20 Temmuz 2016 Çarşamba

Allah Allah Devlete mi Sızmış Hizbullah?



Allah Allah Devlete mi Sızmış Hizbullah?


GİZLİ YÜZLER VE SİYASET



    Birtakım olayları yok saymak ama sonra yok sayamayacağını fark edince de o olayları saptırarak; farklı kılıflara sokmak 'Türkiye medyası'nın en önemli karakteristik özelliği haline geldi. Özellikle de 28 Şubat sürecinin dillere destan 'Lâik Türkiye cumhuriyetinin milli birlik ve beraberliği" şiarının etkisiyle olsa gerek, medya, Hizbullah adlı terör örgütünün faaliyetlerinin ortaya çıkması esnasında yine kılıf yaratma işlemini devreye soktu.

Marjinal dinci bir terör örgütü olan Hizbullah'ın 'kutsal' devletin içine sızmış olması bilgisini sanki ilk kez ediniyormuşçasına ne yapacağını şaşıran medya ve onun hükümeti -ki MC-I ve MC-II hükümetlerinden sonra bu da MC Donald's hükümetidir- sonunda bu tespiti kabul etmek zorunda kaldı, ama nasıl? Bütün o jiks yarı bulvar gazetelerini geçtim, pek 'ciddi ve düzeyli' Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir habere dikkatinizi çekmek isterim. Bakın ne diyor haber:

" REFAHYOL'un Başbakanı Necmettin Erbakan'ın İftar yemeğine giden tarikat liderleri büyük tepkiye yol açmıştı. Başbakanlık konutuna sakallı ve cüppeli tarikatçıların gelmeleri 28 Şubat'a giden sürecin hızlanmasına neden olmuştu. O günlerde 'halkın gerçek temsilcileri' olarak savunulan bu kişilerin arkasında duranlar bugün yine gerçeği görmezden gelmeye çalışıyorlar. Hizbullah operasyonu ve bazı tarikat liderlerinin gizli niyetleri ortaya çıktıkça Türkiye'nin nasıl bir uçurumun eşiğinden döndüğü daha iyi anlaşılıyor. "




Habere göre kısaca Hizbullah devletin içine Refahyol döneminden sızdı ve 28 Şubat'sa bu sızıntının önünü kesti. Refahyol gibi bir hükümeti savunacak değiliz ama Cumhuriyet gazetesinin bu resmi gazete tadındaki tavrını mazur görmek de mümkün değil. Zira bu gazeteye yıllarını veren rahmetli Uğur Mumcu'nun bütün o çetelerin üzerine giderek ortaya çıkardığı bu sızıntı gerçeğinin miladını Refahyol dönemi olarak belirlemek; bütün o Susurluk'ları, JİTEM'leri yok saymak anlamına gelir. Tabii tam da bu haberin yanında "Mumcu'yu Anıyoruz" diye bir haberin yer alması ayrı bir ironik hadise. Susurluk'u göz ardı ederek Mumcu'yu anmak! Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!
Neticede bütün bu tavırlar Susurluk'un gücünü hala koruduğunun kanıtı olmuş oluyorlar. Çünkü PKK'yı çökertmek için devlet içindeki devlet tarafından taşeron olarak korunan ve kullanılan Hizbullah'ın, tam da PKK'nın etkisini yitirdiği bir dönemde çökertilmesi; belli ki o çetenin artık Hizbullah'a ihtiyaç duymadığını ve ipini çektiğini kanıtlıyor. Bay Hasan Cemal'in "entelektüel züppelik" tabiri aslında onun sandığının aksine bu stratejiye oyuncak olan kendisi ve kendisi gibileri kapsamaktadır. Bay Yalçın Doğan'ın "Hizbullah vahşeti kanıtlıyor: Laiklik İslamcılar için de vazgeçilmez bir koşul." Şeklindeki vecizesi ise aynı stratejiyle hedeflenen siyasi tektipçilik ve kontrol altındalık formülünün bir parçası sadece. Öyle ya, sadace dinciler mi terörist oluyor? Ya da İslâmcılar laik olsaydı nasıl İslâmcı olurlardı ki?

Hizbullah vak'asını Yeni Şafak gazetesi "II.Susurluk", Evrensel'se "Susurluk gibi..." diye adlandırmış. 

Oysaki bu olay, Susurluk'un ne yeni bir versiyonu ne de "gibi" edatıyla kullanılacak kadar hafifi. Bu olay Ali Bayramoğlu'nun belirttiği gibi aslında Susurluk'un en önemli çünkü en az deşilmiş yanıdır. Medyanın kılıf bulan tavrı devam ettikçe biliniz ki Hizbullah konusu yeterince derinlemesine incelenmemiş ve Susurluk'un kudreti kırılmamış demektir.



...Bu yazıya sizden gelen yorumlar...


http://www.angelfire.com/ab/politika/allahallahhizbullah.html


   _ Devletten beslenen basına söyleyecek sözümüz kalmadı da Cumhuriyet’e ne oluyor? Sevgili Efendisiz bunu sorguluyor aslında “Allah Allah devlete mi sızmış Hizbullah ?”başlıklı yazısında. Cumhuriyet Gazetesi yazar ve yöneticileri hep çizgilerinin değişmediğini iddia ederler, oysaki değişkenlikte diğerlerinden hiçbir farkları yoktur: Bir dönem Hitler’e çanak tutmuş, bir zaman halkın iflahını kesen baskıcı asker/sivil bürokrat İsmet Paşa yönetimine yağcılık yapmış, daha sonra askere dayalı solculuğa soyunmuş,seksen darbesinde yediği tokatla karşı cepheye geçmiş ve bir süreden beri de yine askere dayalı Laik Cumhuriyetçilik oynamaya başlamıştır. İşte ben bu basından bıktığım için uzunca bir süreden beri gazete okumuyorum;onun yerine internet sitelerindeki aklı başındaki amatör yazarları okuyorum,Efendisiz,Olvido,Ayşegül Engin gibi...Benim gibi yerli basından yılgın olanlara da öneririm. Hiç değilse başınız dönmez,sinir hastası olmazsınız,yine de karar sizin...Dileyenler çıldırma özgürlüğünü de sonuna kadar kullanabilr,engel olan yok! 


http://www.angelfire.com/ab/politika/allahallahhizbullah.html


..

GELDİM DİYEN FAŞİZM..,

.


GELDİM DİYEN FAŞİZM


Geliyorum diyen Faşizm,

12 Eylül 1980 sabahından bu yana fiili olmasa da postmodern çağlara yaraşır bir şekilde sanal bir iktidar keyfi süren milliyetçi konumlanış, bugün sokaktaki her 5 insandan 1'inin de oyunu almış olmanın ' fiilliğiyle ' dişlerini çıkarmaya başlamış ve kafatasçı, değişmeyen yapısıını ortaya koymaya başlamıştır.
"Milli Güvenlik Kurulu'nun 1 no'lu bildirisi: Yüce Türk Milleti! Kahraman Türk Ordusu idareyi ele almıştır" anonsunun ve ardından Hasan Mutlucan'ın davudi sesiyle seslendirdiği kahramanlık türkülerinin Türkiye'sinin üzerinden 19 sene geçmesine rağmen faşist koorparatizmin toplum hayatında açtığı derin yaraların izleri silin(e)medi; aksine bu izler daha da derinleştirilerek , onların kalıcı olması sağlandı. Bunun sonucunda 1980'den 1983'e emekli bir amiral olan ve tarihimizin de en beceriksiz adamlarından biri olma becerisini gösteren Bülent Ulusu'nun başbakanlık ettiği hükümetin faşist valileri, belediye başkanları, bakanları, ardından 83'ün sonundan 90'ların başına değin dört eğilimi birleştirdiğini söyleyen [1] ve Turgut Özal'ın karizmatik siyaseti ve neo-liberalizmi aslanlar gibi uygulaması ve yeni bir lümpen-burjuvazi yaratmasıyla ANAP, ardındansa ANAP'ın aşırı bozduğu gelir dağılımından memnun olmayan memur, işçi, köylü ve küçük esnaf'ın oylarını alarak iktidara gelen Süleyman Demirel'in DYP'si, faşist kökenli , diğer bir deyişle eski MHP'lileri (Sözgelimi DYP için yine eski bir katil olan Yaşar Dedelek'i ve Deniz'i asan Baki Tuğ'u örnek verebiliriz.) bünyesinde barındırarak bu endirekt iktidarı sürdürdüler.

