12 Ekim 2016 Çarşamba

Erdoğan'ın "Kelle" Korkusu



Erdoğan'ın " Kelle " Korkusu


Meyyal Uygur


Başbakan Erdoğan’ın Yunus Emre’nin, “Söz ola kestire başı” dizesiyle yaptığı uyarı, peşpeşe açılım yapan AKP milletvekillerine çok kızdığı, gerekirse onların “kellesini alacağı” şeklinde yorumlandı. Yani bir yandan “Kürt sorununda” en büyük adımları atılıp, Türkiye tam haşlanma noktasına getirilirken, öte yandan ustaca milletten yine bir “helalin var!..” alındı, partideki “Kürtçülerden”rahatsız milletvekilleri sakinleştirilmiş oldu!..Başbakan belki, Roj-tv’ye çıkıp, Erdoğan’ın DTP’lilerle görüşmesini ve “Sorunun çözümüne katkı sunacak taraf veya kişilerin de masaya davet edilmesini” isteyen AKP Hakkari Milletvekili Rüstem Zeydan’a, Roj-Tv’nin kapatılması için verdiği mücadeleyi(!) boşa düşürdüğü, bir terörist için kurulan taziye çadırını ziyaret eden diğer Hakkari Milletvekili Abdulmuttalip Özbek’e de kör gözün parmağıma yaptığı için kızmış olabilir. Ancak açılımların alasını yapan Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan’a kızmasına imkan ve ihtimal yok. Hem özel, hem tüzel sebeplerden!..Özel sebepler malum –gayrı resmi Güneydoğu danışmanlığı, gayrı resmi dünürlük, aile ve kasanın oğul Mücahit Arslan’a emaneti- gibi…Tüzel sebepleri ise birazdan anlatacağım.

Kaldı ki Başbakan’ın açıklamaları “Kürt açılımlarının” içeriğine kızmadığını ortaya koyuyor. “Kürt açılımının iktidarları süresince ele aldıkları bir mesele olduğunu” söylüyor, meşhur Diyarbakır konuşmasını –ki o konuşmanın mimarı da İhsan Arslan’dı-hatırlatıyor. “MGK üyesi arkadaşlarıyla, bu konuda İçişleri Bakanlığına görev verdiklerini” açıklıyor. Dikkat buyurun “MGK”değil, “MGK üyesi AKP’liler” diyor. Ama bu ayrıntıya kim bakacak? Böylece millette, “Bu açılım MGK kararı, yani askerler de istiyor” zannı oluşturuluyor.
  
Sadece İhsan Arslan’la “özel hukuku” değil, Başdanışmanlarından Yalçın Akdoğan’ın Yasin Doğan adıyla son dönemde Yeni Şafak’ta kaleme aldığı, “PKK çözümün neresinde?..DTP’nin dönüşümü şart” başlıklı yazıları, “Çözüm iradesi”nden söz ederken, sıraladığı maddeler arasında “Ülkenin bölünmez bütünlüğünün” yer almaması ve SETA Vakfı yöneticisi iken “Kürt raporu” hazırlayan Prof. İbrahim Kalın’ın bugün Erdoğan’ın Dış Politika Başdanışmanlığını yapıyor olması, Erdoğan’da bir “içerik” sorunu olmadığının diğer delilleri. Yani her şey yolunda.

O’nu rahatsız eden, bu “açılımların” ülkeyi böleceği gerçeğini, uyumaya devam eden milletin kafasına dank ettirecek kadar açık konuşulması…”Ben şahsen partimin milletvekillerinin bu söylem birliğini zedeleyecek açıklamalarda bulunmasına da doğrusu hoş bakmam. Çünkü bizim bir söylem birliği içerisinde olmamız lazım” sözlerinin anlamı ve sebebi budur, “pişmekte olan aşa su katmayın” mesajıdır.       

Hemen buradan “kelle” meselesine geliyorum…Ürdün gazetesi Ghad’da 2 Temmuz 2009’da İbrahim Garaybe imzalı, “Irak’ta‘Iraklılar’ azınlığa dönüştü”, Birleşik Arap Emirlikleri Gazetesi Haliç’te de 3 Temmuz 2009’da Saad Muhyu imzalı, “Irak’ın dağılmamak için Atatürk gibi bir lidere ihtiyacı var” başlıklı yazılar yayınlandı. Bu yazılar bana bir şeyi hatırlattı. Mesela bir AKP milletvekili, Erdoğan’ın karşısına geçip, “Sizin Türk kökenli olduğunuzu biliyoruz. Ama son yıllarda yaşanan ve söyleyenlerle Türkler Türkiye’de azınlığa düştü, Türklük aşağılanır, utanılır bir şey haline geldi. Ne olur, bazı kişileri etrafınızdan uzaklaştırın…” der mi veya demiş midir? Demem o ki, bu konuda Orta Anadolu ve Ege başta olmak üzere AKP milletvekilleri arasında çok ama çok büyük huzursuzluk var. Hatta, “ Anayasa’yı tebdil, tağyir ve ilga ile devleti ortadan kaldırmaya teşebbüsten ”AKP hakkında yeni bir kapatma davası açılmasından korkuyorlar!.. Bence Erdoğan’ın “kelle” sözünün altında da bu korku var. Acaba milletvekillerine, “Dikkatli olun, kellemiz gidebilir” mi demek istiyor?

