Teşkilatı Mahsusa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Teşkilatı Mahsusa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2016 Çarşamba

Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi



 Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi



Turhan Feyizoğlu





Mustafa Kemal, “ Kesin sonuç daima taarruzla alınır. ” demişti. 

Bilgisayar oyunları yaratıcılarından William Clow da, bir söyleşisinde şunları söylüyordu:

Dünyayı iyi niyet değil eylem yönetir. Ve tek bir eylemci günahkâr, on atıl aziz ve melekten on kat daha etkilidir… Bütün silahlı ve ordulu peygamberler zafer kazanmış, silahsız olanları da telef olmuştur.

Sevr Antlaşması’yla Osmanlı Devleti’nin ordusu silahsızlaştırılmış ve sonunda da yenilgiye uğratılmıştı.

Osmanlı İmparatorluğu 17. yüzyılda, Avrupa, Asya ve Afrika dahil Karadeniz’den Kızıldeniz’e Adriyatik’ten Atlas Okyanusu’na kadar milyonlarca kilometrekarelik toprağa hakim bir devletti.

Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altında yaşayan bazı kesimler, bazı emperyalist güçlerce 18. yüzyılın başlangıcından 20. yüzyılın başlarına kadar maşa olarak Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kullanılmışlardır.
Günümüzde de bu maşalığı geçmişteki gibi emperyalist güçleri arkasına alarak devam ettiren bazı kesimler bulunmaktadır.

Yakın geçmişte yaşadığımız bazı olayları hatırlatmak istiyorum.

Sırp ayaklanması (1804-1817), 
Yunan ayaklanması (1821-1829), 
İngiliz-Fransız Rus donanmalarının Osmanlı-Mısır donanmasını Navarin’de yakması (1827), 
Osmanlı-Rus Savaşı (1828), 
Osmanlı devletinin egemenliğindeki Cezayir’in Fransa tarafından işgali (1830-1857), 
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ayaklanması, Birinci Mısır Savaşı (1831-1841), Kırım Savaşı (1853-1856), 
Eflak ve Boğdan olayları (1856-1866), 
Sırbistan ve Karadağ ayaklanmaları (1856-1867), 
Lübnan’a özerklik verilmesi (1861), 
Girit’te Yunan ayaklanması (1866-1869), 
Balkanlar’da Bulgar ayaklanması (1867), 
Hersek ayaklanması (1875), 
Sırbistan ve Karadağ’la savaş (1876), 
Osmanlı-Rus savaşı (1877-1878), 
Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan Tunus’un Fransa tarafından işgali (1882), 
Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan Mısır’ın İngiltere tarafından işgali (1882), 
Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan Girit Adası’nın emperyalist güçlerce işgali (1882), 
Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan Libya’nın İtalya tarafından işgali (1911-1912), 
Balkan Savaşı (1911-1912), 
Osmanlı devletinin egemenliğinde olan Yemen- Arabistan-Suriye-Irak ve Lübnan’ın elden çıkması (1916), 
Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), 
Kurtuluş Savaşı (1919-1922).


Yukarıda saydığım ve ilk aklıma gelen savaşların hepsi yüzyıl içinde Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşandı.

Bu yüzyıl içinde yaşananlar sadece yukarıda genel olarak belirttiğim bu olaylarla sınırlı değil.

Örneğin ilk eğitimden yüksek eğitime kadar medreseli öğrenciler, Osmanlı yönetimini değiştirmek için yaptıkları örgütlenme ye mücadele içindeler. Medrese öğrencileri sürekli sokak eylemleri yapmaktadır.
Sadece medrese öğrencileri değil Osmanlı Devleti’nin memur kesiminin hemen hemen bütün elemanları devlet yönetiminin değişmesi için mücadele içindedir.
Mustafa Kemal Paşa, subay olarak atandığı Suriye’de “Vatan ve Hürriyet” adlı illegal gerilla örgütünü kurmuştu. 24 yaşında bir gençti bu örgütü kurduğunda.
Örgütün kurulma amacı da devleti kurtarmaktı.

Örgütteki sadakat yemini, silah üzerine yapılıyordu.

Bu dönemde, Osmanlı Devleti, emperyalist güçlerce paylaşılıyordu.

