26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 30





TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI  
BÖLÜM 30



PARLAMENTONUN ZAFERİ

Seçim günü heyecan doruktaydı. İlk tur seçimin sonucunu açıklandı:
AP adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı, Yassıada’dan geçmiş. Şimdi AP Senatörü Tekin Arıburun 292 oy. Gürler ise.. ancak 175 oy almıştı. DP adayı Bozbeyli’ye de 45 oy çıkmıştı.

Gürler genel kurul salonunun sol tarafında oturuyordu.

Sağdan, AP sıralarından alkış sesleri yükseldi.
Genel kurul salonu yavaş yavaş boşaldı. Gürler tek başına boş salonda oturuyordu Turlar devam etti ve Gürler hiçbir turda seçimi kazanacak oya ulaşamadı. Gürler yitirmemişti seçimi. Ulusal irade kazanmıştı! Nihayet Gürler kalktı, ağır adımlarla koridora yürüdü. Koridora çıkarken, “... Bana söz verenlere bakınız” diye mırıldandı.

‘ŞİMDİ NE OLACAK?’

Hemen aynı gün hemen her çevrede “şimdi ne olacak” sorusu soruluyordu.
Komutanlar, o gece “yukarı çıktılar”. Saat 01.30’da Demirel’in telefonu çaldı. Arayan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu idi. AP liderine rahatsız etmekteki nedenini söyledi: “Komutan Paşalar, bu gece Sayın Cumhurbaşkanı ile görüştüler. Sizinle görüşmeye de beni görevlendirdiler. Acaba sabah?” Buyurmasını söyledi AP lideri ve 14 Mart 1973 sabahı saat 10.00’da Bayramoğlu. AP liderini evinde ziyaret etti. “Dün gece 4. turdan sonra Sayın Komutanlar Çankaya’ya geldiler ve Sayın Sunay ile görüştüler. Vardıkları sonuç odur ki, Sayın Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesi olanağı artık kalmamıştır. Komutanlar Sayın Sunay’ın görev süresinin uzatılmasında birleşmişlerdir” dedi.
Demirel’den de hayret edeceği bir yanıt aldı: AP lideri saha önce Sunay’ın görev süresinin uzatılmasına karşı çıkmıştı ama “bugün şartlar değişmişti”. Bu kez açmazdan çıkmanın yolu Sunay’ın görev süresini uzatmaktan geçiyordu
Bir iki kazanılacak ve sonra Köşk sorunu çözülecekti.

FAKAT!

Siyasette evdeki hesap çarşıya uymuyordu. Sunay’ın görev süresini uzatan anayasa tasarısı tek bir oy eksikliği nedeniyle Millet Meclisi’nde reddedildi. Tek oyun sahibi AP’li Ali Rıza Septioğlu idi. Oylama sırasında eşiyle telefonda konuşmaya dalmıştı. Oylamadan sonra koridorda karşılaştığı Demirel’e “Ne oldu” diye sorunca liderinden “Olan oldu” karşılığını almıştı. Millet Meclisi’nde reddedilen yasa için bir umut daha vardı: Senato! Burada kabul edililirse yasa, yeniden görüşülmek üzere Millet Meclisi’ne gelecek ve sorun çözümlenecekti. Fakat Senato’da bir başka, ama ağırlığı yadsınamaz bir isim uzatmaya karşı çıktı: İsmet İnönü!
“Bunu yapmayınız” diyordu: “Süresini doldurmuş insan, bu görevi yerine getirmiş olur. Bunu ‘bir tertip’le çözmek istemesi siyasal yaşamın en büyük zehrini teşkil eder. Anayasayı değiştirecek olursanız bu takdirde bugüne kadar olanlar sürecektir.”
Sunay formülünün Senato’dan geçmesi için olumlu oylar 23 eksikti. Bu açık ancak İnönü’ye bağlı birkaç bağımsız senatörle kontenjan senatörlerinin toplu olarak anayasa değişikliğine oy vermeleriyle kapatılabilirdi. Uzatma Senato’dan da geçmedi.

YENİ BİR HAMLE

Bunalım giderek yoğunlaşıyordu. Partiler, özellikle AP ve CHP, parlamentoda bir cumhurbaşkanı adayı bulamazlarsa olası gelişmelerin nereye varacağını biliyordu.  İki parti arasında gizliden gizliye sürdürülen görüşmelerden ortaya bir cumhurbaşkanı adayı çıktı. CHP lideri Ecevit ve AP lideri saptadığı adayı söyledi:
“Vakit yitirmeden anayasal hukuk kuruluşlarından birinin başkanını aday gösterelim. Cumhurbaşkanı Sunay’dan adayımızı kontenjan senatörlüğüne atamasını rica edelim.” Öyle ya; dışarıdan birisini parlamenter yapmanın yolu bir değil iki kez açılmıştı. Sunay ve Gürler, Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir günde parlamentoya girmemişler miydi?

İki parti genel başkanı; üç başkan arasından - Ecevit’in önerdiği - Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan’ı cumhurbaşkanı adayı seçtiler.
Sıra Taylan’ın Cumhuriyet Senatosu’na cumhurbaşkanı kontenjanından Senato’ya atanması işlemine gelmişti.

ÜÇ PARTİNİN KARARI

Demirel, Çankaya nezdinde yapılacak girişimde de cumhurbaşkanı seçiminde de Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi’nin de bulunmasını istiyordu.
Feyzioğlu’nun Demirel’le konuşmaya gittiğini öğrenince CHP lideri fena halde bozuldu, sinirlendi.
“Olumlu bir noktaya gelen işi şimdi Feyzioğlu bozacak” diyordu. Bir kulis bilgisine göre Güven Partisi lideri Başbakanlık’tan (Melen’den) aldığı bilgiler üzerine AP liderine gelmişti.
Sinirler hayli gergindi.
Tam bu sırada o sabah ordu komutanlarıyla görüşen Başbakan Melen, AP ve CHP liderleriyle yarım saatlik bir konuşma yaptı. Fakat Feyzioğlu da Taylan’ı destekleyeceğini açıkladı.
Üç parti bir karara vardılar. Birlikte Köşk’e çıkacaklar ve Cumhurbaşkanı’na adaylarının Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan olduğunu, cumhurbaşkanlığı kontenjanından senatoya üye yapacağı Taylan’ın üç partinin oyları ile cumhurbaşkanı seçileceğini, Çankaya sorununun da böylece çözümlenmiş olacağını söyleyeceklerdi.

CUMHURBAŞKANI CEVDET SUNAY’IN DARBESİ...

Saat 19.30. Üç parti lideri Çankaya’ya çıktılar. Üç lideri bekleyen Cumhurbaşkanı Sunay o sırada çalışma odasında bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Sinirliydi.
Demirel’i sağına, Ecevit’i soluna, Feyzioğlu’nu karşısına oturttu. Piposundan derin nefesler çekiyor, üflüyor ve liderlere bakıyordu.
Üç lider adına Demirel konuştu: “Cumhuriyet neslinin üç lideri olarak huzurunuzda önemli bir devlet sorununun çözümü için bulunuyoruz” diye başladı konuşmaya. Vardıkları kararı gerekçesiyle anlattı.
Konuşması bitince o dakikaya kadar susan Cevdet Sunay, birden patladı:
“Ben” dedi. “Senato’da anlatılan adam mıyım?” Kırılmış, üzülmüştü.
Partiler aralarında anlaşmaya vardıkları için uzatma formülünü onaylamıştı.
“Artık her şey bitmişti. 28 Mart günü Çankaya Köşkü’nü terk edecekti!”
Söz sırası Taylan’ın adaylığına ve partilerin isteğine gelince Sunay:
“İki gün sonra ayrılacağım bu makamdan, iki gün sonrası için önemli bir karar vermem doğru olmaz” dedi.
Taylan’ın kontenjan senatörlüğünü reddetti ve bir de tavsiyede bulundu:
“Benden sonra Senato Başkanı Tekin Arıburun cumhurbaşkanlığına vekâlet edecek. Dilerse önerinizi yerine getirebilir” dedi.
Demirel durumu özetledi:
“Çankaya’ya girdiğimizde karşımızda bir sinirli insan vardı. Çankaya’dan çıkarken dört sinirli insandık!”

DÖNDÜLER DOLAŞTILAR AYNI NOKTAYA GELDİLER

Partilerin güvendikleri formül yatmıştı. Cumhurbaşkanı seçimi parlamentoya bırakılmıştı, ama parlamentoyu oluşturan partiler bir aday saptayamıyordu.
Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ABD’de olduğu için başkanlığa vekâlet eden KK Komutanı Akıncı yanında İkinci Başkan Sunalp Paşa ile Başbakanlık’a gelmiş; davet ettikleri AP lideri ile bir görüşme yapmıştı.
Başbakanlık’tan ayrılırken Eşref Paşa soruları yanıtladı: “Demirel’e Silahlı Kuvvetlerin bir ‘isteğini’ iletmemişti. Cumhurbaşkanının bir an önce seçilmesi parlamentonun bileceği işti. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Silahlı Kuvvetler ‘rencide’ olmamıştı.”
Nitekim görüşmede Akıncı Paşa “Sizi zorlamıyoruz” demişti. Ancak “orduya ters düşmeyecek birini bulmalarını” istemiş, bu sözünün ordunun vizesi olarak yorumlanmamasını da belirtmişti.

SONRA BİRDENBİRE…

Yine iki parti arasında gelgitler…ve birden (zaten bir süredir kulislerde adından söz edilen) emekli Oramiral, eski Moskova Büyükelçisi Fahri Korutürk ismi üzerinde mutabakat sağlandı.
Adaylığı, İstanbul’da olan Fahri Korutürk’e İhsan Sabri Çağlayangil bildirdi.
Havaalanında kendisini karşılayan Çağlayangil’e Korutürk, “Seçime AP adayı olarak girmeyeceğini, iki parti hatta ötekiler aralarında anlaşmışlarsa görevi kabul edeceğini” söyledi.
TBMM’de Korutürk’e üç partinin imzaladığı adaylık önerisi gösterildi.
Fraklarını giymek için konutuna gitti.
Günlerden 6 Nisan’dı. O gün TBMM, yedi yıl süreyle görevde kalacak Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı’nı seçti:
Fahri Korutürk.



Enis Akdağ

14 06 2010



KORUTÜRK: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım gibi bir düşünceye hiç sahip değildim Köşk’ü düşünmüyordum
Az ve öz konuşan Fahri Korutürk, çok yakını, çalışma arkadaşı, basın danışmanı Baransel’e yıllar öncesini canlandıran bir öykü anlattı: “1973 senesinin 5 Nisan günü güneş doğarken, hayatımda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım hakkında hiçbir düşünce aklımdan geçmiş değildi. Böyle bir hazırlığım yoktu. Herhangi bir teşebbüste de bulunmamıştım.
Demirel ülkeyi 1973 seçimlerine taşıyacak hükümeti Naim Talu’nun kurmasını istiyor, ancak Bülent Ecevit Ferit Melen’i ne kadar istemiyorsa Talu’ya da bir o kadar karşıydı. Basın danışmanı Ali Baransel, “Makam odasındaydık” diye söze başladı. Az ve öz konuşan Fahri Korutürk, çok yakını, çalışma arkadaşı, basın danışmanı Baransel’e yıllar öncesini canlandıran bir öykü anlattı, Cumhurbaşkanı nasıl seçildiğini: Korutürk’ün ilk cümlesi bir insanın yaşamındaki büyük kırılma noktası:
“1973 senesinin 5 Nisan günü güneş doğarken, hayatımda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım hakkında hiçbir düşünce aklımdan geçmiş değildi. Böyle bir hazırlığım yoktu. Herhangi bir teşebbüste de bulunmamıştım. İstanbul’daydım.”

Ama “o gün”:

“O gün hayatta olan annemi ziyarete gitmiştim. Ve Ankara’ya dönmek üzere şahsen kendime bilet almıştım.. 5 Nisan gecesi özel odamda yatağıma çekildiğim zaman da bu konuda hiçbir şey bilmiyordum. Sıhhatteydim ve zamanında da uyudum.”
Oysa o gün başkent Ankara’nın siyasal ku-lislerinde büyük bir hareketlilik vardı.
Onca uğraşıya, hatta cumhurbaşkanı sorununu bunalımdan çekip çıkarmak için Adalet Partisi’nin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin çaresizlikten Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın görev süresini bir yıl daha uzatmaya razı olmalarına karşın; Çankaya bunalımı giderek derinleşiyordu. İki büyük parti kimi çevrelere -tabii askere- işte sivil parlamento; bir cumhurbaşkanı bile seçemiyor dedirtmemek için Köşk’e -askerin de karşı çıkmayacağı- bir isim, bir aday arıyordu.

KORUTÜRK’ÜN ADI GEÇİYOR

Kulislerde değişik isimler arasında, arada sırada emekli oramiral, büyükelçi, kontenjan senatörü Fahri Korutürk’ün adı da geçiyordu ama...
...Bulanık suda avlanmaya veya Korutürk’ün adını geçersiz kılmaya meraklı olan kimi çevreler Moskova Büyükelçiliği sırasında emekli Oramiral Korutürk’ün sinir bunalımları geçirdiğini, olağandışı hareketler yaptığını yayıyorlardı.
Büyükelçilik çalışanlarına alışık olmadıkları çalışma yöntemleri uyguladığını içeren, esası olmayan söylentilere göre Korutürk kimi olmadık hareketler yapıyordu.
O sırada Moskova Büyükelçiliği Müsteşarlığı görevinde bulunan rahmetli Büyükelçi Semih Günver’in bana anlattığına göre, söylentilerin “hiçbiri doğru değildi, baştan aşağı uydurmaydı”.
Günver’e göre, o tarihlerde Türkiye Büyükelçiliği Sovyetler’in gizli servisi KGB tarafından sürekli izleniyor ve gözleniyordu.
Telefonlar dinleniyor, hatta -Günver’e göre- büyükelçiliğin hemen bütün odaları hem dinleniyor hem de karşı binalardan fotoğrafı çekiliyordu.
Büyükelçi Korutürk önlem olarak örneğin büyükelçiliğin gizli konularını müsteşarı ile büyükelçiliğin bahçesinde gezerken konuşuyordu.
Ne sinir krizi geçirmiş ne de bunalımlı saatler yaşamış, yaşatmıştı.
Sağlıklıydı, 5 Nisan gecesi özel odasında uykuya çekildiği sırada Korutürk’ü yakından tanıyan arkadaşı emekli Amiral Fahri Çoker; CHP lideri Ecevit’e özelliklerini bildiği bir cumhurbaşkanı adayı öneriyordu: Fahri Korutürk!

KADER AĞLARINI ÖRÜYOR

Aynı isim Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel’e duyuruluyor ve iki büyük parti Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanı adaylığını onaylıyordu...
Baransel, “Gece saat 01.30’da” dedi, Korutürk’lerin Moda’daki evlerinde telefon çaldı. Telefonu eşi Emel Korutürk açtı.
Arayan o zaman Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil’di, hanımefendiye “Fahri Paşa ile görüşmek istediğini” söyledi.
Emel Korutürk, “Beyefendi uyuyor” dedi. Çağlayangil ısrar etti: “Çok mühim bir şey görüşmek istiyoruz” dedi.
Fahri Korutürk telefon sesine uyanmıştı. Eşi, “Sizi Ankara’dan arıyorlar” deyince “Hayrola” dedi ve Çağlayangil’i dinledi:
“Frakınızı alıp yarın sabah Ankara’ya gelebilir misiniz?” dedi Çağlayangil ve ekledi, “muhakkak gelmeniz lazım, bekliyoruz sizi.”
Çağlayangil’in fazla ayrıntı vermeden “çok mühim” dediği, “muhakkak yarın Ankara’da olmasında direttiği” olay neydi, bunu da biraz sonra Fahri Çoker’den öğrendi.
Kafasında bir yığın soru, Esenboğa Havaalanı’na inen Korutürk’ü İhsan Sabri Çağlayangil karşıladı.
Kendisini iki partinin ayrı ayrı cumhurbaşkanı adayı göstereceğini Korutürk’e bildirdi. Aday gösterilecekti ama... “Şartları hiç bilmiyordum” diyor Fahri Korutürk.
“Ne şekilde cumhurbaşkanı olacağım, kim destekliyor. Turlar yapılmış, netice çıkmamış.” Çağlayangil, “Biz sizi teklif ediyoruz, CHP de sizi teklif ediyor” dedi.
“Ben öyle iki partinin teklif etmesiyle Cumhurbaşkanlığı’nı kabul edemem. Hepiniz birden cumhurbaşkanı olacak kişinin üzerinde karar verirsiniz, öyle kabul ederim” dedim.
Öyle oldu. Partilerin ortak adayı olarak Fahri Korutürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı seçildi: 6 Nisan 1973.
Ali Baransel’e yıllar sonra; “Kaderimde böyle şerefli bir göreve gelmek varmış” diyecekti.
Oysa?..
...Oysa zorlu, bunalımlı yedi yıl geçirecekti Çankaya Köşk’ünde.
Fahri Korütürk 6 Nisan 1973’ten 6 Nisan 1980’e kadar, yedi yıl Cumhurbaşkanlığı gö-revinde kaldı ve yedi yılda tam 16 hükümet kuruldu.
16 kez başbakanlar atadı.
Siyasal çalkantılar, bunalımlar içinde başlayıp dağılan, çoğu zaman parti liderlerinin sert eleştirileriyle karşılaştığı 16 hükümet!


DAHA KOLTUĞA YENİ OTURMUŞTU Kİ…


Baransel, “Korutürk, cumhurbaşkanı seçilmesinden bir gün sonra, Ferit Melen hükümeti” istifa etti.
Yeni bir cumhurbaşkanı seçilmiş; Melen istifasını vererek demokratik bir anlayış sergilemişti.
Korutürk yeni bir hükümeti kuracak kişiye başbakanlık görevi vermeden önce parlamentoda hâlâ birinci büyük parti konumunda olan Adalet Partisi lideri Demirel’le ilk konuşmasını yaptı.
Demirel, Cumhurbaşkanı’na “Dilerseniz Melen hükümetini görevde bırakabilirsiniz. Fakat biz, parlamentoda oyçokluğuyla ilk fırsatta Melen hükümetini düşüreceğiz” dedi.
Oysa Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Feyzioğlu’nun bana söylediğine göre “adamcağızın -Melen’in- görevde kalmak gibi bir isteği yoktu”.
Parti lideri böyle söylüyordu ama; Ferit Melen ülkeyi 1973 genel seçimlerine götürecek hükümetin kendi hükümeti olduğuna da inanıyordu. Seçimlerle ilgili ilginç görüşleri vardı.
“Ordu AP lideri Demirel’e devleti asla bırakmazdı. Ecevit’in de kesinlikle ‘temizlenmesi’ gerekirdi…”
14 Mayıs 1950’de seçimleri yitiren CHP’den Van milletvekili seçilip geldiğinden beri Ferit Melen’i tanırdım. Saygı duyardım.
Fakat bu düşüncelerine katılamıyordum. Bu inançlarını 1980’e kadar değiştirmedi. Fazla askerciydi.
Soruyordum Melen’e: “Bu iki lider gidecek...”
“Bir seçim yasası çıkarılacak. Bu yasaya göre hiçbir parti iktidar olamayacak!”


DEMİREL, HÜKÜMETİ TALU’NUN KURMASINI İSTİYOR AMA...

Cumhurbaşkanı Korutürk, hükümet sorununu çözecek yeni bir yöntemin kuralını açıkladı. İki büyük partiye, partiler arası bir hükümet istediğini söyledi.
Bu anlayış, hem ilgi hem de memnuniyetle karşılandı.
Zira partiler üstü hükümetten partiler arası hükümete yönelişti ve 12 Mart’ın tam anlamıyla tasfiye edildiğinin kanıtıydı.
Fakat siyasetin doğasındaki anlaşmazlık yine kendini gösterdi:
İki büyük parti, başbakan ile yeni hükümetin biçimi üzerinde anlaşamayacaklardı.
Demirel ülkeyi 1973 seçimlerine taşıyacak hükümeti Naim Talu’nun kurmasını istiyor, Ecevit Melen’i ne kadar istemiyorsa Talu’ya da bir o kadar karşıydı.
Peki, Ecevit kimin başbakan olmasını istiyordu? Süleyman Demirel’in. O olmazsa AP’den bir başka birinin!
Bir bahane bularak partiler arası hükümete girmemeyi de başardı.
Feyzioğlu’nun Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin de hükümete girmek için Demirel’le temas kurduğunu görünce “Bu iş burada biter” dedi, hükümet sorununu kestirip attı.
Daha sonra bana hükümete girmeyerek ne denli doğru yaptığını anlatacaktı. Seçim sonuçları da Ecevit’i doğruladı.
Demirel de Ecevit’le hükümette olmak istemiyordu. Açıkça söylemediği ama bilinen neden şuydu: Ecevit, eyleme karışmamış fikir suçlularının affında direniyordu!
Ecevit devreden çıkınca hükümet Demirel’in istediği yönde oluştu.
19 Nisan 1973 günü saat 15.00-16.00 arasında Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’le AP lideri Demirel arasındaki hükümet görüşmelerinin tutanağı bu oluşmayı doğruluyor:
Korutürk: “ …Kim olur başbakan?”
Demirel: “…Ben size kimler olmazı söyleyeyim.”
Korutürk: “…Kimler olmaz, uzun liste olur. Kim olur daha kolaydır”
Demirel: “…Kim oluru da söyleyeyim. Bizim bu hükümetten beklediğimiz bir şey yoktur. Devletin imkânlarını kullanarak seçim kazanması mümkün değildir.”
Korutürk: “…Ama başka türlü düşünenler de var. Falan veya filan bakanlığı şu parti ele geçirirse gübre dağıtır filan dağıtır, seçim kazanmaya çalışır, diyorlar.”
Demirel: “Bu tamamen yanlıştır. Bizim dışımızdakileri bir araya getirin, güvenoyu verecek kimseleri bulun, biz muhalefette kalırız. 6 ay sonra seçim yapılsın, biz seçimi kazanır geliriz.”
Korutürk: “…Kim olur, kim hükümet kurar? Kimin etrafında toplanılabilir?”
Demirel: “Bize sorarsanız, müstakiller bellidir. Yine kontenjandan biri olacaktır.
Veya dışarıdan birisini getireceksiniz.”
Korutürk: “Dışarıdan birini getirmem. O iyi olmuyor. Meclis’in içinde yetişmiş insanlar varken, dışarıdan niye adam aranıyor, deniyor.”
Demirel: “Kontenjana döneceksiniz. Kim var; bize soruyorsanız, Naim Talu var.”
Korutürk: “Siz Naim Talu dersiniz, başka biri Cihat Alpan, Sabahattin Özbek der.”
Demirel: “En büyük çoğunluğa biz sahibiz. Biz Naim Talu der, başkaları buna yanaşmazsa biz güvenoyu sağlayacak çoğunluğu müstakillerle de buluruz.”
Korutürk: “O zaman hükümet Adalet Partisi damgası taşır. Ben hükümetin birden fazla parti tarafından desteklenmesini tercih ederim.”

VE…

Cumhuriyetçi Güven Partisi zaten hükümete girmeye hazırdı.
Korutürk’ün birden fazla partiyle hükümet kurulmasındaki ısrarı da karşılanmış oldu.
Kontenjan Senatörü Naim Talu AP, CGP ve bağımsız üyeler, Meclis dışı isimlerle hükümeti kurdu.
Türkiye bu hükümetle seçime gitti.
14 Ekim 1973 genel seçimiyle çok değişik siyasal ve sosyal olayların izleneceği yeni bir süreç başlıyordu.


Enis Akdağ

15 06 2010


Ecevit ikinci kez görevlendirdi. Dinci bir parti MSP ile Atatürkçü ve ilerici CHP ortaklığı başladı Zıt kutuplar bir arada Partiler arası özlenen çekişmeli bir propaganda sürecinden geçen Türkiye’nin, 14 Ekim Pazar günü önüne çıkan siyasal tabloya göre hiçbir parti tek başına iktidar değildi.
Üstelik 1965 ve 1969’da tek başına iktidara gelen Adalet Partisi (149 milletvekili ile) ikinci parti konumuna düşüyor; 30 Haziran 1972’de İsmet İnönü’nün yerine CHP Genel Başkanlığı’na seçilen Bülent Ecevit, 185 milletvekili çıkararak birinci parti durumuma geliyordu. Ecevit,Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kurulan örneğin Talu Hükümeti’ne girmedi ve akılcı bu kararıyla 14 Ekim’e kadar seçimine olağan üstü çaba ve çalışmayla hazırlandı.
İnönü gibi bir dev lideri deviren bir lider! Halka yatkın gelen sloganlarla birden parlayan bir lider!
Oysa Demirel, daha çok merkez politikasıyla uğraştı. Halk dönük sloganlar yerine yeni bir anayasa üzerinden kitlelere seslendi.
Yeni hükümet başkanını seçmek ve bu başbakana yeni hükümeti kurdurmak görevini yerine getiren Cumhurbaşkanı Korutürk; önce Ecevit, sonra Demirel, sırasıyla 48 milletvekilli Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan, Demokrat Parti (45), Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli ve Cumhuriyetçi Güven Partisi (13) Feyzioğlu ile Milliyetçi Hareket Partisi (3) Alparslan Türkeş’le görüştü.
En fazla milletvekili olan CHP lideri Ecevit’i hükümeti kurmakla görevlendirdi.
CHP lideri Erbakan’a ortaklık önerdi. MSP lideri yan çizdi. Görevi iade etti.
Görevi Demirel’e verdi. AP liderine Erbakan evet demişti ama iki partinin toplam milletvekili güvenoyu almaya yetmiyordu. O da iade etti.Başarısız denemelerden sonra zaman zaman siyaseti dalgalandıracak bir girişimde bulundu Korutürk: Ecevit ile Demirel’i Köşk’e çağırdı.

İki partinin ortak hükümet kurmalarını önerdi.

Bu girişimi de olumlu bir sonuç vermedi.

Ali Baransel; “Türlü çeşit sorunlarla boğuşan Türkiye’de hükümetin kurulamaması toplumda gerginlik yarattığının farkında olan Korutürk; danışmanlarıyla çeşitli seçenekler üzerinde çalışırken …
….MSP’nin önde giden isimlerinden Oğuzhan Asiltürk ile arkadaşlarının “CHP ile ortaklığa sıcak baktıkları haberleri de kulislerde ısrarla ‘söylenmeye başladı.’” dedi.
Bülent Ecevit ikinci kez başbakanlıkla görevlendirdi ve:
Uzun pazarlıklardan sonra; 26 Ocak 1974’te CHP- MSP ortak hükümeti kuruldu.
Pek çok çevrede Ecevit’in dinci bir parti MSP ile Atatürkçü ve ilerici CHP ortaklığını “dindarlıkla laikliğin ve dindarlıkla özellikle ekonomik alandaki ilericiliğin çeliştiği yolundaki ‘tarihsel yanılgıyı’ gidereceği” iddiasıyla bu hükümeti kurduğu söylendi, yazıldı.
Daha ilk aylardan ortaklar arasında çeşitli temel konularda çatışma ve çekişmeler baş gösterdi. Fakat:
Bu tartışmaları, çekişmeleri bir anda geri plana atan olay patlak verdi:
Kıbrıs’ta Milli Muhafızlar, Başkan Makarios’u devirdi. (15 Temmuz 1974)
Afyon’a giderken yarı yolda darbeyi işiten Ecevit hemen Ankara’ya döndü.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in “Denizcilerimize” adlı kitabında yazdığına göre:
Uzun saatler süren ve Kıbrıs’a müdahale kararının alındığı Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına başkanlık eden Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk: “…Beyler, Kıbrıs Türklerini korumak için bir şey yapmak istiyorsanız, sırası şimdidir. Eğer şimdi yapamazsanız bir daha hiçbir zaman yapamazsınız” dedi.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın bu dizinin konusu olmayan uzun bir öyküsü var.
Harekât hemen her alanda, diplomasi alanında askersel alanda Ecevit’in başarılarıyla başlamış ve sonuçlanmıştı. Fakat - medyada ve siyasal çevrelerde - Cumhurbaşkanı Korutürk’ün müdahaleden önceki ve müdahaleye karar verilen Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu toplantısındaki duruşunun üzerinde nedense durulmadı.
Ali Baransel’den medya ve siyasetin Korutürk’ün rolüne -en azından- neden değinmediğini ve Korutürk’ün bu konudaki söylemlerini anlatmasını istedim.
Baransel, “Cumhurbaşkanı Korutürk bana özel bir sohbetimizde şunları söyledi” dedi:
“Yapı itibarıyla ön planda olmayı, kendimden söz ettirmeyi pek sevmem. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın başarısının paylaşımı konusunda, o günlerde Sayın Ecevit ve Sayın Erbakan’ı basın önündeki mücadelesini hazin bir gülümseme ve ibretle takip ettim. Basınla ilişkileri nedeniyle bu konuda Sayın Ecevit daha çok ön plana çıktı. Hatta Barış Harekâtı’nın bir numaralı kahramanı ilan edildi. Aylarca bu durum birçok gazete sayfalarında tefrikalar halinde yayımlandı.
İşin aslına bakılırsa, Kıbrıs Harekâtı’nın zaruretini ben başından beri savundum. Hatta konunun görüşüldüğü son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında da hükümeti yüreklendirdim ve tam destek verdim”
Korutürk yıllar sonra “yapı itibarıyla ön planda olmanın” Barış Harekâtı sırasındaki rolünün kamuoyu tarafından nasıl engellediğini, siyasetin acımazlığını açıklamıştı Baransel’e...


