7 Eylül 2016 Çarşamba

Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi



 Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi



Turhan Feyizoğlu





Mustafa Kemal, “ Kesin sonuç daima taarruzla alınır. ” demişti. 

Bilgisayar oyunları yaratıcılarından William Clow da, bir söyleşisinde şunları söylüyordu:

Dünyayı iyi niyet değil eylem yönetir. Ve tek bir eylemci günahkâr, on atıl aziz ve melekten on kat daha etkilidir… Bütün silahlı ve ordulu peygamberler zafer kazanmış, silahsız olanları da telef olmuştur.

Sevr Antlaşması’yla Osmanlı Devleti’nin ordusu silahsızlaştırılmış ve sonunda da yenilgiye uğratılmıştı.

Osmanlı İmparatorluğu 17. yüzyılda, Avrupa, Asya ve Afrika dahil Karadeniz’den Kızıldeniz’e Adriyatik’ten Atlas Okyanusu’na kadar milyonlarca kilometrekarelik toprağa hakim bir devletti.

Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altında yaşayan bazı kesimler, bazı emperyalist güçlerce 18. yüzyılın başlangıcından 20. yüzyılın başlarına kadar maşa olarak Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kullanılmışlardır.
Günümüzde de bu maşalığı geçmişteki gibi emperyalist güçleri arkasına alarak devam ettiren bazı kesimler bulunmaktadır.

Yakın geçmişte yaşadığımız bazı olayları hatırlatmak istiyorum.

Sırp ayaklanması (1804-1817), 
Yunan ayaklanması (1821-1829), 
İngiliz-Fransız Rus donanmalarının Osmanlı-Mısır donanmasını Navarin’de yakması (1827), 
Osmanlı-Rus Savaşı (1828), 
Osmanlı devletinin egemenliğindeki Cezayir’in Fransa tarafından işgali (1830-1857), 
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ayaklanması, Birinci Mısır Savaşı (1831-1841), Kırım Savaşı (1853-1856), 
Eflak ve Boğdan olayları (1856-1866), 
Sırbistan ve Karadağ ayaklanmaları (1856-1867), 
Lübnan’a özerklik verilmesi (1861), 
Girit’te Yunan ayaklanması (1866-1869), 
Balkanlar’da Bulgar ayaklanması (1867), 
Hersek ayaklanması (1875), 
Sırbistan ve Karadağ’la savaş (1876), 
Osmanlı-Rus savaşı (1877-1878), 
Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan Tunus’un Fransa tarafından işgali (1882), 
Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan Mısır’ın İngiltere tarafından işgali (1882), 
Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan Girit Adası’nın emperyalist güçlerce işgali (1882), 
Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan Libya’nın İtalya tarafından işgali (1911-1912), 
Balkan Savaşı (1911-1912), 
Osmanlı devletinin egemenliğinde olan Yemen- Arabistan-Suriye-Irak ve Lübnan’ın elden çıkması (1916), 
Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), 
Kurtuluş Savaşı (1919-1922).


Yukarıda saydığım ve ilk aklıma gelen savaşların hepsi yüzyıl içinde Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşandı.

Bu yüzyıl içinde yaşananlar sadece yukarıda genel olarak belirttiğim bu olaylarla sınırlı değil.

Örneğin ilk eğitimden yüksek eğitime kadar medreseli öğrenciler, Osmanlı yönetimini değiştirmek için yaptıkları örgütlenme ye mücadele içindeler. Medrese öğrencileri sürekli sokak eylemleri yapmaktadır.
Sadece medrese öğrencileri değil Osmanlı Devleti’nin memur kesiminin hemen hemen bütün elemanları devlet yönetiminin değişmesi için mücadele içindedir.
Mustafa Kemal Paşa, subay olarak atandığı Suriye’de “Vatan ve Hürriyet” adlı illegal gerilla örgütünü kurmuştu. 24 yaşında bir gençti bu örgütü kurduğunda.
Örgütün kurulma amacı da devleti kurtarmaktı.

Örgütteki sadakat yemini, silah üzerine yapılıyordu.

Bu dönemde, Osmanlı Devleti, emperyalist güçlerce paylaşılıyordu.

Yurtsever Türkler buna karşı direnmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Yönetimde olan İttihat ve Terakki yönetimi bu dönem, “ Teşkilatı Mahsusa ” adlı bir örgüt oluşturdu.
Bu örgüt o dönem önemli vazifeler yaptı. Osmanlı Devleti’nin nüfuzu olduğu her alanda gerilla müfrezeleri kuruldu ve faaliyete geçirildi.
Bu gerilla müfrezeleri Osmanlı Devleti’ne yönelik her hareketi yoketmek için çaba gösterdi. Kimi yerde başarılı oldu, kimi yerde başarılı olamadı.
Osmanlı Devleti’ni yıkmaya çalışan emperyalist işgalci güçler o dönemde kimlerdi onları sayalım:

İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya, ABD.

ABD, Almanya, İngiltere, İtalya ve diğer emperyalist ülkelerin misyonerlik faaliyetleri amacıyla kurdukları okullar, Osmanlı Devleti aleyhine çalışıyor, ona göre insan yetiştiriyordu.
Yüzyıldır art arda yaşanan savaşlar, peşpeşe gelen salgın hastalıklar ve ölümler Osmanlı Devleti’ni zayıf ve güçsüz bırakmıştı.
Bu savaşların devlette, toplumda, kişilerde; ekonomik, siyasal ve psikolojik olarak hangi etkileri yarattığının düşünülmesi gerekir.
Yüzyıldır savaş içinde olan bir toplumda yurdu savunacak asker bile bulmak kolay değildir.
Bazı şeyleri peşpeşe sıralamak bazen günümüz okuyucusu açısından belki sıkıcı olabilir ama gerçek böyle.
Mustafa Kemal, “Nutuk-Söylev” adlı eserinde o dönemi belgelerle anlatmaktadır.
Bu kitabı kendisine yurtseverim diyen herkesin okuması ve ezberlemesi gerekir kanısındayım.

Mustafa Kemal, Nutuk’ta özetle şunu açıklıyordu:

“1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan İttifak Devletleriyle (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan) birlikte yenik çıkmıştı. Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları çok ağır bir Ateşkes Antlaşması imzalamıştı. Büyük Savaş’ın uzun yılları, ulusu yorgun ve yoksul bırakmıştı.. Bu çöküntü ve yıkıntı içinde ordumuz da dağılmaz üzereydi. Birçok yerde silahları cephanesi elinden alınmış, askerler terhis edilmişti. Görev başındakiler de silah ve inanç gücünden yoksundu… Genel durumu çok dar bir çerçeve içine alırsak, dışarıda Osmanlı Devleti’ne karşı zaten fırsatçı ve çıkarcı yaklaşılıyordu. Padişah ve Halife olan kişi, yaşam ve rahatını kurtarmaktan başka birşey düşünmüyordu. Osmanlı ordusu da hem çok zayıf, hem de işgal kuvvetlerinin denetimi altındaydı. Ülkenin etkili bir aydın grubu, yabancı bir devletin koruyuculuğunu istiyordu. Halkta ise savaşma arzusu ve gücü kalmamıştı. Yıllardır süren savaşlar, isyanlar, eşkıyaların baskısı altında halk bezgin ve umutsuzdu. Üstelik halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramaya yetenekli değildi…Osmanlı Devleti yıkılmıştı. Ortada kala kala bir Anadolu kalmıştı. Düşmanlar orayı da paylaşmaya uğraşıyorlardı. Padişah, Halife, Hükümet… Bunların hepsi artık anlamsızdı. Bu durum karşısında alınacak tek bir karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, kısıntısız, koşulsuz, bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmak… Öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm.”

Mustafa Kemal’in düzenli orduyu kurmasına kadar Türk halkı, Mustafa Kemal’in dediği gibi “Ya bağımsızlık, ya ölüm!” sloganı inancıyla hareket etmeye başlamıştı.

Yurtsever Türk kurtuluş örgütlenmeleri her bölgede, her şehirde, her ilçede, her köyde ardı ardına kurulmaya başladı.

Örneğin:

“Edirne’de “Trakya-Paşaeli Müdafaai Hukuk Heyeti Osmaniyesi”.
“Aydın Kuvayı Milliye Teşkilatı”,
“Muğla Kuvayı Milliye Teşkilatı”,
“İzmir Müdafaai Hukuku Osmaniye Cemiyeti”,
“Erzurum Müdafaai Hukuk Cemiyeti”,
“Rize Müdafaai Hukuk Cemiyeti”,
“Gizli Karakol Cemiyeti”,
“Urfa Müdafaai Hukuk Cemiyeti”,
“Çukurova Müdafaai Hukuk Cemiyeti”,
“İspir Şuralar Cemiyeti”,
“Milli Kongre.”