Yurtsever Türkler buna karşı direnmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Yönetimde olan İttihat ve Terakki yönetimi bu dönem, “ Teşkilatı Mahsusa ” adlı bir örgüt oluşturdu.
Bu örgüt o dönem önemli vazifeler yaptı. Osmanlı Devleti’nin nüfuzu olduğu her alanda gerilla müfrezeleri kuruldu ve faaliyete geçirildi.
Bu gerilla müfrezeleri Osmanlı Devleti’ne yönelik her hareketi yoketmek için çaba gösterdi. Kimi yerde başarılı oldu, kimi yerde başarılı olamadı.
Osmanlı Devleti’ni yıkmaya çalışan emperyalist işgalci güçler o dönemde kimlerdi onları sayalım:

İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya, ABD.

ABD, Almanya, İngiltere, İtalya ve diğer emperyalist ülkelerin misyonerlik faaliyetleri amacıyla kurdukları okullar, Osmanlı Devleti aleyhine çalışıyor, ona göre insan yetiştiriyordu.
Yüzyıldır art arda yaşanan savaşlar, peşpeşe gelen salgın hastalıklar ve ölümler Osmanlı Devleti’ni zayıf ve güçsüz bırakmıştı.
Bu savaşların devlette, toplumda, kişilerde; ekonomik, siyasal ve psikolojik olarak hangi etkileri yarattığının düşünülmesi gerekir.
Yüzyıldır savaş içinde olan bir toplumda yurdu savunacak asker bile bulmak kolay değildir.
Bazı şeyleri peşpeşe sıralamak bazen günümüz okuyucusu açısından belki sıkıcı olabilir ama gerçek böyle.
Mustafa Kemal, “Nutuk-Söylev” adlı eserinde o dönemi belgelerle anlatmaktadır.
Bu kitabı kendisine yurtseverim diyen herkesin okuması ve ezberlemesi gerekir kanısındayım.

Mustafa Kemal, Nutuk’ta özetle şunu açıklıyordu:

“1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan İttifak Devletleriyle (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan) birlikte yenik çıkmıştı. Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları çok ağır bir Ateşkes Antlaşması imzalamıştı. Büyük Savaş’ın uzun yılları, ulusu yorgun ve yoksul bırakmıştı.. Bu çöküntü ve yıkıntı içinde ordumuz da dağılmaz üzereydi. Birçok yerde silahları cephanesi elinden alınmış, askerler terhis edilmişti. Görev başındakiler de silah ve inanç gücünden yoksundu… Genel durumu çok dar bir çerçeve içine alırsak, dışarıda Osmanlı Devleti’ne karşı zaten fırsatçı ve çıkarcı yaklaşılıyordu. Padişah ve Halife olan kişi, yaşam ve rahatını kurtarmaktan başka birşey düşünmüyordu. Osmanlı ordusu da hem çok zayıf, hem de işgal kuvvetlerinin denetimi altındaydı. Ülkenin etkili bir aydın grubu, yabancı bir devletin koruyuculuğunu istiyordu. Halkta ise savaşma arzusu ve gücü kalmamıştı. Yıllardır süren savaşlar, isyanlar, eşkıyaların baskısı altında halk bezgin ve umutsuzdu. Üstelik halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramaya yetenekli değildi…Osmanlı Devleti yıkılmıştı. Ortada kala kala bir Anadolu kalmıştı. Düşmanlar orayı da paylaşmaya uğraşıyorlardı. Padişah, Halife, Hükümet… Bunların hepsi artık anlamsızdı. Bu durum karşısında alınacak tek bir karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, kısıntısız, koşulsuz, bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmak… Öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm.”

Mustafa Kemal’in düzenli orduyu kurmasına kadar Türk halkı, Mustafa Kemal’in dediği gibi “Ya bağımsızlık, ya ölüm!” sloganı inancıyla hareket etmeye başlamıştı.

Yurtsever Türk kurtuluş örgütlenmeleri her bölgede, her şehirde, her ilçede, her köyde ardı ardına kurulmaya başladı.

