25 Temmuz 2016 Pazartesi

28 Şubat Askeri Darbesinin Bir Numarası


28 Şubat Askeri Darbesinin Bir Numarası 




















Adnan Tanrıverdi
Emekli Tuğgeneral
ASDER Onursan Bşk.
(18 Nisan 2012)

28 Şubat Askeri Darbesinin Bir Numarası

1984 Haziran'ında Kara Harp Akademisi Öğretim Üyeliği Görevinden, Genelkurmay Başkanlığı Özel Harp Dairesi Karargahına tayin oldum.
Yarbay Rütbesindeydim.

Birkaç ay geçmeden, PKK'nın Eruh ve Şemdinli baskınları yaşandı. 
Terörle mücadelenin içine girdik. 
Gecemizi gündüzümüze katarak bu beladan ülkemizi kurtarmanın gayreti içindeydik.
Zannederim 1984 yılının son ayları veya 1985 yılının ilk ayları idi.
Kara Kuvvetleri Karargahında görevli bir devre arkadaşım ziyaretime geldi.
Bana ?Yeni bir ihtilal komitesi kuruluyor. Seni de içinde görmek istiyorlar? dedi.
Şaşırıp kalmıştım.

Ciddiye almadım.

12 Eylül 1980 İhtilal İdaresinin, Devletin Yönetimini, Sivil Hükümete devretmesinin üzerinden henüz bir yıl geçtiğini, böyle bir oluşumu tasvip etmediğimi ve içinde bulunmak istemediğimi ifade ettim.
Arkadaşım, Kara Kuvvetleri Personel Başkanlığında görevliydi. Personel Başkanı da o zamanki rütbesi ile Tümgeneral İsmail Hakkı Karadayı idi. Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Haydar Saltuk, Genelkurmay başkanı da Org. Necdet Üruğ idi.

Bu gün geriye bakıp, taşlar yerine konulunca, 28 Şubat Cuntasının temelinin o günlerde atıldığı anlaşılıyor.
06 Kasım 1983 tarihinde Genel Seçimler olmuş, seçim öncesinde, Emekli Orgeneral Turgut Sunalp'a kurdurulan Milliyetçi Demokrasi Partisinin (MDP) kazanması için; 07 Kasım 1982 tarihinde yapılan Anayasa Referandumu ile Cumhurbaşkanı seçilen, 1980 Darbesinin Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, çok gayret sars etmiş; ancak 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP) % 45'in üzerinde bir oyla 400 milletvekilliğinden 211'ini alarak, seçimin galibi olmuş ve hükümeti tek başına kurmuştu.
Muhtemelen, Merhum Özal'ın uygulamaya soktuğu politikalar ve liderlik yetenekleri fark edilince, ileride bu siyasi hareketin kontrolü için, 12 Eylül Darbe Liderlerinin kontrolünde bulunacak, Silahlı Kuvvetlerin içinde yeni bir cuntanın oluşturulmasına karar verilmiş olabilir.
Yeni oluşum için düğmeye, Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ mu? Yoksa bizzat Cumhurbaşkanı Kenan Evren mi bastı? 

Bunun kendilerinden ve mahiyetindekilerden başkası tarafından bilinmesi mümkün değildir.

Ama kesine yakın olan bir şey var ki, o da, bu Cuntanın içinde o zamanın Kara Kuvvetleri Personel Başkanı görevindeki Tümg. İsmail Hakkı Karadayı'nın olduğudur.
Zaten kendileri de; 2009 yılında basına yansıyan konuşmalarında ?kendisinin sicilinin bozuk olduğunu, 1960 ve 1980 darbelerinde aktif görev yaptığını, 1980 darbesinden bir yıl önce haberdar olan bir kaç kişiden biri olduğunu, kritik yerlere atamaları (o zaman, Tuğg. Rütbesinde ve Kara Kuvvetleri Tayin Daire Bşk.'ı idi.) kendisinin yaptığını? ifade ediyor.
1995 yılında tuğgeneral rütbesi ile İstanbul'da, Kartal'daki 2. Zh. Tugay Komutanı idim. Yılın başından itibaren, İslami inancını yaşamak isteyen Silahlı Kuvvetler personeli üzerinde yoğun bir baskı uygulanmaya başlanmıştı.
Şubat ayı içinde bir gün, Tugay Komutanları olarak, bağlı olduğumuz İzmit'te ki 15. Kolordu komutanlığında toplantıya çağırıldık. Kolordu Komutanımız, 1994 yılı Aralık Şurasında görüşüldüğünü değerlendirdiğim bazı konularda açıklamalar 
yaparak, her birimizin eline birer kağıt tutuşturdu. Bana verilen belgede başlık ve imza hanesi yoktu.Üzerinde ise; ?Aşağıda isimleri bulunan, birliğiniz mensubu subay ve astsubayların irticai faaliyetlerde bulunduğu tespit edilmiştir. Kendilerine bu faaliyetlerden vazgeçmeleri telkin edilecek. Tutumunda değişiklik olmayanlar hakkında, Silahlı Kuvvetlerden ilişik kesme işlemi yapılacak. Bu işlemleri yapmayan amirleri hakkında da işlem yapılacaktır.? 
mahiyetinde bir yazı ve altında da dört subay ile on dört astsubayın ismi bulunuyordu.İki buçuk yıldır bu tugayın komutanı idim. İsimleri belirtilen personel, birliğimizin en çalışkanları arasındaydı. 

