Metin Toker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Metin Toker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 29




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ  12 EYLÜL  ÖNCESİ  VE  SONRASI  
BÖLÜM 29



1 MAYIS  GÖSTERİLERİNDE 33 KİŞİNİN  ÖLÜMÜ..,




27 Aralık: Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanı'na uyarı mektubu verdi. Genelkurmay Başkanı OrgeneralKenan Evren ile kuvvet komutanlarını imzasını taşıyan mektupta ülkedeki iç karışıklıkla ilgili rahatsızlıklar dile getirildi. 

_ ÜLKENİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMDA GÖZ ÖNÜNE ALINARAK SİYASİ PARTİ LİDERLERİNİN CUMHURBAŞKANI NEZDİNDE BİR ARAYA 
GELİP PARLEMENTER LER TARAFINDAN ÇÖZÜM YOLLARININ ACİLEN BULUNMASI İSTENDİ..,

Mektup 2012 yılında mahkeme tarafından kabul edilen 12 Eylül davası iddianamesin de 'müdahalenin şartlarını olgunlaştırma' kararınının bir yıl önce alındığının delili olarak gösterildi.


KENAN Evren' ve KUVVET KOMUTANLARININ  CUMHURBAŞKANI FAHRİ KORUTÜRKE  SUNDUGU MEKTUP METNİ Mektubunun Orijinali










Mektupta "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir" ifadelerine yer verildi.

<  Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren süreçte kaleme alınan, Evren ve dönemin kuvvet komutanlarının Fahri Korutürk'e yazdığı ' TAVSİYE Mektubu'...

 Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e yazdığı 'uyarı mektubu'nun Köşk arşivlerindeki orijinali TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'na gönderildi.

Zaman'a göre; Cumhurbaşkanı Korutürk, 27 Aralık 1979'da gönderilen mektubun üzerine el yazısıyla, "Komutanlarla görüştükten sonra harekete 
geçmeyi uygun görüyorum. 1 Ocak'ta Or'larla görüşeceğim." Şeklinde not düşmüş.burada ki çelişki şu  heyet zaten randevulu köşke 27 aralıkta bizzat cıktı ve tavsiye mektubunu verdi.. mektup yeni yılda  görüşecegi kişilerin  siyasi
Parti liderleri ile  görüşecegi şeklinde dir..İsmet  İnönünün Damadı  Metin Toker  mektubun içeriğini 3 Ocak 1980 de hürriyet gazetesinde zaten yayınlamış kamu oyu tavsiye mektubundan bu haber üzerine  haberdar olmuştur..siyasi parti liderleriylede görüşülmüş  meclis 9 ay gibi bir zaman zarfında türkiyenin içinde bulundugu kaos  ortamından cılarılması için hiçbir yasal düzenleme yapmamıştır,


    _ Parti LİDERLERİ HATTA ALAY KONUSU YAPIP ''  MEKTUP BANA DEĞİL SANA  SANA DEGİL ON HATTA  DAHADA İLERİ GİDİP  POSTACI YOLU ŞAŞIRMIŞ ''  DEYİP HİÇBİRİDE SİYASİ SORUMLULUK VE DE  TEDBİRLERİ ALMAMIŞTIR..  ( SIKIYÖNETİMİN DEVAMINA KARAR VERİLMİŞ  AMA ÜLKEDE DE KAOS  ORTAMI DAHADA VAHİM DEVAM ETMİŞTİR..)

Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren süreçte kaleme alınan mektupta, "Kuvvet komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutam seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi." ifadeleri dikkat çekiyordu. Tarihi mektupta Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzaları bulunuyor.

Mektup üzerinde Korutürk'ün el yazısıyla aldığı notlar da dikkat çekiyor. Kenan Evren'in Korutürk'e hitaben yazdığı 'Sayın Cumhurbaşkanım' ifadesi de el yazısıyla kaleme alınmış. TSK'nın ülkedeki anarşi ortamıyla ilgili görüşlerinin yer aldığı mektubun önsözünde şu cümleler yer alıyor:

"Sayın Cumhurbaşkanım, ülkemizin içinde bulunduğu ortamda Devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir. Milli Güvenlik Kurulu'nun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komuta seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi. Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zatıalilerine sunuyorum. Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim. Saygılarımla. Kenan Evren - Orgeneral - Genelkurmay Başkanı." Korutürk, mektubu aldıktan sonra 1 Ocak 1980'de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı'yla Köşk'te görüşmüştü.

>

http://www.aktifhaber.com/evrenin-darbe-mektubunun-orijinali-644782h.htm



Metin Toker & CÜNEYT ARCAYÜREK HÜRRİYET GAZETESİ TAVSİYE  Mektubun içeriğini  HÜRRİYET GAZETESİ BASIN YOLUYLA KAMUOYUNA DUYURDU..,


Cüneyt Arcayürek hayatını kaybetti; işte cumhuriyet tarihini de özetleyen hayatı
Arcayürek, 'Johnson mektubu', 'Ordu uyarı mektubu verdi' haberleri ve kitaplarıyla basında iz bıraktı...


23 Haziran 2015 14:46


Türkiye basınının en kıdemli isimlerinden Cumhuriyet gazetesi yazarı ve gazetenin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı'nın Yönetim Kurulu üyesi Cüneyt Arcayürek, 87 yaşında hayatını kaybetti. Bazı yaklaşımları tartışılsa da, "Johnson mektubu" ve 12 Eylül 1980 darbesini aylar öncesinden haber veren "Ordu uyarı mektubu verdi" gibi haberleri ve kitaplarıyla Türkiye basın tarihine geçen Arcayürek, Ankara gazeteciliğinin sembol isimleri arasındaydı.

Çoklu organ yetmezliği nedeniyle 13 Mayıs 2015 tarihinden bu yana yoğun bakımda olan Arcayürek'in bugün (23 Haziran 2015) saat 14:30'da vücut fonksiyonlarının bozulması ve çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdiği açıklandı. Arcayürek, perşembe günü Gölbaşı'ında toprağa verilecek. 

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Arcürek'in vefatının ardından başsağlığı mesajı yayımladı. TGC'den yapılan açıklamaya göre, Arcayürek’in cenazesi 25 Haziran 2015 Perşembe günü öğle namazının ardından Ankara Maltepe Camisi’nden alınarak Gölbaşı Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Cüneyt Arcayürek, 6 Mart 1928 tarihinde İstanbul'dan deniz yoluyla İnebolu'ya, oradan da kağnılarla Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye katılan genç öğretmen çift İzzet Bey ile Mesrure Hanım'ın, Nezih ve Dündar Arcayürek'ten (ö. 1993) sonra üçüncü çocuğu olarak Ankara’da dünyaya geldi. Arcayürek ailesi, savaş yıllarında Nezih'i kaybetti.

Cüneyt Arcayürek Ankara'nın tarihi semtlerinden Samanpazarı’nda, Koç ailesinin çocuklarının da okuduğu “Bizim Mektep” adlı özel ilkoukulu bitirdikten sonra Cebeci Orta Okulu'nda okudu. Babasını erken yaşta kaybetti. Paylaştığı anılar arasında, annesi Mesrure Hanım'ın öğretmenlik yaptığı Ankara Kız Lisesi ekibini kabullerinde iki kez gördüğü Atatürk'ün kendisini sevmesi ve elini öptürmesi de vardı.

Tıp eğitimden gazeteciliğe...

Ardından, Türk şiirinde Garip akımının öncüleri Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ile Prof. Erdal İnönü'nün de öğrencileri arasında bulunduğu, Ankara'da açılan (1932) üçüncü lise olan Gazi Lisesi'ne girdi ve 1944 yılında mezun oldu. Liseden sonra Ankara Tıp Fakültesi'ndeki tıp eğitimi kapsamında Almanya'ya da gitti. Ancak tıp eğitimini tamamlamayarak, arkadaşı Çetin Altan’ın önerisi ile gazeteciliğe geçiş yaptı.

Tek parti döneminde Cumhuriyet Halk Partisi'nin yayın organı olan ve bir dönem eski başbakanlardan Bülent Ecevit'in de çalıştığı Ulus gazetesinde 1947 yılında gazeteciliğe başladı. Sırasıyla Ankara Akşam haberleri, Kudret, Vatan, 1954 yılında tekrar Ulus gazetesi, Anka Haber Ajansı, Akis dergisi, Hürriyet, Güneş, Milliyet gazetelerinde çalıştı. Milliyet'te ve Atatürk'ten sonra İkinci Cumhurbaşkanı ve CHP'nin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü'nün damadı da olan gazeteci Metin Toker'in yayımladığı Akis dergisinde hem yazarlık, hem de genel yayın müdürlüğü yaptı. Akis dergisindeki bir yazısı nedeniyle cezaevine girdi.

Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)
Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)"Bir garip gazete" dediği Milliyet'ten kısa bir süre sonra ayrılan Arcayürek 1985 yılında, Hasan Cemal'in Genel Yayın Yönetmenliği sırasında Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı. Hasan Cemal ile İlhan Selçuk-Uğur Mumcu ekibi arasında gazetenin sahibi Nadir Nadi'nin ölümünün ardından 1991 yılında yayın politikası konusunda çıkan anlaşmazlık sırasında Cumhuriyet'ten ayrılarak bir süre o dönemin Bugün gazetesinde yazdı. Nisan 1992'de İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu ekibiyle birlikte döndüğü Cumhuriyet gazetesinde "Güncel" başlıklı sütunundaki yazılarını hayata veda edene kadar sürdürdü. Bir dönem Tuncay Özkan'la birlikte Kanaltürk'te "Politika Durağı" adlı programı yaptı.

Geçen çarşamba günü toprağa verilen Hürriyet gazetesinin eski sahibi Erol Simavi ile 22 yıl çalıştığı ve gazetenin Ankara Temsilciliği'ni de üstlendiği yıllarda yakın dostluk kuran Arcayürek, Simavi ailesine ait Göcek'teki Domuz Adası'nda aile dışında evi bulunan istsinai bir isim olarak da biliniyordu.

Johnson mektubu ve  Kıbrıs savaşındaki ilk gazeteci


ABD Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson ve Süleyman Demirel, 28 Ağustos 1962).




Askerliğini 1950 yılında Ankara’da yedek subay olarak yapan Arcayürek, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen ve “Johnson mektubu” diye anılan mektubu ortaya çıkararak büyük bir şöhret kazandı. Türkiye'nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla ve kaba bir üslupla yazılmış olan mektubu; iki yıl boyunca gizli tutulduktan sonra ele geçiren Arcayürek, mektubun tam metnini 13 Ocak 1966'da Hürriyet'te yayımlandı. Hürriyet gizli tutulan mektubu yayınlayınca, 15 Ocak 1966'da dönemin iktidarı, İnönü'nün verdiği yanıtı da açıklamak zorunda kaldı. Arcayürek, bu olay üzerine hakkında çeşitli soruşturmalar ve davalar açılırken "Yılın Gazetecisi" seçildi.

Arcayürek, 1974 yılında Türkiye'nin Kıbrıs'a yaptğı askeri harekât sırasında, askeri bir gemiye binerek Kıbrıs'a giren ilk gazeteci oldu. Çektiği 40 kaset fotoğraf dünyaya servis edildi.

Darbeyi haber veren uyarı mektubu

Arcayürek'in gazetecilik kariyerinde iz bırakan diğer haber, 12 Eylül 1980 darbesini yaklaşık dokuz ay öncesinden haber veren "uyarı mektubu" oldu.

27 Aralık 1979 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kendisinin ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzalarını taşıyan; “ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşünü” içeren uyarı mektubunu, bir ön yazı ile Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e sundu. Mektupta, TSK'nın “cumhuriyeti kollama ve koruma görevi”ne işaret edilerek darbe uyarısı yapıldı.

Ancak kamuoyu, muhtırayı 2 Ocak 1980 tarihinde Hürriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek'in haberiyle öğrendi. Daha sonra anlaşıldı ki, Korutürk, 1 Ocak 1980 gününe kadar altı gün boyunca muhtırayı saklamış, kimseyi haberdar etmemişti. Korütürk bu tutumunun gerekçesini yakın çevresine “Yılbaşı öncesinde halkın tadını kaçırmamak” diye açıklamıştı.

Cumhurbaşkanı Korutürk, 1 Ocak 1980 tarihinde Genelkurmay Başkanı Evren, kuvvet komutanları ile Jandarma Genel Komutanı'nı Çankaya Köşkü'ne davet etti. Kendisi de emekli bir oramiral olan Korütürk, Cumhurbaşkanlığı süresinin dolacağı Nisan 1980'e kadar askeri müdahale yapılmamasını istedi.

Muhtıra haberinin “Ordu uyarı mektubu verdi” başlığıyla Hürriyet'te ortaya çıkması üzerine Korütürk, 2 Ocak 1980'de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i birlikte Köşk'e davet ederek altı gün boyunca elinde sakladığı “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşü” başlıklı muhtıranın birer kopyasını verdi.

Korutürk, aynı gün o zaman iki kanatlı olan TBMM'de Millet Meclisi Başkanı Cahit Karakaş ile Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil, Cumhuriyet Senatosu Milli Birlik Grubu Başkanı Fahri Özdilek, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara ile Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan'a da mektubun birer örneğini gönderdi.

Kenan Evren'in ön yazısı ve muhtıra metni

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979 tarihli uyarı mektubunun ön yazısı ile “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Görüşü” başlıklı uyarı mektubu aynen şöyleydi:

"Sayın Cumhurbaşkanım,

Ülkemizin içinde bulunduğu ortamda Devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir.

Milli Güvenlik Kurulunun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutam seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.

Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zatıâlilerine sunuyorum.

Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim.

Saygılarımla. "

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü,

Ülkemizin içinde bulunduğu son derece önemli siyasi, ekonomik ve sosyal ortamda her geçen gün hızını biraz daha artıran anarşi, terör ve bölücülüğe karşı milli birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için; Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke yönetiminde etkili ve sorumlu anayasal kuruluşları ve özellikle siyasi partileri göreve davet etmek mecburiyetinde kalmıştır.

Kahramanmaraş olaylarının yıldönümünde henüz ilk ve orta-öğretim çağındaki evlatlarımızın örgütlü eylemciler tarafından zorla sürüklendikleri anarşik olaylar ibretle müşahade edilmektedir.

Anayasamızın getirdiği geniş hürriyetleri kötüye kullanarak İstiklal Marşımız yerine komünist enternasyonali söyleyenlere, şeriat düzeni davetçilerine, demokratik rejim yerine her türlü faşizmi getirmek isteyenlere, anarşiye, yıkıcılığa ve bölücülüğe milletimizin tahammülü kalmamıştır.

İktidar olan siyasi partilerin bütün devlet kademelerini kendi siyasi görüşleri doğrultusunda hareket edecek kişilerle doldurması, kamu görevlilerinin ve vatandaşların bölünmesini zorunlu hale getirmektedir. Siyasi partilerce yaratılan bu bölünme giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen iç kaynakların şekillenmesine, himayesine; polis, öğretmen ve diğer birçok kuruluşların birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden boyutlara varmasını önleyemeyen, bölücü ve yıkıcı guruplara tavizler veren ve kısır siyasi çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutumlarım sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir.

Bölgemizdeki gelişmeler Ortadoğu'da her an sıcak bir çatışmaya dönüşebilecek durumdadır. İçte anarşist ve bölücüler yurt sathında genel bir ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.

Ülkede birlik ve beraberliğin, vatandaşın can ve mal güvenliğinin süratle sağlanabilmesi için gerekli kısa ve uzun vadeli tedbirlerin Yüce Meclislerimizde en kısa zamanda kararlaştırılması bugünkü ortam içinde hayati bir önem taşımaktadır.

Diğer yandan Meclislerin açılışından bir buçuk ay sonra komisyonların ancak teşkil edilebilmesi ve ülkenin acilen çözüm bekleyen konuların müzakere için bugüne kadar müşterek bir gündemin saptanamaması üzüntü ile izlenmektedir.

Atatürk milliyetçiliğinden alınan ilham ve hızla vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında toplamanın; iç barış ve huzurun sağlanmasında temel unsur olduğu apaçık bir gerçektir. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan bir an evvel kurtulması hükümetler kadar diğer siyasi partilerimizin de görevleri arasındadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; İç Hizmet Yasası ile kendisine verilen görev ve sorumluluğun idraki içinde ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi Devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.

'Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum'

Arcayürek, hayatından kesitleri paylaştığı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nde "Ordu uyarı mektubu verdi" haberinin hikâyesini şöyle anlatmıştı:

“Bir gün eve geldim, Esin İstanbul’da, radyoda 19 bültenini dinliyorum, aralarda bir haber geçti. ‘Kuvvet Komutanları Çankaya Köşkü'nde’ falan diye. Bugün görüşme günü değil! İçime kurt düştü. Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu’yu aradım ve doğrudan sordum, ‘yazılı mı verdiniz sözlü mü’ diye, ‘yazılı’ dedi. İçinde şu var mı, bu var mı diyerek metni toparladım. Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin Paşa'yı da tanıyorum, onu da aradım, oradan da doğrulatınca haberi yazdırdım. Gazeteden aradılar bir süre sonra, ‘Ağabey ne başlık verelim?’ diye, ‘Ordu uyarı mektubu verdi’ deyin dedim…

Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum. Sabaha kadar uğraşır, bulurum. Rahmetli Mustafa Ekmekçi ile Basın Sitesi'nde karşılıklı bloklarda oturuyorduk, ’Gece senin çalışma odanın ışığını görünce uykum kaçıyor, yine ne yapıyor diye merak ediyorum’ derdi.”

Demirel'le Köşk yılları...

Arcayürek'in gazetecilik serüveni, Türkiye siyasetinde iz bırakan isimlerden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile uzun yıllar boyunca yakın bir ilişkiyi de içeriyor.

Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Nazmiye Demirel, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (soldan sağa)





Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Nazmiye Demirel, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (soldan sağa).

Arcayürek, 28 Kasım 1964 tarihinde yapılan Adalet Partisi kongresinde Sadettin Bilgiç karşısında (diğer adaylaylar Tekin Arıburun ve Ali Fuat Başgil) kimsenin şans tanımadığı Demirel'in genel başkanlığa seçileceğini, kongreden çıkan sayısal sonuca paralel olarak tahmin eden tek isim oldu.

Demirel, Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993'teki ani ölümü üzerine 9. Cumhurbaşkanı olarak Köşk'e çıkınca Arcayürek'e Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı görevini teklif etti.