“Kelle”deki ikinci korku ve mesajı da şöyle okuyorum. Başından beri “Kürt sorunun çözümü” Gül’e “tevdi edilmiş” durumda. Nitekim Başbakan’ın “kelle”den bahsettiği sırada Gül de Erzurum’dan, “Kısa süre içinde Türkiye’de çok büyük değişiklikler olacak” diyordu. İhsan Arslan, Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır çıkartması üzeri, “En iyi ittifak Türkiye-Barzani ittifakıdır. Bu soruna Sevr ve Lozan görüşmelerindeki perspektiften bakamayız” açıklamasını yaparken, “Bu görüşlerinizi bir rapor halinde Başbakan’a ilettiniz mi?” sorusu üzerine şunu da söylemişti: “Daha çok Dışişleri Bakanı’yla(Gül’ü kast ediyor) sohbetlerimiz oldu…(Ne yanıt aldınız diye sorulduğunda) Hiçbir karşı görüş olmadı. Bence hepsi de onaylamak zorunda!..”  
     
İhsan Arslan’ın güya Başbakan’ı kızdırdığı sanılan, Akşam’dan İsmail Küçükkaya’ya yaptığı son açıklamada, “Cezayir Modeli”ni önerirken, “Samimi ve güçlü olmak, cesur davranmak gerek. Güçlü bir liderlik başarır. Tayyip Bey bunu uygulayabilecek tek adamdır…Cumhurbaşkanı zemin hazırlama rolünü üstlendi. Tarafların sürece ilgi göstermesi misyonunu yerine getiriyor. Yoksa yol haritasını çizmek ve uygulamak makamı Cumhurbaşkanı değildir. Onun adresi Başbakandır. İşin riski vardır, onu Başbakan üstlenir şeklinde sözleri çok ama çok önemlidir. Keza Radikal’dan Murat Yetkin’in “Erdoğan’ın üçüncü şansı olmayabilir” tespiti de…Adeta Erdoğan’a son bir “Şans” veriliyor. Gayet açık ki, davul boynunda, tokmak başkalarında bu sorunu“Çözse” de, “çözmese” de “kellesi” tehlikede olan Erdoğan!..Öyle veya böyle, siyasi, hukuki bir bedel ödeneceğini söylemek için müneccim olmaya herhalde gerek yok.

Başbakan Erdoğan’ın, hem kendisine, hem Gül’e yakın İhsan Arslan’a kızmasına imkan ve ihtimal bulunmadığını iddia etmiştim. Sebeplerini özetleyeyim:      

-Mazlum-Der Başkanlığı yaptı, “ Mazluma kimliği sorulmaz ”  Sloganını yerleştirdi. 

-1996’da PKK’nın esir aldığı 8 asker kurtarmak için Irak’ın kuzeyindeki kamplara gitti.

-Zaman Gazetesi’nin imtiyaz sahibiydi, sonra bugünkü kadrolara devretti. Aynı şekilde Star Gazetesi’ne el atıp, bugünkü kadrolarını ve çizgisini belirledi. 

-Erdoğan’ın Diyarbakır açılımının mimarlığını yapıp, “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur” dedirtti, “devlet adına özür”diletti.
- Sınır ötesi operasyonlara şiddetle karşı çıktı, hatta “Eğer operasyon olursa Diyarbakır, İstanbul karışır” sözleriyle üstü örtülü tehditte bulundu…

-Mahalli seçimlerden hemen önce “Öcalan muhatap alınmalı” dedi, Aktüel Dergisi’ne de şunları söyledi: T.C’nin kuruluş felsefesinde toplumun ihtiyaçlarını karşılamayacak belirlemelere gidilmiştir. Bunlardan biri de etnik unsurları yok sayan bir anlayışın geliştirilmesidir…Devletin kurumu olan TRT içinde Kürtçe yayına izin vermemiz 85 yıldır yok sayılan etnik kesimin varlığının kabulü anlamına geliyor…Bazı engellerin bir günde kalkmasını beklemek yanlış olur. Herkesi sabırlı, sağduyulu, akıllı davranmaya çağırıyorum…Herkesin Türk olduğu, Türklüğün etnik kimlik olmadığı tezleri çürümüştür. Türkiyelilik kavramının anayasal zemine dayanması gerekiyor…Türkiyelilik kimliğinin Anayasa'da ifade edilmesi sorunun çözümü için ilk ve son adımdır…Cezayir iç savaşında 10 yılda 150 bin insan öldü. Bizde 40 bin kişinin hayatını yitirdiği söyleniyor. Cezayir Devleti, bu olaylar dolayısıyla ölen insanların yakınlarına maddi tazminat ödeyerek yanlarında olduklarını ve özür dilediklerini ifade etti. Devletin bütçesinde bu olaydan mağdur olmuş insanların yaralarını sarıcı imkânlar bulunmalıdır. Bu, yol ve baraj yapmaktan daha önemlidir. Bunun yanında Avrupa’da yaşayan, cezaevlerinde olan ve dağlarda suça bulaşmamış insanlar topluma kazandırılmalıdır.”                   

