İhsan Sabri Çağlayangil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İhsan Sabri Çağlayangil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 13




28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 13



   ''  TURGUT ÖZAL DÖNEMİ VE KARMAŞASI  ''


ÖZAL SONRASI KARMAŞASI

Aslında burada dile getireceğimiz olayların bir kısımını ÖZAL DÖNEMİ ( ALTTA BU BAŞLIKLA  DEĞERLENDİRİLMİŞTİR.. ) ve DEMİREL DÖNEMİ (   ALTTA  BU BAŞLIKLA  DEĞERLENDİRİLMİŞTİR..   )  yazılarımızda daha detaylı verdik. 
Bazılarını 2-3 kere tekrarlamak durumunda kaldık.

Ancak her bir bölüm ayrı olduğu için, bütünlüğü korumak zorunda idik... Sıkıcı olduysa, özür dileriz.

ÖZAL SONRASI KARMAŞASI'nı anlatmadan önce, kısa bir değerlendirme yapmak istiyoruz.

CUMHURİYET DÖNEMİ'nde, hiç birini o mevkilere lâyık görmememize rağmen,

- İSMET PAŞA  (  İSMET PAŞA  MUAMMASI  BAŞLIGINI  OKUYUNUZ  )  30 yıla yakın BAŞBAKANLIK ve CUMHURBAŞKANLIĞI, (    )

- MENDERES 10 yıl BAŞBAKANLIK,

- BAYAR 10 yıl CUMHURBAŞKANLIĞI,

- DEMİREL 17 yıl BAŞBAKANLIK ve CUMHURBAŞKANLIĞI,

- ÖZAL 10 yıl BAŞBAKANLIK ve CUMHURBAŞKANLIĞI

  ERDOĞAN 10 küsur yıl BAŞBAKANLIK yapmışlardır!..

- Bu ne demektir, biliyor musunuz?..

- 1839-1923 arasındaki 84 yılda 6 PADİŞAH hüküm sürmüş ve yetkilerini asıl SADRAZAMLAR kullanmış iken; 90 yıllık CUMHURİYET tarihinde (2013'e göre) bu 6 kişi birer DİKTATÖR olarak SALTANAT sürmüşlerdir!.. Sonra da kalkar MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK'e " Diktatör " derler!

Yani biz SALTANAT'ı "lâf"ta kaldırmış olduk!

Üstelik bunların hiç birisi 36 OSMANLI PADİŞAHI'ndan iyi ve üstün nitelikli insanlar değildi!..

Daha çocukken tahta çıkan 4. MEHMED (6 yaşında), 4. MURAD (11), 1. AHMED (18), SULTAN GENÇ OSMAN (14), ABDÜLMECİD (17) dönemlerini inceleyiniz...

Henüz "oy verme" yaşına girmiş, şimdiki sistemimize göre "seçilme hakkını bile elde etmemiş" iken PADİŞAH olan 2. MURAD (21), FATİH SULTAN MEHMED (19), KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN (24), Batı'ya özenen 2. MAHMUD (24) dömemlerini inceleyiniz.

SARHOŞ (2.) SELİM, DELİ İBRAHİM, DELİ MUSTAFA dönemlerini inceleyiniz. MÜSTEBİD "KIZIL" SULTAN diye tanıtılmaya çalışılan 2. ABDÜLHAMİD , HAİN denilen VAHDEDDİN dönemlerine bakınız... Yukardaki 6 kişi kadar CAHİL, MÜSRİF, BECERİKSİZ, KENDİNİ BEĞENMİŞ, DİKTATÖR, ÜLKEYE ZARARLI, hepsinden daha beteri bunlar kadar YABANCI UŞAĞI ve asılacak HAİN olmadıklarını göreceksiniz!.. Hiçbirisinin gavurlar karşısında eğilmediğini göreceksiniz. En kötü durumda olan SULTAN VAHDEDDİN dahi İstanbul'u terketmemiş, Devlet-i Aliyye'nin payitahtını ve hazinesi yabancılara bırakmamıştır.

Sözün kısası, CUMHURİYET döneminde ATATÜRK dışında, ister CUMHURBAŞKANI olsun, isterse gelmiş geçmiş 59 HÜKÜMET'in BAŞBAKAN'ı veya BAKANLAR'ı olsun, isterse MİLLETVEKİLLERİ olsun; OSMANLI PADİŞAHLARI'ndan, OSMANLI SADRAZAMLARI'ndan, OSMANLI VEZİR ve NAZIRLARI'ndan üstün nitelik sergiliyebilen KİŞİ sayısı, iki elin parmaklarını geçmez!..Hele bazıları MUSTAFA REŞİT PAŞA'dan HAİN, DAMAD FERİT PAŞA'dan daha fazla YABANCI UŞAĞI'dır!.. Bundan ötesi, ilk Cumhuriyet kadrolarından itibâren bugüne kadar gelmiş geçmiş Başbakanlar, Bakanlar, OSMANLI DEVLET ADAMLARI'nın seviyesine asla çıkamamışlardır.

Bir fikir verebilmek için, son OSMANLI dönemi ile MİLLÎ MÜCADELE ve ilk CUMHURİYET dönemi DEVLET ADAMLARI konusunda bir kıyaslama yapalım, istedik.

TANZİMAT sonrası, 1846-1922 yılları arasında tam 38 SADRAZAM gelip geçmiştir. Bunlardan sadece 8 veya 9'u MEDRESE çıkışlıdır. Diğerleri BATI tarzı eğitim almış, 11 tanesi BATI'da eğitim görmüştü. Yani HIRİSTİYAN AVRUPA toplumunu tanır, EMPERYALİST SİYASETİ'ni ve ZİHNİYET'ini bilirlerdi. Önemli kısmı bunu KARŞI KONULAMAZ görüp, onların güdümüne girmişlerse de, bir kaçı hariç, İHANET noktasına gelmemişlerdir. Onu dahi yaparken VATAN'a hizmet ettikleri düşüncesi içinde olmuşlardır.

Buna mukabil, MUHALEFET sayabileceğimiz İTTİHAT VE TERAKKİ üçlüsü ile 1918-1938 arasındaki MİLLÎ CEPHE önderleri arasında Avrupa'da okumuş kimse yoktur. Vekillik yapmış 47 kişiden sadece 6'sı (Bayur, Bozkurt, Günaltay, Kaya, Tek, Tengirşenk) AVRUPA'da eğitim görmüş, bu evsafta bir kısım zevat (Celâlettin Ârif, Rıza Nur, Ahmet Ağaoğlu, Nihat Reşad Belger, Rauf Orbay) ise kısa sürede siyasetten dışlanmıştır. Bunlar arasında BATI'da diplomatik görevde bulunan sadece RAUF ORBAY'dır. MUSTAFA KEMÂL'in de 1913'te SOFYA'da bir yıllık askerî ateşelik görevi vardır. Bu görev dışında, MUSTAFA KEMÂL hayatında 3 defa Avrupa'ya gitmiştir. 1910'da 10 gün, 1917-18'de 20 gün, 1918'de kaplıcada 1,5 ay kalmıştır.

Yukarıda Sayısını verdiğimiz SADRAZAMLAR'dan 30'u önemli bir OSMANLI DEVLET ADAMI'nın yanında kâtiplik veya yardımcılık yapmış, bir kaç DEVLET DÂİRESİ'nde çalışmış, bir kaç defa VÂLİLİK yapmış, en az 2 defa NÂZIR olmuş, sonra SADRAZAM (BAŞBAKAN) mevkiine gelmiş kişiler idi. Bu 30 SADRAZAM'dan 26'sı BÜYÜKELÇİLİK te yapmış, böylece yabancı devlet adamlarının ne düşündüğünü, nasıl davrandığını bilir olmuşlardı.

Hiç sivil DEVLET GÖREVİ yapmamış SADRAZAMLAR'dan MAHMUT ŞEVKET PAŞA göreve geldikten bir kaç ay sonra bir suikaste kurban gitmiş, AHMET İZZET PAŞA da sadece 3 ay görevde kalmıştır.

Bu 30 sadrazam'dan 7'si Askerdir. Ancak 3'ü erken dönemde SİVİL DEVLET GÖREVİ'ne geçmişlerdir. Geçmeyen 4 kişinin (Damad Mehmet Ali Paşa, Esad Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Cevad Paşa) toplam SADARET süresi 6,5 yıldır. Yani, 6 "sadece asker" SADRAZAM'ın (Mahmut Şevket Paşa, Ahmet İzzet Paşa dahil) SADARET süresi (76 yıldan) 7 yılı aşmaz!

1912'den sonraki, yani İTİLAFÇILAR ve İTTİHATÇILAR dönemindeki 10 SADRAZAM'dan 5'i askerdi. 1923-1938 ATATÜRK DÖNEMİ'ndeki 4 BAŞVEKİL'den 3'ü (İnönü, Orbay, Okyar) askerdi. Celal Bayar da İTTİHATÇI ve KOMİTACI'ydı.

İlk Meclis'teki Mebusların 288'i yüksek öğrenim görmüş, 94'ü orta öğrenim mezunu kişilerden oluşmaktaydı. Meslek dağılımı şu şekildeydi: 162 serbest meslek, 133 devlet memuru, 54 asker, 32 din adamı, 30 aşiret reisi, 7 teknik eleman, 16 sağlık görevlisi, 2 Reji görevlisi. Toplam 378 milletvekilinin 162'si birden fazla dil bilgisine sahipti. Ancak bunlardan MUSTAFA KEMÂL'in çevresine girebilenler bir avuç insandı. Onların da vasıflarını az önce belirttik.

Hepimizin bildiği gibi, MİLLÎ MÜCADELE'nin önderi MUSTAFA KEMÂL PAŞA hiç bir sivil görevde bulunmamış, buna rağmen yüksek dehasıyla hem ORDU'yu, hem MECLİS'i idare etmiş, hem de ANKARA'da yeni bir DEVLET'in sivil teşkilâtının temelini atmıştır. Ancak bu başarıyı kısa sürede çevresini saran DEVLET VE DİPLOMASI TECRÜBESİ OLMAYANLAR için söylemek mümkün değildir.

Bundan ne çıkar?.. 

Maalesef ANKARA'nın yöneticileri, DEVLET İDARESİ'nde VE DİPLOMASİ'de İSTANBUL yöneticileri kadar EĞİTİMLİ ve TECRÜBELİ değillerdi. LOZAN'a dahi öyle gittiler.