FAKAT SİYASET...

Barış Harekâtı’nı paylaşımında gerçek yüzünü gösterdi. Milli Selametçiler Ecevit’i barış yoluyla soruna çözüm aramak ve derhal Kıbrıs’a müdahale etmemekle suçladılar..
Fakat olayların -baştan sona kadar izleyen, Kıbrıs’a Türk askeriyle çıkan ilk gazeteci olarak- yıllar sonra gerçeği söylemeliyim::
Başbakan Ecevit, çok doğru politikalar izledi; önce barış yollarını denedi, ancak başarılı sonuç alamayınca Kıbrıs’a müdahale kararını uygulamaya girişti..
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın etkileri sürerken hükümet ortakları arasındaki anlaşmazlıklar da doruk noktasındaydı.
Ecevit, MSP’nin son gelişmeleri dikkate almadan hükümet içindeki çatışma noktalarını körüklemesini dayanamadı. Ülkede benzin, yağ, şeker, tüp gaz sıkıntıları ve bu sıkıntıların sonucu olarak kuyruklar dönemi başladı ve… Ecevit, 18 Eylül 1974’de istifa etti.
Ecevit hükümet sorununun erken seçimle çözümlenebileceğini savunuyordu ama….
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yedi yıllık köşk yaşamında ikinci hükümet bunalımı ile karşı karşıyaydı.
Korutürk’ün biraz alayla karışık ama gerçeği yansıtan şu sözleri Köşk’teki yedi yılını özetliyor:
“Öldüğümde sorgu melekleri ‘Dünyada ne yaptın?’ diye sorduklarında herhalde ‘hükümet buhranlarını çözmeye çalışmakla vakit geçirdim’ karşılığını vereceğim.”

ECEVİT, ERBAKAN VE DEMİREL İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELERİ

Ali Baransel’e, Cumhurbaşkanı Korutürk’ün yedi yıl sık sık görüştüğü dönemin üç önemli siyasal aktörü hakkındaki düşüncelerini sordum. “Size zaman zaman anlattım ve yazdım da görüşlerini” dedi. Bıçak Sırtında adını verdiği bir kitapta yayımlamıştı..
On altı yıl, dile kolay. Çankaya Köşkü’nde çok duyarlı bir görevi başarıyla tamamlamıştı Baransel.
Korutürk ve Evren gibi birbirine tamamen zıt, ayrı dünyaların insanı, iki devlet başkanına yıllarca kesintisiz basın danışmanlığı yapmak, her babayiğidin harcı değildi ve Baransel, devlet bürokrasisinde ender rastlanan bir örnekti...
Üç siyaset adamını nasıl değerlendiriyordu Korutürk?
Baransel önce MSP lideri Necmettin Erbakan ile ilgili görüşlerini anlattı...
“Korutürk, MSP’nin dünya görüşünü çağdışı olarak değerlendirir, rejim açısından sakıncalı görürdü. Köşk’te görev yaptığım yıllarda bir sohbet sırasında ‘MSP karşısında daha kararlı ve sert bir tavır takınmak gerekir. Ecevit ve benzerleri gibi romantik duygularla değil’ demişti. Korutürk’ün, jest ve mimiklerini çok abartılı bulduğu konuşma biçiminden, özellikle ses tonundan rahatsız duyduğu Erbakan’a karşı, soğuk ve mesafeli bir yaklaşımı vardı... Erbakan’ın alçakgönüllü, saygılı davranışlarını içtenlikten uzak, asıl düşüncelerini saklayan davranış biçimleri olarak yorumlardı.
CHP-MSP koalisyonunun bozulmasından bir süre sonra da bana MSP’nin koalisyondaki etkinliğini azaltmak için görev yetkilerinin sınırlarını aşmadan çaba gösterdiğini söylemişti.
Korutürk bu çabalarını açıklarken de ‘MSP’li bakanların ve yöneticilerinin çeşitli tören ve toplantılarda yaptıkları konuşmaların suç olup olmadığının titiz ve dikkatli şekilde takip edilmesini istedim’ demiş ve eklemişti:
Dönemin cumhuriyet savcılarını bu amaçla Köşk’e davet ederek kendileriyle görüştüm. Onlardan MSP yetkililerinin suç teşkil edecek konuşmaları konusunda uyarlamalarını, hatta daha da ileri gidilirse kanunlar çerçevesinde partilerinin kapatılabileceğine dikkatlerini çekmelerini istedim. Ancak üzülerek ifade edeyim ki, kanun adamlarının bir bölümünü ürkek ve karamsar gördüm.”
Sonra Cumhurbaşkanı’nın CHP lideri Bülent Ecevit ile ilgili değerlendirmesini özetledi:
“Korutürk, Ecevit’i yazar ve şair olarak takdir eder, İngilizceye hâkimiyetinden övgü ile söz ederdi. Alçakgönüllüğünü ve nezaketini ayrıca çok beğenirdi.
Ancak politikadaki hırçın ve sert tutumuna hayret ederdi. Ecevit’in, ABD’nin (Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra uygulamaya başlattığı) ambargo karşısındaki yaklaşımını yadırgadığını, ‘Şu politikacılar ne kadar aceleci ve hissi hareket ediyorlar, doğrusu anlamak mümkün değil. Ülkenin geleceğini ve kaderini ilgilendiren konularda daha soğukkanlı hareket edemezler mi?’ diyerek dile getirirdi.”
Korutürk politikacıların bir görüş açıklamadan önce uzmanlardan, akademisyenlerden görüş almaları gerektiğine inanıyor ve ABD ambargosu üzerinden Ecevit’e bir eleştiri yöneltiyor:
“İleri sürdüğü düşüncelere bakın. Karar açıklanıyor, bir gün bile beklemeden özel bir araştırma ve çalışma gereğini duymadan beyanat veriyor.
Bu karar alınırken -Amerikan üslerinin kullanımına ilişkin şartların yeniden gözden geçirilmesi için ABD’ye 30 günlük süre verilmesi hakkındaki Bakanlar Kurulu kararında- ben de Milli Güvenlik Kurulu’na başkanlık ettim. Her şey en ince ayrıntısına kadar ele alındı ve değerlendirildi.
ABD ile hemen 24 saat içinde ilişkileri kesmek mümkün mü?Adamlarla yarım yüzyıla yaklaşan bir süredir işbirliği yapmışız.
Her konuda kendilerini bize bağımlı hale getirmişler. Çok nazik bir coğrafi bölgede bulunan Türkiye, başına bir bela gelirse, başta harp araç ve gereçleri olmak üzere birçok ihtiyacını nereden karşılayacak?”


‘DEMİREL KABİLİYETLİ VE KÜLTÜRLÜ’

Korutürk’ün yedi yıl süren cumhurbaşkanlığı döneminin bir diğer aktörü Süleyman Demirel’di.
Korutürk’ün Adalet Partisi Genel Başkanı’yla ilgili değerlendirmesi şöyleydi:
“Demirel kabiliyetli, kültürlü bir insan. Ayrıca çevresinin etkisi altında kalmayan, kendisi düşünen, karar veren ve onu tatbik eden bir lider. Düşünen ve karar veren bir lider olduğunu doğrulayan bir örnek vereyim. Bir sohbet sırasında Demirel bana, ‘Sayın Cumhurbaşkanım, bir defa Devlet Personel Kanunu konusunda, Maliye Bakanı Mesut Erez’i dinledim. Bu kamburun altından hâlâ kalkamıyorum’ demişti. Ancak, ihtirasının sınırı olmayan bir karakteri var. Bazen amaca ulaşmak için insanı düş kırıklığına uğratan tutum ve davranışlar sergileyebiliyor.
Mesela kırıcı oluyor, ağır eleştirilerde bulunabiliyor.
Birbirini tutmayan, gelişen görüş ve düşünceler ortaya atabiliyor.”


Enis Akdağ

16 06 2010

Cumhurbaşkanlığı Genelsekreteri Baransel, birbirlerine ağır suçlamalarda bulunan liderlerle bir yere varılamayacağını söylüyordu:
‘Demokrasi duvara toslayacak’
Parti liderlerini değerlendiren Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, genel olarak partilerin tutumlarına bakarak geleceği nasıl görüyordu?
Ali Baransel, Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye’nin her alanda yetişmiş çok değerli ve yetenekli insan potansiyeline sahip olduğuna inanırdı” dedikten sonra, partilerin tutumuna bakarak geleceğe dönük görüşlerini anlattı:
“Ne yazık ki, siyasi partilerin genel başkanları ve yakın çevreleri bir hegemonya kurmuştur. Böyle insanları yanlarına yaklaştırmıyorlar. Parti içinde demokrasinin işlemesine imkân vermiyorlar.
Türkiye’nin kaderini, her gün kavga eden, birbirilerine en ağır suçlamalarda bulunan Demirel ve Ecevit’in belirlemesi gerçekten hazin.
Bunlar bu kafayla giderlerse, bir gün gelecek, demokrasiyi duvara toslatacaklar.”


