5 Ocak 2020 Pazar

SİNAGOG SALDIRISININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

SİNAGOG SALDIRISININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ 

OCAK 2004 - 
Milli Çözüm Dergisi 
Yazar Diğer Yazarlar 
01 Ocak 2004 


Bu Arada, İstanbul'da 15 Kasım Cumartesi günü 2 Sinagok ta ve ibadet esnasında meydana gelen ve maalesef onlarca ölü, yüzlerce yaralı 
ile neticelenen menfur ve mel'un (nefret edilen velanetlenen) patlamaları, acaba hangi odaklar ve hangi amaçla tertiplemişti?.. 

Bu sorunun cevabı üzerinde durmamız, halkımızı ve özellikle Milli şuur ve sorumluluk erbabını uyarmamız gerekiyor. 

Acaba, bu vahşi saldırılar, Türkiye'yi ve bölgeyi karıştırmayı hedefleyen hıyanet merkezlerinin ve içimizdeki dış güçlerin bir eseri miydi? 
Önce, ABD Büyük elçisi Eric Edelman 'ın, Şeytan Senaryosunu hatırlayalım: 
Daha önce gittiği bütün ülkeleri karıştıran... Etnik ve mezhep kavgalarını kızıştırıp iç savaşlar çıkaran... O ülkelerin parçalanıp dağılmasına yol açtığı için adı "fesatçı Siyonist" e çıkan vegittiği her yerden "istenmeyen adam" olarak kovulan, Annesi İstanbul Yahudisi Ukrayna göçmeni  Eric Edelman, en kritik bir dönemde, özenle ve özellikle seçilip Türkiye'ye gönderildi. 

"Sesar" tarafından hazırlanan çok önemli ve tehlikeli bir rapor, 15 Kasım 2003 Milli Gazete'de deşifre edildi. 
Eric Edelman şeytanının bu sinsi planına göre, Türkiye ve bölgemiz üç aşamalı bir süreçte vede bir-iki yıl içerisinde, ekonomik ve siyasi çıkmazlara ve çatışmalara sürüklenip, iyice güçsüz ve çaresiz bir konuma getirildikten sonra, bütünüyle İsrail'in güdümüne girecektir. 

1.Yasal ve sosyal alt yapı ve manipülasyon aşaması 
2.Yeni siyasi organizasyon ve provokasyon aşaması
3.Kesin sonuca yönelik aksiyon aşaması 

1.Aşama: 
a-Marazlı medya ve münafık yazar-yorumcular marifetiyle "fitneyi körükleme" süreci başlatılacak 
b-Önce ordu ile diğer devlet kurumları arasındaki makas daha da açılacak 
c-Darbe söylentileriyle ordu yıpratılacak ve "halkın zoraki tahammül ettiği ama "huysuz vedespot tavrına içerlediği" bir kurum haline sokulacak 
ç-Sermaye imparatorluğunda ve İstanbul baronluğunda, uyumsuz ve cırtlak ses çıkaran ekiptasfiye edilip, küresel projeye tamamen teslimiyetçi kadrolar öne çıkarılacak 
d- "Yerel yönetim tasarıları, federatif yapı hazırlıkları" ile ilgili yasal çalışmalar hızlandırılacak 
e-Bazı karizmatik liderler (Apo gibi) hapisten çıkarılarak yeni partiler oluşturulacak, 
f-Kıbrıs'ta Rauf Denktaş'ın ve yandaşlarının, seçimleri kaybetmesi için her türlü önlem alınacakve bu Türkiye'deki Milli Cephenin yenilgisi şeklinde sunulacak 

2. Aşama: 

a-AKP içindeki çatlak büyütülecek ve yeni siyasi organizasyonlar gündeme getirilecek 
b-İran ve Suriye'ye karşı ABD'nin kışkırtmasıyla bir çatışmaya girildiğinde, tamamen İsrail yanlısı yeni bir hükümet oluşumuna gidilecek 

c-TSK iyice yalnızlığa itilecek ve kurum iç çekişmelerle meşgul edilecek 
bu maksatla:

-1. TSK Beyin merkezinin Kara Kuvvetlerinden Hava kuvvetlerine kaydırılması 

-2. AWACS projesi ve Uzay Kuvvetleri Komutanlığı gibi projelerin hızlandırılması 

-3. Darbelerin hep Kara Kuvvetlerince yapıldığı fikrinin gündemde tutulup, bu kurumun yıpratılması hedeflenecek. 

-4. Hava Kuvvetleri Komutanı Org. İbrahim Fırtına, kendi kullandığı F 4 uçağı ile 20 Ekim günü İsrail'e gitmesi ve orada İsrail'li meslektaşı Tümgeneral Dan Halutz ile iki ülke arasındaki askeri işbirliği konuları üzerine görüş alış verişinde bulunup, ayrıca iki ülkenin gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceği ortak tatbikatlar da görüşmelerinde ele alınıp, bir gün sonra dönmesi!.. 
[1] 

-5. Bu arada M. Ali Birand'ın Posta gazetesinde [2] 

"Eskiden Kara Kuvvetlerinin tank-top-mekanize ve piyadeye dayanan ağırlığı, büyük hızla teknoloji ağırlıklı Hava gücüne kaydı. 21 inci asırda Türkiye'nin karşı karşıya kalacağı tehditler ve genel olarak Ordu'lar da görülen bu değişimi TSK nasıl omuzlayacak? Eğer TSK değişen dünya koşullarına uyum sağlamak istiyorsa, uzun yıllardan beri sürdürülen bir uygulamayı artık değiştirmeyi düşünmelidir." Diyerek artık ordu'da rotasyona gidilmesi ve şu an Kara kuvvetlerinde olan komuta merkezinin, Hava Kuvvetlerine verilmesi gerektiğini yazması da, Eric Edelman'ın şeytani planlarının yürürlüğe koyulduğunu göstermektedir. 