Bir süreliğine bu görevi kabul ederek, daha sonra tekrar döneceği Cumhuriyet gazetesinin Ankara Temsilciliği'nden ayrılan Arcayürek, Köşk'teki tanıklıklarını anlatan ve "Etekli Demokrasi" cildiyle Tansu Çiller dönemini de içeren kitap dizisi nedeniyle Demirel'den tepki gördü.

http://t24.com.tr/haber/cuneyt-arcayurek-oldu-iste-cumhuriyet-tarihini-de-ozetleyen-hayati,299408


ÇANKAYA 11 CUMHURBAŞKANI 11 ÖYKÜSÜ..,

‘Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanı seçilmemesi gerekir’
Kulislerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gürler’in Sunay’dan sonra cumhurbaşkanı olacağı konuşuluyordu
Şubat ayının son günleri, bir geceydi. Sokak sessiz ve kimsesiz. AP liderinin evinde çalışma odası. Uzun süredir görüşmediğim AP lideri Demirel’le söyleşiye başlarken, acaba Demirel de Aristo mantığına sığınarak “hükümetlerin alın yazısını tayin edenler daima silah taşıyanlardır” diye düşünüyor mu diye bir soru vardı kafamda.
Zira yavaş yavaş tırmanan, artık önümüze ateşten bir top gibi geliveren Cumhurbaşkanı seçimi pek çok olaya gebe görünüyordu.
Askerlerin “kendilerinden birini” Çankaya’da görmek istedikleri, hatta bu isteklerini partilere, üstelik parlamentoda çoğunlukta olan AP’ye ve Ecevit gibi demokrasiye bağımlı bir lidere şu ve bu biçimde kabul ettireceklerine yüzde yüze yakın şans tanıyanlar çoklukta idi.
Bu bölümde de Demirel adından neden sık sık söz edildiğini merak edenler veya sorgulayanlar olabilir.
AP ve lideri 12 Mart süreci boyunca, cumhurbaşkanı seçimi sırasında ön plandaydı; askerler de sürekli dayattıkları reformların ve kurulacak hükümete buyurdukları konuların AP’nin katkısı olmadan gerçekleşmeyeceğinin bilincinde idiler.
Çünkü AP parlamentoda çoğunlukta idi ve tek söz sahibi lider Demirel’di...
Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili gelişmeleri öğrenebilmek ancak çoğunlukta olan AP’yi izlemekle olanaklıydı.
Üstelik askerler de biliyor ve hesapların ona göre yapıyorlardı: Parlamentoda “kendilerinden birinin” seçilmesi ancak AP oylarıyla olanaklıydı.
AP’yi günübirlik izlemek hem her açıdan önemliydi hem de haberin kaynağı lider Demirel’di.
Kulislerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’in Sunay’dan sonra cumhurbaşkanı olacağı yaygındı.
Demirel’e; “Faruk Gürler diyorlar?” dedim. Ayağa kalktı. Önümde durdu, “Seçilemeyecek” dedi.
Kulis hesaplarını altüst eden bu sözü üzerine şaşırıp kaldığımı görünce bu kez, “Seçilmemesi gerekir” dedi.
Ve nedenlerini açıklamaya koyuldu.
“Çünkü” diyordu. “AP Meclis grubu, milletvekilleri ve senatörleriyle ona oy vermeyecek. Her siyasal darboğazda, her siyasal dönemeçte bilinçle davrandıkları gibi davranacaklar ve tarihsel görevlerini yerine getireceklerdir. Buna bütün kalbimle inanıyorum.”
Odada bir aşağı bir yukarı geziyor, arada duruyor, kimi açıklamalar yapıyor.
Bu sözlerinin “bir kararlılığın” ifadesi olduğunu söylüyor. “Eğer Gürler’i seçersek halkın karşısına onun temsilcileri olarak nasıl gideceğiz? Sen oyunu bana ver, zor karşısında ben bu yetkiyi başkasına devredeyim mi diyeceğiz?”
Ayağını yere vurdu: “Yok öyle bir şey!”
Aksi halde insanlara milli iradenin erdemini anlatamayacaklarını söylüyordu.
İyi ama 150’ye yakın AP’li parlamenterin oy vereceklerini Gürler’e bir mektupla bildirdiklerinden söz ediliyordu.
Yaptığı hesaplara göre TBMM’de toplam 317 olan AP’liden 30’u Gürler’e oy verebilirdi ama.. hiçbiri millet iradesine dayanan bu partide kalamazlardı.”


‘ORDU KARARLARINI BAŞBAKAN TEBLİĞ EDİYOR’

Oysa uyumuştuk.Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili ordu kararları iki ay önce, 23 Ocak 1973 Salı günü, Başbakan Ferit Melen tarafından AP liderine bildirilmiş, bana göre tebliğ edilmişti.
Melen konuşmaya “ordu üst kademelerinin kararlarını anlatmaya çalışacağını” söyleyerek başladı ve ordunun isteklerini özetledi:
“Ordu komuta heyeti (12 Mart cuntası) 13 Mart’ta yapılacak cumhurbaşkanı seçimini müzakere etti. Devletin başıyla ilgili bu sorunda ordunun dileği ve eğilimi şudur: Sayın Sunay’ın görev süresi üç yıl daha uzatılacak. Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler görevinde üç yıl daha kalacak. Orduya gereken çekidüzeni verecek.”

Demirel, Melen’in (ordu komuta heyetinin) beklemediği bir çıkış yaptı:
“Söylediklerinizin gerçekleşmesi olanaksızdır” dedi.

Ona göre parlamentonun hür iradesini hiçe saymaktı. AP liderine göre bu kararların içeriğinde Faruk Gürler’in adı gizliydi. Bu kararlar Gürler’in adaylığı ve seçimiyle ilgili ön hazırlıklardı.

Sunay’ın görev süresinin uzatılamayacağı anlaşılınca komuta heyeti cumhurbaşkanı seçimine doğrudan müdahale edeceğini açığa vurdu.
21 Şubat 1973 günü devlet radyosu 13.00 haberlerinde bir “ordu bildirisi” yayımladı:
Bildiri “komutanların kimi siyasal liderlerle ülke sorunlarını görüştüğünü, AP liderinin ‘kendine özgü nedenlerle’ bu görüşmeye katılmadığını” açıklıyordu.
Lakin siyasal kulisler; ülkede huzur, reformların geleceği gibi konuların elbette konuşulduğuna.. ancak komutanların bu görüşmelerde dolaylı biçimde isim vermeden Faruk Gürler’in adaylığını ve seçilmesini gündeme getirdiklerine inanıyordu...
Haklıydılar. Çünkü komutanlar (komuta heyeti adına konuşan Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Turgut Sunalp portreyi çiziyor) ordunun yeni cumhurbaşkanında bulunmasını istediği nitelikleri sıralamıştı: “Tarafsız bir kişi. Partisiz. 27 Mayıs’a ve 12 Mart’a karşı çıkmamış bir insan. Özgeçmişinde kötü notlar bulunmayan, adı herhangi bir yolsuzluğa karışmamış, ordunun başkomutanlığını üstleneceğine göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dilinden anlayan, sorunları yakından bilen, enerjik yapıya sahip bir kişi.” Görüşmelerde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur da bulunmuştu.

‘İSİM SÖYLEMİYORLAR AMA…’

Komutanlarla görüştükten sonra evinde yakın çalışma arkadaşlarıyla bir araya gelen CHP lideri Bülent Ecevit:
“Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde bir iki önemli izlenim edindim” diye anlatmaya başladı:
“Sunalp Paşa yeni cumhurbaşkanında bulunmasını istedikleri nitelikleri sıralıyor ama bir isim söylemiyor. Fakattt Sunalp Paşa’nın tarif ettiği insan Gürler Paşa olarak biçimleniyor, renkleniyor” dedikten sonra komutanlara açıkladığı görüşünü anlattı:
“Gürler Paşa’nın kişiliğiyle, bilinen yetenekleriyle niteliklerine karşı olmadığımızı söyledim. Ancak Genelkurmay Başkanlığı’ndan Cumhurbaşkanlığı’na giden yolu benimsememizin olanaksızlığını vurguladım.”
AP ve CHP’nin, Genelkurmay Başkanı Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesine karşı oldukları böylece kesinlik kazanıyordu.
Cumhurbaşkanı seçimi giderek karmaşık bir biçimsellik alıyordu.
MGK uzun bir toplantı yaptı. Yayımladığı bildiride Cumhurbaşkanı’nın partilerle temas ederek “soruna” bir çare, bir çözüm bulmasının kararlaştırıldığını açıkladı.
Yorumlar doğruydu: Askerler Sunay aracılığıyla Köşk sorununa çözüm yolu açılacağını sanıyordu.
Parti genel başkanlarıyla görüştü Sunay. Köşk her şeyden söz ediyordu. Fakat “o duyarlı soruna” gelince fazla bilgi almak olanaksızdı. TBMM, yeni cumhurbaşkanını seçerken anayasada yazılı yetkilerini kullanacaktı. Köşk’teki görüşmelerin özünde bu vardı; ayrıca örneğin cumhurbaşkanı parlamento dışından olacak mıydı? Yanıt, hayırdı!
Örneğin Demirel’e göre zaten Çankaya’nın şu ya da bu kişiyi “empoze” etmeye yetkisi yoktu. Ama? Ordunun vardı.


KÖŞK’TEKİ GÖRÜŞMELERİN İÇERİĞİ DIŞARIYA SIZIYOR...

Fakat Köşk’teki görüşmelerin içeriği yavaş yavaş sızmaya başladı. Sunay, parti liderlerinden “ordu adına” bir ricada bulunmuş; Genelkurmay Başkanı Gürler’i cumhurbaşkanı seçivermelerini istemişti!
AP merkezinden alınan sağlıklı bilgilere göre Cumhurbaşkanı; “buhranın sonunu iyi görmediğini” söylemiş, ortalığın ‘vahim ve karışık’ olduğundan söz etmiş, MGK’nin parti liderleriyle görüşmesini istemesi üzerine bu görüşmeleri yapmaya karar vermişti.
Komutanlar Çankaya’ya gelmiş, Sunay’dan görev süresinin uzatılmasını istediklerini söylemişler. Cumhurbaşkanı da komutanlara bir koşulla uzatmayı bütün partilerin kabul etmesi durumunda kabul edebileceği yanıtını vermişti.
Fakat Melen’in yaptığı görüşmelerden sonra Sunay’ın görev süresini uzatma formülü yatmıştı. Bunun üzerine komutanlar Sunay’a tekrar gelmişler ve bu kez:
“Görev sürenizin uzatılması yattığına göre… Faruk Gürler Paşa cumhurbaşkanı olsun” demişlerdi.
Gürler’in cumhurbaşkanlığı resmiyet kazanmıştı.
Sunay bir başka deneme daha yaptı. Komutanlara partiler Gürler’i cumhurbaşkanı seçeceklerini yazıyla taahhüt ederlerse Genelkurmay Başkanı için derhal üzerine düşeni yapacağını söyledi. Aportta Gürler’in aday olacağının resmen ifade edilmesini bekleyen Demirel, “Hayır böyle yazıya imza atamayız” demişti. Diğer partilerin, özellikle CHP’nin de böyle bir girişime destek olacağı söylenemezdi.
Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi? Olabilir de olmayabilir de! DP lideri Ferruh Bozbeyli gayet açık konuştu. Köşk’te Gürler adının cumhurbaşkanı adayı olarak adının geçtiğini basına açıkladı.
Partilerin Gürler’e karşı tavır almalarının yayılmasından sonra -beklendiği gibi- birtakım senaryolardan söz edilmeye başlandı. Tabii en önemlisi: Gürler’i seçmezse TBMM, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyacaktı!
Neden? “Ordu, prestiji ile oynatmazdı.”
Bu arada kontenjan senatörü İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığından söz edildi.
Damadının kimi AKP’lilerle konuyu görüşmüş, fakat Demirel, “Gürler’in cumhurbaşkanlığını millete anlatırız ama İsmet Paşa’yı hayır” diyerek olayı kapatmıştı.
Bir ara Ecvet Güresin’le Yılmaz Çetiner bir cumhurbaşkanı adayı buldular: Eski Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel.
Demirel’le konuştular. AP liderinin söylediklerinden Tansel’i destekleyeceği sanısına kapılıp, Hürriyet’te tam sayfa Tansel’in adaylığını ilan ettiler ve… o sabah AP’den yalanlama geldi. Tansel adı da listeden silindi. Gürler giderek Köşk’e ısınıyor ama seçilmesini sağlayacak partiler giderek Gürler’in cumhurbaşkanlığından uzaklaşıyordu.
O gün Köşk’te dört komutan Sunay’la 3 Mart 1973 günü cumhurbaşkanı seçimini konuşuyordu. Toplantıya katılan Gürler hiç konuşmadı.
O dönemeyeceği bir yola çıkmıştı bir kere. Örneğin o gece Jandarma Astsubay Okulu’ndaki yemekte “Belki asker olarak okulunuzu son ziyaretindir” demişti.
Bu arada hem AP’de hem CHP’de oylama günü parti merkezlerinde bir başka sıkıntı yaşanıyordu.
Her iki partide Gürler’e oy vereceklerin sayısı bir hayli kabarık görünüyordu. Hatta AP’den kimileri Gürler’e oy vereceklerin listesini hazırlayıp vermişlerdi.
5 Mart 1973 günü Faruk Gürler’in emekliliği işleme konuldu.


Enis Akdağ

13 06 2010


Gürler’in çöküşü...

Gürler o gün sonun başlangıcındaydı. Başbakan Melen’le görüştüğümde bana “Hesabı kendileri yaptı ve kararı bizzat kendisi verdi” dedi. Cumhurbaşkanı Sunay da emekliğine ve adaylığına karşıydı.
Fakat Gürler, kendisine verilen, oy verecek milletvekili ve senatörler listesini Sunay’a göstermiş, Cumhurbaşkanı’ndan kontenjandan parlamentoya atanmasını istemiş ve bu isteğini kabul ettirmişti. Hava Kuvvetleri Komutanı Batur gerçekçi idi. Listeye bakmış “Bu isimler sana oy vermez” demişti. Ama Gürler (İkinci Başkan Sunalp de) listeye inanıyordu. Ne var ki ordu içinden Gürler’in adaylığına karşı çıkan sesler duyuluyordu. Örneğin 1. Ordu Komutanı Faik Türün. Asker dayatmasına karşıydı. Parlamentonun hür iradesiyle cumhurbaşkanı seçmesinden yanaydı. 13 Mart’a yakın bir pazar günü Başbakan Melen’e “Ya seçilemezse?” dedim “Bir Genelkurmay Başkanı soyunmuş ve Senato’ya gelmiş. Ordu onurunu çiğnetmez. Seçilecektir” dedi.
Gürler’e oy vermesi için örneğin Demirel telefon tehditleri alıyordu.

Herhalde Ecevit de. Şöyle yaparız, böyle yaparız!

Gürler’in sivilleri giydiği, Genelkurmay Başkanlığı’na Kara Kuvvetleri Komutanı Semih Sancar’ın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na Eşref Akıncı’nın atandığı gün…
CHP lideri Ecevit uyarı niteliğinde bir açıklama yaptı. “…İş işten geçmedi ise…Parlamento iradesinin nasıl belirleneceğine teşhis konulmadan sakıncalı olabilecek girişimler durmalıdır” diyordu. Bu arada Ecvet Güresin’le Yılmaz Çetiner, Gürler’den özel bir demeç aldılar. Hürriyet’e geçmeden okudum demeci; bir AP adayı yazsa ancak bu kadar AP’li görüşler, düşünceler öne sürebilirdi.
Gürler artık bir politikacı idi. Gazeteci seçilme şansını soruyordu.
Yeni senatör, cumhurbaşkanı adayı; “TBMM’nin muhterem üyeleri isterse seçilirim” diyor ve ekliyordu: “Ya nasip!” Askersel kaynaklardan haber almıştık. Örneğin yeni Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı (oğlu Hürriyet’te çalışıyordu) Gürler’in seçilmemesi durumunda darbe yapacaklarına ilişkin soruları “Türk ordusu Yeniçeri Ocağı değildir” diye yanıtlamıştı. Gürler seçilmeyebilirdi. Bu bir olasılıktı. Ama Gürler seçilmezse darbe olmayacaktı! Üstelik Hava Kuvvetleri Komutanı Gürler’e desteğini çekmişti.


http://bianet.org/bianet/toplum/146248-1-mayis-1977-neden-ve-nasil-kana-bulandi



30 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



..

21 Eylül 2015 Pazartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 15




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 15


12 MART MUHTIRASINA YÖNELİK TUTUM VE TEPKİLER

Muhtıra henüz verilmemişken, çeşitli kesimlerde hissedilen düş kırıklığının telafisi yönündeki önerilerin, sürece cumhurbaşkanının müdahalesi ve tarafsız, partiler üstü bir hükümetin kurulması ekseninde getirildiği görülmektedir. İlginç olan, mevcut duruma müdahale edilmesi yönünde taleplerle gelen kesimlerin, parlamentoda yer almayan küçük parti ya da kesimlerle, parlamentoda etkinlik gösteremeyecek kadar zayıf olan partiler ve bağımsız parlamenterlerden gelmiş olmasıdır. 12 Mart Muhtırası etrafında Silahlı Kuvvetlerin tutumu hakkında, yapılan değerlendirmelerde ise muhtıranın, anayasada yer alan emredici hükümleri hayata geçirme hamlesi olduğu;297 Atatürk devrimleri aleyhindeki tutumların müsamaha ile karşılanmasının mümkün olmadığı belirtilmektedir.298 Devletin kuruluş felsefesinin ana unsurlarından biri olan laikliğe karşı gelişen hareketler;299 anayasa ve onu uygulamakla görevli olanlar arasında inanç ayrılığının bulunmamasının gerekliliği;300 sosyal devlet ilkesini niteleyen düzenlemelerin yapılmayışı301 arasında paralellikler kurulmaktadır.

CUMHURBAŞKANI CEVDET SUNAY’IN MUHTIRA SONRASINDAKİ TUTUMU VE FAALİYETLERİ

Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e, içinde bulunduğu çaresizliği beni de devreden çıkardılar sözleriyle anlatan, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın, muhtıra ertesinde hükümetin istifası sonrasındaki tavrı: Muhtırayı onaylar mahiyettedir. Muhtıra, Sunay’a göre: Devletin derin ve sonu karanlık bir çıkmaza girmesini önleyen; tehlikeli bir dönemeci geride bırakan yeni bir devreyi açan hamledir. Silahlı Kuvvetlerin bu girişimi, anayasa ve 211 sayılı kanunla kendisine verilen görev ve yetkinin kullanılmasından başka bir şey değildir ve meşrudur. Bu evrede artık tüm vatandaşlar, sorumlu kuruluşlar arasında inanç, tutum, davranış ayrılığına bundan böyle müsamaha ve tahammül edilemeyecek bir sürece girilmiştir. Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, laik karakterine halel getirici tüm faaliyetlere karşı önlemler içeren kanunların uygulanmayışı, son bulacaktır. Silahlı Kuvvetlerin son müdahalesinin amacı da budur.
Anayasanın öngördüğü reformların bir türlü tatbik edilmemesi, müdahalenin meşruiyetini belgelemektedir. Gençlik hareketlerinin ideolojik maksatlara hizmet etmesinin önüne geçilecektir. Tatbikata geçirilmesi ihmal edilen reformların partilerüstü bir anlayışla yapılacağı belirtiliyor; bu doğrultuda, yurttaşlardan, siyasi partilerden, parlamentodan, anayasal kuruluşlardan, parlamento dışı muhalefetten, gençlikten, işçilerden bu meselelerin halli yolunda çalışacak olan yeni hükümete destek olmaları isteniyordu.302

297 14.03.1971 tarihli belge [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7961–8].
298 14.03.1971 tarihli belge [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7961–9].
299 14.03.1971 tarihli belge [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7961–10].
300 14.03.1971 tarihli belge [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7961–11].
301 14.03.1971 tarihli belge [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7961–12].
302 Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Silahlı Kuvvetlerce Verilen 12 Mart 1971 Tarihli Muhtıra Hakkında Türk Milletine Mesajı (Ankara, 15 Mart 1971) [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7961].