Ama, inançları ile ilgili olarak, bu belgede yazılan özelliklerini bilmiyordum. Bu kişiler hakkında, üst makama bir bilgi gönderilmiş olsaydı, benim bilmem ve imzam ile gitmesi gerekirdi. Kolordu Komutanımızın da bilgisi bu belge vasıtasıyla olmuştu.
O zaman, bu personelin ismi ve inançları ile ilgili özellikleri, birliğimizin içinden birileri tarafından, komuta kanalları atlanarak, gönderilmişti.
Geriye bakıp o günleri düşündüğümüzde ve ?28 Şubat Darbesi? ve ?Batı Çalışma Grubu? ile ilgili olarak, E. Org. Çevik Bir'in, basına yansıyan ifadesinde; ?yaptıklarımızı, Milli Güvenlik Kurulunun (MGK) emri ve Milli Güvenlik Siyaseti Belgesinin (MGSB) gerekleri olarak yaptık. Yapmasaydık, suçlu olurduk.? anlamına gelen sözleri değerlendirildiğinde, 28 Şubatın baş aktörünün tanınması için, ?Batı Çalışma Grubunun? kuruluş tarihi ile MGSB 'de irticanın iç tehdit olarak birinci sıraya konduğu tarih önem kazanmaktadır.
Önce MGSB'de irticanın öncelikli tehdit haline hangi tarihte geldiğini irdelemeye çalışalım. MGSB'nin hazırlanma sorumluluğu Bakanlar Kuruluna aittir. Bu belge genelde MGK Genel Sekreterliğince ve Genelkurmay Başkanlığı direktiflerine göre hazırlanıp, özellikle zayıf koalisyon hükümetlerine, bütün ayrıntıları gösterilmeden onaylatılan, ayrıca da darbelere gerekçe yapılan bir belge olduğu için, 1994:1995 tarihlerindeki Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanının kim olduğu önem kazanmaktadır.

30: 08. 1994: 30. 08. 1998 Tarihleri arasında Org. İsmail Hakkı Karadayı Genelkurmay Başkanı; 
20.11. 1991: 16.05.1993 tarihleri arasında Süleyman Demirel, 25.06.1993:06.03.1996 tarihleri arasında da Tansu Çiller Başbakan; 17.04. 1993 tarihinden önce Turgut Özal, 16.05. 1993 tarihinden sonra da Süleyman Demirel Cumhur Başkanı idi.

Normal şartlarda; Org. Doğan Güreş'in görev süresi bir yıl uzatılmasaydı, 30.08.1993 tarihinde emekli olacak, yerine de Org. Muhittin Fisünoğlu Genelkurmay Başkanı olacaktı. Anlaşılan, bu görev süresinin uzatılması ile, 1984 yılında belirttiğimiz cunta bağlantısı nedeniyle, Org. İsmail Hakkı Karadayı'nın önü, Süleyman Demirel tarafından açılmıştır.
Birliğimizdeki inançlı insanların listesi, 1994 Aralık Şurasına, Komuta kanalı dışında gönderildiğine göre, ?

Batı Çalışma Grubunun? bu tarihten önce işe başlamış, bu grubun teşkiline ihtiyaç gösteren MGSB'de ondan önceki bir tarihte, Süleyman Demirel'in Başbakan olduğu dönemde, zamanın Cumhurbaşkanından gizli olarak değiştirilerek irtica birinci tehdit olarak gösterilmiş olmalıdır. Zaten, Süleyman Demirel Başbakanlığı sırasında, mutad olan haftalık görüşmeler 
için Cumhur Başkanlığı köşküne gitmezdi. 

Sonuç; MGK Destekli 28 Şubat 1997 Askeri Darbesinin ve bu darbeyi yapan Cuntanın perde arkasındaki gerçek Lideri 1984'lerde yeni Cuntayı oluşturan Lider değil ise, Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı dır, diyebiliriz. 

Yetkiyi sivillere devredecek darbecilerin, müteakip darbeye kadar, yeni bir cunta oluşturmaları ve bu cuntayı kontrollerinde tutmasının doğal bir korunma tedbiri olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır.

Kanaatimce; 28 Şubat 1997 Askeri Darbesinin birinci dereceden sorumluları, o tarihteki MGK 'nun asker üyeleri olan Gnkur. Bşk. Org. İsmail Hakkı Karayı, KKK Org. Hikmet Köksal, Dz.KK Ora. Güven Erkaya, Hv.K.K. Org. Ahmet Çörekçi, 
J.Gn.K. Org. Teoman Koman, MGK Gn. Sek. Org. İlhan Kılıç ile Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; ikinci dereceden sorumluları, o tarihlerdeki Yüksek Askeri Şura'nın Asker üyeleri, üçüncü dereceden sorumluları da darbeye destek veren 
Yüksek Yargı, YÖK, Basın ve STK'lar dır.

Yargılamanın asıl sorumlulara ulaşması dileğimizdir. 

18 NİSAN 2012
Adnan Tanrıverdi
Emekli Tuğgeneral
ASDER Onursan Bşk.

http://www.adnantanriverdi.com/index.php/askeri-konular/milli-guvenlik-konulari/milli-guvenlik-siyaset-belgesi/315-28-subat-askeri-darbesinin-bir-numarasi-18-nisan-2012.html

Darbelerin Dayanağı,



Darbelerin Dayanağı,


 (20 Nisan 2004)
Adnan Tanrıverdi 
tarafından yazıldı.

DARBELERİN  DAYANAĞI














TBMM nde olumlu bir gelişme yaşanıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ni siyasetin merkezinden çekip almak için iktidar ve muhalefetin anlayış birliği içine girdiğine dair sinyaller veriliyor. Hayırlı bir gelişme olarak değerlendiriyorum.

Milli Güvenlik Kurulunun ( MGK ) kuruluş , görev ve yetkilerini düzenleyen  1982 tarihli T.C. Anayasasının 118 inci maddesi ve 2945 sayılı MGK  Kanunu; Türk Silahlı Kuvvetleri üst komuta kademesini (Gnkur Bşk. ve Kuvvet Komutanlarını) aktif siyasetin merkezine oturturken ; 211 Sayılı TSK İç Hizmet Kanunun 35 inci maddesi de ,  meşru düzenin Silahlı Kuvvetler tarafından ortadan kaldırılması için yapılan darbelere ve Milli İradeye yapılan müdahalelere  dayanak olarak gösterilmektedir.

MGK ile ilgili düşünceleri bir başka zamana bırakalım. Ama darbelerin mevcut mevzuattan nasıl destek aldığı hususunun üstünü biraz açalım.

TSK İç Hizmet Kanunun 35 inci maddesi ?Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.? hükmünü taşımaktadır. Bu madde, TSK?ne  iç ve dış tehditlere karşı planlar yaparak,güç geliştirerek ve muhtemel hedeflere karşı eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürütme görevi vermektedir. 