ç-Medyanın sürekli ve sistemli beyin yıkama yoluyla, ABD'nin ve dolayısıyla İsrail'in dünyanın tek yenilmez hakimleri olduğu kanaati yerleştirilecek 

d-Telekom, barajlar ve bankaların, devlet kontrolünden çıkarılarak ekonomi tamamen uluslararası bürokrasinin güdümüne devredilecek. 

3. Aşama: (Aksiyon ve dejenerasyon)

a-ABD'de Bush ve şahinler ekibi yeniden seçilerek yeni bir hava estirilecek 

b-PKK eliyle yapılmış imajı verilerek, Türkiye'ye karşı, Kuzey Irak'ta ve sınır boylarında ağır zayiatla sonuçlanan füze saldırıları düzenlenecek 

c-Böylece kışkırtılan Türkiye Kuzey Irak'ta operasyonlara girişecek ve fiilen o bölgeye girecek 

ç-Bunu, kendi geleceğine ve güvenliğine karşı bir tehdit sayan ve sürekli damarına basılan İran da, Kuzey Irak'a yürüyecek 

d-İslam ve Arap Dünyası, Türkiye'den çok İran'ı destekler bir tavır sergileyecek veya böyle gösterilecek 

e-Türkiye mecburen, yalnızlıktan ve başarısızlıktan kurtulmak için, Amerika, İsrail ve İngiltere'nin safına geçecek. 

f-Bu arada Türkiye'deki ABD, AB ve İsrail karşıtı Milli güçler, partiler, kesimler dağıtılıp, diskalifiye edilecek. Siyasi, askeri, ekonomik ve stratejik kadrolar bütünüyle Batı yanlılarının emrine verilecek 

g-Böylece Türkiye, Büyük İsrail hedefine hizmet için Suriye ve İran'la savaşa girecek ve hem İslam aleminden, hem de Milli-İslami düşünceden uzaklaşıp, ılımlı-layt hale getirilecek 

h-Bütün bu aşamalarda Türkiye'nin genelde milli birlik ve dirliği bozulmaya çalışılırken, özelde Kürtler ve Aleviler azınlıklarla beraber hareket etmeye yönlendirilecek!

Evet, acaba Filistin'deki vahşetlerini sürdürmesi ve Amerika'yı Irak işgaline teşvik etmesi yüzünden, dünyada giderek yalnızlaşan ve bir nefret dalgasında boğulmaya başlayan İsrail, İstanbul'daki sinagog saldırılarını tertipleyerek, mazlum ve mağdur rolü oynamaya ve bundan sonraki katliamlarına haklılık kazandırmaya çalışıyor olabilir miydi?. 
Çünkü CIA ve MOSAD'ın buna benzer olayları, geçmişte, aynı maksatla yahudilere karşı yaptıkları zaten bilinmekteydi. 

Meşhur siyonist liderlerden Ben Gourion, 1938'de şöyle diyordu: 
"Avrupa'daki ve özellikle Almanya'daki Yahudileri şayet İngiltere'ye taşırsam hepsinikurtaracağımı, ama İsrail'e taşırsam sadece yarısını kurtaracağımı bilsem, ben ikincisini tercihederim. Çünkü bizim için önemli olan Yahudilerin hayatını kurtarmak ve huzurlarını korumakdeğil, İsrail Devletini kurmak ve Arz-ı Mev'ud hedefine kavuşmaktır" [3] 

Diğer bir siyonist Tom Segev ise şunları söylüyordu: 

"Siyonizme hizmet eden ve Büyük İsrail hedefine yürüyen 10 bin Yahudi, bizim için canlı cenazelerden farkı olmayan milyonlarca asimile olmuş Yahudiden daha önemlidir!?" 
İşte İstanbul'daki sinagog saldırısını, sadece El-Kaide gibi kaidesiz ve şişirme örgütlere mal etmek yerine, bir de bu açıdan ve Eric Edelman'ın sinsi projeleri doğrultusunda değerlendirmekte fayda vardır. 
Hedef saptırmaya karşı dikkatli olmalıdır.Çünkü, koyu Amerika ve İsrail aleyhtarı görünüp,aslında aynı merkezlere hizmet ettiği erbabınca bilinen; 

1- Ordu düşmanlığı ve asker kışkırtıcılığı 
2- Erbakan karşıtlığı ve Milli Görüş karıştırıcılığı ile malum ve meşhur radikal  İslamcı Gazete, bu olaydan hemen sonraki gün: 


