PKK’yı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PKK’yı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2016 Çarşamba

PKK’yı dağdan indirme planı



PKK’yı dağdan indirme planı


 Meyyal UYGUR


   Türk Milleti’nin temsilcisi TBMM’de “ Kürt Açılımı ” görüşmeleri başlarken, beyin genetiğimizin ne kadar değiştirildiğini test edelim mi?

Lütfen şu PKK’yı dağdan indirme planını okuyun:

“Türkiye yaklaşık 1 yıldır, kapalı kapılar ardında K. Irak’lı Kürt gruplarla sürdürülen çok gizli temaslar sonucu, PKK’yı dağdan indirmek için çok boyutlu bir plan geliştirdi. PKK’yı silah bırakmaya zorlayarak, ‘Akan kanı durdurmayı’ hedefleyen gizli plan, Çankaya ve MGK’nın da onayıyla, devletin çeşitli kurumları tarafından sessiz sedasız uygulamaya kondu. PKK’nın dağdan indirilmesi yönündeki inisiyatif, son 1 yıldır geliştirilen Güneydoğu’ya yönelik kapsamlı eylem ve kalkınma planları vehükümetin demokratikleşme açılımlarını ‘tamamlayıcı’ nitelikte. Şu ana kadar terör ve PKK’yı bitirmek amacıyla uygulamaya konan, bu en kapsamlı proje, örgütün dağdan inmesi için uluslararası baskı ve bir dizi dolaylı temas sonucu gerçekleşti… Geçen Ekim ayında K. Iraklı Kürt Lider Mesut Barzani ile MİT Müsteşarı Emre Taner arasındaki görüşmenin ardından, iki hafta önce Barzani’nin, Irak Cumhurbaşkanı Talabani ile ortak mutabakata varıp, ‘PKK’yı tecrit’ için düğmeye basmasıyla kritik bir aşamaya geldi. Barzani ve Talabani, iki hafta önce PKK’nın dağ kadrosuna, ‘Ya silahı bırak, ya da K. Irak’taki varlığını imkânsız hale getireceğiz’ mesajını ilettiler.”

Peki bu iş nasıl olmuş ve nasıl yürüyecekmiş; okumaya devam edelim:

-          Türkiye’nin önemli güvenlik kuruluşlarından üst düzey bir yönetici, Barzani’ye, PKK’yı dağdan indirmenin bölge için önemini anlatarak, desteğini aldı.
-          Barzani ve Talabani, K. Irak’taki 2 bini aşkın militanın silah bırakarak, Türkiye’ye dönmesi için örgüte baskıya başladı. Talabani, PKK’ya, K. Irak’ta rahat edemeyeceğini, kamplarının sarılacağını ve kentlere ulaşımlarının engelleneceğini ve tecrit edeceklerini bildirdi.
-          Aracılar, genel af önerdiler. Genel affın şu an için mümkün olmadığını ancak yönetici kadro dışındakilerin sessiz sedasızTürkiye’ye dönmelerinin kabul edilebileceği söylendi.
-          Talabani, Türkiye’ye dönmesi mümkün olmayan 450 kişilik yönetici kadronun bir Kuzey Avrupa ülkesine yerleştirilmesini önerdi ve bu yönde temaslara başladı. Talabani, uluslararası toplumun yardımını isteyerek, ‘Bu yöneticileri İsveç ya da Danimarka gibi bir Avrupa ülkesine gönderebiliriz’ önerisinde bulundu. 
-          Barzani ve Talabani’nin, ‘PKK’yı tecrit” için adım atıyor oluşu, PKK’nın dağdan inip, silahı bırakması için tarihi bir fırsata dönüşebilecek.
-          Planın ilk aşamasında amaç, “Akan kan dursun. Cenazeler bitsin. Cami avlularındaki feryatlar dinsin”
-          Projenin ileriki aşamalarında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ‘dağ kadrosunu dengelemek ya da yönlendirmek’ için kullanılması olasılığı da değerlendirilecek.

