20 Temmuz 2016 Çarşamba

GELDİM DİYEN FAŞİZM..,

.


GELDİM DİYEN FAŞİZM


Geliyorum diyen Faşizm,

12 Eylül 1980 sabahından bu yana fiili olmasa da postmodern çağlara yaraşır bir şekilde sanal bir iktidar keyfi süren milliyetçi konumlanış, bugün sokaktaki her 5 insandan 1'inin de oyunu almış olmanın ' fiilliğiyle ' dişlerini çıkarmaya başlamış ve kafatasçı, değişmeyen yapısıını ortaya koymaya başlamıştır.
"Milli Güvenlik Kurulu'nun 1 no'lu bildirisi: Yüce Türk Milleti! Kahraman Türk Ordusu idareyi ele almıştır" anonsunun ve ardından Hasan Mutlucan'ın davudi sesiyle seslendirdiği kahramanlık türkülerinin Türkiye'sinin üzerinden 19 sene geçmesine rağmen faşist koorparatizmin toplum hayatında açtığı derin yaraların izleri silin(e)medi; aksine bu izler daha da derinleştirilerek , onların kalıcı olması sağlandı. Bunun sonucunda 1980'den 1983'e emekli bir amiral olan ve tarihimizin de en beceriksiz adamlarından biri olma becerisini gösteren Bülent Ulusu'nun başbakanlık ettiği hükümetin faşist valileri, belediye başkanları, bakanları, ardından 83'ün sonundan 90'ların başına değin dört eğilimi birleştirdiğini söyleyen [1] ve Turgut Özal'ın karizmatik siyaseti ve neo-liberalizmi aslanlar gibi uygulaması ve yeni bir lümpen-burjuvazi yaratmasıyla ANAP, ardındansa ANAP'ın aşırı bozduğu gelir dağılımından memnun olmayan memur, işçi, köylü ve küçük esnaf'ın oylarını alarak iktidara gelen Süleyman Demirel'in DYP'si, faşist kökenli , diğer bir deyişle eski MHP'lileri (Sözgelimi DYP için yine eski bir katil olan Yaşar Dedelek'i ve Deniz'i asan Baki Tuğ'u örnek verebiliriz.) bünyesinde barındırarak bu endirekt iktidarı sürdürdüler.

İşte tam bu sıralarda bu milliyetçi -daha da doğrusu adını koyarak ifade edersek- ırkçı, faşist endirekt iktidar, kendine fiili iktidara giden yolu açan azgın nehirle buluştu: PKK ve onun terörü. Tam da bu sırada Kösem ya da Hürrem Sultanlar gibi iktidarı ele geçiren Tansu Çiller, siyasetimizin İsmet Abisini ve bir yükselen değer stereotipini oluşturan Mehmet Ağar'ı da arkasına alarak, tarihimize Şırnak Baskını olarak geçen ve TSK'nın Kıbrıs'taki Kocatepe 'dangalaklığı' ve Sivas Katliamında insanların cayır cayır yanmalarını seyretmesiyle birlikte en büyük üç büyük rezaletinden birini oluşturan ve bir T.C şehrinin başka bir ülke askerlerinin değil, bir terör örgütünün bayrağına teslim edilmesini içeren doruk noktasına gelmiş hıncı kullanarak bu milliyetçi konumlanışı körükledi.

Tabii bu sırada (evlere şenlik) "sol"da da Erdal İnönü'nün CHP'sinin yerel yönetim başarısızlığıyla gerilemesinin ardından dürüst lider diskuruyla yükselen Rahşan'ı Sevenler Derneği Genel Başkanı Bülent Ecevit de bu milliyetçi konumlanışa 'demokratik sol' sos koyarak eklemlendi.[2]

Tansu Çiller'in ayrıca TSK'nın başında Doğan Güreş gibi evlere şenlik bir adamı oturtarak orduyu pasifize etmekle yetinmeyerek, JİTEM gibi adını daha sonra Susurluk'la birlikte çok duyacağımız 'derin devlet'e ait her eve giren 'kulaklarla' donatılmış MİT harici istihbarat örgütünü kurması ve bunların başına da yine -tabii ki Mehmet Ağar komutasında- ülkücü mafyanın ileri gelenlerini koyması bu konumlanışın şahlanışına tuz biber ekti.

Tabii bu konuımlanışa paralel bir şekilde üstelik de daha büyük bir ivmeyle yükselen bir islamcı konumlanış da var; ancak bu konu bu yazının sınırlarını aşıyor.