" Sinagog saldırısının ordu tarafından tertiplendiği... Ve güya, AB uyum yasalarıyla etkinliği azaltılan ordunun, AKP hükümetini yıpratmak amacıyla bu eylemlere giriştiği.. Çünkü saldırıda kullanılan C-4 tipi patlayıcıların sadece ordunun resmen sahip olabildiği" kanaatini yaymaya başlamıştı... 
Bakınız aynı gazete 16 Kasım 2003 tarihli manşetini büyük puntolarla " Yine C-4 " diye atmış...[4]

C-4'lerin sadece ordunun elinde bulunduğunu yazmış 11. sayfadaki yazar " C-4 lerin, Türkiye'nin kurtuluş ümidi ( ve can simidi!) olan AB'ye girmesini istemeyenler tarafından patlatıldığını" imaya çalışmış.. Ve yine " Gözcü" Gazetesinden bir yazarın " Ankara'nın havası yakında açılacak" haber manşetini delil gösterip, bu sinagog saldırısının "Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi verilenlerin "işi olabileceği ihtimali, özelikle hatırlatılmıştı... Gazetenin başyazarı da , aynı havaları takınmıştı. 
Şimdi, bir gazetenin yazarından yorumcusuna, patronundan manşet puntosuna kadar, hepsinin, bir olaydan hemen sonra, onun suçunu ve sorumluluğunu, dolaylı ve imalı olarak orduya yüklemek üzere, böylesine ortak bir görüş birliği ve gayret içinde olmaları, olsa olsa keramettir!... 
Veya karanlık odaklardan, talimatla yönlendirildiklerini göstermektedir!?... 
Ama umuyoruz ki, bu karanlık dönemler yakında bitecektir .. Ve bu kiralık kalemlerin gayreti, bumutlu ve muhteşem neticeyi değiştiremeyecektir... 

Sinagoglara ve Yahudi vatandaşlarımıza karşı yapıldığı, ısrarla vurgulanmasına rağmen, ölenlerin, yaralananların ve zarara uğrayanların büyük çoğunluğunun Müslüman halkımız olması da kafaları iyice karıştıran bu olayların hemen arkasından; 

ZAKA diye bilinen MOSSAD ajanlarının Türkiye'ye doluşması, 

İsrail Başkatili Şaron'un İtalya gezisinde, dünyadaki bütün Yahudileri, kendi güvenlikleri için, İsrail'de yaşamaya çağırması, Ve birkaç gün sonra, 
Taksim'deki İngiliz konsolosluğuna ve Levent'teki Yahudi sermayeli bir yabancı bankaya, aynı türden dehşet uyandırıcı saldırıların yapılmış olması... 
Acaba,  "İsrail'i mağdur göstermek ve Türkiye'yi Amerika-İngiltere ve İsrail cephesine mecbur ve mahkum etmek" hedefini güdenlerin bir eylemi 
olduğu kanaatini güçlendirmiyor mu? 


Şakir ŞAHİN 

[1] 31 Ekim 2003 Hürriyet 
[2] 13-14 Kasım 2003 Posta 
[3] Yivon Geibner.Kudüs.c.12 sh.99 
[4] Bak: 10. Sayfa 

http://www.millicozum.com/mc/ocak-2004/sinagog-saldirisinin-dusundurdukleri

***

ORDUMUZ ÜZERİNDEKİ OYUNLAR!..,

ORDUMUZ ÜZERİNDEKİ OYUNLAR!..,



Bir devleti çökertmenin ve dış güçlerin çömezi haline getirmenin en önemli iki şartı vardır.

    1- "ORDU"sunu zayıflatmak,
    2- Yurdunu federasyonlara ayırmaktır.

Bu İki aşamanın ilk iki ayağı ise;

a- Ahlaki ve psikolojik değerleri dejenere etmek.
b- Ekonomik ve siyasi dengeleri ele geçirmektir.


Maalesef ülkemizde ahlaki değerler yozlaştırılmış, ekonomik dengeler dış güçlere kaptırılmıştır.

Şimdi de Ordumuzu dağıtma ve yurdumuzu parçalama planları başlatılmıştır.

İslam'dan esinlenerek ve İstanbul'un fethinden etkilenerek, 500 yıl önce oluşmaya başlayan Avrupa'da; Yahudi sermayesi bugün ekonomiyi ele geçirmiş, ahlaki ve aile hayatını bitirmiştir. Amerika'da tekelleşmiş olan bu sömürücü sermaye; dünyayı hâkimiyeti altına almak istemektedir. Bütün yeryüzünde Siyonist sermaye devletini ve Büyük İsrail hâkimiyetini oluşturma çabası içerisindedir. Bu hedefe ise adım adım ilerleyerek gelmiştir.

Önce Avrupa'da feodalizmi yıkarak krallıkları getirmiştir. Sonra krallıkları yıkarak cumhuriyetleri getirmiştir. Sonra cumhuriyetleri yıkarak birleşik devletleri oluşturmuş ve dünyayı sosyalizm ve kapitalizm olarak bölüp şekillendirmiştir. Şimdi de tek kutuplu bir dünya hâkimiyeti peşindedir.