CUMHURİYET DÖNEMİ'nde çekirdekten devlet adamı yetiştiren, ve Devlet'te devamlılığı sağlayacak şekilde yetişkinden yeni yetişene görev teslimi yapan bir sistem maalesef kurulamamıştır. Her gelen Amerika'yı yeniden keşfeden Kolomb gibi ortaya çıkmıştır. Her gelen Kıbrıs meselesini çözeceğini sanmış, her gelen Avrupa Birliği'ne gireceğine inanmış, her gelen "terör sorununu ben hallederim," diye ortaya çıkmış, ama kendinden önce yapılanları bilmediğinden, kendinden öncekilerin tecrübelerinden yararlanmadığından gavurlara daha fazla taviz verip, hiç bir şey elde edememiştir. Tarih bilgisi, jeo-politika bilgisi, iktisat bilgisi kıt bu kişiler, kendilerinin olmayan dehalarına inandıkları için müşavirlerinden, müsteşarlarından dahi yararlanmaya tenezzül etmezler, nice gaflar yaparlardı... Dünya Bankası uzmanı (!) ve Planlama Müsteşarlığı yapmış, süper iktisatçı (!) Özal, Sultan Abdülaziz'in yüz yıl önce tahvil çıkardığını bilmediği için, tahvil çıkardığında "ilk" olmakla övünmüştü!

Aynı KALİTE DÜŞÜKLÜĞÜ maalesef daha alt kademelere, BÜROKRAT, DEVLET MEMURU, ASKER, İŞADAMLARI, hatta ÖĞRENCİLER'e de bulaşmıştır!.. Akrabalarına, yandaşlarına makam, kevki dağıtma merakında olan şerefsiz politikacılar, Genel Müdür, Müdür, Vali olmak için konmuş olan "10-15 yıl memurluk" tarzındaki kuralları da hiçe sayarak kaldırmışlardır!

OSMANLI DÖNEMİ'nde YURT DIŞI'na kaçan olmuştur... Ama DEVLETİN PARASI'nı, hatta KENDİ SERVETİ'ni dahi kaçıran olmamıştır!.. Hele bırakın gayrımeşrûyu, meşrû servetini bile yurtdışında yabancı bankalara yatıran hiç olmamıştır! Evet; çalan, çırpan, halkı soyup zengin olan vezirler. valiler olmuştur. Ama bunların çoğu, son dönem (1856-1923) hariç, tespit edilmiş, kelleleri uçurulmuş, malına mülküne el konmuştur.

Yurt dışında EĞİTİM gören olmuştur... Ama TÜRKİYE'yi terkedip GAVUR DİYARI'na gidip onların vatandaşı olma alçaklığını gösteren, onlara hizmet sunan hiç çıkmamıştır!.. TEVFİK FİKRET'İN OĞLUNUN DIŞINDA!

MİLLÎ MÜCADELE sırasında, adam öldürmekten İDAM'a mahkûm edilen, ancak kendisini "vatandaş" saydıkları için gelip kurtarmaya kalkan İTALYAN HEYETİ'nin teklifini reddedip,

- "Sizin vatandaşınız olup yaşamaktansa, bu memleketin insanı olup asılmayı tercih ederim," diyen kabadayı ADALI HÜSEYİN bile yurdunda ölmüştü. (Bakınız: MİLLİ MÜCADELE ve LOZAN BARIŞI)

Kastettiğimiz tarzda olumsuz olaylar ATATÜRK DÖNEMİ'nde (1923-1938) de yoktu!.. Çasuslar hariç!.. TÜRKİYE'yi terkedenler kendini TÜRK saymıyan GAYRIMÜSLİMLER idi... Bir tek istisna İSMET'in dirayetsizliği ile YUNAN'a sığınan ÇERKES ETHEM'dir!

İşte gördünüz mü, biz ATATÜRK'ten sonra ATATÜRKÇÜLÜK kalmadı, derken haksız mıymışız?

Neyse... Sizin de sinirinizi fazla bozmadan konumuza dönelim.

1993 yılının en önemli olayı ÖZAL'ın ölmesi idi... 17 Nisan'da öldü, 22 Nisan'da toprağa verildi.

Özal'ın ölümünde bir muamma olduğu kesindir. Ancak bu "zehirlenme" falan ile ilgili değildir. Rahatsızlandığında yatak odasında idi ve yanında sadece karısı vardı. Doktorlar odaya saat 10 civarında girmiş, Özal ambulansla hastaneye nakledilmiş, odaya kapanan doktorlar tarafından muhtelif aralar ile çelişkili açıklamalar yapılmıştır. İlk açıklamada "saat 11 civarında öldüğü", ikinci açıklamada ise "14 civarında öldüğü" belirtilmiştir. Ceset üzerinde defin sırasında sorun olmaması için "ufak bir cerrahî müdahale" yapıldığı söylentisi de vardır... Mezardan çıkarılan ceset üzerinde yapılan tahliller sonucu "4 ayrı zehir" bulunduğu iddiası da gerçek değildir. Bulunan kimyevî maddeler, definden önce yapılan tahnit (mumyalama) işlemi ile ilgilidir. Eğer Özal öldürülmüş olsaydı, ilk şüphelenilecek kişi, son ânında yanında olan karısı Semra Özal olmalıydı.

Göklere çıkarılan, ATATÜRK'e özenip Vatan Caddesi'ndeki "anıt mezar"a gömülen Özal'ı, halktan ziyaret eden hemen hiç kimse olmaz. Tıpkı gene ATATÜRK'e özenilerek "anıt mezar" yapılan Menderes gibi!.. Ha, bir de mezarından çıkarılıp Anıt Kabir'deki meydana çirkin bir kabir altına gömülen İsmet İnönü gibi!.. Hepsi kusurları ile birlikte hatırlanmak durumundadırlar.

17 Nisan'da Rodney King adlı bir zenciyi öldüresiye döven polisleri juri suçlu buldu... Aylında daha önce polisler 1992'de suçsuz bulunmuş, bunun üzerine olayın 1991'de cereyan ettiği Los Angeles şehrinde isyan çıkmış, günlerce sürmüş, dükkânlar yağma edilmiş, arabalar yakılmış, insanlar yaralanıp öldürülmüştü. Hükûmet millî muhafızları polise yardıma çağırmak zorunda kalmıştı. Rodney King'e daha sonra haksız yediği dayak için 3.800.000 dolar tazminat ödendi.

19 Nisan'da genelev patronu Ermeni asıllı vatandaşımız Matild Manukyan İstanbul'un vergi rekortmeni oldu.

Yine 19 Nisan'da Amerika'nı Teksas ayeletinde Waco şehrinde David Koresh adlı manyağın kurduğu tarikat çiftliğinde çıkan yangında 27'si çocuk, 76 kişi öldü. David Koresh de ölenler arasında idi. Çiftlik bir kaç gündür FBI ajanları ve polis kuşatması altında idi. Yangının yanıcı nitelikli gözyaşartıcı bombadan çıktığı öne sürüldü.

Nedense Amerikalılar'dan bu tür sapık tarikatlar sık sık çıkar. Bunların açıkgöz liderleri kandırdıkları saf ve cahil kişilerin bütün varlıklarını tarikata bağışlamalarını, bir kömün halinde yaşamalarını sağlarlar. Aralarından güzel kadınları metres olarak kullanır, pek çok çocuk edinirler. Müritlerine ereceklerini, yakında kopacak kıyametten bir tek onların kurtulacağını falan söylerler. Tabii hiç biri doğru çıkmaz. En meşhurları Jim Jones adlı herif idi. Tarikatı teftişe gelen 2 senatörü öldürdü. Sonunda 911 tarikat mensubu ıle birlikte zehir içerek intihar etmiştir. Aynı adda bir film dahi vardır. Bizde de pek çok sahte tarikat, uyduruk şeyh ve salak mürit topluluğu olmasına rağmen, Amerikan tipi bir tarikatı Bülent Çorak adlı kaçık kadın oluşturmuştu. Atatürk'ü, Mevlana'yı hatta Hz. Muhammed'i bile safsatalarına âlet etmiştir. Arada Hintli misyonerler de gelip sosyetik geçinenleri yolarlar.

23 Nisan 1993'de cezaevi firarisi ve kürtçü-bölücü Dev-Sol üyesi İbrahim Yalçın çatışma sonucu ölü ele geçirildi.

24 Nisan'da Londra'da bir otomobil, 1000 kilo patlayıcı ile havaya uçtu, 1 kişi öldü.

25 Mayıs'ta Rusya'da Amerikan hayranı Boris Yeltsin cumhurbaşkanı seçildi... Amerikalı reklamcıların Rusya'ya gelip Boris Yeltsin'i nasıl seçime hazırladıklarını anlatan bir film dahi vardır.

28 Nisan'da İstanbul, Ümraniye'de Hekimbaşı Çöplüğü'nde biriken metan gazı patladı, savrulan çöpler bir mahallenin üzerine çöktü. Yıkılan 12 evde çoğu kadın ve çocuk 39 kişi öldü, pek çok kişi yaralandı.

30 Nisan'da World Wide Web (WWW - Dünya İnternet Ağı) kuruldu.

1 Mayıs'ta Sri Lanka başkanına bombalı suikast yapıldı. 26 kişi öldü.

7 Mayıs'ta Türkiye Komünist Emek Partisi önderlerinden, 20 yıldır aranan Teslim Töre yakalandı. Aynı gün Kürtçü, bölücü DEP, Yaşar Kaya başkanlığında kuruldu.

8 Mayıs'ta ırkçı Güney Afrika hükûmeti ilk defa bütün ırkların (beyaz, hintli, zenci) katılacağı bir genel seçime razı oldu.

16 Mayıs'ta Meclis'te yapılan 3. tur oylamada mason Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi. DYP'nin başına geçici olarak Mehmet Gölhan getirildi.

Demirel de Özal'ın ölümü üzerine onu taklit edip, "düzeltirim" iddiasıyla geldiği İKTİDAR'ı bırakıp SORUMSUZ Cumhurbaşkanlığı makamına kaçtı. Yerini Tansu Çiller'e bıraktı, "BABA"” sıfatıyla "Baş Köşe"ye kuruldu. Geçmiş günahları her nedense hemen en sert muhalifleri tarafından bile unutuldu. Üstelik bir de yılmaz "atatürkçü ve lâik" kesildi başımıza!.. Ama bundan sonraki gelişmelerdeki sorumluluğu ortadan kalkmadı...Bizce kalkmayacak!.. Ta ki, DEVLET'in yakasını bırakıncaya kadar!..

25 Mayıs'ta katliamlarıyla tanınan PKK, 150 kadar militanla Bingöl-Elâzığ yolunu kesti, 15-20 kadar aracı durdurup kimlik kontrolü yaptı. Durmayan bir araca ateş ederek bir eri ve bir kadını öldürdü. Durdurdukları araçlardan 50 kadar silahsız, terhis olmuş askeri indirip kaçırdı. Bunlardan 33'ünü kurşuna dizip öldürdü. Özel tim ve askerin müdahalesiyle çıkan çatışmada 10 PKK'lı öldürüldü. Kaçırılmış olan 13 er, 1 polis ve 8 yurttaş kurtarıldı. Bu olay sözümona PKK'nın ilan ettiği "ateş kes" sırasında cereyan etmişti!..Başbakan Vekili, Kürt bölücülerle işbirliği yaparak onları Meclis'e sokmuş olan Erdal İnönü , bir açıklama yaparak "PKK'lılara af" kararnamesinin ertelendiğini açıkladı...