Türk Silahlı Kuvvetleri:

Dış düşmana karşı Türk yurdunun  korunması görevini , Anayasanın 92 nci maddesine göre TBMM'nden ;

Ülke genelinde baş gösteren ayaklanma, Cumhuriyete karşı eylemli bir kalkışma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelen yaygın şiddet hareketleri  gibi İÇ TEHDİTLERE karşı  Türkiye Cumhuriyetini koruma görevini de, Anayasanın 119 
ve 122 nci  maddelerine göre, olağanüstü hal veya  sıkıyönetim ilan etmek suretiyle, Bakanlar kurulundan alması gerekirken;

Emir Komuta zinciri içinde veya bir başka türlü, mevcut  meşru düzeni ortadan kaldıracak şekilde güç kullanması veya kullanma tehdidinde bulunması , TSK'nin bizatihi kendisini anayasal düzene ve meşru otoriteye karşı bir tehdit konumuna 
sokmaz mı?

TSK'nin, kendiliğinden Türk yurdunu korumak amacıyla bir komşu ülkeye savaş açması düşünülemezken; Cumhuriyeti korumak ve kollamak perdesi arkasında ,  Anayasal düzeni alt üst etmesi  normal karşılanabilir mi?

Tabii ki bunları normal karşılamak mümkün değildir. Bu fiilleri işleyenler, en azından Askeri Ceza Kanununun 100:102 nci maddeleri ile düzenlenen suçlardan yargılanmaları gerekmektedir.

Bu konunun önemli bir diğer yönü de, TSK'nin iç güvenlikle ilgili planlama sürecidir. TSK , askeri stratejik konseptin hazırlanması için gereken verileri , Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanması icabeden MİLLÎ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ' nden almaktadır. Bu belge genelde askerler tarafından hazırlanır ve Bakanlar Kuruluna onaylattırılır. Böylece, güvenlikle ilgili sorumlulukları TSK? ne havale etme kolaycılığını benimseyen kabineler, Silahlı Kuvvetlerin iç müdahalelerine zemin hazırlamış olurlar.

Bu belgenin bir bölümünde iç ve dış tehditler detayları ile incelenir. Süs olsun diye değil, ilgili birimlerce ve özellikle TSK tarafından tedbirler alınsın, planlar geliştirilsin, kuvvetler hazırlansın diye iç tehdit unsurlarına yer verilir. Yani tehdidi tespit etmeyi de tedbiri almayı da Silahlı Kuvvetlere yaptırırsanız, EMASYA planlarından ve sivil otoriteye müdahale edilmesinden şikayet edemezsiniz.

SONUÇ olarak : 
Devletin yönetiminde kurumlar arasında istişare ve koordinasyon etkin bir şekilde işletilmelidir. 

Ancak sorumluluk ve otorite bölünmemelidir. 

YASAMA ve YÜRÜTME yetki ve sorumluluklarına tam olarak sahip olmalıdır. 
TSK iç siyaset ile ilgilenmek zorunda  bırakılmamalıdır.

İktidarlar ilk iş olarak, Milli Güvenlik planlamalarının dayanağı olan, 
* Milli Güvenlik Siyaset belgesini kendi Milli Siyaset ve Milli Stratejileri doğrultusunda, gerçek tehdit unsurlarına göre hazırlamalıdır. İç güvenlikle ilgili planlama , koordinasyon ve harekât merkezi faaliyetleri İçişleri Bakanlığı Karargâhında, dış güvenlikle ilgili faaliyetler Genelkurmay Başkanlığı Karargâhın da yürütülmelidir.

Silahlı Kuvvetleri müdahaleye kadar götüren Anayasa hükümleri ve kanunlar başka türlü yorumlara imkân vermeyecek şekilde TBMM?nce ele alınıp yeniden düzenlenmelidir.

Coşkun bir nehir çevresinde  bentler geliştirilmediği zaman , taşkın dönemlerinde tahribatın nerelere uzanacağı nasıl bilinemez ise; yetkileri kanunlarla sınırlanmayan silahlı gücün ehil olmayan ellerde zararlarının uzanacağı yerler de bilinemez.
  

20.04.2004
Adnan Tanrıverdi (Emekli General)


http://www.adnantanriverdi.com/index.php/siyaset-konulari/ic-siyaset/355-darbelerin-dayanagi-20-nisan-2004.html