İşte tam bu sıralarda bu milliyetçi -daha da doğrusu adını koyarak ifade edersek- ırkçı, faşist endirekt iktidar, kendine fiili iktidara giden yolu açan azgın nehirle buluştu: PKK ve onun terörü. Tam da bu sırada Kösem ya da Hürrem Sultanlar gibi iktidarı ele geçiren Tansu Çiller, siyasetimizin İsmet Abisini ve bir yükselen değer stereotipini oluşturan Mehmet Ağar'ı da arkasına alarak, tarihimize Şırnak Baskını olarak geçen ve TSK'nın Kıbrıs'taki Kocatepe 'dangalaklığı' ve Sivas Katliamında insanların cayır cayır yanmalarını seyretmesiyle birlikte en büyük üç büyük rezaletinden birini oluşturan ve bir T.C şehrinin başka bir ülke askerlerinin değil, bir terör örgütünün bayrağına teslim edilmesini içeren doruk noktasına gelmiş hıncı kullanarak bu milliyetçi konumlanışı körükledi.

Tabii bu sırada (evlere şenlik) "sol"da da Erdal İnönü'nün CHP'sinin yerel yönetim başarısızlığıyla gerilemesinin ardından dürüst lider diskuruyla yükselen Rahşan'ı Sevenler Derneği Genel Başkanı Bülent Ecevit de bu milliyetçi konumlanışa 'demokratik sol' sos koyarak eklemlendi.[2]

Tansu Çiller'in ayrıca TSK'nın başında Doğan Güreş gibi evlere şenlik bir adamı oturtarak orduyu pasifize etmekle yetinmeyerek, JİTEM gibi adını daha sonra Susurluk'la birlikte çok duyacağımız 'derin devlet'e ait her eve giren 'kulaklarla' donatılmış MİT harici istihbarat örgütünü kurması ve bunların başına da yine -tabii ki Mehmet Ağar komutasında- ülkücü mafyanın ileri gelenlerini koyması bu konumlanışın şahlanışına tuz biber ekti.

Tabii bu konuımlanışa paralel bir şekilde üstelik de daha büyük bir ivmeyle yükselen bir islamcı konumlanış da var; ancak bu konu bu yazının sınırlarını aşıyor.

Güneydoğu'da savaşın TSK lehine dönmesine rağmen daha önce oluşturulmuş sarkık bıyıklı özel timin ve korucuların lağv edilecileceği halde daha da yeni -Amerikan malı- silahlarla donatılması işte bu milliyetçi konumlanışın artık gemlenemez bir konuma geldiğinin kanıtıydı. Kaldı ki, bu dönemde iktidarda oldukça yıpranan '[3]sarışın güzel kadın' henüz öl(e)memiş başbuğun yardımıyla ayakta durabiliyordu. Bu dönemde MHP ve DYP'nin arasından su sızmıyordu. [4]

Ardından islami konumlanışın -reel amnlamıyla RP'nin- ilginç bir şekilde daha önce MÇP (Milliyetçi Çalışma Partisi, MHP'nin eski adı.) ve IDP (MHP çizgisiyle MNP çizgisinin ortasını bulmayı amaçlayan tarikatçı Aykut Edibali'nin Islahatçı Demokrasi Partisi) - ile seçime ortak listeyle girmesinin ardından girdiği ilk genel seçimde neredeyse her 4,5 seçmenden 1'inin oyunu alarak birinci çıkması geldi. RP'yi ve dolayısıyla da onu destekleyen Anadolu Kaplanları, Yeşil/İslami Sermaye, MÜSİAD gibi isimlerle ifade edilen ; fakat bizim 'Anadolu Ticaret Burjuvazisi' tabirini kullandığımız grubun, ülkenin subaşlarını çoktandır ellerinde tutmakta olan Komprador batı Burjuvazisi (Reel anlamda TÜSİAD) + Askeri bürokrasi (Adıyla şanıyla TSK, özellikle de onun üst komuta kademesi) + Sivil Bürokrasi (Düzen siyasetinin 'düzen' adamları) tarafından oluşturulan 'oligarşi' tarafından iktidardan uzaklaştırılması amacıyla ittire kaktıra, Ertuğrul Özkök gibilerinin nikah şahitliğini yaptığı bir anayol hükümeti kuruldu. Beklendiği üzere bu hükümet birkaç ay sonra iflas etti. Yerine kurulacak başka bir RP'siz alternatif yoktu. RP ilk önce ANAP'la anlaşacak gibi oldu; fakat Mesut Yılmaz büyük bir yerlerden aldığı emirlerden olsa gerek çıkardığı 'dandik'ten bakan dağılım kriziyle koalisyonu kurmadı. Sıra Çiller'deydi... İktidarını hem parti içinde, hem de Trakya'da arazi mafyasında, hem de derin devlette sürdürebilmek için hükümete muhtaçtı, o da bu fırsata balıklama atladı ve refahyol kuruldu. Bu dönemde MHP süt dökmüş kedi gibiydi, RP'nin aptal bir sabırsızlıkla Kemalistlerin ve oligarşinin damarına basmasını 'cık cık'layarak 'olmaz ki canım böyle şey' mantığıyla Cumhuriyet Gazetesi'nden, Doğu Perinçek'e, Attila İlhan'dan, Yalçın Küçük'e, Atatürkçü Düşünce Derneği'nden, Yekta Güngör Özden'e kadar bir yığın ..........'nın takdirlerini kazanıyordu. Zaten 28 Şubat'ta da Türkiye'nin 6. darbesi "herkesin imdadına" yetişti. [5]

Ardındansa RP'nin çürütülmesi için partinin kapatılmasına dek gidecek VUR!-AL! SAVAŞ!'lı yola girildi. RP'ye oy veren yığınlar ve özellikle de gelecek ilk seçimde ilk kez oy kullanacak olan milyonlarca, Anadolu kıraathanelerinde, ülkü veya nizam-ı alem ocaklarında, bilardo masalarında, genelevlerde pinekleyen 'delikanlı'lar da bir siyasi ifade aracı arayışına girdi. Bu dönemde tarikatlarda oralarına buralarına şiş sokan genç erkekler, ya da tarikat şeyhlerine bekaretlerini sunan genç kızlar 'Laik, demokratik, Atatürk Cumhuriyet'inin izindeki medya tarafından 'aydınlatıldıkları' için 'iyot' gibi açıkta kaldılar. Artık onları ifade edecek, tepkisizliklerinin tepkisini ortaya koyacak başka bir siyasi irade gerekiyordu. Bu öyle bir siyasi irade olmalıydı ki, hiç oligarşi ve onun yazılı ve görsel bülteni olan medya tarafından dokunulmamış olsun.