-Mahalli seçimlerden sonra, Haziran başında “Kürdistan Haber Ajansı”na yaptığı açıklamada, “rencide ettiği” için “Ne mutlu Türküm diyene” yazılarının silinmesini, yerleşim yerlerinin Kürtçe adlarının iade edilmesini, Kürdoloji bölümlerinin kurulmasını istedi (Açıklanacağı söylenen pakette bunların olduğuna dikkatinizi çekiyorum). Başbakan’ın Ahmet Türk’le görüşmesini son şehit haberleri üzerine iptal ettiğini ilk o açıkladı. 
  
- Akşam Gazetesi’ndeki son röportajında da, “ Çözüm Öcalan’dan geçer…Talep edene Kürtçe eğitim versek ne olur?..Militanın da annesi ağlıyor. İyi niyet göstergesi olarak ölenlerin ailesine maddi yardım yapılabilir, Cezayir Modeli uygulanabilir… dedi.  


Başbakan Erdoğan, Arslan’ın daha önceki açıklamalarına hiç kızmadı. Şimdi niye kızsın ki?..Hani Çankaya Köşkü’ndeki Gül, kendisini ziyaret eden Hakkari Heyetine, “Burada söyleyemeyeceğim şeyleri de düşünüyorum. Hatta sizin de bana söylemek isteyip söylemediğiniz şeyleri biliyorum ve size katılıyorum. Bu sorunun çözümü süreç işidir…” demişti ya, hani sonra bu sözlerini yalanlamıştı ya, işte Gül ve Erdoğan’ın “söyleyemediklerini” söyleyen, o “süreci” götüren baş isim Aslan’dır. Halen AKP’nin Siyasi ve Hukuk İşleri Başkan Yardımcılığı görevinde bulunuyor olması, bunu ispata yetmez mi?  


Peki Erdoğan, Arslan’ı görevden alır, etrafından, ailesinden uzaklaştırır mı? Bunu yaparsa da bilin ki sebebi, “Kürt açılımı”ndan rahatsızlık değil, kafasında “erken genel seçim tarihini” netleştirmesi olur. Son kez, “Esas milliyetçi biziz”i ispatlayıp, oyları topladıktan sonra, “yola devam” için!..       



..

Erdoğan ve Hocaefendi..." Kendi İpimi Kendim Çekerim "




Erdoğan ve Hocaefendi..." Kendi İpimi Kendim Çekerim "



Meyyal UygurAçık İstihbarat,06.06.2010



    Son aylarda ““Hocaefendi’nin sözcüsü” olmadığı ısrarla vurgulanan Hüseyin Gülerce,Baykal CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa ederken Pensilvanya’ya mesaj gönderince panikle, televizyon televizyon dolaştı şu mesajı verdi;

“Hocaefendi’nin, Baykal’a gösterdiği yakınlık, kesinlikle AKP ile cemaatin arasının açıldığı şeklinde yorumlanmamalıdır”!..   
 
Gülen’in, AKP ile arasının açılıp açılmadığını, “ılımlı İslam”dan sonra “ılımlı sol”a hizmet edip, etmeyeceğini zaman gösterecek. Ancak Erdoğan’la arasının açık olduğu kesindi. Gülen’in, İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere yaptığı saldırıdan sonra Wall Street Journal’e yaptığı açıklama bu gerçeği sadece somut bir biçimde delillendirdi.  
Aslında Erdoğan ve Gülen’in arası hiç olmadı. Çünkü aynı cemaatten değillerdi… Dahası siyasi ve dini liderlikte rakiplerdi… 

Her ikisi de bugüne kadar “ Düşmanımın düşmanı, benim dostumdur ” stratejisiyle birbirine katlandı. Ve bu tür işbirliklerindeki o “ mukadder gün ” geldi!.. 
 
Cengiz Çandar’ın, Hocaefendi’ye posta koyması az şey mi? 

Ya TBMM Filistin Dostluk Grubu Başkanı AKP’li Zeyid Aslan’ın, 

“Ben Fettullah Hoca’nın kendi açıklaması olduğunu düşünmüyorum. Eğer bu beyanat doğruysa ve bakış buysa doğru değil” 

demesi?.. 

Bu sözlerde, “ Hoca baskı altında konuşuyor, konuşturuluyor ” veya “ Birileri onun adına konuşuyor ” gibi vahim bir ima yok mu? 

O zaman, “ Bugüne kadar nerelerdeydiniz… Onu o yaban ellerde niye bıraktınız?.. Her türlü icraatınızda yegane referans Fethullah Gülen değil miydi? ” soruları sorulmaz mı? 
 
Yoksa AKP’liler de bundan sonra, “Gülen öldü, bu çakma Gülen” senaryosuna mı sarılacaklar?.. 

Wall Street Journal’e fotoğraf verilmesi, bu senaryolara karşı peşin tedbir olabilir!.. 
 