Yukarıda isimlerini verdiğim yurtsever milli örgütlenmelere daha onlarca örnek verilebilir.
Bütün bu güçlere o dönemin deyimiyle, “Kuvayı Milliye-Milli Güçler” adı verilmişti.
Yurtsever Türk milleti, kadın-çocuk-yetişkin herkes silahını eline alıp emperyalist güçlere ve emperyalist güçlerle işbirliği içinde olan maşalara-uşaklara karşı direndi, o dönemin deyimiyle “çete”, “efe”, “dadaş”, günümüzün uluslararası deyimiyle “gerilla” savaşı yaptı.
Milli güçler, yerel anlamda bulunduğu bölgenin, ulusal anlamda ülkenin kurtuluşu için silahlı mücadele veren Türk gerilla güçleriydi.
Bu yerel yurtsever Türk gerilla güçlerinin içinde o yörenin her kesiminden kişi bulunuyordu. Subaylar, esnaf, din adamı, aydın, kadın, çiftçi, gençler vb.
“Ordu-millet” tanımlaması yapılır bu nedenle.
Bu yurtsever Türk gerilla güçleri, hiçbir eğitim almadan kendi doğal algılamalarıyla çok önemli işler başardılar.
Türk yurtseverleri dört bir taraftan saldırı, ihanet altındaydı.
O günkü koşullarda, o günkü olanaksızlıklar içinde inançlarıyla hareket ederek, ülkelerinin bağımsızlığı için yaşamlarını hiçe sayarak özveriyle savaşan Türk yurtseverlerini takdirle anıyorum.
Sadece halk değil, resmi görevlilerden kaymakam, telgraf memurları olmak üzere yurtsever herkes bu gerilla harekâtına katıldı, fiilen destek verdi.
Bu bölgesel köy-şehir yurtsever Türk gerilla direniş hareketleri emperyalist işgalcilere ve emperyalist maşalara-uşaklara karşı başarılı oldu. Emperyalist güçler ve onlarla işbirliği içinde olan maşalar darmadağın edildi, bozguna uğratıldı.
“Nene Hatun”, “Kara Fatma” gibi ulusal direnişe katılıp çok yararları olan yiğit yurtsever gerilla Türk kadınlarımız vardı.
“Sütçü İmam”, “Kara Şahin Bey”, gibi yiğit-kahraman yurtsever Türk gerilla güçleri, emperyalist işgalcilere karşı direndi ve öncü oldular.
Bir süre Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapan Emekli General Cihat Akyol, gerilla hakkında şunları söylemişti:
“Bizim zengin bir tarihimiz vardır. Ve gayri nizami harp diye bir şey söz konusudur. Çete hareketlerinde önem taşımaktadır. Biliyorsunuz İzmir’de Hasan Tahsin düşmana ilk kurşunu sıktı, ondan sonra dağa çıkıldı ve İstiklal Savaşımız başladı… Fakat şu da gözden uzak tutulmamalıdır ki, eğer gerilla hareketi sonradan kontrol altına alınmazsa, ardından, Çerkez Etem harekâtı gibi zararlı hale döner.”
Falih Rıfkı Atay, “Çankaya” isimli kitabında gerilla harbi için şunları yazmıştı:
“Anadolu’da yeni bir Türk devletinin temeli 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldığı gün atılmıştır. Mustafa Kemal meclis başkanı seçildiği gün, gerçekte, yeni Türk devletinin ilk başkanı olmuştur.
23 Nisan 1921’den 13 Eylül 1921’de Sakarya zaferi kazanılıncaya kadar bu devir büyük ve tehlikeli krizler içinde geçmiştir. Mustafa Kemal’in eşsiz liderlik nitelikleri asıl bu krizler sırasında kendini gösterir.
Gerilla devri 1920 sonlarında kuzey ve güney batı cephesi komutanlıkları ,Genelkurmay Başkanı İsmet Bey’le, Dahiliye Vekili Refet (Bele) Bey’e verilerek nizamlı ordu devri başlayıncaya kadar sürer. Kara günler üstüne Sakarya zaferi ışık tutuncaya kadar on altı aydan fazla geçecektir.”
Mustafa Kemal Paşa, 1919’da Anadolu’daki gerilla güçlerini biraraya getirmek amacıyla Samsun’a gitti. Oradan Erzurum’a geçti.
Erzurum’da 23 Temmuz 1919’da yapılan kurultayda yurtsever din adamından komünistine, yurtsever milliyetçisinden liberaline kadar her kesimden insan bulunuyordu.
Toplantı, Erzurum Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin hazırladığı binada yapıldı.
Mustafa Kemal, ihtilale ilk adımını attığı yer olan Erzurum’da, Erzurum’un hemşehrisi de oldu.
Kurultay, 23 Temmuz 1919’dan 7 Ağustos 1919’a kadar sürdü.
Erzurum Kurultayı’nda alınan kararlardan bir tanesi şöyleydi:
“Yabancı işgal ve müdahalesine karşı, millet hep birlikte savunma yapacak ve direnecektir.”
Tarihçi Prof. Enver Ziya Karal’a göre, “Kongre’nin verdiği kararlar vatanın bütününü ve ulusun tümünü ilgilendiren bir ihtilâl programıydı.”
İsmet İnönü de, kurultayda alınan kararlar için, “Tüm ulusal savaş boyunca, hatta Lozan’da uygulanan ana ilkeleri içeriyordu”, demişti.
Fiilen devam eden Anadolu ihtilalinin hukuksal belgeleri Erzurum Kurultayı’nda açıklanmasıyla dünya kamuoyu bilgi sahibi haline geldi.
Erzurum Kurultayı’nın kararları, Anadolu’da ve tüm dünyada büyük yankılar yaptı.
Kurtuluş savaşı halkın kararıyla yapılır ve başarıya ulaşır, yoksa ulaşmaz.
Bir savaşçı ve asker olan Mustafa Kemal, edindiği deneyimlerden bunu biliyordu.
Varlık ve yokluk savaşı içinde bu kurultayları yapıyordu.
Bu iç ve dış savaş koşulları içinde Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ni topladı.
Bu meclis, “İhtilal Meclisi”ydi.
Mustafa Kemal, “Anadolu ve Rumeli Müdafaası Hukuk Temsil Heyeti” adına hareket ediyordu.
Mustafa Kemal Paşa, 12 Temmuz 1920’de TBMM’de özetle şunları söylüyordu:
“Efendiler, böyle küçük küçük müfrezelerin başında subay bulundurmakla vücuda getirilen teşkilat, harbi sagir teşkilatıdır.”
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, birinci kurtuluş savaşında bütün yurtsever-ulusal güçleri biraraya getirdi, onların lideri oldu. Bu süreç içinde gerilla kuvvetlerinin de başıydı.
Mustafa Kemal Paşa, askeri harekâtın bütün çeşitlerini savaş alanlarında yaşadı, gördü, uyguladı ve başarılı oldu. Ülke düzeyindeki yurtsever Türk direniş güçlerini bir araya getirdi ve Sevr Antlaşması’yla dağıtılmış olan düzenli orduyu yeniden kurdu.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, savaşta edindiği deneyimlerini ve askeriyede yapmak istediği veya olmasını düşündüğü şeyleri yazarak-tercüme ederek kitap haline getirmişti.
1908-1918 yılları arasında küçük broşürler halinde yayımlanmış kitapçıklar tarih sırasına göre şöyledir:
1- Takımın Muharebe Talimi (Berlin Askeri Akademisi eski müdürlerinden General Litzman’dan tercüme), Selanik 1908 (1324), 64 sayfa,
2- Cumali Ordugâhı. Süvari/ Bölük/ Alay/ Tugay Talim ve Manevraları, Selanik 1909 (1325), 41 sayfa,
3- Beşinci Kolordu Erkân-ı Harbiye Tabiye ve Tatbikat Seyahati, Selanik 1911 (1327), 40 sayfa,
4- Bölüğün Muharebe Talimi (General Litzman’dan tercüme), İstanbul 1912, 74 sayfa,
5- Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal (Zabit ve Kumandan adlı eseri okuduktan sonra arkadaşı Binbaşı Mehmet Nuri Conker ile yaptığı konuşma), İstanbul 1918 (1334), 32 sayfa.
Mustafa Kemal Paşa’nın broşür veya kitap olarak yayımlamadığı ancak bu konuda yaptığı bazı çalışmalar da vardır.
Örneğin, 16. Kolordu Komutanı olduğu sırada, “Tabiye Meselesinin Halline ve Emirlerin Yazılış Şekline Dair”, başlıklı bir çalışması vardır.
1910’da Arnavutluk’ta eşkıya takibi, 1911-1912’de Trablusgarp (Derne)’ta kıyı savunması-direnme, 1905’te Suriye bölgesindeki çöllerde muharebe ve dağınık kabilelerin yönetimi, İkinci Balkan Harbi’nde Edirne’nin savunulmasında çıkartma ve ileri harekât, 1908’de Avusturya-Macaristan hükümetinin Bosna’ya yapmak istediği askeri harekete karşı bulunmak üzere Bosna’da yaptığı hazırlık, Çanakkale’de kıyı savunması-direniş, siper savaşı, 16. Kolordu Komutanı olarak 1916’da Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bazı dağlarında muharebe, 1917-1918’de Filistin/ Lübnan ve Suriye’de Türk subayları-askerleri ve oluşturduğu yerel halkla emperyalist güçlere karşı savaş, Kurtuluş Savaşı’nda oyalama, stratejik savunma, takip, saldırı ve başarı.
Bu olaylarda Mustafa Kemal Paşa, gerilla savaşını (mukavemet-direniş güçleri) bilhassa denedi.
Mustafa Kemal’in Harp Akademisi’nden sınıf arkadaşı olan Ali Fuat Cebesoy, “Sınıf Arkadaşım Atatürk” isimli kitabında, Mustafa Kemal’le ilgili bir anısında “gerilla” ile ilgili olarak şunları anlatmıştır:
“Şimdi, Mustafa Kemal’in hayatında etkisi olan bir olaydan bahsetmek istiyorum.
Yarbay Nuri Bey, bir gün tabiye dersinde gerilladan genişçe bir şekilde bahsetti. ‘Gerilla nedir, ne değildir?’ konusu üzerinde uzun zunu durdu. İzahat verdi ve bir ara:
-Efendiler, dedi. Gerilla yapmak ne kadar güçse, onu bastırmak da o nisbette güçtür.
Arkadaşlar, kendisinden birkaç misal vermesini rica ettiler. Mustafa Kemal ise, konunun daha iyi anlaşılması için, hadisenin memleketin herhangi bir yerinde olmuş gibi izahının mümkün olup olamayacağını sordu. Onu arkadaşım Tevfik (Selanik) de destekliyordu. Bunun üzerine Nuri Bey:
-Öyle ise, Boğaz’a ait haritalarınızı açın,
emrini verdi. Demek hocamız misali bu kadar yakından vermek istiyordu. Hep beraber haritalarımızı açtık. Elindeki cetvelle Dudulu Köyü’nü işaret etti:
-İsyanın bu köyde çıktığını farzedin.
dedi. İlgimiz bir kat daha arttı. Hocamıza göre, isyan iki kol halinde, inkişaf ediyordu. Bir kol Beykoz’a, bir kol da Üsküdar üzerine yürüyordu. Üsküdar’a yürüyen kol, hükümet kuvvetleri tarafından yenilgiye uğratılmış ve dağıtılmıştı. Fakat Beykoz’a kadar gelmeye muvaffak olanlar, gece karanlığından faydalanarak kayıklarla önce Ortaköy’e geçmişler, sonra yaya olarak ve süratle Ortaköy sırtlarına çıkmışlardı.
Merakımız büsbütün artmıştı. Sonra acaba ne olmuştu? Bu kolun hedef ve gayesi ne idi?
Nuri Bey:
-Mesele burada bitmiştir.
dedi ve bize çözülmek üzere iki görev verdi. Bu isyan ne için yapılabilir ve nasıl idame ettirilebilirdi? Hükümet ve ordu isyanı nasıl bastırabilecekti? Mustafa Kemal, derhal söz istedi ve şu suali sordu:
-Neden isyanın Dudulu’da çıktığını farzediyorsunuz da, başka bir yer göstermiyorsunuz?
Nuri Bey cevap verdi:
-Tatbikat meselelerinde mümkün olduğu kadar hakiki durumları bulmağa çalışmak lazımdır. Bir isyan ya içeride, ya dışarıda olabilir.
Biraz durdu ve sonra ilave etti:
-Ne demek istediğimi anladınız mı?
Hocamızın ne demek istediğini anlar gibi olmuştuk. Fakat bunun orada izahı mümkün değildi.
Dersten sonra Mustafa Kemal, hocanın arkasından gitti.
-Efendim, bu söylediğiniz gerilla hakikat olabilir, değil mi?
Nuri Bey kendisine mahsus olan, daima kullandığı nev’ima kelimesini de ekliyerek:
-Olabilir, dedi. Fakat artık bu kadarı kâfi.
….
Mustafa Kemal, bu tabiye dersinin ilk tatbik sahasını Trablusgarp savaşlarında bulundu. Bana Tobruk’tan yolladığı bir mektupta, Kurmay Yarbay Nuri Bey’in, gerilla metotlarını başarı ile tatbik ettiğini yazıyordu.”
Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Libya’nın Trablusgarb şehrinde İtalyan ordusuna karşı gerilla savaşı verildi. Mustafa Kemal Paşa, yerli halkı da örgütleyip varolan Türk subaylarla birlikte İtalyanlara karşı savaştı.
Bir İtalyan bölüğünün 150-200, bir İtalyan taburunun 500-900 mevcudu vardı.
Bir Türk ileri karakol kuvveti ise en az 5, en çok 20 kişiden oluşuyordu.
Mustafa Kemal Paşa, yerel halkla oluşturduğu bu küçük müfrezelerle İtalyanların bu üstün askeri güçlerine önemli zayiatlar verdiriyor, bozguna uğratıyordu.
Düzenli ordu harbi ile gerilla harbi ikisi birarada uygulandığı zaman başarıya ulaşılıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, sadece klasik harp usüllerini uygulamıyor içinde bulunduğu koşullara ve olanaklara göre en uygun önlemleri alıp ona göre harekat planlıyor, ona uygun hareket ediyordu.
“Zabıt ve Kumandan ile Hasbıhal” adlı kitapçıkta, şunları söylüyordu:
“Bütün açıklığı ile canlandırılması gereken haklı bir gerçek var ki, o da sıcakkanlı Afrika çocuklarında o saydığımız, savaşçı niteliklerin hareket halinde görülüşleri, bir takım ateşli ruhların Afrika göklerinde uçuşları ile başlar… Bi-misafir vadisinden ilerleyerek boyun noktasını ele geçirmek suretiyle çekiliş hattımızı kesmek isteyen düşman üzerine Teğmen Kasım Efendi komutasında bulunan 70 kişilik Şellavi mücahitlerini de alıp taarruz ettim. Saat 10.40’ta düşmanın iki taburu ile çarpıştık. Düşman geri çekilmeye mecbur edilmiştir. “
“Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal” adlı kitabında Mustafa Kemal Paşa, Balkan Savaşı’nda yaşanan yenilginin kırıklığı içinde kadınlara şöyle sesleniyordu:
“Ey millet, ey altı yüz yıllık çarşafa bürünmüş, beş bin yıllık açık alınlı Türk kadını, o beş bin yıllık gelenekleri bugünkü subayların komutasına verdiğin çocuklarına beşiklerindeyken ninni yaktın mı? Bu ninnilerinle onlarda bir karakter yarattın mı?”.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, en önemli ikinci deneyimini Çanakkale’de verdi.
Çanakkale direnişinde, 25 Nisan 1915 sabahı, emrindeki yurtsever Türk subayına-askerine şöyle sesleniyordu:
“Kumandanlara verdiğim sözlü emirlere şunu eklemişimdir. Ben, size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.”
Bu emri her komutan veremez. Klasik savaş stratejisinde böyle bir emir verilmez sanıyorum.
Emir vermek önce karar almayı sonra uygulatmayı gerektirir.
Böyle bir kararın alınabilmesi için duruma tam hakimiyet ve durumun her yönüyle bilinilmesi gerekir.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, bu savaşın kaybedilmesi durumunda ülkenin tamamen kaybedileceğini biliyordu. Ona uygun hareket etti ve kararlarını da ona göre aldı.
“Ölme” emrini alan yurtsever Türklerden hepsi emri tereddütsüz yerine getirmiş, ona göre hareket etmiştir.
Şehit olmuş onbinlerce yurtsever Türk subayının, askerinin, insanının canı karşılığında kazanılmış Çanakkale zaferi Türk ulusunun ve dünyanın kaderini değiştirmiştir. Şehit ve bu davaya gönül vermiş olan bütün Türk yurtseverlerini sevgiyle anıyorum. Onlar unutulmayacak. Günümüz yurtsever Türk gençlerine örnek olacak.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, bu kararlılığını sadece Çanakkale Savaşı’nda değil son Zafer Savaşı’nda da göstermiş, şunu söylemişti:
“Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz.”
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, bütün bu savaşların ardından şunu emretmiştir:
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri.”
Mustafa Kemal Paşa, bu emriyle, milli hedefin o günkü koşullar içinde savaş alanlarında sonuna varacağını görmüştü.
Mustafa Kemal, bu savaşın kazanılmasından sonra da şunu demişti:
“Asıl işimiz şimdi başlıyor.”
Askeri anlamda üstünlük belki kazanılmıştı ama ekonomik ve sosyal anlamda da savaşın kazanılması gerekiyordu.
Günümüzde emperyalist güçlerin yurtsever Türklere saldırısının bir nedeni bu nedenledir. Emperyalist güçler, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda yenilgilerini bir türlü unutamamış, bu yenilgiyi kabullenememişlerdir.
Türk milleti olarak gurur duyabileceğimiz binlerce değer vardır. Bunlardan bir tanesi de Çanakkale ile Ulusal Kurtuluş savaşıdır.
Emperyalistler ve maşaları, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda da yenilgiye-bozguna uğramışlardır.
Emperyalistler ve maşaları, bu yenilgileriyle bozgunları unutamamışlardır.
Emperyalistler ve onların maşalarının bir diğer unutamadıkları yenilgi ise Türk halkının soykırımını önlemek amacıyla 1974’te yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı’dır.
Özgür, bağımsız olmak istiyorsan, emperyalizme ve onun maşalarına karşı örgütlenip, onları yok etmelisin.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, direnmiş, “Bağımsızlık ve özgürlük benim ve Türk halkının karakteridir.” demişti.
Erzurum Kurultayı’nda ilke açıklanmıştı:
“Kuvayı Milliye’yi âmil ve iradeyi milliyeyi hakim kılmak esastır.”
1923 yılında da şu açıklanmıştı:
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.”
Peki bu nasıl olacaktı?