" TÜRKİYE HAREKETE GEÇİYOR "du MHP'nin seçim sloganında olduğu gibi.
Tabii unutmadan, seçimlerden önce olmuş bir milliyetçi konumlanış palazlanması var. "Makarnacıların goministlik yapıp bebek katili'ni bize vermemesinden sonra sarkık bıyıklı bozkurtlarımızın İtalya Büyükelçiliği'nin bahçesine iman gücüyle degajmanlar yapması." Yüce Türk Milleti bu dönemde Reha Muhtar ve Savaş Ay gibi bir yığım medya şebeğinin gazıyla, Ülkü Ocaklarından gelen Başkurtların direktifinde Benetton t-shirtleri yaktı, Ariston Buzdolaplarını parçaladı."[6]

Bir de ' Bölücü ' Ahmet Kaya'nın Almanya'daki bir ERNK toplantısında ' yasal mermisiyle bir TC kurşunu yaklaşmakta ' Şeklinde o veciz bas sesiyle söylediği türküye tekrar adını anmaktan bıkmayacağımız, ' Antonio Banderas'dan bile daha seksi ', güzel insan Ertuğrul Özkök'ün gazetesi Hürriyet ' MANYAĞA BAK ' şeklinde bir manşet atması var.

Tabii bunlar seçimden önceydi. Bundan dolayı -bir şekilde- yazının başından bu yana ifade edegeldilğimiz milliyetçi konumlanışı fiili iktidara yollayacak oy yığınlarının teminine ön ayak oldu. Ancak unutulmamalı, eğer bu milliyetçi/Anti-Avrupa gazları seçimden sonra olsaydı bir şekilde -kamyon lastiğymişcesine hava basılmış bir motorsiklet lastiğini andıracak derecede şişmiş olan "milliyetçi konumlanış balonu" patlayacaktı. Diğer bir teşbihle -teşbihte hata olmaz diyenlerdeniz biz- seksin son aşamasına gelmiş boşalmak üzere olan bir adamın boşalmamak için kendisini zor tutmasına benziyor bu durum. Bu makarnacı ya da ' MANYAĞA BAK ' gazları dediğimiz üzere TÜRKİYE'NİN (fiili olarak) HAREKETE GEÇTİĞİ zamanda olsaydı, bu milliyetçi konumlanış biz aydınları, entellektüelleri, 'sol'/sosyalist vicdanlı, erdeme inanan insanları faşizmin zulmüne 'gebe' bırakabilirdi. Fakat Devletin başına geçmesi güzel bir kafiye yaratan neo-başbuğ Devlet Bahçeli'nin çok sakin mizaçlı biri olması bu milliyetçi konumlanışın bir türlü boşalmasına izin vermedi. (Galiba bu konumlanışın geç boşalma sounu var.)
...
Şimdi bu ülkede yaşamanın bizler için ne kadar zor olduğunun bir defa daha kafatasımızda yankılanmasına sebep olacak soru:

Bu kadarı yetmeycek mi?



[1] Turgut Özal'ın ANAP'ının bu geçersiz iddiası Türkiye'deki 5 temel siyasi eğilimden 4'ünü içeriyordu. Turancı CKMP-MHP Çizgisi (-ki ANAP'ın iktidar politikalarını esas bu grup belirlemiştir. Bu olgu Mesut Yılmaz döneminde de sürdü. Bknz: Bayındırlık ve İskan Bakanı, eski katil Yaşar Okuyan), islamcı MNP-MSP çizgisi, milliyetçi-muhafazakar, az buçuk da 'liberal' DP-AP çizgisi ve ortanın sol'u , CHP-GP-CGP çizgisi. Dikkat edilirse geriye kalan tek eğilimin postallar altında yerle bir edilen sosyalist sol olduğu görülür.
[2] Burada komik bir de durum var. Bugünün 'şahin' dış politikasını daha bilimsel bir şekilde uygulamaya çalışan ve Britanya'ya vize koyacak kadar 'ileri giden' Mümtaz Soysal fevkalade milliyetçi Tansu Çiller'ce bakanlıktan uzaklaştırılmıştı. Yerine siyasetimizin bir diğer 'abisi' Hikmet Abi geldi. (Hikmet Çetin)
[3] Türkiye'de postmodern bir amentü yazılacaksa, onun en büyük yazarlarından biri olabilecek Yavuz Gökmen'in deyişidir 'Sarışın Güzel Kadın' . fakat kendisi vefat ederek amentüyü yazma görvini üstadı 'güzel insan' Ertuğrul Özkök'e bıraktı.
[4] Hatta devamlısırıtantansunun'magictouch'ıylakandırılansalakpolitikacıgillerden Nahit Menteşe'nin mesaisinin çoğunu DYP genel merkezi yerine MHP genel merkezi'nde geçirdiği söylenir.

[5] 28 Şubat Türkiye tarihinin 6., aynı zamanda 4. başarılı (diğer ikisi Talat Aydemir'inkiler.) ve ilk postmodern darbesidir
[6] Elbete ki burada Amerika'nın bizi cansiperhane bir şekilde savunmuş olması ve hatta İtalyan Komünisti (Bir diğer 'güzel insan' Fatih Altaylı'nın deyişle) MAKSİMUM DALLAMA'yı bir güzel fırçalamış olması unutulmamalı. Nam- değer Sam Amca Türkiye'de de bir Monica bulurum düşüncesiyle yapmadı herhade bu yardımı. Amaç Almanya ve Fransa arasındaki liderlik mücadelesinden faydalanarak, ABD ile askeri, kültürel her bağlantısını koparmış ya da koparmaya çalışan Fransa'nın kontenjanından AB'ye girebilecek olan Türkiye'yi AB'den daha da doğrusu tarihsel bağlarla sımsıkı bağlı olduğu Avrupa'dan koparmaktı. Zaten bu plan da harfiyen işledi, ilk önce makarnacılara duyulan öfke katlanarak tüm Avrupa'ya yüklendi.




..

19 Temmuz 2016 Salı

'' S A D A T '' NEDİR BİLENİNİZ.? ARAŞTIRIP OKUYANINIZ.? HAKKINDA BİLGİ EDİNDİĞİNİZ OLDU MU..?



'' S A D A T '' NEDİR BİLENİNİZ ARAŞTIRIP OKUYANINIZ HAKKINDA BİLGİ EDİNDİĞİNİZ OLDU MU..?



 SADAT tartışması sürüyor: Özel askeri şirketler ne işe yarar?

"SADAT TAYYİP'İN SİLAHLI ÖRGÜTÜ MÜ?"
KURUCUSU EMEKLİ TUĞGENERAL TANRIVERDİ
BİNALİ YILDIRIM BU SORULARI YANITLAYACAK MI?
FUAT AVNİ'NİN İDDİASI: TAYYİP KENDİNE HALİFE ORDUSU KURUYOR
İMAMIN ORDUSU MU?
ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER GERÇEĞİ: EMPERYALİZMİN SİLAHLI BİRLİKLERİ!
" SAVAŞIN VİRÜSLERİ "
ÖAŞ'LER (ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER) NEDİR?
ÖAŞ'LER İÇİN BAŞKA HANGİ İSİMLER KULLANILMAKTA?
NEDEN ÖAŞ'LER İÇİN BİR PAZAR VARDIR?
ÖAŞ'LER VE IRAK
ÖAŞ'LER NORMAL ASKERİYE KADAR ETKİN MİDİR?
"İNSANİ MÜDAHALE" VE "YÖNETİŞİM" YALANLARI
"ANONİM ŞİRKET HALİNE GELMİŞ PARALI ASKERLER"

ÖZEL SAVAŞ ŞİRKETİNİN ADI: BARIŞ OPERASYONLARI BİRLİĞİ!

SADAT tartışmalarıyla birlikte "Özel Askeri Şirketler" konusu yeniden gündemde. Nedir bu "Özel Askeri Şirketler" denilen karanlık yapılanmalar? Kökeni, işlevi, misyonu ne; ne işe yararlar; nereden gelip nereye giderler? Emperyalizmin ve tekellerin özel silahlı birlikleri olan Özel Askeri Şirketler gerçeğine bakmaya çalıştık...