Bu ebleh adam, 6 Kasım 1996 mahalli ara seçimlerde iktidar partileri (RP-DYP) % 60 oy toplamış, kendisi % 8'lere düşmüşken, ne dese beğenirsiniz?.. "Millet kurtuluşun Sosyal Demokrasi'de olduğunu görmüştür!"... Güler misin, ağlar mısın?

27 Mayıs'ta mafya İtalya, Florensa'da Ufizi müzesini bombaladı, 6 kişi öldü. Sebep herhalde bir süre önce mafya babası Benedetto'yu Santapaolo'da yakalaması idi.

28 Mayıs'ta Selman Rüştü'nün "Şeytan âyetleri" kitabını tercüme edip yayınlamaya kalkan solcu Aydınlık gazetesini protesto eden İslamcılar Cuma namazından sonra Kynak Yayınları'nı bastılar. Polisle çatıştılar. 25 kişi yaralandı.

29 Mayıs'ta Almanya, Solengen'de neo-naziler 5 Türk kadınını yakarak öldürdler.

1 Haziran'da Guatemala'da ordu darbe yaptı, devlet başkanı Jorge Serrano'yu devirdi.

5 Haziran'da Somali'ye de müdahale eden emperyalist Amerikan güçleri Mogidişu'da direnişçi Aidids'in inanılmaz mücadelesi sonucu zor durumda kaldı. Ülkeye "barış gücü" diye gelmiş gariban Pakistan askerleri öne sürüldü, onlardan da 23'ü öldü. Ta 2010'a kadar... Bu işgalde Türk birliği de görev almış, başındaki yahudi dönmesi Çevik Bir adını böylece duyurmuş, sonra 28 Şubat müdahalesine liderlik yapmıştı.

9 Haziran'da mason Süleyman Demirel'in has yeğeni Yahya Demirel, Şekerbank'ı zarara uğrattığı gerekçesiyle 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Alıp ta ödemediği krediyi soran olmadı!

13 Haziran'da DYP Olağanüstü Kongresi'nde 933 oy alarak genel başkan seçildi. Diğer adaylar İsmet Sezgin (320) , onun lehine çekilen Bedrettin Dalan ve Köksal Toptan (212) idi. Onlar da 2. turda çekildiler.

19 Haziran'da Demokrat Parti'nin politikasına uygun davranan ABD Başkanı Clinton, Amerikan ordusundaki homoseksüeller için "sorma, söyleme" politikasını açıkladı. Çok şükür, TÜRK ordusunda hâlâ böyle bir şey yok. Homoseksüeller orduya alınmaz. Medyum Memiş alınmıyanlardan biridir.

24 Haziran'da hükûmete 1 yıl süreyle kanun hükmünde kararname çıkarma yasası Meclis'te kabul edildi.

25 Haziran'da Tansu Çiller başkanlığında, DYP-SHP ortaklığıyla 50. Hükûmet kuruldu. Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı, bölücü Kürtçü Mehmet Moğoltay Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, yolsuzlukları ile ünlü eski Ankara belediye Başkanı Murat Karayalçın Dışişileri Bakanı, kültürsüz Fikri Sağlar Kültür Bakanı oldu. Koltuk bekleyip te alamayan DYP'li Ümit Canayar, Tevfik Diker ve Nevzat Çobanoğlu partiden istifa ettiler. Tevfik Diker sonra başka bir baltaya sap olamıyacağını anlayınca geri döndü.

27 Haziran'da PKK turistik yerlere saldırmaya Antalya'dan başladı... Aynı gün Amerikalılar Tomahawk füzeleri ile Irak'ın istihbaharat binasını vurdu. Bahane de Kuveyt'te Başkan Bush'a düzenlenen suikastte sözde Irak'ın rol alması idi.

30 Haziran'da Siirt'te jandarma karakolu basıldı. 12 asker ölürken, 8 de PKK'lı öldürüldü. Van'da bir otel kundaklandı, 11 kişi öldü, 27 kişi yaralandı. Diyarbakır'da güvenlik güçlerini taşıyan otobüs saldırıya uğradı, 1 er öldü. Mardin'de bir mezra basıldı, 7 kişi öldü. Erzincan'da bir yolcu otobüsü şoförü ve muavini öldürüldü. Bir tanker ateşe verilirken şoförü kurşuna dizildi... PKK iyice azıtmıştı.

2 Temmuz 1993'de Sivas'taki Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne katılan mizah yazarı Aziz Nesin'in "Kur'an'ın devri bitmiştir" demesi üzerine, Cuma namazından çıkan bir grup slogan atarak yürüyüşe geçti. Aziz Nesin ve arkadaşlarının kaldığı Madımak Oteli önünde yüzlerce kişi toplandı. Güvenlik güçleri havaya ateş açmasına rağmen olayları önleyemedi. Bir kişinin otelin penceresine tırmanıp perdeyi yakmasıyla başlayan yangında 37 kişi dumandan boğularak öldü. Olaylarda 14'ü polis 60 kişi yaralandı. 157 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 91'i sonra tutuklandı. Ölenler arasında şair Behçet Safa, ozan Hasret Gültekin Nesimi Çimen, Âsım Bezirci de vardı. Şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Hani, PKK'lı, DHKP-C'li bölücü hain teröristler askere, polise saldırıyor, yol kesiyor, hendek kazıyor, ev dükkân yakıyor, adam öldürüyor (2013-2014), sonra da "Biz yapmadık, provakatörler yaptı" diyor ya... Onlar provokasyon değil, doğrudan terör eylemi!.. Provokasyon Sivas'ta "Aziz Nesin'in yaptığıdır. Müslüman ahalinin tepki göstereceğini bile bile "Kur'an'ın devri bitmiştir" demiş, insanların sokağa dökülmesine sebep olmuştur. Sonra o halkın içinden birileri çıkıp insanları daha da kışkırtmış, iş otelin yakılmasına, insanların yaralanmasına, ölmesine kadar gitmiştir! Aziz Nesin'i olaya katmadan Sivas'ta olup bitenleri anlamak mümkün değildir.

2 Temmuz'da Filipinler'de bir gemi battı, 325 kişi öldü.

3 Temmuz'da Bodrum'un 4 ayrı yerinde aynı anda orman yangını çıktı... Ben bu orman ve fabrika yangınlarının çoğunun kasıtlı ve bölücü Kürtçü teröristler tarafından çıkarıldığını inanırım.

5 Temmuz'da 50. Hükûmet güvenoyu aldı. Aynı gün Anayasa'nın 133. maddesi değiştirildi. Böylece radyo ve televizyon yayınlarında Devlet tekelinin kalkmasının önü açıldı... Aynı gün PKK'lılar 32 köylüyü hunharca katlettiler.

12 Temmuz'da Arzum Onan Avrupa Güzeli seçildi. Aynı gün Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü olarak atandı... Elazığlı olan Mehmet Ağar bu görevi sırasında Elazığ'dan 9000 kişiyi polis yaparak geleceğini garantilemiş, hatta bir dönem bağımsız milletvekili seçilmiştir.

Yine 12 Temmuz'da Japonya, Hokaido'da 7,8 şiddetinde bir deprem oldu. Sadece 150 kişi öldü. Bizim gölcük depreminde aynı şiddette 30 bine yakın insan ölecek idi. (1999)

14 Temmuz'da Çiller'in kararlı bir tavrı sayesinde Cudi, Gabar ve Tanin dağlarındaki terörist yuvaları bambalandı. Aynı gün teröristler Iğdır'ın Aralık ilçesindeki Yenidoğan jandarma karakoluna saldırarak 1 astsubay, 6 er ve 1 köylüyü şehit ettiler.

14 Temmuz'da Anayasa Mahkemesi bölücü Kürtçü HEP'in kapatılmasına karar verdi. Aynı gün kendisinden 29 yaş küçük olan Feray Işık ile evlenebilmek için ikinci karısına 11 milyar liralık (yaklaşık 733 bin dolar) servet bırakan İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel hakkında "Nereden Buldun?" soruşturması başladı... İSKİ yolsuzluğu SHP ve daha sonra CHP'nin İstanbul'da silinmesine yol açtı.

Aslında bu tarz bir soruşturma hemen bütün gelişmiş Batı ülkelerinde vardır. Hem de yolsuzluktan falan şüphelenildiğinde değil; bankaya para yatırırken, havale yaparken, mal-mülk alırken!.. Kaynağını belirtemediğiniz para "kara para" addedilir. O yüzdendir ki, mafya babaları bile ne olursa olsun, kanunî bir işletme kurarak vergi ödeyip servetlerini "ak"lamaya çalışırlar. Hiç biri meşhur gangster Al Capon'un vergi kaçakçılığından hapse tıkılıp hayatının söndüğünü unutmaz!.. Darısı bizimkilerin başına!.. Sadece mafya babalarını kastetmiyorum, politikacıların, bürokratların, belediye başkanlarının, büyükelçilerin, komutanların, işadamlarının başına!..

17 Temmuz'da Antalya'da 3 otele patlayıcı madde atıldı. 1 kişi ölürken, 10 kişi de yaralandı.

25 Temmuz'da İsrail güney Lübnan'a saldırdı. Gene ses çıkaran olmadı.

27 Temmuz'da hırsını alamamış olan mafya Roma, Milano, Vatikan'da tarihî binalara bombalarla saldırdı, 5 kişi öldü.

29 Temmuz'da beceriksiz bulunan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu görevden alındı. yerine Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı tayin edildi.

31 Temmuz'da ırkçı Güney Afrika'nın Johannesburg şehrinde beyazların Inkatha ordusu, zencilerin direniş örgütü ANC mensubu 49 kişiyi öldürdü.

11 Ağustos'ta Hükûmet'le Türk-İş anlaştı. İsçiler birinci altı ay için % 37, ikinci altı ay için % 28 zam aldılar.

14 Ağustos'ta teröristlerin kışkırtmasıyla Kars'ın Digor ilçesinde 4 bini aşkın kişi PKK bayrakları ile gösteri yaptı. Güvenlik güçlerine direndiler, açılan ateş sonucu 5'i kadın 9 kişi öldü, 51 kişi yaralandı.

20 Ağustos'ta yolsuzluklar şahı eski İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel tutuklandı.

28 Ağustos'ta Çin'de baraj patladı, selde 223 kişi öldü.

4 Eylül'de Batman'da kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından yapılan saldırıda bölücü Kürtçü DEP milletvekili Mehmet Sincar ile DEP üyesi Metin Özdemir öldü.

8 Eylül'de eski 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı emekli Orgeneral Hüseyin Doğan Özgeçmen bir terörist saldırı sonucu yaralandı.

9 Eylül'de Filistin Kurtuluş Örgütü İsrail devletini tanıdı. Biz ise 1948 yılında İsmet Paşa sayesinde kurulur kurulmaz, neredeyse Amerika'dan önce tanımıştık.

11 Eylül'de SHP'nin Olağan Kurultay'ında genel başkanlığa Murat Karayalçın seçildi. Erdal İnönü aday olmadı.

13 Eylül'de İsrail Başbakanı Ishak Rabin Yasser Arafat'la Washington'da el sıkışarak barış antlaşması imzaladı. Aynı gün Norveç'in araılığı ile Oslo'da iki taraf arasında daha önce gizli görüşmeler yapılmış olduğu ortaya çıktı... Bu Oslo'nun da karışmadığı şey yok! Bizim Erdoğan hükûmetinin 2010'larda bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ile yaptığı al gülüm ver gülüm görüşmeler de Oslo da olmuştur.

16 Eylül'de Anayasa Mahkemesi Hükûmet'e Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini genişleten yasayı iptal etti. Halbuki Hükûmet bu yasayla özelleştirmeyi hızlandırmak istiyordu. Aynı gün bölücü Kürtçü DEP Genel Başkanı ve Kürtçü Özgür Gündem gazetesi sahibi Yaşar Kaya tutuklandı.

Yine 16 Eylül'de yolsuzlukların ağababası İLKSAN YOLSUZLUĞU davasından yargılanan 17 sanık tutuklandı... İLKSAN'a verilen para için dönemin Başbakan'ı mason Süleyman Demirel "Verdiysem, ben verdim," diyerek meydan okumuştu... Konu AY-BA şirketinin sahibi Sedat Çolak, Pendik civarında 120 milyar liraya aldığı 6300 dönüm araziyi 346 milyar liraya İLKSAN’a satması idi. Milli Eğitim Bakanlığı, Bakan yurt dışındayken arsanın alınması için İLKSAN’a 300 milyar liralık bir ödenek aktarımı yapmış, mason Demirel "bu arsanın alınması talimatını kendisinin verdiğini, ve paranın da yine kendi emriyle ödendiğini" söylemişti. Ne demişler, "Şecaat arzederken merd-i kıptî, sirkatin söyler." Çingene mert olanı (!) kahramanlığını (!) anlatırken örnek olarak hırsızlığını dile getirirmiş!.. Mason Demirel hep öyledir.

17 Eylül'de son Rus askeri de Polonya'yı terketti. İki gün sonra Polonya'da parlamento seçimleri yapıldı. İşçi lideri Leh Walessa devlet başkanı oldu

22 Eylül'de İstanbul Tahtakale'de çıkan yangında 500 dükkân yandı.

29 Eylül'de Hindistan'da korkunç bir deprem oldu. 10.000 kişi öldü.

30 Eylül'de Hindistan, Lahor'da 6,4 şiddetinde deprem oldu, 28.000 kişi öldü.

4 Ekim'de Rus asker ve polisleri Rusya Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin'e karşı ayaklanıp Rus parlamento binasını ele geçirmiş olanlara karşı operasyon düzenledi, binayı topa tuttu ve ayaklanmaya son verdi.

5 Ekim'de Somali'de işgalci Amerikalılar'ın "düşmez" dediği iki "karaşahin" helikopteri direnişçi Aidids kuvvetleri tarafından düşürüldü. 18 Amerikan askeri öldü. Yine Pakistanlılar öne sürüldü. Sonunda Amerikalılar Somali'den çekilmek zorunda kaldılar.

10 Ekim'de Güney Kore'de bir feribot faciası meydana geldi. 120 kişi öldü.

16 Ekim'de PKK'nın "çalışmayın" tehdidinden sonra Diyarbakır'daki gazete büroları kapandı... Hizbullah ta ilerde gazete merkezlerini tehdit edecek, "Benim aleyhime bir tek satır yazanı yok ederim" diyecek, bu tehditten dolayı hiç bir gazete Hizbullah aleyhine yazı yazamıyacaktı. Ta ki, liderleri yakalana, mezar evler bulunana kadar!

Aynı gün General Ömer El Beşir Sudan Devlet Başkanı seçildi. İngiltere'de IRA bir balık restoranına bombalı saldırı düzenledi, 10 kişi öldü.

21 Ekim'de iyice azıtan PKK, siyasî partilerin Güneydoğu'daki faaliyetlerini yasakladığını ilan etti... Hâlâ bazı partiler Güneydoğu'daki bazı illerde miting yapamaz.

22 Ekim'de Siirt'in Baykan ilçesi Derince köyünü basan PKK, 9'u kadın, 13'ü çocuk 22 kişiyi öldürdü!.. Öldürülenler hep Kürt idi. Zaten PKK, Türk'ten çok, kurtaracağını iddia ettiği Kürtler'i öldürmesiyle meşhurdu.

Yine 22 Ekim'de Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın Lice'de açılan ateş sonucu şehit oldu.

23 Ekim'de IRA'nın Belfast'taki saldısında 7 kişi öldü. Aynı gün Keşmir'deki gösteride 22 kişi öldü.

25 Ekim'de katliamlarıyla tanınan PKK, Erzurum ve Batman'da çok insan öldürdü. Erzurum'un Çat ilçesi'nin Yavi beldesinde vatandaşları kahvehaneye toplayıp propoganda yaptıktan sonra, taradılar. Kadın-erkek, genç-yaşlı çoluk-çocuk 35 kişi öldü, 50 kişi yaralandı. İnsafsız ve imansız teröristler evleri de ateşe verdikten sonra kaçtılar. Sonra Devlet'in köyleri yaktığı yalanını yaydılar. Şehirde masabaşından ayrılmayan aydın bozuntuları da buna inanıp Kürtler'e ağıt düzdüler.

31 Ekim'de Gana ile Fildişi Sahili arasındaki futbol maçından sonra çıkan olaylarda 25 kişi öldü... Bu yüzden futbolu hiç sevmem! "Dostluk Maçı" palavralarına hiç inanmam! Hiç "dostluk" olsa, insanlar tanımadıkları kişilerin üzerine döner bıçakları ile yürür mü?

Aynı gün Almanya'da İşsizlerin 3,5 milyona ulaştığı açıklandı.

9 Kasım'da İstanbul şehir hatlarına ait Fahri S. Korutürk vapurunda bomba patladı. Aynı gün Sırp askerleri Saraybosna'da bir okulda çocukların üzerine ateş açtı. 9 çocuk öldü.

11 Kasım'da Diyarbakır'da görülen 130 sanıklı PKK davasında 15 kişi idama, 14 kişi ömürboyu hapse mahkûm edildi.

13 Kasım'da Pakistan'da Faruk Leghan Devlet Başkanı seçildi.

14 Kasım'da Porto Rico yapılan oylamada ABD'nin 51. eyaleti olmayı reddetti.

19 Kasım'da Cezayir'de fundementalist İslamcılar ayaklandı, 27 kişi öldü. Aynı gün Kurasao'da yapılan oylamada ülke Hollanda Antilleri'ne bağlı kalma yönünde tercihte bulundu. Hollanda hâlâ Antiller'e sahiplenen sömürgeci bir ülkedir. Öyle köleci bir zihniyet oluşturmuştur ki, şimdi dahi o bölgeler Hollanda'dan ayrılmayı düşünemiyorlar. Bir dönem koskoca Endonezya ile Malezya'da küçücük Hollanda'nın hegemonyası altında idi.

25 kasım'da İSKİ yolsuzluğu kapsamında İstanbul Belediye Başkanı şaibeli Nurettin Sözen , Ergun Göknel ve yahudi dönmesi işadamı Halil Bezmen 'in de aralarında bulunduğu "Klor Davası" başladı. Ergün Göknel ile yardımcısı Ziya Kurtaran tutuklandı.

30 Kasım'da Millî eğitim Bakanlığı, Ermeni ilkokullarında Ermenice dersi dışındaki bütün derslerin Türkçe yapılması zorunluluğunu getirdi.

4 Aralık'ta Angola'da isyancı UNITA ile ateşkes antlaşması imzalandı.

6 Aralık'ta 3 ayrı davadan tutuklu olan İSKİ eski Genel Müdürü Ergun Göknel’in İsviçre’deki Amerikan Discon Bank’ta 670.000 Alman Markı ve 30.000 Amerikan Doları bulunduğu tespit edildi. Göknel’in tüm hesaplarına el konuldu. Savcılık, İsviçre’deki paranın da iadesini istedi.

7 Aralık'ta Amerika'da Colin Ferguson adında biri, trende 6 kişiyi öldürüp 19 kişiyi yaraladı.

8 Aralık'ta Cezayir'de dinci gösterilerde 30 kişi öldü.

12 Aralık'ta DEP’in 1. Olağan Kongresi’nde Genel Başkanlığa Hatip Dicle seçildi.

14 Aralık'ta Cezayir'de sözde dinciler işçi olarak çalışan 12 Hırvat ve Boşnak'ı öldürdü.

15 Aralık'ta İngiliz Başbakanı Major ile Irlanda Başbakanı Reynolds Kuzey Irlanda'ya "self-determinasyon" hakkı tanıyan anlaşmayı imzaladı.

19 Aralık'ta Çatalca Belediye Başkanı Gülay Atığ, DYP’den istifa etti. ( Bu kadın daha sonra Orhan Aslıtürk ile evlenerek Gülay Aslıtürk adını alacak ve Şişli Belediye Başkanı seçilecektir. Sonra da adı bir sürü yolsuzluğa karışacak, yurdışına firar edecektir.)

29 Aralık'ta Kılavuzköy Jandarma Karakolu’nu basan teröristler, 12 eri şehit etti. Çatışmada 7 terörist ise ölü olarak ele geçirildi. Aynı gün Mardin’in Savur İlçesi’nde devriye gezen 2 polis memuru teröristlerce şehit edildi.

30 Aralık'ta Adalet Partili eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil öldü. Çağlayangil Birleşmiş Milletler toplantılarına katıldığı günlerde sekreter kadılara asılmasıyla şöhret yapmıştı. Ancak tarihe geçen sözü " CIA Altımı Oymuş " ifadesidir! Sanırım, Amerika'nın Devlet kurumlarına nasıl sızıp etkilediğini ilk dile getiren kişidir.

Aynı gün Vatikan İsrail'i tanıdı... Düşünebiliyor musunuz, Araplar'ın çoğu tanımıyor, Hıristiyanlığın merkezi daha yeni tanıyor, ama bizim İsmet Paşa bizim toprağımızda, tapusu hâlâ Sultan Abdülhamid'in üzerinde olan topraklarda kurulan sionist İsrail devletini hemen tanıyor!

1 Ocak 1994'te "Ateş tuğlası" ithalinde öngörülen gümrük oranlarının indirimi, Hükûmet tarafından durduruldu. Bu karar en çok, Başbakan Tansu Çiller’in DYP Genel Başkanı seçilmesinde büyük rol oynayan DYP Van Milletvekili dönme Yalım Erez’e yaradı. Erez, Türkiye’nin en büyük ateş tuğla üreticisi olan Haznedar ateş tuğla şirketinin sahibiydi... E, ne diyelim, bal tutan parmak yalar. Ne var ki Yalım Erez bala bütün parmaklarını daldırmış!.. Bu adam 1997'de 28 Şubat sürecinde Tansu Çiller'i devirmek için türlü dümen çevirecektir.

14 BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,


..

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 30





TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI  
BÖLÜM 30



PARLAMENTONUN ZAFERİ

Seçim günü heyecan doruktaydı. İlk tur seçimin sonucunu açıklandı:
AP adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı, Yassıada’dan geçmiş. Şimdi AP Senatörü Tekin Arıburun 292 oy. Gürler ise.. ancak 175 oy almıştı. DP adayı Bozbeyli’ye de 45 oy çıkmıştı.

Gürler genel kurul salonunun sol tarafında oturuyordu.

Sağdan, AP sıralarından alkış sesleri yükseldi.
Genel kurul salonu yavaş yavaş boşaldı. Gürler tek başına boş salonda oturuyordu Turlar devam etti ve Gürler hiçbir turda seçimi kazanacak oya ulaşamadı. Gürler yitirmemişti seçimi. Ulusal irade kazanmıştı! Nihayet Gürler kalktı, ağır adımlarla koridora yürüdü. Koridora çıkarken, “... Bana söz verenlere bakınız” diye mırıldandı.

‘ŞİMDİ NE OLACAK?’

Hemen aynı gün hemen her çevrede “şimdi ne olacak” sorusu soruluyordu.
Komutanlar, o gece “yukarı çıktılar”. Saat 01.30’da Demirel’in telefonu çaldı. Arayan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu idi. AP liderine rahatsız etmekteki nedenini söyledi: “Komutan Paşalar, bu gece Sayın Cumhurbaşkanı ile görüştüler. Sizinle görüşmeye de beni görevlendirdiler. Acaba sabah?” Buyurmasını söyledi AP lideri ve 14 Mart 1973 sabahı saat 10.00’da Bayramoğlu. AP liderini evinde ziyaret etti. “Dün gece 4. turdan sonra Sayın Komutanlar Çankaya’ya geldiler ve Sayın Sunay ile görüştüler. Vardıkları sonuç odur ki, Sayın Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesi olanağı artık kalmamıştır. Komutanlar Sayın Sunay’ın görev süresinin uzatılmasında birleşmişlerdir” dedi.
Demirel’den de hayret edeceği bir yanıt aldı: AP lideri saha önce Sunay’ın görev süresinin uzatılmasına karşı çıkmıştı ama “bugün şartlar değişmişti”. Bu kez açmazdan çıkmanın yolu Sunay’ın görev süresini uzatmaktan geçiyordu
Bir iki kazanılacak ve sonra Köşk sorunu çözülecekti.

FAKAT!

Siyasette evdeki hesap çarşıya uymuyordu. Sunay’ın görev süresini uzatan anayasa tasarısı tek bir oy eksikliği nedeniyle Millet Meclisi’nde reddedildi. Tek oyun sahibi AP’li Ali Rıza Septioğlu idi. Oylama sırasında eşiyle telefonda konuşmaya dalmıştı. Oylamadan sonra koridorda karşılaştığı Demirel’e “Ne oldu” diye sorunca liderinden “Olan oldu” karşılığını almıştı. Millet Meclisi’nde reddedilen yasa için bir umut daha vardı: Senato! Burada kabul edililirse yasa, yeniden görüşülmek üzere Millet Meclisi’ne gelecek ve sorun çözümlenecekti. Fakat Senato’da bir başka, ama ağırlığı yadsınamaz bir isim uzatmaya karşı çıktı: İsmet İnönü!
“Bunu yapmayınız” diyordu: “Süresini doldurmuş insan, bu görevi yerine getirmiş olur. Bunu ‘bir tertip’le çözmek istemesi siyasal yaşamın en büyük zehrini teşkil eder. Anayasayı değiştirecek olursanız bu takdirde bugüne kadar olanlar sürecektir.”
Sunay formülünün Senato’dan geçmesi için olumlu oylar 23 eksikti. Bu açık ancak İnönü’ye bağlı birkaç bağımsız senatörle kontenjan senatörlerinin toplu olarak anayasa değişikliğine oy vermeleriyle kapatılabilirdi. Uzatma Senato’dan da geçmedi.

YENİ BİR HAMLE

Bunalım giderek yoğunlaşıyordu. Partiler, özellikle AP ve CHP, parlamentoda bir cumhurbaşkanı adayı bulamazlarsa olası gelişmelerin nereye varacağını biliyordu.  İki parti arasında gizliden gizliye sürdürülen görüşmelerden ortaya bir cumhurbaşkanı adayı çıktı. CHP lideri Ecevit ve AP lideri saptadığı adayı söyledi:
“Vakit yitirmeden anayasal hukuk kuruluşlarından birinin başkanını aday gösterelim. Cumhurbaşkanı Sunay’dan adayımızı kontenjan senatörlüğüne atamasını rica edelim.” Öyle ya; dışarıdan birisini parlamenter yapmanın yolu bir değil iki kez açılmıştı. Sunay ve Gürler, Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir günde parlamentoya girmemişler miydi?

İki parti genel başkanı; üç başkan arasından - Ecevit’in önerdiği - Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan’ı cumhurbaşkanı adayı seçtiler.
Sıra Taylan’ın Cumhuriyet Senatosu’na cumhurbaşkanı kontenjanından Senato’ya atanması işlemine gelmişti.

ÜÇ PARTİNİN KARARI

Demirel, Çankaya nezdinde yapılacak girişimde de cumhurbaşkanı seçiminde de Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi’nin de bulunmasını istiyordu.
Feyzioğlu’nun Demirel’le konuşmaya gittiğini öğrenince CHP lideri fena halde bozuldu, sinirlendi.
“Olumlu bir noktaya gelen işi şimdi Feyzioğlu bozacak” diyordu. Bir kulis bilgisine göre Güven Partisi lideri Başbakanlık’tan (Melen’den) aldığı bilgiler üzerine AP liderine gelmişti.
Sinirler hayli gergindi.
Tam bu sırada o sabah ordu komutanlarıyla görüşen Başbakan Melen, AP ve CHP liderleriyle yarım saatlik bir konuşma yaptı. Fakat Feyzioğlu da Taylan’ı destekleyeceğini açıkladı.
Üç parti bir karara vardılar. Birlikte Köşk’e çıkacaklar ve Cumhurbaşkanı’na adaylarının Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan olduğunu, cumhurbaşkanlığı kontenjanından senatoya üye yapacağı Taylan’ın üç partinin oyları ile cumhurbaşkanı seçileceğini, Çankaya sorununun da böylece çözümlenmiş olacağını söyleyeceklerdi.

CUMHURBAŞKANI CEVDET SUNAY’IN DARBESİ...

Saat 19.30. Üç parti lideri Çankaya’ya çıktılar. Üç lideri bekleyen Cumhurbaşkanı Sunay o sırada çalışma odasında bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Sinirliydi.
Demirel’i sağına, Ecevit’i soluna, Feyzioğlu’nu karşısına oturttu. Piposundan derin nefesler çekiyor, üflüyor ve liderlere bakıyordu.
Üç lider adına Demirel konuştu: “Cumhuriyet neslinin üç lideri olarak huzurunuzda önemli bir devlet sorununun çözümü için bulunuyoruz” diye başladı konuşmaya. Vardıkları kararı gerekçesiyle anlattı.
Konuşması bitince o dakikaya kadar susan Cevdet Sunay, birden patladı:
“Ben” dedi. “Senato’da anlatılan adam mıyım?” Kırılmış, üzülmüştü.
Partiler aralarında anlaşmaya vardıkları için uzatma formülünü onaylamıştı.
“Artık her şey bitmişti. 28 Mart günü Çankaya Köşkü’nü terk edecekti!”
Söz sırası Taylan’ın adaylığına ve partilerin isteğine gelince Sunay:
“İki gün sonra ayrılacağım bu makamdan, iki gün sonrası için önemli bir karar vermem doğru olmaz” dedi.
Taylan’ın kontenjan senatörlüğünü reddetti ve bir de tavsiyede bulundu:
“Benden sonra Senato Başkanı Tekin Arıburun cumhurbaşkanlığına vekâlet edecek. Dilerse önerinizi yerine getirebilir” dedi.
Demirel durumu özetledi:
“Çankaya’ya girdiğimizde karşımızda bir sinirli insan vardı. Çankaya’dan çıkarken dört sinirli insandık!”

DÖNDÜLER DOLAŞTILAR AYNI NOKTAYA GELDİLER

Partilerin güvendikleri formül yatmıştı. Cumhurbaşkanı seçimi parlamentoya bırakılmıştı, ama parlamentoyu oluşturan partiler bir aday saptayamıyordu.
Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ABD’de olduğu için başkanlığa vekâlet eden KK Komutanı Akıncı yanında İkinci Başkan Sunalp Paşa ile Başbakanlık’a gelmiş; davet ettikleri AP lideri ile bir görüşme yapmıştı.
Başbakanlık’tan ayrılırken Eşref Paşa soruları yanıtladı: “Demirel’e Silahlı Kuvvetlerin bir ‘isteğini’ iletmemişti. Cumhurbaşkanının bir an önce seçilmesi parlamentonun bileceği işti. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Silahlı Kuvvetler ‘rencide’ olmamıştı.”
Nitekim görüşmede Akıncı Paşa “Sizi zorlamıyoruz” demişti. Ancak “orduya ters düşmeyecek birini bulmalarını” istemiş, bu sözünün ordunun vizesi olarak yorumlanmamasını da belirtmişti.

SONRA BİRDENBİRE…

Yine iki parti arasında gelgitler…ve birden (zaten bir süredir kulislerde adından söz edilen) emekli Oramiral, eski Moskova Büyükelçisi Fahri Korutürk ismi üzerinde mutabakat sağlandı.
Adaylığı, İstanbul’da olan Fahri Korutürk’e İhsan Sabri Çağlayangil bildirdi.
Havaalanında kendisini karşılayan Çağlayangil’e Korutürk, “Seçime AP adayı olarak girmeyeceğini, iki parti hatta ötekiler aralarında anlaşmışlarsa görevi kabul edeceğini” söyledi.
TBMM’de Korutürk’e üç partinin imzaladığı adaylık önerisi gösterildi.
Fraklarını giymek için konutuna gitti.
Günlerden 6 Nisan’dı. O gün TBMM, yedi yıl süreyle görevde kalacak Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı’nı seçti:
Fahri Korutürk.



Enis Akdağ

14 06 2010



KORUTÜRK: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım gibi bir düşünceye hiç sahip değildim Köşk’ü düşünmüyordum
Az ve öz konuşan Fahri Korutürk, çok yakını, çalışma arkadaşı, basın danışmanı Baransel’e yıllar öncesini canlandıran bir öykü anlattı: “1973 senesinin 5 Nisan günü güneş doğarken, hayatımda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım hakkında hiçbir düşünce aklımdan geçmiş değildi. Böyle bir hazırlığım yoktu. Herhangi bir teşebbüste de bulunmamıştım.
Demirel ülkeyi 1973 seçimlerine taşıyacak hükümeti Naim Talu’nun kurmasını istiyor, ancak Bülent Ecevit Ferit Melen’i ne kadar istemiyorsa Talu’ya da bir o kadar karşıydı. Basın danışmanı Ali Baransel, “Makam odasındaydık” diye söze başladı. Az ve öz konuşan Fahri Korutürk, çok yakını, çalışma arkadaşı, basın danışmanı Baransel’e yıllar öncesini canlandıran bir öykü anlattı, Cumhurbaşkanı nasıl seçildiğini: Korutürk’ün ilk cümlesi bir insanın yaşamındaki büyük kırılma noktası:
“1973 senesinin 5 Nisan günü güneş doğarken, hayatımda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım hakkında hiçbir düşünce aklımdan geçmiş değildi. Böyle bir hazırlığım yoktu. Herhangi bir teşebbüste de bulunmamıştım. İstanbul’daydım.”

Ama “o gün”:

“O gün hayatta olan annemi ziyarete gitmiştim. Ve Ankara’ya dönmek üzere şahsen kendime bilet almıştım.. 5 Nisan gecesi özel odamda yatağıma çekildiğim zaman da bu konuda hiçbir şey bilmiyordum. Sıhhatteydim ve zamanında da uyudum.”
Oysa o gün başkent Ankara’nın siyasal ku-lislerinde büyük bir hareketlilik vardı.
Onca uğraşıya, hatta cumhurbaşkanı sorununu bunalımdan çekip çıkarmak için Adalet Partisi’nin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin çaresizlikten Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın görev süresini bir yıl daha uzatmaya razı olmalarına karşın; Çankaya bunalımı giderek derinleşiyordu. İki büyük parti kimi çevrelere -tabii askere- işte sivil parlamento; bir cumhurbaşkanı bile seçemiyor dedirtmemek için Köşk’e -askerin de karşı çıkmayacağı- bir isim, bir aday arıyordu.

KORUTÜRK’ÜN ADI GEÇİYOR

Kulislerde değişik isimler arasında, arada sırada emekli oramiral, büyükelçi, kontenjan senatörü Fahri Korutürk’ün adı da geçiyordu ama...
...Bulanık suda avlanmaya veya Korutürk’ün adını geçersiz kılmaya meraklı olan kimi çevreler Moskova Büyükelçiliği sırasında emekli Oramiral Korutürk’ün sinir bunalımları geçirdiğini, olağandışı hareketler yaptığını yayıyorlardı.
Büyükelçilik çalışanlarına alışık olmadıkları çalışma yöntemleri uyguladığını içeren, esası olmayan söylentilere göre Korutürk kimi olmadık hareketler yapıyordu.
O sırada Moskova Büyükelçiliği Müsteşarlığı görevinde bulunan rahmetli Büyükelçi Semih Günver’in bana anlattığına göre, söylentilerin “hiçbiri doğru değildi, baştan aşağı uydurmaydı”.
Günver’e göre, o tarihlerde Türkiye Büyükelçiliği Sovyetler’in gizli servisi KGB tarafından sürekli izleniyor ve gözleniyordu.
Telefonlar dinleniyor, hatta -Günver’e göre- büyükelçiliğin hemen bütün odaları hem dinleniyor hem de karşı binalardan fotoğrafı çekiliyordu.
Büyükelçi Korutürk önlem olarak örneğin büyükelçiliğin gizli konularını müsteşarı ile büyükelçiliğin bahçesinde gezerken konuşuyordu.
Ne sinir krizi geçirmiş ne de bunalımlı saatler yaşamış, yaşatmıştı.
Sağlıklıydı, 5 Nisan gecesi özel odasında uykuya çekildiği sırada Korutürk’ü yakından tanıyan arkadaşı emekli Amiral Fahri Çoker; CHP lideri Ecevit’e özelliklerini bildiği bir cumhurbaşkanı adayı öneriyordu: Fahri Korutürk!

KADER AĞLARINI ÖRÜYOR

Aynı isim Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel’e duyuruluyor ve iki büyük parti Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanı adaylığını onaylıyordu...
Baransel, “Gece saat 01.30’da” dedi, Korutürk’lerin Moda’daki evlerinde telefon çaldı. Telefonu eşi Emel Korutürk açtı.
Arayan o zaman Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil’di, hanımefendiye “Fahri Paşa ile görüşmek istediğini” söyledi.
Emel Korutürk, “Beyefendi uyuyor” dedi. Çağlayangil ısrar etti: “Çok mühim bir şey görüşmek istiyoruz” dedi.
Fahri Korutürk telefon sesine uyanmıştı. Eşi, “Sizi Ankara’dan arıyorlar” deyince “Hayrola” dedi ve Çağlayangil’i dinledi:
“Frakınızı alıp yarın sabah Ankara’ya gelebilir misiniz?” dedi Çağlayangil ve ekledi, “muhakkak gelmeniz lazım, bekliyoruz sizi.”
Çağlayangil’in fazla ayrıntı vermeden “çok mühim” dediği, “muhakkak yarın Ankara’da olmasında direttiği” olay neydi, bunu da biraz sonra Fahri Çoker’den öğrendi.
Kafasında bir yığın soru, Esenboğa Havaalanı’na inen Korutürk’ü İhsan Sabri Çağlayangil karşıladı.
Kendisini iki partinin ayrı ayrı cumhurbaşkanı adayı göstereceğini Korutürk’e bildirdi. Aday gösterilecekti ama... “Şartları hiç bilmiyordum” diyor Fahri Korutürk.
“Ne şekilde cumhurbaşkanı olacağım, kim destekliyor. Turlar yapılmış, netice çıkmamış.” Çağlayangil, “Biz sizi teklif ediyoruz, CHP de sizi teklif ediyor” dedi.
“Ben öyle iki partinin teklif etmesiyle Cumhurbaşkanlığı’nı kabul edemem. Hepiniz birden cumhurbaşkanı olacak kişinin üzerinde karar verirsiniz, öyle kabul ederim” dedim.
Öyle oldu. Partilerin ortak adayı olarak Fahri Korutürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı seçildi: 6 Nisan 1973.
Ali Baransel’e yıllar sonra; “Kaderimde böyle şerefli bir göreve gelmek varmış” diyecekti.
Oysa?..
...Oysa zorlu, bunalımlı yedi yıl geçirecekti Çankaya Köşk’ünde.
Fahri Korütürk 6 Nisan 1973’ten 6 Nisan 1980’e kadar, yedi yıl Cumhurbaşkanlığı gö-revinde kaldı ve yedi yılda tam 16 hükümet kuruldu.
16 kez başbakanlar atadı.
Siyasal çalkantılar, bunalımlar içinde başlayıp dağılan, çoğu zaman parti liderlerinin sert eleştirileriyle karşılaştığı 16 hükümet!


DAHA KOLTUĞA YENİ OTURMUŞTU Kİ…


Baransel, “Korutürk, cumhurbaşkanı seçilmesinden bir gün sonra, Ferit Melen hükümeti” istifa etti.
Yeni bir cumhurbaşkanı seçilmiş; Melen istifasını vererek demokratik bir anlayış sergilemişti.
Korutürk yeni bir hükümeti kuracak kişiye başbakanlık görevi vermeden önce parlamentoda hâlâ birinci büyük parti konumunda olan Adalet Partisi lideri Demirel’le ilk konuşmasını yaptı.
Demirel, Cumhurbaşkanı’na “Dilerseniz Melen hükümetini görevde bırakabilirsiniz. Fakat biz, parlamentoda oyçokluğuyla ilk fırsatta Melen hükümetini düşüreceğiz” dedi.
Oysa Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Feyzioğlu’nun bana söylediğine göre “adamcağızın -Melen’in- görevde kalmak gibi bir isteği yoktu”.
Parti lideri böyle söylüyordu ama; Ferit Melen ülkeyi 1973 genel seçimlerine götürecek hükümetin kendi hükümeti olduğuna da inanıyordu. Seçimlerle ilgili ilginç görüşleri vardı.
“Ordu AP lideri Demirel’e devleti asla bırakmazdı. Ecevit’in de kesinlikle ‘temizlenmesi’ gerekirdi…”
14 Mayıs 1950’de seçimleri yitiren CHP’den Van milletvekili seçilip geldiğinden beri Ferit Melen’i tanırdım. Saygı duyardım.
Fakat bu düşüncelerine katılamıyordum. Bu inançlarını 1980’e kadar değiştirmedi. Fazla askerciydi.
Soruyordum Melen’e: “Bu iki lider gidecek...”
“Bir seçim yasası çıkarılacak. Bu yasaya göre hiçbir parti iktidar olamayacak!”


DEMİREL, HÜKÜMETİ TALU’NUN KURMASINI İSTİYOR AMA...

Cumhurbaşkanı Korutürk, hükümet sorununu çözecek yeni bir yöntemin kuralını açıkladı. İki büyük partiye, partiler arası bir hükümet istediğini söyledi.
Bu anlayış, hem ilgi hem de memnuniyetle karşılandı.
Zira partiler üstü hükümetten partiler arası hükümete yönelişti ve 12 Mart’ın tam anlamıyla tasfiye edildiğinin kanıtıydı.
Fakat siyasetin doğasındaki anlaşmazlık yine kendini gösterdi:
İki büyük parti, başbakan ile yeni hükümetin biçimi üzerinde anlaşamayacaklardı.
Demirel ülkeyi 1973 seçimlerine taşıyacak hükümeti Naim Talu’nun kurmasını istiyor, Ecevit Melen’i ne kadar istemiyorsa Talu’ya da bir o kadar karşıydı.
Peki, Ecevit kimin başbakan olmasını istiyordu? Süleyman Demirel’in. O olmazsa AP’den bir başka birinin!
Bir bahane bularak partiler arası hükümete girmemeyi de başardı.
Feyzioğlu’nun Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin de hükümete girmek için Demirel’le temas kurduğunu görünce “Bu iş burada biter” dedi, hükümet sorununu kestirip attı.
Daha sonra bana hükümete girmeyerek ne denli doğru yaptığını anlatacaktı. Seçim sonuçları da Ecevit’i doğruladı.
Demirel de Ecevit’le hükümette olmak istemiyordu. Açıkça söylemediği ama bilinen neden şuydu: Ecevit, eyleme karışmamış fikir suçlularının affında direniyordu!
Ecevit devreden çıkınca hükümet Demirel’in istediği yönde oluştu.
19 Nisan 1973 günü saat 15.00-16.00 arasında Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’le AP lideri Demirel arasındaki hükümet görüşmelerinin tutanağı bu oluşmayı doğruluyor:
Korutürk: “ …Kim olur başbakan?”
Demirel: “…Ben size kimler olmazı söyleyeyim.”
Korutürk: “…Kimler olmaz, uzun liste olur. Kim olur daha kolaydır”
Demirel: “…Kim oluru da söyleyeyim. Bizim bu hükümetten beklediğimiz bir şey yoktur. Devletin imkânlarını kullanarak seçim kazanması mümkün değildir.”
Korutürk: “…Ama başka türlü düşünenler de var. Falan veya filan bakanlığı şu parti ele geçirirse gübre dağıtır filan dağıtır, seçim kazanmaya çalışır, diyorlar.”
Demirel: “Bu tamamen yanlıştır. Bizim dışımızdakileri bir araya getirin, güvenoyu verecek kimseleri bulun, biz muhalefette kalırız. 6 ay sonra seçim yapılsın, biz seçimi kazanır geliriz.”
Korutürk: “…Kim olur, kim hükümet kurar? Kimin etrafında toplanılabilir?”
Demirel: “Bize sorarsanız, müstakiller bellidir. Yine kontenjandan biri olacaktır.
Veya dışarıdan birisini getireceksiniz.”
Korutürk: “Dışarıdan birini getirmem. O iyi olmuyor. Meclis’in içinde yetişmiş insanlar varken, dışarıdan niye adam aranıyor, deniyor.”
Demirel: “Kontenjana döneceksiniz. Kim var; bize soruyorsanız, Naim Talu var.”
Korutürk: “Siz Naim Talu dersiniz, başka biri Cihat Alpan, Sabahattin Özbek der.”
Demirel: “En büyük çoğunluğa biz sahibiz. Biz Naim Talu der, başkaları buna yanaşmazsa biz güvenoyu sağlayacak çoğunluğu müstakillerle de buluruz.”
Korutürk: “O zaman hükümet Adalet Partisi damgası taşır. Ben hükümetin birden fazla parti tarafından desteklenmesini tercih ederim.”

VE…

Cumhuriyetçi Güven Partisi zaten hükümete girmeye hazırdı.
Korutürk’ün birden fazla partiyle hükümet kurulmasındaki ısrarı da karşılanmış oldu.
Kontenjan Senatörü Naim Talu AP, CGP ve bağımsız üyeler, Meclis dışı isimlerle hükümeti kurdu.
Türkiye bu hükümetle seçime gitti.
14 Ekim 1973 genel seçimiyle çok değişik siyasal ve sosyal olayların izleneceği yeni bir süreç başlıyordu.


Enis Akdağ

15 06 2010


Ecevit ikinci kez görevlendirdi. Dinci bir parti MSP ile Atatürkçü ve ilerici CHP ortaklığı başladı Zıt kutuplar bir arada Partiler arası özlenen çekişmeli bir propaganda sürecinden geçen Türkiye’nin, 14 Ekim Pazar günü önüne çıkan siyasal tabloya göre hiçbir parti tek başına iktidar değildi.
Üstelik 1965 ve 1969’da tek başına iktidara gelen Adalet Partisi (149 milletvekili ile) ikinci parti konumuna düşüyor; 30 Haziran 1972’de İsmet İnönü’nün yerine CHP Genel Başkanlığı’na seçilen Bülent Ecevit, 185 milletvekili çıkararak birinci parti durumuma geliyordu. Ecevit,Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kurulan örneğin Talu Hükümeti’ne girmedi ve akılcı bu kararıyla 14 Ekim’e kadar seçimine olağan üstü çaba ve çalışmayla hazırlandı.
İnönü gibi bir dev lideri deviren bir lider! Halka yatkın gelen sloganlarla birden parlayan bir lider!
Oysa Demirel, daha çok merkez politikasıyla uğraştı. Halk dönük sloganlar yerine yeni bir anayasa üzerinden kitlelere seslendi.
Yeni hükümet başkanını seçmek ve bu başbakana yeni hükümeti kurdurmak görevini yerine getiren Cumhurbaşkanı Korutürk; önce Ecevit, sonra Demirel, sırasıyla 48 milletvekilli Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan, Demokrat Parti (45), Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli ve Cumhuriyetçi Güven Partisi (13) Feyzioğlu ile Milliyetçi Hareket Partisi (3) Alparslan Türkeş’le görüştü.
En fazla milletvekili olan CHP lideri Ecevit’i hükümeti kurmakla görevlendirdi.
CHP lideri Erbakan’a ortaklık önerdi. MSP lideri yan çizdi. Görevi iade etti.
Görevi Demirel’e verdi. AP liderine Erbakan evet demişti ama iki partinin toplam milletvekili güvenoyu almaya yetmiyordu. O da iade etti.Başarısız denemelerden sonra zaman zaman siyaseti dalgalandıracak bir girişimde bulundu Korutürk: Ecevit ile Demirel’i Köşk’e çağırdı.

İki partinin ortak hükümet kurmalarını önerdi.

Bu girişimi de olumlu bir sonuç vermedi.

Ali Baransel; “Türlü çeşit sorunlarla boğuşan Türkiye’de hükümetin kurulamaması toplumda gerginlik yarattığının farkında olan Korutürk; danışmanlarıyla çeşitli seçenekler üzerinde çalışırken …
….MSP’nin önde giden isimlerinden Oğuzhan Asiltürk ile arkadaşlarının “CHP ile ortaklığa sıcak baktıkları haberleri de kulislerde ısrarla ‘söylenmeye başladı.’” dedi.
Bülent Ecevit ikinci kez başbakanlıkla görevlendirdi ve:
Uzun pazarlıklardan sonra; 26 Ocak 1974’te CHP- MSP ortak hükümeti kuruldu.
Pek çok çevrede Ecevit’in dinci bir parti MSP ile Atatürkçü ve ilerici CHP ortaklığını “dindarlıkla laikliğin ve dindarlıkla özellikle ekonomik alandaki ilericiliğin çeliştiği yolundaki ‘tarihsel yanılgıyı’ gidereceği” iddiasıyla bu hükümeti kurduğu söylendi, yazıldı.
Daha ilk aylardan ortaklar arasında çeşitli temel konularda çatışma ve çekişmeler baş gösterdi. Fakat:
Bu tartışmaları, çekişmeleri bir anda geri plana atan olay patlak verdi:
Kıbrıs’ta Milli Muhafızlar, Başkan Makarios’u devirdi. (15 Temmuz 1974)
Afyon’a giderken yarı yolda darbeyi işiten Ecevit hemen Ankara’ya döndü.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in “Denizcilerimize” adlı kitabında yazdığına göre:
Uzun saatler süren ve Kıbrıs’a müdahale kararının alındığı Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına başkanlık eden Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk: “…Beyler, Kıbrıs Türklerini korumak için bir şey yapmak istiyorsanız, sırası şimdidir. Eğer şimdi yapamazsanız bir daha hiçbir zaman yapamazsınız” dedi.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın bu dizinin konusu olmayan uzun bir öyküsü var.
Harekât hemen her alanda, diplomasi alanında askersel alanda Ecevit’in başarılarıyla başlamış ve sonuçlanmıştı. Fakat - medyada ve siyasal çevrelerde - Cumhurbaşkanı Korutürk’ün müdahaleden önceki ve müdahaleye karar verilen Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu toplantısındaki duruşunun üzerinde nedense durulmadı.
Ali Baransel’den medya ve siyasetin Korutürk’ün rolüne -en azından- neden değinmediğini ve Korutürk’ün bu konudaki söylemlerini anlatmasını istedim.
Baransel, “Cumhurbaşkanı Korutürk bana özel bir sohbetimizde şunları söyledi” dedi:
“Yapı itibarıyla ön planda olmayı, kendimden söz ettirmeyi pek sevmem. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın başarısının paylaşımı konusunda, o günlerde Sayın Ecevit ve Sayın Erbakan’ı basın önündeki mücadelesini hazin bir gülümseme ve ibretle takip ettim. Basınla ilişkileri nedeniyle bu konuda Sayın Ecevit daha çok ön plana çıktı. Hatta Barış Harekâtı’nın bir numaralı kahramanı ilan edildi. Aylarca bu durum birçok gazete sayfalarında tefrikalar halinde yayımlandı.
İşin aslına bakılırsa, Kıbrıs Harekâtı’nın zaruretini ben başından beri savundum. Hatta konunun görüşüldüğü son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında da hükümeti yüreklendirdim ve tam destek verdim”
Korutürk yıllar sonra “yapı itibarıyla ön planda olmanın” Barış Harekâtı sırasındaki rolünün kamuoyu tarafından nasıl engellediğini, siyasetin acımazlığını açıklamıştı Baransel’e...


FAKAT SİYASET...

Barış Harekâtı’nı paylaşımında gerçek yüzünü gösterdi. Milli Selametçiler Ecevit’i barış yoluyla soruna çözüm aramak ve derhal Kıbrıs’a müdahale etmemekle suçladılar..
Fakat olayların -baştan sona kadar izleyen, Kıbrıs’a Türk askeriyle çıkan ilk gazeteci olarak- yıllar sonra gerçeği söylemeliyim::
Başbakan Ecevit, çok doğru politikalar izledi; önce barış yollarını denedi, ancak başarılı sonuç alamayınca Kıbrıs’a müdahale kararını uygulamaya girişti..
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın etkileri sürerken hükümet ortakları arasındaki anlaşmazlıklar da doruk noktasındaydı.
Ecevit, MSP’nin son gelişmeleri dikkate almadan hükümet içindeki çatışma noktalarını körüklemesini dayanamadı. Ülkede benzin, yağ, şeker, tüp gaz sıkıntıları ve bu sıkıntıların sonucu olarak kuyruklar dönemi başladı ve… Ecevit, 18 Eylül 1974’de istifa etti.
Ecevit hükümet sorununun erken seçimle çözümlenebileceğini savunuyordu ama….
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yedi yıllık köşk yaşamında ikinci hükümet bunalımı ile karşı karşıyaydı.
Korutürk’ün biraz alayla karışık ama gerçeği yansıtan şu sözleri Köşk’teki yedi yılını özetliyor:
“Öldüğümde sorgu melekleri ‘Dünyada ne yaptın?’ diye sorduklarında herhalde ‘hükümet buhranlarını çözmeye çalışmakla vakit geçirdim’ karşılığını vereceğim.”

ECEVİT, ERBAKAN VE DEMİREL İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELERİ

Ali Baransel’e, Cumhurbaşkanı Korutürk’ün yedi yıl sık sık görüştüğü dönemin üç önemli siyasal aktörü hakkındaki düşüncelerini sordum. “Size zaman zaman anlattım ve yazdım da görüşlerini” dedi. Bıçak Sırtında adını verdiği bir kitapta yayımlamıştı..
On altı yıl, dile kolay. Çankaya Köşkü’nde çok duyarlı bir görevi başarıyla tamamlamıştı Baransel.
Korutürk ve Evren gibi birbirine tamamen zıt, ayrı dünyaların insanı, iki devlet başkanına yıllarca kesintisiz basın danışmanlığı yapmak, her babayiğidin harcı değildi ve Baransel, devlet bürokrasisinde ender rastlanan bir örnekti...
Üç siyaset adamını nasıl değerlendiriyordu Korutürk?
Baransel önce MSP lideri Necmettin Erbakan ile ilgili görüşlerini anlattı...
“Korutürk, MSP’nin dünya görüşünü çağdışı olarak değerlendirir, rejim açısından sakıncalı görürdü. Köşk’te görev yaptığım yıllarda bir sohbet sırasında ‘MSP karşısında daha kararlı ve sert bir tavır takınmak gerekir. Ecevit ve benzerleri gibi romantik duygularla değil’ demişti. Korutürk’ün, jest ve mimiklerini çok abartılı bulduğu konuşma biçiminden, özellikle ses tonundan rahatsız duyduğu Erbakan’a karşı, soğuk ve mesafeli bir yaklaşımı vardı... Erbakan’ın alçakgönüllü, saygılı davranışlarını içtenlikten uzak, asıl düşüncelerini saklayan davranış biçimleri olarak yorumlardı.
CHP-MSP koalisyonunun bozulmasından bir süre sonra da bana MSP’nin koalisyondaki etkinliğini azaltmak için görev yetkilerinin sınırlarını aşmadan çaba gösterdiğini söylemişti.
Korutürk bu çabalarını açıklarken de ‘MSP’li bakanların ve yöneticilerinin çeşitli tören ve toplantılarda yaptıkları konuşmaların suç olup olmadığının titiz ve dikkatli şekilde takip edilmesini istedim’ demiş ve eklemişti:
Dönemin cumhuriyet savcılarını bu amaçla Köşk’e davet ederek kendileriyle görüştüm. Onlardan MSP yetkililerinin suç teşkil edecek konuşmaları konusunda uyarlamalarını, hatta daha da ileri gidilirse kanunlar çerçevesinde partilerinin kapatılabileceğine dikkatlerini çekmelerini istedim. Ancak üzülerek ifade edeyim ki, kanun adamlarının bir bölümünü ürkek ve karamsar gördüm.”
Sonra Cumhurbaşkanı’nın CHP lideri Bülent Ecevit ile ilgili değerlendirmesini özetledi:
“Korutürk, Ecevit’i yazar ve şair olarak takdir eder, İngilizceye hâkimiyetinden övgü ile söz ederdi. Alçakgönüllüğünü ve nezaketini ayrıca çok beğenirdi.
Ancak politikadaki hırçın ve sert tutumuna hayret ederdi. Ecevit’in, ABD’nin (Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra uygulamaya başlattığı) ambargo karşısındaki yaklaşımını yadırgadığını, ‘Şu politikacılar ne kadar aceleci ve hissi hareket ediyorlar, doğrusu anlamak mümkün değil. Ülkenin geleceğini ve kaderini ilgilendiren konularda daha soğukkanlı hareket edemezler mi?’ diyerek dile getirirdi.”
Korutürk politikacıların bir görüş açıklamadan önce uzmanlardan, akademisyenlerden görüş almaları gerektiğine inanıyor ve ABD ambargosu üzerinden Ecevit’e bir eleştiri yöneltiyor:
“İleri sürdüğü düşüncelere bakın. Karar açıklanıyor, bir gün bile beklemeden özel bir araştırma ve çalışma gereğini duymadan beyanat veriyor.
Bu karar alınırken -Amerikan üslerinin kullanımına ilişkin şartların yeniden gözden geçirilmesi için ABD’ye 30 günlük süre verilmesi hakkındaki Bakanlar Kurulu kararında- ben de Milli Güvenlik Kurulu’na başkanlık ettim. Her şey en ince ayrıntısına kadar ele alındı ve değerlendirildi.
ABD ile hemen 24 saat içinde ilişkileri kesmek mümkün mü?Adamlarla yarım yüzyıla yaklaşan bir süredir işbirliği yapmışız.
Her konuda kendilerini bize bağımlı hale getirmişler. Çok nazik bir coğrafi bölgede bulunan Türkiye, başına bir bela gelirse, başta harp araç ve gereçleri olmak üzere birçok ihtiyacını nereden karşılayacak?”


‘DEMİREL KABİLİYETLİ VE KÜLTÜRLÜ’

Korutürk’ün yedi yıl süren cumhurbaşkanlığı döneminin bir diğer aktörü Süleyman Demirel’di.
Korutürk’ün Adalet Partisi Genel Başkanı’yla ilgili değerlendirmesi şöyleydi:
“Demirel kabiliyetli, kültürlü bir insan. Ayrıca çevresinin etkisi altında kalmayan, kendisi düşünen, karar veren ve onu tatbik eden bir lider. Düşünen ve karar veren bir lider olduğunu doğrulayan bir örnek vereyim. Bir sohbet sırasında Demirel bana, ‘Sayın Cumhurbaşkanım, bir defa Devlet Personel Kanunu konusunda, Maliye Bakanı Mesut Erez’i dinledim. Bu kamburun altından hâlâ kalkamıyorum’ demişti. Ancak, ihtirasının sınırı olmayan bir karakteri var. Bazen amaca ulaşmak için insanı düş kırıklığına uğratan tutum ve davranışlar sergileyebiliyor.
Mesela kırıcı oluyor, ağır eleştirilerde bulunabiliyor.
Birbirini tutmayan, gelişen görüş ve düşünceler ortaya atabiliyor.”


Enis Akdağ

16 06 2010

Cumhurbaşkanlığı Genelsekreteri Baransel, birbirlerine ağır suçlamalarda bulunan liderlerle bir yere varılamayacağını söylüyordu:
‘Demokrasi duvara toslayacak’
Parti liderlerini değerlendiren Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, genel olarak partilerin tutumlarına bakarak geleceği nasıl görüyordu?
Ali Baransel, Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye’nin her alanda yetişmiş çok değerli ve yetenekli insan potansiyeline sahip olduğuna inanırdı” dedikten sonra, partilerin tutumuna bakarak geleceğe dönük görüşlerini anlattı:
“Ne yazık ki, siyasi partilerin genel başkanları ve yakın çevreleri bir hegemonya kurmuştur. Böyle insanları yanlarına yaklaştırmıyorlar. Parti içinde demokrasinin işlemesine imkân vermiyorlar.
Türkiye’nin kaderini, her gün kavga eden, birbirilerine en ağır suçlamalarda bulunan Demirel ve Ecevit’in belirlemesi gerçekten hazin.
Bunlar bu kafayla giderlerse, bir gün gelecek, demokrasiyi duvara toslatacaklar.”


‘Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş nasıl çalışacaklar’
Ecevit, Erbakan ve arkadaşlarının kimi sorunlar yaratan tutumundan yakınarak CHP-MSP koalisyonunu dağıttı, istifa etti.
Hükümet bunalımı beş ay kadar sürdü. Arada bağımsız Prof. Sadi Irmak başkanlığında güvenoyu alamayan bir hükümet kuruldu. (17 Kasım 1974-31 Mart 1975)
Fakat bu süre içinde Ecevit yeni bir koalisyon hükümeti kurabileceği inancında idi. Yeni koalisyonu, Demirel’le anlaşmazlığa düşerek AP’den ayrılanların kurduğu, son seçimlerde 45 milletvekili çıkaran Demokratik Parti ile kurabileceğini umut ediyordu.
Böyle bir umuda kapılmasını bir türlü anlayamıyordum. Çankaya’daki Dışişleri konutunda görüştüğüm Ecevit’e, “eski AP’lilerle olası bir hükümet kurabilmenin olanaksızlığından” söz etmiştim.
AP ile hükümet kurmayı aklının ucundan bile geçirmeyen Ecevit, parlamento matematiğinin zorladığı son olanağı denemek istiyordu. DP ortaklığı ile yeni bir hükümet!
Cumhurbaşkanı, 26 Mart 1975’te hükümeti kurma görevini Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’e verdi.
Demirel, hükümet bunalımı sırasında CHP dışındaki bütün partilerle görüşmüş, siyaset tarihimize 1. Milliyetçi Cephe diye adını yazdıran bir hükümetin Meclis’te güvenoyu almasını sağlayan rakama ulaşmış, iki parti dışındaki partileri milletvekili sayılarına bakmadan hükümette bir araya getirmişti:
Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi!.. 1. MC’yi oluşturan partilerdi.
“Hükümeti kurma görevini verdiği 26 Mart günü Korutürk çok sıkıntılıydı” dedi Baransel, hemen sonra Cumhurbaşkanı’nın yeni hükümetle ilgili değerlendirmelerinden söz etti:
“Bu işi istemeyerek yaptığı her halinden belliydi. O gün benim de bulunduğum bir ‘iç çalışma’ toplantısında, ‘Başka alternatifim yoktu. Demokratik teamül bunu gerektiriyordu’ sözleriyle konuya girdikten sonra sıkıntısını dile getirdi:
“Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş bir arada nasıl çalışacaklar doğrusu çok merak ediyorum.
Düşünebiliyor musunuz; Atatürk’ün arkasına sığınan ve o yüce insanın pazarlamasını yapan Feyzioğlu, Atatürk’ü inkâr eden, örümcek kafalı Erbakan, 27 Mayıs’ta DP iktidarına son veren askeri harekâtın önde gelen isimlerinden Türkeş ve DP’nin mirasına sahip çıkan ve bu harekâtı kınayan Demirel…
Sonra ellerini havaya kaldırarak, gergin bir ifadeyle, ‘Demokrasiyi bu tür kaypak zihniyet sahiplerinin yıpratacağından endişe duyuyorum’ dedi.”
Fakat 1. MC hükümeti 31 Mart’ta güvenoyu aldı ve 6 Haziran 1977 genel seçimlerine kadar devam etti.
Toplumda derin kaygılara yol açan siyasal, sosyal ve ekonomik politikalar geniş tartışmalara yol açıyordu.
Ecevit hükümeti zamanında başlayan yaşam sıkıntıları giderilemiyor, hükümet bir yandan ABD’nin hemen alana yaydığı ambargoyu kırmaya çalışıyor, bir yandan da hemen her gün dozu giderek artan muhalefetle boğuşmak zorunda kalıyordu.

Fakat 1. MC’yi parlamentoda düşürmek olanağı yoktu.

CHP lideri Ecevit bütün hızıyla seçimlere hazırlanıyordu.

Fakat gidişattan ve gelişmelerden şikâyetçi olan kamuoyu suçluyu buldu:
Bu hükümetin kurulmasına olanak tanıyan Cumhurbaşkanı Korutürk’ü!
Baransel’in anlatımlarına göre Korutürk, “kendisine yönetilen bu eleştirileri soğukkanlılıkla karşılamaya çalışıyor ya da öyle görünüyor ama içten içe büyük bir üzüntü duyduğunu belli ediyordu”
“Bir sabah” diye anlatmaya başladı Baransel:
“Eliyle oturmamı işaret etti. Merak ve heyecanla yeniden oturdum. Korutürk, ‘Notlarında bulunsun’ dedi ve konuşmaya başladı:
Bak Baransel, Korutürk bu hükümetin kurulmasını onaylamakla, fenalığın en fenasını yapmak zorunda kalmıştır. Ama çaresizdim.. Demokratik kurallar içinde başka bir yol yoktu. İmzaladığım atama ve diğer kararnameler yüzünden ağır töhmet altında bırakılmak isteniyorum. Cumhurbaşkanı hükümet kararnamelerini en son imzalayan kişidir. Ancak bundan sonra kararnameler yürürlüğe girebilmektedir. İşte bu işleyiş, cumhurbaşkanlarını iktidarlarla birlik ve beraberlik içindeymiş gibi gösterir.
Ecevit iktidarı sırasında beni öven ve göklere çıkaran gazeteler, şimdi yeriyorlar.
Halbuki benim düşüncelerimde ve davranışlarımda hiçbir değişiklik yok.”

 31 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..,




***