Mustafa Kemal bunun cevabını şöyle veriyor:

Savaş yalnız iki ordunun değil, iki milletin her şeyi ile, bütün elde tutulur ve tutulmaz güçleriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Bundan dolayı bütün Türk milletini, cephede bulunan ordu kadar fikir ve duygu olarak fiilen ilgilendirmeli idim. Milletin her ferdi, yalnız düşman karşısında bulunanlar değil; köyde, evinde, tarlasında bulunan herkes, silahla vuruşan savaşçı gibi kendini ödev almış hissederek bütün varlığını mücadeleye verecektir. Gelecek savaşların başlıca başarı koşulu da en ziyade söylediğim savaş biçiminde gizlidir.

Türk halkının yüzde 80’inin emperyalizme karşı olduğu söyleniyor.
Emperyalizme sadece karşı olmak yetmez. Emperyalizme fiilen de karşı olunmalıdır.

Özgürlük ve vatan için ne bedeller ödendiği yukarıda belirtilmiştir.

Yüzde 80’i emperyalizme karşı olan Türk halkının hepsi kalpaklı Kuvayı Milliyeci, “Özgürlük ve Bağımsızlık benim ve Türk halkının Karakteridir”, diyerek savaşan Mustafa Kemal gibi olmalıdır. Öyle olması dileğiyle.


..

Türkiye Devletinin Sınır Komşusu Irak’ta Soykırım Yapılıyor


Türkiye Devletinin Sınır Komşusu Irak’ta Soykırım Yapılıyor



Turhan Feyizoğlu 




Kimler Tarafından?