Zaman Gazetesi’nin şaşkınlığı, Gülen’in, Gazze yardımı ve İHH’ya yönelik eleştirilerini manşetten değil, etekten vermesi, en önemlisi sözlerini düzeltme çabası ise işin bam teli!..  
Cemaatin eğitim ve medya şeklinde ikiye bölündüğünü, medya kanadının akıl almaz bir şekilde siyasallaşmasının, Gülen’in “yavaş yavaş sızacağız” talimatına rağmen, T.C.’ye karşı adeta “Haçlı” taarruzuna geçmesinin Hocaefendi’yi çok rahatsız ettiğini, belki de korkuttuğunu söylüyorduk da kimse inanmıyordu.

Bakın artık Hoca’ya bile “ayar” çekiyorlar!.. 
 
Olayın bir başka boyutu da şu; Vakti zamanında partisinin, cemaatlerle ilişkisini sağlayan bir milletvekili, Erdoğan’ın cemaatlerin tabanını ele geçirdiğini, tepedekilerin hiçbirisinin etkisi kalmadığını, kendilerinin o “liderlere” ulaşmasının bir şekilde engellendiğini anlatmıştı. 

Anlaşılan doğruymuş!..        
 
Gülen’in Türkiye’ye gelmek isteğine Başbakan Erdoğan tarafından “rezerv” konduğu söylentileri de cabası!..  
Gülen’in “şahsi meseleleri” böyle…  
Artık o da, “Ulusalcılarla aynı çizgiye gelmek, ABD ve İsrail’in sözcülüğünü yapmakla”suçlandığına göre, işin uluslararası kısmına da bakalım.  
Fethullah Gülen’in, Almanya ve İsrail nezdinde de etkili olmak veya etkili hale getirilmek istendiği, son dönemde tamamen bu iki ülkeye ağırlık verildiği biliniyordu. 

Pişen aşa su katıldığı kesin!..
 
Ancak Gülen sadece bugün değil, Erdoğan’ın “one minute” şovunda kullandığı 2008 Gazze saldırısında da İsrail’in değil, ama Başkanlığa yeni seçilen Obama’nın“sözcülüğünü” yaptı. 

Gülen tonu çok düşük açıklamasında, 

“Uluslararası örgütler ve STÖ’lerin, insanlığın ortak vicdanını rahatlatacak adımlar atmasını” istedikten sonra “Bush döneminden çıkarılan derslerle, Obama yönetiminin daha barışçıl bir yol izleme imkanının belirdiği bir zamanda, İsrail’in masum insanlara bomba yağdırmasını” eleştirdi.       
 
O günlerde Zaman Gazetesi’nde ise bir yandan Gazze için ağlanıyor, öte yandan Obama’nın kendisini İsrail’e ne kadar adadığı anlatılıp, Başbakan Erdoğan eleştiriliyor ve “frene bas”tavsiyesi yapılıyordu. 

İşte Zaman’ın Washington Temsilcisi Ali H. Aslan’ın 29 Aralık 2008 tarihli yazısından bazı satırlar: 
 
“ Washington’da İsrail’le empati had safhadadır. ABD’de çok sevilen İsrail’i eleştirmek, başkan dahil, her babayiğidin harcı değil. Türk siyasetinde ise özellikle şimdilerde babayiğitliği ispatlamanın en önemli unsurlarından biri İsrail’i kınamak. 

Zaten Türk dış politikasının geleneksel çizgisi de, Filistinlilere daha müzahirdir. O halde Washington’un, Türkiye’nin Ortadoğu’da arabuluculuk gayretlerine, yüzümüze söylemese de, gerçekte soğuk bakmasına, Olmert’in daha geçen pazartesi ziyaret ettiği Ankara’da Gazze’yle ilgili planlarını, İsrail ve Suriye arasındaki dolaylı barış görüşmelerine şimdiye kadar başarıyla öncülük eden Türk tarafına anlatmamasına şaşmamak gerekir… Hazır Başbakan Erdoğan hakemlik rolünü unutup, tek yanlı ve aşırı sert beyanlarıyla yine İsrail lobisini ve camiasını kızdırmışken, aynen İsrail gibi, Washington’daki geçiş dönemi boşluklarından istifade edip 20 Ocak’a kadar Kongre’den Ermeni tasarısını geçirerek, kim vurduya gitmesini isteyenlere de gün doğmuş olabilir. ” 
 
Belli ki, 2 sene zarfında köprülerin altından çok suların geçmiş, değişen Gülen değil, medyası olmuş!..
Ez cümle; Şahsi veya uluslararası meseleler, Son açıklamasıyla Fethullah Gülen de Tayyip Erdoğan’ın ismini resmen çizmiştir!..  
                                           Erdoğan Ne Yapar?  
Artık  “En yakınlarından, Kardeşlerinden” dahi takdir görmeyen Erdoğan’ın öfkesi çok normal. O yüzden Gazze üzerinden başlattığı meydan savaşına şaşmamak gerek.  
Erdoğan’ın ruh hali ve gidişatını anlamak isteyenlere, “ Vakanüvis ”i Yalçın Akdoğan’ın, AB ve ABD’nin Türkiye’yi çepeçevre kuşatmasını sağlayan 17 Aralık 2004 zirvesinin perde arkasını anlattığı “ Tarihe Düşülen Notlar ” isimli kitabından bir bölüm aktaralım. 