Örneğin:

“Edirne’de “Trakya-Paşaeli Müdafaai Hukuk Heyeti Osmaniyesi”.
“Aydın Kuvayı Milliye Teşkilatı”,
“Muğla Kuvayı Milliye Teşkilatı”,
“İzmir Müdafaai Hukuku Osmaniye Cemiyeti”,
“Erzurum Müdafaai Hukuk Cemiyeti”,
“Rize Müdafaai Hukuk Cemiyeti”,
“Gizli Karakol Cemiyeti”,
“Urfa Müdafaai Hukuk Cemiyeti”,
“Çukurova Müdafaai Hukuk Cemiyeti”,
“İspir Şuralar Cemiyeti”,
“Milli Kongre.”


Yukarıda isimlerini verdiğim yurtsever milli örgütlenmelere daha onlarca örnek verilebilir.
Bütün bu güçlere o dönemin deyimiyle, “Kuvayı Milliye-Milli Güçler” adı verilmişti.
Yurtsever Türk milleti, kadın-çocuk-yetişkin herkes silahını eline alıp emperyalist güçlere ve emperyalist güçlerle işbirliği içinde olan maşalara-uşaklara karşı direndi, o dönemin deyimiyle “çete”, “efe”, “dadaş”, günümüzün uluslararası deyimiyle “gerilla” savaşı yaptı.
Milli güçler, yerel anlamda bulunduğu bölgenin, ulusal anlamda ülkenin kurtuluşu için silahlı mücadele veren Türk gerilla güçleriydi.
Bu yerel yurtsever Türk gerilla güçlerinin içinde o yörenin her kesiminden kişi bulunuyordu. Subaylar, esnaf, din adamı, aydın, kadın, çiftçi, gençler vb.
“Ordu-millet” tanımlaması yapılır bu nedenle.
Bu yurtsever Türk gerilla güçleri, hiçbir eğitim almadan kendi doğal algılamalarıyla çok önemli işler başardılar.
Türk yurtseverleri dört bir taraftan saldırı, ihanet altındaydı.
O günkü koşullarda, o günkü olanaksızlıklar içinde inançlarıyla hareket ederek, ülkelerinin bağımsızlığı için yaşamlarını hiçe sayarak özveriyle savaşan Türk yurtseverlerini takdirle anıyorum.
Sadece halk değil, resmi görevlilerden kaymakam, telgraf memurları olmak üzere yurtsever herkes bu gerilla harekâtına katıldı, fiilen destek verdi.
Bu bölgesel köy-şehir yurtsever Türk gerilla direniş hareketleri emperyalist işgalcilere ve emperyalist maşalara-uşaklara karşı başarılı oldu. Emperyalist güçler ve onlarla işbirliği içinde olan maşalar darmadağın edildi, bozguna uğratıldı.
“Nene Hatun”, “Kara Fatma” gibi ulusal direnişe katılıp çok yararları olan yiğit yurtsever gerilla Türk kadınlarımız vardı.
“Sütçü İmam”, “Kara Şahin Bey”, gibi yiğit-kahraman yurtsever Türk gerilla güçleri, emperyalist işgalcilere karşı direndi ve öncü oldular.
Bir süre Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapan Emekli General Cihat Akyol, gerilla hakkında şunları söylemişti:
“Bizim zengin bir tarihimiz vardır. Ve gayri nizami harp diye bir şey söz konusudur. Çete hareketlerinde önem taşımaktadır. Biliyorsunuz İzmir’de Hasan Tahsin düşmana ilk kurşunu sıktı, ondan sonra dağa çıkıldı ve İstiklal Savaşımız başladı… Fakat şu da gözden uzak tutulmamalıdır ki, eğer gerilla hareketi sonradan kontrol altına alınmazsa, ardından, Çerkez Etem harekâtı gibi zararlı hale döner.”
Falih Rıfkı Atay, “Çankaya” isimli kitabında gerilla harbi için şunları yazmıştı:
“Anadolu’da yeni bir Türk devletinin temeli 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldığı gün atılmıştır. Mustafa Kemal meclis başkanı seçildiği gün, gerçekte, yeni Türk devletinin ilk başkanı olmuştur.
23 Nisan 1921’den 13 Eylül 1921’de Sakarya zaferi kazanılıncaya kadar bu devir büyük ve tehlikeli krizler içinde geçmiştir. Mustafa Kemal’in eşsiz liderlik nitelikleri asıl bu krizler sırasında kendini gösterir.
Gerilla devri 1920 sonlarında kuzey ve güney batı cephesi komutanlıkları ,Genelkurmay Başkanı İsmet Bey’le, Dahiliye Vekili Refet (Bele) Bey’e verilerek nizamlı ordu devri başlayıncaya kadar sürer. Kara günler üstüne Sakarya zaferi ışık tutuncaya kadar on altı aydan fazla geçecektir.”
Mustafa Kemal Paşa, 1919’da Anadolu’daki gerilla güçlerini biraraya getirmek amacıyla Samsun’a gitti. Oradan Erzurum’a geçti.
Erzurum’da 23 Temmuz 1919’da yapılan kurultayda yurtsever din adamından komünistine, yurtsever milliyetçisinden liberaline kadar her kesimden insan bulunuyordu.
Toplantı, Erzurum Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin hazırladığı binada yapıldı.