Herhalde, hepimizin aylardır tartıştığımız, bildiğimiz, gözümüzün önünde yaşanan, “PKK’yı dağdan indirme…Tarihi fırsat…Akan kan dursun, feryatlar dinsin…Sessiz sedasız geliş…PKK yöneticilerinin İskandinav ülkelerine gönderilmesi…Öcalan’ın yol haritasından yararlanma”yı ne diye anlattığımı soracaksınız.

Efendim bugünden değil, taa 30 Temmuz 2006’dan söz ediyorum. O zamanlar Sabah’a, şimdilerde Milliyet’e “yıldız” yapılan Aslı Aydıntaşbaş aracılığıyla ilk yoklaması çekilen 2005 tarihli MİT Planı’ndan!..Hatırladınız mı? Şimdi “açılım” diye önümüze konmuş olanlardan bir farkını görüyor musunuz?

Dikkatinizi çekerim, ortada ne Gül’ün ağzından düşürmediği, ABD’nin Irak’tan çekilecek olmasıyla ortaya çıkmış bir “tarihi fırsat”, ne de Davutoğlu ve Babacan’ın, Barzani yönetimi ile “savaşmamıza değil, sevişmemize” vesile yaptığı kahpe Dağlıca, Aktütün baskınları var.  

Demek istiyorum ki, 2003’te AKP’ye “eve dönüş” yasasını çıkarttıran ABD’nin başından beri niyeti, PKK’nın bu formülle siyasallaştırılmasıydı. Öyle olmadı, önce Dağlıca-Aktütün baskınları, sonra ABD’nin Irak’tan çekilmesi gerekçesiyle, projeyi güncelleştirdiler. İlk fark bu!.. 

O zaman niye olmadı? Çünkü dönemin Cumhurbaşkanı Sezer’in, MGK’nın ve TSK’nın da bu projeye onay verdiği söylendi. Ama TSK’dan anında yalanlama geldi. Foyalar erkenden ortaya çıkınca, Başbakan Erdoğan’ın, projeyi soran gazeteciyi, “Bu soruyu sormak ihanettir” diye azarlaması, hiç ama hiç aklımdan çıkmadı. Cumhurbaşkanı değişti, MGK değişti, TSK, “karargâha hapsedildi” ve “Analar ağlamasın”lı plan raftan indirildi. İkinci fark da bu!..

MİT’in, “Kürt açılımı”ndaki “üstün çabalarını” daha önceki yazılarımızda anlatmıştık. Bir kez daha özetlemiş olduk. Haziran’da K. Irak’a giden Hak-Par Genel Başkanı Bayram Bozyel, “PKK ile görüşmeler MİT üzerinden yapılıyor” iddiasında bulundu. Barzani’nin kanatları altında keyif süren, İmralı’daki katilin kardeşi Osman Öcalan, “Bir devlet kurumu adına 8 ay önce kendisiyle görüşme yapıldığını ve dönüş için görüşünün alındığını” söyledi. Son olarak Barzani’nin eski Başbakanı Neçirvan Barzani, “Eve dönüşü MİT’le planladık” dedi ve yalanlanmadı. Zaten İmralı’daki zat da yıllardır, “Devletin bazı birimleri bizimle aynı görüşte”deyip duruyor.

Galiba Silivri’den gelen yegane hayırlı ve isabetli haber, “MİT-PKK ilişkisinin sorulması” kararı!..

                                        “Ermeni Açılımı” da MİT’lenmiş

MİT’ten sorumlu Aslı Aydıntaşbaş’ı izlemeye devam edelim. Yeni yuvası Milliyet’te de ilk kalemde, hiç kimsenin bilmediği, duymadığı önemli bir habere imza attı. “Ermenistan nasıl tehdit olmaktan çıkmış” biliyor musunuz? Barzani’yle ilişkiler benzeri, Ermenistan’la ilişkiler sürecinin kahramanı da MİT Müsteşarı Emre Taner’miş. Erivan ve Ankara arasındaki diyalogun kritik başlangıç aşamasında, Emre Taner Erivan’a gidip, Ermenistan gizli servis başkanıyla görüşmüş. Cumhuriyet tarihinde bir ilk olan bu ziyaret,“bir asırlık düşmanlığı yumuşatmada önemli rol oynamış, Ermenistan’la gizli temasları yürüten ve protokoller üzerinde çalışan diplomatları da rahatlatmış”. İki istihbaratçı arasındaki görüşmenin, Türkçe gerçekleşmiş olma olasılığı bile varmış!..