‘Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş nasıl çalışacaklar’
Ecevit, Erbakan ve arkadaşlarının kimi sorunlar yaratan tutumundan yakınarak CHP-MSP koalisyonunu dağıttı, istifa etti.
Hükümet bunalımı beş ay kadar sürdü. Arada bağımsız Prof. Sadi Irmak başkanlığında güvenoyu alamayan bir hükümet kuruldu. (17 Kasım 1974-31 Mart 1975)
Fakat bu süre içinde Ecevit yeni bir koalisyon hükümeti kurabileceği inancında idi. Yeni koalisyonu, Demirel’le anlaşmazlığa düşerek AP’den ayrılanların kurduğu, son seçimlerde 45 milletvekili çıkaran Demokratik Parti ile kurabileceğini umut ediyordu.
Böyle bir umuda kapılmasını bir türlü anlayamıyordum. Çankaya’daki Dışişleri konutunda görüştüğüm Ecevit’e, “eski AP’lilerle olası bir hükümet kurabilmenin olanaksızlığından” söz etmiştim.
AP ile hükümet kurmayı aklının ucundan bile geçirmeyen Ecevit, parlamento matematiğinin zorladığı son olanağı denemek istiyordu. DP ortaklığı ile yeni bir hükümet!
Cumhurbaşkanı, 26 Mart 1975’te hükümeti kurma görevini Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’e verdi.
Demirel, hükümet bunalımı sırasında CHP dışındaki bütün partilerle görüşmüş, siyaset tarihimize 1. Milliyetçi Cephe diye adını yazdıran bir hükümetin Meclis’te güvenoyu almasını sağlayan rakama ulaşmış, iki parti dışındaki partileri milletvekili sayılarına bakmadan hükümette bir araya getirmişti:
Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi!.. 1. MC’yi oluşturan partilerdi.
“Hükümeti kurma görevini verdiği 26 Mart günü Korutürk çok sıkıntılıydı” dedi Baransel, hemen sonra Cumhurbaşkanı’nın yeni hükümetle ilgili değerlendirmelerinden söz etti:
“Bu işi istemeyerek yaptığı her halinden belliydi. O gün benim de bulunduğum bir ‘iç çalışma’ toplantısında, ‘Başka alternatifim yoktu. Demokratik teamül bunu gerektiriyordu’ sözleriyle konuya girdikten sonra sıkıntısını dile getirdi:
“Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş bir arada nasıl çalışacaklar doğrusu çok merak ediyorum.
Düşünebiliyor musunuz; Atatürk’ün arkasına sığınan ve o yüce insanın pazarlamasını yapan Feyzioğlu, Atatürk’ü inkâr eden, örümcek kafalı Erbakan, 27 Mayıs’ta DP iktidarına son veren askeri harekâtın önde gelen isimlerinden Türkeş ve DP’nin mirasına sahip çıkan ve bu harekâtı kınayan Demirel…
Sonra ellerini havaya kaldırarak, gergin bir ifadeyle, ‘Demokrasiyi bu tür kaypak zihniyet sahiplerinin yıpratacağından endişe duyuyorum’ dedi.”
Fakat 1. MC hükümeti 31 Mart’ta güvenoyu aldı ve 6 Haziran 1977 genel seçimlerine kadar devam etti.
Toplumda derin kaygılara yol açan siyasal, sosyal ve ekonomik politikalar geniş tartışmalara yol açıyordu.
Ecevit hükümeti zamanında başlayan yaşam sıkıntıları giderilemiyor, hükümet bir yandan ABD’nin hemen alana yaydığı ambargoyu kırmaya çalışıyor, bir yandan da hemen her gün dozu giderek artan muhalefetle boğuşmak zorunda kalıyordu.

Fakat 1. MC’yi parlamentoda düşürmek olanağı yoktu.

CHP lideri Ecevit bütün hızıyla seçimlere hazırlanıyordu.

Fakat gidişattan ve gelişmelerden şikâyetçi olan kamuoyu suçluyu buldu:
Bu hükümetin kurulmasına olanak tanıyan Cumhurbaşkanı Korutürk’ü!
Baransel’in anlatımlarına göre Korutürk, “kendisine yönetilen bu eleştirileri soğukkanlılıkla karşılamaya çalışıyor ya da öyle görünüyor ama içten içe büyük bir üzüntü duyduğunu belli ediyordu”
“Bir sabah” diye anlatmaya başladı Baransel:
“Eliyle oturmamı işaret etti. Merak ve heyecanla yeniden oturdum. Korutürk, ‘Notlarında bulunsun’ dedi ve konuşmaya başladı:
Bak Baransel, Korutürk bu hükümetin kurulmasını onaylamakla, fenalığın en fenasını yapmak zorunda kalmıştır. Ama çaresizdim.. Demokratik kurallar içinde başka bir yol yoktu. İmzaladığım atama ve diğer kararnameler yüzünden ağır töhmet altında bırakılmak isteniyorum. Cumhurbaşkanı hükümet kararnamelerini en son imzalayan kişidir. Ancak bundan sonra kararnameler yürürlüğe girebilmektedir. İşte bu işleyiş, cumhurbaşkanlarını iktidarlarla birlik ve beraberlik içindeymiş gibi gösterir.
Ecevit iktidarı sırasında beni öven ve göklere çıkaran gazeteler, şimdi yeriyorlar.
Halbuki benim düşüncelerimde ve davranışlarımda hiçbir değişiklik yok.”

 31 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..,




***

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 29




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ  12 EYLÜL  ÖNCESİ  VE  SONRASI  
BÖLÜM 29



1 MAYIS  GÖSTERİLERİNDE 33 KİŞİNİN  ÖLÜMÜ..,




27 Aralık: Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanı'na uyarı mektubu verdi. Genelkurmay Başkanı OrgeneralKenan Evren ile kuvvet komutanlarını imzasını taşıyan mektupta ülkedeki iç karışıklıkla ilgili rahatsızlıklar dile getirildi. 

_ ÜLKENİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMDA GÖZ ÖNÜNE ALINARAK SİYASİ PARTİ LİDERLERİNİN CUMHURBAŞKANI NEZDİNDE BİR ARAYA 
GELİP PARLEMENTER LER TARAFINDAN ÇÖZÜM YOLLARININ ACİLEN BULUNMASI İSTENDİ..,

Mektup 2012 yılında mahkeme tarafından kabul edilen 12 Eylül davası iddianamesin de 'müdahalenin şartlarını olgunlaştırma' kararınının bir yıl önce alındığının delili olarak gösterildi.


KENAN Evren' ve KUVVET KOMUTANLARININ  CUMHURBAŞKANI FAHRİ KORUTÜRKE  SUNDUGU MEKTUP METNİ Mektubunun Orijinali










Mektupta "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir" ifadelerine yer verildi.

<  Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren süreçte kaleme alınan, Evren ve dönemin kuvvet komutanlarının Fahri Korutürk'e yazdığı ' TAVSİYE Mektubu'...

 Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e yazdığı 'uyarı mektubu'nun Köşk arşivlerindeki orijinali TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'na gönderildi.

Zaman'a göre; Cumhurbaşkanı Korutürk, 27 Aralık 1979'da gönderilen mektubun üzerine el yazısıyla, "Komutanlarla görüştükten sonra harekete 
geçmeyi uygun görüyorum. 1 Ocak'ta Or'larla görüşeceğim." Şeklinde not düşmüş.burada ki çelişki şu  heyet zaten randevulu köşke 27 aralıkta bizzat cıktı ve tavsiye mektubunu verdi.. mektup yeni yılda  görüşecegi kişilerin  siyasi
Parti liderleri ile  görüşecegi şeklinde dir..İsmet  İnönünün Damadı  Metin Toker  mektubun içeriğini 3 Ocak 1980 de hürriyet gazetesinde zaten yayınlamış kamu oyu tavsiye mektubundan bu haber üzerine  haberdar olmuştur..siyasi parti liderleriylede görüşülmüş  meclis 9 ay gibi bir zaman zarfında türkiyenin içinde bulundugu kaos  ortamından cılarılması için hiçbir yasal düzenleme yapmamıştır,


    _ Parti LİDERLERİ HATTA ALAY KONUSU YAPIP ''  MEKTUP BANA DEĞİL SANA  SANA DEGİL ON HATTA  DAHADA İLERİ GİDİP  POSTACI YOLU ŞAŞIRMIŞ ''  DEYİP HİÇBİRİDE SİYASİ SORUMLULUK VE DE  TEDBİRLERİ ALMAMIŞTIR..  ( SIKIYÖNETİMİN DEVAMINA KARAR VERİLMİŞ  AMA ÜLKEDE DE KAOS  ORTAMI DAHADA VAHİM DEVAM ETMİŞTİR..)

Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren süreçte kaleme alınan mektupta, "Kuvvet komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutam seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi." ifadeleri dikkat çekiyordu. Tarihi mektupta Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzaları bulunuyor.

Mektup üzerinde Korutürk'ün el yazısıyla aldığı notlar da dikkat çekiyor. Kenan Evren'in Korutürk'e hitaben yazdığı 'Sayın Cumhurbaşkanım' ifadesi de el yazısıyla kaleme alınmış. TSK'nın ülkedeki anarşi ortamıyla ilgili görüşlerinin yer aldığı mektubun önsözünde şu cümleler yer alıyor:

"Sayın Cumhurbaşkanım, ülkemizin içinde bulunduğu ortamda Devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir. Milli Güvenlik Kurulu'nun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komuta seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi. Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zatıalilerine sunuyorum. Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim. Saygılarımla. Kenan Evren - Orgeneral - Genelkurmay Başkanı." Korutürk, mektubu aldıktan sonra 1 Ocak 1980'de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı'yla Köşk'te görüşmüştü.

>

http://www.aktifhaber.com/evrenin-darbe-mektubunun-orijinali-644782h.htm



Metin Toker & CÜNEYT ARCAYÜREK HÜRRİYET GAZETESİ TAVSİYE  Mektubun içeriğini  HÜRRİYET GAZETESİ BASIN YOLUYLA KAMUOYUNA DUYURDU..,


Cüneyt Arcayürek hayatını kaybetti; işte cumhuriyet tarihini de özetleyen hayatı
Arcayürek, 'Johnson mektubu', 'Ordu uyarı mektubu verdi' haberleri ve kitaplarıyla basında iz bıraktı...


23 Haziran 2015 14:46


Türkiye basınının en kıdemli isimlerinden Cumhuriyet gazetesi yazarı ve gazetenin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı'nın Yönetim Kurulu üyesi Cüneyt Arcayürek, 87 yaşında hayatını kaybetti. Bazı yaklaşımları tartışılsa da, "Johnson mektubu" ve 12 Eylül 1980 darbesini aylar öncesinden haber veren "Ordu uyarı mektubu verdi" gibi haberleri ve kitaplarıyla Türkiye basın tarihine geçen Arcayürek, Ankara gazeteciliğinin sembol isimleri arasındaydı.