Mustafa Kemal, ihtilale ilk adımını attığı yer olan Erzurum’da, Erzurum’un hemşehrisi de oldu.
Kurultay, 23 Temmuz 1919’dan 7 Ağustos 1919’a kadar sürdü.
Erzurum Kurultayı’nda alınan kararlardan bir tanesi şöyleydi:
“Yabancı işgal ve müdahalesine karşı, millet hep birlikte savunma yapacak ve direnecektir.”
Tarihçi Prof. Enver Ziya Karal’a göre, “Kongre’nin verdiği kararlar vatanın bütününü ve ulusun tümünü ilgilendiren bir ihtilâl programıydı.”
İsmet İnönü de, kurultayda alınan kararlar için, “Tüm ulusal savaş boyunca, hatta Lozan’da uygulanan ana ilkeleri içeriyordu”, demişti.
Fiilen devam eden Anadolu ihtilalinin hukuksal belgeleri Erzurum Kurultayı’nda açıklanmasıyla dünya kamuoyu bilgi sahibi haline geldi.
Erzurum Kurultayı’nın kararları, Anadolu’da ve tüm dünyada büyük yankılar yaptı.
Kurtuluş savaşı halkın kararıyla yapılır ve başarıya ulaşır, yoksa ulaşmaz.
Bir savaşçı ve asker olan Mustafa Kemal, edindiği deneyimlerden bunu biliyordu.
Varlık ve yokluk savaşı içinde bu kurultayları yapıyordu.
Bu iç ve dış savaş koşulları içinde Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ni topladı.
Bu meclis, “İhtilal Meclisi”ydi.
Mustafa Kemal, “Anadolu ve Rumeli Müdafaası Hukuk Temsil Heyeti” adına hareket ediyordu.
Mustafa Kemal Paşa, 12 Temmuz 1920’de TBMM’de özetle şunları söylüyordu:
“Efendiler, böyle küçük küçük müfrezelerin başında subay bulundurmakla vücuda getirilen teşkilat, harbi sagir teşkilatıdır.”
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, birinci kurtuluş savaşında bütün yurtsever-ulusal güçleri biraraya getirdi, onların lideri oldu. Bu süreç içinde gerilla kuvvetlerinin de başıydı.
Mustafa Kemal Paşa, askeri harekâtın bütün çeşitlerini savaş alanlarında yaşadı, gördü, uyguladı ve başarılı oldu. Ülke düzeyindeki yurtsever Türk direniş güçlerini bir araya getirdi ve Sevr Antlaşması’yla dağıtılmış olan düzenli orduyu yeniden kurdu.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, savaşta edindiği deneyimlerini ve askeriyede yapmak istediği veya olmasını düşündüğü şeyleri yazarak-tercüme ederek kitap haline getirmişti.
1908-1918 yılları arasında küçük broşürler halinde yayımlanmış kitapçıklar tarih sırasına göre şöyledir:
1- Takımın Muharebe Talimi (Berlin Askeri Akademisi eski müdürlerinden General Litzman’dan tercüme), Selanik 1908 (1324), 64 sayfa,
2- Cumali Ordugâhı. Süvari/ Bölük/ Alay/ Tugay Talim ve Manevraları, Selanik 1909 (1325), 41 sayfa,
3- Beşinci Kolordu Erkân-ı Harbiye Tabiye ve Tatbikat Seyahati, Selanik 1911 (1327), 40 sayfa,
4- Bölüğün Muharebe Talimi (General Litzman’dan tercüme), İstanbul 1912, 74 sayfa,
5- Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal (Zabit ve Kumandan adlı eseri okuduktan sonra arkadaşı Binbaşı Mehmet Nuri Conker ile yaptığı konuşma), İstanbul 1918 (1334), 32 sayfa.
Mustafa Kemal Paşa’nın broşür veya kitap olarak yayımlamadığı ancak bu konuda yaptığı bazı çalışmalar da vardır.
Örneğin, 16. Kolordu Komutanı olduğu sırada, “Tabiye Meselesinin Halline ve Emirlerin Yazılış Şekline Dair”, başlıklı bir çalışması vardır.
1910’da Arnavutluk’ta eşkıya takibi, 1911-1912’de Trablusgarp (Derne)’ta kıyı savunması-direnme, 1905’te Suriye bölgesindeki çöllerde muharebe ve dağınık kabilelerin yönetimi, İkinci Balkan Harbi’nde Edirne’nin savunulmasında çıkartma ve ileri harekât, 1908’de Avusturya-Macaristan hükümetinin Bosna’ya yapmak istediği askeri harekete karşı bulunmak üzere Bosna’da yaptığı hazırlık, Çanakkale’de kıyı savunması-direniş, siper savaşı, 16. Kolordu Komutanı olarak 1916’da Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bazı dağlarında muharebe, 1917-1918’de Filistin/ Lübnan ve Suriye’de Türk subayları-askerleri ve oluşturduğu yerel halkla emperyalist güçlere karşı savaş, Kurtuluş Savaşı’nda oyalama, stratejik savunma, takip, saldırı ve başarı.