4 Temmuz 2003 günü, Süleymaniye’de 11 Türk askeriyle, 6 çalışanın kafasına çuval takıp gözaltına alan işgalci-emperyalist-soykırımcı ABD-İngiltere askeri güçleri ve bunlarla işbirliği yapan işbirlikçi-rüşvetçi-faşist, maşa ve uşak olarak kullanılan Barzani-Talabani yanlısı kürt aşiretleri tarafından.
Peki ABD-İngiltere işgalci emperyalist askeri güçlerin Irak’ta ne işleri var?
Bu işgalcilerin iki amacı var:
Bir: Sömürü,
İki: Egemen olma.
Bu işgalci emperyalist güç ve uşak-maşaların bu bölgede yaptıkları her hareket yalandan ibaret.
Tamamen yalan söylüyorlar.
Peki Irak’taki bu sömürücü-işgalci emperyalist güçlerin en büyük dayanakları kim?
Bu sömürücü emperyalist-işgalci askeri güçleri davul-zurna halay ile yaşadıkları topraklarda kimler karşıladı?
Irak’ta yaşadıkları topraklarda komşusuna, dostuna, arkadaşına, vatandaşına ihanet edenler, arkadan hançerleyenler oldu.
Kimdir bunlar?
ABD-İngiltere emperyalist işgalci güçlerin desteği-korumasıyla yönetime getirilen Barzani ve Talabani olarak adlandırılan şahıslar ile bunlara bağlı aşiretler.
Emperyalist işgalci güçler, çıkarları doğrultusunda Ortadoğu bölgesindeki bütün aşiretleri destekledi, desteklemeye devam ediyor.
Hattâ İngiliz devleti, Irak’ta Surçi Aşireti’ni 1993 yılı Temmuz ayında Saddam yönetimine karşı destekledi. İngiliz Milletvekili Lord David Ennalas, bu aşiretin liderini Irak’ta ziyaret etti.
Geçmişte ve günümüzde bunlar CIA’dan maaş almışlar-alıyorlar.
Emperyalizme satılan kişi her türlü alçaklığı, ihaneti yapar. Yapmışlardır da. Yapmaya devam ediyorlar.
Irak’taki işgalci emperyalist ABD-İngiltere güçleri öyle bir durum yarattılar ki, Iraklı çocuklar bile babalarını ihbar eder duruma sokuldular.
Yaşadıkları topraklara ihanet eden bu işbirlikçi, hain ve faşist kürt aşiretlerin desteğiyle Irak’ta soykırım ve işkence yapılıyor işgalci AB-ABD-İngiltere emperyalist güçleri tarafından.
Irak’ta bugün emperyalizmle birlikte hareket eden “faşist” işbirlikçi-hain bir kürt yönetim oluşturulmuş durumdadır.
İşgalci ABD-İngiltere emperyalist güçleri, Irak’ı işgal etmek için yalan söyledi. Bütün dünyayı kandırdı.
Saddam’ın elinde kitle imha silahı olduğunu, iddia etmişlerdi.
Yalan olduğu ortaya çıktı.
Hem de kendi kurumları tarafından bu yalanlar açıklandı.
Bu yalanlara rağmen, işgalci ABD-İngiltere emperyalist güçleri, bugün Irak’ta kitle imha silahlarını bazı faşist kürt aşiretleriyle birlikte kullanıyor.
ABD-İngiltere güçleri, Irak’ta, “Mark 77 tipi Napalm”, “Beyaz-siyah fosfor bombası” ve “Misket bombası” kullandı-kullanmaya devam ediyor.
Bu bombaların kullanımı belgelerle kanıtlandı.
Bu kitle imha silahları şimdilik açıklananlar, bilinenler.
Başka hangi kitle imha silahları kullanılıyor şimdilik bilmiyoruz.
Günümüzde görüyoruz ki, Irak sınırları içinde yaşayan bazı kimseler kendi halkına ihanet ediyor, soykırıma göz yumuyor. Bu kesimler, geçmişte emperyalist güçlerden maaş almışlardı. Bugün de sırtları sıvazlanarak yönetime getirilmiş.
Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, Meksika Devlet Başkanı Fox’u “ABD yönetiminin fino köpeği” olarak nitelemişti.
2005 yılında Irak’ta yöneticilik yapanlar da böyledir.
ABD-İngiltere’nin uyuz-kaşınan itleri, fino köpekleri.
Emperyalist bazı güçlerce nasıl zorla dinci bir tarikat yaratılıyorsa; aynı emperyalist güçlerce zorla bir millet yaratılmaya çalışılıp Türk Milleti’nin ve Türk devletinin karşısına çıkartılmaktadır.
Türkiye’den de bu kaşınan uyuz itlere destek veren bazı kaşınan uyuz itler, finolar var.
Emperyalizm, maaşlı-paralı uşak ve maşaları her yerde bulduğu gibi Türkiye’de de bulmuş.
Parayla her zaman bazıları satın alınabilir. Alınmıştır.
Irak’ta napalm bombaları savaşın başladığı 2003 Martında işgalci ABD-İngiltere emperyalist güçleri tarafından Dicle Nehri çevresine atılmış ve Hille’de çoğunluğu çocuk 33 sivil ölmüştü.
ABD-İngiltere emperyalist işgalci güçleri, 2004 yılında, Irak’ın Kaim, Semerra, Telefar ve Felluce şehirlerinde, siyah-beyaz fosfor bombası ile napalm bombası kullandı. Siviller öldürüldü. İnsanlar kullanılan bu bombalarla yakıldı.
9 Kasım 2005 tarihli Birgün gazetesinin “Gizli Katliam: Felluce” başlıklı haberinde, Irak’ın işgalinde görev yapmış ABD’li eski bir asker, bu konuda özetle şunları açıklıyor:
“Fosfor vücutları deriden kemiğe kadar yakıyor. Cocukların ve kadınların yanmış cesetleri her yerdeydi. Fosfor kullanıldıktan sonra patlıyor ve bulut şekline giriyor. 150 metre çapın içindeki herkes bundan etkileniyor.”
Telefar ile Felluce kentinde öldürülenler arasında o şehirlerde binlerce yıldır yaşayan Türkler de vardı.
Ortadoğu’da Türk varlığını silmeye yönelik bu politikalarına ABD-İngiltere emperyalist güçleri, Balkanlar ve Kafkaslar ve Ortaasya’da da Türk varlığının etkisini silmek amacıyla ABD Dışişleri Bakanı Condolezezza Rice adlı kadın, 2005 yılının Ekim ayında, Orta Asya gezisine çıktı.
Türk cumhuriyetleri olan Özbekistan, Kazakistan ve Tacikistan’a giderek burada bazı yetkililerle görüştü.
Rice adlı kadın, 2005 yılının Kasım ayında da, Bahreyn, Suudi Arabistan, İsrail, Batı Şeria ve Irak’ı ziyaret etti ve bazı yetkililerle görüştü.
Art arda yapılan geziler zevk için yapılan tatil ziyareti değildi. ABD’nin emperyalist çıkarlarını korumak için yapılan ziyaretlerdi.
İkinci Dünya Paylaşım Savaşı döneminde Telafer, 1920’de Irak tarihinde İngiliz işgalci güçlerine karşı ilk toplu direnişin başladığı yerlerden birisiydi.
1920’de İngiliz işgalci güçler, Irak’ta İngilizlere karşı direnen 10 bin Irak’lı yurtseveri öldürmüştü.
İngiliz ajanı Lawrence, 22 Ağustos 1920 tarihli The Sunday Times gazetesinde yayınlanan yazısında, bu vahşeti açıklamıştı.
Bu vahşet yetmemişti. Telafer’e yönelik İngilizlerin tarihten gelen bir düşmanlıkları devam ediyordu.
2004 yılının Kasım ayında, uçaklardan atılan bomba ve füzelerle büyük bir katliam yapıldı Telafer’de.
1920’deki direnişin intikamı alınıyordu böylece işgalci emperyalist güçler ve onlarla işbirliği içinde olan maşa-uşaklar tarafından.
2004 yılında İngilizlere Irak’ta maşalık-uşaklık yapanlar 1920’de de İngilizlere Irak’ta maşalık-uşaklık yapmıştı.
İşkence merkezleri kurulan Irak’ta insanlar tutuklanıp bir süre sonra elleri arkalarından bağlı olarak infaz edilmiş şekilde cesetleri bulundu- bulunuyor.
Gözaltına alınan Iraklı vatandaşlar, çırılçıplak soyulup işkence ediliyordu. Tutsaklar kırbaçlanıyor, vücutlarında sigara söndürülüyor, diz kapaklarına matkapla delik açılıyor, kol ve ayakları kırılıyor, erkek tutsaklar çırılçıplak soyularak birbirleri üzerine bindiriliyordu.
Gözaltındakiler köpeklerin saldırısına uğratılıyor, ısırtılıyordu. Bazı tutuklular kabloyla boğuluyordu.
Süpürge sapıyla erkek tutukluya tecavüz ediliyordu.
İşgalci emperyalist ABD-İngiltere askeri güçleri tarafından Irak’ta kadın ve kızlara tecavüz edildi.
ABD-İngiltere, Irak’ta soykırım yapıyor, sivilleri, çocukları, kadınları öldürüyor, işkence yapıyor.
Yapılan bu işkencelerde bazı kişiler öldürülüyor, felç ve sakat bırakılıyor.
17 Kasım 2005 tarihli gazetelerde, Irak İçişleri Bakanlığı’na ait bir binadaki dehlizlerde 173 tutuklu bulunduğu haberi yayınlandı.
Habere göre, tutuklu bulunan ve işkence gören sadece 173 kişi değil. Halen İçişleri Bakanlığı’nın dehlizlerinde 800 kişi daha işkence görüyormuş.
Yayınlanan bu haber özetle şöyle:
“Çoğunluğu sünni olan 173 kişi, işkence görmüş, aç bırakılmış, 2 kişi sakat bırakılmıştı.”
Bu 173 kişiden bazılarının derileri işkence yapıldığı sırada soyulmuştu.
İşkence edilenlere elektrik verildi. Aslanların bulunduğu kafeslere atıldı.
Gözaltına alınan kadın ve erkeklere cinsel tacizde bulunuldu.
İşkence merkezleri ve hapishaneler sadece Irak’ta bulunmuyordu.
ABD-İngiltere işgalci emperyalist güçler, değişik ülkelerde de gizli cezaevi ve işkence yerleri açmıştı.
ABD-İngiltere’nin nerede askeri üssü varsa orada işkence merkezi kurulmuştu.
Afganistan, İsrail, Fas, Mısır, Suriye, Ürdün, Macaristan, İsveç, İspanya, Polonya, Romanya, Özbekistan, Pakistan, Tayland, Suudi Arabistan, Kuveyt gibi yaklaşık 20’nin üzerindeki ülkede ABD-İngiltere işgalci emperyalist güçler tarafından gizli cezaevleri kurulmuş, buralarda Irak’lı esirlere işkence yapılmıştı.
3 Kasım 2005 tarihli Milliyet gazetesinin “Gizli CIA Zindanları” başlıklı haberde bu konuda özetle şu bilgilere yer veriliyor:
“Gizli merkezler... ABD kamuoyundan, yabancı yetkililerden ve CIA’nın gizli operasyonlarını izleyen Kongre’den bile saklanıyor... Beyaz Saray, CIA, Adalet Bakanlığı ve Kongre’nin gizli belgelerinde siyah bölgeler olarak adlandırılan bu merkezlerin varlıkları ve yerleri yalnızca ABD’de az sayıda yetkili, ABD Başkanı ve her ev sahibi ülkedeki birkaç üst düzey istihbarat yetkilisi tarafından biliniyor.”
ABD-İngiltere işgalci güçleri, şüphelendikleri Irak’lı vatandaşları buralardaki işkence merkezlerine götürüyor, işkence yapıp sorguya çekiyordu.
ABD-İngiltere emperyalist işgalci güçler, bu işkence merkezleri ve cezaevlerini sadece ülkelerde değil bazı uçaklarda da hazırlanmıştı.
Bunlara, “İşkence Uçakları” adı takılmıştı.
Sadece uçaklar değil; ABD-İngiltere işgalci emperyalist güçleri, açık denizlerdeki askeri gemilerinde işkence merkezleri-cezaevleri kurmuşlardı.
Örneğin Hint Okyanusu’nda seyreden ABD-İngiltere işgalci emperyalist güçlerin askeri gemilerinde işkence merkezleri oluşturulmuştu.
29.6.2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinin “ABD’nin Gizli Hapishane Gemileri” başlıklı haberinde, BM’nin Özel İşkence Raportörü Manfred Nowak, “ABD’nin özellikle Hint Okyanusu’nda seyreden hapishane gemileri gibi, gizli hapishaneleri bulunduğuna dair çok ciddi suçlamalar olduğunu” açıkladığı belirtilmektedir.
Bu işkence gemilerinde işkencede ölenlerin okyanusa atılarak, köpekbalıklarına yem edildiği bilgisi veriliyor.
Sadece işkence merkezleri ve cezaevleri kurulmadı.

Açıktan insanlar kaçırılıyordu.

İtalya’da bir imam ABD’nin Roma Büyükelçisi’nin de içinde bulunduğu bir ekip tarafından Almanya’ya kaçırıldı. Orada işkence edildi.

ABD-İngiltere işgalci emperyalist güçlerin, Irak’tan sonraki ilk işkence merkezi Guantanamo Üssünde ortaya çıktı.

Irak’tan götürülen insanlara bu işkence merkezinde işkence yapılıyordu.
Bu üsde yapılan işkenceler o kadar ağırdı ki, Birleşmiş Milletler Teşkilatı(BM), uluslararası kamuoyunun zorlaması sonucu Guantanamo’daki mahkumlarla 2005 yılının Kasım ayında görüşmek istediğini bildirmek zorunda kaldı. BM’nin bu isteği, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld tarafından geri çevrildi.
Neden geri çevrildi?

Nerede insan hakları, hukuk, özgürlük?

BM olmasına rağmen bir yaptırımı olamıyor ABD karşısında.
Bu da gösteriyor ki insan hakları, hukuk, özgürlük sadece ABD’nin dilinde.
Bir kere daha hatırlatıyorum.
ABD-İngiltere işgalci askeri emperyalist güçleri tarafından Irak halkına yapılanları hiç kimse unutmasın.
Irak’ta işgalci emperyalist ABD-İngiltere güçleriyle işbirliği yaparak yaşadığı topraklarda kendi komşusuna, dostuna, arkadaşına, halkına ihanet eden emperyalizm işbirlikçisi Barzani-Talabani aşiret güçlerini unutma.
19 Kasım 2005 tarihli Hürriyet gazetesinde “Barzani Rüşvet Zengini” başlıklı yazıda özetle şöyle deniyor:

“ABD’li Ortadoğu uzmanı Michael Rubin’e göre Barzani adlı şahsın yolsuzluktan edindiği servetin boyutu 2 milyar dolar.”
Londra’da yayınlanan “ El Kuds el Arabi ” adlı gazetenin 17 Kasım 2005 tarihli nüshasında Genel Yayın Yönetmeni Abdulbari Atwan, yazısında özetle şunları açıklıyor:

Irak’ın yeni yöneticileri, devlet adamı değil, bir grup hırsız, iki yüzlü ve intikama susamış kin dolu ayrımcı. Tek ilgileri, ülke kaynaklarını, olabildiğince talan etmek, ülkede bozgunculuk çıkartan kendi yandaşlarına ve milis güçlerine dağıtmak. Onlar sanki Irak, geçici transiz bir durakmış gibi hareket ediyorlar. Ellerinden geldiğince zenginlikleri yağmalıyorlar. Çünkü projelerinin başarısız olduğunu ve halkın bu suçlarından ve hırsızlıklarından ötürü kendilerini yargılayacağını iyi biliyorlar. 