Çoklu organ yetmezliği nedeniyle 13 Mayıs 2015 tarihinden bu yana yoğun bakımda olan Arcayürek'in bugün (23 Haziran 2015) saat 14:30'da vücut fonksiyonlarının bozulması ve çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdiği açıklandı. Arcayürek, perşembe günü Gölbaşı'ında toprağa verilecek. 

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Arcürek'in vefatının ardından başsağlığı mesajı yayımladı. TGC'den yapılan açıklamaya göre, Arcayürek’in cenazesi 25 Haziran 2015 Perşembe günü öğle namazının ardından Ankara Maltepe Camisi’nden alınarak Gölbaşı Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Cüneyt Arcayürek, 6 Mart 1928 tarihinde İstanbul'dan deniz yoluyla İnebolu'ya, oradan da kağnılarla Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye katılan genç öğretmen çift İzzet Bey ile Mesrure Hanım'ın, Nezih ve Dündar Arcayürek'ten (ö. 1993) sonra üçüncü çocuğu olarak Ankara’da dünyaya geldi. Arcayürek ailesi, savaş yıllarında Nezih'i kaybetti.

Cüneyt Arcayürek Ankara'nın tarihi semtlerinden Samanpazarı’nda, Koç ailesinin çocuklarının da okuduğu “Bizim Mektep” adlı özel ilkoukulu bitirdikten sonra Cebeci Orta Okulu'nda okudu. Babasını erken yaşta kaybetti. Paylaştığı anılar arasında, annesi Mesrure Hanım'ın öğretmenlik yaptığı Ankara Kız Lisesi ekibini kabullerinde iki kez gördüğü Atatürk'ün kendisini sevmesi ve elini öptürmesi de vardı.

Tıp eğitimden gazeteciliğe...

Ardından, Türk şiirinde Garip akımının öncüleri Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ile Prof. Erdal İnönü'nün de öğrencileri arasında bulunduğu, Ankara'da açılan (1932) üçüncü lise olan Gazi Lisesi'ne girdi ve 1944 yılında mezun oldu. Liseden sonra Ankara Tıp Fakültesi'ndeki tıp eğitimi kapsamında Almanya'ya da gitti. Ancak tıp eğitimini tamamlamayarak, arkadaşı Çetin Altan’ın önerisi ile gazeteciliğe geçiş yaptı.

Tek parti döneminde Cumhuriyet Halk Partisi'nin yayın organı olan ve bir dönem eski başbakanlardan Bülent Ecevit'in de çalıştığı Ulus gazetesinde 1947 yılında gazeteciliğe başladı. Sırasıyla Ankara Akşam haberleri, Kudret, Vatan, 1954 yılında tekrar Ulus gazetesi, Anka Haber Ajansı, Akis dergisi, Hürriyet, Güneş, Milliyet gazetelerinde çalıştı. Milliyet'te ve Atatürk'ten sonra İkinci Cumhurbaşkanı ve CHP'nin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü'nün damadı da olan gazeteci Metin Toker'in yayımladığı Akis dergisinde hem yazarlık, hem de genel yayın müdürlüğü yaptı. Akis dergisindeki bir yazısı nedeniyle cezaevine girdi.

Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)
Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)"Bir garip gazete" dediği Milliyet'ten kısa bir süre sonra ayrılan Arcayürek 1985 yılında, Hasan Cemal'in Genel Yayın Yönetmenliği sırasında Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı. Hasan Cemal ile İlhan Selçuk-Uğur Mumcu ekibi arasında gazetenin sahibi Nadir Nadi'nin ölümünün ardından 1991 yılında yayın politikası konusunda çıkan anlaşmazlık sırasında Cumhuriyet'ten ayrılarak bir süre o dönemin Bugün gazetesinde yazdı. Nisan 1992'de İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu ekibiyle birlikte döndüğü Cumhuriyet gazetesinde "Güncel" başlıklı sütunundaki yazılarını hayata veda edene kadar sürdürdü. Bir dönem Tuncay Özkan'la birlikte Kanaltürk'te "Politika Durağı" adlı programı yaptı.

Geçen çarşamba günü toprağa verilen Hürriyet gazetesinin eski sahibi Erol Simavi ile 22 yıl çalıştığı ve gazetenin Ankara Temsilciliği'ni de üstlendiği yıllarda yakın dostluk kuran Arcayürek, Simavi ailesine ait Göcek'teki Domuz Adası'nda aile dışında evi bulunan istsinai bir isim olarak da biliniyordu.

Johnson mektubu ve  Kıbrıs savaşındaki ilk gazeteci


ABD Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson ve Süleyman Demirel, 28 Ağustos 1962).




Askerliğini 1950 yılında Ankara’da yedek subay olarak yapan Arcayürek, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen ve “Johnson mektubu” diye anılan mektubu ortaya çıkararak büyük bir şöhret kazandı. Türkiye'nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla ve kaba bir üslupla yazılmış olan mektubu; iki yıl boyunca gizli tutulduktan sonra ele geçiren Arcayürek, mektubun tam metnini 13 Ocak 1966'da Hürriyet'te yayımlandı. Hürriyet gizli tutulan mektubu yayınlayınca, 15 Ocak 1966'da dönemin iktidarı, İnönü'nün verdiği yanıtı da açıklamak zorunda kaldı. Arcayürek, bu olay üzerine hakkında çeşitli soruşturmalar ve davalar açılırken "Yılın Gazetecisi" seçildi.

Arcayürek, 1974 yılında Türkiye'nin Kıbrıs'a yaptğı askeri harekât sırasında, askeri bir gemiye binerek Kıbrıs'a giren ilk gazeteci oldu. Çektiği 40 kaset fotoğraf dünyaya servis edildi.

Darbeyi haber veren uyarı mektubu

Arcayürek'in gazetecilik kariyerinde iz bırakan diğer haber, 12 Eylül 1980 darbesini yaklaşık dokuz ay öncesinden haber veren "uyarı mektubu" oldu.

27 Aralık 1979 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kendisinin ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzalarını taşıyan; “ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşünü” içeren uyarı mektubunu, bir ön yazı ile Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e sundu. Mektupta, TSK'nın “cumhuriyeti kollama ve koruma görevi”ne işaret edilerek darbe uyarısı yapıldı.

Ancak kamuoyu, muhtırayı 2 Ocak 1980 tarihinde Hürriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek'in haberiyle öğrendi. Daha sonra anlaşıldı ki, Korutürk, 1 Ocak 1980 gününe kadar altı gün boyunca muhtırayı saklamış, kimseyi haberdar etmemişti. Korütürk bu tutumunun gerekçesini yakın çevresine “Yılbaşı öncesinde halkın tadını kaçırmamak” diye açıklamıştı.

Cumhurbaşkanı Korutürk, 1 Ocak 1980 tarihinde Genelkurmay Başkanı Evren, kuvvet komutanları ile Jandarma Genel Komutanı'nı Çankaya Köşkü'ne davet etti. Kendisi de emekli bir oramiral olan Korütürk, Cumhurbaşkanlığı süresinin dolacağı Nisan 1980'e kadar askeri müdahale yapılmamasını istedi.

Muhtıra haberinin “Ordu uyarı mektubu verdi” başlığıyla Hürriyet'te ortaya çıkması üzerine Korütürk, 2 Ocak 1980'de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i birlikte Köşk'e davet ederek altı gün boyunca elinde sakladığı “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşü” başlıklı muhtıranın birer kopyasını verdi.

Korutürk, aynı gün o zaman iki kanatlı olan TBMM'de Millet Meclisi Başkanı Cahit Karakaş ile Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil, Cumhuriyet Senatosu Milli Birlik Grubu Başkanı Fahri Özdilek, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara ile Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan'a da mektubun birer örneğini gönderdi.

Kenan Evren'in ön yazısı ve muhtıra metni

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979 tarihli uyarı mektubunun ön yazısı ile “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Görüşü” başlıklı uyarı mektubu aynen şöyleydi:

"Sayın Cumhurbaşkanım,

Ülkemizin içinde bulunduğu ortamda Devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir.

Milli Güvenlik Kurulunun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutam seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.

Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zatıâlilerine sunuyorum.

Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim.

Saygılarımla. "

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü,

Ülkemizin içinde bulunduğu son derece önemli siyasi, ekonomik ve sosyal ortamda her geçen gün hızını biraz daha artıran anarşi, terör ve bölücülüğe karşı milli birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için; Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke yönetiminde etkili ve sorumlu anayasal kuruluşları ve özellikle siyasi partileri göreve davet etmek mecburiyetinde kalmıştır.

Kahramanmaraş olaylarının yıldönümünde henüz ilk ve orta-öğretim çağındaki evlatlarımızın örgütlü eylemciler tarafından zorla sürüklendikleri anarşik olaylar ibretle müşahade edilmektedir.

Anayasamızın getirdiği geniş hürriyetleri kötüye kullanarak İstiklal Marşımız yerine komünist enternasyonali söyleyenlere, şeriat düzeni davetçilerine, demokratik rejim yerine her türlü faşizmi getirmek isteyenlere, anarşiye, yıkıcılığa ve bölücülüğe milletimizin tahammülü kalmamıştır.

İktidar olan siyasi partilerin bütün devlet kademelerini kendi siyasi görüşleri doğrultusunda hareket edecek kişilerle doldurması, kamu görevlilerinin ve vatandaşların bölünmesini zorunlu hale getirmektedir. Siyasi partilerce yaratılan bu bölünme giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen iç kaynakların şekillenmesine, himayesine; polis, öğretmen ve diğer birçok kuruluşların birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden boyutlara varmasını önleyemeyen, bölücü ve yıkıcı guruplara tavizler veren ve kısır siyasi çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutumlarım sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir.

