmesi durumunda bu doğrultuda adım atmasını sağlayan düzenleme, Anayasa Komisyonu’na gelen taslakta Anayasa’nın 123. maddesinin üçüncü ve 126. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılması ve yeni bir fıkra eklenmesi ile mümkün hale gelmişti. Anayasanın 2. ve 3. maddesindeki milli ve üniter devlet anlayışı ancak hali hazırdaki 123. ve 126. maddeler ile anlam kazanmaktadır.
123. madde devlet teşkilatının düzenlenmesini sağlayan bir maddedir. Madde mevcut hali ile şöyledir: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla ve kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulur.”
Bu madde 3. fıkrasında yapılan değişiklikle şu hale getirilmek istenmiştir: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzel kişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulur. Üst düzey kamu görevlilerin atamalarına ilişkin usul ve esaslar Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir.” Böylece Cumhurbaşkanı kararnameler ile devletin esas teşkilatını kurma yetkisine kavuşacaktı. 
126. maddenin eski hali ise şöyledir: “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.” Değişiklikle madde şu hale getirilmek istenmiştir: “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının; kuruluş, görev ve yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir."
Bu değişikliğin gerçekleşmesiyle TBMM’de herhangi bir tartışmaya izin verilmeden, devletin kurumsal yapısını bölgesel zeminde yeniden kurma imkanı ortaya çıkacaktı. Bu değişiklik Erdoğan’a Güneydoğu Anadolu’da mesela 10 vilayeti içine alan bir özerk bölge oluşturma imkanı verecekti. Buna yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması kılıfını giydirmek hiç de zor değildi. Esasen PKK ile yapılan Oslo görüşmelerinde % 90-95 oranında uzlaşıldığı ifade edilmiştir. PKK ile yapılan müzakerelere göre ilk aşamada sözde üniter devlet modeli içinde yapılacak bu düzenleme, daha sonra anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi ile federe bölgeye dönüşecektir.
“Başkan Erdoğan”ın tek başına yapabileceği bir özerk bölge değişikliğinin TBMM’den çıkma ihtimali yoktur. Çünkü kamuoyu derhal ayağa kalkacak, AKP geri adım atmak zorunda kalacaktır. Ancak anayasanın 123. ve 126. maddelerinde yapılan böyle bir düzenlemeden sonra Türkiye bir sabah uyandığında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile özerk bölgeyi veya bölgeleri kucağında bulacaktı. Aslında bu madde değişiklikleri, Erdoğan’a başkan seçilmesi durumunda devleti tekrar kurma imkanı verecekti.
Sayın Vekilim,
Türkiye Cumhuriyeti devletini Gazi TBMM kurmuştur. Devlet teşkilatı TBMM’de yapılan ciddi tartışmalar sonunda kurulmuştur. Benim karşı çıkışım ile konunun gündeme gelmesi üzerine Anayasa Komisyonu’nda yapılan tartışmalar neticesinde Anayasa Değişikliği Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 15. Maddesi,  yani 126. Maddede yapılmak istenen değişikliktamamen çıkarılmıştır. Ancak 123. Maddede 14.  Madde ile yapılmak istenen değişiklik Anayasa Komisyonu’nda yapılan değişiklik ile  ikiye bölünerek 8. Madde (Madde 104) ile 16. Maddenin B Fıkrasının (Madde 123) içine adeta gizlenmiştir.
Eğer Anayasa değişikliği gerçekleşir ise, 123. Madde şu şekilde olacaktır: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulur.”  Sonuç olarak, Cumhurbaşkanına kararnameler ile nereye gideceği belli olamayacak şekilde devlet teşkilatını düzenleme yetkisini muhafaza ettiği gerçeğinin altını çizmek isterim. Cumhurbaşkanı, 123.  Madde’nin yeni hali ile örneğin bir çok ili içine alan koordinatör valilikler kurup, koordinatör valilerin yetkilerini bölgesel yönetimler kurabilecek şekilde düzenleyebilir. Erdoğan’ın bu yetkiyi yeni bir müzakere ve çözüm sürecinde üzerinde İmralı’da ve Oslo’da uzlaşılan, Dolmabahçe’de ilan edilen iki milletli devletin temellerini oluşturacak şekilde kullanmayacağından kim emin olabilir?