Bakalım “Kıbrıs ve Yunan açılımlarının” altından da MİT çıkacak mı?

Teşkilatı bilen ve izleyenler, kurumun (12 Eylül’den beri her taşın altından çıkan, Öcalan’ın defalarca arabulucu olarak adres gösterdiği, son olarak Türk katılımcıları gizli tutulan Atlantik Konsey’in düzenlediği toplantılarda boy gösteren İlter Türkmen’in babası) emekli Korgeneral Behçet Türkmen’in başında bulunduğu 1953-1957 yılları arasındaki haline döndüğünü öne sürüyor. Yıldız Örgütü ve Teşkilâtı Mahsusa’dan sonra üçüncü Türk gizli servisi olan Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti’ne, dönemin Başbakanı Menderes tarafından atanan baba Türkmen, yurtdışı seyahatleri, CIA’dan para aldığı söylentileri ve emekliliğinden sonra Kadir Has’la birlikte girdiği Coca Cola ortaklığıyla, en çok tartışılan müsteşarlardan birisi olmuştu.     

Adında “milli” olan bir kuruluşun, milletin ve devletin aleyhine her faaliyetin altında çıkması düşünülebilir mi? 

                                      “Ulus Devlet Tehlikede” Demişti

Müsteşar Taner’in MİT’in 80. kuruluş yıldönümü vesileli, 6 Ocak 2007 tarihli, “Bayram değil, seyran değil eniştem beni niye öptü”kabilinden açıklamasını hatırlıyor musunuz? Demişti ki;

“1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanıldı. Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır…”   

“Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus devlet ve milletin, hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişmemekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olmamakla kalmayacak, aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp, ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir.”

Bu sözler, küçük bir kesim hariç, genelde “İyi niyetli, ulus-devlet yapımızı koruma amaçlı uyarılar” diye algılanmıştı.


Ya şimdi ne görüyoruz; Kendilerinin başrolde olduğu “açılımlarla”, ulus-devlet yapımızın tasfiye edildiğini!.. 

Hani “öldürülen ve öldürülecek itleri sürüklettirilen” bir AKP damadı ve FG Yazarı var…Öcalan’ın “paşa” yapılmasından sonra, TSK’nın lağvedilip, yeni bir Nizam-ı Cedit ordusu kurulmasını istedi.

Madem öyle, MİT’in lağvını önerme hakkımız doğmuştur.

Hem dünyada ordu lağvı görülmüş şey değil, ama tarihimizde de, dünyada da bol miktarda istihbarat örgütü lağvı örneği var.    
      
İşte daha geçenlerde Bulgaristan’da Başbakan Boyko Borisov, ismi gazeteci ve milletvekillerinin “dinlemesi” ve bazı özel raporları“sızdırması” skandalına karışan, Bulgarların FBI’sı olarak bilinen ulusal istihbarat örgütü Devlet Ulusal Güvenlik Ajansı (DANS)’nı feshedilebileceğini açıkladı.  

Madem “dokunulmaz” kurum yok, madem “şeffaflaşıyoruz”, buyurun MİT’i de tartışalım!..


1 Nisan 2015 Çarşamba

PKK’yı Silahlandıracak mıyız!?


PKK’yı Silahlandıracak mıyız!?






Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com
Tarih: 03-09-2014 


Açılım propagandası hızlandı, yoğunlaştı.
Medyanın Türk halkına karşı sürdürdüğü savaşta, Türk halkı artık düşünemez hale geldi.
PKK, IŞİD’a karşı savaş veren "milli kahraman" ilan edildi.
Irak’ta Türkmenlerin yaşadığı Emirli’yi (Amerli), sözde, PKK’lı keskin nişancılar temizlemiş!
Siyasi iktidar IŞİD’ı terör örgütü olarak ilan etmeyince, PKK’nın itibarı tavan yaptı.
AKP iktidarının IŞİD’a lojistik destek yaptığı, artık dünyanın kabul ettiği temel gerçek haline geldi. 
Çünkü şimdiye kadar "hayır böyle bir şey yok" diyen olmadı.
Birleşmiş Milletlere üye hemen hemen tüm ülkeler, IŞİD’ın terör örgütü olduğu konusunda birleştiler.
Ama ne hikmetse, Davutoğlu ve Erdoğan hala terör örgütü diyemedi.
PKK’nın Meclisteki temsilcisi Selahattin Demirtaş ise; "Türkiye PKK’ya silah yardımı yapmalı" dedi.
Gerekçesi de, PKK’nın IŞİD ile savaşıyor olmasıdır.
Medya bölünmeden yana olunca, her geçen gün PKK itibar ve meşruiyet kazanıyor.
 Türkiye kendisini IŞİD’a karşı savunamıyor. PKK Türkiye’yi savunuyor. Dolayısıyla, Türkiye PKK’ya silah versin.
Düşünebiliyor musunuz, Türk insanını getirdikleri yer, neresi oldu?
PKK’yı silahsızlandırmayacağız, silahlandıracağız.
Sen, IŞİD’a terör örgütü demezsen, Meclisinden PKK ile "muhataplık yasası" çıkarırsan, PKK da kahraman olur.
Bu ülke, bu iktidarı başında taşıyamaz.
46 insanımız hala IŞİD’ın elinde esirdir. Unutturmaya çalışıyorlar.
Davutoğlu, IŞİD canavarından söz etmiyor.
Hatta muhalefet, bilhassa Kılıçdaroğlu, IŞİD canavarından söz etmiyor.
Ama Suriye’ye bu canavar saldırıp, Suriye’yi kan gölüne döndürdüğünde, kalkıp Esad’a katil diyebilmişti.
İktidarıyla muhalefetiyle birlikte Açılım sevdasına düşünce, ister istemez PKK kahraman mertebesine yükseliyor.
Açılım Türkiye’yi Türk insanını çürütüyor. Kimliğini bulanıklaştırıyor. Ülkesinin ve kendisinin çıkarlarını göremez hale sokuyor.
PKK’ya silah bıraktırmak üzere çıkılan Açılım sürecinde, şimdi PKK’yı nasıl silahlandıracağız aşamasına geldik.
Org. Necdet Özel "bölünme kırmızı çizgimizdir" diyor. Diyor ama öyle bir yere doğru gidiyoruz ki, bölünmeyi Ordunun da durduramayacağı bir yere...
Bu siyasi iktidar döneminde, devlet darmadağın edildi.
Kimin adliye memuru, kimin savcı, kimin hâkim olduğu belirsiz hale geldi.
Kurumlar yıkıldı. Kişiler öne çıktı.
Öyle bir yere geldik ki, PKK IŞİD ile savaşsın ve bizi bir beladan korusun!
Açılım sürecini destekleyenler, bölünmeyi meşrulaştırmaya çalışanlardır.
Açılım süreci sürdükçe, meşrulaşıyor, itibarı artıyor. Terör devlet ilişkisinin ne olacağı bulanıklaşıyor.
Türkiye’nin bu hale gelmesinde, iktidar kadar Açılımı destekleyen muhalefetinde vebali çoktur.
Keşke ülkenin hiç muhalefeti olmasaydı da, millet kendi başının çaresine baksaydı.
Açılım süreci bölünme sürecidir. Türk halkını kendi çıkarları için direnemez hale getirme operasyonudur.
Dışarıdan(Irak’tan, Suriye’den) bir tehdit oluşuyor. Ülkenin güvenlik güçleri ortada yok. Ordu ne yapacağını bilmiyor. 
Türk halkı tehdide karşı uyarılmıyor.
Bu durum sürdürülebilir bir durum değildir.
Bölünmeyi ve geriye kalan Türkiye’ye, Yeni Türkiye denilmesini içime sindiremiyorum.

http://www.kemalistler.gen.tr/yazarlar/bulent-esinoglu/pkk-yi-silahlandiracak-miyiz/206/

..