Bölgemizdeki gelişmeler Ortadoğu'da her an sıcak bir çatışmaya dönüşebilecek durumdadır. İçte anarşist ve bölücüler yurt sathında genel bir ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.

Ülkede birlik ve beraberliğin, vatandaşın can ve mal güvenliğinin süratle sağlanabilmesi için gerekli kısa ve uzun vadeli tedbirlerin Yüce Meclislerimizde en kısa zamanda kararlaştırılması bugünkü ortam içinde hayati bir önem taşımaktadır.

Diğer yandan Meclislerin açılışından bir buçuk ay sonra komisyonların ancak teşkil edilebilmesi ve ülkenin acilen çözüm bekleyen konuların müzakere için bugüne kadar müşterek bir gündemin saptanamaması üzüntü ile izlenmektedir.

Atatürk milliyetçiliğinden alınan ilham ve hızla vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında toplamanın; iç barış ve huzurun sağlanmasında temel unsur olduğu apaçık bir gerçektir. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan bir an evvel kurtulması hükümetler kadar diğer siyasi partilerimizin de görevleri arasındadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; İç Hizmet Yasası ile kendisine verilen görev ve sorumluluğun idraki içinde ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi Devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.

'Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum'

Arcayürek, hayatından kesitleri paylaştığı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nde "Ordu uyarı mektubu verdi" haberinin hikâyesini şöyle anlatmıştı:

“Bir gün eve geldim, Esin İstanbul’da, radyoda 19 bültenini dinliyorum, aralarda bir haber geçti. ‘Kuvvet Komutanları Çankaya Köşkü'nde’ falan diye. Bugün görüşme günü değil! İçime kurt düştü. Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu’yu aradım ve doğrudan sordum, ‘yazılı mı verdiniz sözlü mü’ diye, ‘yazılı’ dedi. İçinde şu var mı, bu var mı diyerek metni toparladım. Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin Paşa'yı da tanıyorum, onu da aradım, oradan da doğrulatınca haberi yazdırdım. Gazeteden aradılar bir süre sonra, ‘Ağabey ne başlık verelim?’ diye, ‘Ordu uyarı mektubu verdi’ deyin dedim…

Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum. Sabaha kadar uğraşır, bulurum. Rahmetli Mustafa Ekmekçi ile Basın Sitesi'nde karşılıklı bloklarda oturuyorduk, ’Gece senin çalışma odanın ışığını görünce uykum kaçıyor, yine ne yapıyor diye merak ediyorum’ derdi.”

Demirel'le Köşk yılları...

Arcayürek'in gazetecilik serüveni, Türkiye siyasetinde iz bırakan isimlerden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile uzun yıllar boyunca yakın bir ilişkiyi de içeriyor.

Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Nazmiye Demirel, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (soldan sağa)





Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Nazmiye Demirel, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (soldan sağa).

Arcayürek, 28 Kasım 1964 tarihinde yapılan Adalet Partisi kongresinde Sadettin Bilgiç karşısında (diğer adaylaylar Tekin Arıburun ve Ali Fuat Başgil) kimsenin şans tanımadığı Demirel'in genel başkanlığa seçileceğini, kongreden çıkan sayısal sonuca paralel olarak tahmin eden tek isim oldu.

Demirel, Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993'teki ani ölümü üzerine 9. Cumhurbaşkanı olarak Köşk'e çıkınca Arcayürek'e Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı görevini teklif etti.

Bir süreliğine bu görevi kabul ederek, daha sonra tekrar döneceği Cumhuriyet gazetesinin Ankara Temsilciliği'nden ayrılan Arcayürek, Köşk'teki tanıklıklarını anlatan ve "Etekli Demokrasi" cildiyle Tansu Çiller dönemini de içeren kitap dizisi nedeniyle Demirel'den tepki gördü.

http://t24.com.tr/haber/cuneyt-arcayurek-oldu-iste-cumhuriyet-tarihini-de-ozetleyen-hayati,299408


ÇANKAYA 11 CUMHURBAŞKANI 11 ÖYKÜSÜ..,

‘Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanı seçilmemesi gerekir’
Kulislerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gürler’in Sunay’dan sonra cumhurbaşkanı olacağı konuşuluyordu
Şubat ayının son günleri, bir geceydi. Sokak sessiz ve kimsesiz. AP liderinin evinde çalışma odası. Uzun süredir görüşmediğim AP lideri Demirel’le söyleşiye başlarken, acaba Demirel de Aristo mantığına sığınarak “hükümetlerin alın yazısını tayin edenler daima silah taşıyanlardır” diye düşünüyor mu diye bir soru vardı kafamda.
Zira yavaş yavaş tırmanan, artık önümüze ateşten bir top gibi geliveren Cumhurbaşkanı seçimi pek çok olaya gebe görünüyordu.
Askerlerin “kendilerinden birini” Çankaya’da görmek istedikleri, hatta bu isteklerini partilere, üstelik parlamentoda çoğunlukta olan AP’ye ve Ecevit gibi demokrasiye bağımlı bir lidere şu ve bu biçimde kabul ettireceklerine yüzde yüze yakın şans tanıyanlar çoklukta idi.
Bu bölümde de Demirel adından neden sık sık söz edildiğini merak edenler veya sorgulayanlar olabilir.
AP ve lideri 12 Mart süreci boyunca, cumhurbaşkanı seçimi sırasında ön plandaydı; askerler de sürekli dayattıkları reformların ve kurulacak hükümete buyurdukları konuların AP’nin katkısı olmadan gerçekleşmeyeceğinin bilincinde idiler.
Çünkü AP parlamentoda çoğunlukta idi ve tek söz sahibi lider Demirel’di...
Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili gelişmeleri öğrenebilmek ancak çoğunlukta olan AP’yi izlemekle olanaklıydı.
Üstelik askerler de biliyor ve hesapların ona göre yapıyorlardı: Parlamentoda “kendilerinden birinin” seçilmesi ancak AP oylarıyla olanaklıydı.
AP’yi günübirlik izlemek hem her açıdan önemliydi hem de haberin kaynağı lider Demirel’di.
Kulislerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’in Sunay’dan sonra cumhurbaşkanı olacağı yaygındı.
Demirel’e; “Faruk Gürler diyorlar?” dedim. Ayağa kalktı. Önümde durdu, “Seçilemeyecek” dedi.
Kulis hesaplarını altüst eden bu sözü üzerine şaşırıp kaldığımı görünce bu kez, “Seçilmemesi gerekir” dedi.
Ve nedenlerini açıklamaya koyuldu.
“Çünkü” diyordu. “AP Meclis grubu, milletvekilleri ve senatörleriyle ona oy vermeyecek. Her siyasal darboğazda, her siyasal dönemeçte bilinçle davrandıkları gibi davranacaklar ve tarihsel görevlerini yerine getireceklerdir. Buna bütün kalbimle inanıyorum.”
Odada bir aşağı bir yukarı geziyor, arada duruyor, kimi açıklamalar yapıyor.
Bu sözlerinin “bir kararlılığın” ifadesi olduğunu söylüyor. “Eğer Gürler’i seçersek halkın karşısına onun temsilcileri olarak nasıl gideceğiz? Sen oyunu bana ver, zor karşısında ben bu yetkiyi başkasına devredeyim mi diyeceğiz?”
Ayağını yere vurdu: “Yok öyle bir şey!”
Aksi halde insanlara milli iradenin erdemini anlatamayacaklarını söylüyordu.
İyi ama 150’ye yakın AP’li parlamenterin oy vereceklerini Gürler’e bir mektupla bildirdiklerinden söz ediliyordu.
Yaptığı hesaplara göre TBMM’de toplam 317 olan AP’liden 30’u Gürler’e oy verebilirdi ama.. hiçbiri millet iradesine dayanan bu partide kalamazlardı.”


‘ORDU KARARLARINI BAŞBAKAN TEBLİĞ EDİYOR’

Oysa uyumuştuk.Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili ordu kararları iki ay önce, 23 Ocak 1973 Salı günü, Başbakan Ferit Melen tarafından AP liderine bildirilmiş, bana göre tebliğ edilmişti.
Melen konuşmaya “ordu üst kademelerinin kararlarını anlatmaya çalışacağını” söyleyerek başladı ve ordunun isteklerini özetledi:
“Ordu komuta heyeti (12 Mart cuntası) 13 Mart’ta yapılacak cumhurbaşkanı seçimini müzakere etti. Devletin başıyla ilgili bu sorunda ordunun dileği ve eğilimi şudur: Sayın Sunay’ın görev süresi üç yıl daha uzatılacak. Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler görevinde üç yıl daha kalacak. Orduya gereken çekidüzeni verecek.”

Demirel, Melen’in (ordu komuta heyetinin) beklemediği bir çıkış yaptı:
“Söylediklerinizin gerçekleşmesi olanaksızdır” dedi.

Ona göre parlamentonun hür iradesini hiçe saymaktı. AP liderine göre bu kararların içeriğinde Faruk Gürler’in adı gizliydi. Bu kararlar Gürler’in adaylığı ve seçimiyle ilgili ön hazırlıklardı.

Sunay’ın görev süresinin uzatılamayacağı anlaşılınca komuta heyeti cumhurbaşkanı seçimine doğrudan müdahale edeceğini açığa vurdu.
21 Şubat 1973 günü devlet radyosu 13.00 haberlerinde bir “ordu bildirisi” yayımladı:
Bildiri “komutanların kimi siyasal liderlerle ülke sorunlarını görüştüğünü, AP liderinin ‘kendine özgü nedenlerle’ bu görüşmeye katılmadığını” açıklıyordu.
Lakin siyasal kulisler; ülkede huzur, reformların geleceği gibi konuların elbette konuşulduğuna.. ancak komutanların bu görüşmelerde dolaylı biçimde isim vermeden Faruk Gürler’in adaylığını ve seçilmesini gündeme getirdiklerine inanıyordu...
Haklıydılar. Çünkü komutanlar (komuta heyeti adına konuşan Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Turgut Sunalp portreyi çiziyor) ordunun yeni cumhurbaşkanında bulunmasını istediği nitelikleri sıralamıştı: “Tarafsız bir kişi. Partisiz. 27 Mayıs’a ve 12 Mart’a karşı çıkmamış bir insan. Özgeçmişinde kötü notlar bulunmayan, adı herhangi bir yolsuzluğa karışmamış, ordunun başkomutanlığını üstleneceğine göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dilinden anlayan, sorunları yakından bilen, enerjik yapıya sahip bir kişi.” Görüşmelerde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur da bulunmuştu.