Bu yüzden, geldikleri son duraklarına, yani kendilerini ülkelerine savaş açmak ve işgal etmenin aracı ve kılıfı olarak kullanan Batılı başkentlere kaçma hazırlığı yapıyorlar... Sadece Savunma Bakanlığı bütçesinden 2 milyar dolardan fazla, petrol aidatlarından ise 4 milyar dolar çalınmış. Hırsızlar, özel uçaklarla Batılı başkentler arasında mekik dokuyan mafya liderleri gibi hareket ediyor; Amman, Dubai ve Londra’da yüz milyonlarca dolarlık gayri menkul ve hisse senedi satın alıyorlar.

Rüşvetçi olarak nitelendirilen Barzani adlı şahıs, 23 Ekim 2005 tarihinde, İncirlik Üssü kullanılarak davet edildiği ABD’ye giderek ABD Başkanı George W. Bush ile görüştü.

Bugün emperyalist işbirlikçileriyle hareket eden bu işbirlikçi iki köylü aşiretinin Irak’ta yaptığı işbirliği- ihanet ve alçaklık yarın her halkın başına gelebilir. Geliyor da.
Hattâ dost diye bilinen ülkelerin Türk halkı için yaptıklarına bakalım.
Birinci Kurtuluş Savaşı’nda işgalci-emperyalist güçlerin Türklere yaptığı hainlikleri-alçaklıkları unutmayın.
Hakkını, ülkeni, vatandaşını, komşunu, arkadaşını, dostunu korumak için savaşçı olacaksın.

Irak’ta yaşananları gör.

Irak vatandaşının uğradığı haksızlıkları örneklerle anlattım.
Bunun için önlemini al. Eğer önlemini almazsan yarın evinde bile oturamaz hale gelirsin.
Tercih senin! Bağımsız mı yaşamak istiyorsun, yoksa emperyalist bir işgal altında mı yaşamak istiyorsun?
Bağımsız yaşamak istiyorsan;
Türk ve Türkiye düşmanlarını tanı. Onlara karşı çık.
Türk ve Türkiye yanlısı hareket edenlere sahip çık, destekle, katıl.
Bu senin daha iyi, daha huzurlu, daha güven içinde yaşaman için önemlidir.
Bunu neden yapmalısın? Son bir örnek.
İstanbul Beylikdüzü’nde D-100 Karayolu üzerindeki Tatilya durağındaki üst geçitin yanında bulunan çöp kutusuna konulan A-4 tipi bomba, 18 Kasım 2005 Cuma günü, saat 18.30 sıralarında, uzaktan kumandayla patladıldı. Bu sırada durakta bekleyen vatandaşlardan Mustafa Sayar adlı 36 yaşındaki makine mühendisi öldü. 11 kişi yaralandı.
Silopi Emniyet Müdürlüğü bahçesine 20 Kasım 2005 tarihinde, bazı kişilerce patlayıcı madde atıldı.
Bu ve buna benzer alçakça saldırılarda bulunan Türk ve Türkiye düşmanı kişi ve çapulculara, bunları kim olursa olsun destekleyenlere vatandaş olarak karşı çıkılmalı.
Bu eylemler Türk ve Türkiye düşmanı olanlarca, bunları destekleyenlerce yapılıyor.
Türk olarak geçmişte güçlüydün, şimdi de güçlüsün. Daha da güçlü olabilirsin.
Tarihine bak. Öğren. Eğer tarihini öğrenir ve bilirsen tarihin sana her konuda örnek ve aydınlatıcı olur.




..

Bebekleri Kaynatmışlar, Kuzu Eti Ye Diyorlar,



Bebekleri Kaynatmışlar, Kuzu Eti Ye Diyorlar



Turhan Feyizoğlu



Kayseri’nin Hacın köyünde yaşayan Melek Hanım, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşadığı olayları ağıt yakarak şöyle dile getirmişti:

Hacın’da Kağnı Pazarı,
Var mı kitapta yazarı?
Uyu oğlum Osman uyu,
Hacın oldu kanlı kuyu,
Soyka kalsın sultan suyu.

Mürsel Efendi’nin kızı,
Haktan kara gözlü,
Ara kurşunu mu değidi?
Anan kadanı alsın kuzu!
Osman’ımı göğe attılar,
Süngüyü altına tuttular,
Öldüğüme gam çekmiyorum,
Ak tenimize baktılar...
Çam sarıoğlu koca gavur,
Bebekleri kaynatıyor,
Gün görmedik hanımları,
Süngü ile oynatıyor.
On kat esvap püsküllü fes,
Bunu bana yu diyorlar,
Ocak başlarından ırak,
Bebek pişmiş ye diyorlar.

Yarpuzlu ailesinden Melek Hanım tarafından yakılmış olan bu ağıt, çok uzun. Ben, bu ağıtın ilk beş beyitini aktardım. Bu uzun ağıtın bir diğer iki dizesi ise şöyledir:

Kapı kapı geziyorlar,
İfadeyi yazıyorlar,
Düşman başına vermesin,
Oğlak gibi yüzüyorlar.
Kele Dudu Kele Dudu,
Kanlı gömlek yu diyorlar,
Bebekleri kaynatmışlar,
Kuzu eti, ye diyorlar.

Türk Dil Kurumu (TDK)’nun yayınladığı “Türkçe Sözlük”te, “Ağıt” şu anlama geliyor:

“Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarını veya büyük felaketlerin acılı etkilerini dile getiren söz veya okunun ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye.”
Melek Hanım’ın yaktığı ağıta konu olan olaylar nelerdir?
Kısaca şöyle bir göz gezdirelim.
Birinci Dünya savaşı döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkler kıtlık, açlık ve yoksulluktan kırılırken, hem iç hem de dış düşmana karşı dört cephede birden savaşıyordu. Türkler, bu savaş sırasında ayrıca ihanetlerle karşılaşmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda hem iç hem de dış düşmanla on yıllardır süren savaşlar yaşanırken Ermeni cinayet şebekeleri ve katilleri, kendilerine destek ve yardımcı olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Rus işgalci güçlerle işbirliği halinde özellikle Ankara, İstanbul, Adana, Erzurum, Bitlis, Van, Hakkari, Diyarbakır, İzmit, Kars, Kayseri, Kahraman Maraş, Şanlı Urfa, Trabzon, Sivas, Yozgat, Çorum, Amasya, Giresun, Gümüşhane, Elazığ, Erzincan, Muş, Samsun gibi iller ile bu illere bağlı ilçe, nahiye ve köylerinde Türklere yönelik soykırım yapmışlardır. Ermeni cinayet şebekeleri, öyle vahşice hareket etmişlerdir ki, bazı köy ve nahiye ahalisini toptan yoketmişler, tam bir soykırım yapmışlardı.
Mustafa Kemal, “Ermeniler” ile ilgili olarak Türk Kurtuluş Savaşı başlamadan önce bazı açıklamalarda bulunmuştu. Bu açıklamalardan bazıları özetle şöyledir:
Mustafa Kemal, 30 Mayıs 1919’da şunları söyledi: “Rum ve Ermeni komitacılarıyla, bunların ileri gelenleri, devamlı şekilde temasta bulundukları İngiliz subayları ile bazı Amerikan memurlarından çok yüz buluyorlar.”
Mustafa Kemal, 23 Temmuz 1919 Çarşamba günü, Erzurum’da açılan Milli Kongre’de, yaptığı konuşmada, “Ermenistan” ile ilgili olarak özetle şunları söylemişti:

“Ermenistan’a gelince: Bir fikr-i istilâperverde eden Ermeniler, Nahcivan’dan Oltu’ya kadar bütün ahal-i İslâmiyeyi tazyik ve bazı mahallerde katliam ve yağmagerlikte bulunuyorlar.”
Mustafa Kemal, 4 Eylül 1919’da da özetle şunları belirtmişti: “Doğuda Ermeniler Kızılırmağa kadar genişleme hazırlıklarına ve şimdiden sınırlarımıza kadar dayanan katliam siyasetine başladı.”
16 Kasım 1919’da ise Mustafa Kemal, şunları belirtiyordu: “Adana’da Fransızlar ve Ermeniler tarafından yapılan zulümlerin ve tecavüzlerin artmasından dolayı Ermeni zulümlerini görmek üzere milletlerarası bir heyetin Adana’ya yollanması.”
25 Ocak 1920’de de Mustafa Kemal, özetle şunları açıklamaktadır: “Maraş’ta, Fransızlar, Ermeniler, Müslümanları katliam etmektedirler. İnsanlık aleminden bu katliama nihayet verilmesini.”
Mustafa Kemal’in yapılan katliamlar hakkında açıklamalı çoktur. Bu açıklamaları ayrı bir kitap konusu olabilir. Mustafa Kemal’in Ermenilerin yaptığı katliamlar hakkında 14 Şubat 1920’de yaptığı açıklama özetle şöyledir:
“Medeniyet maskesine gizlenen Fransızlar ve onların öncüsü olan Ermeniler, Urfa ve havalisinde İslâm ahali hakkında zalimane katliamlara başlamışlardır.”
1 Mart 1921 tarihinde de şu açıklamayı yapıyordu Mustafa Kemal:
“Güneyde Fransızlarla onların silahlandırdığı ve bize karşı kışkırttığı Ermeniler ve doğuda Ermenistan ermenileri memleketimizin ele geçirdikleri yörelerinde ve işgal edilen sınır ve cepheler çevresinde Müslüman halka çeşitli zulümler uyguluyor ve katliam yapıyorlardı.”
Bazı faşist ve ırkçı ermeni topluluklar tarafından Türklere yapılan katliam ve soykırımda uygulanan vahşice davranışlardan bazıları şöyleydi:
1- Yakaladıkları Türkleri Süngü ile parçalamışlardı,
2- Balta ile parçalamışlardı,
3- Yakaladıkları Türkleri demir ve sopalarla döverek öldürmüşlerdi,
4- Öldürdükleri Türkleri köpeklere yedirmişlerdi,
5- Öldürdüğü Türklerin cesetlerinin üzerine gazyağı döküp yakmışlardı,
6- Samanlığa doldurdukları Türkleri diri diri yakmışlardı,
7- Camilere doldurdukları Türkleri diri diri yakmışlardı,
8- Türkleri evlere doldurup diri diri yakmışlardır,
9- Kadın ve kızların ırzına geçmişlerdi,
10- Öldürdükleri Türklerin kafalarını kesip, kazıklara geçirip sokaklarda dolaşmışlardı,
11- Türklerin ev ve iş yerleri ile resmi daireleri yağmalayarak hırsızlık yapmışlardı,
12- Altın dişleri söküp alarak çapulculuk yapmışlardı,
13- Kadınları çırılçıplak soyduktan sonra ilk önce tecavüz edip, sonra öldürmüşlerdi,
14- Kadınları kazığa oturtarak öldürmüşlerdi,
15- Kadınları, göğüsleri yararak, kadınlık organlarına süngü sokarak öldürmüşlerdi,
16- Çocukları süngüyle öldürmüşlerdi,
17- Hamile kadınların doğacak çocuğunun cinsiyeti üzerine bahis oynadıktan sonra süngüyle, kadınının karnı yarılarak cenine bakmışlardı,
18- Çocukları kuzu gibi kızartıp süngü ile direğe asmışlardı,
19- Çocukları tandıra atıp kızarttıktan sonra annesine zorla yedirmeye kalkmışlardı,
20- Çocukları çengellere atıp öldürmüşlerdi,
21- Çocukları kuyulara atıp yakmışlardı,
22- Erkek çocukları çırıl çıplak soyduktan sonra erkeklik organını kesmişlerdi,
23- Erkek, kadın bazı Türkleri ellerinden kapılara çivilemişlerdi,
24- Erkek, kadın bazı Türklerin burunlarını, kulaklarını ve çenelerini kesmişlerdi,
25- Bazı genç kızları çırıl çıplak soymuş, “Haydi, namaz kılın” diyerek alay etmiş, tecavüz ettikten sonra öldürmüşlerdi,
26- Tren vagonlarına doldurdukları Türkleri, birkaç hafta şuraya buraya göndererek vagonlarda açlık, susuzluk, havasızlık ve hastalıktan öldürmüşlerdi,
27- Ev, kahvehane ve resmi daireleri bombalayarak kitselel katliam yapmışlardı,
28- Camiden çıkan silahsız müslüman Türklere silahlı ve bombalı saldırılarda bulunarak kitlesel katliam yapmışlardı,
29- İhtiyar, hamile kadın, çocuk, asker, sivil ellerine geçirdikleri Türkleri hunharca katletmişlerdi,
30- Köyleri, evleri, tarlaları ateşe vererek yakmışlardı,
31- Mal ve hayvanları öldürerek zarar vermişlerdi,
32- Ele geçirdikleri gıda maddeleri, hayvanları, ziynet eşyalarını yağmalayıp hırsızlık yapmışlardı,
33- İple boğarak öldürmüşlerdi,
34-Asmak suretiyle katletmişlerdi,
35- Yakaladıkları ve ele geçirdikleri Türklerin gözlerini oymuşlardı,
36- Kadınları kazığa oturtarak feci şekilde can vererek ölümlerine yolaçmışlardı,
37- Başlarını taşla ezmek sueretiyle katletmişlerdi,
38- Ellerini karınlarına sokularak öldürmüşlerdi,
39- Tenasül uzuvları ağızlarına bırakılmış şekilde öldürmüşlerdi,
40- Yedi yaşındaki Fatma ve dokuz yaşındaki Gülnaz adlarındaki iki kız çocuğa hem anal yoldan hem de cinsel organlarından tecavüz etmişlerdi,
41- Suda boğmak suretiyle öldürmüşlerdi,
42- Yakaladıkları Türkleri tezek yığınları içine atarak yakmışlardı,
43- Tandıra atarak yakmışlardı,
44- Erkek çocuklarına tecavüz etmişlerdi,
45- Bazı kadınlara tecavüz ettikten sonra tenasül uzvuna odun sokarak öldürmüşlerdi,
46- Bazı din adamlarının sakalları pisletildikten sonra sonra vücutları parça parça doğranarak öldürülmüşlerdi,
47- Esir aldıkları Türkleri yalınayak ve çıplak yürütüp, donarak ölmelerine yolaçmışlardı,
48- Kurşuna dizerek toplu katliam yapmışlardı,
49- Yakaladıkları Türklerin başlarını tüfek dipçikleriyle ve çizmelerle çiğnemek suretiyle öldürmüşlerdi,
50- Esir aldıkları Türklerin derilerini yüzmüşlerdi,
51- Faşist-ırkçı Ermeni cinayet şebekeleri ateşte kızdırdıkları tüfeklerinin kasaturaları ile Türklerin vücutlarını dağlamışlardı,
52- Esir aldıkları Türklere zehirli ekmek ve yemek vererek feci şekilde ölmelerine neden olmuşlardı,
53- Genç kadınların önce memelerini kesmiş, sonra asmışlardı,
54- Annesi yaralı bir çocuğun ağzına, annesinin kesilmiş memesini vererek emzirtmişlerdi,
55- Koyun boğazlar gibi insanları kesmişlerdi,
56- Yeni doğmuş çocukları havaya fırlattıktan sonra altına süngü tutarak feci şekilde öldürmüşlerdi,
57- Kol ve ayak keserek sakat bırakmışlardı,
58- Üzerine benzin dökülerek ateşe verilmiş manda, bir eve doldurulan Türkler’in içine salınarak katledilmişti,
59- Bir eve veya ahıra doldurulan Türklerin üzerine dam çökertilerek katledildi.
Yukarıda örnekleri verildiği biçimde faşist-ırkçı ermeniler tarafından 3 milyon Türk katledildi.
24 Kasım 1895 tarihli Fransız Le Petit Journal Dergisi, ressamların çizdiği resimlerin de yeraldığı haberi, “Ermeni çeteciler Türkleri nasıl boğazladı” diye dünyaya duyurmuştu.
Örneğin, Van’da ne kadar Türk varsa faşist-ırkçı Ermeniler tarafından soykırıma uğradı. ABD’de yayınlanan Ermeni gazetesi Goçnak, 24 Mayıs 1915 tarihli sayısında, “Van’da yalnızca 1.500 Türk’ün kaldığını” övünerek açıklamıştı.
Faşist-ırkçı ve bir kısmı solcu Ermeni cinayet şebekelerinin Türklere yaptıkları soykırıma ait toplu mezarlardan bir kaçı daha sonra Erzurum, Van ve Kars’ta ortaya çıkartıldı.
Türk devlet adamlarına, diplomatlarına ve vatandaşlarına faşist-ırkçı Ermeni cinayet şebekeleri ve caniler tarafından girişilen saldırılardan bazıları şöyledir:
Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Abdülhamid’e 21 Temmuz 1905 Cuma günü, bombalı suikast düzenlendi.
Bir arabanın içine yerleştirilmiş olan 120 kilo patlayıcı, Sultan İkinci Abdülhamid, Yıldız Camii’nde kıldığı Cuma namazından sonra, infilak etti.
Sultan İkinci Abdülhamid’in Başmabeyincisi Kara Tahsin Paşa, hatıralarında olayı şöyle anlatmıştı:
“21 Temmuz 1905 Cuma günü, öğle vaktini müteakip, cehennemi makine patladı. En büyük çaptaki topların çıkardığı tarrakadan daha gürültülü, akisli ses çıkaran ve hava titreşimleri meydana getirerek en uzak semtlerden dahi duyulan bu patlama, padişahı ve orada bulunan binlerce kişiyi dehşete düşürdü.
Hünkar, camii şeriften çıkıp, saraya dönmek için arabasına binmek üzere, binek taşına giden merdivenlere doğru ilerlerken, karşısına çıkan Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile birkaç kelimelik sohbet için durakladı. Askeri birlikler selam vaziyeti almış, teşrifat adeti usulüne göre, sağda ve solda bendegah, askeri rical ve yaverler sıralanmışlardı.
Saatli bombanın kuruluşunda, bu duraklama hesapta yoktu. Hünkar, patlamanın şidetli sarsıntısından ve havada uçuşan parçalardan önemli ve tehlikeli bir hadisenin meydana geldiğini anlamıştı. Hiç korku ve telaş eseri göstermedi.”
Sultan İkinci Abdülhamid’i Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile birkaç kelime konuşma yapmak üzere duraklaması kurtarmıştı.
Patlama sonunda, 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış, bomba, yerde 70 santimlik bir çukur açmıştı.
Bombalı suikasti düzenleyenlerden bir kısmı yakalandı ve yargılandı. Suikasti düzenleyenlerden Singer şirketinde memur olarak çalışan Charles-Edouard Joris adlı Belçika vatandaşı vardı.
Boğazlıyan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, İngiliz işgali altındaki İstanbul’un Beyazıt Meydanında, ingiliz-ermeni işbirliği sonucu, 10 Nisan 1919 Nisan Perşembe günü, idam edildi. Mehmet Kemal Bey, asılmadan önce, “Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet. Yaşasın millet” diye haykırdı.
Boğazlıyan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’in cenaze töreni, öğrencilerin de yeraldığı onbinlerce kişinin katılımıyla, 11 Nisan 1919 Cuma günü, Kadıköy’de yapıldı. Mehmet Kemal Bey’in mezarı başında konuşma yapan bir Tıbbıye öğrencisi, “İngilizleri Odesa’dan attılar. Haydin biz de İngilizleri İstanbul’dan kovalım. Ne bekliyoruz. İngilizi atmak borcumuzdur. Felaketimizi hazırlayan İngiliz’i yok etmek zorundayız.”, demişti.
Bayburt eski Kaymakamı, Urfa Valisi Nusret Bey, İngiliz-ermeni işbirliği sonucu, 5 Ağustos 1920 Perşembe günü, Beyazıt meydanında idam edildi.
İçişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapmıştı olan İttihad ve Terakki’nin liderlerinden Talat Paşa, Berlin’de 15 Mart 1921 Salı günü, oturduğu apartmanın yakınlarında Hardenberg Caddesinde yürürken Sogomon Tehliryan adlı faşist-ırkçı ermeni katil tarafından silahla vurularak öldürüldü. Ermeni katil yakalandı fakat Şarlottenburg Mahkemesince serbest bırakıldı. Arjantin’e giden ermeni katil, 1960’da eceliyle geberdi.
20 Aralık 1920’de, Fransa’nın başkenti Paris’te, Türkiye üzerinde emperyalist çıkarları olan Avrupalı ülkelerin desteğiyle bir kurultay düzenletildi. Bu kurultaya ermeniler, kürtler, yunanlılar katıldı ve kurultayda, “Türklere karşı ortak eylem kararı” alındı.
Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı yapmış olan Sait Halim Paşa, faşist-ırkçı ermeni katiller tarafından 6 Aralık 1921 Salı günü (Bazı kaynaklar ölüm tarihini 7 Aralık 1921 olarak veriyor), Roma’da katledildi. Türkiye’ye getirilen naaşı, Sultan Mahmud Türbesi bahçesine defnedildi.
İttihad ve Terakki’nin liderlerinden Bahriye Bakanlığı ve 4. Ordu Komutanlığı yapmış Cemal Paşa ile iki yaveri jandarma teğmeni Süreyya Bey ve bahriye binbaşısı Nusret Bey, Karakin Layayan ve Sergo Vartanyan adlı faşist-ırkçı iki Ermeni katil tarafından 21 Temmuz 1922 Cuma günü akşamı, Tiflis’te silahlı saldırı sonucu katledildi.
Cemal Paşa’nın cenazesi trenle Türkiye’ye getirildi ve Erzurum’a götürülüp Kars Kapısı’ndaki şehitliğe defnedildi.
Adli Tıp Profesörü, Şurayı Ümmet gazetesini çıkarmış olan İttihad ve Terakki’nin liderlerinden Tabip Bahaettin Şakir Bey ile Hukuk Mektebi müdürlüğü, Trabzon, Bursa ve Konya valiliği, Çorum ve Preveze mebusluğu yapmış olan Azmi Bey (Mehmet Cemal), katiller tarafından, 17 Nisan 1922 Pazartesi günü, Berlin’de katledildi.
Talat, Cemal ve Sait Halim Paşa’yı öldüren katiller, kahraman olarak tanıtıldı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ermeni cinayet şebekelerinin ve katillerinin yaptığı bütün vahşetlerine, soykırımlarına ve ihanetlerine rağmen, Türkler, savaştan sonra ermenilere her türlü yardımı yapmışlardır.
Alman General Schellendorf Von Bronsart, bunu şöyle belirtmektedir, “Türkler, kendilerine dokunulmadığı takdirde, başka dinlerden olanlara karşı, dünyanın en hoş görülü insanlarıdır.”
Osmanlı İmparatorluğu, özellikle XVI. yüzyıldan itibaren çöküş dönemine girdikten sonra hem dışarda hem içerde son gününe kadar süren bir sıcak savaşın içinde olmuştur.
Üç kıtada, egemenliğini sürdürdüğü dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde çeşitli etnik toplulukları, dinsel inançları yaşayışları barındırmaktaydı.
Türk toplumu suskun kaldıkça, hoş görülü olunca, barış içinde bir arada yaşama düşünceleriyle iyi niyetle davranıp, hareket ettikçe Türkiye düşmanı diğer bazı faşist-ırkçı topluluklar, inadına kin ve nefret tohumlarını artırarak, bunu besleyerek sürekli saldırı yapmaktadır.
7 Ekim 2000 Cumartesi günü gecesi, “Kanal 6” Televizyonunda, yayınlanan, “Ceviz Kabuğu” programına katılan Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Mehmet Çelik, “Bir kısım ermeninin Türklere yönelik kinlerini anlatan 26 bin kitap yazmış olduklarını, Türklerin ise bu konuda 26 tane bile kitap yazmadığını” açıkladı.
1973’den 1994 yılına kadar, faşist-ırkçı ermeni cinayet şebekeleri tarafından 21 ülkenin 38 kentinde, değişik türde 110 saldırı olayı oldu. 110 saldırıdan 39’u silahlı, 70’i bombalı, 1’i işgal şeklindeydi. Bu saldırılarda 48 Türk diplomat ve vatandaşı ile 4 yabancı öldürüldü. 127 Türk ve 66 yabancı uyruklu yaralandı.
Bu cinayetlerin bilinmesi önemlidir.
ABD’de Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir, 27 Ocak 1973’te ABD’nin Santa Barbara kentinde 77 yaşındaki faşist-ırkçı Mıgırdıç Yanıkyan adlı ermeni katil tarafından katledildi.
Avusturya’nın başkenti Viyan’da Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Danış Tunalıgil, 22 Ekim 1975 günü, büyükelçiliği basan üç katil tarafından şehit edildi.
Fransa’nın başkenti Paris’de Türkiye’nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez ile şoförü Talip yener, 24 Ekim 1975 günü, feşist-ırkçı ermeni cinayet şebekeleri tarafından büyükelçilik yakınında makam otobiline ateş açılması sonucu katledildiler.
Beyrut’ta Türkiye Büyükelçiliği Baş katibi Oktar Cirit, Hamra Caddesinde, 16 Şubat 1976’da, cinayet şebekeleri tarafından katledildi.
İtalya’nın başkenti Roma’da Vatikan Büyükelçisi Taha Carım, 9 Haziran 1977’de, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Taha Carım, “Ermeni Meselesi” hakkında bir kitap yazmış ve Ermeneliren iddia ettiği “soykırım” iddialarını belgelerle çürütmüştü.
İspanya’nın başkenti Madrid’de Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in arabasına üç katil tarafından, 2 Haziran 1978 günü, ateş açıldı. Büyükelçi’nin eşi Necla Kuneralp ile emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu öldürüldüler. İspanyol şoför Antonio Torres de saldırı sonucu öldü.
Hollanda’nın Lahey’de Deft Teknik Üniversitesi doktora öğrencisi ve Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler, 12 Ekim 1979 günü, cinayet şebekelerinin saldırısı sonucu öldürüldü.
Bütün gençler ölüm yıldönümlerinde anılır. Ahmet Benler adlı genci hiç kimse şimdiye kadar andı mı?
Fransa’nın başkenti Paris’te Türkiye Büyükelçiliği Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan, Champ Elyees’de, 22 Aralık 1979 günü, cinayet şebekeleri tarafından öldürüldü.
Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye Büyükelçiliği İdari Ateşesi Galip Özmen’in otomobiline bir katil tarafından, 31 Temmuz 1980 günü, ateş açıldı. Galip Özmen ile 14 yaşındaki kızı Neslihan Özmen öldü, eşi Sevil Özmen ile 16 yaşındaki oğlu Kaan Özmen yaralandı.
Avusturalya’nın başkenti Sidney’de Türkiye’nin Başkonsolosu Şarık Arıyak ile koruma görevlisi Engin Sever, 17 Aralık 1980 günü, faşist-ırkçı iki ermeni katil tarafından silahla katledildi.
Fransa’nın başkenti Paris’te Türkiye Büyükelçiliği Çalışma Müşaviri Reşat Moralı, din görevlisi Tecelli Arı ve Anadolu Bankası temsilcisi İlkay Karakoç, 4 Mart 1981 günü, ermeni cinayet şebekesine bağlı iki katil tarafından, silahlı saldırıya uğradı. Reşat Moralı ile Tecelli Arı öldü, İlkay Karakoç yaralandı.
İsviçre’nin Cenevre kentinde, Cenevre Türkiye Başkonsolosluğu sekreteri Mehmet Savaş Yergüz, ermeni bir katil tarafından, 9 Haziran 1981 günü, katledildi.
Fransa’nın başkenti Paris’te Türkiye Başkonsolosluğu, 24 Eylül 1981 günü, öğle saatlerinde faşist-ırkçı ermeni cinayet şebekelerine bağlı dört ermeni katil tarafından işgal edildi. İşgal sırasında ermeni katillerin açtığı ateş sonucu Başkonsolos Kaya İnal ile koruma görevlisi Cemal Özen, ağır yaralandı. İnal ile Özen’in hastahaneye kaldırılmasına izin vermeyen ermeni katiller, üç gün önce bir çocuğu olmuş olan Özen’in ölmesine neden oldular.
Cemal Özen’i öldüren ve Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yaşayan ermeni katil Kevork Güzelyan’ın, 15 Ekim 2000 Pazar tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanan açıklamasına göre, “Eylemlerinden ötürü pişmanlık duymamış, daha sonra, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde binbaşı rütbesiyle Azerbaycan Türklerine karşı dört yıl savaşmış, şimdi ise Ermenistan’la ticaret yapan Türk iş adamlarının ödenmeyen çek-senetlerinin tahsil edilmesi işleriyle uğraşıyormuş.”
İsviçre’nin Bern kentinde, Türkiye’nin Bern Büyükelçisi Doğan Türkmen’e 24 Ocak 1982 günü, cinayet şebekeleri tarafından suikast düzenlendi.
ABD’de Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan, 28 Ocak 1982 günü, ermeni cinayet şebekelerine bağlı iki katil tarafından silahlı saldırı sonucu şehit edildi.
Kanada’nın Ottowa kentinde, Ottowa Türkiye Büyükelçiliği Ticaret Ataşesi Kani Güngör, 8 Nisan 1982 günü, üç terörist tarafından düzenlenen silahlı saldırı sonucu ağır yaralandı.
ABD’nin Boston kentinde, Türkiye’nin Boston Fahri Başkonsolosu Orhan Gündüz, 4 Mayıs 1982 günü, bir katilin silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Portekiz’in başkenti Lizbon’da Türkiye Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay ve eşi Nadide Akbay, 7 Haziran 1982 Pazartesi günü, evlerinin önünde bir katilin silahlı saldırı sonucu şehit edildi.
Hollanda’nın Rotterdam kentinde, Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolusu Kemalettin Demirer, 21 Temmuz 1982 günü, katillerin silahlı saldırısına uğradı. Demirer, yara almadan kurtuldu.
7 Ağustos 1982 günü, cinayet şebekelerine bağlı iki katil, Ankara Esenboğa Havaalanı’nı bastı, salonda bulunan yolculara ateş açıp, el bombası attı. 6 Türk ile 3 yabancı uyruklu kişi öldü. 82 kişi yaralandı.
Kanada’nın Ottowa kentinde, Türkiye’nin Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ateşesi Hava Kurmay Albay Atilla Altıkat, cinayet şebekeleri tarafından, 27 Ağustos 1982 günü, yapılan silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Bulgaristan’ın Burgaz kentinde Başkonsolosluk İdari Ataşesi Bora Süelkan, evinin girişinde, 9 Eylül 1982 günü, cinayet şebekeleri tarafından yapılan silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Portekiz’in başkenti Lizbon’da Türkiye’nin idari ateşesi Erkut Akbay ile eşi Nadide Akbay, 8 Ocak 1993 günü, faşist-ırkçı ermeni katillerin silahlı saldırısı sonunda şehit oldular.
Yugoslavya’nın Belgrad kentinde, Türkiye’nin Belgrad Büyükelçisi Galip Balkar, Yugoslavya Dışişleri Bakanlığı’na giderken faşist-ırkçı iki ermeni katil tarafından, 9 Mart 1983 günü, silahlı saldırıya uğradı. Büyükelçi Balkar ile bir Yugoslav öğrenci öldü, makam şoförü Necati Kaya, göğsünden yaralandı.
Ermeni katil Mıgırdıç Madaryan, 15 Haziran 1983 günü, İstanbul’da Kapalıçarşı’da halkın üzerine otomatik silahla ateş açıp, el bombası attı. Yusuf Alper ile Murat Alptekin, öldü, 21 kişi yaralandı.