8 Mart 2015 Pazar

PKK’yı Yıkama ve Yağlama Dönemi Elbirliği Devam Ediyor





 PKK’yı Yıkama ve Yağlama Dönemi Elbirliği Devam Ediyor 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
14 Eylül 2007 Cuma
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.


  Demokrasiye âşık aydınlarımız ve gazetecilerimiz DTP’nin meclise girmesinden o kadar mutlu oldular ki anlatamam. Sarıldılar kalemlerine başladılar methiyeler 
düzmeye.

Bölücülük felsefesinden bazıları habersiz, bazıları bilinçli, bazıları da yağdanlık aydınlar ve de gazeteciler ülkeyi aydınlatmak adına girdikleri bu 
çabada DTP'yi masum göstermeye çalışarak kendi istikballerini aydınlatsalar da bazı yüksek makamlar nezdinde itibar kazansalar da son tahlilde millet nazarında hiçleşmektedirler.

 Dünyanın hiçbir demokrasisinde bir terör örgütünün siyasi kanadı meclise girememiştir, Türkiye hariç. Demokrasiyi sadece oy zannedenler tarafından 1991 denenmiş maskaralığı demokrasi adına yeniden yaşıyoruz. Allahı var, DTP'liler de bizim gibi düşünenlerin haklılığını ortaya koymak için her gün bir şeyler yapıyorlar. Benim için asla sürpriz olmamakla birlikte PKK terör örgütünekardeşlerimiz diyerek onlara asla terörist diyemeyiz diyorlar. Temsil ettikleri örgüte, nasıl ve neden terör örgütü desinler?

 Sen PKK terör örgütüne yardım ve yataklıktan tutuklu birini tutup demokrasi adına milletvekili yaparsan daha başka ne bekleyeceksin ki?

 Terör örgütü elemanları Türk Devletinin ve de Türk milletinin ve de başta TSK olmak üzere Türk Güvenlik güçlerinin düşmanlarıdır. Benim düşmanlarımın 
kardeşleri ile neyi nasıl çözeceğiz? Demokrasi adına devlet terör örgütü ile pazarlığa mı oturacak?

Şimdi demokrasi adına DTP'lileri 30 Ağustos resepsiyonuna çağırmayan Genelkurmay Başkanlığını kınayan demokratlarımızın yüzlerinin kızarmayacağını biliyorum da demokrasi adına yalancıktan da olsa bir şeyler söylemelerini boşuna olduğunu bilerek bekliyorum.

 Genelkurmay Başkanlığı sırf milletvekili oldular diye onları resepsiyona filan çağırmaz, çağıramaz. Çağırdığı gün orada kanlarını bu vatan için toprağa 
dökenlerin öldüğü gündür. Çağırdığı gün bu devletin çöktüğü gündür. Çağırdığı gün 1918 Başkomutanından farklarının kalmadığı gündür. Artık o gün emir 
verenlerin emirlerinin bir anlam ifade etmeyeceği millet nazarında itibarlarının sıfır sayısı ile bile ölçülemeyeceği bir gündür. Ama ben o günün asla olmayacağı na inanıyorum. Eğer öyle bir gün olursa da o gün bu milletin küllerinden yeniden kendini yaratmaya başladığı gün olacaktır. 

 Her gün DTP'yi dolaylı olarak PKK terör örgütünü yıkama yağlama işini üstlenen binlerce yazı ve makale bu ülkenin günlük gazetelerinde dergilerinde ve 
televizyonlarda yer alıyor, onların sesini duyurma imkânı kadar maalesef bizler aynı imkânı bulamıyoruz.