‘İSİM SÖYLEMİYORLAR AMA…’

Komutanlarla görüştükten sonra evinde yakın çalışma arkadaşlarıyla bir araya gelen CHP lideri Bülent Ecevit:
“Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde bir iki önemli izlenim edindim” diye anlatmaya başladı:
“Sunalp Paşa yeni cumhurbaşkanında bulunmasını istedikleri nitelikleri sıralıyor ama bir isim söylemiyor. Fakattt Sunalp Paşa’nın tarif ettiği insan Gürler Paşa olarak biçimleniyor, renkleniyor” dedikten sonra komutanlara açıkladığı görüşünü anlattı:
“Gürler Paşa’nın kişiliğiyle, bilinen yetenekleriyle niteliklerine karşı olmadığımızı söyledim. Ancak Genelkurmay Başkanlığı’ndan Cumhurbaşkanlığı’na giden yolu benimsememizin olanaksızlığını vurguladım.”
AP ve CHP’nin, Genelkurmay Başkanı Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesine karşı oldukları böylece kesinlik kazanıyordu.
Cumhurbaşkanı seçimi giderek karmaşık bir biçimsellik alıyordu.
MGK uzun bir toplantı yaptı. Yayımladığı bildiride Cumhurbaşkanı’nın partilerle temas ederek “soruna” bir çare, bir çözüm bulmasının kararlaştırıldığını açıkladı.
Yorumlar doğruydu: Askerler Sunay aracılığıyla Köşk sorununa çözüm yolu açılacağını sanıyordu.
Parti genel başkanlarıyla görüştü Sunay. Köşk her şeyden söz ediyordu. Fakat “o duyarlı soruna” gelince fazla bilgi almak olanaksızdı. TBMM, yeni cumhurbaşkanını seçerken anayasada yazılı yetkilerini kullanacaktı. Köşk’teki görüşmelerin özünde bu vardı; ayrıca örneğin cumhurbaşkanı parlamento dışından olacak mıydı? Yanıt, hayırdı!
Örneğin Demirel’e göre zaten Çankaya’nın şu ya da bu kişiyi “empoze” etmeye yetkisi yoktu. Ama? Ordunun vardı.


KÖŞK’TEKİ GÖRÜŞMELERİN İÇERİĞİ DIŞARIYA SIZIYOR...

Fakat Köşk’teki görüşmelerin içeriği yavaş yavaş sızmaya başladı. Sunay, parti liderlerinden “ordu adına” bir ricada bulunmuş; Genelkurmay Başkanı Gürler’i cumhurbaşkanı seçivermelerini istemişti!
AP merkezinden alınan sağlıklı bilgilere göre Cumhurbaşkanı; “buhranın sonunu iyi görmediğini” söylemiş, ortalığın ‘vahim ve karışık’ olduğundan söz etmiş, MGK’nin parti liderleriyle görüşmesini istemesi üzerine bu görüşmeleri yapmaya karar vermişti.
Komutanlar Çankaya’ya gelmiş, Sunay’dan görev süresinin uzatılmasını istediklerini söylemişler. Cumhurbaşkanı da komutanlara bir koşulla uzatmayı bütün partilerin kabul etmesi durumunda kabul edebileceği yanıtını vermişti.
Fakat Melen’in yaptığı görüşmelerden sonra Sunay’ın görev süresini uzatma formülü yatmıştı. Bunun üzerine komutanlar Sunay’a tekrar gelmişler ve bu kez:
“Görev sürenizin uzatılması yattığına göre… Faruk Gürler Paşa cumhurbaşkanı olsun” demişlerdi.
Gürler’in cumhurbaşkanlığı resmiyet kazanmıştı.
Sunay bir başka deneme daha yaptı. Komutanlara partiler Gürler’i cumhurbaşkanı seçeceklerini yazıyla taahhüt ederlerse Genelkurmay Başkanı için derhal üzerine düşeni yapacağını söyledi. Aportta Gürler’in aday olacağının resmen ifade edilmesini bekleyen Demirel, “Hayır böyle yazıya imza atamayız” demişti. Diğer partilerin, özellikle CHP’nin de böyle bir girişime destek olacağı söylenemezdi.
Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi? Olabilir de olmayabilir de! DP lideri Ferruh Bozbeyli gayet açık konuştu. Köşk’te Gürler adının cumhurbaşkanı adayı olarak adının geçtiğini basına açıkladı.
Partilerin Gürler’e karşı tavır almalarının yayılmasından sonra -beklendiği gibi- birtakım senaryolardan söz edilmeye başlandı. Tabii en önemlisi: Gürler’i seçmezse TBMM, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyacaktı!
Neden? “Ordu, prestiji ile oynatmazdı.”
Bu arada kontenjan senatörü İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığından söz edildi.
Damadının kimi AKP’lilerle konuyu görüşmüş, fakat Demirel, “Gürler’in cumhurbaşkanlığını millete anlatırız ama İsmet Paşa’yı hayır” diyerek olayı kapatmıştı.
Bir ara Ecvet Güresin’le Yılmaz Çetiner bir cumhurbaşkanı adayı buldular: Eski Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel.
Demirel’le konuştular. AP liderinin söylediklerinden Tansel’i destekleyeceği sanısına kapılıp, Hürriyet’te tam sayfa Tansel’in adaylığını ilan ettiler ve… o sabah AP’den yalanlama geldi. Tansel adı da listeden silindi. Gürler giderek Köşk’e ısınıyor ama seçilmesini sağlayacak partiler giderek Gürler’in cumhurbaşkanlığından uzaklaşıyordu.
O gün Köşk’te dört komutan Sunay’la 3 Mart 1973 günü cumhurbaşkanı seçimini konuşuyordu. Toplantıya katılan Gürler hiç konuşmadı.
O dönemeyeceği bir yola çıkmıştı bir kere. Örneğin o gece Jandarma Astsubay Okulu’ndaki yemekte “Belki asker olarak okulunuzu son ziyaretindir” demişti.
Bu arada hem AP’de hem CHP’de oylama günü parti merkezlerinde bir başka sıkıntı yaşanıyordu.
Her iki partide Gürler’e oy vereceklerin sayısı bir hayli kabarık görünüyordu. Hatta AP’den kimileri Gürler’e oy vereceklerin listesini hazırlayıp vermişlerdi.
5 Mart 1973 günü Faruk Gürler’in emekliliği işleme konuldu.


Enis Akdağ

13 06 2010


Gürler’in çöküşü...

Gürler o gün sonun başlangıcındaydı. Başbakan Melen’le görüştüğümde bana “Hesabı kendileri yaptı ve kararı bizzat kendisi verdi” dedi. Cumhurbaşkanı Sunay da emekliğine ve adaylığına karşıydı.
Fakat Gürler, kendisine verilen, oy verecek milletvekili ve senatörler listesini Sunay’a göstermiş, Cumhurbaşkanı’ndan kontenjandan parlamentoya atanmasını istemiş ve bu isteğini kabul ettirmişti. Hava Kuvvetleri Komutanı Batur gerçekçi idi. Listeye bakmış “Bu isimler sana oy vermez” demişti. Ama Gürler (İkinci Başkan Sunalp de) listeye inanıyordu. Ne var ki ordu içinden Gürler’in adaylığına karşı çıkan sesler duyuluyordu. Örneğin 1. Ordu Komutanı Faik Türün. Asker dayatmasına karşıydı. Parlamentonun hür iradesiyle cumhurbaşkanı seçmesinden yanaydı. 13 Mart’a yakın bir pazar günü Başbakan Melen’e “Ya seçilemezse?” dedim “Bir Genelkurmay Başkanı soyunmuş ve Senato’ya gelmiş. Ordu onurunu çiğnetmez. Seçilecektir” dedi.
Gürler’e oy vermesi için örneğin Demirel telefon tehditleri alıyordu.

Herhalde Ecevit de. Şöyle yaparız, böyle yaparız!

Gürler’in sivilleri giydiği, Genelkurmay Başkanlığı’na Kara Kuvvetleri Komutanı Semih Sancar’ın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na Eşref Akıncı’nın atandığı gün…
CHP lideri Ecevit uyarı niteliğinde bir açıklama yaptı. “…İş işten geçmedi ise…Parlamento iradesinin nasıl belirleneceğine teşhis konulmadan sakıncalı olabilecek girişimler durmalıdır” diyordu. Bu arada Ecvet Güresin’le Yılmaz Çetiner, Gürler’den özel bir demeç aldılar. Hürriyet’e geçmeden okudum demeci; bir AP adayı yazsa ancak bu kadar AP’li görüşler, düşünceler öne sürebilirdi.
Gürler artık bir politikacı idi. Gazeteci seçilme şansını soruyordu.
Yeni senatör, cumhurbaşkanı adayı; “TBMM’nin muhterem üyeleri isterse seçilirim” diyor ve ekliyordu: “Ya nasip!” Askersel kaynaklardan haber almıştık. Örneğin yeni Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı (oğlu Hürriyet’te çalışıyordu) Gürler’in seçilmemesi durumunda darbe yapacaklarına ilişkin soruları “Türk ordusu Yeniçeri Ocağı değildir” diye yanıtlamıştı. Gürler seçilmeyebilirdi. Bu bir olasılıktı. Ama Gürler seçilmezse darbe olmayacaktı! Üstelik Hava Kuvvetleri Komutanı Gürler’e desteğini çekmişti.


http://bianet.org/bianet/toplum/146248-1-mayis-1977-neden-ve-nasil-kana-bulandi



30 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



..