Önce karşılıksız ulusal paraları geliştirmiştir. Avrupa Merkez Bankası'nı kendi eline geçirmiştir. Amerika Merkez Bankasını devletleştirmek isteyen J.Kennedy'i öldürtmüşler dir. Dolar ve Euro hakimiyeti ile ulusal merkez bankalarını tamamen emrine almak peşindedir. Böylece tahsildarsız ve ordusuz bir vergi politikası ile dünyayı yönetmek istemektedir. Ulusal orduları etkisiz hale getirmek son hedefleridir. Milli ordular şeklen kalacak; ama o ordular kendi uluslarının hukukunu koruma yerine, tekelci Siyonist sermayenin bekçiliğini üstleneceklerdir.

Irak Ordusu nu; İran'a saldırtan ve sekiz sene savaştıran kendileridir. Şimdi de, Irak parçalansın Türkiye ortadan kalksın! Parça parça devletçikler kurulsun!" diye çalışanlar aynı güçlerdir. Önce topraklarımıza kendi askerlerini yerleştirecekler; ondan sonra da Türk ordusunu küçülterek zayıf düşürecek ve ülkemizi böleceklerdir.

Özetle "büyük sermaye" kendisini hiç sıkıntıya sokmadan ve riske atmadan dünyayı yönetmek istemektedir. Tarihte güçlü ordular olmuştur. Alman Ordusu, Japon ordusu, Rus ordusu ve Osmanlı ordusu, İngiliz ordusu, Fransız ordusu gibi... Tekelci Siyonist sermayesi 20. yüzyılda bu orduların hepsini çeşitli yöntemlerle birbirine vuruşturup bitirmiştir. Bugün sadece Amerikan ordusu vardır. Dünyada başka herhangi güçlü bir ordu bırakmamayı amaçlamıştır...

Ancak henüz alt edemediği ve tamamen ele geçiremediği iki ordu daha vardır: Türk ordusu ve İran ordusu.

Irak savaşında İran; Batıda modeli bulunmayan "halk ordusu" ile Irak'ı yenmiştir. Ondan sonra da hiçbir ordu ile savaşa girmemiştir. Henüz Amerika Ona saldırmamıştır. Ancak bu yönde bir hazırlık içindedir. Ne olacağı bilinmemektedir.

Bölgemizdeki ikinci güçlü ordu " Türk Ordusu "dur. Zaten Türkler, ordu millettir. Her ferdi her an savaşa hazır demektir. Osmanlı ordusu 1. Cihan Savaşı'nda yenilmemiştir. Müttefiklerin yenilmesi sonunda, o da teslime mecbur edilmiştir. Bu teslim de, bugün Irak'ta olduğu gibi, ittihatçı Mason Bakanların ve komutanların ihaneti sonucu gerçekleşmiştir. Yoksa düşman orduları Çanakkale'yi geçememişlerdir!..

Dağılmış olan Türk ordusu Kuvay-ı Milliye olarak yeniden toparlanıp dirildi ve "İstiklal Savaşı"nı zaferle bitirdi. II.Dünya Savaşı'na girmedi. NATO'ya kabul edilme hatırına Kore'ye gitti ve büyük başarılar kaydetti. 1974'te bir haftada Kıbrıs'ı aldı. Yugoslavya'ya, Afganistan'a barış gücü olarak katıldı. Kısaca Türk Ordusu her yerde sadece zafer kazanmıştır. Türkiye NATO'da önemli görevlerde bulunmuştur... NATO'nun içinde ABD'den sonra ikinci güç olmuştur.

Siyasi Siyonizm'in Öncüsü Thedeor Herzlin Planı, Türkiye'yi 1997'de yıkıp parçalamak ve İsrail İmparatorluğunun hududunu Anadolu'nun içlerine sokmak idi. Ama Milli Görüş ve Erbakan faktörü yüzünden bu şeytani hedef sürekli ertelendi. IMF'ci sermayenin ve TÜSİAD'cı işbirlikçilerin şimdi en büyük derdi "Türk Ordusu"nu nasıl etkisiz hale getirebilirizdir. Dış güçler ısrarla bunun peşindedir. Bunun için kendine göre planlar üretmişlerdir..

1- Bunlar;

a-Güçlü ordusu ve Milli Görüş şuuru ile Türkiye Avrupa Birliği'ne girerse, Avrupa'ya sorun olur. Çünkü Avrupa'nın en güçlü ordusuna sahip olacaktır, Avrupa'nın en kalabalık nüfuslu üyesini oluşturacaktır. Ve aynı zamanda Avrupa'nın en genç, dinamik ve nüfusu sürekli artan bir ülkesi konumunda olacaktır... Bu durum AB'nin geleciğini tehdit edebilir diye endişe duyulmakta dır... En önemlisi de, Asya ile köprü teşkil etmesi nedeniyle Türkiye Avrupa ticaretini eline geçirebilir ve böylece güçlenip bütün Avrupa'ya hükmedebilir korkusu yayılmaktadır.

b-Türkiye'nin Avrupa dışında kalması ise daha da tehlikeli görülmektedir. Gelişmekte ve büyümekte olan Türkiye güçlü bir İslam ülkesi olarak yeni oluşumlara öncülük edebilir. Bu itibarla Avrupa ne yapıp yapıp "Türk Ordusu"nu mutlaka küçültmeli ve Türkiye parçalanıp bölünmelidir. Ancak bundan sonra Avrupa Birliği'ne alınmalıdır!? Düşüncesini taşımaktadır. İşte tekelci Siyonist sermaye bu mantıkla AB'yi kışkırtmaktadır: "Avrupa Birliği'ne alacağız! Vaadiyle "Türk Ordusu"nu parçalatmak istemektedir. Sonradan alacakları da şüphelidir.