Belçikanın Brüksel kentinde, Türkiye’nin Brüksel Büyükelçiliği İdari Ataşesi Dursun Aksoy, iki katil tarafından, evinin yakınlarında, 14 Temmuz 1983 günü, silahlı saldırı sonucu şehit edildi.

Fransa’nın başkenti Paris’te Türk Hava Yolları (THY)’nın Orly Havaalanı’ndaki yolcu ve bagaj işlem bürosu önüne katiller tarafından bırakılan bir valiz içindeki patlayıcı maddelerin, 15 Temmuz 1983 günü, patlaması sonucu ikisi Türk, dördü Fransız, biri ABD’li ve biri de İsveçli sekiz kişi öldü. Olayda 28’i Türk, 60 kişi yaralandı.
Portekiz’in başkenti Lizbon’da, Türkiye’nin Lizbon Büyükelçilik binası cinayet şebekesi ve katiller tarafından 27 Temmuz 1983 günü, işgal edildi. Büyükelçilik müsteşarı Yurtsev Mıhçıoğlu’nun eşi Cahide Mıhçıoğlu, şehit edildi. Yurtsev Mıhçıoğlu ve oğlu Atasay Mıhçıoğlu, yaralandı.
Katiller, 28 Mart 1984 günü, İran’ın başkenti Tahran’da Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliğine silahlı saldırıda bulundu. Askeri ateşe yardımcısı İsmail Pamukçu ile Baş Katip Servet Öktem, yaralandı.
Cinayet şebekeleri ve katiller, 15 Nisan 1984 günü, Tahran’daki İdari Ateşe İbrahim Özdemirci’ye silahlı saldırıda bulundu.
Avusturya’nın başkenti Viyana’da Türkiye’nin Viyana Büyükelçiliği Çalışma Müşaviri sosyal Yardımcısı Erdoğan Özen, cinayet şebekeleri tarafından otomobiline konmuş olan bombanın, 20 Haziran 1984 günü, patlaması sonucu şehit oldu.

Cinayet şebekeleri ve katilleri, 19 Kasım 1984 günü, Viyana’daki Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma ve İnsancıl İşler Merkezi Direktör Yardımcısı Enven Ergun’a silahlı saldırı düzenleyip şehit ettiler.