Sunay’ın bundan sonraki girişimleri: Çeşitli siyasi partilerden gelen muhtıralar ışığında kurulacak yeni hükümetin doğasına ilişkin esasları belirlemek olmuştur. Buna göre; yeni başbakan TBMM içinden ancak partisiz bir üye olacaktır; kabine, milli koalisyon tarzında teşkil edilecektir. Atanacak başbakan, milli koalisyonun teşkilinde, anayasanın 102’nci maddesine göre, hükümetin kurulmasında tamamen serbest bırakılacaktır. Kurulacak hükümet partilerüstü bir anlayışla karşılanmalı ve güvenoyu ile desteklenmelidir. Yeni hükümetin desteklenmesi, çeşitli kayıt ve şartlara bağlanmayacaktır.303


PARTİLERÜSTÜ HÜKÜMETİN KURULUŞU VE TEPKİLER


Partilerüstü olması hedeflenen yeni hükümetin başına getirilecek şahsın kim olacağı noktasındaki tereddüdün uzun sürmediği anlaşılmaktadır. Nitekim Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye hitaben yazılan bir yazıyla, bu göreve Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Nihat Erim’in uygun görüldüğü belirtilmekte; partilerüstü bir anlayışın tesisi yönünde adı geçenin CHP’den istifasının gerekli görüldüğü ifade edilmektedir. Bu konuda CHP’nin anlayışlı davranarak, sadece Erim’in istifasını hoş görmekle kalmayıp, hem yeni bakanlar kuruluna üye, hem de kayıtsız şartsız güvenoyu vermesi rica edilmektedir.304 Aynı tarihte Erim’e yazılan bir yazıyla da başbakanlık teklifi adı geçene iletilmekte lakin bu teklif, Erim’in CHP’den istifa etmesi koşuluna bağlanmaktadır.305 Erim’in başbakanlığa getirilmeyi kabul ettiği CHP Genel Başkanlığı na306 ve bizzat Genel Başkan İsmet İnönü’ye gönderdiği iki istifa dilekçesinden anlaşılmaktadır. İlginçtir ki Erim, istifa dilekçesinde: “Sayın Cumhurbaşkanının uzun çalışmaları sonunda beni bu göreve atamak isteyişini de bir zaruret saymanın yanlış olmayacağı düşüncesi ile ülkemize hükümet başkanı olarak hizmet etme çağrısını olumlu karşılamayı, parti mülahazalarının üstünde bir yurtseverlik borcu olarak görüyorum” 307 şeklinde hiç de mütevazı olmayan cümleler sarf etmektedir. Erim’in siyasi ve akademik özgeçmişi ise etkileyici gözükmektedir.308


303 Sayın Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisinde Grubu Olan Siyasi Partilerin Heyetleri ve Cumhuriyet Senatosu Milli Birlik Grubu ve Kontenjan Grubu Başkanlarıyla Yapacağı İstişareler İçin 17.03.1971 Tarihli Muhtıra [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7961–4].
304 Cumhurbaşkanlığı tarafından CHP Genel Başkanlığına gönderilen 19.03.1971 tarih ve bilâ sayılı yazı 14.03.1971 tarihli belge [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7963].
305 Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Nihat Erim’e gönderilen 19.01.1971 tarih ve bilâ sayılı yazı 14.03.1971 tarihli belge [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7963–1].
306 Kocaeli Milletvekili Nihat Erim tarafından CHP Genel Başkanlığına gönderilen 19.03.1971 tarihli dilekçe [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7963–2].
307 Kocaeli Milletvekili Nihat Erim tarafından CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye gönderilen 19.03.1971 tarihli istifa mektubu [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7963–3].
308 Prof. Dr. Nihat Erim’in kimliği [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7963–4].

Cumhurbaşkanlığı arşivine intikal ettirilmiş, değişik kesimlerden gelen temenniler arasında, bir ismin gönderdiği mektup dikkat çekicidir. Eski bir Demokrat Partili olan ve partinin kapatılması için Ankara 4’ncü Asliye Hukuk Mahkemesine dava açan Avukat Cemal Özbey309 bu kez Birlik Partisi kurucusu unvanıyla Cevdet Sunay’a başvuranlardan. Özbey, mektubunda: Derhal Yapılması Lazım Gelen Devrim ve Reformlar başlığı altında 30 teklif sunuyor. İlginç olan bu tekliflerden bazıları şunlar: “Atatürk, ebedi ve milli siyasi mürşit ilan edilmelidir; Bütün millet Türkçü, Atatürkçü, ilerici, devrimci, reformcu ve manayı da reddetmeyen toplumcu bir kitle haline getirilmelidir; İbadet dili ve ezan derhal Türkçe olmalıdır, İmam-Hatip okulları derhal kapatılmalı ve ortaokul öğretimi yapan okullar haline getirilmelidir. Özbey, tekliflerine devam ediyor: “Kuran kursları derhal kapatılmalı ve vatandaşlara okuma, yazma öğreten kurslar haline getirilmelidir; Yüksek İslam Enstitüleri derhal kapatılmalı, Köy Enstitülerine ve orta dereceli okullara öğretmen yetiştiren yüksek okullar haline getirilmelidir… Diyanet işleri Başkanlığı genel idareden ayrılmalı, bir vakıf haline getirilmelidir… Kurulacak Atatürk Enstitüsü vasıtası ile Atatürk’ün bütün fikirleri, sözleri maddeleştirilerek her Türk vatandaşına intikal ettirilmelidir. Daha bunun gibi üst perdeden getirilen önerilerle devam eden mektup iki notla son bulmakta dır. Özbey, muhtıra sonrasında takip edilmesi lazım gelen zorunlu 3 hal tarzı hakkındaki hukuki ve siyasi görüşünü en kısa zamanda ilgili makamlara ve Türk kamuoyuna sunacağını belirtiyor.310
Balıkesir milletvekili Mevlüt Yılmaz’ın Cevdet Sunay’a gönderdiği mektup da diğerlerinden farklı bir boyut taşıması açısından önemlidir. Yılmaz, 12 Mart öncesindeki gençlik eylemlerinin ana sebebinin dini eğitime yeterince önem verilmemesinden dolayı, gençliğin içine düştüğü manevi bunalımın doğal tezahürleri saymaktadır. Dinine ve milli-manevi değerlerinin idrakinde olan bir gencin devletine başkaldırmayacağına hükmeden Yılmaz, Batılı ülkelerdeki müfredattan örnekler vererek bu doğrultuda yapılması gereken Milli Eğitim reformuna taraftar görünüyor. Anayasa değişikliklerinin yapılırken, bu hususun da yeni anayasa eklenmesi gerektiğinden söz etmektedir.311
Kamuoyunun 12 Mart muhtırasına ilişkin olarak hissiyatını yansıtması açısından önemli olduğu düşünülen birçok mektup ve telgrafa da tesadüf edilmektedir. Bunların çok önemli bir çoğunluğu muhtırayı onaylamakta, Erim’in başbakanlığa getirilmesindeki isabetten dolayı Sunay kutlanmaktadır.312
Kamuoyunda, Kontenjan Senatörü Nihat Erim’in eski bir CHP’li olmasından dolayı, kabinede CHP’li üyelerin çoğunlukta olacağı yönünde bir düşünce bulunmaktadır. Ancak, kurulan hükümetin üyelerinin büyük çoğunluğu parti dışı isimlerden seçilmiştir. Bundan dolayı, bu hükümete “Teknokratlar Hükümeti” adı verilmiştir. Muhtırada bahsedilen “partilerüstü” bu hükümetten ülkedeki kargaşaya son vermesi ve anayasal reformları gerçekleştirmesi beklenmiştir.313

309 Bkz. Cemal Özbey, Demokrat Partiyi Nasıl Kapattırdım, Ankara: Emek Basım Yayımevi, 1961.
310 Av. Cemal Özbey tarafından Cumhurbaşkanlığı Yüksek Makamına hitaplı 18.03.1971 tarihli mektup [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–13; Fihrist No: 7709–26].
311 Balıkesir Milletvekili Mevlüt Yılmaz tarafından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a gönderilen 02.12.1972 tarihli mektup [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–26; Fihrist No: 7990].
312 Eski Çorum Milletvekili Nejdet Yücer tarafından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a gönderilen 20.03.1971 tarihli mektup [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–13; Fihrist No: 7709–37].
313 Kurtul Altuğ, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Ankara, 7 Gün Yayıncılık, 1973, s.8.

Nihat Erim’in, hükümetin kurulması süreci esnasında, Cumhurbaşkanı ile ilişkilerinde her iki tarafça da güvenilen bir kişi olan eski senatörlerden Sadi Koçaş’ın önemli rolü olmuştur. Sadi Koçaş, bazı günler üç defa Cumhurbaşkanlığı na giderek gelişmeleri Cumhurbaşkanı’na aktarmış, Cumhurbaşkanı’nın gelişmelere ilişkin görüşlerini de Nihat Erim’e iletmiştir.314
Bu süreçte 12 Mart yönetiminin amacı, 1960'ta olduğu gibi, bir dizi sosyal ve ekonomik reformlarla gelişmeyi sağlamak ve siyasal düzensizliği ortadan kaldırmak olmuştur. Fakat üç yıllık askeri-sivil rejim, bunların dışında başka eylemlerde de bulunmuştur. Bu dönemin en kayda değer eylemi, sol harekete uygulanmış olan geniş çaplı bastırma eylemidir. 11 ilde sıkıyönetim ilan edilerek, hemen arkasından gençlik gruplarının, profesyonel derneklerin ve sendikaların faaliyetleri yasaklanmıştır. Sol kanadı temsil eden gazeteler ve dergiler ya bir süre için yasaklanmış ya da tamamıyla kapatılmıştır. Sıkıyönetim bölgelerinde grev ve lokavtlar yasaklanmıştır. Böylece, ordu siyasal ve ekonomik sistemde reform yapmak istemesine rağmen, faaliyetlerini daha ziyade güvenlik sağlamada yoğunlaştırmıştır.315
CHP’de ilk önemli kriz, Erim'in kuracağı hükümete katılıp katılmama konusunda çıkmıştır. Genel Sekreter Bülent Ecevit ve arkadaşları müdahaleye karşı açıkça tavır alarak partinin kurulacak hükümette yer almamasını istemiştir. Buna karşılık Genel Başkan İsmet İnönü CHP'nin hükümete katılmasından yana olmuştur. Ecevit yanlılarının çoğunlukta olduğu CHP Merkez Yönetim Kurulu, CHP'nin hükümete üye vermemesini kararlaştırmasına karşın, İnönü'nün denetimindeki CHP Meclis ve Senato Ortak Grubu partinin hükümete girmesini kararlaştırmıştır. Bunun üzerine Ecevit 21 Mart 1971'de CHP Genel Sekreterliği’nden istifa etmiştir. Ecevit:
"Hükümete katılmama kararı alınabilseydi bazı şeyler kurtarılabilinirdi. Sayın Genel Başkan böyle düşünmüyor. Ona rağmen onunla karşı karşıya partiyi yönetemem. Ortanın Solu hareketinin ve benim, demokrasi kuralları içinde yenilemeyeceğimiz anlaşılmıştır. Demokratik kurallar dışına çıkılarak yenilgimiz sağlanmıştır. Hareket, hükümetten daha çok Ortanın Solu’na karşı…" sözüyle de görüş ayrılığını açıkça ifade etmiştir.316
Erim Hükümeti için yapılan güven oylamasına ise CHP'nin Ecevit grubu katılmamış ve “varlıklarını yarı askeri idarenin devamında görenler, tehlike yaratabilir” diyen Ecevit'e İnönü: “Ecevitçilerin bu tavırlarına göz yummayacağım!” tepkisini göstermiştir.317
İnönü'nün hem darbecilere zaman zaman sert tepkiler göstermesi, hem de kışlalarına dönmeleri sürecini hızlandırmak için onların isteklerini onaylamasının yanı sıra CHP'nin içsel değişiklikleri, 12 Mart döneminde bu partinin, 27 Mayıs dönemine oranla etkin bir rol oynamasını engellemiştir. Çünkü artık CHP, yalnızca İsmet Paşa ile özdeşleştirilmemektedir.


314 Altuğ, a.e, s.25.
315 Birsen Örs, Türkiye’de Askeri Müdahaleler, İstanbul, Der Yayınları, 1996, s.162.
316 Milliyet, 22.3.1971, s.11.
317Ergin Eroğlu, Sınıflar Açısından 12 Mart: 12 Mart Devam Ediyor mu?, İstanbul, Gürsoy Yayınları, 1974, s.22-28; Nurşen Mazıcı, Türkiye’de Askeri Darbeler ve Sivil Rejime Etkileri, İstanbul, Gür Yayınları, 1989, s.140.


Darbecilere sert bir karşı tavır alan Ecevitçiler grubu ortaya çıkmış, bunlara koşut olarak CHP merkezi çizgisinden “Ortanın Solu’na” kaymıştır.318
Ecevit'in 12 Mart karşısındaki bu tavizsiz, sert ve kesin tavrı, dönem boyunca değişmemiştir. 12 Mart'ın Anayasa operasyonlarından kimine CHP olumlu oy verirken, Ecevit ve arkadaşları, partilerinden ayrı bir tavır izlemiştir. Ecevit, 12 Mart başbakanlarıyla da, 12 Mart'ın sahipleriyle de en sert polemiklere girmiştir. Bu dönemdeki kararlı tavrı, onun önce parti liderliğine sonra başbakanlığa ulaşmasında, halkın indinde “mert ve cesur” bir lider olarak kendini kabul ettirmesinde başlıca etken olmuştur.319
Bu süreçte CHP bir kere daha bölünmüştür. CHP parti yönetimine Bülent Ecevit gelip hükümetten milletvekillerini çekme kararı alınca, İsmet İnönü partiden istifa etmiş onunla birlikte önemli sayıda senatör ve milletvekili de istifa etmiştir. Daha sonra Bülent Ecevit partide kalan muhalifleri temizlemek için disiplin kurullarıyla ilgili tüzük değişikliği yapınca partiden bir grup daha istifa etmiştir. 320 Kemal Satır öncülüğünde ayrılanlar 4 Eylül 1972’de Cumhuriyetçi Parti’yi (CP) kurarken bir kısım milletvekili ve senatör bağımsız kalmıştır. Basın bu gruba “Bağımsız Halkçılar Grubu” adını vermiştir.321

Melen Hükümeti döneminde iki büyük partiden biri olan CHP'deki yönetim değişikliğiyle, daha ilk gününden 12 Mart'a karşı çıkmış bir ekip işbaşına gelmiştir. CHP’de yeni yönetimi oluşturanlar, Anayasa değişimlerinden idamlara, sıkıyönetimin uzatılması kararlarına kadar 12 Mart'ın çoğu uygulamasına karşı çıkmış kişilerdir. Nitekim CHP, önce Melen Hükümeti'nin sunduğu III. Beş Yıllık Kalkınma Planı’na Mecliste olumsuz oy kullanmış, daha sonra hükümetten çekilme kararı almıştır. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Melen Hükümeti’ne en ağır eleştirileri yöneltmiş, bir 12 Mart hükümetini, ilk kez CHP desteğinden tümüyle yoksun bırakmıştır.322
CHP’den kopanlar arasında bunlar yaşanırken CHP'nin 1972 sonrası ideolojisi Ecevit başa geçtikten kısa bir süre sonra CHP ideolojisine ad olarak "Ortanın Solu" kavramının yerini "Demokratik Sol" almıştır. Fakat iki kavram da sosyal demokrat olarak tanımlanmaktadır. CHP Sosyalist Enternasyonal'e üye olmuştur. Parti ideolojisinde en göze çarpan sözcükler "halkçılık" ve "demokrasi"dir.
Süleyman Demirel ve AP bütün dönem süresince izleyecekleri bir politikayı ilk günlerden başlayarak oluşturmuşlardır. Bu süreçte 12 Martçılar ve 12 Mart hükümetleri sermayenin genel çıkarları doğrultusunda ne yapsa, desteklemişler dir. Buna karşılık, 12 Mart'ın bürokratik özü ne zaman sınırı aşsa, 12 Mart ne zaman kalıcılık eğilimleri gösterse, Demirel ve partisi ellerinden geldiğince engel çıkarmış, hükümetlerle arasını açmış, bütün gücünü ortaya koymuştur 323

318 Mazıcı, a.g.e., s.141.
319 Cem, a.g.e., s.501.
320 Gevgilili, a.g.e., s.574, Ahmad, a.g.e., s.392-395.
321 Milliyet, 27.11.1972, s.1.
322 Cem, a.g.e., s.459.
323 İsmail Cem, Tarih Açısından 12 Mart, İstanbul, Cem Yayınları, 1993, s.499.


Demirel, ilk hükümetin kurulduğu aynı günlerde parti teşkilatına da bir genelge yayınlayarak, 12 Mart Muhtırası’nın nasıl değerlendirdiğini, bu dönemde başlıca amacının ne olduğunu açıklamıştır. Buna göre 12 Mart tarihinde başlayan krizin millete ve demokrasiye mümkünse zararsız veya en az zararla atlatılabilmesi için ve fedakarlık göstermekten kaçınılmaması gerektiği, partinin tutumunun bu ölçüler içinde değerlendirilmesini, hükümete verilen olumlu oyun demokrasinin maruz kaldığı zararın giderilmesini sağlamak için olduğunun teşkilat tarafından bilinmesi istenmiştir. 324
12 Mart rejimi Parlamentoyu dağıtacak ve yetkiyi doğrudan doğruya üstlenecek kadar ileri gitmemiştir. Onun yerine, 12 Mart rejimi, tecrübeli CHP'li siyasetçi Nihat Erim başkanlığında, partilerüstü ya da teknokrat bir hükümet kurulmasını teşvik etmiştir.325 Ancak bunu hemen öncesinde muhtıranın verilmesinden sonra basında yer alan başbakan adayları arasında üç senatörün ismi geçmiştir. MBG Başkanı Fahri Özdilek, Mucip Ataklı ve Cemal Madanoğlu isimlerini Başbakan adayı olarak ortaya atan Akşam gazetesinin326 bu iddiası gerçekler den uzak görülmüştür. Muhtıranın sahibi olan TSK yönetim kademesinin 12 Mart öncesinde bazı tabii senatörlerin giriştikleri faaliyetlerine yönelik iddialardan sonra bu yola gitmesi beklenmesi güç görülmüştür. Dolayısıyla Başbakan olarak seçilecek isim muhtırada sözü edilen partilerüstü kavramına uygun olarak Nihat Erim olmuştur.
İlk 12 Mart Hükümeti kurulur kurulmaz, Demirel kesin tavrını almış ve öncelikle kurulacak hükümetin kendi felsefelerine uyması gerektiğini belirtmiştir:
“... Yeni hükümetin (I. Erim Hükümeti) programında bir defa ana teşhiste beraber olmadığımızı ifade ettik… Devleti ıslah ediyoruz, reforma tabi tutuyoruz diye kötürüm hale getirmemelisiniz. Vatandaşlara faydalı oluyoruz diye büyük vatandaş kitlelerine fayda sağlamaktan uzak, birtakım şekilcilik içine girmememiz lazımdır… Getireceklerdir meseleleri, göreceğiz. Bizim programımız a, felsefemize ters düşmüyorsa destekleriz. Programımıza, felsefemize ters düşüyorsa desteklemeyiz. Onun dışında kimse bizden bir şey isteyemez...”327


MUHTIRAYA VE PARTİLERÜSTÜ HÜKÜMETE YÖNELİK SOL ÇEVRELERİN TAVRI


12 Mart’ın sol çevrelerde nasıl karşılandığına yönelik istihbarat faaliyetlerinin de bir taraftan yürütüldüğüne şahit olunmaktadır. Bu konu hakkındaki bir bilgi notunda: Türkiye Öğretmenler Sendikasının (TÖS) İzmir Şubesinde 15 Mart 1971 günü saat 19.30–22.00 saatleri arasında bir toplantı yapıldığı; toplantıda önemli kararlar alındığı bildirilmektedir. 22 maddeden ibaret olan bildirinin 7. maddesinin sonradan değiştirildiği ifade edilmektedir. Buna göre; Yoksul Kürt köylüleri üzerindeki zorlu baskı kaldırılmalıdır ibaresi çıkarılmış ve bildirinin altına Bütün Devrimci Kuruluşlar imzası atılmıştır. Demirel’in istifa etmek mecburiyetinde bırakılmasının ise

324 Milliyet, 14.4.1971, s.1.
325 Özbudun, “Çağdaş Türk…”, s.38.
326 Akşam, 16-17.3.1971, s.1.
327 Milliyet, 11.4.1971, s.1.