Erdoğan AB’nin o belgesini görünce, “ Bunlar bize dürüst davranmıyor ” der ve devam eder:  
 
“ Kendi ipimi kendim çekerim… Başkasına çektirmem!.. ”            
Neticede; AB belgesini kabul ederek, “İp”ten kurtulur!..  
Erdoğan, Gazze meydan savaşından şimdilik “ Kazançlı ” görünüyor. Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişiklik paketini iptal etmez, ülke referanduma giderse, Gazze’yi “ Oya tahvil ”e, arkasından da erken seçim baskınına oynadığı anlaşılıyor. 
Ya Anayasa Mahkemesi’nden iptal gelirse?.. 

Acaba en başından referandum sandığının yanına, erken seçim sandığını koymamasının pişmanlık ve sıkıntısını yaşıyor mudur? 

Ve dahi seçime gitme zemin ve zamanını bulabilir mi?
 
Akıbetin belirleyicisi zannımca İran olacak… 

BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylama için ABD’nin tehdit gibi, “Herkesin gönlünü yapacak zamanımız yok” açıklamasını bir kenara not edin. “Delikten süpürülme” de yaşanabilir, “son dakika uzatması” da!.. 
 

Son bir denklem; Gülen ABD’ye, Gül Gülen’e, Davutoğlu hepsine yakın… 

Davutoğlu, Mesut Barzani’ye “Kak”, Barzani de Ahmet Türk’e, “Kak” dedi… 

Demek ki, Davutoğlu ve Türk “Kardeş”miş. 

Öyleyse bu denklemden ne sonuç çıkar!..   

..

PKK’yı dağdan indirme planı



PKK’yı dağdan indirme planı


 Meyyal UYGUR


   Türk Milleti’nin temsilcisi TBMM’de “ Kürt Açılımı ” görüşmeleri başlarken, beyin genetiğimizin ne kadar değiştirildiğini test edelim mi?

Lütfen şu PKK’yı dağdan indirme planını okuyun:

“Türkiye yaklaşık 1 yıldır, kapalı kapılar ardında K. Irak’lı Kürt gruplarla sürdürülen çok gizli temaslar sonucu, PKK’yı dağdan indirmek için çok boyutlu bir plan geliştirdi. PKK’yı silah bırakmaya zorlayarak, ‘Akan kanı durdurmayı’ hedefleyen gizli plan, Çankaya ve MGK’nın da onayıyla, devletin çeşitli kurumları tarafından sessiz sedasız uygulamaya kondu. PKK’nın dağdan indirilmesi yönündeki inisiyatif, son 1 yıldır geliştirilen Güneydoğu’ya yönelik kapsamlı eylem ve kalkınma planları vehükümetin demokratikleşme açılımlarını ‘tamamlayıcı’ nitelikte. Şu ana kadar terör ve PKK’yı bitirmek amacıyla uygulamaya konan, bu en kapsamlı proje, örgütün dağdan inmesi için uluslararası baskı ve bir dizi dolaylı temas sonucu gerçekleşti… Geçen Ekim ayında K. Iraklı Kürt Lider Mesut Barzani ile MİT Müsteşarı Emre Taner arasındaki görüşmenin ardından, iki hafta önce Barzani’nin, Irak Cumhurbaşkanı Talabani ile ortak mutabakata varıp, ‘PKK’yı tecrit’ için düğmeye basmasıyla kritik bir aşamaya geldi. Barzani ve Talabani, iki hafta önce PKK’nın dağ kadrosuna, ‘Ya silahı bırak, ya da K. Irak’taki varlığını imkânsız hale getireceğiz’ mesajını ilettiler.”

Peki bu iş nasıl olmuş ve nasıl yürüyecekmiş; okumaya devam edelim:

-          Türkiye’nin önemli güvenlik kuruluşlarından üst düzey bir yönetici, Barzani’ye, PKK’yı dağdan indirmenin bölge için önemini anlatarak, desteğini aldı.
-          Barzani ve Talabani, K. Irak’taki 2 bini aşkın militanın silah bırakarak, Türkiye’ye dönmesi için örgüte baskıya başladı. Talabani, PKK’ya, K. Irak’ta rahat edemeyeceğini, kamplarının sarılacağını ve kentlere ulaşımlarının engelleneceğini ve tecrit edeceklerini bildirdi.
-          Aracılar, genel af önerdiler. Genel affın şu an için mümkün olmadığını ancak yönetici kadro dışındakilerin sessiz sedasızTürkiye’ye dönmelerinin kabul edilebileceği söylendi.
-          Talabani, Türkiye’ye dönmesi mümkün olmayan 450 kişilik yönetici kadronun bir Kuzey Avrupa ülkesine yerleştirilmesini önerdi ve bu yönde temaslara başladı. Talabani, uluslararası toplumun yardımını isteyerek, ‘Bu yöneticileri İsveç ya da Danimarka gibi bir Avrupa ülkesine gönderebiliriz’ önerisinde bulundu. 
-          Barzani ve Talabani’nin, ‘PKK’yı tecrit” için adım atıyor oluşu, PKK’nın dağdan inip, silahı bırakması için tarihi bir fırsata dönüşebilecek.
-          Planın ilk aşamasında amaç, “Akan kan dursun. Cenazeler bitsin. Cami avlularındaki feryatlar dinsin”
-          Projenin ileriki aşamalarında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ‘dağ kadrosunu dengelemek ya da yönlendirmek’ için kullanılması olasılığı da değerlendirilecek.