Aslında bugünkü AKP iktidarı Avrupa'nın ordumuzu parçalama planından doğmuştur. Mesut Yılmaz'ı Avrupa'ya çağırdılar; " Orduyu dağıtırsanız, Biz Sizi AB'ye alacağız!" dediler.

O da Türkiye'ye geldi, Tansu Çiller'le görüştü. Ona başbakanlık verilecek ve ordu dağıtılacaktı. Çiller kabul etmedi. Şimdi bu nedenle O'nu harcadılar. Bahçeli ve Bülent Ecevit de onlara direndikleri için saf dışı bırakıldılar. Ve AKP'yi; AB'ye alınmak karşılığı ve Orduyu zayıflatmak koşuluyla iktidara taşıdılar.

2-Komünizmin iflasıyla Sovyetler parçalanmıştır. Şimdi de Rusya'yı dağıtmak amaçlanmıştır. Hedef; Müslümanlarla Ortodoksları savaştırarak Rusya devletini yıkmaktır. Bunu başarmak için: Türkiye Avrupa Birliği'ne alınacak, Rusya ise alınmayacaktır. Rusya'daki Müslüman halk kışkırtılarak Rusya'nın dağıtılması planlanmıştır. Daha sonra Sibirya'nın da Rusya'dan koparılmasıyla; parçalanmış olarak iki-üç devletçik biçiminde Avrupa Birliği'ne alınacaktır. Bugünkü yapısı ve politikasıyla Rusya onlar için uygun bulunmamaktadır.

Siyonist sermaye güya El-Kaide ve Vahabiler desteğiyle Rusya'yı ve Çeçenleri birbirine kışkırtarak; ve bunun arkasında Türkiye olduğu fikrini yayarak batı dünyasını kandırmakta ve bu nedenle "Türk Ordusu"nun dağıtılması gerektiğine bütün dünyayı inandırmaya çalışmaktadır.

3- Bugün Çin'de 300 milyon Müslüman vardır. Yani Çin'deki her beş kişiden biri Müslüman'dır. Çin'deki Müslümanlar ticaret hayatında; önemli ve etkili bir konumdadır. İşte bu yüzden; Doğu Türkistan'ı da yine Siyonist sermaye kışkırtmakta, bunun suçunu da Türkiye'ye yıkmakta... Böylece giderek düzelen Doğu Türkistan Çin münasebetlerini baltalamak ve asıl Türkiye ile Çin'in arasını açmak için uğraşmaktadır. Türk Ordusunu da bütün Asya'ya karşı ciddi bir tehdit ve tehlike olarak sunmaktadır.

4-ABD'nin ordusu zaten Siyonist sermayenin elindedir. Ne var ki, CIA ile Ordunun arası açılmak üzeredir. ABD Ordusundaki milli cephenin sesi duyulur olmaya başlamıştır. Siyonist Sermayece, Türkiye Amerika'nın sömürgesi olarak görülmektedir. Hatta ülkemizi genel valilerle yöneltmeye bile kalkışmıştır. Ancak Ordumuzun direnmesi ile bunu başaramamıştır.

Bu yüzden Siyonistler Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne sokacak, İngiltere ile işbirliği yapacak, Orduyu zayıflatıp etkisiz bırakacak...  Ve en sonunda; Avrupa Birliği'ni de parçalayacaktı.

Ne var ki Ordumuz gafil ve hain yöneticilere rağmen bu oyunlara gelmemiştir. Şimdi bu yüzden Türkiye, ABD ordusunun hedefindedir.

Türkiye ve Ordumuz üzerindeki şeytani plan şudur:

Türkiye'ye söz geçirmenin tek yolu vardır; o da "Türk Ordusu"nu karışık kamplara ayırıp zayıflatmak ve parçalamak! Türk Ordusu 28 Şubat'ta parçalanma baskısına uğratıldı. Hüseyin Kıvrıkoğlu-Çevik Bir ekipleri karşı karşıya getirilmeye çalışıldı. Ancak Türk Ordusu; Erbakan'ın yüksek feraset ve dehası sayesinde, bu badireyi atlattı. Kontrollü bir stratejik geri adım atılarak; başlatılmak istenen bir iç kavga ve kaos girişimi boşa çıkarıldı.

23 Nisan 2003'te ise, yeni bir deneme daha yapıldı. Kim ne tarafta duracaktı? Cepheler oluştu. CHP, MHP, GP, Cumhurbaşkanı, Yargı, Ordu bir cephede durdu. Meclis, AKP, DYP, ANAP ise karşı bir cephe oluşturdu. Böylece devletle millet karşı saflara oturtuldu. Şayet "Ordu"da bölünme olursa, dış güçler hedefine ulaşacaktı. Ama şükür ki milli dinamik ve düşünceye sahip kadroların dirayet ve diretmesiyle bu hıyanet de sonuçsuz kaldı.