Devrimci Güçlerin zaferi olarak takdim edildiği de bilgi notunda yer almaktadır. Söz konusu bilgi notunda 15–20 gün içerisinde yurdun çeşitli yerlerinde patlamalar gerçekleştirileceği; ABD Büyükelçisini kaçırılma planları yapıldığı; böylece ordunun müdahalesinin hiçbir şeyi değiştirmediği mesajının verilmesinin hedeflendiği açıklanmaktadır.328
Muhtıra ve sonrasında kurulan Erim Hükümetine karşı aşırı sol olarak nitelendirilen mihrakların da takip altında olduğunu belgeleyen bir vesikanın daha olduğuna tesadüf edilmiştir. Belgenin giriş kısmında, memleketteki ekonomik sorunların ve bu sorunlara çözüm getirmekteki gecikmenin de etkisiyle sol mihrakların kitleler üzerindeki etkisinin arttığı belirtilmektedir. Sol mihrakların, silahlı kuvvetlerin sol eğilimli bir kalkışmasına umutla baktıkları ifade edilmektedir. Sol gruplar arasında TİP, ANT ve Proleter Devrimci Aydınlık çevresi hariç muhtırayı destekledikleri ya da kabinenin tayinine kadar hareketsiz kaldıklarından söz edilmektedir.
Muhtıra sonrasında kurulacak parlamentonun işçi ve köylü temsilcilerinden oluşması; söz konusu müdahalenin radikal genç subayların üstlerine karşı gösterdikleri tazyikin neticesi olduğu fikrinin, maksatlı olarak işlendiği belirtilmektedir. Lakin muhtıra sonrasında silahlı kuvvetlerin gösterdiği demokratik teamüllere meyilli tavrın, bu çevrelerde hayal kırıklığı yarattığı; hiç de öyle beklendiği gibi radikal sol amaçlar içermediğinin bu çevrelerce de anlaşıldığının altı çizilmektedir. Bu düş kırıklığı neticesinde, radikal solun doğal olarak mevcut partilerüstü hükümeti yıpratma faaliyetleri içine gireceği öngörüsü yapılmaktadır.329


1.TİP’İN MUHTIRAYA KARŞI TUTUMU


Söz konusu vesikada öncelikle TİP’in muhtıra hakkındaki görüşü ele alınmakta dır. Buna göre TİP, yeni hükümetin icraatlarına yön veren felsefenin devrimciliğini inandırıcı bulmamaktadır. Yeni hükümet, yakında faşist tedbirler almaya zorlanacaktır; işçi sınıfının ekonomik ve siyasi mücadelesini geriletmek ve bastırmak amacıyla girişilecek bu hareketler karşısında savaşılacaktır. Türkiye’de herhangi bir hükümetin niteliğini belirleyecek temel ölçüt: İşçi ve emekçi kesimlerin iktisadi ve siyasi mücadelesi karşısında takınacağı tavırdır. Partinin yayın organı olan EMEK dergisine referans veren belgede, yeni hükümetin burjuva diktatörlüğünün aracı olarak tanımlandığı bilgisi verilmekte dir.330

2.ANT ÇEVRESİNİN MUHTIRAYA KARŞI TUTUMU


ANT çevresinin takındığı tavrın işlendiği bölümde ise: Biçimi ne olursa olsun, burjuva diktası altında, emekçi kitlelerden yana reformlar yapılamaz görüşü iktibas edilmiştir. Ordunun, burjuva diktatörlüğünün bir baskı aracı olduğu; silahlı kuvvetler içinde bulunduğu varsayılan devrimci unsurlar da işçi-emekçi mücadelesi saflarına katılmaya davet edildiği görüşüne yer verilmiş. 


328 17.03.1971 tarihli bilgi notu [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7961–6].
329 12 Mart Muhtırası ve Sayın Erim Kabinesine Karşı Aşırı Sol Mihrakların Tutumu ve Muhtemel Gelişmeler Hakkında Çok Gizli İbareli Not [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7984].
330 12 Mart Muhtırası ve Sayın Erim Kabinesine Karşı Aşırı Sol Mihrakların Tutumu ve Muhtemel Gelişmeler Hakkında Çok Gizli İbareli Not Ekinde Yer Alan, Türkiye İşçi Partisinin Görüşü Bahsi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7984–5].



Devrimci işçi-köylü iktidarını kurmak amacıyla, şehirlerde ve kırlarda politik mücadelenin başlatılması gerektiği hususunun işlendiği iddia edilmiş. Doğan Özgüden’in sahibi olduğu ANT dergisinin, burjuva diktatörlüğüne karşı yapılacak mücadelede, silahlı savaşıma önem verdiği belirtilmiştir.331


3.PROLETER DEVRİMCİ AYDINLIK ÇEVRESİNİN MUHTIRAYA KARŞI TUTUMU

Proleter Devrimci Aydınlık Çevresinin Görüşü bahsinde ise; bu grubun Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Amme Hukuku Kürsüsü asistanlarından Doğu Perinçek tarafından organize edildiği; Marksizm-Leninizm-Mao Zedong fikriyatından mülhem Kızıl Çin Komünist Partisi ekseninde faaliyet gösterdiği bilgisi verilmektedir. Bu gurubun da silahlı mücadeleyi esas aldıkları belirtiliyor. Muhtıra sonrası gerçekleşen iktidar değişiminin pek bir önem taşımadığı fikrinin bu çevrede de yaygın olduğu belirtilen belgede, söz konusu değişimin: Bir gerici iktidarın gidişi, yerine yeni bir gerici iktidarın gelişi olarak yorumlandığı aktarılmaktadır. Uluslararası mali sermayenin iktidarı olarak nitelenen Erim kabinesi, üyeleri arasında yer alan Naci Ergin, Osman Olcay, Ferit Melen, Erol Yılmaz Akçal ve Özer Derbil isimleri öne çıkarılarak kötülenmektedir. Sonuç olarak bu kesimlerin hepsinde, muhtırayı veren ordu, burjuva devletinin müdafii olarak takdim edilerek, verilen muhtıra ve sonrasında kurulan hükümete, bu açıdan olumsuz baktıkları ifade ediliyor.332


4.DEVRİM ÇEVRESİNİN MUHTIRAYA KARŞI TUTUMU

Başında Doğan Avcıoğlu’nun bulunduğu Devrim çevresinin görüşü ise şu şekilde özetleniyor: Bu grup, silahlı kuvvetlere, hedefe ulaşmada dayanılacak en önemli kurumlardan biri olarak bakmaktadır. Muhtıra sonrasında parlamentonun açık tutulması karşısında Avcıoğlu’nun tavrı olumsuzdur. Avcıoğlu, asıl amacı olan sosyalizmi Kemalizm maskesi altında gizleyen bir şahıs olarak takdim ediliyor. Kabinenin teknisyenler eliyle yapılacağını ilan ettiği reformların gerçekleşmeyeceği  kanaatinde olan Avcıoğlu’nun, memleketin makûs talihini ancak ve ancak egemen sınıflara karşı emekçi sınıfların gücünü seferber edebilen toplum savaşlarının değiştirebileceği görüşü aktarılıyor. Yeni hükümete biçilen vazifenin aslında, burjuvazinin arzu ve isteklerinin gerçekleştirilmesine yönelik reformlar yapmak olduğu hususundaki görüşü de dile getirilmektedir. Devrim gazetesinde yayınlanan, Uğur Mumcu’nun “Nihat Erim, Allah Kerim” başlıklı yazısına da gönderme yapılan belgede, Mumcu’nun  “Partilere ve siyasetçilere inanmıyoruz. Açıkçası biz bu yönetime ‘güvenoyu’ vermiyoruz” sözleri aktarılmaktadır.333

331 12 Mart Muhtırası ve Sayın Erim Kabinesine Karşı Aşırı Sol Mihrakların Tutumu ve Muhtemel Gelişmeler Hakkında Çok Gizli İbareli Not Ekinde Yer Alan, ANT Dergisinin Görüşü Bahsi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7984–6].
332 12 Mart Muhtırası ve Sayın Erim Kabinesine Karşı Aşırı Sol Mihrakların Tutumu ve Muhtemel Gelişmeler Hakkında Çok Gizli İbareli Not Ekinde Yer Alan, Proleter Devrimci Aydınlık Çevresinin Görüşü Bahsi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7984–8].
333 12 Mart Muhtırası ve Sayın Erim Kabinesine Karşı Aşırı Sol Mihrakların Tutumu ve Muhtemel Gelişmeler Hakkında Çok Gizli İbareli Not Ekinde Yer Alan, Devrim Çevresinin Görüşü Bahsi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7984–11].

5.AYDINLIK SOSYALİST ÇEVRESİNİN MUHTIRAYA KARŞI TUTUMU

Aydınlık Sosyalist Çevresinin Görüşü başlığı altında yayınlanan kısımda ise; Mihri Belli liderliğindeki çevrenin de muhtıra sonrası hükümete karşı güvensizlik ihzar ettikleri belirtilmektedir. Bu grubun, düşürülen iktidara mensup kimi şahısları da içine alan bir hükümet oluşunun, reformist olamayacağını gösterdiği, kanaati aktarılmaktadır. Ordunun beklentileri karşılayacak bir çıkış yapamadığı; yine işin işçi ve köylü kitlesine düştüğü; bütün milli ve devrimci sınıf ve zümrelerin oluşturacağı devrimci cephe ve güç birliğinin hâlâ elzem olduğu hususunun işlendiği nakledilmektedir.334


6.SOSYALİST GAZETESİ ÇEVRESİNİN MUHTIRAYA KARŞI TUTUMU

Hikmet Kıvılcımlı’nın yayınladığı Sosyalist gazetesinin ise muhtıra verildiği zaman, bu hareketin radikal subaylar tarafından yapıldığı zannıyla destekler tutum takındığı lakin bir müddet sonra kurulan Erim hükümeti karşısında düş kırıklı yaşadığı belirtilmektedir. Bu çerçevede, mücadeleye kalındığı yerden devam edilmesi kararının alındığı; bu doğrultuda kesif bir çaba içerisine girileceğinin ilan edildiği bilgisi verilmektedir.335
Belgedeki sonraki satırlar bazı yazarların muhtıra ve yeni hükümet konusundaki tutumlara ayrılmış. Çetin Altan, İlhan Selçuk, İlhami Soysal gibi yazarlar, Atatürk’ü kullanarak, sosyalist dünya görüşlerini perdeleyen birer aşırı sol isim olarak takdim edilmektedir.
Türkiye Komünist Partisi’nin Dış Bürosu Yayın Organı olarak nitelendirilen “Bizim Radyo” da mercek altına alınanlardan. Radyo, kabinede vazifelendirilen kimi isimlerin milletlerarası emperyalizmin uzantısı olan kurumlarda görev almaları noktasında eleştiriler yöneltmektedir. Ordu içindeki yurtseverlerden bahseden radyo, NATO’cu generallere ve Erim hükümetine karşı direnme haklarını kullanmaya davet edilmektedir.
Aşırı Sol Örgütlerin Tutumu başlığını taşıyan kısımdaysa Dev-Genç, TÖS, DİSK, İPSD (İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği), YİS (Yapı İşçileri Sendikası) ve İzmir Devrimci Kadınlar Derneği isimleri sayılmaktadır. Bu örgütlerin muhtıra ve sonrasında kurulan Erim hükümeti hakkındaki olumsuz kanaatlerinden söz edilmektedir. Solun genel kanısının 12 Mart


334 12 Mart Muhtırası ve Sayın Erim Kabinesine Karşı Aşırı Sol Mihrakların Tutumu ve Muhtemel Gelişmeler Hakkında Çok Gizli İbareli Not Ekinde Yer Alan, Aydınlık Sosyalist Çevresinin Görüşü Bahsi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7984–13].
335 12 Mart Muhtırası ve Sayın Erim Kabinesine Karşı Aşırı Sol Mihrakların Tutumu ve Muhtemel Gelişmeler Hakkında Çok Gizli İbareli Not Ekinde Yer Alan, “Sosyalist” Çevresinin Görüşü Bahsi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7984–15].

Muhtırasıyla birlikte gelişen olaylarda hazırlıksız yakalanıldığı; bu nedenle hareketin yönünü değiştirme noktasında etkisiz ve pasif kalındığı bilgisi verilmektedir.
Genel olarak tüm sol grupların şu hususlarda hemfikir oldukları, yine belgede belirtilen iddialar arasındadır: Silahlı kuvvetler, burjuva düzeninin gücüdür ve parçalanmalıdır; mevcut demokratik ortam, işçi sınıfının bilinçlenmesine müsaade edebilecek kıvamda olduğu sürece ondan yararlanılmalıdır. Silahlı kuvvetlerin vurucu gücü elde edilerek, devrim şartları yaratılmalıdır. Ordunun genç ve radikal subayları, gençlik kitlesiyle güç birliği hareketini gerçekleştirerek devrim şartlarını hazırlamalıdır.
Kürtçü, olarak nitelendirilen çevrelerde ise tam anlamıyla gergin bir bekleyişin vücut bulduğu; bu çevrelerde Kürtlere ve Kürt devrimcilere yönelik katliamlara girişileceği endişesinin hâkim olduğunun altı çizilmektedir. Türkiye’de değişik zamanlarda meydana gelmiş Kürt isyanları artık ideolojik bir boyut kazanmıştır. Kürkçü, o günlerde, solun Kürt meselesini gündeme taşımasına öncülük eden bu değişimi şu cümlelerle anlatmaktadır:
O zaman adı Kürt değildi, hiç kimse adını öyle söylemezdi. Bu sanki ezilenlerle ezenler arasında bir gizli sözleşme gibiydi, “Doğu” denirdi. Doğu mitingleri, Türkiye İşçi Partisinin önderliğinde hem büyük toprak ağalarına, hem kimliklerin bastırılmış olmasına, hem horlanmaya, hem geri bıraktırılmışlığa karşı büyük itirazların dillendirildiği yıllar oldu. Diyarbakır’da, Ağrı’da, Bingöl’de, Kars’ta çok büyük mitinglerdi. İnsanlar bu horlanmışlıklarını dile getirdiler. Daha sonra Türkiye İşçi Partisi içerisinde ya da başka forumlarda adlarını duyduğumuz Kürt siyasetçiler ilk kez bu zeminlerde ortaya çıktı. Mehdi Zana, Kemal Burkay, Tarık Ziya Ekinci gibi adları o günlerden biliyoruz.336
Rum ve Ermeni azınlıklarda ise önlerini görememekten kaynaklanan ikircikli bir tutumdan bahseden bilgi notunda, özellikle servet sahibi Ermenilerin aşırı sol yükseliş karşısında göç etmeyi tercih ettikleri bunun miktarının ise son altı yedi yıl içinde 10 bini bulduğu ifade edilmektedir.Muhtıra, Ermenilerdeki bu endişeleri bertaraf etmemekle birlikte genel olarak memnuniyetle karşılanmıştır şeklindeki ifadeler bilgi notunda kaleme dökülen diğer bir yorum olarak göze çarpmaktadır.
Bu noktada, bu hedeflere ulaşmaya azmeden aşırı sol karşısında hükümetin gerekli reformları yaparak, ortamı sol için elverişsiz kılmalı; özellikle sosyal demokrat çevrenin aşırı solla güç birliğine gitmesinin önüne geçilmesi tavsiye edilmektedir.337


7. 12 MART SONRASI DÖNEMDE İŞÇİ HAREKETLERİ


1960’tan itibaren Türk siyasal hayatını derinden etkileyen toplumsal hareketlilik, kentleşme ve sanayileşme sonucunda ilginç toplumsal ayrımlar, ilkel-geleneksel bağların ördüğü toplumun eski fay hatlarını, yeni sosyo-ekonomik ve ideolojik görüntüler içinde ortaya çıkmasını sağlamıştır. Solcu-sağcı, laik-islamcı, Alevi-Şii-Sünni, Kürt şovenisti-Türk şovenisti gibi ayrımlar son derece farklı ve karmaşık bileşimler yaparak Türk siyasal sisteminin üzerinde oturduğu toplumsal ve kültürel ayrımları oluşturmaya başlamışlardır.338 
Türkiye’de öğrenci dernekleri, sendikalar, çeşitli çıkar grupları ve mühendis odaları gibi birçok sivil kuruluş, 1970’lerde sağ ya da sol siyaset içinde aşırı siyasallaşmış ve bu süreç, ideolojik kutuplaşmayla sonuçlanmıştır. 

336 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
337 12 Mart Muhtırası ve Sayın Erim Kabinesine Karşı Aşırı Sol Mihrakların Tutumu ve Muhtemel Gelişmeler Hakkında Çok Gizli İbareli Not Ekinde Yer Alan, Muhtemel Gelişmeler Bahsi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7984–21].
338 Ersin Kalaycıoğlu, “1960 Sonrası Türk Siyasal Hayatına Bir Bakış: Demokrasi Neo-Patrimonyalizm ve İstikrar,” Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, (Editörler: Ersin Kalaycıoğlu, Ali Yaşar Sarıbay), İstanbul: Der Yayınları, 1990, s.483.


Böylece, bu çıkar gruplarının kendilerine özgü kimlikleri, devlet düzeyinde siyasal gücü ele geçirmeye çalışan totaliter politikalar tarafından tamamıyla yutulmuştur.
Bununla birlikte 1970’lerin sonunda ekonomide daralma yaşanırken, sendikalar bu evrede daha güçlenmişlerdir. 1970’de sendika sayısı 737’ken, 1978’de bu rakam 879’a çıkmıştır.339 Bu rakamlar toplumdaki değişimin dinamiğini de ortaya koymaktadır. Sendikaların güçlenmeleri ve taleplerinde daha fazla siyasileşmeleri, sanayicilerin yüksek kar olanaklarını engellenmesini yol açmıştır. 1970’lerin ikinci yarısında sanayide üretim düşerken, ücretlerin sanayi katma değer içindeki payı ya artmış ya da aynı kalmıştır
12 Mart 1971 ara rejiminden sonra 14 Ekim 1973 seçimlerine kadar sendikacılık faaliyetleri, toplu görüşmeler ve grevler geniş ölçülerde kısıtlanmıştır. 12 Mart döneminde hükümetin 11 ilde sıkıyönetim ilan etmesi, Anayasa değişikliklerinin gündeme gelmesi ve ekonomik, sosyal hakların kısıtlanacağı yolundaki duyumlar, işçileri ve sendikacıları kaygılandırmıştır. Bu dönemde TÜRK-İŞ’in genel olarak bütün önemli hak kısıtlamalarına yönelik, yazılı açıklama ve bildiri ağırlıklı tepkileri olmuştur. İlgili ve yetkili kişilerle görüşmeler, yönetim organlarının tepki toplantıları, hak kısıtlamalarının yasalaşmasını görüşmelerle engelleme çabaları zaman zaman kimi yumuşamalara yol açmışsa da ciddi, caydırıcı bir etki meydana getirmemiştir. TÜRK-İŞ'in bu türden çabaları arasında en önemlileri Anayasa değişikliklerine, grev ertelemelerine karşı çıkışları sayılabilir.340
1970 sonrası döneminde işçiler de işverenler de daha iyi örgütlenmişlerdir. Daha bilinçli ve daha uzun bir geleceği düşünmüşlerdir. Fakat temas ve diyalog kurarak birbirlerini anlamaya çalışma yöntemini geniş ölçüde ihmal ettiklerinden, tekniğin, sanayinin, ekonomik ve sosyal koşulların, bir bütün deyişle, Türk toplumunun değişen yapısını ilişkilerine ve örgütlerine yansıtmakta güçlük çekmiş ve olayların arkasında kalmışlardır. Sosyal barış bu durumdan zarar görmüştür.341
12 Mart rejiminin gerilemesi, işçi hareketine yeni bir dinamizm vermiştir. Bu dinamizm belki de en çok, DİSK'in hızlı bir büyüme süreci içine girmesinde kendisini hissettirecektir. Bu yılların sosyal hareket açısından ifade ettiği dinamizmin bir örneği de, 1972 yılında kurulan TÖB-DER adlı öğretmenler derneğinin kısa sürede yüz binden fazla öğretmeni bünyesine katacak olan hızlı gelişmesidir.342
1975’te Irmak Hükümeti’nin Çalışma Bakanı Turhan Esener Senatodaki konuşmasında Türkiye'de işçi ve işveren ilişkilerinin iyi bir yolda gittiğini belirtmiştir. Esener bu görüşü savunurken 1974 yılındaki sayılara göre yapmıştır. 928 işyerinde alınan grev kararından sadece 138'i fiilen uygulanmıştır. 

339 Işıklı, a.g.m., s.351.
340 Şükran Soner, "12 Mart Döneminde İşçi Hareketi", Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, C:II, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, s.463.
341 Talas, “Bir Toplumsal…”, s.5.
342 Aydınoğlu, a.g.e., s.283.


Bunlardan bugüne kadar Bakanlığa gelen 94 işyerine ait bilgilere göre, bu grevlere katılan işçi sayısı 35.502 ve kaybolan işgücü sayısı ise yine 35.502'dir. Aynı dönemde, 177 işyerinde alınan lokavt kararından 17'si fiilen uygulanmıştır. Bu durum işçi ve işveren ilişkilerinde alınmış bulunan grev kararlarının çokluğuna rağmen, uygulama bakımından endişe verici bir noktada olmadığını göstermektedir.343 Ancak sonraki yıllarda artan işçi eylemleriyle bu durum tersine dönecektir.

MUHTIRAYA VE PARTİLERÜSTÜ HÜKÜMETE YÖNELİK SAĞ ÇEVRELERİN TAVRI

12 Mart Muhtırasının sağ çevrelerdeki yankılarına ilişkin olarak da istihbarat toplandığına da tanık olunmaktadır. 21 Mart 1971 tarihli bir istihbarat raporunda; özellikle Son Havadis gazetesinden AP milletvekili Tekin Erer ile Dünya gazetesi sahiplerinden, gazetenin başyazarı Bedii Faik’in muhtıraya en fazla karşı çıkan iki isim oldukları hususunun altı çiziliyor. Son Havadis, Tercüman, Tasvir, Zafer ve Dünya gazeteleri AP iktidarının tam ve yarı resmi yayın organları olarak takdim edilmektedir.
1.SAĞ BASINDA MUHTIRANIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Bu gazeteler içinde yalnızca Tasvir’in lehte ya da aleyhte yayın yapmayarak nesnelliğini muhafaza ettiği bilgisi veriliyor. Aşırı sağcı olarak nitelenen Bugün ve Sabah gazetelerinin kullandıkları dil ise mutedil olarak tavsif ediliyor. Muhtırayı müteakip yazdıkları yazılara göre muhtıra karşısındaki konumları tasnife tabi tutulan epey yazarın listelendiği görülmektedir.
Buna göre muhtıranın çok aleyhinde, aleyhinde, tarafsız, lehinde, hiç değinmiyor şeklinde sınıflandırılan yazarlar şunlar: Tekin Erer ve Bedii Faik ilk grupta konumlandırılıyor. Orhan Seyfi Orhon, Abdullah Uraz, Adviye Fenik, Mehmet Muhsinoğlu, Ahmet Kabaklı, Can Pulak, Füruzan Tekil, Ahmet Şevket Bohça, Ahmet Güner ve İsmail Oğuz ise ikinci gruba sokulanlardan. Ergun Göze, Sinan Omur, İlhan Ezik, Vecdi Bürün,344 Günvar Otmanbölük, Münevver Ayaşlı, Fatin Fuat ise üçüncü gurupta yani tarafsız olarak tesmiye ediliyor. Mehmet Şevket Eygi ise muhtıranın lehinde yazılar yazan tek isim olarak takdim ediliyor. Refik Özdek, A. Selami Tosçuoğlu ve Ali Genceli muhtıraya hiçbir şekilde değinmeyenlerden. Yukarıda da belirtildiği gibi Tasvir gazetesi, muhtıra hakkında hiçbir yorumun yapılmadığı gazete olarak belirtilmiştir.345 

343 CSTD, C:20, B:32, 11.2.1975, s.233.
344 Vecdi Bürün’ün 27 Mayıs sonrasında kaleme aldığı “Kansız İhtilal” isimli bir kitapla, devrik DP’ye ve mensuplarına inanılmaz hücumlarda bulunduğu biliniyor. Bu kez tarafsız bir tutum takındığı belirtilmektedir. Bürün’ün eserinin künyesi şöyledir: Vecdi Bürün, Kansız İhtilal (Türk Ordusunun Zaferi), İstanbul: Ekicigil Yayınevi, 1960. Aralarında bu eserin de incelendiği bir çalışma için bkz. Cengiz Sunay, “27 Mayıs ve Küfür Edebiyatı”, Türkiye Günlüğü, Sayı:101, BAHAR 2010, 42–68.
345 12 Mart Muhtırasının Sağ Basındaki Yankıları başlığını taşıyan 21.03.1971 tarihli Çok Gizli İbareli bilgi notu [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7965].

Daha sonra yukarıda isimleri belirtilen yazarların kaleme aldıkları yazılardan alıntılar yapılarak bu kanaate nasıl ulaşıldığı ortaya konulmaya çalışılmakta dır.346

Aynı bilgi notunun eklerinde yer alan bir başka belge de önemli. Erim hükümetinin kurulması sonrasındaki tepkileri yine örneklerle anlatan metinde yukarıda isimleri sıralanan yazarların kaleme aldıkları yazılardan iktibaslar yapılmak suretiyle sağ basının, Kürtçülerin ve azınlıkların nabzı tutulmaya çalışılıyor.347 Sağ basında en fazla alaya alınan husus: Erim’in, kabinesi hakkında kullandığı beyin takımı lafzı ile kabinedeki tek kadın bakan olan Türkan Akyol. Beyin takımı içine dâhil edilen bakanların dışında kalan kabinenin diğer üyelerinin ne takımı olduklarının sorulduğu; cevaben ayak takımı mı? Sualinin müstehzi bir edayla yazıldığı aktarılmaktadır.
Bu arada, irticai cephe olarak nitelendirilen kesimin gitgide cesaretlendiği lakin bu cesareti bulmalarına, özellikle ordu içinde yapılan aşırı sol eğilimli subayların tasfiyesi hareketinin neden olduğu ifade edilmektedir. Diyanet İşleri Teşkilatında görevli mürteci şahısların, bu teşkilattan sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’ten348 de rahatsız oldukları ifade edilmektedir. Milliyetçi-Toplumcu çevrelerin ise genel olarak muhtıranın yanında olmakla birlikte, yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Nihat Erim ismi üzerinde itirazlarının bulunduğundan söz edilmektedir.


MİLLİYETÇİ MUHAFAZAKÂR ENTELİJANSİYANIN TUTUMU


Türk Aydınlar Ocağı Heyetinin 15 Temmuz 1971 Perşembe günü saat 17.00’da Sunay tarafından kabul edildiği anlaşılmaktadır.349 Heyette: Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. Sabahattin Zaim, Ord. Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli, Prof. Dr. Mustafa Köseoğlu, Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Prof. Dr. Selçuk Özçelik, Doç. Dr. Salih Tuğ, Doç. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Doç. Dr. Erol Güngör, Nihat Bozkurt ve Altan Deliorman’ın bulunduğu görülmektedir.

Milliyetçi muhafazakâr entelijansiyanın, 12 Mart karşısındaki tutumunu göstermesi açısından yararlı olacak vesikalardan biri de Türk Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu imzasını taşımaktadır.350 Ocağın, toplanması planlanan bir eğitim şurası için kendi bünyesinden üyeler önerdiği, bu üyelerin ise şu isimlerden oluştuğu tespit edilmiştir: Ord. Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. Sabahattin Zaim, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Prof. Dr. Turhan Tufan Yüce. Prof. Dr. Lütfü Ülkümen, Prof. Dr. Şaban Karataş, Prof. Dr. Tarık Somer, Prof. Dr. Beglan Toğrol, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Doç. Dr. Erol Güngör, Doç. Dr. Salih Tuğ, Doç. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Doç. Dr. Recep Doksat ve Doç. Dr. Oluş Arık.351

346 Ordu’nun Verdiği Muhtıra ile İlgili Muhtelif Sağ Basında Neşredilen Çok Gizli İbareli Makale, Fıkra ve Yorumlardan Önemli Özetler [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7965–2].
347 Kumandanların Muhtırası ve Kurulan Hükümet Hakkında Sağ Basındaki Yankılar ve Sağ Cephenin, Kürtçülerin, Azınlıkların Görüş ve Düşünüşleri Hakkında Çok Gizli İbareli Not [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–24; Fihrist No: 7965–8].
348 MBK içinde 14’lere en yakın, hatta adeta onlardan olan lakin tasfiye edilmeyen üyelerden.
349 [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009–3]
350 Türk Aydınlar Ocağı tarafından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a gönderilen 16.07.1971 tarihli yazı ve ekleri [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009]
351 [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009–1]


Yine, kurulması planlanan Atatürk İlkelerini Belirleme Komisyonu için de, ocağın üye önerdiği, önerilen bu üyelerin ise şu isimlerden müteşekkil olduğu görülmektedir: Ord. Prof. Dr. Ömer Celal Sarç, Prof. Dr. Ercüment Kuran, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. Orhan Tuna, Prof. Şevket Raşit Hatiboğlu, Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, Prof. Dr. Turhan Tufan Yüce. Doç. Dr. Nejat Göğünç, Doç. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu ve Doç. Dr. Fikret Eren. Ayrıca komisyonun şimdiki durumunda üye olarak bulunan, fakat komisyonun varmak istediği hedef bakımından çalışmalarında fayda mülahaza edilmeyen beş isim bulunuyor. Bunlar: Prof. Suat Sinanoğlu, Prof. Enver Ziya Karal, Prof. Şevket Aziz Kansu, Hikmet Dizdaroğlu ve Kadri Kaplan352 olarak sıralanmaktadır.353


TÜRK AYDINLAR OCAĞI TARAFINDAN MUHTIRA SONRASI YAPILACAKLARA DAİR RAPOR


Söz konusu yazının ilişiğinde yer alan bir değerlendirme raporu daha da ilginçtir. Memleketin 12 Mart öncesinde ikinci bir Vietnam olmakla karşı karşıya kaldığı; bu vahim duruma milletin, siyasi ve sosyal kaderinin icabı olarak değil; tamamıyla zorla, ağır ihmal ve hatalarla getirildiği iddia edilmektedir. Cumhurbaşkanı ve kumandanların bu kötü gidişatı durdurma gayretine sistem ve mevzuatın mani olduğu belirtilmektedir. Bunalımın asıl sorumlusu olarak, değerlendirme raporunda, geriye kalan ne kadar sorumlu varsa, onlar gösterilmektedir. Çözümün bu doğrultuda sadece ordunun müdahalesi olduğu hususu bir kez daha belirtilen raporda; ordunun büyük Türk tarihinden gelen milli mirasın başlıca koruyucusu olduğunun altı çizilmektedir.
Ordunun, doğrudan yönetime el koymak yerine, sadece ağırlığını koymayı tercih etmesinin tamamen meşru olduğu hususunun gerekçeleri ise şöyle sıralanmaktadır: Kaynağını Atatürk’ten alan, ordunun politikadan ve sivil hayattan uzak durma çabası; demokratik parlamenter hayatta memleketin kat etmiş olduğu merhaleye kıyamamak; gerekli ıslahatı, bizzat işe muhalefeti de katarak yapmak. Diğer taraftan, dış dünyaya karşı memleketin demokratik idarede ısrar ettiğini göstermek ve muhtemel gelişmelere göre ordunun, koyduğu ağırlığın dozunu ayarlamak.354
Türk ordusunun müdahale tutkusu içinde asla bulunmadığı; bünyeyi sağlamlaştırdıktan sonra asli vazifesine dönmeyi hedeflediği; zorunlu geçiş devrinin sonunda, ordunun işinin başına dönmesinin şükranla karşılanması gerektiğinin belirtildiği raporda, bu sürecin uzamasının, orduyu da içine alan tehlikeler yaratacağı ifade edilmektedir. 

352 MBK eski üyesi.
353 [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009–2]
354 “12 Mart Türkiye’yi Kurtarma Harekâtı Üzerine Bir Değerlendirme”, [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009–4], ss.1–4.


Buna mani olunması için işlerin süratle halli yoluna gidilmesi; işlerin aşırı hukuki görünme çıkmazına itilmemesi; mevcut olağanüstü durumu unutarak, rejimin normal işleyişi devam ediyormuş gibi fazla tartışmaya mahal vermeyip, fikir hürriyeti sloganının cazibesine kapılmamak gerektiği, ilginç bir biçimde savunulmakta dır.
Ayrıca ister siyasi parti, isterse çeşitli kurumlar olsun, harekâtın karşısında oldukları bilinen kesim, çevre ve şahısların direnmelerine imkân verilmemesi de savunulmaktadır. Bir taraftan askeri kanadın elini kolunu bağlayıp hareket alanını kısıtlarken, diğer taraftan sivil kanattan kaynaklanan başarısızlıkların askeri kanada mal edilmemesi gerektiği ifade edilmektedir. Raporda enteresan bir öngörü de ileri sürülmekte; olası bir referandum da halkın, yapılan harekâtın arkasında olduğunun görüleceğinden söz edilmektedir.355
Raporda, sivil kanadın değişik unsurlarının 12 Mart Muhtırasına yönelik tutumlarının değerlendirilmesi de yapılmaktadır. Buna göre parlamento; asker kanada destek olmakta ve 12 Mart sonrası devreye iyi intibak etmektedir. Asker kanada verdiği destek memnuniyet verici; ülkenin çıkmazdan kurtarılmasına yardıma hazır bir görüntü sergilemektedir. Hükümetin Nihat Erim gibi vatanperver, bilgili, tecrübeli ve Atatürkçü bir başbakana kurdurulması isabetli bir tercih olarak görülmekte; ancak örtülü olarak Erim’in daha kuvvetli bir ekip kurması tavsiye edilmektedir.
Milletin böylesi bir devrede maneviyatının sağlam olması; adeta destanî bir havaya sokulması gerektiği belirtilmekte; böyle bir havanın yaratılmasına gayret edilmesi lüzumu varken, kimi bakanların kötümser bir tablo çizmelerinin engellenmesi istenmektedir. Genel olarak partilerin tutumu takdir edilmekteyse de; içlerinden bazılarının 12 Mart’ı eleştirmesi, düzenin sağlanması için yapılan gözaltı ve tutuklamalara karşı çıkarak, devletin istihbarat örgütünü itham etmeleri, harekâtın başarısını engelleyecek davranışlar olarak görülmektedir. Üniversite, basın, sendikalar ve TRT’ye sızmış olan yıkıcı unsurların sanki hiçbir şey olmamış gibi kaldıkları yerden devam ettikleri belirtilmektedir.356
Raporun sonraki bölümünde, Türkiye’de çarpışan fikirlerin bir özeti yapılmış. Türkçülük, Atatürk’le birlikte zafere ulaşan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini teşkil eden Türk milliyetçiliği olarak övülürken; kozmopolit-hümanist dünya görüşü: Emperyalist devletlerin diğer milletleri uyutmak için dayattığı bir görüş olarak takdim edilmektedir. Marksist dünya görüşü ise özellikle 1960’dan sonra yayılan ve 1968’de eyleme geçen, Rusya’nın memleket üzerindeki emellerini gerçekleştirilmesine vasıta kılınan bir görüş olarak tanımlanmaktadır. İslamcı dünya görüşünün Atatürk’ün milliyetçi anlayışına zaten ters ve kabul edilemez olduğu; Türk milliyetçiliği dışında diğer görüşlerin benimsenmesinin milletin ölümü demek olacağı iddia edilmektedir. Buna rağmen 12 Mart’ın sivil kanadı Türk milliyetçiliği anlayışına sahip

355 “12 Mart Türkiye’yi Kurtarma Harekâtı Üzerine Bir Değerlendirme”, [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009–4], s.5.
356 “12 Mart Türkiye’yi Kurtarma Harekâtı Üzerine Bir Değerlendirme”, [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009–4], ss.5–7.