****

20 Temmuz 2016 Çarşamba

28 ŞUBATA GİDEN YOL İLE 15 TEMMUZA GİDEN YOL AYNI OLSA GEREK.. BÖLÜM 2




28 ŞUBATA GİDEN YOL  İLE 15 TEMMUZA GİDEN YOL AYNI OLSA GEREK.. BÖLÜM 2







İsmail Hakkı Karadayı 28 Şubat sürecinde genelkurmay başkanlığı görevini yürütüyordu. [AA]
31 Ocak: Kudüs Gecesi
Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız Filistin ile dayanışma gecesi düzenledi. Geceye şeriat çağrısı yapan İran Büyükelçisi Muhmammed Rıza Bagheri'nin çağrılması, yapılan konuşmalar ve sergilenen tiyatro oyunu, irtica tartışmalarını tırmandırdı. Hamas ve Hizbullah liderlerinin posterlerinin asıldığı salonda, Bekir Yıldız'ın konuşmasındaki ''Başörtüsü Müslümanların şeref sancağıdır. Başörtüsü takmayanların kendi vücutlarını şerefli görmeyerek, peşkeş çektikleri, şeref sancağı olan başörtüleri ve diğer değer yargıları için sabırlı bir şekilde mücadele yapacakları, ancak Müslümanların sabrı taştığında işin nereye varacağının çok iyi bilindiği [...] kendi hataları ile hasta düşen laiklerin kollarına ve bacaklarına zorla basarak, şeriat enjekte edecekleri..." gibi ifadeleri daha sonra dava konusu oldu.
Yıldız, bu sözleri sebebiyle, 6 Şubat'ta gözaltına alındı, Ekim 1997'de de "halkı din farklılığı gözeterek, kin ve düşmanlığa tehlikeli biçimde açıkça tahrik ettiği" gerekçesiyle 4 yıl 7 ay hapse mahkum edildi.
3 Şubat 
Sincan Belediyesi'nin Kudüs Gecesi'ni düzenlediği çadırın etrafında çekim yapan gazetecilerdenStar televizyonu muhabiri Işın Gürel, bir belediye çalışanı tarafından tokatlandı. Kameraların önünde gerçekleşen bu saldırı, laik kesimde büyük tepki uyandırdı. 
4 Şubat 
Başbakan Necmettin Erbakan, grup toplantısında Sincan Belediyesi'nin düzenlediği gece için, "Biri hataen bir resim asarak bu ülkeyi yıkamaz" dedi, ancak bu sözleri tartışmaları yatıştırmaya yetmedi.
Kudüs Gecesi'nin ardından Sincan'dan geçirilen askeri araçlar hükümete bir mesaj olarak algılandı. [AA]
Hükümete askerlerin en sert uyarısı, Ankara Sincan'da oldu. 20 tank ve 15 zırhlı araç şehir merkezinden geçiş yaptı. Genelkurmay Başkanlığı ve DYP'li dönemin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, tankların eğitim amacıyla geçtiğini açıklarken, olay askeri müdahale tartışmalarını başlattı. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir daha sonra tankların geçişi için "demokrasiye balans ayarı yaptık" ifadesini kullandı. 
Başbakan Erbakan, Genelkurmay Başkanı ile görüşürken, grup toplantısında bu tür olayların demokrasilerde olabileceğini söyledi. Hükümet ortağı Tansu Çiller, tankların yürütülmesi için "Sincan'daki olayı yok sayamayız, küçükseyemeyiz" dedi. 
Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Erbakan'a uyarı mektubu gönderdi. Mektupta, laik düzenin korunması için mevcut kanunların eksiksiz uygulanması, devlet kurumlarına köktendinci akımların girmesinin engellenmesi gibi uyarılar vardı.
15 Şubat
Ankara'da on binlerce kadın 'Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü' düzenledi. Elliye yakın sivil toplum örgütünün katılımıyla gerçekleştirilen eyleme, aralarında TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın da bulunduğu çok sayıda erkek de destek verdi.
24 Şubat
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, "irtica PKK'dan daha büyük bir tehlikedir" diyerek askerin tavrını bir kez daha ortaya koydu. 
28 Şubat 
Hükümet ile asker arasındaki gerilimin tırmanırken, Milli Güvenlik Kurulu "irtica" gündemiyle toplandı. Askeri kanat, 18 maddelik bir karar listesi ortaya koydu. En önemli istek 8 yıllık zorunlu eğitimdi. Böylece İmam Hatip Liseleri'nin orta kısmı kapanacaktı. Tüm Kuran kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlanması, tarikatların faaliyetlerinin yasaklanması gibi istekler 9 saat süren toplantıda dile getirildi.
Erbakan MGK'daki kararları hemen imzalamadı. MGK Genel Sekreterliği, "kararlar uygulanmazsa yaptırımlar gelir" şeklinde bir açıklama yaptı. Başbakan Erbakan, askerlerin isteklerine karşı, diğer parti liderlerinden destek aradı, ancak bulamadı.
4 Mart 
Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç'tan kararların yumuşatılmasını istedi, aksi halde bildiriyi imzalamayacağını söyledi.
İşçi ve işveren sendikaları konfederasyonları, bir araya gelip MGK kararlarına tam destek verdiklerini açıkladılar.
5 Mart
İlhan Kılıç, başbakan ile görüşmesinden sonra, MGK kararlarıyla ilgili imzaların tamamlandığını açıkladı.
Başbakan Erbakan, Milli Güvenlik Kurulu kararlarını imzaladı. Ancak uygulanmaması için harekete geçti. Kararları Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) tartışmaya açıp reddedilmesini sağlamayı amaçlıyordu. Buna Tansu Çiller de destek verdi. Ancak TBMM Başkanı Mustafa Kalemli, "MGK kararlarının muhatabı hükümettir. Kesinlikle bunları Meclis'te tartıştırmam" diyerek buna engel oldu. 
13 Mart
Başbakan Yardımcısı Çiller, MGK kararlarının kısa, orta ve uzun vadede uygulanması konusunda Erbakan ile birlikte bütün bakanlara talimat verdiklerini belirterek, "Sekiz yıllık eğitim bu hükümet zamanında ortaya çıkmış değildir. Yıllardır konuşulan bir konu. Ama biz ciddiyetle ele alıyoruz. Kimsenin şüphesi olmasın, bu geçiştirme falan değil, çok ciddi bir çalışmadır" dedi.
22 Mart 
Milli Eğitim Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, İmam Hatip Liseleri'ni de kapsamak üzere bütün ortaokulların aşamalı olarak kaldırılması yöntemi üzerinde ağırlıklı olarak durulduğu bildirildi.
Çevik Bir 28 Şubat sürecinin mimarlarındandı. [AA]
31 Mart 
28 Şubat'tan sonraki ilk MGK toplantısı yapıldı. Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir "ilk hedef irtica" açıklamasını yaptı. Laiklik karşıtı akımlarla mücadelenin TSK'nın bir numaralı önceliği olduğunu söyledi.
17 Nisan: Komutandan Erbakan'a hakaret
1997 Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek'in, adını anmadan Başbakan Erbakan'ı hedef alan ve küfür de (pez..... k) içeren bir konuşması medyaya yansıdı. RP'li bir milletvekilli, Özbek hakkında soruşturma açılması için Genelkurmay Başkanlığı'na başvurdu. Soruşturma izni için dosya Başbakan Erbakan'ın önüne geldi. Ancak Erbakan gerilimin daha da tırmanmaması için bu izni vermedi.
10 Mayıs: Çiller'den karşı hamle
Başbakan Yardımcısı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, İstanbul'da "darbe tehlikesine" karşı miting düzenledi. Hedefinde medya patronları vardı. Medyanın hakim kurumları Sabah, Doğan ve Koç gibi gruplara sağlanan teşvikleri ifşa etti. Bu meydan okuma, Refah-Yol hükümetini daha da yalnızlaştırdı.
21 Mayıs / RP'ye kapatma davası
Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, iktidardaki Refah Partisi hakkında, "Laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu" iddiasıyla kapatma davası açtı.
Dava 16 Ocak 1998'de sonuçlandı ve parti kapatıldı. Necmettin Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan ve İbrahim Halil Çelik'e 5 yıl siyaset yasağı getirildi. Kapatılma gerekçesinde, parti görevlilerinin laiklik karşıtı eylemleri, devletin kurucusuna karşı suçlamaları ve başörtüsüyle ilgili siyaseti de kanıtlar arasında sayıldı.
Bağımsız kalan milletvekilleri, kapatma ihtimaline karşı kurulan Fazilet Partisi'ne geçti.
Refah Partisi'nin kapatılmasının ardından Necmettin Erbakan'a beş yıl siyaset yasağı getirildi. [AA]
7 Haziran 
Genelkurmay Başkanlığı, irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği firmalara ambargo koydu.
10 Haziran: TSK'dan brifingler 
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı'na çağrılarak kendilerine irtica konusunda brifing verildi.
11 Haziran
Genelkurmay Başkanlığı'nda basın mensuplarına da bir brifing verildi. Brifingler dizisi, rektörler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri gibi kesimlerle devam etti. Askerlerin Nisan ayı sonunda başlayıp, Haziran ortalarına kadar süren brifinglerinde, iktidar partisi açıkça, irticai akımlara destek olmakla suçlanıyordu. Medyaya verilen ikinci brifingden sonra, askerlerin irtica tehlikesine karşı "gerekirse silah kullanırız" dediği manşetleri atıldı.
18 Haziran: Refah-Yol döneminin sonu
Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. İstifasının nedeninin başbakanlığı Tansu Çiller'e devretmek olduğunu belirtti.
19 Haziran: Demirel Çiller'e görev vermedi
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini o sırada arkasında TBMM çoğunluğu olan Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller'e vermedi. Bunun yerine Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ı hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Demirel, bu tercihini yıllar sonra "Ben Çiller'e görev verseydim gerginliğin devamına sebep olurdum. Takdirimi kullandım" diye anlattı.
30 Haziran: ANASOL-D hükümeti
Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la birlikte ANASOL-D Hükümeti'ni kurdu. Hükümete CHP de dışardan destek verdi.
Milli Güvenlik Kurulu kararları ile anılan 28 Şubat müdahalesi, Erbakan-Çiller koalisyonunun istifasıyla da sonlanmadı. Asker, yeni hükümete karşı da, kararların uygulanması için etkisini kullandı. İlk olarak İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay arasında 'Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma' (EMASYA) protokolü imzalandı. Asker, bu protokolle, sivil bürokrasiyi kontrolü altına aldı. Belediye başkanları, rektörler, öğretim üyeleri kovuşturmaya uğradı, istifaya zorlandı veya görevden alındı. 
8 yıllık zorunlu eğitim yasası TBMM'den geçti. Yasa büyük gösterilerle protesto edildi.
Başbakan Mesut Yılmaz, Genelkurmay Başkanı'ndan Batı Çalışma Grubu'nu lağvetmesini istedi ama bu oluşum faaliyetlerine devam etti.
1998
18 Mart: Yılmaz-asker gerilimi
Dönemin başbakanı Mesut Yılmaz'ın Tiflis ziyareti sırasında askerden duyduğu rahatsızlığı üç gazeteciye aktarması basına yansıdı. Rahatsızlığın konusu, basında bir süredir tartışılan ve TSK'dan geldiği iddia edilen Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın görev süresinin uzatılmasıyla ilgili talepti. Yılmaz'ın gazetecilere "Bazı askerler irtica tehlikesini görev süresini uzatmak için kullanıyor. Ancak hükümet kararlı. Genelkurmay Başkanı'nın görev süresi uzamayacak ve ikinci Başkan Çevik Bir kıta görevine çıkacak" dediği iddiası gazete manşetlerine taşındı.
20 Mart: TSK'dan Yılmaz'a 'muhtıra'
Askerler, Yılmaz'a 'muhtıra' gibi bir açıklama ile cevap verdi. Bildirinin altında Genelkurmay Başkanı ve tüm kuvvet komutanlarının imzası vardı: "Makamı, konumu ve görevi ne olursa olsun hiç kimse kişisel menfaatleri ve siyasi ihtirasları uğruna Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yasal görevi olan ülke güvenliğine yönelik bölücü ve irtacai gelişmelere karşı mücadele azminden vazgeçirecek, zayıflatacak, tereddüte düşürecek veya kararlılığını gölgeleyecek hiçbir tavır, tutum, beyan ve telkinlerde bulunamaz" deniyordu.
25 Mart: Yılmaz geri adım attı
Mesut Yılmaz, askerin tutumundan duyduğu rahatsızlığa karşı grup toplantısında "Kendisini demokrasinin güvencesi sayan her kurumdan, kişiden bir ricam var. Kendisini demokrasinin güvencesi sayanlar, demokrasinin işleyişi konusunda da aynı özeri göstermek zorundadır. Demokrasi bir tanedir. Bunun alaturkası alafrangası olmaz. Demokrasi herkes içindir. Siviller için ayrı, askerler için ayrı demokrasi olmaz" dedi. Ama krizi tırmandırmamak için askere karşı bir adım atmadı.
Yıllar sonra yaptığı değerlendirmede "Bence hukuka uygun olmayan bir muhtıraydı. Ama baktım durum krize gidiyor. Genelkurmay görüşünü açıklamıştır ama sorumlu olan hükümettir dedik ve biz yola devam ettik" dedi.
21 Nisan: Erdoğan'a hapis cezası
Dönemin Fazilet Partili İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında, 12 Aralık 1997'de Siirt mitinginde okuduğu şiir sebebiyle açılan dava sonuçlandı. Mahkeme, Erdoğan'ı " Halkı Din ve ırk Farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek " suçlamasıyla 10 ay hapse mahkum etti. Ceza infaz yasasıyla 4 aya indi. Ancak 24 Eylül'de kesinleşen hapis cezası paraya çevrilmedi ve Erdoğan belediye başkanlığını bırakarak 26 Mart 1999'da ceza evine girdi. 24 Temmuz 1999'da tahliye oldu. 
https://www.youtube.com/watch?v=LnHEkFKe52U