Asıl parçalama denemesi 29 Ekim 2003'te oynanmaya çalışıldı. Tabi bütün bu planlar Amerika'da hazırlanmaktaydı. Buna göre:

Avrupa Birliği'ne girebilmesi ve IMF desteğinin devam edebilmesi için; Türkiye'ye bir madde dayatıldı; "Ordu"yu "Mili Savunma"nın emrine verin... NATO bağımlısı olmayan, milli şuur ve sorumluluk taşıyan komutanları değiştirin!...

Hükümet bu yönde bazı girişimler başlattıysa da yükselen itirazlar nedeniyle geri adım atmak zorunda kaldı..

AKP bugünkü aklıyla hareket etmeye devam ederse; ekonomik imkânsızlıklar, kriz patlamaları, bunalımlar ve Milli muhalefet karşısında çözülebilir.

Ne yazık ki, AKP CIA ajanları tarafından işgal edilmiştir. Ve söz dinlememektedir.

Şimdi "Kahraman Ordumuza" bazı temennilerimizi iletmek istiyoruz:

a-Aziz Milletimizin dini, dili, adetleri ve tarihiyle çatışmak asla yarar getirmez. Çünkü milletine dayanmayan hiçbir ordu varlığını sürdüremez. İçinizden bazı general ve Subaylarımız samimiyetle ve resmi elbiseleri ile Cuma Namazına katılabilsin ve halkın arasında namaz kılabilsin. Böylece Ordunun din düşmanı olduğu yolundaki yanlış imaj yıkılıp silinsin... Ve yine bazı general ve subayların  hanımları, istiyorlarsa başlarını örtmüş olarak dolaşabilsin!.. Başörtüsü bir Partinin veya mezhebin değil; Müslümanların kutsal simgesidir. Bayraksız devlet olmayacağı gibi; simgesiz ve alametsiz din de olmaz. Başörtüsü tek tanrılı dinlerde kadının izzet ve iffet sembolüdür.

b-Tarafsız ve baskısız tam bir milli irade ile oluşacak "Meclis"e ve siyasi partilere saygılı olmalıyız. "Meclis"in ve siyasi partilerin gücünü kırdığımız zaman, milletin gücünü kırmış sayılırız. Ondan sonra, Milletin değil sömürgecilerin ordusu gibi algılanırız. Onlar da Ordumuzu dağıtmaya ve yurdumuzu parçalamaya girişirler.

Türk halkı ve Siyasileri ordularına son derece saygılıdır. Bunları Ordudan korktukları için yapıyorlar zannedenler yanılmaktadır! Türk Milleti ve Milli siyasileri bilmektedir ki, "Ordu"nun yıpranması Türkiye'nin yok olması demektir. Bu yüzden sizi küçültecek davranışlarda bulunmuyorlar. Sizin de Milletimizin her ferdine ve hele bu ülke için rahatını ve hayatını feda edenlere saygılı davranmanız, aslında kendinize güven ve saygı anlamına gelir ve şereftir.

c-Geçmişte olduğu gibi, devletin varlığı için bir gün yine siyasete müdahale yapma mecburiyetinde kalabilirsiniz. Çünkü elbette demokrasi; devletin varlığından ve milletin bağımsızlık ve bekasından daha önemli değildir. Ama geçmişteki müdahalelerde düşülen hataları tekrar etmemeliyiz. Gaflet ve hıyanete yönelen hükümeti ve onun arkasındaki masonik merkezleri ve dış güçlerin içimizdeki işbirlikçilerini tesirsiz hale getirmeliyiz. Ama "Meclis"i, siyasi partileri ve Kuvay-ı Milliyeci şahsiyetleri ürkütmemeliyiz.

Türk milleti gerekli hale gelen müdahaleleri hep tasvip etti ve destekledi. "Ordumuz"da en kısa sürede seçimlere gitmekle samimiyetini her zaman gösterdi.

d-Bir gün yine şartların zorlaması ile müdahale etmek mecburiyeti hasıl olursa dikkat edilmesi gereken hususları sizlerle paylaşmak istiyoruz:

1-İç müdahalede, dışarıdan herhangi bir yardım ve destek alınmamalıdır. 
Kendi kurmaylarınız ın hazırlayacağı projeyi; milli güçlerle birlikte uygulamalıdır. Dışarıdan gelecek tenkitlere ve tehditlere kulak asılmamalıdır. Bu konuda şanlı İstiklal Savaşımız örnek alınmalıdır.

2-Askeri sorunların üstesinden zaten kendiniz gelebilecek birikim ve beceriye sahipsiniz. Diğer konularda ise siyasi partilerden, üniversitelerden, sivil kuruluşlardan, hatta doğrudan halktan çözümler isteyebilmelisiniz.

Asla ayrımcılık yapıyor görünmeyelim. Bunlar komünist, şunlar şeriatçı, onlar Atatürk karşıtı diye suçlamaya girişmeyelim. Vatanseverse, hatta vatan haini değilse ve kendine göre çözümleri ve yararlı yönleri olan birileriyse; mutlaka onlardan yararlanmayı deneyelim.

Kimin vatan Haini olduğunu da CIA'den ve NATO'dan öğrenmeyelim. Kendi Milli ve yerli kriterlerimizle tespite gayret edelim.