olanlardan değil; kozmopolit-hümanist veya Marksist kadrolardan seçilmiştir, görüşünün işlendiği raporda, askeri kanadın bu aksaklığı düzeltmesi gerektiği belirtilmektedir.357
Türkiye’nin acil problemleri başlığı altında ise zararlı ve yıkıcı unsurların zararsız hale getirilmesi ve bir daha türemelerine imkân bırakılmaması sayılmaktadır. Zararlı unsurların sadece eli silahlı militanlar olmadığı; asıl meselenin bu unsurların yetiştiği kurumları temizlemekten geçtiği belirtilmektedir. Söz konusu temizliği yapmanın, bu unsurların pervasızca ortaya çıkmış olmalarından ötürü olanaklı olduğu belirtilmektedir. Ayrıca yapılacak temizliğin yöntemleri sıralanmaktadır ki, geniş ve aşırı hürriyet ortamını yarattığı belirtilen 1960 sonrasında çıkan basın ve yayın organlarında yapılacak bir taramanın çok faydalı olacağı ifade edilmektedir. Devletin istihbarat dosyalarının içeriği; adli tahkikatların verdiği ipuçları, sonuna kadar takip edilerek tasfiye işlemi tamamlanmalı; lakin normal bir devrenin şekilci hürriyet düzeni ve hukuk formalitesiyle ülkenin tedavi edilip sağlığına kavuşturulamayacağı gözden uzak tutulmamalıdır, denilmektedir.
Yapılması gerekenler bunlar olması gerekirken, var olan sızmaların Devlet Planlama Teşkilatı’dan, Atom Araştırmaları Merkezine, istişare kurullarından, reform komisyonlarına kadar sürdüğünden şikâyet edilmektedir. Zararlı unsurların temizlenmesinin ardından, bir daha bu tip unsurların yetişmemesi için milli eğitim davasının dikkatle ele alınması gerektiği belirtilmekte; bunun için bir eğitim reformunda söz edilmektedir. Eğitimin Atatürk dönemindeki gibi milli olması gerektiği; Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmaya başlanmış olan 1000 Temel Eser serisi gibi yayın hamlelerinin yeniden başlatılması gerektiği üzerinde durulmaktadır. 12 Mart sonrasında kurulan eğitim komisyonunun tekrar Marksist eğilimli şahıslardan kurulduğu şikâyetinin belirtildiği raporda, bu komisyon tarafından hazırlanan başka bir rapora atfen, eski, yıkıcı faaliyetlere temel oluşturacak esaslar sıralanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığında kurulan Atatürk İlkeleri Komisyonu tarafından yerli yersiz, insan hakları vurgusunun yapılması karşısında; Türkiye’de bugün bir insan hakları meselesinin olmadığı, asıl tehlikenin: Türkiye’nin var olma veya yok olma meselesi olduğu belirtilmektedir.
Raporun en ilginç ve şaşırtıcı kısmı, tekliflerimiz başlığı altına verilmektedir. Kanunlardaki boşlukların, yapılacak değişikliklerle kapatılması; üniversite ve TRT’yle ilgili değişikliklerin biran evvel gerçekleştirilmesi; anayasanın değiştirilme şekli imkânlarının milli ihtiyaca uygun hale getirilmesi; sivil kanat ve idare mekanizmasının milliyetçi kadrolarla doldurulması kısmen makul karşılanabilir tekliflerden sayılabilir.Asıl dikkati çeken teklifler bunlardan sonra başlıyor. Üniversitelerde ve yüksek okullarda yeniden eski talim taburlarının kurulması; böylece öğrencilerin maddi ve manevi disipline sokuldukları gibi, savaşa hazırlama bilgileri edineceği gerekçesiyle ileri sürülüyor. Asker ve sivillerden oluşacak karma bir milli eğitim komisyonu oluşturulması ilginç önerilerden bir diğeri.358 Teklifler bahsinin son maddesinin, en dikkat çekici olmasından ötürü aynen aktarılması gerekmektedir. “Atatürk ve Mareşal Çakmak zamanında olduğu gibi, askeri okullara ancak Türk soyundan gelenlerin alınmasında sayılamayacak faydalar gördüğümüzü arz etmeliyiz. 
Herkesin askere alınması imkânının kalkacağı bir devreye girdiğimize göre, böyle bir tatbikatın hiçbir hukuki mahzuru olmayacaktır”.359

357 “12 Mart Türkiye’yi Kurtarma Harekâtı Üzerine Bir Değerlendirme”, [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009–4], ss.7–10.
358 “12 Mart Türkiye’yi Kurtarma Harekâtı Üzerine Bir Değerlendirme”, [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009–4], ss.10–16.
359 “12 Mart Türkiye’yi Kurtarma Harekâtı Üzerine Bir Değerlendirme”, [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/7–12; Fihrist No: 9009–4], s.16.

E.MUHTIRA SÜRECİNDE YAYGINLAŞAN ŞİDDET EYLEMLERİ

Türk siyasi hayatında, özellikle 1946–1972 yılları arasında Nihat Erim ismi, sıkça telaffuz edilenlerden biridir. DP’li yıllarda, bu partiyle arasındaki mesafeyi kendince ayarlaması; partisi CHP’nin iktidar partisiyle olan münasebetlerinde yumuşama devresine girdiğinde sertleşen; sertleşmeye başladığında ise yumuşayan bir karakter olduğu anlatılır.360 Muhtıracıların kendilerine bir başbakan ararken Nihat Erim ismi üzerinde uzlaşmaları manidardır. CHP içinde, İnönü’nün ömrüyle daimmiş gibi gözüken liderlik müessesesinin ele geçirilmezliği ortadayken, Erim’in veya başkasının düşlerini süsleyen başbakanlık ancak böylesine fevkalâde bir dönemde mümkün olabilirdi denilmektedir. Erim, gazeteciliğinin, siyasetçiliğinin yanı sıra devletler ve anayasa hukuku profesörüydü. Milletlerarası tanınmışlığının yanı sıra Fransız ve İngiliz dillerine de vakıftı. Belki de bu özelliklerinden ötürü partisinden istifa ettirilerek tarafsızlaştırıldı (!) ve Sunay tarafından hükümeti kurmakla vazifelendirildi.361 Kurtul Altuğ, Erim’in bu göreve atanmasının arkasında neyin yattığını, 12 Mart’tan üç yıl önce yaşadığı bir olay vesilesiyle aktarmaktadır.
Bir gün, 1968’de kapımı birisi vurdu, açtım Fethi Akkoç eski Bursa Milletvekili, o zaman benim muhabirim. Geldi içeri “Ağabey, hayırlı olsun.” dedi, sonra çıktı. Allah Allah niye hayırlı olsun? Hiçbir şey yok ortada. Sonra Nihat Bey’i yolcu etti, gitti geldi. Dedi ki: “Kimle oturuyordum biliyor musun? Başbakan.” “Nereden biliyorsun? Ne Başbakanı ya, nasıl olur bu adam Halk Partisinde değil mi? Halk Partisi iktidarda değil ki Başbakan olsun.” “Onu Başbakan olmaya Amerikalar ikna ettiler.” “Nasıl olur ya?” dedim. Dedi ki: “Benim… Bir albay var, kendisi Amerika’da tanınır. Bana dedi ki: ‘Yakında bir darbe olacak ve Nihat Erim Başbakan olacak.’” “Hadi ya sen de!” dedim. Aynen böyle. Deli misin, nesin ne darbe ihtimali var, ne şu var ne bu. Hakikaten onun dediği süre içerisinde, iki üç sene içerisinde 1971 muhtırası verildi ve hemen Nihat Bey, Başbakan oldu. Ben, Nihat Bey beni çağırdığı zaman buna hâlâ ikna olmuş değildim ama ne zaman ki Paşa… Yasakladı ve kabinesi içerisinde problemler çıkmaya başladı ve 13 bakanın 2’si AP’li bakan istifa etti, ondan sonra vaziyeti fark ettiğinde iş işten geçmişti, biz de işsiz kalmıştık.362
Erim’in ilk hükümetini kurma çabalarının arkasında, askerlerin desteği kimi zaman örtülü, kimi zaman açık bir tehdide dönüşerek sürdü. Muhtıranın son maddesinin yönelttiği tehdit o kadar ürkütücüydü ki, Demirel, sağladığı desteği parlamentonun açık kalmasını sağlamak olarak açıklarken; İnönü ise “memleketi boşlukta bırakmağa niyetimiz yok” sözleriyle hükümete hem güvenoyu hem de bakan vermiştir.363 Birinci Erim hükümetinin en belirgin özelliği: zoraki bir koalisyonu andırmakla beraber, muhtıranın ruhuna uygun olarak partiler üstülük iddiasını taşımakta oluşuydu. 

360 Metin Toker, DP’nin Altın Yılları (Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları 1944–1973), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1991, s.83 vd.
361 Abdi İpekçi, “Sunay’ın Formülü ve Partiler”, Milliyet, 19 Mart 1971 ( 2. Baskı).
362 Kurtul Altuğ’un 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.10–15.20].
363 Milliyet, 19 Mart 1971 (2. Baskı).


Kabinede önemli sayıda parlamento dışından üye bulunuyordu. Beyin Takımı olarak364 isimlendirilen kabinenin, bir an önce memleketin acil sorunlarına çözüm olacak icraatlara girişmesi bekleniyordu. Birinci Erim hükümetinin en önemli açmazı, daha kabine kurulurken ortaya çıktı. Dünya çapında şöhret yapmış Türk teknisyenleri birer ikişer ülkeye davet edilip bakan yapıldı ancak bunların yanı sıra Ferit Melen, Sait Naci Ergin gibi haklarında, reformlara engel olabilecekleri kaygısı olan şahıslar da vardı.365 Demirel, ara dönem hükümetleri hakkında şu yorumda bulunmaktadır:
Beyin kabinesi geldi. Beyin kabinesi aslında siyaseti ihtardır. Siyasetçi aslında… Siyaset teknik bir mesele değildir. Teknik meseleyle siyaset yapmaya kalkarsanız, hiçbir şey yapamazsınız. Siyaset ayrı bir meseledir. Teknik meselesi sadece siyasetin yardımcısıdır. Teknik meseleyi önde götüren, arkadan siyaseti getiren olmaz. Ben kendim teknisyenim ama ben orada siyaset yaparken mühendislik yapıyor değilim ki. Mühendislik formasyonunun faydası vardır gayet tabii.366
Erim’in, muhafazakâr üyelerden teşekkül eden zamanın parlamentosu karşısında, bir anlamda eli kolu bağlıydı. 7 Nisan 1971’de meclisten güvenoyu alan Erim hükümeti programı okunurken bizzat Başbakan tarafından sarf edilen cümleler, reform bekleyenlerin umutlarını kırdığı söylenmektedir. Erim, meclisteki AP, dolayısıyla Demirel faktörünün ne kadar önemli olduğunu belirten bir konuşma yaptı. Programın tatbikinde aşılacak güçlükler karşısında Demirel’in bir kez kendisine gelmesi halinde, gerekirse kendisinin yirmi kez Demirel’in ayağına gidebileceği şeklindeki cümleleri, partilerüstü olma iddiasındaki bir hükümetin kurulmadan yıkılmaya başladığının göstergesi olarak yorumlandı.367


1.ŞEHİR VE KIR GERİLLASI UNSURLARININ EYLEMLERİ

Hükümetin köklü reformlara girişeceği beklentisi, askeri zevatta hâkim olan düşünceyken, özellikle 9 Mart’ta planlanan darbenin paramiliter unsurlarının içine düştükleri boşluk, fevri eylemlere girişmelerine neden olmuştur. Böylesine bir karmaşa içinde kendini bulan hükümet de orantısız ve ölçüsüz bir şiddetle karşılık vermeye başlayınca güvenliği sağlama telaşı, köklü reformlar yapma iradesinin önüne geçmiştir. Şehir ve kır gerillası taktiklerini kullanan paramiliter unsurların en çok tepki çeken eylemleri muhtıra henüz verilmemişken 11 Ocak 1971’de gerçekleştirilen bir banka soygunu, 4 Mart 1971’de ise 4 Amerikalı askerin kaçırılarak alıkonulması oldu.368 Kaçırılan askerlerin salıverilmeleri karşılığında 6 milyon lira fidye istenmiştir369 Eylemlerin liderliğini Türk solunun hâlâ sembol isimlerinden biri olan Deniz Gezmiş yürütüyor ve arananlar listesinde başı çekiyordu.370 

364 “Erim: Genç beyinlerle çalışacağım”, Hürriyet, 24 Mart 1971.
365 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945–1980), çev. Ahmet Fethi, İstanbul: Hil Yayın, 1994, ss.338–339.
366 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
367 Kurtul Altuğ, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Ankara: Yedigün Yayınları, 1973, ss.37–38.
368 Hürriyet, 5 Mart 1971.
369 Aslında ilk adam kaçırma olayı; 15 Şubat 1971’de meydana geldi. Jimmy Ray Finley ismindeki siyahî bir Amerikalı çavuş kaçırılıp, yaklaşık 18 saat alıkonuldu. Bkz. “Ve nihayet Adam da Kaçırdılar”, Hürriyet, 16 Şubat 1971.
370 Milliyet, 11 Mart 1971.

17 Mart’ta Sivas’ın Gemerek ilçesinde yakalanan Gezmiş, istediği takdirde yüzlerce kişiyi vurabileceğini ancak bunu yapmadığını söylüyordu. Ellerinde bulunan 4 Amerikalı rehineyi ise ailelerinin gazetede gördükleri resimleri sebebiyle duygulanarak bıraktıklarını ifade ediyordu. Yusuf Aslan ise yakalanmadıkları takdirde yurtdışına kaçacakları demecini veriyordu. Planlarını, Yusuf’un vurulması bozmuştu. Solun diğer liderlerinden Sinan Cemgil’in371 ise Malatya’ya kaçtığı tespit ediliyordu.372 Gezmiş’in arkadaşlarından Hüseyin İnan ise 23 Mart’ta yakalanmıştır.373 Adam kaçırma ve örgüte kaynak yaratma amaçlı soygunların devam etmesi üzerine 11 ilde bir aylık sıkıyönetim uygulamasına geçilmiştir.374


EFRAİM ELROM OLAYI


Sosyalist devrimci gençlerin hayallerini süsleyen ihtilâli çabuklaştırma gayreti, İsrail Başkonsolos’u Efraim Elrom’un kaçırılmasıyla birlikte en sert tepkiyi gördü. Elrom’un hayatına karşılık cezaevlerinde yatan arkadaşlarının salıverilmesini içeren talepler, beklenildiği reddedildi. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi’nin (THKP-C)375 silahlı eylem kolu olan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) tarafından düzenlenen bu eylemin elebaşları, dönemin öğrenci gençliğinin popüler simaları olan: Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir’dir. Bu eyleme karşı, hükümetin tepkisi çok sert oldu. Erim’in, Balyoz gibi tepelerine ineceğiz cümlesi hareketin ve sonrasının nasıl bir biçimde bastırılacağı hususunda önemli bir ipucuydu. Lakin 23 Mayıs itibarıyla Elrom’un nerede olduğu hususunda henüz hiçbir haber de yoktur.376 Başkonsolosun eşinin eylemcilere yönelik sarf ettiği “onu bana bağışlayın” mesajına rağmen tüm yurtta ilân edilen sokağa çıkma yasağıyla birlikte Elrom’un sadece izine rastlandı377 ancak tedhişçiler erken davranıp konsolosu öldürdüler. Konsolosun öldürülmesiyle eylemciler, uzun soluklu bir takipten sonra, kurtulmak için girdikleri bir evin, Sibel Erkan isimli 14 yaşındaki kızını rehin alarak son pazarlık şanslarını da kullandılar, fakat çıkan çatışmada rehine kız sağ olarak kurtulurken, Mahir Çayan ise yaralı olarak ele geçirildi.378 Eylemin diğer zanlısı Hüseyin Cevahir ise hayatını kaybetti. Çayan, Başkonsolosu öldürenin, çatışmada hayatını kaybeden arkadaşı Hüseyin Cevahir olduğunu söyledi. 379
Balyoz Harekâtını yürütenler, sol terör grupları üstüne yürürken sorunun kaynağında birkaç serüvencinin bulunmadığını, bu tip eylemleri azmettirenlerin kimi üniversite öğretim elemanları olduğu teşhisinde bulunuyorlar; bu doğrultuda ilk etapta yedi öğretim üyesi gözaltına alınıyordu.380 


371 Sinan Cemgil, ünlü yazar ve çevirmen Adnan Cemgil’in oğluydu, kısa bir kovalamacanın ardından, o da Nurhak Dağlarında çıkan çatışmada hayatını kaybediyordu.
372 “Yakalandığı an oradaydık”, Hürriyet, 18 Mart 1971.
373 Hürriyet, 24 Mart 1971.
374 “11 ilde sıkıyönetim ilân edildi”, Akşam, 27 Nisan 1971.
375 Söz konusu örgüt hakkında kısa ancak birinci elden bilgi veren şu makale önemlidir: Ertuğrul Kürkçü, “THKP-C”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, C–7, İstanbul: İletişim Yayınları, 1988, ss.2198–2199.
376 “Elrom’dan haber alınamadı”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 1971.
377 “Erim: Haber aldık konsolos yaşıyor”, Akşam, 22 Mayıs 1971.
378 Türkiye Gerçekleri ve Terörizm (Beyaz Kitap), Ankara: Başbakanlığın Emri ile Bakanlıklararası bir Kurul Tarafından Hazırlanmıştır, 1973, ss.71–72.
379 THKP-C (doğuşu ve ilk eylemleri), İstanbul: Kaynak Yayınları, 1987, ss.42–64.

Önemli sayıdaki öğretim üyesi, yazar, gazeteci ve sendikacıya hapishane yolu gözüktü. Tutuklama ve gözaltılar öylesine yoğunlaştı ki, bizzat Erim bile, tutuklamaların bazılarının gereksiz olduğunu açıklıyor ve valilere tebliğ edilen bir genelgeyle daha dikkatli davranmalarını istiyordu.381 
Birçok ünlü isim döneme ilişkin olarak başlarından geçen trajikomik olayları ilerleyen yıllarda kaleme aldılar.382 
Gözaltına alınıp, tutuklananlardan biri olan Mete Tunçay, şunları söylemektedir:

Sadi Koçaş,383 asker kökenli bir üyesiydi. O “Balyoz harekâtı” diye bir şey başlattı ve birtakım liberal üniversite hocaları, aralarında Cahit Talas’ın, Bahri Savcı’nın, İstanbul’dan Tarık Zafer Tunaya’nın falan dâhil olduğu insanlar sanki Elrom’u kaçıranların büyükleriymiş gibi bir çeşit rehin bandıyla tutuklandılar. Bu Elrom işi de gayet karanlık bir şekilde bitti, Elrom ölü bulundu biliyorsunuz ama sonradan anlaşıldı ki bu kaçıran genç grubun başında bir gizli istihbarat görevlisi -bir yüzbaşı mı ne- genç bir çocuk var ve onu arkadaşları sonra infaz etmişler, öldürmüşler. Böyle karışık bir hikâye. Bu balyoz harekâtıyla, dediğim gibi, bir çeşit rehin almaya kalkıştı devletimiz. Ben o zaman daha genç bir doçenttim, o kadar önemli değildim rehin alınacak kadar fakat bana da bir kulp takıp bir çeviriden ötürü beni de tutukladılar.384
Baskın ve gözaltılar klasik hukukun emrettiği şekilde yapılmıyordu. Ülkede ilk kez işkence ve kötü muamele iddiaları, yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.385 Bedii Faik, bu eylemlerin, yönetimi sertleşmeye ittiği kanaatinde olduğunu belirtmektedir:
12 Mart geldi, devam etti, biraz hafif devam etmiştir. Ama işte Kızıldere olayları falan olmasaydı, İsrail Başkonsolosu Elrom’un öldürülmesi falan olmasaydı daha da kansız olabilirdi, daha da hafif olabilirdi, daha parlamentolu vesaireli olabilirdi ama olamadı, bazı hadiselerden dolayı.386
Bu arada kabinede de huzursuzluk vardı; on bir bakanın istifa edeceği söylentisi yayılmaya başladı; söylenti kısa sürede gerçeğe dönüştü. Toplumun üstüne karabasan gibi çöken tedirginlikle birlikte kamuoyunun beklentilerini karşılamaktan aciz bir hükümet görüntüsü vermeye başlayan Birinci Erim hükümetinin ömrü tükenmeye başlıyordu.387 Hükümetin istifası üzerine388 muhtıranın doğrudan müdahaleye dönüşüp dönüşmeyeceği sorusu hemen herkesin aklına geliyor; Demirel’e yeniden başbakanlık verilip verilmeyeceği sorusuna muhatap olduğunda güldürmeyin beni şeklindeki cevabıyla ünlü olan İsmail Arar,389 bunun muhtıra sahiplerinin bileceği iş olduğunu belirtiyordu.