25 Nisan: Andıç skandalı
Nisan ayında Türkiye'ye getirilerek cezaevine konan PKK'nın ikinci adamı Şemdin Sakık'ın ifadeleri andıç skandalını ortaya çıkardı. Sakık'ın, ifadesinde PKK'nın bazı gazetecilerle, iş adamlarına para verdiğini söylediği iddia edildi. Suçlananlar Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Yalçın Küçük, Akın Birdal gibi isimlerdi. Haber, Sabah ve Hürriyet gazetelerinde ve Kanal D televizyonunda yayınlandı.
Haber sonrası Akın Birdal uğradığı silahlı saldırıda ölümden döndü. Birçok gazetecinin işine son verildi. Türk siyasi tarihine "andıç" vakası olarak giren skandal, iki yıl sonra gazeteci Nazlı Ilıcak'ın ortaya çıkardığı belge ile aydınlandı. Şemdin Sakık'ın ifadelerinde olmayan bölümlerin, askerler tarafından karalama amaçlı olarak hazırlanıp basına servis edildiği anlaşıldı. Genelkurmay Başkanlığı da andıç belgesinin vardığını kabul etti.
2013
2 Eylül: 28 Şubat davası
28 Şubat sürecinde askerin siyasete yaptığı müdahale, 15 yıl sonra dava konusu oldu. Eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın da aralarında bulunduğu 103 sanık hakkında, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak" suçundan dava açıldı. Davada, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak'ın da aralarında bulunduğu 19 kişi tutuklu yargılanırken, Karadayı'nın tutuksuz yargılanmasına karar verildi.
23 Eylül:
28 Şubat 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısının gizli tutanakları, 16 yılın ardından açıklandı. Toplantıda dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya'nın doğrudan Erbakan'ı hedef aldığı ortaya çıktı. 
Kaynak: Al Jazeera