Üç silahlı terörist, 12 Mart 1985 günü, Kanada’nın Ottawa’da Türkiye’nin Ottawa Büyükelçiliğine silahlı saldırıda bulundu. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralandı, Kanadalı güvenlik görevlisi öldürüldü.

Avusturalya’nın Melburn’daki Türkiye Başkonsolosluğu’na cinayet şebekeleri tarafından 23 Kasım 1986 günü, yapılan bombalı saldırı yapıldı.
Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye Büyükelçiliğinin servis aracına yol kenarına park etmiş bir otomobilden uzaktan kumandayla bombalı saldırıda bulunuldu. Maslahatgüzar Deniz Bölükbaşı ile İdare Ateşe Nilgün Keçeci yaralandılar. On kadar araç tamamen tahrip oldu.

Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye’nin Basın Müşaviri Çetin Görgü, 7 Ekim 1991 günü, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu şehit edildi.

Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de Türkiye’nin Budapeşte Büyükelçisi Bedrettin Tunabaş’ın bindiği araca, 19 Aralık 1991 günü, silahlı saldırı düzenlendi.

Türkiye’nin Bağdat’taki İdare Ateşesi Çağlar Yücel, 11 Aralık 1993 günü, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu Bağdat’ta şehit edildi.

Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye Büyükelçiliği Müsteşarı Ömer Haluk Sipahioğlu, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu, 4 Temmuz 1994 günü, şehit edildi.

Faşist-ırkçı Ermeni katiller ile cinayet şebekelerinin yaptığı cinayet, katliam ve soykırımları ABD’de ve Avrupa’da onaylayan ve Türkiye’ye karşı kullanan çevreler var.

Sadece şöyle bir soru aklıma takılıyor? Başka bir ülkenin başbakanı, içişleri bakanı, denizcilik bakanı, 46 tane diplomatı faşist-ırkçı ermeni cinayet şebekeleri tarafından silahlı, bombalı saldırılar sonucunda öldürülse o ülkenin devlet yönetimi ve vatandaşlarının tepkisi ne olurdu acaba?

Osmanlı arşivleri açılmıyor iddiası yapılıyor. Osmanlı arşivlerinin tasnif edilen bölümleri açık ve isteyen yararlanıyor. Bir çok belge aynen yayınlandı.
Arşivlerin açılmadığını söyleyenlere şunu sormak lazım: Ermeni arşivleri açık mı acaba? Kesinlikle açık değil. Cinayet, yağma, katliamla ilgili olarak öncelikli olarak İngiliz, İtalyan, Almanya, Ermenistan, ABD, Rusya, Yunanistan, Fransız arşivlerine bakılmalı. Bu konularda o ülkelerde açıklanmasına izin verilmeyen çok belge vardır.

ABD’nin “Kızılderililer” ile “siyah derili” insanlara uyguladığı soykırım dünya tarihinin çok kötü bir parçasıdır. Japonya’nın Hiroşima kentine atılan atom bombası bir ırkın yokedilmesini amaçlamıştır. Ayrıca, çok yakın Vietnam ve Irak örneği var.
Ermenistan’ın Azerbeycan Karabağı’nda Azerbeycan Türklerine yönelik giriştiği uygulama tam bir katliam ve soykırımdı.
Ermenistan, halen Azerbaycan topraklarından yüzde yirmibeşini işgal altında tutmaktadır. Ayrıca Ermenistan’da, “Soykırım Anıtı ve Enstitüsü” vardır, ve bu enstitü, Türklere yönelik faşist propaganda yapmaktadır.
Faşist-ırkçı Ermenilerin söylediklerini çürüttüğü ve iddialarının doğru olmadığını kanıtladığı için ABD’li tarihçi, Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Bernard Lewis, 17 Mayıs 1995’de, Paris 1. Asliye Mahkemesi’nde yargılanmış, 21 Haziran 1995’de mahkum edilmişti.
Fransa’da; demokrasi ve düşünce özgürlüğünün olduğu iddia edilen Fransa’da, “Ermeni soykırımı yoktur” demek suçtu(!).
Bu karar ve yargılama, bilim ve düşünce özgürlüğü açısından yüz kızartıcı bir durum olduğu gibi hukuk açısından da tam bir rezalettir.
Profesör Stanford J. Shaw ile eşi Ezel Kural Shaw, ermeni cinayet şebekeleri tarafından ölümle tehdit edildi, Los Angeles Üniversitesi’nde ders vermesi engellendi, evlerine baskın düzenlendi, evrakları çalındı, bomba atıldı. Prof. Stanford Shaw ile Prof. Ezel Kural Shaw’un bilimsel çalışma özgürlüğü engellendiği gibi ayrıca ölümle tehdit edildi.
Fransa’nın diğer uluslara yaptığı soykırım ve katliamlara şimdilik değinmesek bile yakın dönemde Cezayir’de açıkça bilinen 1,5 milyon Cezayirliyi katletmesi soykırımların en başında gelir. Cezayir’de açıkça dile getirilen bu 1,5 milyon katliamın dışında Fransa, gizli olarak da 1,5 milyon Cezayirliyi katletmişti. Şu vurgulunmalı. Hitler’i bile bu konuda gölgede bırakmışlardır.
Fransa, Cezayir’de açık ve gizli olarak 3 milyon kişiyi katletti. Bu soykırım değilde nedir?
Fransa’nın 1994 yılından başlayarak (Belçika’nın da katkılarıyla) Ruanda’da yaptığı 1 milyona yakın kişinin katliamı, soykırımı neden dile getirilmiyor?
Fransa’nın 2004 yılında, Batı Afrika’daki Fildişi Sahili’nde yaptığı katliam ve soykırım neden dile getirilmiyor?
Fransa’nın yaptığı bu soykırımları neden kimse sorgulamıyor, dile getirmiyor, hiç hesap sormuyor?
İngiliz tarihçi Andrew Mango, 25 Eylül 2000 Pazartesi günü, Washington’da yaptığı açıklamada, “Girit’e, Yunanistan’a, Bosna’ya soykırım diyen yok” diyerek, ABD ve Avrupa’nan bazı ülkeleri tarafından yapılan ikiyüzlülüğü dile getirmişti.
ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya ve Yunanistan’ın yaptıkları soykırımlar ayrı bir yazı konusu olduğu için şimdilik yazmıyorum. Zamanı gelince o soykırımlar da yazılacak, dile getirilecek.
Bunun için bazı kimselerin cesareti yok ama bazı insanların cesareti var.
Konu Hakkinda Yararlanilan Bazi Kaynaklar:
1- Türkçe-İngilizce ve Almanca Web Sitesi: www.ermenisorunu.gen.tr
2-Eylül, Ekim, Kasım 2000 tarihli Akşam, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Radikal, Sabah, Star, Türkiye, Yenibinyıl gazeteleri,
3- Gültekin Ural, Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998,
4- Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, dört cilt, Atatürk Kültür-Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993,
5-Trandafir G. Djuvara, Türkiye’nin Paylaşılması Hakkında Yüz Proje (1281-1913), Gündoğan Yayınları, Ankara, Şubat 1999,
6- Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, iki cilt, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1994,
7- Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Ankara, 1994,
8- Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınları, Ankara, ikinci basım, Nisan 1985,
9- İlhan Akbulut, Devlet Terörizmi ve Ülke Bölücülüğü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1998,
10- Yılmaz Altuğ, Terörün Anatomisi, Altın Kitaplar Yayınları, İstanbul, Mart 1995,
11- Georges de Maleville, 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul,
12- Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu (E), Askeri ve Siyasi Anılarım, cilt:1, 1928-1965, Kastaş Yayınları, İstanbul, Nisan 1999,
13- Yusuf Hikmet Bayur, Ermeni Meselesi, iki cilt, Cumhuriyet Gazetesi Kitapları, İstanbul, Haziran 1998
14- Taner Akçam, Ermeni Tabusu Aralanırken-Diyalogdan Başka Bir Çözüm Yolu Var mı?, Su Yayınları, İstanbul, Ağustos 2000,
15- Stanford J. Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, iki cilt, E Yayınları, İstanbul, ikinci baskı, 1994,
16- Mine G. Saulnier, Bernard Lewis Davası-Bir Tarih Yargılanıyor, Milliyet, 3-4 Haziran 1995,
17- Lobi Bilimi Yendi, Milliyet, 10 Ekim 2000,
18- Fransız Katliamı Sorgulanıyor, Cumhuriyet, 6 Haziran 1998,
19- Mustafa Müftüoğlu, Yakın Tarihimizde Siyasi Cinayetler, iki cilt, Yağmur Yayınları, İstanbul, ikinci baskı, 1977,
20- Mahmut İhsan Özgen, Ermeni Terörü ve Arkasında Gizlenen Güç, Tercüman, 3 Temmuz 1981 (1),
21- Emin Pazarcı, Soykırım Yalanı’nın Gerçek Yüzü, Akşam, 26 Eylül 2000 (1),
22- Serdar Uyan, Ermeni Yalanı, Türkiye, 25 Eylül 2000 (1),
23- Ermeniler Prof. Shaw’u Öldürme Kararı Aldılar, Milliyet, 12 Şubat 1982,
24- 6 Soruda Ermeni Sorunu, Hürriyet, 16.10.2000,
25- Orhan Birgit, Sevr Paranoyasından Söz Edenler Okusunlar, Cumhuriyet, 6.10.2000,
26- Osman Nuri Kurt, Karadeniz’de Ermeni Vahşeti, Bozkurt, Temmuz 1973, sayı: 10,
27- Adem Rıza Yanyalı, Büyük Katliam (Ermenilerin Türk Soykırımı Hakkında), Bizim Anadolu, 2.4.1970 (1),
28- Emin Çölaşan, Aferin Sana Fransa, Hürriyet, 9.11.2000,
29- Baklayı Çıkardılar/ İşte Şer Haritası, Hürriyet, 22.11.2000,
30-Doğan Uluç, Türklere Düşmanlık Gına Getirdi, Hürriyet, 25.8.2002,
31-Hasan Demir, Türkiye’de Türklere de Hürriyet, Yeniçağ, 5.5.2004,
32- Muharrem Sarıkaya, Türk Olmak da Uğraşmak da Zor, Sabah, 12.12.2004,
33- Özdemir İnce, Doğu Sorunu ve Büyük Güçler, Hürriyet, 31.5.2003,
34- Philipp Haas, Azınlık Haklarını Verin Gelecek Sermayeyi Görün, Sabah, 18.6.1999,
35- Hasan Pulur, Fransız Madalyasından Daha Az Türk’e, Milliyet, 24.10.2004,
36- Zeynel Lüle, AB’de En Irkçı Ülke Yunanistan, Hürriyet, 21.3.2001,
37- Türklüğü Sövmek Moda mı?, Cumhuriyet, 28.9.2000,
38- Süheyl Batum, Uygar Dünya ve Soykırım (Fransa’nın Ruanda’da yaptığı soykırım hakkında), Vatan, 9.4.2004,
39- Ruhat Mengi, AB’nin Tartışılabilir Demokratlığı, Vatan, 27.10.2004,
40- Ruhat Mengi, O Gün ve Bugün Benzerlikler, Vatan, 28,10,2004,
41- Türkkaya Ataöv, Kızılderililer ve Türklük, Cumhuriyet, 23.3.2000




..