Herhalde, hepimizin aylardır tartıştığımız, bildiğimiz, gözümüzün önünde yaşanan, “PKK’yı dağdan indirme…Tarihi fırsat…Akan kan dursun, feryatlar dinsin…Sessiz sedasız geliş…PKK yöneticilerinin İskandinav ülkelerine gönderilmesi…Öcalan’ın yol haritasından yararlanma”yı ne diye anlattığımı soracaksınız.

Efendim bugünden değil, taa 30 Temmuz 2006’dan söz ediyorum. O zamanlar Sabah’a, şimdilerde Milliyet’e “yıldız” yapılan Aslı Aydıntaşbaş aracılığıyla ilk yoklaması çekilen 2005 tarihli MİT Planı’ndan!..Hatırladınız mı? Şimdi “açılım” diye önümüze konmuş olanlardan bir farkını görüyor musunuz?

Dikkatinizi çekerim, ortada ne Gül’ün ağzından düşürmediği, ABD’nin Irak’tan çekilecek olmasıyla ortaya çıkmış bir “tarihi fırsat”, ne de Davutoğlu ve Babacan’ın, Barzani yönetimi ile “savaşmamıza değil, sevişmemize” vesile yaptığı kahpe Dağlıca, Aktütün baskınları var.  

Demek istiyorum ki, 2003’te AKP’ye “eve dönüş” yasasını çıkarttıran ABD’nin başından beri niyeti, PKK’nın bu formülle siyasallaştırılmasıydı. Öyle olmadı, önce Dağlıca-Aktütün baskınları, sonra ABD’nin Irak’tan çekilmesi gerekçesiyle, projeyi güncelleştirdiler. İlk fark bu!.. 

O zaman niye olmadı? Çünkü dönemin Cumhurbaşkanı Sezer’in, MGK’nın ve TSK’nın da bu projeye onay verdiği söylendi. Ama TSK’dan anında yalanlama geldi. Foyalar erkenden ortaya çıkınca, Başbakan Erdoğan’ın, projeyi soran gazeteciyi, “Bu soruyu sormak ihanettir” diye azarlaması, hiç ama hiç aklımdan çıkmadı. Cumhurbaşkanı değişti, MGK değişti, TSK, “karargâha hapsedildi” ve “Analar ağlamasın”lı plan raftan indirildi. İkinci fark da bu!..

MİT’in, “Kürt açılımı”ndaki “üstün çabalarını” daha önceki yazılarımızda anlatmıştık. Bir kez daha özetlemiş olduk. Haziran’da K. Irak’a giden Hak-Par Genel Başkanı Bayram Bozyel, “PKK ile görüşmeler MİT üzerinden yapılıyor” iddiasında bulundu. Barzani’nin kanatları altında keyif süren, İmralı’daki katilin kardeşi Osman Öcalan, “Bir devlet kurumu adına 8 ay önce kendisiyle görüşme yapıldığını ve dönüş için görüşünün alındığını” söyledi. Son olarak Barzani’nin eski Başbakanı Neçirvan Barzani, “Eve dönüşü MİT’le planladık” dedi ve yalanlanmadı. Zaten İmralı’daki zat da yıllardır, “Devletin bazı birimleri bizimle aynı görüşte”deyip duruyor.

Galiba Silivri’den gelen yegane hayırlı ve isabetli haber, “MİT-PKK ilişkisinin sorulması” kararı!..

                                        “Ermeni Açılımı” da MİT’lenmiş

MİT’ten sorumlu Aslı Aydıntaşbaş’ı izlemeye devam edelim. Yeni yuvası Milliyet’te de ilk kalemde, hiç kimsenin bilmediği, duymadığı önemli bir habere imza attı. “Ermenistan nasıl tehdit olmaktan çıkmış” biliyor musunuz? Barzani’yle ilişkiler benzeri, Ermenistan’la ilişkiler sürecinin kahramanı da MİT Müsteşarı Emre Taner’miş. Erivan ve Ankara arasındaki diyalogun kritik başlangıç aşamasında, Emre Taner Erivan’a gidip, Ermenistan gizli servis başkanıyla görüşmüş. Cumhuriyet tarihinde bir ilk olan bu ziyaret,“bir asırlık düşmanlığı yumuşatmada önemli rol oynamış, Ermenistan’la gizli temasları yürüten ve protokoller üzerinde çalışan diplomatları da rahatlatmış”. İki istihbaratçı arasındaki görüşmenin, Türkçe gerçekleşmiş olma olasılığı bile varmış!..

Bakalım “Kıbrıs ve Yunan açılımlarının” altından da MİT çıkacak mı?