380 “Dün de 4 Profesör, 3 Doçent olmak üzere 7 öğretim üyesi gözaltına alındı”, Akşam, 22 Mayıs 1971.
381 ”Erim: Gereksiz tutuklama yapıldı”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 1971.
382 Birer örnek olması açısından bkz. Uğur Mumcu, Sakıncalı Piyade, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1977; Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Ankara: Bilgi Yayınevi, ty. Baskın Oran, Nerde O Eski Mapushaneler, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1991.
383 Tutanakta sehven Sadi Koçer olarak geçmiştir; biz düzelttik.
384 Prof. Dr. Mete Tunçay’ın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.42–13.00].
385 O dönemde gözaltına alınanların kendi anlatımlarıyla gördükleri işkenceler hakkında bkz. Güner Samlı, İşkence (Yaşar Kemal’in Önsözüyle), İstanbul: Tan Yayınları, 1973.
386 Bedii Faik’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.30–13.15].
387 Sunay, hükümetin istifa etmesini gerektiren bir durum olmadığını belirttiği Erim’in istifasını kabul etmemiş; bunu da mevcut hükümete parlamentonun, TSK’nin ve kamuoyunun güvenine bağlamıştır. Erim, bu cevap karşısında istifasını geri alarak göreve devam kararı almıştır. Bkz. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin 27 Ekim 1971 tarihli bildirisi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi, Yer No: 5/5–21; Fihrist No: 6288–1]. Hemen ertesi gün ise Cumhurbaşkanlığından parti liderlerine birer davet gönderildiği anlaşılıyor. Bkz. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin 28 Ekim 1971 tarihli bildirisi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi, Yer No: 5/5–21; Fihrist No: 6288].
388 “Çankaya’da 3 saat 45 dakika süren toplantıdan sonra Erim hükümeti istifa etti”, Cumhuriyet, 27 Ekim 1971.


KIZILDERE OLAYI


Erim Hükümetinin ikincisi de beklentilere cevap vermekten uzaktı. Kabinede görev alan AP’li bakanların fazlalığı, Erim’in Demirel’e verdiği ödünlere rağmen karşılığında beklediği desteği bulamaması; CHP’lilerin bu hükümetle AP hükümeti arasında hiçbir fark göremediklerini ileri sürmeleriyle sonuçlandı. İkinci Erim hükümeti de böylece 17 Nisan 1972’de istifa etti.390 Şehir gerillası faaliyetleri de azalacağına artıyordu. Elrom cinayeti sanığı Mahir Çayan askeri cezaevinden, bir grup arkadaşıyla birlikte tünel kazarak kaçmayı başarmıştı.391 Firardaki Çayan bu kez, idam cezaları ile tecziye edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın salıverilmeleri için koz olarak kullanılmak üzere Ünye’deki NATO üssünde çalışan ikisi İngiliz, biri Kanadalı olmak üzere üç teknisyeni, arkadaşlarıyla birlikte kaçırmıştır.392

Şimdiki adı Ataköy olan Niksar’ın Kızıldere köyüne gelerek köy muhtarının evinde mevzilenen Çayan ve ekibi burada kuşatılıyor; 30 Mart 1972’de çıkan çatışma sonucunda Ertuğrul Kürkçü dışındaki, yukarıda isimleri sıralananlara ilaveten, gruba köyde dâhil olan: Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ömer Ayna ve Saffet Alp de hayatlarını kaybediyorlardı.393 Olayda dahli bulunduğu gerekçesiyle ünlü aktör ve yönetmen Yılmaz Güney’in de nezaret alındığı basında yer alan haberlerden biri olarak göze çarpmaktadır.394 Rehinelerin ise sağ olarak kurtulamadıklarının belirtilmesi gerekiyor. Terör eylemlerine girişenler hakkında dönemin siyasi işlerden sorumlu Başbakan yardımcısı E. Kur. Alb. Sadi Koçaş tarafından sarf edilen “gerekirse makabline şamil kanun çıkarırız” sözleri de büyük tepki uyandırmıştır. Koçaş’ın teröristlere gözdağı vermek için bu şekilde konuşmak zorunda kaldığı belirtilmektedir.395 Olaydan sağ olarak kurtulan tek isim olan Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü, hadiseyi şu şekilde anlatmaktadır:

Bizi Kızıldere’ye getiren sürecin başında biz Kızıldere’ye gideceğimizi bilmiyorduk. Biz Ankara’da güvenlik güçlerinin, diktatörlüğün takibinden kaçabilmek için bizim bulabildiğimiz son sığınaktı Karadeniz. Orada 1969-70’deki fındık üreticilerinin eylemlerinden beri gelen ilişkilerimiz vardı yerel devrimcilerle.  Ankara, İstanbul, İzmir, Adana’daki dayanaklarımız takip ve tevkifat yoluyla çökertilince geri kalanlar, biz irtibatlarımızı kopartıp Karadeniz’e geçerek

389 Sırrı Yüksel Cebeci, “Demirel ve polemik”, Tercüman, 2 Şubat 2006.
390 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945–1980), çev. Ahmet Fethi, s.353
391 “Mahir Çayan ve 4 arkadaşı askeri cezaevinde günlerce uğraşıp karyola demiri ile 15 metre tünel kazıp kaçtılar”. Günaydın, 1 Aralık 1971.
392 Çayan’la birlikte bu eyleme girişenler şunlardı: Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ertan Sarıhan ve Ahmet Atasoy. Hayatlarını kaybeden bu 10 şahsın isimlerinin kamusal alanlara verilmesi gerektiği; bu isimlerin emperyalizmin güdümündeki Türkiye’nin bağımsızlığı için mücadele eden devrimciler oldukları savıyla meclise verilen bir teklif için bkz. TBMM Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanlığının 02.04.2012 tarih ve 303 sayılı yazısı.
393 “Üç masum İngiliz’i öldüren şakiler ölü ele geçtiler”, Hürriyet, 31 Mart 1972.
394 Hürriyet, 28 Mart 1972.
395 Altuğ, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, s.66 vd.

kendimizi hem güvenliğe almak hem de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamdan kurtulmaları için bir hamle yapmadan bu idamları seyretmemek için orada, Ünye’de bulunduğunu bildiğimiz radar üssündeki -o zamanki adla adlandırmamızla- ajanları almak için gittik fakat olaylar bizim kabiliyetlerimizden daha hızlı gelişti, çok büyük bir hızla Deniz’lerin idamı Yargıtay’da onaylandı, Meclisin önüne geldi, Meclis onayladı ve biz orada tam olarak kendi yerimize yerleşememişken harekete geçmek zorunda kaldık 26 Mart günü çünkü 26 Mart akşamı Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, infazlar için darağaçlarının kurulduğuna dair bir bildiri yayınladı. Bunun üzerine biz, 26 Mart gecesi Ünye’de NATO üssünde çalışanların kaldıkları bir apartmana girerek onları rehin almak üzere harekete geçtik fakat o akşam başarılı olamadık çünkü bizim aracımız yoktu, onlara ait olan bir araç ile gerçekleştirebilirdik eylemi ancak o araç da çok uzun süre görünmedi, tam biz harekete geçmeye çalıştığımız sıra teravih namazından insanlar çıkıyorlardı, o nedenle de akamete uğradı ve ertesi güne bıraktık. Ertesi gün yani bu 25–26 Mart herhâlde işte 25 Mart gecesi, 26 Martta ertesi gün. Biz orada iken haber aldık ki Ünye ve Fatsa’ya Ankara’dan komando birlikleri sevk edildi, bizim orada olduğumuza dair istihbarat alındı, Fatsa’daki arkadaşlarımız daha sonra “Terzi Fikri”396 olarak bilinen Fatsa Belediye Başkanı olan arkadaşımızın gözaltına alındığını öğrendik, avukatların gözaltına alındığını öğrendik ve şu ikilemle karşı karşıya kaldık: Aslında, daha önceden Kızıldere’ye saklanmaları için gönderdiğimiz arkadaşlarımızın yanına Deniz’lerin kurtarılması için takas edilmek üzere rehine alarak gitmekten başka bir yol kalmadı. Bunu aramızda tartıştık. Uygun olduğunu düşünenler oldu, düşünmeyenler oldu. Netice olarak buna karar verildi. Biz o akşam, işte, daha sonra çatışmada ölen Nihat Yılmaz arkadaşımız -aramızda tek şoförlük bilgisine sahip olan oydu- o gitti araç orada mı baktı, eğer oradaysa şapkasını çıkartarak evin önünden geçecekti, şapkasını çıkarttı, onun üzerine biz gittik eve, bir arkadaşımız subay kıyafeti giymişti Hüdai Arıkan.397 Ankara’dan makamlardan geldiğini kendi, önemli bir şey konuşacağımızı söyleyerek kapıyı açtırdık içeri girdik, herkesi teslim aldık, aralarından 3’ünü398 rehin alarak araca koyup Kızıldere köyüne gittik. O süre içerisinde, bizim bu faaliyetimizden, Kızıldere köyüne gittiğimizden kimsenin haberi yoktu, dolayısıyla burada bir hani ihbar o aşamada söz konusu değil fakat tabii, bu komando birlikleri, kontrgerilla ekipleri orada bize yardımcı olanların üzerine çöküp işkenceye başlayınca daha önce Kızıldere köyüne giden üç arkadaşımızı oraya götüren kamyona kılavuzluk eden bir insan, aslında tam olarak ne sorduklarını da bilmeden ama o köye insanlar götürdüğünü söylüyor ve onları ağıllara kadar götürdüğünü söylüyor. Bu bilgi, sorgulamalar sonrasında, bizim köye varmamızdan sonra ele geçmiş oluyor. Bu takip yoluyla Kızıldere köyüne ulaştılar. Biz de rehinelerle birlikte köye vardığımızda sabah gün ağarmak üzereydi, arabayla çıkmadık, arabayı iki arkadaşımıza, Nihat Yılmaz ve Ertan Saruhan’a verdik, onlar başka bir yere gidecekler, mümkünse Yeşilırmak’a devirecekler arabayı ve Ankara’ya gideceklerdi ancak onlar daha uzağa gitmeden Tokat çıkışında arabayı bırakıp tekrar geri bizim yanımıza gelmişler. 

396 12 Eylül öncesindeki Fatsa olayları esnasında da bu ilçenin belediye başkanı olan “Terzi Fikri lâkaplı Fikri Sönmez’in belediye başkanlığında uygulanan mini bir Sovyet deneyimi olarak nitelendirilen yönetim biçimi karşısında devlet otoritesini temsil edenlerin duyduğu tedirginlik had safhadaydı. Fatsa, solun gözünde kurtarılmış bir bölgeydi”. Bkz. Cengiz Sunay, Türk Siyasetinde Sivil-Asker İlişkileri (27 Mayıs-12 Mart-12 Eylül ve Sonrası), Ankara: Orion Kitabevi, 2010, s.238.
397 Karacı üsteğmen üniforması, bkz. Uğur Mumcu, Çıkmaz Sokak, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1979, s.14.
398 Kaçırılan rehinelerin milliyeti ve isimleri şunlardır: Kanadalı John Stuart Law; İngilizler Gordon Bonner ve Charles Lawrance Turner. Bkz. Mumcu, Çıkmaz Sokak, s.54.

Araba bulundu. Dolayısıyla bizim hangi yarıçaptaki bir alan içerisinde olabileceğimize dair pek çok belirti ortaya çıkmış oldu.
Daha sonra sorgular sırasında işte, bana hani bizi nasıl bulduklarını anlatırken övünerek işte Land Rover’ın karda bıraktığı izleri de gördüklerini, topçu uçağından, söylediler ama bu doğru mudur, değil midir onu bilmiyorum. Netice olarak bizi kendi irtibatlarımızın işkenceye dayanamayarak çözülmüş olması ele verdi ve o ağıllara geldiklerinde… Biz de sabaha karşı köye vardığımız için akşama kadar beklemek üzere o ağılda kaldık, konserve ve sigara izmaritleri ve artıkları orada müşahede edilince köyde olduğumuza dair kanaat uyanıyor, köyün etrafı çevreleniyor. Tabii, biz bir gece önce Niksar civarındaki hareketlilik hakkında bilgi sahibi olmuştuk, o evi terk etmek istiyorduk fakat tanıdığımız bir çevre değildi, hiçbir dayanağımız yoktu, köylüleri de tanımıyorduk, aslında bizi evinde barındıran insanı da tanımıyorduk. O, üç arkadaşımızı saklayacak diye işte, hatır gönül ilişkisi içerisinde onları almıştı, biz eve girince, bir anda evin içerisinde işte, biz 14 kişi olduk rehinelerle birlikte. 11 kişi biziz, 3 de rehine 14 kişi. Ev ahalisi de vardı 5–6 kişi yani 20 kişi, üç odalı bir evin içerisinde, olacak gibi değil. Ev sahibi tedirgin oldu, işte o da istiyor biz gidelim fakat nasıl gidelim? Evden çıkamadık o gece. Ertesi gün işte bize at bulacaktı, biz onunla gidecektik fakat o da başına gelecekleri anlamış, işte bir kâğıt yazmış işte “Evime zorla girdiler.” diye, vermek için. Sabaha karşı -işte biz nöbet tutuyoruz- yani gün ağardığında bir arkadaşımız şey yaptı yani “Askerler geliyor.” dedi, baktık hakikaten 2 asker eve doğru geliyor, biz daha yukarıdan bakıyoruz ve diğerleri de sürünerek evin etrafını kuşatma altına alıyorlar. Bunun üzerine ev sahibine dedik ki “Ya, git bak, ne oluyor?” zaten kapıyı çaldı askerler. O evden çıktı, bir daha da eve geri dönmedi. Askerlere teslim olmuş, mektubu da vermiş. Biz tabii, bunu bilmiyoruz. Biz kendi kaldığımız odanın da kapısını kapatıyoruz ve uzun süre yani işte, 15–20 dakika ses gelmeyince çıktık evin içine baktık, işte dışarıdan da sesleniyorlar megafonla. İşte 12–13 yaşlarında bir çocuk daha küçük 2 çocuğu almış camdan gösteriyor, işte dışarıdan resim çekiyorlar besbelli. “Vay vay vay çocukları da rehin almışlar.” falan diye laflar geliyor.
Ben anladım ki şey, hani mizansen kuruluyor, çocukları evden kovaladık, evin işte içerisini, kapıları tahkim ettik erzak çuvallarıyla yani çatışma anı geliyor, onu anladık. Bize telkin edildi yani işte “Teslim olun, etrafınız sarılmıştır.” falan diye ancak görüştük “Hayır, teslim olmayacağız.” dedik. Bunun üzerine, işte kuşatmaya alındı ev, birkaç kere işte “Görüşmek istiyoruz.” dediler. Bu, işte, toprak damlı bir ev fakat bir kiremit çatı da örtülmüş üzerine. O çatıdaki kiremitleri kırarak dışarıyı görüyoruz, insanlarla konuşuyoruz. Helikopterler inip çıkmaya başladı.399
En son yani çatışmanın başlayacağı anda şöyle bir talep oldu, dediler ki: “İçinizden biri çıksın görüşmek istiyoruz.” Daha önce de bu İngilizleri görmek istemişlerdi, o zaman ben çıkartmıştım çatıya. Mahir “Bunlarla bir görüş, ne istiyorlar?” diye söyleyince ben de çıktım yukarı, çatıdan başımı çıkarttım, bir anda askerlerin makineli tüfek yuvalarına doğru girmeye başladıklarını, insan hareketlerinin yani insanların siperlere yatmaya başladıklarını görünce tedirgin oldum, geri çekildim. Ben tam geri çekilirken peş peşe herhâlde iki el silah sesi geldi. Şimdi tahmin ediyorum ki -yani daha sonraki bilgilerimden de- bu bir keskin nişancı atışıydı yani onlar Mahir’in çıkacağını ve bizi başsız bırakacaklarını onu vurarak düşünmüş olmalılar ki öyle ateş ettiler fakat o tutmadı ama hemen arkasından makineli tüfek ateşi başladı, biz kendimizi çatıya açılan delikten aşağıya attık, en son Mahir kalmıştı, onun kafasından vurulduğunu ben, aşağı düşünce anladım. 

399 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].

Ondan sonra biz de işte dışarıya doğru ateş ettik fakat biz hedef göremiyoruz, zaten atış menzilinin dışında duruyorlar, bizim kimseye bir zarar vermemiz söz konusu olmadı, bütün çatışmadan 1 asker eli yaralanarak çıkmış, orada başka bir zayiat yoktu. İşte, bu makineli tüfek atışından sonra bir ateş kesildi. O arada İngilizler hayatlarını kaybettiler. İşte, 2 Kanadalı 1 İngiliz’di ya da tersiydi, şimdi çok iyi hatırlayamayacağım. Ondan sonra bize denildi ki “Ateşi kesin.” zaten ateş kesilmişti. Bir bekleme süreci başladı fakat biz anladık ki eve saldırı kaçınılmaz. İşte giriş kapısını çuvallarla tahkim ettik. Evin ateş geçirmeyen tek yeri ortadaki koridor çünkü kerpiç olduğu için duvarlar makineli tüfek ateşiyle delik deşik olmuş. Arkadaşlar o kapının girişine oturdular, ben de eve girilmesi ihtimali olan bir başka geçiş var arkada samanlıktan, helâdan geçerek eve doğru gelen bir yol var orayı tahkim ettik çuvallarla, ben de orada bekliyorum işte ve şey başladı, işte bir Saffet bizim aramızda, o teğmen, hava kuvvetlerinden yani onun deneyimi var diye, dedik “Nedir bu?” dedi “Havan atıyorlar.” İşte bir patlama oluyor ondan sonra bir süre sonra evin yanında, önünde patlamalar oluyor, sonunda evi buldu yani hedefi buldular ve eve doğru atış gelince arkadaşlar da ellerindeki el bombalarının pimlerini çektiler, ben de ön tarafta siper aldım işte oradan artık bu bombalama kesilir, eve girerlerse karşılık verilecek fakat şey daha uzun sürdü yani tam olarak sayısını bilemiyorum, 10’a yakın bu roketatar ya da havan topuyla atış oldu. Arkadaşların bulunduğu bölüme sonuncusu geldi ve topluca bir infilak oldu, ben kendimi yere yapıştırdım. Hemen arkadaşların yanına koştum, bombalamalar devam ediyordu. Aralarından hiç kimsenin sesi… Yanıt alamadım çağrılarıma. Bunun üzerine ev çökecek diye yan tarafa geçtim, orada işte bir orta direği var saman deposunun, onun arkasına siper aldım ve bekliyorum fakat bir süre sonra içeriden silah sesleri kesilince ya da bir karşılık alamayınca bunun üzerine eve girmeye karar vermişler. Tahmin ediyorum ki, daha sonra iddianameden gördüğüm, bir şekilde kendi olanaklarıyla evin içini de dinlediklerini anlıyoruz. Eve girmeye karar vermişler. Ben o samanların arasında büyük orta direğin gerisinde beklerken eve yakın olan geçişten içeri 2 kişi girdi ve işte birisi dedi ki: “Ya, samanların arasına girmiş olabilirler, çatıya çıkmış olabilirler.” Öteki de dedi ki: “Ya, yangın çıkar diye girmezler, sen yine de bir tara.” Taradı, benim dizlerimin altından geçti mermiler ve derhâl içeri girdiler. Birisi bağırıyordu işte “Var mı lan canı bağışlanacak?” diye fakat tabii ki bence -ben o bölümü görmüyorum artık- öyle bir yanıt yoktu fakat daha sonra ben yakalandıktan sonra beni yakalayan askerler dediler ki: “Saffet Alp sağdı yani yaşıyordu, konuşmak istiyordu ancak onu alnından vurdular.” Bana böyle söylendi fakat o askerin adını hatırlamıyorum, o zaman bir görevli astsubaydı. Saffet’in kardeşi Fikret Alp, yıllardır bu meselenin aydınlanmasını ister, bunun için çaba gösterir fakat bir sonuç bugüne kadar almadı.400

Şimdi, benim buradan hâlâ fark edilmemiş olmamın sebebini tabii ki daha sonra ben anladım. Ev sahibi evdekilerin sayısını 13 olarak bildiriyor. 10 tane bizden var, 3 tane de rehine var. Hâlbuki biz 11 kişiyiz. Onlar evde 10 ağır yaralı ya da ölü bulunca herkesi ele geçirdiklerini düşünüyorlar. Benim onlar arasında olmayabileceğimi düşünmedikleri için birini bana benzetmeye çalışıyorlar ve Nihat Yılmaz’ı bana benzetmişler. 