Salı, 12 Temmuz 2016 10:04

Türkiye SADAT adlı şirketin adını 2012 yılında duydu… Gazetelerde çıkan haberlerde, köşelerde yapılan değerlendirmelerde, bu askeri danışmanlık ve eğitim şirketinin emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi tarafından kurulduğu yazılıyor ve bu şirketin aslında ne olduğu, ne işe yarayacağına dair analizler yapılıyordu.

" SADAT TAYYİP'İN SİLAHLI ÖRGÜTÜ MÜ? "

Geçtiğimiz günlerde de CHP Milletvekili Fikri Sağlar, Başbakan Binali Yıldırım'ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı'na verdiği soru önergesinde kritik soruyu dile getiriyordu: SADAT, Tayyip'in silahlı örgütü mü?
Aslında bu soru, SADAT kurulduğu günden beri doğrudan ya da dolaylı biçimlerde çok kez dile getirildi. Ama hiçbir zaman ikna edici bir yanıt verilmedi. Soruyu soranların kuşkuları hiçbir zaman giderilmedi.


KURUCUSU EMEKLİ TUĞGENERAL TANRIVERDİ



SADAT'ın kurucusu emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, neden böyle bir işe giriştiklerini şöyle anlatıyor: "Türk Silahı Kuvvetleri 22 Türk ve Müslüman ülkeye eğitim, danışmanlık ve donanım konusunda hizmet vermektedir. Ama 60 İslam ülkesinin savunma alanında bütün ihtiyaçlarına cevap vermesi mümkün olmamaktadır. Bu ihtiyacı biz İslam ülkelerinin dini hassasiyetlerine saygılı, 64 subay ve astsubay desteğiyle biz sağlayacağız."
Evet, SADAT adlı örgütün kimler tarafından kurulduğuna bakmak gerekiyor: SADAT'ın öncülü olan Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER), 2000 yılında irticai faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle TSK'den atılan askerler tarafından kuruluyor. AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte, ASDER adlı derneğin, askeriye içinden bilgi toplayan, ordu içindeki uzantıları aracılığıyla AKP'ye belge sızdıran bir yapı olduğu iddia ediliyor.
İstanbul merkezli SADAT, kendi internet sitesinde ilan ve itiraf ettiğine göre, gayri nizami harp yani kontrgerilla eğitimi veriyor. Eğitimleri arasında "sokak hareketi türü eylemlerde ve gizli etkinliklerden oluşan harekât teknikleri" ile "istihbarat, psikolojik harp, sabotaj, baskın, pusu, suikast" da yer alıyor.
SADAT: Devlet sessiz, iktidar sessiz, TSK sessiz... Karanlık bir özel güvenlik örgütü
TSK'den emekli olan bazı özel harpçi subay ve astsubayların yüksek maaşlarla bu güvenlik şirketinde göreve başladığı ve bu kamplarda, IŞİD ve türevlerine gayrı nizami harp eğitimi verildiği de iddialar arasında.
Hatta IŞİD'çilerin eğitildiği bilgisi, Batılı istihbarat teşkilatlarının eline geçince eğitimlerin dondurulduğu, gizli silahlı yapının ise kamplarda eğitilmeye devam ettiği de iddia ediliyor. Kamplara alınan gençlerin bazılarının ise, AKP Gençlik Kolları ve Osmanlı Ocaklarından gelen gençler olduğu öne sürülüyor.
İddialar sadece bunlarla kısıtlı değil: Türkiye'deki muhtemel iç savaşın taşlarının döşendiği, yurt içinde ve gerekirse yurt dışında kahve-bar taramayı, bombalama yapmayı, suikastlar gerçekleştirmeyi göze aldıkları da kamuoyu tarafından tartışılıyor.
SADAT'la ilgilli bir haberi 2012'de soL'da da yayımlanmıştı. O haberde de buna benzer bilgiler yer alıyordu:

Türkiye'nin Blackwater'ı: İslamcı Kontrgerilla Savunma ve Danışmanlık şirketi kurdu!
BİNALİ YILDIRIM BU SORULARI YANITLAYACAK MI?

CHP'li Sağlar, soru önergesinde şu soruları yöneltti Binali Yıldırım'a:
1) SADAT'ın askeri eğitim ve danışmanlık alanlarında faaliyet göstermesine ilişkin herhangi bir bakanlık veya resmi devlet kurumlarınca verilmiş bir izin mevcut mudur?
2) SADAT'ın TSK'ya alternatif oluşturması için faaliyet göstermesine hükümet tarafından izin verildiği iddiası doğru mudur?
3) SADAT'ın kimlere, hangi gruplara ne tarz eğitim ve silah sağladığı devletin herhangi bir kurumu tarafından takip edilmekte midir? Eğer takip ediliyorsa hangi gruplara, ne tür eğitimler hangi tarihler aralığında ve nerede verilmiştir?
4) SADAT'ın eğitim verdiği kamplar nerede yer almaktadır? Bu kampların kontrolü kimler tarafından sağlanmaktadır?
5) Türkiye'nin IŞİD'i beslediği ve SADAT'ın kamplarında eğitildiği iddiası doğru mudur?
6) Gerilla eğitimi veren SADAT'ın kontrol edilmemesi durumunda, ne gibi sıkıntılara gebe olduğumuzu ön görüyor musunuz?
Binali Yıldırım'ın bu sorulara yanıt verip vermeyeceği elbette belli değil.

FUAT AVNİ'NİN İDDİASI: TAYYİP KENDİNE HALİFE ORDUSU KURUYOR

Bunlar konuşulup tartışılırken, Twitter fenomanei Fuat Avni'nin iddiaları gündeme düştü. 29 Haziran 2016 günü Fuat Avni, Twitter hesabından şu iddiaları dile getirdi:
"SADAT, Terörist Eğitim Organizasyonu gibi çalışıyor. Yıllardır bünyesinde radikal tiplere askeri eğitim veriyor.
SADAT, Çetin Güvenlik, Stratejik Düşünce Enstitüsü ve Sancak Akademi gibi yapılanmalar tümüyle MİT güdümünde. AKP Gençlik Kolları, Osmanlı Ocakları, Osmanlı Torunları Derneği ve bazı tarikatlardaki saf gençleri kandırıp kamplara yolluyorlar. Bazı tarikatlara sızan emekli TSK ve kamu personelleri oradaki gençleri IŞID kamplarına yönlendiriyor.
Osmanlı Torunları derneği, IŞİD'in önemli eleman kaynaklarından biri. Derneğin başkanı İsa Üçüncü MİT'e çalışıyor.
IŞİD kamplarına silahlar MİT'ten gidiyor. Militanlar silahları kullanma eğitimini SADAT bünyesindeki eski asker ve polislerden alıyor. SADAT'çı Adnan Tanrıverdi, kendince Halife Ordusu kuruyor.
Narsist, Adnan'ı desteklemeleri için Bozdağ ile Şentop'u görevlendirdi. IŞİD'e mühimmat sağladığı için uluslararası arenada kara listede bulunan Nitromak ve Metkim şirketlerine Savunma Bakanlığı ihale veriyor."

İMAMIN ORDUSU MU?

Evet… Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın SADAT'la olan ilişkisi, çok sayıda kuşkuyu barındırıyor? Erdoğan kendisine bağlı, yasa dışı, hukuksuz, gayri nizami, karanlık ve kanlı bir örgüt, bir özel örgüt mü yaratıyor?
Erdoğan'ın hayalindeki parti-devletin kontr-gerillası mı oluşturuluyor?

ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER GERÇEĞİ: EMPERYALİZMİN SİLAHLI BİRLİKLERİ!