Teşkilatı bilen ve izleyenler, kurumun (12 Eylül’den beri her taşın altından çıkan, Öcalan’ın defalarca arabulucu olarak adres gösterdiği, son olarak Türk katılımcıları gizli tutulan Atlantik Konsey’in düzenlediği toplantılarda boy gösteren İlter Türkmen’in babası) emekli Korgeneral Behçet Türkmen’in başında bulunduğu 1953-1957 yılları arasındaki haline döndüğünü öne sürüyor. Yıldız Örgütü ve Teşkilâtı Mahsusa’dan sonra üçüncü Türk gizli servisi olan Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti’ne, dönemin Başbakanı Menderes tarafından atanan baba Türkmen, yurtdışı seyahatleri, CIA’dan para aldığı söylentileri ve emekliliğinden sonra Kadir Has’la birlikte girdiği Coca Cola ortaklığıyla, en çok tartışılan müsteşarlardan birisi olmuştu.     

Adında “milli” olan bir kuruluşun, milletin ve devletin aleyhine her faaliyetin altında çıkması düşünülebilir mi? 

                                      “Ulus Devlet Tehlikede” Demişti

Müsteşar Taner’in MİT’in 80. kuruluş yıldönümü vesileli, 6 Ocak 2007 tarihli, “Bayram değil, seyran değil eniştem beni niye öptü”kabilinden açıklamasını hatırlıyor musunuz? Demişti ki;

“1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanıldı. Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır…”   

“Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus devlet ve milletin, hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişmemekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olmamakla kalmayacak, aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp, ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir.”

Bu sözler, küçük bir kesim hariç, genelde “İyi niyetli, ulus-devlet yapımızı koruma amaçlı uyarılar” diye algılanmıştı.


Ya şimdi ne görüyoruz; Kendilerinin başrolde olduğu “açılımlarla”, ulus-devlet yapımızın tasfiye edildiğini!.. 

Hani “öldürülen ve öldürülecek itleri sürüklettirilen” bir AKP damadı ve FG Yazarı var…Öcalan’ın “paşa” yapılmasından sonra, TSK’nın lağvedilip, yeni bir Nizam-ı Cedit ordusu kurulmasını istedi.

Madem öyle, MİT’in lağvını önerme hakkımız doğmuştur.

Hem dünyada ordu lağvı görülmüş şey değil, ama tarihimizde de, dünyada da bol miktarda istihbarat örgütü lağvı örneği var.    
      
İşte daha geçenlerde Bulgaristan’da Başbakan Boyko Borisov, ismi gazeteci ve milletvekillerinin “dinlemesi” ve bazı özel raporları“sızdırması” skandalına karışan, Bulgarların FBI’sı olarak bilinen ulusal istihbarat örgütü Devlet Ulusal Güvenlik Ajansı (DANS)’nı feshedilebileceğini açıkladı.  

Madem “dokunulmaz” kurum yok, madem “şeffaflaşıyoruz”, buyurun MİT’i de tartışalım!..


ABD konusunda iki farklı görüş




ABD konusunda iki farklı görüş,



ABD konusunda iki farklı görüş


Fikret Bila
Milliyet Gazetesi 09 Ağustos 2011
12 08 2011
Şükrü Elekdağ’ın bir önceki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la yaptığı söyleşide ABD’nin PKK’ya bakışı konusu da önemli yer tutuyor. ABD’nin tutumu ve rolü konusunda Başbuğ ile Elekdağ farklı düşünüyorlar.

Elekdağ, “ ABD’nin, PKK’yı hâlâ Ortadoğu stratejisi çerçevesinde kullanacağı bir araç olarak gördüğünü ” düşünüyor ve “ Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi’nin PKK’ya güvenli bölge sağlarken ABD’ye güvendiğini ” vurguluyor. Elekdağ, “ Türkiye’de sokaktaki insan da bu gerçeği kavramış durumda, ‘ ABD isterse bu iş bugün sona erer’ diyor sokaktaki insan ” diyerek, bu görüşünü dile getiriyor.

Başbuğ ise Elekdağ’ın bu sözlerine karşılık, “ Ben o kanaatte değilim ” diyor.
2008’deki sınır ötesi harekât,