Güneydoğu'da savaşın TSK lehine dönmesine rağmen daha önce oluşturulmuş sarkık bıyıklı özel timin ve korucuların lağv edilecileceği halde daha da yeni -Amerikan malı- silahlarla donatılması işte bu milliyetçi konumlanışın artık gemlenemez bir konuma geldiğinin kanıtıydı. Kaldı ki, bu dönemde iktidarda oldukça yıpranan '[3]sarışın güzel kadın' henüz öl(e)memiş başbuğun yardımıyla ayakta durabiliyordu. Bu dönemde MHP ve DYP'nin arasından su sızmıyordu. [4]

Ardından islami konumlanışın -reel amnlamıyla RP'nin- ilginç bir şekilde daha önce MÇP (Milliyetçi Çalışma Partisi, MHP'nin eski adı.) ve IDP (MHP çizgisiyle MNP çizgisinin ortasını bulmayı amaçlayan tarikatçı Aykut Edibali'nin Islahatçı Demokrasi Partisi) - ile seçime ortak listeyle girmesinin ardından girdiği ilk genel seçimde neredeyse her 4,5 seçmenden 1'inin oyunu alarak birinci çıkması geldi. RP'yi ve dolayısıyla da onu destekleyen Anadolu Kaplanları, Yeşil/İslami Sermaye, MÜSİAD gibi isimlerle ifade edilen ; fakat bizim 'Anadolu Ticaret Burjuvazisi' tabirini kullandığımız grubun, ülkenin subaşlarını çoktandır ellerinde tutmakta olan Komprador batı Burjuvazisi (Reel anlamda TÜSİAD) + Askeri bürokrasi (Adıyla şanıyla TSK, özellikle de onun üst komuta kademesi) + Sivil Bürokrasi (Düzen siyasetinin 'düzen' adamları) tarafından oluşturulan 'oligarşi' tarafından iktidardan uzaklaştırılması amacıyla ittire kaktıra, Ertuğrul Özkök gibilerinin nikah şahitliğini yaptığı bir anayol hükümeti kuruldu. Beklendiği üzere bu hükümet birkaç ay sonra iflas etti. Yerine kurulacak başka bir RP'siz alternatif yoktu. RP ilk önce ANAP'la anlaşacak gibi oldu; fakat Mesut Yılmaz büyük bir yerlerden aldığı emirlerden olsa gerek çıkardığı 'dandik'ten bakan dağılım kriziyle koalisyonu kurmadı. Sıra Çiller'deydi... İktidarını hem parti içinde, hem de Trakya'da arazi mafyasında, hem de derin devlette sürdürebilmek için hükümete muhtaçtı, o da bu fırsata balıklama atladı ve refahyol kuruldu. Bu dönemde MHP süt dökmüş kedi gibiydi, RP'nin aptal bir sabırsızlıkla Kemalistlerin ve oligarşinin damarına basmasını 'cık cık'layarak 'olmaz ki canım böyle şey' mantığıyla Cumhuriyet Gazetesi'nden, Doğu Perinçek'e, Attila İlhan'dan, Yalçın Küçük'e, Atatürkçü Düşünce Derneği'nden, Yekta Güngör Özden'e kadar bir yığın ..........'nın takdirlerini kazanıyordu. Zaten 28 Şubat'ta da Türkiye'nin 6. darbesi "herkesin imdadına" yetişti. [5]

Ardındansa RP'nin çürütülmesi için partinin kapatılmasına dek gidecek VUR!-AL! SAVAŞ!'lı yola girildi. RP'ye oy veren yığınlar ve özellikle de gelecek ilk seçimde ilk kez oy kullanacak olan milyonlarca, Anadolu kıraathanelerinde, ülkü veya nizam-ı alem ocaklarında, bilardo masalarında, genelevlerde pinekleyen 'delikanlı'lar da bir siyasi ifade aracı arayışına girdi. Bu dönemde tarikatlarda oralarına buralarına şiş sokan genç erkekler, ya da tarikat şeyhlerine bekaretlerini sunan genç kızlar 'Laik, demokratik, Atatürk Cumhuriyet'inin izindeki medya tarafından 'aydınlatıldıkları' için 'iyot' gibi açıkta kaldılar. Artık onları ifade edecek, tepkisizliklerinin tepkisini ortaya koyacak başka bir siyasi irade gerekiyordu. Bu öyle bir siyasi irade olmalıydı ki, hiç oligarşi ve onun yazılı ve görsel bülteni olan medya tarafından dokunulmamış olsun.

" TÜRKİYE HAREKETE GEÇİYOR "du MHP'nin seçim sloganında olduğu gibi.
Tabii unutmadan, seçimlerden önce olmuş bir milliyetçi konumlanış palazlanması var. "Makarnacıların goministlik yapıp bebek katili'ni bize vermemesinden sonra sarkık bıyıklı bozkurtlarımızın İtalya Büyükelçiliği'nin bahçesine iman gücüyle degajmanlar yapması." Yüce Türk Milleti bu dönemde Reha Muhtar ve Savaş Ay gibi bir yığım medya şebeğinin gazıyla, Ülkü Ocaklarından gelen Başkurtların direktifinde Benetton t-shirtleri yaktı, Ariston Buzdolaplarını parçaladı."[6]

Bir de ' Bölücü ' Ahmet Kaya'nın Almanya'daki bir ERNK toplantısında ' yasal mermisiyle bir TC kurşunu yaklaşmakta ' Şeklinde o veciz bas sesiyle söylediği türküye tekrar adını anmaktan bıkmayacağımız, ' Antonio Banderas'dan bile daha seksi ', güzel insan Ertuğrul Özkök'ün gazetesi Hürriyet ' MANYAĞA BAK ' şeklinde bir manşet atması var.