Tüm bu sorular ortada dururken, biz de "Özel Askeri Şirketler" gerçeğine bakmak istedik…
Nedir bu "Özel Askeri Şirketler" denilen karanlık yapılanmalar? Kökü ne, kökeni ne, işlevi, misyonu ne, ne işe yararlar, nereden gelip nereye giderler?
Neoliberal dünyanın en ayırt edici özelliklerinden biri de, eğitimden sağlığa, adaletten güvenliğe kadar kamusal tüm alanların alabildiğine özelleştirilmesi, ticarileşmesi, "kâr" elde edilen sektörler haline getirilmesi… Kamucu anlayışa sahip sosyal hukuk devletlerinde, devletin asli görevlerinden olan, görev ve yetkileri hukukla belirlenen güvenlik ve savunma alanı; neoliberal düzende, para kazanılan, rant sağlanan, patronların kârına kâr katan bir "sektör" haline getirildi. Aynı zamanda, özel işlevler üstlenen "karanlık" sektörler…
Özel askeri şirketlerden söz ediyoruz… Güvenlik ve savunmanın özelleştirilmesinden, bu alanın ve ihtiyacın bir "kâra" dönüştürülmesinden, metalaştırılmasından söz ediyoruz…
Güvenlik ve savunma ihtiyacı kategorisi hayli farklı ve özel bir hizmet alanı… Dayanıklı tüketim maddeleri, gıda maddeleri ya da elektronik tüketim maddeleri gibi gündelik hayatı kolaylaştırmak veya temel bedensel ihtiyaçları karşılamak için gerekli olan mal ve hizmet kategorilerinden farklı bir kategori. Güvenlik ve savunma alanı, silah, asker, güç, disiplin, hiyerarşi gerektiren kendine has, yapısı itibariyle "zor gücü"nün kullanıldığı bir alan. Dolayısıyla mafyalaşan karanlık yapılar haline gelmesi, diğer sektörlere oranla daha kolay gerçekleşebilen bir alan.

"SAVAŞIN VİRÜSLERİ"
Bu haberde, önümüzdeki günlerde dağıtıma sunulacak olan yeni bir kitaptan hayli yararlandığımızı ifade etmeliyiz. Nobel Bilimsel Eserler etiketiyle yayımlanan ve Alper Ekmekcioğlu'nun yazdığı "Savaşın Virüsleri / Özel Askeri Şirketler" adlı kitap, önümüzdeki yıllarda, bu alanda başvuru kaynağı olmaya aday.

ÖAŞ'LER (ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER) NEDİR?

Özel Askeri Şirketler (ÖAŞ'ler) çarpışma operasyonları, stratejik planlama, istihbarat toplama, operasyonel ve lojistik destek, eğitim, satınalma ve bakım dahil olmak üzere savaş ve ihtilaf konularıyla ilgili uzmanlaşmış hizmetler veren işletmelerdir.
Şu ayırdedici özelliklere sahiptirler:
• Örgütsel yapı: ÖAŞ'ler tüzel yapıya sahip kayıtlı işletmelerdir
• Motivasyon: ÖAŞ'ler hizmetlerini öncelikle politik nedenlerle değil, kâr amacıyla sunmaktadır.
ÖAŞ'ler, küçük danışmanlık şirketlerinden dev milletlerüstü şirketlere çok çeşitli büyüklüklere sahiptir. Her ne kadar ÖAŞ'ler ilk olarak 2. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıktıysa da, jeopolitik değişimler ve Soğuk Savaş sonrasında pek çok ülkenin silahlı kuvvetlerinde meydana gelen yapı değişiklikleri, özel askeri sektörde hızlı bir büyümeye yol açtı. Bugün 150'nin üstünde şirket 50'den fazla ülkede faaliyet göstermekte.

ÖAŞ'LER İÇİN BAŞKA HANGİ İSİMLER KULLANILMAKTA?


Paralı asker ve özel güvenlik şirketi (ÖGŞ) gibi terimler sık sık ÖAŞ yerine kullanılmaktadır.
Yakın zamana kadar paralı askerlik, sadece kişisel çıkar amacıyla bir ihtilaf içinde yer alan oyuncuları tanımlamak için kullanılan standart bir terimdi. Bu terim bazı uluslararası anlaşmalarda da görülmektedir. Ancak bu anlaşmalar genelde açık ve net olmadıkları için eleştirilmektedir, çünkü bunlar, faaliyetlerin kendisinden çok, faaliyetin gerisindeki, tam olarak tanımlanması zor olan motivasyona yoğunlaşmaktadırlar. Örneğin, Irak'taki Amerikan güvenlik yüklenicileri, maddi kazanç kadar vatanseverlik nedeniyle de çalıştıklarını iddia etmektedirler.
Muharebe yerine personel ve mülk koruma işinde uzmanlaşan pek çok firma kendilerini ÖGŞ olarak tanımlamayı tercih etmektedir. Ancak bu koruma, varolan çekişmenin sonucunu etkileyecek denli önemliyse, muharebe ve koruma görevleri arasında ayrım yapmak zorlaşmaktadır.
Ulusal ordudan katil birliklerine

NEDEN ÖAŞ'LER İÇİN BİR PAZAR VARDIR?


Devletler, uluslararası örgütler, sivil toplum örgütleri, kalkınma ve insani yardım kurumları, çokuluslu şirketler ve hatta bireyler ÖAŞ'lerden askeri hizmet satın alabilir.
Devletler, genelde bu şirketleri ulusal kapasitenin eksik olduğu durumlarda ya da resmi olarak karışmak istemedikleri "kirli operasyonlarda" tıpkı kiralık katil mantığıyla kullanırlar.
ÖAŞ'ler, silahlı kuvvetlerin personel yetiştiremediği ya da cazip kariyer fırsatları yaratamadığı durumlarda yüksek teknoloji destekli vasıflarını hizmete sunarlar. Bunun dışında, ÖAŞ'ler varolmayan kapasiteyi ikame ederler. Örneğin, Congo-Brazaville Cumhurbaşkanı, 1994 yılında İsrailli Levdan firmasını tutarak bir önceki cumhurbaşkanına sadık askeri birimlerin yerine yeni bir kuvvet oluşturabilmiştir.
Başka bazı gruplar, ÖAŞ'leri tehlikeli ortamda çalışabilmek için kullanır. Kimileri ÖAŞ'lerin BM ve diğer uluslararası örgütler için kullanışlı olabileceğine, çünkü ÖAŞ'lerin konuşlandırılmasının, ulusal birliklerin BM nezareti altında konuşlandırılmasından daha az politik tartışma yaratacağına işaret etmişlerdir.
Bireyler ve gruplar ÖAŞ'leri kimi zaman bir hükümeti devirmek ve yasadışı faaliyetleri korumak gibi daha sinsi amaçlar için kullanmaktadırlar.
ÖAŞ'LER VE IRAK