Elekdağ, sözlerine dayanak olarak şöyle devam ediyor: “2008 yılı başında Türkiye, Kuzey Irak’a başarılı bir kara harekâtı yaptı. Fakat daha sonuna gelmeden Amerikan Savunma Bakanı Gates, Türkiye’ye ‘artık bunu kesin’ demeye başladı. O harekâttan birkaç gün sonra 4 Mart 2008’de Pentagon’da yapılan basın toplantısında gazeteciler, Korgeneral Odierno’ya sordu: ‘Türklere Kuzey Irak’a kara harekâtı yaptırmıyordunuz. Bu sefer neden izin verdiniz?’ Odierno’nun cevabı mealen şöyle oldu: ‘Biz istiyoruz ki Türkiye bu işi barış yoluyla, PKK ile görüşerek halletsin. Türkiye ile görüşmelere ikna olması için ara sıra PKK’nın burnunun sürtünmesi gerekiyor. Kara operasyonuna izin vermemizin nedeni budur’. Bundan bir gün sonra Merkezi Kuvvetler Komutanı Oramiral Fallen, ABD Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler Komisyonu’nda yaptığı açıklamada aynı şeyleri söyledi. Bu söylediklerim bizdeki siyasi iktidar tarafından kabul edilmedi ama bunlar ABD’de kayıt altına alınmış hususlar. Amerika’nın Ortadoğu stratejisi perspektifinde Türkiye’ye belli şeyleri kabul ettirmek için PKK’yı kullanmak istediği inancı var bende . Siz uzun seneler çok önemli makamlarda bulundunuz, Amerika’nın Ortadoğu stratejilerini yakından biliyorsunuz. Ben de Amerika ile Türkiye’nin ilişkilerinin iyi olması için yıllarını harcamış bir insanım. Fakat belirttiğim bu gerekçeleri gözden kaçırmamak lazım. Siz biraz önce şunu söylediniz: Amerika, Irak’tan çekildiği zaman arkasında bölünmemiş, istikrar içinde bir ülke bırakmak istiyor; ülkenin bir Kürt-Arap savaşının pençesine düşmesini istemiyor. Sizin, bu ortamda Türkiye’nin ağırlığını koyacağı ve böylece barış ve istikrarın sağlanmasında etkili olacağı beklentiniz var. Söylediklerinizden şu sonucu çıkarıyorum: Mademki Amerika, Irak’ın istikrar ve huzuru için Türkiye’ye muhtaç, bu noktada bir al-ver çerçevesinde bu PKK sorunu da bitirilecek. Esasında hepimizin arzusu bu.”
Başbuğ, Elekdağ’a, “Özellikle 2008’den itibaren ABD’nin Ortadoğu ve Irak’taki ulusal menfaatleri çerçevesinde rasyonel olarak bu bölgeye baktığımız zaman, ABD’nin artık bölgede PKK’nın fazla rolü kalmadığını düşündüğünü söyleyebiliriz” yanıtı verdikten sonra 2008 yılındaki kara harekâtında bir iletişim felaketi yaşandığını söyleyerek, şu detayları veriyor:

28 Şubat günü Türkiye’de bulunan ABD Milli Savunma Bakanı bana, TSK’nın kısa sürede Irak’tan geri çekilmesinin beklendiğini söyledi. Aslında kitabımın 91. sayfasında da belirttiğim gibi operasyonu icra eden birliklerin plan dahilinde geri çekilmesine 27 Şubat Çarşamba akşamı başlanmıştı. Yani Gates basına o konuşmayı yaparken bizim komando tugayının unsurları Türkiye’ye girmişti. İlk çekilmeyi gerçekleştiren 3. Komando Tugayı’nın ilk unsurları 28 Şubat Perşembe günü saat 7’den itibaren esasen Türkiye’ye dönmüştü. Gates, 28 Şubat öğle vakti yaptığı basın toplantısındaki açıklamasını yaparken operasyona katılan ana unsurlar Türkiye’ye dönmüştü.”
1 Mart tezkeresi
Başbuğ ile Elekdağ’ın farklı görüşte oldukları bir diğer konu da ünlü 1 Mart tezkeresi. Elekdağ, 2003’te Türkiye’nin ABD ile birlikte Irak’a girmesinin yol açacağı olumsuz sonuçlara vurgu yapıyor, Başbuğ ise Türkiye’nin bu tezkereyi reddederek, PKK’yı marjinalize etmek açısından önemli bir fırsat kaçırdığı görüşünü dile getiriyor.
Elekdağ, şöyle soruyor:
“Benim işaret etmek istediğim husus, Türkiye, ABD Hava Kuvvetleri’ne havaalanları tahsis ediyordu. Bu havaalanlarına anlaşmaya göre 250 ABD uçağı konuşlanacak ve bunlar geceli gündüzlü Irak’ı bombardıman edecekti. Sivil zayiat hakkında Amerikan kaynaklarının verdikleri rakamlar korkunç. Türkiye bu katliama ortak olacaktı. Bunun bölge halkının hafızasından silinmeyecek siyasi sonuçlarını düşünebiliyor musunuz?”
Başbuğ, şu yanıtı veriyor:
“Ama özellikle ABD kuvvetlerine lojistik destek Türkiye üzerinden sağlandı. Hangi hareket tarzı ulusal menfaatlerimize uygundu? ABD ile birlikte hareket etseydik, bugün PKK olayı acaba nerede olurdu? Bugün ‘PKK sorunu en önemli sorunumuz’ diyoruz. Bakınız Bush’un Karar Noktaları adlı kitabını okudunuz mu? Kitabın 250. sayfasında şöyle bir konuşma var: (Nisan 2003’te Milli Güvenlik Konseyi toplantısında, Bağdat’ta neler oluyor, niçin bu bölgedeki yağmalama faaliyetleri durdurulamıyor, diye sorduğumda, cevap şu oldu: Bağdat’ta kuvvet yetersizliği var, Türkiye’nin kararından dolayı, Bağdat’ı kurtaran birliklerin bir kısmı kuzeydoğuya, Irak’ın kuzeyine gönderildi. Yetersizliğin nedenlerinden biri budur.) ”

..