3-Müdahaleden sonra; sorunlar kalıcı ve akılcı biçimde: Evrensel hukuk kurallarına, Milli ve manevi değer ve duyarlılıklarımıza uygun şekilde çözülünce,  hemen geri çekilip, meydanı milli iradeye bırakmalı ve derhal seçim yapılmalıdır. Böylece artık her on senede bir müdahaleye gerek kalmayacaktır. Müdahale döneminde de yönetim son derece adil ve demokratik olmalıdır. Sadece devletin tepesinde müdahale yapılmalıdır. Alt kademelerde hain ve hırsız olmamak şartıyla her türlü elemanın ve bürokratın bilgi ve becerisinden yararlanmalıdır.

4-Son söyleyeceğimiz; yeniden yapılanmaya giderken Mustafa Kemal'in, çağdaş medeniyetin üstüne çıkma emri esas alınmalı, müspet ilimden ve milli kimliğimizden sapılmamalıdır.

Tabii ve tarihi şartların; kahraman ordumuzun önüne; hem çok talihli, hem de büyük mesuliyetli fırsatlar koyduğu, ve bu günkü durumun "olmak veya ölmek" meselesi olduğu, asla unutulmamalıdır!..

Türkiye merkezli, yeni ve adil bir dünya medeniyetinin kurulması yolunda, kahraman ordumuz; potansiyel imkânlarımızı ve insanlığın ihtiyaçlarını esas alarak; mutlu ve kutlu bir devrimin en önemli ve şerefli dayanak ve destekçisi olmalıdır. Ve inşallah olacaktır.


http://www.millicozum.com/mc/haziran-2004/ordumuz-uzerindeki-oyunlar


***

ABD NİN SURİYEDE YENİ ARAYIŞLARI DEYRİZOR PLANI

ABD NİN SURİYEDE YENİ ARAYIŞLARI DEYRİZOR PLANI.,




ABD’nin Suriye için yeni arayışları; Deyrizor Planı.. 
Prof.Dr.Sait Yılmaz 

27 Ekim 2019 

Türkiye nin Barış Pınarı Harekâtı, YPG/PKK yı bertaraf etmekten çok Suriye.nin 
kuzeyinde bir Arap Hilali oluşturma gayretinden öteye gidemedi. Aslında Suriye.de olacaklar konusunda örtülü bir ABD-Rusya planı var ve bu Soçi Mutabakatı.na da yansıdı. Soçi Mutabakatında yazılı olmayan bir (gayri resmi) uzlaşma ile İdlib bölgesinde gelişmeler bekleniyor 1. Soçi Mutakatı, Rusya nın Suriye sahnesindeki stratejisinin önünü açtı. 
YPG/PKK yı kontrollerine almak için adımlar atıyorlar. Bu arada işin ABD cephesinde ilginç gelişmeler yaşanıyor. Önce Trump, “Petrolü garanti altına aldık” dediğinde ciddiye almadık; “Suriye’deki petrol işlerine yaramaz, öyle olsa idi oraya çoktan bir Amerikan şirketi gelirdi” diye düşündük. Ama ABD içinde özellikle Kongre ve Dış İşleri Bakanlığı arasındaki tartışmaları izlerken yeni bilgiler öğrendik. Bir de aşağıdaki haritayı görünce bu olasılığı sorgulamaya karar verdik. Ama önce ABD.deki dış politika anlayışındaki değişim ve Kürtlere 
nasıl baktıkları ile işe başlayalım. 

Trump’ın Muhafazakar Milliyetçiliği.. 

ABD dış politika ile anlayışında Trump ile başlayan bir değişim yaşanıyor. 
Amerikan dış politikacı kurucuları sayılan Washington, Jefferson, Hamilton gibi 
başkanların geliştirdiği bir tür “milliyetçilik” esasına dayanır. Kurucuların devlet 
yönetiminde dayandığı temel esaslar şunlardı; hukukun üstünlüğü, bireysel özgürlük, serbest teşebbüs, eşitlik ve sınırlı devlet. Dış politika devletin çıkarlarını sağlamalıydı ve Amerika, (dünyayı düzenleme rolü olan) “istisnai ülke” idi. Bu tüm ABD devlet başkanlarının aynı dış politikayı izlediği anlamına gelmiyor. Diğerleri bu temellere bağlı kalmışlardır ama konjonktüre uygun bir dış politika izlemişlerdir. Ülkenin kurucusu George Washington, o dönemde Avrupa nın güç çekişmeleri karşısında “yalnızcılık” politikasına başvurmuş, ittifaklara girmemiştir. William Mc Kinley, emperyalizme başvurmuş ve Asya.daki çıkarları için Pasifikte.ki Filipinleri işgal etmişti. Woodrow Wilson ile büyük bir kırılma yaşandı; Birinci dünya Savaşı ile birlikte ulus-devlet batıyordu, çare “uluslararasıcılık” olmalıydı. 