Irak'ın işgali, özel askeriye ve güvenlik sektörünün uluslararası yeniden inşa girişimleri tarihinde örneği görülmemiş derecede katılımına yol açmıştır. Askeriye ve güvenlik hizmetleri alanında çalışan ve 20,000'den fazla personel istihdam eden 60'ın üstünde firma ile ÖAŞ'ler Irak'ta ABD'den sonraki en büyük kontenjanı oluşturmaktadır. ÖAŞ'lerin yaygın kullanımı ciddi yasal ve operasyonel sorunlara da yol açmıştır:
• Artan şiddet nedeniyle firmalar operasyonlarını geciktirmiş ya da sona erdirmiştir. Alınan raporlara göre Kellogg, Brown and Root (KBR)'a ait bir konvoyun Nisan 2004'te pusuya düşürülmesi üzerine KBR için çalışan pek çok kamyon sürücüsü, güvenlik arttırılmadığı sürece çalışmayı reddetmiş, pek çok taşeron ülkeyi terk etmiş ve Irak'ın bazı bölgelerinde askeri birlikler ikmalden yoksun kalmıştır.
• Askeriyenin yetenekli askerleri elinde tutabilme yetisi sekteye uğramıştır. ABD Özel Operasyonlar Komutanlığı, bu askerleri elde tutabilmek için yeni maaş, imtiyaz ve eğitim olanakları oluşturmuş, Birleşik Krallıkta ise seçkin askerlere, Irak'taki ÖAŞ'lerde çalışabilmeleri için bir sene boyunca izne ayrılma hakkı ('sabbatical') tanınmıştır.
• Geçici Hükümet Konseyi döneminde firmalara Irak yasasından muaf olma hakkı tanınmıştır. Abu Ghraib skandalında adı geçen altı firma çalışanı asla mahkemeye çıkmamıştır.
• Şirketler 'artı masraflar' yöntemiyle çalıştıkları için Halliburton KBR bölüğü olayında iddia edildiği gibi yolsuzluk mümkün hale gelmiştir. Amerikan ordusu Halliburton'un talep ettiği 1.8 milyar Amerikan Doları tutarındaki ücrete belgelerin yetersiz olmasından ötürü itiraz etmiştir.
• Bazı durumlarda firmaların çalışanlarına yeterli eğitim vermediği düşünülmektedir. Ekim 2005 ayında yayınlanan bir Amerikan Ordu raporunda Blackwater firmasından dört kişinin ölümüyle sonuçlanan uçak kazasının pek çok devlet kuralının ihlali sonucu gerçekleştiği yazılmıştır. Bu ihlaller arasında pilotlara yeterince ülke içi eğitim verilmemiş olması da bulunmaktadır. Blackwater yetkilileri suçlamaları reddetmiştir.

ÖAŞ'LER NORMAL ASKERİYE KADAR ETKİN MİDİR?

Bazı analistler ÖAŞ'lerin operasyonel konularda normal askeri kuvvetlerden daha büyük avantajlar sunduğunu öne sürmektedir. Örneğin:
• Hızla konuşlandırılabilmek;
• Güç kullanımı konusunda kamusal endişelerin daha az olması
• Zayıf politik kurumlara sahip ülkelerde yerel askeriye karşısında denge unsuru olmaları bu avantajlar arasında sayılabilir.
Bunların gerçekten birer avantaj olup olmadığı bir yana, pek çok analist ÖAŞ'lerin normal askeri kuvvetlere oranla bir çok operasyonel dezavantaja sahip olduğunu düşünmektedir:
• Görev [aşkıyla] değil, kar amacıyla motive oldukları için, göreve bağlılıkları normal askeriye mensuplarından daha az addedilmektedir.
• Çalışanları askeri emir-komuta zincirinin dışındadır.
• Sözleşmelerinin her türlü olasılığı kapsaması mümkün olmadığı için muharebede esneklikleri ve muhtemelen beklenmedik durumlarla başa çıkabilme yetileri azalmaktadır.
• Muharebe-dışı elemanları gereken durumlarda askeri kapasiteyi arttıracak çapraz eğitimden yoksundur.
• Bazı analistler bu şirketlerdeki maliyet azaltma baskısının personelin hayatını tehlikeye atacak kararlar alınmasına yol açacağına inanmaktadır – örneğin, 2004 yılında Blackwater'ın dört çalışanının ölümünden sonra artçı olarak görev yapacak beşinci bir askerin maliyet kısıtlamaları nedeniyle gruba katılmaktan alıkonduğu iddia edilmiştir.
• ÖAŞ'ler herhangi bir nedenle başarısız oldukları takdirde normal askerlerin görevlerini yerine getirebilme yetisi azalmaktadır.

"İNSANİ MÜDAHALE" VE "YÖNETİŞİM" YALANLARI

Yrd. Doç. Dr. Filiz Çulha Zabcı ise "Yeni Savaşların Gizli Yüzü: Özel Askeri Şirketler" adlı çalışmasının giriş yazısında konunun çerçevesini şöyle çiziyor:
Soğuk savaşın ardından, "yeni dünya düzeni" olarak adlandırılan dönem, hegomonik bir güç olarak beliren ABD'nin "büyük vaadi" ile başladı: "Demokrasiyi dünyada yaygınlaştırmak". Bu "büyük" vaad, yoksulluk, adaletsizlik ve şiddet dolu bir dünyayı kurmak biçiminde gerçekleşti ve iki "siyasi/askeri" araca dayandı: İnsani müdahale ve yönetişim.

"İnsani müdahale", 90'lardan itibaren ABD'nin ve diğer güçlü ülkelerin, NATO ve BM ile birlikte başka ülkelere gerçekleştirdikleri her müdahalenin "kılıfı"nı oluşturdu. Bu ad altında yapılan askeri harekatlar, işgaller, insani değerlere, adalete, özgürlüğe "evrensel" bir katkı olarak gösterildi.
Savaşın özelleşmesi öylesine genel bir eğilim ki ve Irak savaşında öyle bir noktaya ulaşmış durumda ki, bundan böyle özel askeri endüstrinin kollarını uzatmadığı bir çatışma ya da savaşın mümkün olmadığı dahi düşünülüyor. Bu endüstri devletlerden aldığı paralar sayesinde gittikçe şişiyor.
Örneğin, ABD, Orta Asya ve Afganistan'ı da içerecek şekilde Irak'a yönelik harcamalarını bu yıl için 87 milyar dolar olarak kararlaştırmışken, özel askeri endüstriye bu miktar içinden aktarılan pay 30 milyar dolar olarak belirlenmiş durumda. Yani, ABD'nin askeri harcamalarının üçte bir özel askeri şirketlere aktarılıyor (Traynor, 2003). Bu durum, önümüzdeki dönemde içinde paranın ve şiddetin dolaştığı gri bir alanın gittikçe büyüyeceğini gösteriyor.
Daha önce belirtildiği gibi "paralı askerlik" ve bu anlamda savaşlarda ya da çatışmalarda "özel" güçlerin kullanımı yeni bir olgu değil. Özel askeri şirketler, paralı asker ticaretinin, "evrim geçirmiş, globalleşmiş ve şirketleşmiş" modelini temsil ediyorlar (Singer, 2004). Bu şirketler, global pazar içindeki güvenlik endüstrisinin yükselen unsurları ve geleceğin güvenlik çerçevesini de büyük ölçüde etkileyecekler.

"ANONİM ŞİRKET HALİNE GELMİŞ PARALI ASKERLER"

Filiz Çulha Zabcı, Özel Askeri Şirketler kavramını şöyle tanımlıyor:

İngiltere hükümetinin, özel askeri şirketler üzerinde odaklanan Rapor'u (UK Government Green Paper, 2002) bunların uluslararası düzeyde hukuki bir düzenlemeye tabi tutulması sorununu tartışmaya açmaktadır. Özel askeri şirketler konusunda oldukça ayrıntılı ve kapsamlı bilgilerin yer aldığı metin, tanım sorunu üzerinde de durmaktadır. Özel askeri endüstri içinde birbirinden farklı çok sayıda grup bulunuyor: Paralı askerler, özel ordular, özel güvenlik şirketleri, özel istihbarat şirketleri ve özel askeri şirketler.
"Green Paper"a göre paralı askerler, bir kazanç karşılığı savaşan ya da savaşçı becerilerini satan kişiler. Özel ordular ise genellikle gelişmekte olan ülkelerde rastlanan bir olgu. Özellikle, Güney Amerika'da "uyuşturucu lordları"nın ya da Afrika'da Liberya örneğinde olduğu gibi "savaş lordları"nın özel ordularına rastlıyoruz. Rapor'a göre, bu grupta yer alanların en dikkat çekici olanları belli kişiler etrafında örgütlenen El Kayde gibi "dini" ordular.
"Green Paper", özel askeri şirketleri, geniş bir askeri ve güvenlik alanı içerisinde sözleşmeli olarak çalışan ve vurucu operasyonlara katılacak şekilde donatıldıkları için özel güvenlik şirketlerinden farklılaşan gruplar olarak ele almaktadır.