28 ŞUBATA GİDEN YOL İLE 15 TEMMUZA GİDEN YOL AYNI OLSA GEREK BÖLÜM 1




28 ŞUBATA GİDEN YOL  İLE 15 TEMMUZA GİDEN YOL AYNI OLSA GEREK.. BÖLÜM 1




TÜRKİYE  CUMHURİYETİ SİYASİ TARİHİMİZDEKİ GELİŞMELERİ HATIRLAYALIM..


Türkiye'deki demokrasinin dördüncü kez asker tarafından sekteye uğradığı ve tarihe 'post-modern darbe' diye geçen sürecin öncesi ve sonrasında yaşananlar. 




Motorlu birliğin Sincan'dan geçişini askeri makamlar 'olağan bir tatbikat' olarak değerlendirmişti. [AA]
Türkiye'de son askeri müdahale, 1997'de Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller hükümetinin silahlı kuvvetler tarafından tarafından istifaya zorlanmasıyla yaşandı. Cumhuriyet siyasi tarihinde geçmiş üç örneğin aksine bu sefer askerler yönetime bizzat el koymadı. Bunun yerine medya üzerinden bir savaş verildi. Askerlerin hükümeti görevden zorla almaması 28 Şubat'ın "post-modern darbe" olarak anılmasına yol açtı. Askerlerin deyimiyle " Demokrasiye Balans ayarı " yapıldı.

Özellikle 1990'larda Türkiye'deki karmaşık sosyal ve siyasal atmosfer 28 Şubat'a giden yolu büyük ölçüde etkiledi.

Bu dönemde laik aydınlara yönelik suikastlar faili meçhul kalmış, 1993'te Alevi etkinliği sırasında düzenlenen ve 33 kişinin öldüğü Sivas Katliamı da eklenince, toplumun laik kesiminde 'irtica geliyor' tepkisi yükselmişti.

Ekonomideki zorluklar, 1994'ün başında krize dönüşmüştü. 26 Ocak 1994'de Türk Lirası yüzde 13,6 devalüe edilmiş, faizler aşırı yükselmiş, '5 Nisan Kararları' olarak bilinen ağır ekonomik tedbirler açıklanmıştı.

PKK'nın tırmandırdığı silahlı eylemlerde verilen kayıplar toplumda rahatsızlık yaratıyordu.

Siyasi tabloda ise, merkez sağ parti Doğru Yol Partisi (DYP) ve iktidar ortağı Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) yolsuzluk skandallarıyla hızla yıpranıyordu. Dönemin başbakanı Tansu Çiller'in ABD'deki malvarlığı, SHP'nin de İstanbul Belediyesi'nin klor ihalelerindeki yolsuzlukla ortaya çıkan İSKİ skandalı ile başı dertteydi. Devlet iştiraki Emlakbank Genel Müdürü Engin Civan'ın silahlı saldırıya uğramasıyla sonuçlanan rüşvet skandalı da, toplumun siyasi partilere güvenini sarsmaya devam ediyordu.

Bu ortamda Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi (RP), farklı bir söylemle istikrarlı bir yükseliş içindeydi. Bu yükselişin sonucu ise, 1994 yerel seçimlerinde ortaya çıktı.
1994
27 Mart
Refah Partisi, bir önceki yerel seçime kıyasla oy oranını yüzde 19,14'e çıkarırken, 15 büyükşehir belediyesinin 5'ini kazandı. Bunlar arasında İstanbul ve Ankara da vardı. Dini motifli muhafazakar sağın cumhuriyet tarihinde ilk defa bu denli oy alması beklenen bir gelişme değildi. Refah Partisi'nin özellikle büyük şehirlerdeki başarılı seçim çalışmasını takip edenler içinse sonuç son derece normaldi.
13 Nisan
RP Genel Başkanı, yerel seçimden iki hafta sonra meclisteki grup toplantısında partisine yönelik tepkileri ve laiklik yürüyüşlerini eleştirirken çok tartışılacak cümleler kurdu: " Refah Partisi iktidara gelecek, Adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, tatlı mı olacak, kanlı mı olacak? " sözleri, partisi hakkında 1997'de açılan davanın iddianamesinde de yer aldı.
1995
12 Mart
Türkiye 1994 yılını, PKK saldırıları, irtica tartışmaları ve ekonomik krizin ağır tahribatıyla geçirdi. Irak'ın kuzeyindeki PKK hedeflerine yönelik sınır ötesi harekat da bu yılın önemli dönüm noktalarından biri oldu. 
27 Aralık
Genel seçimler, 28 Şubat sürecinin hedefindeki Refah Partisi'nin başarısıyla sonuçlandı. Parti, oyların yüzde 21,37'sini kazanarak sandıktan birinci çıktı. Türk siyasi tarihinde 1969'dan bu yana var olan Milli Görüş hareketi, ilk kez hükümeti kurma hakkı elde etti.
Ancak sonuç, hükümet krizini de beraberinde getirdi. Hükümeti kurma görevini alan Necmettin Erbakan, koalisyon için görüştüğü partilerden destek bulamadı ve görevi iade etti. Siyasi kulislerde, bir yanda pazarlıkların dönüşümlü başbakanlıkta tıkandığı, diğer yanda ise askerlerin parti liderlerine Erbakan ile hükümet kurmamaları yönünde baskı yaptığı iddiaları konuşuldu.
Cumhurbaşkanı, hükümeti kurmak için seçimlerden ikinci sırada çıkan DYP'nin lideri Tansu Çiller'i görevlendirdi. Çiller'in de başarısız olması sonucu görev Mesut Yılmaz'a verildi. Ordu, hükümet görüşmelerinde RP'yi dışarda tutmak istiyordu.
Hükümet krizi sürerken, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Meclis Başkanı Mustafa Kalemli'yi telefonla aradı. Refah Partisi'nin olası koalisyonunundan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi: "Bu koalisyon kurulursa, çok üzüleceğimiz olaylardan endişelenirim. Bunu önlemenin bir yolu varsa üstünüze düşeni yapın" dedi. Karadayı, bu görüşlerini Tansu Çiller'e de bizzat iletti. Seçim öncesi birbirleri ile sert polemiklere giren Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz bu baskılar üzerine hükümet üzerinde uzlaştı.