En son olarak da Sayın ÇEKİRGE Sayın Cumhurbaşkanının en büyük hedefinin akan kanın durması huzur ve refahın oraya gitmesi olduğunu belirterek Cumhurbaşkanı bu sorunu çözebilir diyor. Makalenin devamında da Sayın Gül'ün Dışişleri Bakanı olarak bu konuda yaptığı katkıları anlatarak, halkı anlayabilen eski Diyarbakır Valisi olan Sayın Efkan Ala'nın Başbakanlık müsteşarı olduğunu belirttikten sonra "Cesaret sadece savaş cephelerinde değil tutuculuğun siperlerinden çıkıp zihniyet devrimlerini göğüslemek içinde lazım" diye konuyu bitiriyor.

 Aslında Sayın Çekirge bu fikirlerinin, eğer bölücü terörün amacını anladıysa ne kadar bölücülüğe de hizmet ettiğini anlaması lazım. Nedir tutuculuğun siperlerin den çıkamamak vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü savunmak bu tutuculuksa yazıklar olsun o köşeleri onlara emanet edenlere.

 Sayın Efkan Ala'nın halkla ilişkiler kurması onun bir üstünlüğü değil, yerine getirmesi gerekli bir görevidir. Ancak bu bölücü terör örgütünün gösterilerine 
cana zarar geleceğine mala gelsin diyerek güvenlik güçlerinin elini kolunu bağlıyorsa, aslında görevini yapmamıştır. Valinin görevlerinden birisi de ilde 
huzur ve güvenliğin sağlanmasıdır. Kanunsuzluğa müsamaha ne zamandan beri halkla ilişkiler oldu, düşünmek lazımdır. Acaba Sayın Ala'nın Başbakanlık Müsteşarı olmasında Atatürk posterlerini toplatmasının ne kadar etkisi oldu, bilmiyorum.

 Sayın Cumhurbaşkanın sorunu çözeceği meselesine gelince keşke demek lazım, ama acaba olay bu kadar basit mi? Her şeyden önce akan kanın durdurulması terör örgütünün siyasi kanadının kullandığı bir terminoloji olup neyi kastettikleri ni sağır sultan bile öğrendi. Ama üzerinde durmak istediğim konu bu değil. Bu ülkede bu tür konularda yetki makamı Cumhurbaşkanı değil, hükümet ve Türkiye Büyük Millet Meclisidir.

 Terör örgütünün siyasi kanadına Sayın Erdoğan'la Sayın Gül'ün farklı baktığına dair geçmişten de örnekler verebiliriz. Başbakan Irak'a bir operasyona daha 
olumlu bakarken Sayın Gül onu frenlemiştir. Başbakan AB baskısı ile serbest bırakılan Leyla Zana ve arkadaşlarına randevu vermezken Sayın Gül onları 
Dışişleri konutunda ağırlamıştır. Sayın Erdoğan randevu isteyen DTP genel başkanına, önce "PKK'yı terör örgütü olarak tanıyın" diyerek randevu vermezken, 

Sayın Gül ilk resmi kabulüne davet etmiştir. Artık uyanalım, DTP'nin ne istediği bellidir. Bunu zaten saklamıyorlar da. Dolaylı yollara sapmadan öyle tutuculuğun siperlerinden çıkalım falan diye kulağa hoş gelen sözlerle değil, açık açık ne istediğimizi yazalım ki millet perdenin arkasındaki zihniyeti görsün. Yeter artık PKK'yı yıkayıp yağlayıp onların siyasi kanadının millete yutturulma hikâyelerine.

 Son bir söz, İsrail Suriye gibi bir ülkeyi baştanbaşa geçerek Türk Hava sahasına kadar gelirken, burnumuzun dibindeki kamplara Türk Hava Kuvvetlerini 
yollayamayanlara ne diyelim?

..