Bu olaylarda Mustafa Kemal Paşa, gerilla savaşını (mukavemet-direniş güçleri) bilhassa denedi.
Mustafa Kemal’in Harp Akademisi’nden sınıf arkadaşı olan Ali Fuat Cebesoy, “Sınıf Arkadaşım Atatürk” isimli kitabında, Mustafa Kemal’le ilgili bir anısında “gerilla” ile ilgili olarak şunları anlatmıştır:
“Şimdi, Mustafa Kemal’in hayatında etkisi olan bir olaydan bahsetmek istiyorum.
Yarbay Nuri Bey, bir gün tabiye dersinde gerilladan genişçe bir şekilde bahsetti. ‘Gerilla nedir, ne değildir?’ konusu üzerinde uzun zunu durdu. İzahat verdi ve bir ara:
-Efendiler, dedi. Gerilla yapmak ne kadar güçse, onu bastırmak da o nisbette güçtür.
Arkadaşlar, kendisinden birkaç misal vermesini rica ettiler. Mustafa Kemal ise, konunun daha iyi anlaşılması için, hadisenin memleketin herhangi bir yerinde olmuş gibi izahının mümkün olup olamayacağını sordu. Onu arkadaşım Tevfik (Selanik) de destekliyordu. Bunun üzerine Nuri Bey:
-Öyle ise, Boğaz’a ait haritalarınızı açın,
emrini verdi. Demek hocamız misali bu kadar yakından vermek istiyordu. Hep beraber haritalarımızı açtık. Elindeki cetvelle Dudulu Köyü’nü işaret etti:
-İsyanın bu köyde çıktığını farzedin.
dedi. İlgimiz bir kat daha arttı. Hocamıza göre, isyan iki kol halinde, inkişaf ediyordu. Bir kol Beykoz’a, bir kol da Üsküdar üzerine yürüyordu. Üsküdar’a yürüyen kol, hükümet kuvvetleri tarafından yenilgiye uğratılmış ve dağıtılmıştı. Fakat Beykoz’a kadar gelmeye muvaffak olanlar, gece karanlığından faydalanarak kayıklarla önce Ortaköy’e geçmişler, sonra yaya olarak ve süratle Ortaköy sırtlarına çıkmışlardı.
Merakımız büsbütün artmıştı. Sonra acaba ne olmuştu? Bu kolun hedef ve gayesi ne idi?
Nuri Bey:
-Mesele burada bitmiştir.
dedi ve bize çözülmek üzere iki görev verdi. Bu isyan ne için yapılabilir ve nasıl idame ettirilebilirdi? Hükümet ve ordu isyanı nasıl bastırabilecekti? Mustafa Kemal, derhal söz istedi ve şu suali sordu:
-Neden isyanın Dudulu’da çıktığını farzediyorsunuz da, başka bir yer göstermiyorsunuz?
Nuri Bey cevap verdi:
-Tatbikat meselelerinde mümkün olduğu kadar hakiki durumları bulmağa çalışmak lazımdır. Bir isyan ya içeride, ya dışarıda olabilir.
Biraz durdu ve sonra ilave etti:
-Ne demek istediğimi anladınız mı?
Hocamızın ne demek istediğini anlar gibi olmuştuk. Fakat bunun orada izahı mümkün değildi.
Dersten sonra Mustafa Kemal, hocanın arkasından gitti.
-Efendim, bu söylediğiniz gerilla hakikat olabilir, değil mi?
Nuri Bey kendisine mahsus olan, daima kullandığı nev’ima kelimesini de ekliyerek:
-Olabilir, dedi. Fakat artık bu kadarı kâfi.
….
Mustafa Kemal, bu tabiye dersinin ilk tatbik sahasını Trablusgarp savaşlarında bulundu. Bana Tobruk’tan yolladığı bir mektupta, Kurmay Yarbay Nuri Bey’in, gerilla metotlarını başarı ile tatbik ettiğini yazıyordu.”
Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Libya’nın Trablusgarb şehrinde İtalyan ordusuna karşı gerilla savaşı verildi. Mustafa Kemal Paşa, yerli halkı da örgütleyip varolan Türk subaylarla birlikte İtalyanlara karşı savaştı.
Bir İtalyan bölüğünün 150-200, bir İtalyan taburunun 500-900 mevcudu vardı.
Bir Türk ileri karakol kuvveti ise en az 5, en çok 20 kişiden oluşuyordu.
Mustafa Kemal Paşa, yerel halkla oluşturduğu bu küçük müfrezelerle İtalyanların bu üstün askeri güçlerine önemli zayiatlar verdiriyor, bozguna uğratıyordu.
Düzenli ordu harbi ile gerilla harbi ikisi birarada uygulandığı zaman başarıya ulaşılıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, sadece klasik harp usüllerini uygulamıyor içinde bulunduğu koşullara ve olanaklara göre en uygun önlemleri alıp ona göre harekat planlıyor, ona uygun hareket ediyordu.
“Zabıt ve Kumandan ile Hasbıhal” adlı kitapçıkta, şunları söylüyordu:
“Bütün açıklığı ile canlandırılması gereken haklı bir gerçek var ki, o da sıcakkanlı Afrika çocuklarında o saydığımız, savaşçı niteliklerin hareket halinde görülüşleri, bir takım ateşli ruhların Afrika göklerinde uçuşları ile başlar… Bi-misafir vadisinden ilerleyerek boyun noktasını ele geçirmek suretiyle çekiliş hattımızı kesmek isteyen düşman üzerine Teğmen Kasım Efendi komutasında bulunan 70 kişilik Şellavi mücahitlerini de alıp taarruz ettim. Saat 10.40’ta düşmanın iki taburu ile çarpıştık. Düşman geri çekilmeye mecbur edilmiştir. “
“Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal” adlı kitabında Mustafa Kemal Paşa, Balkan Savaşı’nda yaşanan yenilginin kırıklığı içinde kadınlara şöyle sesleniyordu:
“Ey millet, ey altı yüz yıllık çarşafa bürünmüş, beş bin yıllık açık alınlı Türk kadını, o beş bin yıllık gelenekleri bugünkü subayların komutasına verdiğin çocuklarına beşiklerindeyken ninni yaktın mı? Bu ninnilerinle onlarda bir karakter yarattın mı?”.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, en önemli ikinci deneyimini Çanakkale’de verdi.
Çanakkale direnişinde, 25 Nisan 1915 sabahı, emrindeki yurtsever Türk subayına-askerine şöyle sesleniyordu:
“Kumandanlara verdiğim sözlü emirlere şunu eklemişimdir. Ben, size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.”
Bu emri her komutan veremez. Klasik savaş stratejisinde böyle bir emir verilmez sanıyorum.
Emir vermek önce karar almayı sonra uygulatmayı gerektirir.
Böyle bir kararın alınabilmesi için duruma tam hakimiyet ve durumun her yönüyle bilinilmesi gerekir.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, bu savaşın kaybedilmesi durumunda ülkenin tamamen kaybedileceğini biliyordu. Ona uygun hareket etti ve kararlarını da ona göre aldı.
“Ölme” emrini alan yurtsever Türklerden hepsi emri tereddütsüz yerine getirmiş, ona göre hareket etmiştir.
Şehit olmuş onbinlerce yurtsever Türk subayının, askerinin, insanının canı karşılığında kazanılmış Çanakkale zaferi Türk ulusunun ve dünyanın kaderini değiştirmiştir. Şehit ve bu davaya gönül vermiş olan bütün Türk yurtseverlerini sevgiyle anıyorum. Onlar unutulmayacak. Günümüz yurtsever Türk gençlerine örnek olacak.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, bu kararlılığını sadece Çanakkale Savaşı’nda değil son Zafer Savaşı’nda da göstermiş, şunu söylemişti:
“Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz.”
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, bütün bu savaşların ardından şunu emretmiştir:
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri.”
Mustafa Kemal Paşa, bu emriyle, milli hedefin o günkü koşullar içinde savaş alanlarında sonuna varacağını görmüştü.
Mustafa Kemal, bu savaşın kazanılmasından sonra da şunu demişti:
“Asıl işimiz şimdi başlıyor.”
Askeri anlamda üstünlük belki kazanılmıştı ama ekonomik ve sosyal anlamda da savaşın kazanılması gerekiyordu.
Günümüzde emperyalist güçlerin yurtsever Türklere saldırısının bir nedeni bu nedenledir. Emperyalist güçler, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda yenilgilerini bir türlü unutamamış, bu yenilgiyi kabullenememişlerdir.
Türk milleti olarak gurur duyabileceğimiz binlerce değer vardır. Bunlardan bir tanesi de Çanakkale ile Ulusal Kurtuluş savaşıdır.
Emperyalistler ve maşaları, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda da yenilgiye-bozguna uğramışlardır.
Emperyalistler ve maşaları, bu yenilgileriyle bozgunları unutamamışlardır.
Emperyalistler ve onların maşalarının bir diğer unutamadıkları yenilgi ise Türk halkının soykırımını önlemek amacıyla 1974’te yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı’dır.
Özgür, bağımsız olmak istiyorsan, emperyalizme ve onun maşalarına karşı örgütlenip, onları yok etmelisin.
Kalpaklı Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal Paşa, direnmiş, “Bağımsızlık ve özgürlük benim ve Türk halkının karakteridir.” demişti.
Erzurum Kurultayı’nda ilke açıklanmıştı:
“Kuvayı Milliye’yi âmil ve iradeyi milliyeyi hakim kılmak esastır.”
1923 yılında da şu açıklanmıştı:
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.”
Peki bu nasıl olacaktı?