Tabii bunlar seçimden önceydi. Bundan dolayı -bir şekilde- yazının başından bu yana ifade edegeldilğimiz milliyetçi konumlanışı fiili iktidara yollayacak oy yığınlarının teminine ön ayak oldu. Ancak unutulmamalı, eğer bu milliyetçi/Anti-Avrupa gazları seçimden sonra olsaydı bir şekilde -kamyon lastiğymişcesine hava basılmış bir motorsiklet lastiğini andıracak derecede şişmiş olan "milliyetçi konumlanış balonu" patlayacaktı. Diğer bir teşbihle -teşbihte hata olmaz diyenlerdeniz biz- seksin son aşamasına gelmiş boşalmak üzere olan bir adamın boşalmamak için kendisini zor tutmasına benziyor bu durum. Bu makarnacı ya da ' MANYAĞA BAK ' gazları dediğimiz üzere TÜRKİYE'NİN (fiili olarak) HAREKETE GEÇTİĞİ zamanda olsaydı, bu milliyetçi konumlanış biz aydınları, entellektüelleri, 'sol'/sosyalist vicdanlı, erdeme inanan insanları faşizmin zulmüne 'gebe' bırakabilirdi. Fakat Devletin başına geçmesi güzel bir kafiye yaratan neo-başbuğ Devlet Bahçeli'nin çok sakin mizaçlı biri olması bu milliyetçi konumlanışın bir türlü boşalmasına izin vermedi. (Galiba bu konumlanışın geç boşalma sounu var.)
...
Şimdi bu ülkede yaşamanın bizler için ne kadar zor olduğunun bir defa daha kafatasımızda yankılanmasına sebep olacak soru:

Bu kadarı yetmeycek mi?



[1] Turgut Özal'ın ANAP'ının bu geçersiz iddiası Türkiye'deki 5 temel siyasi eğilimden 4'ünü içeriyordu. Turancı CKMP-MHP Çizgisi (-ki ANAP'ın iktidar politikalarını esas bu grup belirlemiştir. Bu olgu Mesut Yılmaz döneminde de sürdü. Bknz: Bayındırlık ve İskan Bakanı, eski katil Yaşar Okuyan), islamcı MNP-MSP çizgisi, milliyetçi-muhafazakar, az buçuk da 'liberal' DP-AP çizgisi ve ortanın sol'u , CHP-GP-CGP çizgisi. Dikkat edilirse geriye kalan tek eğilimin postallar altında yerle bir edilen sosyalist sol olduğu görülür.
[2] Burada komik bir de durum var. Bugünün 'şahin' dış politikasını daha bilimsel bir şekilde uygulamaya çalışan ve Britanya'ya vize koyacak kadar 'ileri giden' Mümtaz Soysal fevkalade milliyetçi Tansu Çiller'ce bakanlıktan uzaklaştırılmıştı. Yerine siyasetimizin bir diğer 'abisi' Hikmet Abi geldi. (Hikmet Çetin)
[3] Türkiye'de postmodern bir amentü yazılacaksa, onun en büyük yazarlarından biri olabilecek Yavuz Gökmen'in deyişidir 'Sarışın Güzel Kadın' . fakat kendisi vefat ederek amentüyü yazma görvini üstadı 'güzel insan' Ertuğrul Özkök'e bıraktı.
[4] Hatta devamlısırıtantansunun'magictouch'ıylakandırılansalakpolitikacıgillerden Nahit Menteşe'nin mesaisinin çoğunu DYP genel merkezi yerine MHP genel merkezi'nde geçirdiği söylenir.

[5] 28 Şubat Türkiye tarihinin 6., aynı zamanda 4. başarılı (diğer ikisi Talat Aydemir'inkiler.) ve ilk postmodern darbesidir
[6] Elbete ki burada Amerika'nın bizi cansiperhane bir şekilde savunmuş olması ve hatta İtalyan Komünisti (Bir diğer 'güzel insan' Fatih Altaylı'nın deyişle) MAKSİMUM DALLAMA'yı bir güzel fırçalamış olması unutulmamalı. Nam- değer Sam Amca Türkiye'de de bir Monica bulurum düşüncesiyle yapmadı herhade bu yardımı. Amaç Almanya ve Fransa arasındaki liderlik mücadelesinden faydalanarak, ABD ile askeri, kültürel her bağlantısını koparmış ya da koparmaya çalışan Fransa'nın kontenjanından AB'ye girebilecek olan Türkiye'yi AB'den daha da doğrusu tarihsel bağlarla sımsıkı bağlı olduğu Avrupa'dan koparmaktı. Zaten bu plan da harfiyen işledi, ilk önce makarnacılara duyulan öfke katlanarak tüm Avrupa'ya yüklendi.




..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder