Tekin Arıburun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tekin Arıburun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 30





TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI  
BÖLÜM 30



PARLAMENTONUN ZAFERİ

Seçim günü heyecan doruktaydı. İlk tur seçimin sonucunu açıklandı:
AP adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı, Yassıada’dan geçmiş. Şimdi AP Senatörü Tekin Arıburun 292 oy. Gürler ise.. ancak 175 oy almıştı. DP adayı Bozbeyli’ye de 45 oy çıkmıştı.

Gürler genel kurul salonunun sol tarafında oturuyordu.

Sağdan, AP sıralarından alkış sesleri yükseldi.
Genel kurul salonu yavaş yavaş boşaldı. Gürler tek başına boş salonda oturuyordu Turlar devam etti ve Gürler hiçbir turda seçimi kazanacak oya ulaşamadı. Gürler yitirmemişti seçimi. Ulusal irade kazanmıştı! Nihayet Gürler kalktı, ağır adımlarla koridora yürüdü. Koridora çıkarken, “... Bana söz verenlere bakınız” diye mırıldandı.

‘ŞİMDİ NE OLACAK?’

Hemen aynı gün hemen her çevrede “şimdi ne olacak” sorusu soruluyordu.
Komutanlar, o gece “yukarı çıktılar”. Saat 01.30’da Demirel’in telefonu çaldı. Arayan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu idi. AP liderine rahatsız etmekteki nedenini söyledi: “Komutan Paşalar, bu gece Sayın Cumhurbaşkanı ile görüştüler. Sizinle görüşmeye de beni görevlendirdiler. Acaba sabah?” Buyurmasını söyledi AP lideri ve 14 Mart 1973 sabahı saat 10.00’da Bayramoğlu. AP liderini evinde ziyaret etti. “Dün gece 4. turdan sonra Sayın Komutanlar Çankaya’ya geldiler ve Sayın Sunay ile görüştüler. Vardıkları sonuç odur ki, Sayın Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesi olanağı artık kalmamıştır. Komutanlar Sayın Sunay’ın görev süresinin uzatılmasında birleşmişlerdir” dedi.
Demirel’den de hayret edeceği bir yanıt aldı: AP lideri saha önce Sunay’ın görev süresinin uzatılmasına karşı çıkmıştı ama “bugün şartlar değişmişti”. Bu kez açmazdan çıkmanın yolu Sunay’ın görev süresini uzatmaktan geçiyordu
Bir iki kazanılacak ve sonra Köşk sorunu çözülecekti.

FAKAT!

Siyasette evdeki hesap çarşıya uymuyordu. Sunay’ın görev süresini uzatan anayasa tasarısı tek bir oy eksikliği nedeniyle Millet Meclisi’nde reddedildi. Tek oyun sahibi AP’li Ali Rıza Septioğlu idi. Oylama sırasında eşiyle telefonda konuşmaya dalmıştı. Oylamadan sonra koridorda karşılaştığı Demirel’e “Ne oldu” diye sorunca liderinden “Olan oldu” karşılığını almıştı. Millet Meclisi’nde reddedilen yasa için bir umut daha vardı: Senato! Burada kabul edililirse yasa, yeniden görüşülmek üzere Millet Meclisi’ne gelecek ve sorun çözümlenecekti. Fakat Senato’da bir başka, ama ağırlığı yadsınamaz bir isim uzatmaya karşı çıktı: İsmet İnönü!
“Bunu yapmayınız” diyordu: “Süresini doldurmuş insan, bu görevi yerine getirmiş olur. Bunu ‘bir tertip’le çözmek istemesi siyasal yaşamın en büyük zehrini teşkil eder. Anayasayı değiştirecek olursanız bu takdirde bugüne kadar olanlar sürecektir.”
Sunay formülünün Senato’dan geçmesi için olumlu oylar 23 eksikti. Bu açık ancak İnönü’ye bağlı birkaç bağımsız senatörle kontenjan senatörlerinin toplu olarak anayasa değişikliğine oy vermeleriyle kapatılabilirdi. Uzatma Senato’dan da geçmedi.

YENİ BİR HAMLE

Bunalım giderek yoğunlaşıyordu. Partiler, özellikle AP ve CHP, parlamentoda bir cumhurbaşkanı adayı bulamazlarsa olası gelişmelerin nereye varacağını biliyordu.  İki parti arasında gizliden gizliye sürdürülen görüşmelerden ortaya bir cumhurbaşkanı adayı çıktı. CHP lideri Ecevit ve AP lideri saptadığı adayı söyledi:
“Vakit yitirmeden anayasal hukuk kuruluşlarından birinin başkanını aday gösterelim. Cumhurbaşkanı Sunay’dan adayımızı kontenjan senatörlüğüne atamasını rica edelim.” Öyle ya; dışarıdan birisini parlamenter yapmanın yolu bir değil iki kez açılmıştı. Sunay ve Gürler, Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir günde parlamentoya girmemişler miydi?

İki parti genel başkanı; üç başkan arasından - Ecevit’in önerdiği - Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan’ı cumhurbaşkanı adayı seçtiler.
Sıra Taylan’ın Cumhuriyet Senatosu’na cumhurbaşkanı kontenjanından Senato’ya atanması işlemine gelmişti.

ÜÇ PARTİNİN KARARI

Demirel, Çankaya nezdinde yapılacak girişimde de cumhurbaşkanı seçiminde de Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi’nin de bulunmasını istiyordu.
Feyzioğlu’nun Demirel’le konuşmaya gittiğini öğrenince CHP lideri fena halde bozuldu, sinirlendi.
“Olumlu bir noktaya gelen işi şimdi Feyzioğlu bozacak” diyordu. Bir kulis bilgisine göre Güven Partisi lideri Başbakanlık’tan (Melen’den) aldığı bilgiler üzerine AP liderine gelmişti.
Sinirler hayli gergindi.
Tam bu sırada o sabah ordu komutanlarıyla görüşen Başbakan Melen, AP ve CHP liderleriyle yarım saatlik bir konuşma yaptı. Fakat Feyzioğlu da Taylan’ı destekleyeceğini açıkladı.
Üç parti bir karara vardılar. Birlikte Köşk’e çıkacaklar ve Cumhurbaşkanı’na adaylarının Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan olduğunu, cumhurbaşkanlığı kontenjanından senatoya üye yapacağı Taylan’ın üç partinin oyları ile cumhurbaşkanı seçileceğini, Çankaya sorununun da böylece çözümlenmiş olacağını söyleyeceklerdi.

CUMHURBAŞKANI CEVDET SUNAY’IN DARBESİ...

Saat 19.30. Üç parti lideri Çankaya’ya çıktılar. Üç lideri bekleyen Cumhurbaşkanı Sunay o sırada çalışma odasında bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Sinirliydi.
Demirel’i sağına, Ecevit’i soluna, Feyzioğlu’nu karşısına oturttu. Piposundan derin nefesler çekiyor, üflüyor ve liderlere bakıyordu.
Üç lider adına Demirel konuştu: “Cumhuriyet neslinin üç lideri olarak huzurunuzda önemli bir devlet sorununun çözümü için bulunuyoruz” diye başladı konuşmaya. Vardıkları kararı gerekçesiyle anlattı.
Konuşması bitince o dakikaya kadar susan Cevdet Sunay, birden patladı:
“Ben” dedi. “Senato’da anlatılan adam mıyım?” Kırılmış, üzülmüştü.
Partiler aralarında anlaşmaya vardıkları için uzatma formülünü onaylamıştı.
“Artık her şey bitmişti. 28 Mart günü Çankaya Köşkü’nü terk edecekti!”
Söz sırası Taylan’ın adaylığına ve partilerin isteğine gelince Sunay:
“İki gün sonra ayrılacağım bu makamdan, iki gün sonrası için önemli bir karar vermem doğru olmaz” dedi.
Taylan’ın kontenjan senatörlüğünü reddetti ve bir de tavsiyede bulundu:
“Benden sonra Senato Başkanı Tekin Arıburun cumhurbaşkanlığına vekâlet edecek. Dilerse önerinizi yerine getirebilir” dedi.
Demirel durumu özetledi:
“Çankaya’ya girdiğimizde karşımızda bir sinirli insan vardı. Çankaya’dan çıkarken dört sinirli insandık!”

DÖNDÜLER DOLAŞTILAR AYNI NOKTAYA GELDİLER

Partilerin güvendikleri formül yatmıştı. Cumhurbaşkanı seçimi parlamentoya bırakılmıştı, ama parlamentoyu oluşturan partiler bir aday saptayamıyordu.
Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ABD’de olduğu için başkanlığa vekâlet eden KK Komutanı Akıncı yanında İkinci Başkan Sunalp Paşa ile Başbakanlık’a gelmiş; davet ettikleri AP lideri ile bir görüşme yapmıştı.
Başbakanlık’tan ayrılırken Eşref Paşa soruları yanıtladı: “Demirel’e Silahlı Kuvvetlerin bir ‘isteğini’ iletmemişti. Cumhurbaşkanının bir an önce seçilmesi parlamentonun bileceği işti. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Silahlı Kuvvetler ‘rencide’ olmamıştı.”
Nitekim görüşmede Akıncı Paşa “Sizi zorlamıyoruz” demişti. Ancak “orduya ters düşmeyecek birini bulmalarını” istemiş, bu sözünün ordunun vizesi olarak yorumlanmamasını da belirtmişti.

SONRA BİRDENBİRE…

Yine iki parti arasında gelgitler…ve birden (zaten bir süredir kulislerde adından söz edilen) emekli Oramiral, eski Moskova Büyükelçisi Fahri Korutürk ismi üzerinde mutabakat sağlandı.
Adaylığı, İstanbul’da olan Fahri Korutürk’e İhsan Sabri Çağlayangil bildirdi.
Havaalanında kendisini karşılayan Çağlayangil’e Korutürk, “Seçime AP adayı olarak girmeyeceğini, iki parti hatta ötekiler aralarında anlaşmışlarsa görevi kabul edeceğini” söyledi.
TBMM’de Korutürk’e üç partinin imzaladığı adaylık önerisi gösterildi.
Fraklarını giymek için konutuna gitti.
Günlerden 6 Nisan’dı. O gün TBMM, yedi yıl süreyle görevde kalacak Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı’nı seçti:
Fahri Korutürk.



Enis Akdağ

14 06 2010



KORUTÜRK: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım gibi bir düşünceye hiç sahip değildim Köşk’ü düşünmüyordum
Az ve öz konuşan Fahri Korutürk, çok yakını, çalışma arkadaşı, basın danışmanı Baransel’e yıllar öncesini canlandıran bir öykü anlattı: “1973 senesinin 5 Nisan günü güneş doğarken, hayatımda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım hakkında hiçbir düşünce aklımdan geçmiş değildi. Böyle bir hazırlığım yoktu. Herhangi bir teşebbüste de bulunmamıştım.
Demirel ülkeyi 1973 seçimlerine taşıyacak hükümeti Naim Talu’nun kurmasını istiyor, ancak Bülent Ecevit Ferit Melen’i ne kadar istemiyorsa Talu’ya da bir o kadar karşıydı. Basın danışmanı Ali Baransel, “Makam odasındaydık” diye söze başladı. Az ve öz konuşan Fahri Korutürk, çok yakını, çalışma arkadaşı, basın danışmanı Baransel’e yıllar öncesini canlandıran bir öykü anlattı, Cumhurbaşkanı nasıl seçildiğini: Korutürk’ün ilk cümlesi bir insanın yaşamındaki büyük kırılma noktası:
“1973 senesinin 5 Nisan günü güneş doğarken, hayatımda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım hakkında hiçbir düşünce aklımdan geçmiş değildi. Böyle bir hazırlığım yoktu. Herhangi bir teşebbüste de bulunmamıştım. İstanbul’daydım.”

Ama “o gün”:

“O gün hayatta olan annemi ziyarete gitmiştim. Ve Ankara’ya dönmek üzere şahsen kendime bilet almıştım.. 5 Nisan gecesi özel odamda yatağıma çekildiğim zaman da bu konuda hiçbir şey bilmiyordum. Sıhhatteydim ve zamanında da uyudum.”
Oysa o gün başkent Ankara’nın siyasal ku-lislerinde büyük bir hareketlilik vardı.
Onca uğraşıya, hatta cumhurbaşkanı sorununu bunalımdan çekip çıkarmak için Adalet Partisi’nin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin çaresizlikten Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın görev süresini bir yıl daha uzatmaya razı olmalarına karşın; Çankaya bunalımı giderek derinleşiyordu. İki büyük parti kimi çevrelere -tabii askere- işte sivil parlamento; bir cumhurbaşkanı bile seçemiyor dedirtmemek için Köşk’e -askerin de karşı çıkmayacağı- bir isim, bir aday arıyordu.

KORUTÜRK’ÜN ADI GEÇİYOR

Kulislerde değişik isimler arasında, arada sırada emekli oramiral, büyükelçi, kontenjan senatörü Fahri Korutürk’ün adı da geçiyordu ama...
...Bulanık suda avlanmaya veya Korutürk’ün adını geçersiz kılmaya meraklı olan kimi çevreler Moskova Büyükelçiliği sırasında emekli Oramiral Korutürk’ün sinir bunalımları geçirdiğini, olağandışı hareketler yaptığını yayıyorlardı.
Büyükelçilik çalışanlarına alışık olmadıkları çalışma yöntemleri uyguladığını içeren, esası olmayan söylentilere göre Korutürk kimi olmadık hareketler yapıyordu.
O sırada Moskova Büyükelçiliği Müsteşarlığı görevinde bulunan rahmetli Büyükelçi Semih Günver’in bana anlattığına göre, söylentilerin “hiçbiri doğru değildi, baştan aşağı uydurmaydı”.
Günver’e göre, o tarihlerde Türkiye Büyükelçiliği Sovyetler’in gizli servisi KGB tarafından sürekli izleniyor ve gözleniyordu.
Telefonlar dinleniyor, hatta -Günver’e göre- büyükelçiliğin hemen bütün odaları hem dinleniyor hem de karşı binalardan fotoğrafı çekiliyordu.
Büyükelçi Korutürk önlem olarak örneğin büyükelçiliğin gizli konularını müsteşarı ile büyükelçiliğin bahçesinde gezerken konuşuyordu.
Ne sinir krizi geçirmiş ne de bunalımlı saatler yaşamış, yaşatmıştı.
Sağlıklıydı, 5 Nisan gecesi özel odasında uykuya çekildiği sırada Korutürk’ü yakından tanıyan arkadaşı emekli Amiral Fahri Çoker; CHP lideri Ecevit’e özelliklerini bildiği bir cumhurbaşkanı adayı öneriyordu: Fahri Korutürk!

KADER AĞLARINI ÖRÜYOR

Aynı isim Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel’e duyuruluyor ve iki büyük parti Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanı adaylığını onaylıyordu...
Baransel, “Gece saat 01.30’da” dedi, Korutürk’lerin Moda’daki evlerinde telefon çaldı. Telefonu eşi Emel Korutürk açtı.
Arayan o zaman Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil’di, hanımefendiye “Fahri Paşa ile görüşmek istediğini” söyledi.
Emel Korutürk, “Beyefendi uyuyor” dedi. Çağlayangil ısrar etti: “Çok mühim bir şey görüşmek istiyoruz” dedi.
Fahri Korutürk telefon sesine uyanmıştı. Eşi, “Sizi Ankara’dan arıyorlar” deyince “Hayrola” dedi ve Çağlayangil’i dinledi:
“Frakınızı alıp yarın sabah Ankara’ya gelebilir misiniz?” dedi Çağlayangil ve ekledi, “muhakkak gelmeniz lazım, bekliyoruz sizi.”
Çağlayangil’in fazla ayrıntı vermeden “çok mühim” dediği, “muhakkak yarın Ankara’da olmasında direttiği” olay neydi, bunu da biraz sonra Fahri Çoker’den öğrendi.
Kafasında bir yığın soru, Esenboğa Havaalanı’na inen Korutürk’ü İhsan Sabri Çağlayangil karşıladı.
Kendisini iki partinin ayrı ayrı cumhurbaşkanı adayı göstereceğini Korutürk’e bildirdi. Aday gösterilecekti ama... “Şartları hiç bilmiyordum” diyor Fahri Korutürk.
“Ne şekilde cumhurbaşkanı olacağım, kim destekliyor. Turlar yapılmış, netice çıkmamış.” Çağlayangil, “Biz sizi teklif ediyoruz, CHP de sizi teklif ediyor” dedi.
“Ben öyle iki partinin teklif etmesiyle Cumhurbaşkanlığı’nı kabul edemem. Hepiniz birden cumhurbaşkanı olacak kişinin üzerinde karar verirsiniz, öyle kabul ederim” dedim.
Öyle oldu. Partilerin ortak adayı olarak Fahri Korutürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı seçildi: 6 Nisan 1973.
Ali Baransel’e yıllar sonra; “Kaderimde böyle şerefli bir göreve gelmek varmış” diyecekti.
Oysa?..
...Oysa zorlu, bunalımlı yedi yıl geçirecekti Çankaya Köşk’ünde.
Fahri Korütürk 6 Nisan 1973’ten 6 Nisan 1980’e kadar, yedi yıl Cumhurbaşkanlığı gö-revinde kaldı ve yedi yılda tam 16 hükümet kuruldu.
16 kez başbakanlar atadı.
Siyasal çalkantılar, bunalımlar içinde başlayıp dağılan, çoğu zaman parti liderlerinin sert eleştirileriyle karşılaştığı 16 hükümet!


DAHA KOLTUĞA YENİ OTURMUŞTU Kİ…


Baransel, “Korutürk, cumhurbaşkanı seçilmesinden bir gün sonra, Ferit Melen hükümeti” istifa etti.
Yeni bir cumhurbaşkanı seçilmiş; Melen istifasını vererek demokratik bir anlayış sergilemişti.
Korutürk yeni bir hükümeti kuracak kişiye başbakanlık görevi vermeden önce parlamentoda hâlâ birinci büyük parti konumunda olan Adalet Partisi lideri Demirel’le ilk konuşmasını yaptı.
Demirel, Cumhurbaşkanı’na “Dilerseniz Melen hükümetini görevde bırakabilirsiniz. Fakat biz, parlamentoda oyçokluğuyla ilk fırsatta Melen hükümetini düşüreceğiz” dedi.
Oysa Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Feyzioğlu’nun bana söylediğine göre “adamcağızın -Melen’in- görevde kalmak gibi bir isteği yoktu”.
Parti lideri böyle söylüyordu ama; Ferit Melen ülkeyi 1973 genel seçimlerine götürecek hükümetin kendi hükümeti olduğuna da inanıyordu. Seçimlerle ilgili ilginç görüşleri vardı.
“Ordu AP lideri Demirel’e devleti asla bırakmazdı. Ecevit’in de kesinlikle ‘temizlenmesi’ gerekirdi…”
14 Mayıs 1950’de seçimleri yitiren CHP’den Van milletvekili seçilip geldiğinden beri Ferit Melen’i tanırdım. Saygı duyardım.
Fakat bu düşüncelerine katılamıyordum. Bu inançlarını 1980’e kadar değiştirmedi. Fazla askerciydi.
Soruyordum Melen’e: “Bu iki lider gidecek...”
“Bir seçim yasası çıkarılacak. Bu yasaya göre hiçbir parti iktidar olamayacak!”


DEMİREL, HÜKÜMETİ TALU’NUN KURMASINI İSTİYOR AMA...

Cumhurbaşkanı Korutürk, hükümet sorununu çözecek yeni bir yöntemin kuralını açıkladı. İki büyük partiye, partiler arası bir hükümet istediğini söyledi.
Bu anlayış, hem ilgi hem de memnuniyetle karşılandı.
Zira partiler üstü hükümetten partiler arası hükümete yönelişti ve 12 Mart’ın tam anlamıyla tasfiye edildiğinin kanıtıydı.
Fakat siyasetin doğasındaki anlaşmazlık yine kendini gösterdi:
İki büyük parti, başbakan ile yeni hükümetin biçimi üzerinde anlaşamayacaklardı.
Demirel ülkeyi 1973 seçimlerine taşıyacak hükümeti Naim Talu’nun kurmasını istiyor, Ecevit Melen’i ne kadar istemiyorsa Talu’ya da bir o kadar karşıydı.
Peki, Ecevit kimin başbakan olmasını istiyordu? Süleyman Demirel’in. O olmazsa AP’den bir başka birinin!
Bir bahane bularak partiler arası hükümete girmemeyi de başardı.
Feyzioğlu’nun Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin de hükümete girmek için Demirel’le temas kurduğunu görünce “Bu iş burada biter” dedi, hükümet sorununu kestirip attı.
Daha sonra bana hükümete girmeyerek ne denli doğru yaptığını anlatacaktı. Seçim sonuçları da Ecevit’i doğruladı.
Demirel de Ecevit’le hükümette olmak istemiyordu. Açıkça söylemediği ama bilinen neden şuydu: Ecevit, eyleme karışmamış fikir suçlularının affında direniyordu!
Ecevit devreden çıkınca hükümet Demirel’in istediği yönde oluştu.
19 Nisan 1973 günü saat 15.00-16.00 arasında Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’le AP lideri Demirel arasındaki hükümet görüşmelerinin tutanağı bu oluşmayı doğruluyor:
Korutürk: “ …Kim olur başbakan?”
Demirel: “…Ben size kimler olmazı söyleyeyim.”
Korutürk: “…Kimler olmaz, uzun liste olur. Kim olur daha kolaydır”
Demirel: “…Kim oluru da söyleyeyim. Bizim bu hükümetten beklediğimiz bir şey yoktur. Devletin imkânlarını kullanarak seçim kazanması mümkün değildir.”
Korutürk: “…Ama başka türlü düşünenler de var. Falan veya filan bakanlığı şu parti ele geçirirse gübre dağıtır filan dağıtır, seçim kazanmaya çalışır, diyorlar.”
Demirel: “Bu tamamen yanlıştır. Bizim dışımızdakileri bir araya getirin, güvenoyu verecek kimseleri bulun, biz muhalefette kalırız. 6 ay sonra seçim yapılsın, biz seçimi kazanır geliriz.”
Korutürk: “…Kim olur, kim hükümet kurar? Kimin etrafında toplanılabilir?”
Demirel: “Bize sorarsanız, müstakiller bellidir. Yine kontenjandan biri olacaktır.
Veya dışarıdan birisini getireceksiniz.”
Korutürk: “Dışarıdan birini getirmem. O iyi olmuyor. Meclis’in içinde yetişmiş insanlar varken, dışarıdan niye adam aranıyor, deniyor.”
Demirel: “Kontenjana döneceksiniz. Kim var; bize soruyorsanız, Naim Talu var.”
Korutürk: “Siz Naim Talu dersiniz, başka biri Cihat Alpan, Sabahattin Özbek der.”
Demirel: “En büyük çoğunluğa biz sahibiz. Biz Naim Talu der, başkaları buna yanaşmazsa biz güvenoyu sağlayacak çoğunluğu müstakillerle de buluruz.”
Korutürk: “O zaman hükümet Adalet Partisi damgası taşır. Ben hükümetin birden fazla parti tarafından desteklenmesini tercih ederim.”

VE…

Cumhuriyetçi Güven Partisi zaten hükümete girmeye hazırdı.
Korutürk’ün birden fazla partiyle hükümet kurulmasındaki ısrarı da karşılanmış oldu.
Kontenjan Senatörü Naim Talu AP, CGP ve bağımsız üyeler, Meclis dışı isimlerle hükümeti kurdu.
Türkiye bu hükümetle seçime gitti.
14 Ekim 1973 genel seçimiyle çok değişik siyasal ve sosyal olayların izleneceği yeni bir süreç başlıyordu.


Enis Akdağ

15 06 2010


Ecevit ikinci kez görevlendirdi. Dinci bir parti MSP ile Atatürkçü ve ilerici CHP ortaklığı başladı Zıt kutuplar bir arada Partiler arası özlenen çekişmeli bir propaganda sürecinden geçen Türkiye’nin, 14 Ekim Pazar günü önüne çıkan siyasal tabloya göre hiçbir parti tek başına iktidar değildi.
Üstelik 1965 ve 1969’da tek başına iktidara gelen Adalet Partisi (149 milletvekili ile) ikinci parti konumuna düşüyor; 30 Haziran 1972’de İsmet İnönü’nün yerine CHP Genel Başkanlığı’na seçilen Bülent Ecevit, 185 milletvekili çıkararak birinci parti durumuma geliyordu. Ecevit,Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kurulan örneğin Talu Hükümeti’ne girmedi ve akılcı bu kararıyla 14 Ekim’e kadar seçimine olağan üstü çaba ve çalışmayla hazırlandı.
İnönü gibi bir dev lideri deviren bir lider! Halka yatkın gelen sloganlarla birden parlayan bir lider!
Oysa Demirel, daha çok merkez politikasıyla uğraştı. Halk dönük sloganlar yerine yeni bir anayasa üzerinden kitlelere seslendi.
Yeni hükümet başkanını seçmek ve bu başbakana yeni hükümeti kurdurmak görevini yerine getiren Cumhurbaşkanı Korutürk; önce Ecevit, sonra Demirel, sırasıyla 48 milletvekilli Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan, Demokrat Parti (45), Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli ve Cumhuriyetçi Güven Partisi (13) Feyzioğlu ile Milliyetçi Hareket Partisi (3) Alparslan Türkeş’le görüştü.
En fazla milletvekili olan CHP lideri Ecevit’i hükümeti kurmakla görevlendirdi.
CHP lideri Erbakan’a ortaklık önerdi. MSP lideri yan çizdi. Görevi iade etti.
Görevi Demirel’e verdi. AP liderine Erbakan evet demişti ama iki partinin toplam milletvekili güvenoyu almaya yetmiyordu. O da iade etti.Başarısız denemelerden sonra zaman zaman siyaseti dalgalandıracak bir girişimde bulundu Korutürk: Ecevit ile Demirel’i Köşk’e çağırdı.

İki partinin ortak hükümet kurmalarını önerdi.

Bu girişimi de olumlu bir sonuç vermedi.

Ali Baransel; “Türlü çeşit sorunlarla boğuşan Türkiye’de hükümetin kurulamaması toplumda gerginlik yarattığının farkında olan Korutürk; danışmanlarıyla çeşitli seçenekler üzerinde çalışırken …
….MSP’nin önde giden isimlerinden Oğuzhan Asiltürk ile arkadaşlarının “CHP ile ortaklığa sıcak baktıkları haberleri de kulislerde ısrarla ‘söylenmeye başladı.’” dedi.
Bülent Ecevit ikinci kez başbakanlıkla görevlendirdi ve:
Uzun pazarlıklardan sonra; 26 Ocak 1974’te CHP- MSP ortak hükümeti kuruldu.
Pek çok çevrede Ecevit’in dinci bir parti MSP ile Atatürkçü ve ilerici CHP ortaklığını “dindarlıkla laikliğin ve dindarlıkla özellikle ekonomik alandaki ilericiliğin çeliştiği yolundaki ‘tarihsel yanılgıyı’ gidereceği” iddiasıyla bu hükümeti kurduğu söylendi, yazıldı.
Daha ilk aylardan ortaklar arasında çeşitli temel konularda çatışma ve çekişmeler baş gösterdi. Fakat:
Bu tartışmaları, çekişmeleri bir anda geri plana atan olay patlak verdi:
Kıbrıs’ta Milli Muhafızlar, Başkan Makarios’u devirdi. (15 Temmuz 1974)
Afyon’a giderken yarı yolda darbeyi işiten Ecevit hemen Ankara’ya döndü.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in “Denizcilerimize” adlı kitabında yazdığına göre:
Uzun saatler süren ve Kıbrıs’a müdahale kararının alındığı Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına başkanlık eden Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk: “…Beyler, Kıbrıs Türklerini korumak için bir şey yapmak istiyorsanız, sırası şimdidir. Eğer şimdi yapamazsanız bir daha hiçbir zaman yapamazsınız” dedi.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın bu dizinin konusu olmayan uzun bir öyküsü var.
Harekât hemen her alanda, diplomasi alanında askersel alanda Ecevit’in başarılarıyla başlamış ve sonuçlanmıştı. Fakat - medyada ve siyasal çevrelerde - Cumhurbaşkanı Korutürk’ün müdahaleden önceki ve müdahaleye karar verilen Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu toplantısındaki duruşunun üzerinde nedense durulmadı.
Ali Baransel’den medya ve siyasetin Korutürk’ün rolüne -en azından- neden değinmediğini ve Korutürk’ün bu konudaki söylemlerini anlatmasını istedim.
Baransel, “Cumhurbaşkanı Korutürk bana özel bir sohbetimizde şunları söyledi” dedi:
“Yapı itibarıyla ön planda olmayı, kendimden söz ettirmeyi pek sevmem. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın başarısının paylaşımı konusunda, o günlerde Sayın Ecevit ve Sayın Erbakan’ı basın önündeki mücadelesini hazin bir gülümseme ve ibretle takip ettim. Basınla ilişkileri nedeniyle bu konuda Sayın Ecevit daha çok ön plana çıktı. Hatta Barış Harekâtı’nın bir numaralı kahramanı ilan edildi. Aylarca bu durum birçok gazete sayfalarında tefrikalar halinde yayımlandı.
İşin aslına bakılırsa, Kıbrıs Harekâtı’nın zaruretini ben başından beri savundum. Hatta konunun görüşüldüğü son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında da hükümeti yüreklendirdim ve tam destek verdim”
Korutürk yıllar sonra “yapı itibarıyla ön planda olmanın” Barış Harekâtı sırasındaki rolünün kamuoyu tarafından nasıl engellediğini, siyasetin acımazlığını açıklamıştı Baransel’e...


FAKAT SİYASET...

Barış Harekâtı’nı paylaşımında gerçek yüzünü gösterdi. Milli Selametçiler Ecevit’i barış yoluyla soruna çözüm aramak ve derhal Kıbrıs’a müdahale etmemekle suçladılar..
Fakat olayların -baştan sona kadar izleyen, Kıbrıs’a Türk askeriyle çıkan ilk gazeteci olarak- yıllar sonra gerçeği söylemeliyim::
Başbakan Ecevit, çok doğru politikalar izledi; önce barış yollarını denedi, ancak başarılı sonuç alamayınca Kıbrıs’a müdahale kararını uygulamaya girişti..
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın etkileri sürerken hükümet ortakları arasındaki anlaşmazlıklar da doruk noktasındaydı.
Ecevit, MSP’nin son gelişmeleri dikkate almadan hükümet içindeki çatışma noktalarını körüklemesini dayanamadı. Ülkede benzin, yağ, şeker, tüp gaz sıkıntıları ve bu sıkıntıların sonucu olarak kuyruklar dönemi başladı ve… Ecevit, 18 Eylül 1974’de istifa etti.
Ecevit hükümet sorununun erken seçimle çözümlenebileceğini savunuyordu ama….
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yedi yıllık köşk yaşamında ikinci hükümet bunalımı ile karşı karşıyaydı.
Korutürk’ün biraz alayla karışık ama gerçeği yansıtan şu sözleri Köşk’teki yedi yılını özetliyor:
“Öldüğümde sorgu melekleri ‘Dünyada ne yaptın?’ diye sorduklarında herhalde ‘hükümet buhranlarını çözmeye çalışmakla vakit geçirdim’ karşılığını vereceğim.”

ECEVİT, ERBAKAN VE DEMİREL İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELERİ

Ali Baransel’e, Cumhurbaşkanı Korutürk’ün yedi yıl sık sık görüştüğü dönemin üç önemli siyasal aktörü hakkındaki düşüncelerini sordum. “Size zaman zaman anlattım ve yazdım da görüşlerini” dedi. Bıçak Sırtında adını verdiği bir kitapta yayımlamıştı..
On altı yıl, dile kolay. Çankaya Köşkü’nde çok duyarlı bir görevi başarıyla tamamlamıştı Baransel.
Korutürk ve Evren gibi birbirine tamamen zıt, ayrı dünyaların insanı, iki devlet başkanına yıllarca kesintisiz basın danışmanlığı yapmak, her babayiğidin harcı değildi ve Baransel, devlet bürokrasisinde ender rastlanan bir örnekti...
Üç siyaset adamını nasıl değerlendiriyordu Korutürk?
Baransel önce MSP lideri Necmettin Erbakan ile ilgili görüşlerini anlattı...
“Korutürk, MSP’nin dünya görüşünü çağdışı olarak değerlendirir, rejim açısından sakıncalı görürdü. Köşk’te görev yaptığım yıllarda bir sohbet sırasında ‘MSP karşısında daha kararlı ve sert bir tavır takınmak gerekir. Ecevit ve benzerleri gibi romantik duygularla değil’ demişti. Korutürk’ün, jest ve mimiklerini çok abartılı bulduğu konuşma biçiminden, özellikle ses tonundan rahatsız duyduğu Erbakan’a karşı, soğuk ve mesafeli bir yaklaşımı vardı... Erbakan’ın alçakgönüllü, saygılı davranışlarını içtenlikten uzak, asıl düşüncelerini saklayan davranış biçimleri olarak yorumlardı.
CHP-MSP koalisyonunun bozulmasından bir süre sonra da bana MSP’nin koalisyondaki etkinliğini azaltmak için görev yetkilerinin sınırlarını aşmadan çaba gösterdiğini söylemişti.
Korutürk bu çabalarını açıklarken de ‘MSP’li bakanların ve yöneticilerinin çeşitli tören ve toplantılarda yaptıkları konuşmaların suç olup olmadığının titiz ve dikkatli şekilde takip edilmesini istedim’ demiş ve eklemişti:
Dönemin cumhuriyet savcılarını bu amaçla Köşk’e davet ederek kendileriyle görüştüm. Onlardan MSP yetkililerinin suç teşkil edecek konuşmaları konusunda uyarlamalarını, hatta daha da ileri gidilirse kanunlar çerçevesinde partilerinin kapatılabileceğine dikkatlerini çekmelerini istedim. Ancak üzülerek ifade edeyim ki, kanun adamlarının bir bölümünü ürkek ve karamsar gördüm.”
Sonra Cumhurbaşkanı’nın CHP lideri Bülent Ecevit ile ilgili değerlendirmesini özetledi:
“Korutürk, Ecevit’i yazar ve şair olarak takdir eder, İngilizceye hâkimiyetinden övgü ile söz ederdi. Alçakgönüllüğünü ve nezaketini ayrıca çok beğenirdi.
Ancak politikadaki hırçın ve sert tutumuna hayret ederdi. Ecevit’in, ABD’nin (Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra uygulamaya başlattığı) ambargo karşısındaki yaklaşımını yadırgadığını, ‘Şu politikacılar ne kadar aceleci ve hissi hareket ediyorlar, doğrusu anlamak mümkün değil. Ülkenin geleceğini ve kaderini ilgilendiren konularda daha soğukkanlı hareket edemezler mi?’ diyerek dile getirirdi.”
Korutürk politikacıların bir görüş açıklamadan önce uzmanlardan, akademisyenlerden görüş almaları gerektiğine inanıyor ve ABD ambargosu üzerinden Ecevit’e bir eleştiri yöneltiyor:
“İleri sürdüğü düşüncelere bakın. Karar açıklanıyor, bir gün bile beklemeden özel bir araştırma ve çalışma gereğini duymadan beyanat veriyor.
Bu karar alınırken -Amerikan üslerinin kullanımına ilişkin şartların yeniden gözden geçirilmesi için ABD’ye 30 günlük süre verilmesi hakkındaki Bakanlar Kurulu kararında- ben de Milli Güvenlik Kurulu’na başkanlık ettim. Her şey en ince ayrıntısına kadar ele alındı ve değerlendirildi.
ABD ile hemen 24 saat içinde ilişkileri kesmek mümkün mü?Adamlarla yarım yüzyıla yaklaşan bir süredir işbirliği yapmışız.
Her konuda kendilerini bize bağımlı hale getirmişler. Çok nazik bir coğrafi bölgede bulunan Türkiye, başına bir bela gelirse, başta harp araç ve gereçleri olmak üzere birçok ihtiyacını nereden karşılayacak?”


‘DEMİREL KABİLİYETLİ VE KÜLTÜRLÜ’

Korutürk’ün yedi yıl süren cumhurbaşkanlığı döneminin bir diğer aktörü Süleyman Demirel’di.
Korutürk’ün Adalet Partisi Genel Başkanı’yla ilgili değerlendirmesi şöyleydi:
“Demirel kabiliyetli, kültürlü bir insan. Ayrıca çevresinin etkisi altında kalmayan, kendisi düşünen, karar veren ve onu tatbik eden bir lider. Düşünen ve karar veren bir lider olduğunu doğrulayan bir örnek vereyim. Bir sohbet sırasında Demirel bana, ‘Sayın Cumhurbaşkanım, bir defa Devlet Personel Kanunu konusunda, Maliye Bakanı Mesut Erez’i dinledim. Bu kamburun altından hâlâ kalkamıyorum’ demişti. Ancak, ihtirasının sınırı olmayan bir karakteri var. Bazen amaca ulaşmak için insanı düş kırıklığına uğratan tutum ve davranışlar sergileyebiliyor.
Mesela kırıcı oluyor, ağır eleştirilerde bulunabiliyor.
Birbirini tutmayan, gelişen görüş ve düşünceler ortaya atabiliyor.”


Enis Akdağ

16 06 2010

Cumhurbaşkanlığı Genelsekreteri Baransel, birbirlerine ağır suçlamalarda bulunan liderlerle bir yere varılamayacağını söylüyordu:
‘Demokrasi duvara toslayacak’
Parti liderlerini değerlendiren Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, genel olarak partilerin tutumlarına bakarak geleceği nasıl görüyordu?
Ali Baransel, Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye’nin her alanda yetişmiş çok değerli ve yetenekli insan potansiyeline sahip olduğuna inanırdı” dedikten sonra, partilerin tutumuna bakarak geleceğe dönük görüşlerini anlattı:
“Ne yazık ki, siyasi partilerin genel başkanları ve yakın çevreleri bir hegemonya kurmuştur. Böyle insanları yanlarına yaklaştırmıyorlar. Parti içinde demokrasinin işlemesine imkân vermiyorlar.
Türkiye’nin kaderini, her gün kavga eden, birbirilerine en ağır suçlamalarda bulunan Demirel ve Ecevit’in belirlemesi gerçekten hazin.
Bunlar bu kafayla giderlerse, bir gün gelecek, demokrasiyi duvara toslatacaklar.”


‘Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş nasıl çalışacaklar’
Ecevit, Erbakan ve arkadaşlarının kimi sorunlar yaratan tutumundan yakınarak CHP-MSP koalisyonunu dağıttı, istifa etti.
Hükümet bunalımı beş ay kadar sürdü. Arada bağımsız Prof. Sadi Irmak başkanlığında güvenoyu alamayan bir hükümet kuruldu. (17 Kasım 1974-31 Mart 1975)
Fakat bu süre içinde Ecevit yeni bir koalisyon hükümeti kurabileceği inancında idi. Yeni koalisyonu, Demirel’le anlaşmazlığa düşerek AP’den ayrılanların kurduğu, son seçimlerde 45 milletvekili çıkaran Demokratik Parti ile kurabileceğini umut ediyordu.
Böyle bir umuda kapılmasını bir türlü anlayamıyordum. Çankaya’daki Dışişleri konutunda görüştüğüm Ecevit’e, “eski AP’lilerle olası bir hükümet kurabilmenin olanaksızlığından” söz etmiştim.
AP ile hükümet kurmayı aklının ucundan bile geçirmeyen Ecevit, parlamento matematiğinin zorladığı son olanağı denemek istiyordu. DP ortaklığı ile yeni bir hükümet!
Cumhurbaşkanı, 26 Mart 1975’te hükümeti kurma görevini Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’e verdi.
Demirel, hükümet bunalımı sırasında CHP dışındaki bütün partilerle görüşmüş, siyaset tarihimize 1. Milliyetçi Cephe diye adını yazdıran bir hükümetin Meclis’te güvenoyu almasını sağlayan rakama ulaşmış, iki parti dışındaki partileri milletvekili sayılarına bakmadan hükümette bir araya getirmişti:
Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi!.. 1. MC’yi oluşturan partilerdi.
“Hükümeti kurma görevini verdiği 26 Mart günü Korutürk çok sıkıntılıydı” dedi Baransel, hemen sonra Cumhurbaşkanı’nın yeni hükümetle ilgili değerlendirmelerinden söz etti:
“Bu işi istemeyerek yaptığı her halinden belliydi. O gün benim de bulunduğum bir ‘iç çalışma’ toplantısında, ‘Başka alternatifim yoktu. Demokratik teamül bunu gerektiriyordu’ sözleriyle konuya girdikten sonra sıkıntısını dile getirdi:
“Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş bir arada nasıl çalışacaklar doğrusu çok merak ediyorum.
Düşünebiliyor musunuz; Atatürk’ün arkasına sığınan ve o yüce insanın pazarlamasını yapan Feyzioğlu, Atatürk’ü inkâr eden, örümcek kafalı Erbakan, 27 Mayıs’ta DP iktidarına son veren askeri harekâtın önde gelen isimlerinden Türkeş ve DP’nin mirasına sahip çıkan ve bu harekâtı kınayan Demirel…
Sonra ellerini havaya kaldırarak, gergin bir ifadeyle, ‘Demokrasiyi bu tür kaypak zihniyet sahiplerinin yıpratacağından endişe duyuyorum’ dedi.”
Fakat 1. MC hükümeti 31 Mart’ta güvenoyu aldı ve 6 Haziran 1977 genel seçimlerine kadar devam etti.
Toplumda derin kaygılara yol açan siyasal, sosyal ve ekonomik politikalar geniş tartışmalara yol açıyordu.
Ecevit hükümeti zamanında başlayan yaşam sıkıntıları giderilemiyor, hükümet bir yandan ABD’nin hemen alana yaydığı ambargoyu kırmaya çalışıyor, bir yandan da hemen her gün dozu giderek artan muhalefetle boğuşmak zorunda kalıyordu.

Fakat 1. MC’yi parlamentoda düşürmek olanağı yoktu.

CHP lideri Ecevit bütün hızıyla seçimlere hazırlanıyordu.

Fakat gidişattan ve gelişmelerden şikâyetçi olan kamuoyu suçluyu buldu:
Bu hükümetin kurulmasına olanak tanıyan Cumhurbaşkanı Korutürk’ü!
Baransel’in anlatımlarına göre Korutürk, “kendisine yönetilen bu eleştirileri soğukkanlılıkla karşılamaya çalışıyor ya da öyle görünüyor ama içten içe büyük bir üzüntü duyduğunu belli ediyordu”
“Bir sabah” diye anlatmaya başladı Baransel:
“Eliyle oturmamı işaret etti. Merak ve heyecanla yeniden oturdum. Korutürk, ‘Notlarında bulunsun’ dedi ve konuşmaya başladı:
Bak Baransel, Korutürk bu hükümetin kurulmasını onaylamakla, fenalığın en fenasını yapmak zorunda kalmıştır. Ama çaresizdim.. Demokratik kurallar içinde başka bir yol yoktu. İmzaladığım atama ve diğer kararnameler yüzünden ağır töhmet altında bırakılmak isteniyorum. Cumhurbaşkanı hükümet kararnamelerini en son imzalayan kişidir. Ancak bundan sonra kararnameler yürürlüğe girebilmektedir. İşte bu işleyiş, cumhurbaşkanlarını iktidarlarla birlik ve beraberlik içindeymiş gibi gösterir.
Ecevit iktidarı sırasında beni öven ve göklere çıkaran gazeteler, şimdi yeriyorlar.
Halbuki benim düşüncelerimde ve davranışlarımda hiçbir değişiklik yok.”

 31 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..,




***

21 Eylül 2015 Pazartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 13





TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 13



ASKERİ MÜDAHALENİN YÖN DEĞİŞTİRMESİ: 9 MART’A KARŞI 12 MART



Komutanlar tarafından, hiyerarşi dışı bir darbenin önlenebilmesi için şöyle bir tedbir düşünüldü: doğrudan müdahale yerine sert tonlu bir muhtıra verilecek;
işbaşındaki hükümet istifaya zorlanacak; tarafsız biri başbakanlığa getirilecek ve özlenen reformlar peyderpey yapılacaktı. 

Böylece 9 Mart 1971 günü, idareyi doğrudan ele almayı hedefleyen genç ekip frenlenerek hem gidişat karşısında hiçbir şey yapılmadığı yönündeki rahatsızlık giderilirken; hem de rahatsızlıkların merkezi konumundaki hükümete işten el çektirilmiş olacaktır. 9 Mart hareketi hakkında Ertuğrul Kürkçü’nün şu yorumu önemlidir:12 Mart Muhtırası, bu 1970 yazından 1971 baharına kadar geçen süre içerisinde olgunlaştı. Bir bütün olarak baktığımız zaman -hikâyeyi herkesin 
de bildiğini tahmin ediyorum- aslında 12 Mart Muhtırası demin sözünü ettiğim bu orta kademe generallerin 8 Mart’ı 9 Mart’a bağlayan gece yapmaya kalkıştıkları ama başaramadıkları darbenin Genelkurmay Başkanı tarafından yumuşatılarak düzenin içerisine entegre edilmesi hâlidir diye özetleyebilirim. 

198 Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler (Üç Dönemin Perde Arkası), İstanbul: Milliyet Yayınları, 1985, s.233. Bu eserin kritik edildiği bir çalışma için bkz. Cengiz Sunay, "Muhsin Batur'un Anılarında 27 Mayıs, 12 Mart ve Sonrası", Düşünen Siyaset, Yıl: 2009, Sayı: 25, 257–278.
199 Batur, Anılar ve Görüşler, s.277.
200 Müşerref Hekimoğlu, 27 Mayıs’ın Romanı, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1975. s.138.


Bu 8–9 Mart darbesine girişenler Türk Silahlı Kuvvetlerinin şöyle bir geleneği olduğunu göz önünde tutarak Silahlı Kuvvetlerin hiyerarşini yansıtan bir düzene darbelerini sokmazlarsa ordunun tümlüğünü sağlamayacakları endişesinden ya da bu gelenekten hareketle planlarını kuvvet komutanlarına taşıdılar, eldeki bilgilere göre böyle oldu. Memduh Tağmaç dışında özellikle Muhsin Batur ve Faruk Gürler -Deniz Kuvvetleri Komutanının adını bile hatırlamıyorum,201 demek ki o zaman o kadar önemli değildi ve Jandarma Komutanı o zaman üst komutanlar arasında sayılmıyordu- bu iki komutan, bu darbe girişimini haber aldıkları an aslında kendilerini aşan, kendilerinin örgütlemediği, kendilerinin planlarından çok daha radikal, -çünkü kendileri NATO’cudurlar- NATO’cu olmayan, NATO ilişkilerini sorgulamayı hedefleyen ve radikal bir millileştirme programına sahip olduğunu gördükleri bu hareketi bastırmak için Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’la anlaşma yoluna gittiler.202

Müdahalenin bu şekilde olmasının ekonomi politik sebepleri de bulunmaktadır. Muhtıranın dış boyutunun bu cephesiyle ilgili bir yoruma göre: 
“Gelişmekte olan ülkeleri borçlarını ödemeye zorladılar. Bunun için tek şart ‘içe dönük büyüme’ modelini bırakarak, dışa açılmaktı. 
Döviz kazanmaktı. Türkiye bu değişime direndiği ve ithal ikamesinde ısrar ettiği için 1971 darbesi oldu” 203 denilmektedir.
1970 devalüasyonuyla iktisâdi sahada baş gösteren krizden çıkış yollarının arandığı, iç ve dış meselelerin gitgide daha çetrefil hale gelmeye başladığı bu evrede, parlamentonun kapısına kilit vurulmasının doğru olmayacağı, böylesi bir girişimin yeni hükümetin meşruiyetini zedeleyeceği telkinleriyle, doğrudan müdahale yerine dolaylı bir müdahaleyle yetinilmesi kararına varılmıştır. Söz konusu kur ayarlamasıyla ilgili Hasan Celal Güzel’in yorumu ise şöyledir:
Oradaki ilk devalüasyon meselesiydi. Rahmetli Turgut Bey Müsteşardı. O zaman 10 Ağustosta çok başarılı bir devalüasyon yapıldı. Neticede, bu devalüasyon neticesinde, 1971 Muhtırasına rağmen ilk sıralarda ve bir de birinci petrol krizine rağmen -1971- Türkiye’de belirli bir istikrar vardı ekonomide ve ekonomi dibe vurmadı bu defa. Sonradan, 12 Marttan sonra -çabuk seçim yapıldı biliyorsunuz, 73 seçimleri- bir nevi istikrar ve denge kuruldu. İşte CHP-MSP koalisyonu yapıldı. Ondan sonra da gene bildiğiniz gibi milliyetçi partiler topluluğu, MC koalisyonları yapıldı ve o sırada Sayın Ecevit’in siyasi başarısı da oldu ama buna rağmen iktidara gelemedi. Sonunda, 1978’de meşhur transferlerle hükümeti kurdu.204
Bu noktada 9 Mart olayı ile ilgili farklı görüşlere değinmek gerekir İddialara göre 11 subay 9-10 Mart gecesi ihtilal yapmayı planlamışlar ancak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve kuvvet komutanları tarafından planlarını ertelemeye ikna edilmişlerdir.205 Batur 9 Mart’daki müdahale için “Müdahale zamanı gelmiştir. Hazırlanan plana göre Gürler devlet başkanı, ben de başbakan olacağım, en kıdemli komutan olarak kendisinin emrini bekliyoruz”206 demiştir. 


201 Celal Eyiceoğlu.
202 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
203 Mehmet Altan, Darbelerin Ekonomisi, İstanbul: İyi Adam Yayınları, 2001, s.106.
204 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–14.08].
205 Hale, a.g.e., s.162.
206 Orhan Erkanlı, Anılar Sorunlar Sorumlular, İstanbul, Baha Matbaası, 1982, s.184.


Hasan Cemal’e göre darbe muvaffak olsaydı Avcıoğlu Başbakan, Uğur Mumcu Gençlikten Sorumlu Bakan, Altan Öymen Basın-Yayından Sorumlu Bakan ve Hükümet Sözcüsü, Türkiye Öğretmenler Sendikası Başkanı Fakir Baykurt Milli Eğitim Bakanı, Mümtaz Soysal Dışişleri Bakanı ve İlhami Soysal da MIT Başkanı olacaktı.207 
Başka bir yaklaşıma göre 1965'lerden başlayan ordu içi örgütlenme, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur'la Kara Kuvvetleri 
Komutanı Orgeneral Faruk Gürler'e kadar uzanmış ve Batur’un Hava Kuvvetleri Komutanlığı binası genç subayların “devrim karargahı” haline gelmişti. Bu gruptan radikal darbenin beyin takımı olarak tanımlanan Tümgeneral Celil Gürkan, Hava Tuğgeneral Aydın Kirişçioğlu ve Tuğamiral Vedii Bilget Batur ve Gürler’i endişelendiriyordu. Bunun üzerine iki kuvvet komutanı durumu Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a bildirmiş ve böylece 9 Mart tarihli darbe girişimi engellenmiştir. 208
Bir başka iddiaya göre 9 Mart günü Org. Batur’un evinde yapılan toplantıda müdahale kararı alınmıştı. Bu toplantıya Cumhurbaşkanı Sunay katılırken Genelkurmay Başkanı Org. Tağmaç katılmamıştır. Ertesi gün Yüksek Askeri Şura Salonunda yapılan Genişletilmiş Komuta Konseyi toplantısında müdahale ile muhtıra tartışılmış ve Org. Batur ile Org. Gürler arasında darbeden sonra kimin Cumhurbaşkanı olacağı konusunda anlaşmazlık çıkması üzerine ittifak bozulmuş tur. Bu iddiaya göre 12 Mart herhangi bir darbe olmaktan öte, 9 Mart cuntasına karşı girişilmiş bir operasyondur. Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Batur'un son anda saf değiştirmesi üzerine, 9 Mart 1971'de yapılması planlanan "sol darbe" önlenmiş, ipler tamamen Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın eline geçmiştir.209
Bu görüşlerden sonra olayın nasıl gerçekleştiğine bakmakta yarar vardır. 9 Martçılar tarafından hazırlanan darbe plana göre genç subaylar Tümgeneral Celil Gürkan'ın, Tuğgeneral Aydın Kirişçioğlu'nun ve Tuğamiral Vedii Bilget'in komutası altında harekete geçeceklerdir. Ordunun içindeki genç subaylar, özellikle Hava ve Deniz Kuvvetlerindeki devrimci subaylar, hiyerarşi içinde bir girişim yanlısı olmuşlardır. 9 Martçılar, böyle bir noktadan harekete girişmiştir. 9 Mart günü Hava Kuvvetlerinde bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda aktif bir girişimin stratejisi tayin edilmiştir. Toplantıya hiyerarşinin, genç subaylar tarafından kabul edilen ayakları katılmışlardır. Toplantıda Kara Kuvvetleri 
Komutanı Faruk Gürler’in210 emrindeki grup, darbe önerisini ortaya atmıştır. Ancak Faruk Gürler, bu öneriye karşı çekingen davranmıştır. Öneriyi ileri sürenler, komutanlar katında kızgınlığa neden olmuşlar ve birden hareketin yön değiştirmesine ve 12 Mart Muhtırası’nın verilmesine ortam hazırlamıştır.211 Bu önemli toplantıyı 9 Mart tarihli toplantıda olanları Muhsin Batur212 şöyle anlatmaktadır:

207 Cemal, a.g.e., s. 251.
208 Nazım Alpman, “27 Yıl Sonra Aynı Tartışma” Milliyet, (12 Mart 1998).
209 Ahmet Kekeç, “Cunta Savaşları 2”, Yeni Şafak, 13.3. 2000.
210 Faruk Gürler, 1973-1974 tarihleri arasında Kontenjan Senatörlüğü yapmıştır.
211 Altuğ, “27 Mayıs’tan 12 Mart’a…”, s.290-291.
212Muhsin Batur, 8 Haziran 1974'te Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından Kontenjan Senatörü olarak atandı. Senatörken CHP’ye geçmiştir.

“Mart’ın ilk haftası sonunda silahlı kuvvetlerde tansiyon gittikçe yükseliyordu. Ankara’ya türkiye’nin çeşitli yörelerinde görev yapan kolordu ve ordu komutanları çağrı üzerine gelmeye başlamışlardı. Faruk paşa (gürler) telefon ederek benim karargahıma yanında bazı generallerle gelmek istediğini bildirdi. Toplantıdaki kara generalleri tarafından yapılan konuşmalardan anladığım kadarı ile belirli kişiler ve birlikler hazırlık durumuna geçmişlerdi, eylem için düğmeye basmak yeterliydi… faruk paşa oldukça sinirli ve heyecanlıydı, ama direktifini verdi, ‘hiçbir harekete tevessül edilmeyecek, varsa hazırlıklar durdurulacak, yarın genişletilmiş komuta konseyi toplanıyor, orada alınacak karar beklenmeli dir.’ dedi ve toplantı bitti… 9 mart ne idi, ne değildi? Sonraları çok konuşuldu, çok yazıldı. ‘bir darbe girişimi toplantısıydı’, ‘bir darbe girişiminin durdurulduğu 
toplantıydı’ denildi… 9 mart’ın ne olduğunu kısaca özetlemek gerekirse; eğer alttan bir hareket komutanlara rağmen yapılmak istense idi, yapılırdı. 
Başarılı mı yoksa başarısız mı onu olaylar gösterirdi.”213

Aynı günlerde komutanlar, özellikle Gürler; Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a durumu açmıştır. Faruk Gürler, Memduh Tağmaç ittifakının sonucu, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay durumu kontrol altına almıştır.214 9 Mart darbesi gerçekleştirilmemiştir ancak üç gün sonra emir komuta zinciri içerisinde 12 Mart muhtırası gerçekleşmiştir. Aralarında Muhsin Batur,Faruk Gürler’in debulunduğu dört komutan12 Mart Muhtırası’nın altına imzalarını atmışlardır.
Muhtıra bizzat Batur tarafından kaleme alındı. Metin mevcut şikâyetleri sıralıyor, durumdan parlamento ve hükümetin suçlu bulunduğu belirtilerek anayasanın öngördüğü reformların yapılmayışı eleştiriliyordu. Üç maddelik muhtıranın son maddesinde ise, “Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” şeklindeki iç hizmet kanununa referans verilerek idarenin doğrudan doğruya ele alınacağı belirtilmektedir. Basın, muhtırayı, son maddesini öne çıkararak manşetlerine taşıyordu:

 “Ordu Ültimatom Verdi: Hükümet Çekilsin, Milli Hükümet Kurulmazsa ORDU İdareye El Koyacak”. 215Muhtıranın tam metni şöyleydi:1.Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
2.Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılâp kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
3.Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize…


213 Batur, a.g.e., s.278-279.
214 Altuğ, Kurtul Altuğ, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, 2. Bs, İstanbul, Yılmaz Yayınları, 1991,s.291.
215 Hürriyet, 12 Mart 1971 (Yıldırım Baskı).

MUHTIRAYA YÖNELİK İLK TEPKİLER

Muhtıradan, dönemin Başbakanı Demirel’in saat 13.00’daki radyo haberleri vasıtasıyla haberdar olduğu söylenmektedir. Resmi olarak muhtırayı tebellüğ edip ısrarla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’la temasa geçmeye çalıştığı ancak Sunay’ın böyle bir görüşmeden kaçındığı anlatılmaktadır.216 

Diğer bir görüşe göre ise; Sunay, başlangıçta dönemin MİT Müsteşarı Korg. Fuat Doğu aracılığıyla muhtıranın ilânından iki saat önce, Demirel’e sıhhî sebepler göstererek çekilmesini tavsiye etmiştir. Oysa Demirel, mecliste güvensizlik oyuyla düşürülerek giderse, demokratik rejim içinde çekilmiş olacağını, bunun da bir darbe ipoteğini ortadan kaldıracağını umuyordu.217 Lâkin Sunay, bunun mümkün olmadığını, şu ibret verici cümleyle özetliyordu: “Beni de devreden çıkardılar, Süleyman Bey”.218
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, muhtıraya karşı neden direnmeyi denemediği şeklindeki komisyonumuzca sorulan bir soruya şu cevabı  vermekte dir:
Mesela 12 Mart muhtırasını getirdi, adam Mecliste okudu –kimseyi kötülemek için söylemiyorum- 1 kişi buna itiraz etti.219 Yani şimdi burada, halkı ve halkın temsilcileri ne ölçüde bu işin içerisinde mukavemet yapıyorlar veyahut da yapmıyorlar, âdeta bu işi teşvik mi ediyorlar, yoksa ses çıkarmamak suretiyle –onu başta söyledim- bu aşılsın mı isteniyor?220
Muhtıra, hükümetin yanı sıra cumhuriyet senatosu ve millet meclisine de tebliğ edilmeye çalışılmıştı. Lakin 27 Mayıs darbesi esnasında Hava Kuvvetleri Kumandanı olan ve darbeye bir kuvvet kumandanı olarak katılma teklifini geri çeviren ve bu nedenle bizzat Cemal Madanoğlu tarafından Harbiyelilere tevkif ettirilen,221 Senato Başkanı Tekin Arıburun’un cevabı yine sert olmuştur. Arıburun, aralarında, ismi kontrgerilla yapılanmasıyla anılacak olan Memduh Ünlütürk’ün de bulunduğu TSK’nin üç kuvvetinin temsilcilerinden oluşan heyetin muhtıra tebliğini geri çevirdiği gibi gelenlere şu ikazda bulunuyordu: “27 Mayıs’ın sancısı hâlâ sürüyor. Böyle davranışlar Türk Silâhlı Kuvvetlerine yaramaz”. 222 Muhtıra Senatoda okunduktan sonra Senato Başkanı Tekin Arıburun, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvetler Komutanlarının muhtırada ileri sürdükleri ithamlara Parlamentonun ve bilhassa Cumhuriyet Senatosunun muhatap olamayacağına dair bir görüş dile getirmiştir. Muhtırada “tutum, görüş ve icraatı 
ile Parlamentonun”, yani dolayısıyla Cumhuriyet Senatosunun da, “yurt içinde anarşiye ve kardeş kavgasına sebebiyet vermiş olduğu” ve “kamu ümidini yitirmiş olduğu” ithamı atfedildiğini,

216 Hulusi Turgut, Demirel’in Dünyası 1. Cilt (Bir Liderin Doğuşu 1924-1962; Bir Liderin Yükselişi 1962-1971), İstanbul: ABC Ajansı Yayınları, 1992, s.461.
217 Turgut, Demirel’in Dünyası 1. Cilt (Bir Liderin Doğuşu 1924-1962; Bir Liderin Yükselişi 1962-1971), ss.461–462.
218 Arcayürek, Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi 1965–1971 (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor–5), s.364.
219 Hasan Korkmazcan.
220 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
221 Hekimoğlu, 27 Mayıs’ın Romanı, ss.153–154.
222 Nazlı Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer), İstanbul: TİMAŞ Yayınları, 2001, s.140.


Cumhuriyet Senatosunun tutum ve icraatının Anayasa’ya uygun olarak devam ettirildiği, Senatonun bu ithamlarla hiçbir ilgisinin olmadığını belirtmiştir.223 Bu sunuş üzerine özellikle CHP sıralarından Arıburun’a şiddetli bir şekilde tepki gösterilmiş, söylenenlerin Başkan’ı bağladığı, bu görüşlerin Senatoyu bağlamadığı, Başkan’ın derhal istifa etmesi gerektiği dile getirilmiştir.224 
MBG ise muhtıraya destek veren bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride:
“Bütün uyarmalara rağmen iktidarın rejimi bu noktaya getirmiş olmasından büyük üzüntü duymaktayız. Silahlı Kuvvetlerimizin bu devrimci isteklerini, parlamentonun basiretle değerlendirerek gerçekleştireceğini umuyoruz” denilmiştir.225
Muhtıradan sonra bir önceki müdahalenin mimarlarından tabii senatörleri temsilen ilk açıklama Mucip Ataklı’dan gelmiştir. Ataklı, muhtırayı “hukuki ihtilal” olarak nitelemiş, “bunu 1963’ten beri söylüyoruz” diye eklemiştir. Ataklı’nın 1963 yılında ortaya attığı “hukuki ihtilal” tezinde; Kemalist düşünceler dışındaki zihniyetleri tasfiye ederek muhalefeti yasaklayan hukuki bir ihtilal teklifinde bulunmuştur:“Memleketin rejimine parlamentonun sahip çıkmasını, devrimciliğe sosyal ve ekonomik sorunlara eğilmesini bildirdik, bunlar yanlış yorumlandı. 
Bunları söyleyen bizler ve arkadaşlarımız hakkında türlü şeyler söylendi. Bugün bu duruma gelindi.”226

Sunay’la görüşme çabaları, uzun bir uğraştan sonra gerçekleşen ancak umduğu desteği bulamayan Demirel, hükümetin istifasını içeren mektubu Cumhurbaşkanlığı  katına ulaştırırken, mevcut muhtırayı demokrasi anlayışıyla bağdaştıramadığı için istifa ettiğini belirtmekle yetiniyordu. 
Demirel’in 12 Mart Muhtırasına ilişkin olarak bugün yaptığı yorum ise şöyledir:
12 Mart diye bir olayın olmasına sebep yok ama oldu. İşte siyaset bu, siyasetin cilvesi. Altı sene hükûmet olmuş, tek parti hükümeti, ülke şantiyeye dönmüş, bir taraftan İstanbul Köprüsü, bir taraftan Keban Barajı yapılır hâlde, bir taraftan Türkiye'nin her tarafından fabrikalar, tesisler yapılıyor, üniversiteler açılıyor, yüzde 7 kalkınma hızı, yüzde 5 enflasyon ve kimsenin şikâyeti yok. Zaten, bu elli senenin içerisinde aşağı yukarı en iyi dönem Demokrat Parti devridir, 6,5 gibi, ondan sonra gelenler devir de yüzde 6’yla o dönemdir. Şimdi, geliyor size kumanda heyeti muhtıra veriyor, diyor ki: “Parlamento ve hükûmet süregelen tutum ve davranışlarıyla memleketi uçurumun kenarına getirdiler, Atatürk’ün istediği reformları yapmadılar, anayasanın istediği şeyleri yapmadılar. En kısa zamanda bu hükümetin gidip yerine güvenilir kişilerden kurulu bir hükûmet gelmesi. Bu yapılmadığı takdirde İç Hizmet Talimatı’nın işleyeceği, tarafımızdan böyle bir hükûmet kurulacağı…” diye. Peki, yani siz ne zamandan beri hükûmet kuruyorsunuz ki? Bu siyasi rejim. Siyasi rejimin içerisinde teknisyen hükümeti yok. Oraya, hükümete gelen bakanı beğenmiyor. Ya, o bakan da bu ülkenin çocuğu. Okuma yazması yok, yani iyi okumuş değil. Pekâlâ, işte avukat, 
doktor memlekette bulunan insanlar bunlar. Bunun tahsili mahsili hepsi böyle. Şimdi, düşündük taşındık ki Cumhurbaşkanı dedi ki: “Beni aştılar.” Nereye gideceğiz? Hükûmet, gelin, kardeşim, bizim yapacağımız bir şey var: “Ey Genelkurmay Başkanı, gel, bizi al buradan.” O zaten almayı kafaya koymuş. Biz dedik ki: “Ya, bu Parlamentoyu biz kapattırmayalım. Parlamento açık dursun, biz burada birtakım işleri gene yaparız.” Benim yaptığım en önemli hadiselerden birisi o Parlamentoyu kurtarmaktır. “O şapkayı aldı, gitti.” diyor ya adam.

223 CSTD, C: 64, B:51, 13.3.1971, s.373.
224 CSTD, C: 64, B:51, 13.3.1971, s.373-375.
225 Milliyet, 14.4.1971, s.1.
226 Akşam, 13.3.1971, s.1.


Yani ben giderken telaşla şapkayı bırakacak hâlim yoktu ki. Şapka benim öz şapkam yani. Kime bırakacağım yani? İşin şakası.227

Muhtıra sonrası yaşanacaklardan bihaber kimi sol çevrelerin ilk tepkisi olumludur. Sağ ise, seçimle geldiği iktidardan bir kez daha süngü zoruyla 
uzaklaştırılışının burukluğu içindedir. Muhtıraya karşı CHP’de ise güçlü bir muhalif ses yükselmektedir, CHP Genel Sekreterliği vazifesini yürüten 
Bülent Ecevit, görevinden istifa ederken aslında, muhtıranın kendisinin temsil ettiği ortanın solu hareketine karşı yapıldığı iddiasını dile getirmektedir.228 Ecevit bu tepkisini daha sonra açıklarken olaya doğru teşhis koyduğunu belirtiyor; 12 Mart sonrası sola karşı gösterilen sert tavrı beklediğini söylüyordu ancak muhtıranın hedefine ulaşamamasının sebebinin toplumun demokrasiyi artık özümsemiş olmasına bağlıyordu.229 Demirel ise darbecilere hesap sormak bir yana direnme azmini bile bulamadığı yönündeki eleştirileri bugün, şöyle cevaplamaktadır:Şimdi “Darbecilerden niye hesap sormadınız?” diyorsunuz. Neyle soracaktım hesabı? Kiminle? Hangi Cumhurbaşkanıyla, hangi Parlamentoy la? Hangi mahkemeyle, neyle soracaktım? Siyaset imkân sanatıdır, her şeyi yapamazsınız ama ben dayandım. Bakınız, ben darbecilere “Aferin” mi dedim? Ama ben yine geldim. Yani 71 muhtırasını yiyen benim ama 75’te ben yine hükümetim. Hem nasıl hükümetim? Zorlayarak değil, zorlanarak. 79’da ben yine hükümetim. Niye? Zorlanarak hem. Peki, darbeciler… Nihayet darbeciler bizden kurtuldular, on sene yasak getirdiler. On senenin yedi senesini çektik. Yedi sene evimizde oturduk. Bu demokrasi denen şey kolay olmuyor yani. Gelene gidene nasihat ettik, dedik ki “Bakın, bazı yanlış işler olur, devlete küsmeyin, halkımıza küsmeyin, milletimize küsmeyin, ülkemize küsmeyin. Yanlış işler olur kardeşim.” Ben burada oturuyorum. Hem öyle bir yaşta oturuyorum ki çok hizmete müsait bir yaş, yani elli beş, elli altı yaşındayım, oturuyorum burada. Onun için, biraz sabırlı olun, sabırlı oldum.230


9 MARTÇILARIN ÖNDE GELENLERİNİN TASFİYE EDİLMESİ

Ordu içinde, hükümetin işbaşından uzaklaştırılmasının sevinci yaşanırken bu kez mücadele, içerideki radikallere karşı verilmeye başlanacaktır. 9 Mart darbesinin tehir edilmesinin müsebbipleri bu kez 9 Martçılara karşı harekete geçiyorlar ve başta Celil Gürkan olmak üzere hemen tamamını tasfiye ediyorlardı. Emekliye sevk edilen 5 generalin kumanda zincirine aykırı davranmaktan dolayı bu işleme tabi tutuldukları belirtilmiş, Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tuğgeneral Mehmet Tuğcu’nun ise görev yeri Erzurum’a nakledildiği için kendisinin emekliliğini istediği açıklanmıştı. 

227 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
228 Ecevit’in bu karşı çıkışının samimi olmadığı, muhtıradan sonra kaleme aldığı ve 12 Mart’ı onaylar nitelikteki kimi yazılarından derlenen bir kitapta iddia edilmiştir. Bkz. Necip Mirkelamoğlu, Ecevit Ecevit’i Anlatıyor, İstanbul: Kervan Yayınları, ty, ss.235–240.
229 Bülent Ecevit, Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar, (İsmail Cem ile röportaj), Ankara: Ajans-Türk Matbaacılık, 1975, s.20.
230 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].


Emekli edilen generallerden Tümg. Şükrü Köseoğlu, Genelkurmay Merkez Dairesi Başkanlığı; Tümg. Celil Gürkan, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Program Koordinasyon Dairesi Başkanlığı; Tuğa. Vedii Bilget, Deniz Kuvvetleri Teknik Dairesi’nde, Tuğg. Ömer Çokgör’ün ise Hava Kuvvetleri Harekât Dairesi Başkanlığı vazifelerinde bulunduğu ifade edilmektedir.231
15 Mart’ta zorunlu emekliye sevk edilen general ve subayların emeklilik kararnamesi, müstafi olmasına rağmen henüz yeni hükümet kurulamadığından göreve devam eden hükümetin başındaki Süleyman Demirel’e imzalattırılıyordu. Geçmiş yıllardan bu yana ordudaki tayin ve terfilere müdahil olmuş olan Danıştay, bu kez emekliye sevk işlemlerinin iptaline ilişkin olarak, generallerin başvurusuna muhatap oluyordu. Danıştay’ın bu hususlardaki tutumunu bilen muhtıracılar, adli yargıdaki çift başlılığa bu kez idari yargıyı da ekliyorlar; asker şahısların idari işlemlere karşı yargısal başvuru mercii olarak ihdas edilen Askeri Yüksek İdare Mahkemesini devreye sokuyorlardı. Söz konusu yeni mahkemenin 
kuruluşuyla birlikte elindeki başvurular konusunda görevsizliğine hükmeden Danıştay’ın dosyaları yeni mahkemeye intikal ettirmesi neticesinde, taleplerin reddi sağlanmış oluyordu. Ordu içindeki temizlik harekâtı bu şekilde tamamlanın ca, 12 Mart’ı sevinçle karşılayan kimi çevreler şunun idrakine varırlar ki, yeni kurulacak askeri vesayet altındaki hükümet, hiçde bekledikleri tarzda çalışmayacaktır.

9 Mart olayı bazı Senato üyelerinin de bu işin içinde olması çerçevesinde önem kazanmış ve Cumhuriyet Senatosunda görüşülmüştür. Bu görüşme 3 Ağustos 1971 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını değiştirme, TBMM’nin görevini yapmasına zorla engellemeye girişme suçundan, Sıkıyönetim Mahkemesince tutuklanmasına karar verilen 22 kişi içinde bulunan, Cumhuriyet Senatosu Cumhurbaşkanı’nca seçilen üyeleri Cemal Madanoğlu ile Osman Köksal'ın yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasının görüşüldüğü oturumda gerçekleştirilmiştir.
Adalet Komisyonu üyeleri Mustafa Tığlı, Nuri Demirel, İbrahim Tevfik Kutlar, Zihni Betil ve Mucip Ataklı'dan232 oluşan heyet Madanoğlu ve Köksal’ı dinlemiştir. Cemal Madanoğlu konuşmasında, iddiaları reddederek bunun bir tertip olduğunu beyan etmiştir. Buna rağmen, bu isnattan kurtulabilmesi için dokunulmazlığının kaldırılmasını kendisinin de istediğini ifade etmiştir. Osman Köksal konuşmasında, iddiaları ret ve bunun bir tertip olduğunu ifade etmiştir.233

Cumhuriyet Senatosu tarafından hazırlanan raporda cunta oluşumunun 1967’den beri MİT tarafından takip edildiği ve mahkeme tarafından gönderilen dosyada kuvvetli deliller olduğu ifade edilmiştir. Burada dikkat çeken nokta kendisi de bir Senato üyesi olan Madanoğlu’nun dosyada fotokopisi olan ve yazısının kendisine ait olduğunu beyan ettiği yazıda Cumhuriyet Senatosunun lağvedilmesi ile yerine Devrimci Genel Kurul (DGK) kurulmasını öngörmesi dir.234 Bu durum da ayrıca belirtilerek Madanoğlu ve Köksal’ın dokunulmazlık larının kaldırılması talep edilmiştir.



231 “Ordudaki İşlemin Sebebi Belli Oldu”, Hürriyet, 18 Mart 1971.
232 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.332.
233 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.333.
234 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.335.


Komisyonda yapılan oylamada Cemal Madanoğlu hakkındaki karar on üç üyeden birinin muhalif, birinin çekimser oyuna karşılık on bir üyenin oyuyla Osman Köksal hakkındaki karar da sekiz üyenin oyu ile benimsenmiş, Cumhuriyet Senatosu kontenjan üyeleri Cemal Madanoğlu ile Osman Köksal'ın yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar verilmiştir.235
Ret oyu veren Tabii Senatör Mucip Ataklı gerekçesinde bütün iddiaların MİT elemanı Mahir Kaynak'ın teyp bantları ile tespit ettiği bilgilere ve verdiği raporlara dayandığını, teknik gelişmeler her türlü montajı mümkün kıldığından ve sadece teyp bantlarının delil sayılamayacağını belirtmiştir. 27 Mayıs ekibi içerisinde Atatürkçülük görüşü dışında ve kendi anayasalarının hudutlarını aşarak komünizme hizmet edecek bir ferdin bulunmasının mümkün olmadığını, Cemal Madanoğlu ve Osman Köksal'ın Marksist bir zihniyete dayalı düzen değiştirme ithamının en büyük insafsızlık olacağını vurgulamıştır.236 Osman Köksal hakkında ret oyu verenlerin ortak görüşü hakkında daha fazla yazılı delilin olmaması yönündedir.237
En ilginç konuşma Ahmet Yıldız’dan gelmiştir. Yıldız biraz da Senatonun varlığı ve yetkileri noktasından yaşanan tartışmalara da atıfta bulunarak:“Sayın Madanoğlu ve Sayın Köksal'ın burada devrimciliğe yaraşan bir davranışla, elbette ki dokunulmazlığın kaldırılmasından yanayım. Bir kez daha “Türkiye Cumhuriyeti Senatosu ciddi işlerle uğraşmıyorsunuz” suçlaması ile mahkemeden kararın geri dönmemesini dilerim. Başvurup vurmayacaklarına ben karışmam. Ama eğer bir daha dönerse -iki defa oldu- ciddi işlerle uğraşın, der gibi bu yüce organın haysiyetini koruyanlar, onun kararlarının böyle bozulmamasını, ciddi kararlar vermesini de sağlamakla görevli olduğunu hatırlatmak ve bunun gereğini yapmak için ben dokunulmazlığın kaldırılmamasından yanayım”238 demiş ve tavrını ortaya koymuştur.
Tüm bu konuşmalar sonunda oylamaya geçilmiştir. 12 Mart Muhtırası’ndan sonra Başbakan Nihat Erim’in imzasıyla Senato Anayasa ve Adalet Komisyonuna gelen tasarı ile Madanoğlu’nun dokunulmazlığı 26 hayır oyuna karşılık, 98 evet oyu ile kaldırılmıştır.239 Madanoğlu Anayasa Mahkemesi’ne başvurmayı reddederek, tıpkı bazı tabii senatör arkadaşları gibi, “Anayasayı tağyir ve tebdil ederek, TBMM’yi görevden alıkoymak için gizli bir ittifak kurmak” suçundan hakim karşısına çıkmıştır. Madanoğlu ile beraber; Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, İlhan Selçuk, Altan Öymen gibi gazeteci yazarlar da yargılanmıştır.240 Madanoğlu 6 Eylül 1971’de tutuklanmış, açılan dava 2 Ekim 1974’te tüm sanıkların 
beraat etmesiyle sonuçlanmıştır.241

235 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.335.
236 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.337.
237 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.338-339.
238 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.382.
239 Milliyet, 3.7.1971, s.1.
240 Milliyet, 20.7.1971, s.9.
241 Milliyet, 3.10.1974, s.7.


12 MART MUHTIRASININ VERİLMESİNDE İÇ ETKENLERİN ROLÜ


Türk solu açısından: TİP’in, iktidar yürüyüşünde bekleneni verememesiyle artık ülkedeki rejimin adı: Filipin, cici ve sandıksal demokrasi olarak küçümseniyor; sosyalizme gidiş yönünde silahlı bir mücadeleden başka hiçbir çözümün geçerli olmadığı savunuluyordu.242 

Türk solunun önceki dönemlerin aksine gitgide taban bulmaya başlamasının tarihi, altmışlı yıllardır, denilebilir. Yirminci yüzyılın başında dar bir aydın hareketi olarak filizlenen Türkiye solu, Marksist klasikleri batı dillerinden okuyarak bilinçlenen kısıtlı sayıdaki entelektüelin müktesebatındaydı. 

Zaman içinde TCK 141-142’nci maddelerinin gölgesinde Haydar Rıfat tarafından neredeyse kuşa çevrilerek yapılan tercümelere rağmen az da olsa belli bir taban bulmuştu lakin özellikle altmışlı yıllarda, görece yetkin tercümelerle özellikle yüksek öğrenim gençliğinin istifadesine sunulmuş; bir Marksist külliyat da ortaya konulmuştu. Bu yayın bolluğunun, üniversite öğrencileri arasında sol bilinçlen meyi sağladığı söylenebilir.Bu çerçevede başlayan sol siyasi örgütlenmeler, sayıca çok olmayan ancak etkinliği yüksek özellikler göstermeye başlıyordu. Üniversitelerde faaliyete geçen Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) Devrimci Gençlik Federasyonu’na (Dev-Genç) dönüşüyor; kimi ulusal meseleler antiemperyalist bir ruhla işleniyor; (Petrol Kanunu, Amerikan üsleri gibi) özellikle üniversite yerleşkelerinde, fakülte binalarında yoğun bir propaganda furyası 
estiriliyordu.243 Furyayı estirenlerin sadece öğrencilerden ibaret olmadığı, örneğin dönemin ODTÜ rektörü olan Prof. Dr. Erdal İnönü,244 

Ankara Üniversitesi SBF Dekanı Prof. Dr. Mümtaz Soysal245 gibi isimlerin aşırı solu koruyup kolladığı iddiaları daha 12 Mart öncesinde dillendirilir olmuştur.
Gerilimin tırmanmaya başlamasından sonra, sola karşı duyulan tedirginlik aynı tabanda farklı ideolojik saiklerle hareket eden başka kesimlerden de aksülameller gelmesine neden olmuştur. Yakın dönem Türkiye tarihine “Kanlı Pazar” olarak geçen 16 Şubat 1969 Olayı, çatışma olgusunun kitlesel mahiyete dönüşmesinin ilk örneği olarak görülebilir.246 ABD 6. Filosunu protesto etmek isteyen bir gruba, başka bir grubun saldırmasıyla yaşanan olaylarda 2 kişi ölmüştür. Türk-Amerikan ilişkilerinin başlangıçtaki havasının nasıl aksi istikamete dönüştürdüğü noktasında, 16 Şubat 1969 tarihi, bir anlamda milat olarak kabul edilebilir.247


242 Bu ifadelere bir örnek olması açısından bkz. “Cici demokrasi için pazarlık”, Devrim, 23 Aralık 1969. aktaran: Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, İstanbul: Doğan Kitapçılık AŞ, 1999, ss.192–193 arasındaki numaralandırılmamış sayfalar.
243 Petrol Kanunu uyarınca, yabancı petrol şirketlerinin, başka ülkelere sattıkları fiyatlardan % 35 daha pahalı petrolü Türkiye’ye sattıkları iddia edilmektedir. Bkz. Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, İstanbul: May Yayınları, 1975, s.66.
244 “Ülkü Ocakları, Erdal İnönü’nün banka soyanlarla görüşme yaptığını ileri sürdü”, Tercüman, 21 Ocak 1971.
245 Bkz. A. Baki Tuğ, Türkiye Gerçekleri ve Soysal Davası (12 Mart 1971), Bursa: Ak Ofset, 1995.
246 “Taksim’de 30 bin kişi dövüştü 2 ölü var”, Akşam, 17 Şubat 1969. Ayrıca bkz. Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, s.162 vd.
247 O dönemin havasını yansıtan şu habere bkz. “Dost Amerikan filosu hararetle karşılandı. Amiral Biery’nin ‘Son Posta’ya beyanatı: 
Samimî bir dostluğun nişanesi olarak sahillerinizi selâmlarız”, Son Posta, 3 Mayıs 1947.


14 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..



..