400 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].

Nihat Yılmaz da o zaman arananlar listesinde yok. O, ne olduğu ve kim olduğu bilinen yani kayıtlara geçmiş bir arkadaşımız değil ve Nihat Yılmaz…Şimdi, yani bana doğru hiç kimse yönelmediği için onu kullanmak zorunluluğu da doğmadı ve ben bekliyorum yani zaten gelecekler diye fakat bir türlü gelmiyorlar çünkü anlıyoruz ki onlar, orada beni ölü bulduklarını düşünüyorlar ve zaten o akşam ilan edilmiş bu. Babam işte bunu haber alınca yola çıkıyor yani oğlunun cenazesini almak için. Daha sonra hani, babamla konuştuğumda bana anlattığı: Nihat Yılmaz’ın cenazesini ona vermek için çok ısrar ediyorlar, o da diyor ki: “Hayır, bu benim oğlum değil.” “Ya nasıl değil senin?” Onlar bunun gerçek olabileceğine yani benim ölmemiş olabileceğime inanmıyorlar, babamın onları kandırmaya ya da bu ölümü kabul etmemeye çalıştığını düşünüyorlar. Babam direniyor, çok zorluyorlar, tehdit ediyorlar. Bunun üzerine eve “Bir kere daha eve bakın.” diye Niksar Jandarma Komutanlığından bir müfreze yolluyorlar. Belki de benim bugün hayatta olmamın nedeni kontrgerillacıların değil de o sıradan jandarma müfrezesinin köye gelmiş olmasıdır çünkü onlar olmuş olsaydılar herhâlde diğer arkadaşlardan bana farklı davranmazlardı fakat ötekiler usulen bir arama yaptıklarını düşünüyorlardı hatta ben onlar gelince iyice gizlendim, komutanın sesini duyuyorum, diyor ki: “Karıştırın da aradığımız belli olsun.” yani sonradan “Aradınız mı, aramadınız mı?” derlerse hani bir şey olsun diye. Sonra da bir asker geldi, bir yabayı bana tam saplıyordu ki olduğum yere, ben doğruldum, o yabayı attı kaçtı. Çağırdı, dışarıdan dediler. “Çık, teslim ol.” ben de bıraktım silahı, çıktım. Şimdi, benim yakalanmam böyle oldu.401
Kürkçü ve grubunun, yabancı teknisyenleri kaçırma planı öncesinde daha ses getirici bir eyleme girişmeyi düşündükleri; bu sebeple, AP lideri Süleyman Demirel ismi üzerinde durduklarını; kendisiyle Niğde Kapalı Cezaevinde, merhum Uğur Mumcu’nun yaptığı bir mülakatta anlatmaktadır.402 

Bu hususun bir kez daha sorulması üzerine Kürkçü, şu cevabı vermektedir:
Evet, biz bunu düşündük fakat buna gücümüz ve imkânımız yetmedi. Hem iyi korunuyordu hem de biz onun için yeterince donanımlı değildik fakat tabii bununla ilgili bir tane anekdot daha önce de başka yerde anlatmıştım, ben sorgudayken o zaman, şimdi hayatta mı değil mi bilmem, MİT’çi İstanbul Bölge Başkanı Eyüp Özalkuş bana dedi ki: “Ya, madem Demirel’i kaçıracaktınız -siz hiç siyasetten anlamıyorsunuz- bize bir haber uçursaydınız bir şekilde biz korumayı kaldırırdık.” Yani Demirel’den kurtulmak istediklerini ima ediyor fakat bunun ben tamamen bir şaka olmadığını ben de bir fantezi olmadığını… Böyle bir zihniyetin, böyle bir düşüncenin ortada olduğunu şuradan da tahmin ettim ki, mesela Gürler’in Cumhurbaşkanı seçilmesine Demirel itiraz ettiğinde Demirel’in evinin etrafındaki korumalar kaldırılmıştı. Yani demek ki bir Demirel’in başına bir şey gelsin isteği onun rakipleri arasında vardı besbelli fakat biz onu başaramadık. Bizim de bunu yapmak istememizin sebebi Meclisteki oyların sahibi o olduğu için hani arkadaşlarımızın idamı için oy kullanmamaya arkadaşlarını teşvik edeceğini, bunun sağlamak için bir çare olduğunu düşündüğümüzden.403

401 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
402 Mumcu, Çıkmaz Sokak, s.54.
403 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].


GEZMİŞ, İNAN VE ASLAN’IN İDAMI

THKO örgütü ile ilgili davaya 16 Temmuz 1971’de başlanmış, karar 9 Ekim 1971’de belli olmuştur. İdam kararları 10 Mart 1972’de TBMM'de 53 ret ve 6 çekimsere karşı 238 oyla onaylanmıştır.404 Meclisteki görüşmelerden sonra bu konu Senato gündemine gelmiştir. Senato Araştırma Komisyonu:
“Deniz Gezmiş ile Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın; Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu yasa ile teşekkül etmiş olan TBMM’ni ıskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs etmek suçlarını işlemiş bulundukları anlaşılmış olduğunu”, bu nedenle idam cezasına çarptırılmaları gerektiği yönündeki raporunu Meclis’e sevk etmiş ve kabul edilmiştir.. 23 Mart 1972’de kararın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasının ardından CHP, Anayasa Mahkemesine başvurmuş, yasasın usulden bozulması talebinde bulunmuştur. 6 Nisan 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarını öngören yasaya CHP'nin itirazı kabul edilmiş, Anayasa Mahkemesi 3 idamla ilgili yasayı iptal etmiştir.405 Mahkemeye göre yasa Meclisten, Anayasa’nın 85. maddesine aykırı biçimde çıkarılmıştır. 24 Nisan 1972’de toplanan Meclis, 2 çekimser, 48 ret oyuna karşı 273 oyla idamları "tekrar" kabul etmiştir.406
Senatonun da kararı onaylamasıyla 6 Mayıs 1972’de Gezmiş, İnan ve Aslan hakkında idam kararları Ankara Cebeci Sivil Kapalı Cezaevi’nde yerine getirilmiştir.407
Kurtul Altuğ, idamlar ve Nihat Erim arasındaki ilişkiyi şu sözlerle aktarmaktadır:
Burada tarihî belgeler vardır ve bunların hepsi 12 Marttan itibaren yani 12 Mart Hükümetinin kuruluşundan itibaren, bizim ayrılışımıza kadar 11 değişik bakanın, yani 11 tanesi dışarıdan tayin edilmişti, reformcu bakan diye. O reformların hiçbirisinin nasıl yapılamadığını, neden yapılamadığını… Biz ayrılmak zorunda kaldık. Ondan sonrasını bilemiyoruz. Tabii, bir sonra Ferit Melen gelmiştir. Ben Ferit Melen meselesini, Nihat Bey’e yakın dostum olduğu için, sorduğum zaman bana dedi ki: “Ben hayatımda, bir Anayasa hukuku profesörü olarak, insan asacak adam değilim. Onun için onlara bunu tavsiye ettim.” “Kimi tavsiye ettiniz?” dedim. “Ferit Melen’i” dedi ve ondan sonra, hatırlayacaksınız, bugün çok tartışması yapılan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılması kararı Meclisten geçti ve o kararı uygulayan Başbakan da Sayın Ferit Melen’dir.408
İnfazların gerçekleştirildiği gün Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Ekin’e bir suikast girişiminde bulunuldu. Eken ve yaverinin yaralı olarak kurtulduğu suikastta bir er hayatını kaybediyordu.409 İşin daha trajik tarafı: İdamların infaz edilmesi sonrasında tutulan zabıtta, İnan ve Aslan’ın 25 dakika içinde öldükleri, Gezmiş’in ise 50 dakika boyunca ipte kaldığı anlaşılmaktadır. 

404 Milliyet, 11.3.1972, s.1.
405 Anayasa Mahkemesi Kararları, Resmi Gazete, 24.7.1972, No:14255.
406 Milliyet, 25.4.1971, s.1.
407 Milliyet, 7.5.1972, s.1.
408 Kurtul Altuğ’un 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.10–15.20].
409 “Üç kişinin idamı Ankara Merkez Cezaevinde aynı sehpada ve birbirlerinin peşi sıra infaz edildi”, Yeni İstanbul, 6 Mayıs 1972. “Kalkın Ey Ehl-i Vatan”, Yeni İstanbul, 6 Mayıs 1972.

Bu durum, Gezmiş’in idamının sorunlu ve acılı olduğu iddialarına geçerlilik kazandırmaktadır.410 Türk solunun sembol isimleri haline gelen bu üç gencin idamı, bugün bile hâlâ arkasından ağıt yakılan bir hadisedir.411 Demirel, idam kararları karşısındaki tavrının eleştirisine karşı şunları söylemektedir:
Bu 3 çocuğun asılması hikâyesi. Bu talihsiz bir olay. Yalnız, orta yerde mahkeme kararı var, orta yerde Meclis kararı var, orta yerde Türkiye Büyük Millet Meclisi, orta yerde Cumhurbaşkanın imzası var. Yani bütün hukuki lâzımeler var. Meclisteki durum da şudur: Evet, bir kısım kimseler rey vermiştir, bir kısım vermemiştir. 277 “evet”, kaynağına göre, 56 mı ne “hayır” 277 oy var. O günkü günleri düşünüyorum.412 O günkü günler içerisinde banka soyuluyor, adam öldürülüyor, yol kesiliyor, çok tedirginlik var Türkiye’de. “Buna bir şey yapmıyorsunuz.” diye gelmiş, bizim hükümetimiz yok orta yerde, biz hükûmet değiliz. Hükûmet devam eden bir hükûmet değil. Ben kimseye “Bunlar asılsın.” falan da demedim. Yalnız, benim kimseye karşı intikam duygum yoktur. Sonra, o çocukların asılmasıyla Adnan Bey’in, Fatin Bey’in veya Hasan Bey’in intikamı nasıl alınacak? Bir alakaları yok yani adamların, bir alaka yok yani. İki cephe olunmuş da bunların bir kolu düşman, bir kolu dost, böyle bir şey yok. O çocuklar Marksist, Leninist gruplara ait, bu taraf da ihtilalcilerin kadrine uğramış bir… Yani oradaki tartışmalar bence demagojidir ve yakışır yalandır netice itibarıyla. Ben de üzülüyorum ama o gün öyle olmuştur. O günün hesabını bugün yapamayız. O günkü şartları şu anda yaşamıyoruz, yaşamayız, inşallah yaşamayız o şartları.413
Demirel’e; Gezmiş, İnan ve Aslan’ın idam cezasıyla tecziyesine hükmeden mahkemenin başkanı Ali Elverdi ve savcısı A. Baki Tuğ’un liderliğini yaptığı AP ve Doğru Yol Partisi’nden milletvekili seçilmeleri hususunu izahı istendiğinde Demirel, şunları söylemiştir:
Şimdi, şöyle söyleyelim: Kamplaşmışsınız, yani bir tarafı Ali, bir tarafı Veli. Burada kimsenin kimseye merhameti yok yani kamplaşmışsınız. O, görevini nasıl anlıyorsa öyle yapıyor, bu da görevini nasıl anlıyorsa öyle yapıyor. Görevini anladığı gibi yaparken eğer kanunlara, nizamlara aykırı bir şey yapıyorsa ayrı mesele ama Ali Paşa öldü gitti, bir kahraman adamdı ve Talat’ın elinden Radyo Evini alan adamdır. Bir de meziyetlerini sayalım. Yani eğer Talat, Radyo Evini eline geçirebilseydi o 1962 ihtilalini başarmıştı. Bir askerlikte gayet yüksek sicili olan bir adamdır.414 Ali Paşa, mahkeme başkanıymış. Mahkeme başkanı olarak görevini yapmış. Yani o kararları mahkeme olarak vermişler. Mesele, Ali Paşa’dan ibaret değil ki. Sonra, o temyize gitmiş, temyizden Meclise gelmiş, Meclisten Cumhurbaşkanına gitmiş, gitmiş, gitmiş… “Millî irade” dediğiniz nedir? Millî irade meclistir. 

410 Ali Elverdi, Bu Vatana Kastedenler (Ali Elverdi Paşa Anlatıyor), İstanbul: Yeni Asya Yayınları, 1977, s.84.
411 Nihat Behram, Darağacında Üç Fidan, İstanbul Gendaş Yayınları, 1996.
412 Deniz Gezmiş, Yusuf Asla ve Hüseyin İnan’ın Ölüm Cezalarının Yerine Getirilmesine Dair Kanun Tasarısına Verilen Oyların Sonucu, Millet Meclisinde: Üye sayısı: 450; Oy verenler: 323; Kabul: 273; Red: 48; Çekimser: 2; Oylamaya katılmayanlar: 118; Boş üyelikler: 9. Deniz Gezmiş, Yusuf Asla ve Hüseyin İnan’ın Ölüm Cezalarının Yerine Getirilmesine Dair Kanun Tasarısının Birinci Maddesine Verilen Oyların Sonucu, Cumhuriyet Senatosunda: Üye sayısı: 183; Oy verenler: 145; Kabul: 111, Red: 34; Çekimser: 0; Oylamaya katılmayan: 36; Boş üyelikler: 9’dur. Demirel de kabul oyu kullananlardandır. TBMM Tutanakları [Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan) İdam Görüşmeleri–2, BDS Yayınları, 1988, s.200, 201, 263.
413 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
414 Ali Elverdi’nin radyo evinde yaşananlar konusunda anlattıklarıyla; 21 Mayısçıların anlattıkları birbirinden farklıdır. Aydemir, Elverdi’nin ayaklarına kapandığını iddia etmekteyken; bkz. Talat Aydemir. Ve Talat Aydemir Konuşuyor, İstanbul: May Yayınları, 1966, s.358. Elverdi bunu inkâr etmektedir. Bkz. Emin Çölaşan, “Ben Korkacak Adam mıyım? ”İcraatın İçinden, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1987, ss.296-309.

İşte millî iradeye uygun yapılmış. Yani ama ya olmasaydı? Keşke olmasaydı ama millî iradeye uygun yapılmış, burada bir cinayet işlemi yok orta yerde. Mahkemeye gitmiş. Mahkeme bu ülkenin mahkemesi değil mi? Hepsini inkâr ederek eğer derseniz ki: “Bunların hepsi yanlış.” O zaman, bugün sizin yaptığınız işlere de “yanlış.” derler, dün benim yaptığım işlere de “yanlış” derler. O zaman, idareyi tutturamazsanız, idare tutmaz.415
Ertuğrul Kürkçü ise bu hadiseyi içine CHP’yi de katarak başka bir cepheden yorumlamaktadır:
Ben dönemin politik partilerinin bu darbe karşısında ya da kendilerine yönelmiş olan darbe karşısında son derece ilkesiz hareket ettiklerini düşünüyorum. Bakın 12 Mart Muhtırasının arkasındaki komutanların bir tanesi Cumhuriyet Halk Partisinin cumhurbaşkanı adayıydı, Muhsin Batur ama İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün de Adalet Partisinin milletvekili adayı idi. Hani Adalet Partisine karşı askeriye hareket etmişti. Oysa 12 Martın sorumluluğunda bu komutanların hepsi ortak ya da Ali Elverdi sıkıyönetim mahkemesi başkanı Adalet Partisi tarafından korundu, kollandı. Diyeceğim, yani bu şey Silahlı Kuvvetlerin Türkiye de tanzim edici bir rol oynadığı düşüncesi siyasi partiler tarafından da kabul gören bir düşünce olduğu için insanlar faaliyetlerini kolayca icra edebildiler.416

“MARMARA” YOLCU GEMİSİNİN YAKILMASI OLAYI

Olay 4–5 Mart 1972 gecesi, bakım için Haliç tersanesine alınan geminin içkiye düşkün nöbetçi kamarotunun 50 bin lira karşılığında elde edilmesiyle başlamıştır. İçkiye düşkün olduğu iddia edilen bu kamarot önce çok miktarda alkol ile sarhoş edilip sızdırılmıştır. Sızan kamarotu gemiye getiren eylemcilerin, tersane bekçisine, kamarotu gemiye bindirmeye geldiklerini söyleyerek gemiye girmeyi başarmaları; ardından temin ettikleri yağlı bez parçalarını tutuşturarak yanma hadisesinin gerçekleştirilmesini sağladıkları iddia edilmiştir.417

SIKIYÖNETIM UYGULAMALARI

12 Mart Muhtırası’nın önemli nedenlerinden biri olarak görülen kamu düzeninin bozulması olgusu, kamu güvenliğinin sağlanabilmesi yönünden sıkıyönetimin ilanını gerekli kılmıştır. Nitekim Erim Hükümeti’nin kurulmasının ardından 11 ilde (İstanbul, Kocaeli, Sakarya, İzmir, Zonguldak, Eskişehir, Ankara, Adana, Hatay, Diyarbakır, Siirt) sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bir ay için ilan edilen sıkıyönetim, çıkan bazı olaylar ve yakalanan bazı silahlı kişiler nedeniyle iki ay daha uzatılmıştır.418 

415 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
416 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
417 Türkiye Gerçekleri ve Terörizm (Beyaz Kitap), s.96.


Sıkıyönetim daha sonra 11 ilde ikişer aylık sürelerle 26 Ocak 1973 tarihine kadar uzatılmıştır. 26 Ocak 1973’te Sakarya ve Zonguldak’ta sıkıyönetim kaldırılırken, diğer illerde yine uzatılmıştır. 27 Mart 1973’te İzmir ve Eskişehir’de, 27 Mayıs 1973’te Adana, Hatay ve Kocaeli’de, 27 Temmuz 1973’te Siirt’te, 27 Ağustos 1973’te Diyarbakır’da, 27 Eylül 1973’te de İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim kaldırılmıştı.419

Sıkıyönetimin gerekçesi “Ülkede uzun süreden beri gözlemlenen çıkarcı çevrelerin tutumu anarşik nitelikteki eylem ve davranışların sadece kamu düzeni ve güvenliğini bozucu maksatlarla devletin temel nizamına, yurt bütünlüğüne, vatan ve laik cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma mahiyetini aldığını gösterir kesin belirtilerin ortaya çıkması” olarak açıklanmıştır. Sıkıyönetim kararı Mecliste ve Senatoda büyük bir çoğunlukla onaylanmıştır.420

418 Cumhuriyet, 26.5.1971, s.1.
419 Üskül, a.g.e., s.196.
420 Milliyet, 27.4.1971, s.1.

16 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK.,