Mustafa Kemal bunun cevabını şöyle veriyor:

Savaş yalnız iki ordunun değil, iki milletin her şeyi ile, bütün elde tutulur ve tutulmaz güçleriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Bundan dolayı bütün Türk milletini, cephede bulunan ordu kadar fikir ve duygu olarak fiilen ilgilendirmeli idim. Milletin her ferdi, yalnız düşman karşısında bulunanlar değil; köyde, evinde, tarlasında bulunan herkes, silahla vuruşan savaşçı gibi kendini ödev almış hissederek bütün varlığını mücadeleye verecektir. Gelecek savaşların başlıca başarı koşulu da en ziyade söylediğim savaş biçiminde gizlidir.

Türk halkının yüzde 80’inin emperyalizme karşı olduğu söyleniyor.
Emperyalizme sadece karşı olmak yetmez. Emperyalizme fiilen de karşı olunmalıdır.

Özgürlük ve vatan için ne bedeller ödendiği yukarıda belirtilmiştir.

Yüzde 80’i emperyalizme karşı olan Türk halkının hepsi kalpaklı Kuvayı Milliyeci, “Özgürlük ve Bağımsızlık benim ve Türk halkının Karakteridir”, diyerek savaşan Mustafa Kemal gibi olmalıdır. Öyle olması dileğiyle.


..