Mesut Yılmaz başbakanlığındaki 53. Hükümet 6 Mart 1996'da güvenoyu aldı. Ancak sadece 3 ay iktidarda kalabildi. Refah Partisi'nin iki parti liderleri hakkında verdiği Yüce Divan önergeleri, Çiller ve Yılmaz'ı karşı karşıya getirdi. Refah Partisi'nin Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvuru kabul edildi ve hükümetin almış olduğu güvenoyu geçersiz kaldı. 

1996

28 Haziran 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini bir kez daha Necmettin Erbakan'a verdi. DYP ile masaya oturan Erbakan, uzun pazarlıklar sonucu kendi başbakanlığında, Refah-Yol hükümeti olarak bilinen, RP-DYP koalisyonu kuruldu. 8 Temmuz'da güvenoyu alan hükümette liderler ikişer yıllığına dönüşümlü başbakanlık yapacaktı.

DYP'nin içinde de gerilime yol açan Refah-Yol koalisyonundan en çok askerler rahatsız oldu. Bu konudaki rahatsızlıklarını, diyalogları olan siyasetçilerle bir araya geldikleri vakit açıkça dile getiriyorlardı.

2-7 Ekim

28 Şubat sürecinde Erbakan hükümetini eleştirilerin odağına yerleştiren konulardan biri, Başbakan Erbakan'ın Mısır, Libya ve Nijerya'yı kapsayan dış ziyaretleriydi. Libya ziyaretindeki amaç, Türk müteahhitlerin bir türlü alamadığı ödemeleri Libya'dan tahsil etmekti.

Ziyarette, dönemin Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi'nin Türkiye hakkında söylediği cümleler, Türkiye'de fırtınalar kopardı. Tepkinin hedefinde, o sözler üzerine 'çadır bedevisi' yakıştırması yapılan Kaddafi'den çok, gerekli cevabı verememekle suçlanan Erbakan vardı.

Kaddafi, bir çadırda ağırladığı Necmettin Erbakan'ın yanında Türkiye'nin Kürtlere soykırım yaptığını ima eden suçlamalar dile getirdi. "Ortadoğu'daki güneşin altında Kürt milleti de yerini almalıdır. Kürdistan kurulmalıdır. Ayrıca Türkiye'nin uyguladığı dış politikadan genel olarak memnun değiliz. Çünkü düşmanımız olan siyonist İsrail'le ilişki içindesiniz. Türkiye iradesini kaybetmiştir, işgal altındadır" sözlerini sarf etti.









Erbakan'ın Libya ziyaretinde Kaddafi'nin söylediği sözler Türkiye'de büyük bir tepkiyle karşılanmıştı. [AA]

Türk basınında " Kaddafi'den fırça " başlığıyla duyurulan sözlere karşılık Erbakan, "Libya ile Türkiye kardeş ülkedir. Teröristler bilhassa Kürt kardeşlerimizi katlediyor. Bunların temel zihniyeti ateist ve komünist zihniyettir. Kökleri dış kaynaklıdır" yanıtı verdi.

Ancak bu yanıt yeterli bulunmadı ve koalisyon ortağı dahil bütün siyasi liderler Erbakan'a sert eleştiriler yöneltti. 

22 Ekim

Erbakan, tepkilere rağmen İslam dünyası ile işbirliği projelerini gündemde tutmayı sürdürdü. İslam ortak pazarı için G-7'ye karşı, D-8'ler grubunu kurma projesini için harekete geçti, İslam dinarı, İslam NATO gücü gibi öneriler gündeme getirdi.

Bülent Arınç yıllar sonra Erbakan'ın bu tavrı için "Yani eline bir madeni para alıp, İslam Dinarı diye göstermesi, İslam Ortak Pazarı, İslam NATO Gücü, İslam Barış Kuvvetleri, D-8'leri bir başkasına alternatif olarak ortaya koyması, belki ilerde kendince doğru sayılabilecek çalışmalardı. Ama bunları duydukça insanların tüyleri diken diken oluyordu. Biz kendi meselelerimizi anlatamaz oluyorduk" dedi.