Değerli Vekilim,
Anayasa değişikliğine karşı çıkışımın sekizinci nedeni, Anayasa değişikliğinin ruhunda Cumhurbaşkanının açık bir şekilde TBMM’ye üstünlüğünün kurulmak istenmesidir. Örneğin, Meclis’in, seçimleri ancak 3/5 çoğunlukla, Cumhurbaşkanının ise koşulsuz olarak yenileyebilmesi teklif edilmektedir. Bu talep, güçlerin dengelenmesi değil, Meclis’in açıkça etkisizleştirilmesidir. “Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulmaması halinde, bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak yürürlüğe konur” ifadesini içeren 15. Madde, TBMM’nin bütçeyi onaylamamak suretiyle Cumhurbaşkanını denetlemesini bile imkansız hale getirmektedir.
Değerli Vekilim,
Özetle, bilinçli yaşamının tamamını bir Türk Milliyetçisi olarak geçirmiş, bozkurttan başka hiçbir dernek rozeti, üç hilalden başka hiçbir parti rozeti yakasına takmamış bir Türk olarak Türkiye’nin bölünmesinin, Türk milletinin ezilmesinin zeminini açan ve devletin kurucusu büyük Türk milliyetçisi Mustafa Kemal Atatürk’e verilmeyen yetkileri Erdoğan’a veren bir anayasa taslağına imza atmayacağım.
Hiçbir makam, mevkii ve vaat beni Türk Milleti’ni ve Türk Devleti’ni felakete götürebilecek bir sürecin parçası yapamaz. Aksine, bir iki televizyon kanalı dışında bütün televizyon kanallarının ambargo uyguladığı; bir iki gazete dışında gazetelerin sayfalarını baskılardan ötürü kapattıkları bir dönemde, önce yeni anayasa teklifinin TBMM’de 330’un altında kalarak geçmemesi için elimden geleni yapacağım. Bu hususta arkadaşlarım ile birlikte başarısız olursak, bütün Türkiye’yi dolaşarak şehir şehir, ilçe ilçe; köylere kadar yetişebildiğimiz her yerde, milletimize bu değişikliğin Türkiye’yi nereye sürükleyeceğini anlatacağım.
Sizde bir Türk milliyetçisi, bir MHP milletvekili olarak Erdoğan’a;
1)Türkiye’yi özerk bölge üzerinden federasyona götüren bir süreci gerçekleştirmesi,
2)Otoriter bir rejim kurması,
3)Atatürk’ün sahip olmadığı yetkilere sahip olması için gereken gücü verecek misiniz?
Gerçek bir Türk milliyetçisinin, Ülkücü Hareket’e mensup bir insanın İstiklal Harbi’nin sonunda kurulan milli ve üniter devleti tasfiye edecek bir sürece ortak olmayacağına inanıyorum.
Değerli Vekilim,
Sizin bir MHP milletvekili olarak Türkiye’nin birliği uğruna ciğerleri şişirilerek şehit olan Dursun Önkuzu’yu, kendi kanının oluşturduğu gölde şehit olan Recep Haşatlı’yı unutmadan, Atatürk-Türkeş çizgisine sadık kalacağınıza inanıyorum. Hiçbir makam ve mevki vaadinin, hiçbir vefa duygusunun Sizi, Türkiye’nin özerklik-federasyon-parçalanma çizgisinin suç ortakları haline getiremeyeceğine inanıyorum. Hiçbir Türk milliyetçisinin bu kara lekeyi çocuklarına ve torunlarına miras olarak bırakmayacağına inanıyorum.
Ve son olarak, mensubu olduğumuz TBMM dünya parlamentoları içinde benzersiz bir konuma sahiptir. Bu meclisin üyesi olmak bile bir Türk vatandaşı için büyük bir övünç olmalıdır. Bu meclisin mensubu olmak, İstiklal Harbi veren muhterem heyetin taşıdığı şerefin mirasçısı olmak demektir. Biz, 26. Dönem Milletvekilleri, İstiklal Harbimizi yöneten heyet gibi bugün ülkemize yönelik ağır bir saldırı gerçekleşirken iradeli davranmalı, temsil ettiğimiz milletin hukukuna kıskançlıkla sahip çıkmalıyız. Gazi Meclis, sahip olduğu yetkileri İstiklal Harbi’nden bugüne getirmektedir. Bugün bu yetkileri, Türkiye’nin ağır bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuz iddiası ile bir kişiye devretmeye kalkmak sadece Türk Milletine değil, İstiklal Harbi’mize de ihanet anlamına gelecektir.  
Saygılarımla
Ümit Özdağ
Gaziantep Milletvekili