ÖZEL SAVAŞ ŞİRKETİNİN ADI: BARIŞ OPERASYONLARI BİRLİĞİ!

Özel askeri endüstri üzerine çalışan bir uluslararası ilişkiler uzmanı, Deborah Avant, özel askeri şirketlerin, bir ülkenin kiralık askerlerinden farklı bir şey olduğunu; onların para karşılığı herşeyi yapan "savaş köpekleri" ya da "kendi hesabına çalışan" kişiler olmadıklarını belirtiyor ve bu şirketlerin global pazarda uzun erimli bir yere sahip olma amacını taşıdıklarını; bu yüzden de askeri hizmet gibi meşru bir işlevi yerine getirdikleri konusunda inandırıcı olmaya çalıştıklarını öne sürüyor. Bu şirketler şimdiden bir ticari grup oluşturmuşlar bile: Uluslararası Barış Operasyonları Birliği (International Peace Operations Association) (Aktaran, Khan, 2002).

Aslında, birçok güvenlik şirketinin çarpışmalarda yer alması, onlarla özel askeri şirketler arasındaki "niteliksel" farkı silmektedir. Fakat, aynı zamanda özel askeri şirket olarak nitelenen pek çok şirket de "vurucu operasyonlar"da yer almamaktadır. Bu gibi nedenler yüzünden, özel güvenlikle ilgili grupların tanımlarına ilişkin tartışmalar dallanıp budaklanmaktadır. Herhalde tanımdan daha önemli bir soru, bu oluşumların neyi temsil ettikleridir. Paralı askerlerin faaliyetlerini izlemek üzere görevlendirilen Birleşmiş Milletler Raportörü'nün söyledikleri bu açıdan önemlidir:

"Paralı askerlerin faaliyetleri, son kırk yıldır halkların kendi kaderlerini belirleme haklarını kullanmalarını engellemek ve insan haklarını ihlal etmek için devreye sokulan bir şiddet biçimidir" (Aktaran, Jackson, 2002: 39; Taulbee, 2002: 7).

Raportör, özel askeri şirketleri "anonim şirket haline gelmiş paralı askerler" olarak değerlendirmektedir. Bu anonim şirketler ya uluslararası müdahale adı altında yapılan operasyonların önemli bir parçası olmakta ya da ABD'nin ve diğer güçlü devletlerin ekonomik çıkarlarının bulunduğu bölgelerde kullandıkları güçler olmaktadır. Güçlü devletlere, bu şirketler birçok olanak sunar: Askeri müdühalenin getireceği maliyet ve risklerden kurtulurlar. Irak'ta olduğu gibi kendi kamuoyunun tepkisini engellemiş olurlar. İnsan hakları ihlalleri için "hesap vermek" durumunda olmazlar.



..


OLMAYACAK ŞEYLER..,


OLMAYACAK ŞEYLER..,













Birbirini izleyen şaşırtıcı olumsuzluklar karşısında tepkisiz bir toplum yaşamı geleceğe ilişkin endişeleri artırıyor. Açıklanan eleştiriler, kınamalar, vurgulanan aykırılıklar, çelişkiler ve sakıncalar kimsenin umurunda değilmiş gibi kendi içine kapanan bir toplum görünümü veriyor. İktidar yandaşı iş çevreleri, medya kesimi, kimi yardım ve olanaklardan başka bir şeyle ilgilenmeyen, iktidarın verdiklerinin kesileceğinden korkan işçi, çiftçi, esnaf yurttaşlar. Muhalefetin yetersiz çabaları bir yana, siyasal gelgitleriyle iktidarın ekmeğine yağ-bal süren tutuk, donuk, lâfçı, gittikçe güven yitiren karışık kesimi.

Hukuk devleti niteliğindeki yitikler nedeniyle giderek karakterinden yoksun kalan demokrasinin siyasal cilveler düzenine dönüşmesi başlıca sorun durumunda. “Başbakanlık darbesi” sayılacak oluşum, rejimin ufkundaki kara bulutların habercisi. AKP’ye genel başkanı, cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Bay RTE atadı. AKP’liler “Olur” demek zorunda kaldılar. 

Seçim sayılırsa, seçen AKP delegeleri değil, Bay RTE, awnayasadaki aşırı yetkilerini yetersiz bulup daha ağır, daha sert ve daha istediği gibi yönetmek için “ Başkanlık sistemi ” dayatmalarını artıran Bay RTE’nin buyruğundaki milletvekillerinin dokunulmazlık konusundaki aykırı ve yararsız düzenlemeye katılmaları yapısal bozukluğun ilginç belirtilerini veriyor. Başkanlık sevdasının ateşi bacayı sarmış, çatıya ulaşmıştır. anayasaya aykırı Yargıtay ve Danıştay operasyonu ortada.

Her gün beş-on şehidin geldiği ortamın sorumlularını soran yok. “Yargı bağımsız değil ki tarafsız olsun. Çünkü yargının tarafsız olduğuna güvenimiz yok” (Cumhuriyet 8 Mayıs 2016, Ali Sirmen), sonra 19 Mayıs 2016 günlü Cumhuriyet’in 7. sayfasındaki “Vicdansız Karar” başlığı ile 3. Sayfasındaki Prof. Dr. Emre KONGAR’ın “Anayasasız yargı hiçtir” başlıklı yazısındaki anlamlı değinmeler, hukuk bilginlerinin eleştirileri, öbür yansız yazarların yazılarındaki olumsuz nitelemeler (skandal karar gibi), hukuksuzluktan yakınmaları içeren yazılar, ilgililerin tutumlarındaki boşluğu açıkça ortaya koymaktadır. Hukuksuzluğun tırmanışı, rejimin tükenişidir.
HAYRET
Çıkar, vicdanı nasıl susturup kurutuyor. Tarihsel olayların ulusal bilinçteki yerinin sıcaklığı dururken hakların ve özgürlüklerin güvencesi hukuku çiğneyerek demokrasinin temelini yıkmaya, karanlığı çekmeye nasıl katlanılır? Yayın yasakları ve yavşaklık dökülen konuşmalarla gerçekleri yadsıyıp kazanımlar nasıl yıkılır, onlardan nasıl yoksun kalınır? 

Özgürlükler yalnız iktidar ve yandaşları için anlam taşıyorsa ulus karanlıkta demektir. 

Yarınlarda devrim muhafızlarının kapıları çalmayacağına, yolda çevirmeyeceğine nasıl güvenilir?

Devletin özgün öğeleri olarak birbirini denetleyen yasama, yürütme ve yargı erkleri, ulusal varlığın kurucu, hukuksal dayanaklarıdır. Bunların bir elde toplanması ya da işlevlerini yapamaz duruma düşmeleri -düşürülmeleri, hukuksal çöküş, siyasal yıkımdır. Bağımsız olmayan yargının yargı olmadığı gerçeğini görmeyenler kendi kendilerinin cellâdıdır. Bağımsızlıktan sorumlu olanlar da önce yargıçlardır. Duygusallığı, yandaşlığı, karşıtlığı, kişisel eğilimlerini görevi dışında tutmayan, aklının ve vicdanın sesi olan adaleti yaşama geçiremez. Yargıcın yansızlığı, bağımsızlığının özüdür. Hukuk görevlisi olarak adaleti belirlemek, kutsal çalışmasıdır. 
Ulusal aydınlığı siyasal karanlıklara tutsak kılmamak için adalet dağıtanlara büyük sorumluluk düşmektedir.