3 Kasım: Susurluk Kazası

Balıkesir'in Susurluk ilçesinde meydana gelen trafik kazası, Türkiye'de derin devlet yapılanmasını ortaya çıkardı. Bir kamyonun altına giren Mercedes marka otomobilin içinde DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, 'Mehmet Özbay' sahte kimliğini taşıyan devletin yıllardır kırmızı bültenle aradığı 'Reis' lakaplı Abdullah Çatlı ve polis okulu müdürü Hüseyin Kocadağ vardı. Kazada ölen Çatlı'nın kullandığı Bucak'a ait aracın bagajından çok sayıda silah ve sahte pasaport ile kimlikler çıktı.
"Devlet-Mafya Kolkola" başlığıyla manşetlere taşınan olay Türkiye'nin en büyük skandallarından biri olarak tarihteki yerini aldı.
Skandal, koalisyonun ortağı DYP'ye uzanmıştı. Ancak Başbakan Erbakan, art arda çıkan devlet-mafya-siyaset ilişkileriyle ilgili suçlamaları, 'fasa fiso' diye tanımladı. Karanlık ilişkilerin aydınlatılması amacıyla Türkiye çapında başlatılan 'sürekli aydınlık için bir dakika karanlık' eylemi için de dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan "Mum söndü oynuyorlar" dedi.
Refah Partisi, kamuoyundaki rahatsızlığı dikkate almazken, Meclis'te oluşturulan Susurluk Komisyonu, kirli ilişkilerin orduya kadar uzandığı iddiasını araştırıyordu. Komisyon, Jandarma Komutanı ve eski MİT Müsteşarı Teoman Koman ve eski Genel Kurmay Başkanı Necdet Üruğ'un da dinlenmesini istedi. Ancak, Koman ve Üruğ çağrıyı reddetti. 
Genelkurmay'dan da, "Susurluk çetesinin TSK ile ilgisi yoktur" yanıtı geldi.
Batı Çalışma Grubu
Asker, 1996'nın ikinci yarısında Refah Partisi iktidarına karşı büyük bir psikolojik savaş başlattı. Batı Çalışma Grubu (BÇG) adı altında bir oluşumla, Refah Partisi'nin tüm faaliyetleri izlemeye alındı. Askeri ve sivil bürokraside fişlemeler başladı. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları geri planda görünürken, iki isim, Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ve Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak süreci bizzat yürüttü. BÇG'nin beyni ise, Erbakan'ın Yüksek Askeri Şura toplantısı komutanlara verdiği ve içki servisinin olmadığı yemekte, rakı isteyerek uygulamayı protesto eden Deniz Kuvvetleri komutanı Güven Erkaya'ydı. 
10 Kasım
Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yıldönümündeki etkinlikler, askerle Refah Partisi arasında yeni bir krizi başlattı. Kayseri'nin RP'li Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, Refah Partisi İl Divan Toplantısı'ndaki konuşmasında, Türkiye'de henüz gerçek demokrasinin olmadığını, hakim güçlerin herkesi kendi görüşleri doğrultusunda hareket etmeye zorladığını söyledi.
Karatepe, "Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. Belki başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur" dedi. Karatepe bu konuşması nedeniyle 1 yıl hapis ve 420.000 lira ağır para cezasına mahkum edildi, belediyedeki makamından oldu.

10 Kasım'da tartışma yaratan olaylardan biri de, İstanbul Sultanbeyli'de, 2. Zırlı Tugay Komutanı Doğu Silahçıoğlu'nun, RP'li belediye başkanı ile girdiği heykel polemiği sonrası, caddeye bir Atatürk büstü koydurması oldu.
1997

7 Ocak

Koalisyon hükümetini zorlayan konulardan biri de, Doğru Yol Partisi'nden istifalardı. Refah Partisi ile koalisyona devam edilmemesini isteyen bazı vekiller partilerinden istifa etti. İstifacılar Demokrat Türkiye Partisi adı altında birleştiler. 

9 Ocak

Hükümet ortaklarının imzaladığı bir genelge ile, Başbakanlık Kriz Masası Kuruldu. Yönetmeliğe göre, herhangi bir kriz durumunda, başbakanın yetkileri MGK genel sekreterine devredilecekti. Kriz tanımı içinse, "terör olayları, kanunsuz grev lokavt ve işi bırakma eylemlerinden, doğal afetlere" kadar geniş bir alan bırakılmıştı.

Yönetmelikle, askerler kamu kurumları ile doğrudan temas kurmaya başladı.
Askerler bir yandan ana akım medyayı brifinglerle ve doğrudan temaslarla yönlendiriyor. Televizyon kanallarına, Refah Partili bazı isimlerin, laiklik ve cumhuriyet aleyhine ifadelerini içeren konuşmaları servis ediliyordu. Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, Hasan Mezarcı gibi isimlerin konuşmaları, toplumdaki laiklik hassasiyetini iyice artırmıştı. 




11 Ocak: Tarikat liderlerine iftar


Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık resmi konutunda, çeşitli din adamlarına iftar yemeği verdi. Yemeğe, bazı dini cemaat liderleri de davetliydi. Sarıkları ve cübbeleriyle yemeğe gelen isimler medyada geniş yer buldu. "Tarikat liderlerine başbakanlıkta iftar" başlıklarıyla basına yansıyan yemek, askerle hükümet arasındaki ilişkilerin iyice gerilemesine neden oldu.

Erbakan'ın Başbakanlık resmi konutunda din adamlarına verdiği yemek büyük tepki toplamıştı. [AA]
16 Ocak 

CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve 33 milletvekili, Başbakan Erbakan'ın Başbakanlık Konutu'nda çeşitli tarikat liderlerine verdiği yemek hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu.
17 Ocak 

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Genelkurmay Başkanlığı'nda askerlerden brifing aldı. Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan açıklamada, Demirel'in Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'dan "Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili çeşitli konularda bilgi aldığı" belirtildi. 
26 Ocak 
Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanları, Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'nda, 3 gün süren olağanüstü şûrâda bir araya geldi. 
28 Ocak 
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısından sonra yapılan açıklamada, "bölücü ve yıkıcı akımlara karşı mücadele" kararlılığı vurgulandı. 
28 Ocak 
Danıştay 12. Dairesi, Bakanlar Kurulu'nun, memurların çalışma saatlerinin Ramazan ayına göre düzenlenmesini öngören kararnamesini durdurdu. Danıştay, kararnameyi anayasanın laikliği düzenleyen maddelerine aykırı buldu.

31 Ocak 

Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Sönmez Köksal, Süleyman Demirel'i ziyaret ederek, Taksim Meydanı'na cami yapılmasından, başörtüsü meselesine, Ramazan mesaisinden, kurban derilerinin nereye bağışlanacağına kadar gündemi oluşturan konuları görüştü.








****