Yararlanıp yaslandıkları anayasanın değişmesini istedikleri kuralları söylemeyip yalnız “Atatürk milliyetçiliği, lâiklik, Türk Ulusu, Türk Devrimi”yle ilgili kuralları nedeniyle “Yaşlı ve sakat anayasa” nitelemesini yapan iktidar sözcülerinin bilgi yoksunluğu ile niyet bozukluğu açıktır. Öte yandan günümüz aykırılıklarını eleştirirken bunların “…cumhuriyetin tek parti ve tek adam tarihinden izler taşıdığı”nı ileri sürmek de nankörlük ötesi bir kötü çıkıştır.
Siyasal çıkarları için anayasanın öngördüğü olağanüstü önlemleri göz ardı edip tam bir savaş ortamına giren Güneydoğu’dan yükselip yoğunlaşan acıların sorumlusu da iktidardır. Olumsuzlukların iktidara güç kattığı, oyunu artırdığı bir durum, şaşırtıcı olmaktan çok düşündürücüdür. Aydınlara, ilericilere, temiz inançlılara,

Atatürkçülere, muhalefete büyük sorumluluk düşmektedir. 
Tarihin suçlamasını kimse silemez ve kaldıramaz.

.

NASIL..



NASIL..,







YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN
18 Temmuz 2016

İktidarı dinlendiren uzun dinlence günlü Şeker (Ramazan) Bayramı'nı 145 ölü, 540 yaralı ile geride bıraktık. Düzensizlik ve ilgisizlik nedeniyle acılara boğan bayram trafiği yanında siyasal trafik de yoğundu. İnanç sömürüsünü beceri sayanların namaz, mezarlık ve ev ziyaretleri içtenliksiz sözler ve yaklaşımlarla sürdü. Eski bayramları her yönüyle aratan ortam şehit haberleriyle de yürekleri yaktı. Ulusal yapının değerini bilmeyenlerin neden olduğu olaylar, özellikle ayırımcı partizanlık, karşıtlıklar, haksızlık ve hukuksuzluklarla tırmanan adaletsizlikler, insanlıkdışı durumlar toplumsal dokudaki bozukluk ve ilişkilerdeki çözülmeyi ortaya koymaktadır.
Şaşırmamak olanaksız. Bayramda nasıl gülebildiler, ağızları nasıl tat aldı? Şehitlerin cenaze törenlerindeki görünümler, yakınlarının acılı sözleri, sorumlu katlardakilerin hiçbir şey olmamış gibi davranmaları yanında terörün sonuçlarından oy toplamaya çalışmaları çelişkisi düşünceleri ağırlaştırıyor. Her şey düzgün ve yolundaymış, hattâ başarı üstüne başarı kazanılıyor görüntüsü veriliyor. Oysa yaşamsal ve ulusal ilkeler başta tam bir çöküntü ve yıkıntı var. Binaların, köprülerin yıkılması duygu ve düşünce alanındaki yıkıntıdan daha önemli değildir. Bu bağlamda büyük kırılma yaşıyoruz.
İktidara yaranmak isteyen kişiliksizlerle niteliklerini saklayarak her dönemin adamı olan ikiyüzlüler, toplumsal bağları bir bir koparmaktadır. ATATÜRK'ün Gençliğe Seslenişi'ni okumak suç sayılmakta, 10. Yıl Marşı'nı söylemek soruşturma konusu yapılmakta, “Ne Mutlu Türk'üm Diyene!” özdeyişi, Öğrenci Andı ile “T.C.” simgesi yasaklanmaktadır. Yalakalık ve uşaklık artmakta, siyasal etkinliklere yandaşların katılımı için her yol denenmektedir. Anlam bağlamında günümüzün en büyük ulusal iki sorunu, Anayasa'ya aykırılık ve yargıya güvensizliktir.

GİDİŞ

Her yere öyle AKP'li doldurulmuş, her yerde kimileri öyle AKP'li olmuş ve AKP'li yapılmış ki kimi polis okullarında neler söylenip dayatıldığına, okullarda müfettişlerin neleri gözetip istediğine, neleri kovuşturduklarına ilişkin duyduklarımız tüyler ürpertiyor. Üniversite öğretim üyelerine ilişkin tutumlar ortada. Dayanışma, görüş açıklama ve özgür düşünce, siyasal kıskaca alınıyor. Hukuksal güvencenin yoksun olduğu, adaletin gölge altında kaldığı yerde insanlık, bağımsızlık, özgürlük ve onurdan söz edilemez. İnanç yandaşlığı baskısıyla sindirilen toplumlar geleceğe sağlıklı bakamaz. Lâik Atatürk Cumhuriyeti'ni bitirmek için her şey yapılıyor ama bitiremeyecekler, kendileri bitecektir.
Yurttaşlarını değişik, çelişkili ve yakışıksız sözlerle ayıran, karşıtlarına hakaret eden, yalanı-dolanı alışkanlık durumuna getiren, konumu, katı ve sıfatıyla bağdaşmayan tutum ve davranışlar içinde olanlar bir gün sorumluluklarının yaptırımı ile karşılaşırlar. Kötüler ve kötülük için sonsuzluk yoktur.
Silâh kullanımı gittikçe artıyor. Suçlar artıyor. Yılın 7 ayında yitirilen kadın sayısı 200'e yaklaştı. Yetkili ve sorumlular ne yapıyor? Hangi önlemleri alıyorlar? Yerlerini korumaktan, iktidarlarını sürdürmek için devlet olanaklarıyla insanları okşamaya çalışmaktan başka ne yapıyorlar? Toplumsal olaylar ortada. Adaletle ilgili durumlar ortada. Üniversiteler ve kitle örgütlerinin, medyanın durumu ortada. Eğitim-öğretim, sağlık, ekonomi, çevre, kent, göçmen sorunları ortada. Bunca işsiz yoksul ve yoksun yurttaşımız varken bir de Suriyeli sevdası, iktidara yandaş seçmen kazanmak için, Beştepe'yle gündeme oturtuldu.
“İyileşme”den söz edenlerin vereceği örnekler bekleniyor. Siyasal yalanlar artık kimseyi kandırmıyor, aldatmıyor. Şehit ailelerinin oturduğu kerpiç konutları düşünmüyorlar.
Teröristler kimlerin zamanında ülkeye girdi? Kimlerin zamanında yer edindiler? Mağaralara nasıl yerleştiler? Nasıl ev tutup yer açtılar? Silâhları, cephaneleri kimlerin zamanında taşıdılar, getirdiler, nasıl sağladılar? Tonlarca patlayıcıyı nasıl ülkeye soktular, köprü altlarına, geçitlere nasıl ve ne zaman yerleştirdiler? Yollar denetimsiz bırakılmasa, istihbarat etkin olsa, yaşam malzemeleri, araç- gereçler depolanabilir miydi? Yönetimlerinde bu olaylar gerçekleşenlerden hesap sorulmayacak mı? Şehitlerin kanı yerde mi kalacak, suçlular yakalanmayacak mı? Kentlerde onlarca araç yakılıyor. Yakanlar yok. İzlendiler mi, araştırıldılar mı, yakalandılar mı? İşbirlikçileri kimlerdi, akçalı olanakları nasıl ediniyorlardı? Nasıl, nasıl?

DEĞERLENDİRME

Tepkileri ve istekleri hukuk içinde kalarak, herkesin desteğini alacak biçimde açıklamak varken darbe yoluyla sonuç almak girişimi çağ dışı bir çabadır. Hukuka yaklaşımı kınanan iktidarın ezan ve sokağa çağrılı karşı çıkışlarıyla sömürüp yaralamaya çalışacağı bir olayı asla uygun bulmuyoruz. Demokrasiye bağlılıkla toplumsal barış ve ulusal dayanışma çağrımızı bir kez daha yineliyoruz.