Trump.ın uyguladığı dış politika da “muhafazakâr milliyetçilik” ya da sadece 
“milliyetçilik” esasına dayanmaktadır 2. Trump, ne savaş ne de yalnızcılık yanlısıdır. 
Trumpın oyun planı; şartlar istediği duruma gelene kadar ya baskı yapmak ya da gerginliği azaltmaktır. Öncelikle ABD nin çıkarını korumakta kararlı olduğunu 
göstermekte, eğer karşı tarafla bir ortak noktada buluşursa anlaşmaktadır. Trump ın anladığı dış politika da budur; büyük jeopolitik rekabetin olduğu ortamda baskı ve işbirliği karışımı bir formül uygulamak 3. ABD nin Türkiye ile ilgili dış politikası da buna benzerdir. Her seferinde yaptırım tehdidi ile gelmekte, alabileceklerini görmekte, daha fazla gidemediği yerde geri çekilmektedir. 

Diğer ülkelere uygulanacak yaptırımlar, tarihsel olarak ABD Maliye ve Hazine Bakanlıklarının en önemli projesidir ve bunlar özellikle kurgulanır. Örneğin İran ile nükleer program anlaşması yapıldığında Obama yönetimi, İranın ülke dışındaki paralarını bloke etme kabiliyetlerini caydırıcılık için yeterli görüyordu. 


ABD için artık ittifaklar yok vekiller var.. 

İttifak kurmak, 19. yüzyıl Avrupa.sından kalma bir gelenektir. Artık NATO gibi 
sağlam resmi ittifaklar bile çalışmıyor. Strateji oyununun kendi tarafında artık „müttefikler değil, „rica edenler ve „vekil güçler. var 4. Çünkü dostları korumak çok pahalı, vekil güçler için ise parasını öde, işin bitince sırtını dön yeterli. Önemli olan vekil güçlerin bunu bilmesidir. ABD, zaten Suriye.de sonsuza değin kalamayacaktı. Bunu sadece YPG/PKK değil, diğer Kürtler de biliyordu ama kendilerini buna mecbur hissettiler. YPG/PKK nin Esat ve Rusya tarafına geçiş süreci yani „ özgürlük savaşçısı iken Esat ve Rusya tarafına katılmaları bir hafta bile sürmedi. Ama Esat biliyor ki, ihanet genetik bir alışkanlıktır. 

İttifaklar konusuna dönecek olursak; bu yeni mantıkla ABD; Güney Kore, Japonya, Filipinler ve Suudi Arabistan ile ilgili yükümlüklerinden kurtulmaya çalışıyor. ABD ye rica eden veya yalvaranlar karşılığını ödemeli ve bu sonsuza değin sürmemeli yani yakın bir çıkış zamanı olmalı. 

ABD için, Kuzeye karşı Güney Kore, Rusya.ya karşı Polonya, Çin e karşı Filipinler ve Türkiye ye karşı PKK tek taraflı bir rica yalvaran ilişkisidir. Strateji üretmek bakımından tembel olan Avrupa ise hala romantizmle yaşıyor. 

Ama yukarıda anlattıklarımızdan en çok ders alması gereken hala ABDnin kuklası olmakla hayatta kaldığını sanan Arap ülkeleri ve nihayet Orta Doğuyu tek başına yönettiğini sanan İsraildir. Artık Amerikalılar, daha önce Afganistan ve Irak ta yaptıkları gibi, uzun zaman alacak zaferler yerine kolay çıkışı olan başarıları seçecekler. Gerçekçi sonuçlar için maddi çıkar sağlayacak, sınırlı savaşlar tercih edilecek. Aksi takdirde Amerikan kanının akması ve para kaybı söz konusudur. Bunları sağlamanın yani Amerikan kanı akmamasının ve de ucuza getirmenin yolu ise fantezi peşindeki vekil güçleri kendi yerine kullanmaktır 5. Müttefiklik ise dostluğu çağrıştıran eski bir romantik söylemdir. 

ABD’nin Kürtlere bakışı.. 

ABD.de Kürt hayranları; Kürtlerin hala devlet kuramamış, mazlum bir millet 
olduğu hikâyesi ile işe başlıyor. Orta Doğu.da yaşayan 30 milyon Kürt.ün yaklaşık yarısı Türkiyede yaşıyormuş. CIA.ya göre Türkiye.de 14.5 milyon, İranda 6 milyon, Irak.ta 5-6 milyon, Suriye.de ise 2 milyondan az Kürt yaşamaktadır. 1.2 milyon civarında Kürt ün iç savaş esnasında Suriye.yi terk ettiği tahmin ediliyor. Dört ülkedeki Kürtler homojen değildir; 

Irak takiler Sorani, Türkiye deki Kurmanji lehçesi konuşur ve tercüman olmadan 
anlaşamazlar. Hepsinin derdi kendisinin lider olduğu kendi devletini kurmak olduğundan aralarında anlaşamazlar. 
Büyük Kürdistan sadece eşkıya başı Apo nun hayalidir ama bu sadece PKK nın söylemi olarak kalmıştır. 

Suriye.deki YPG/PKK yı savunan Amerikalılar Suriye.nin kuzeyinde kurdukları 
Suriye Demokratik Güçlerinin (SGD) tamamının YPG/PKK olmadığını iddia ediyorlar. 
PKK dan türeyen YPG.nin monolitik bir yapı olmadığını, ilerici ve ılımlı olduğunu, 
PKK nın Soğuk Savaş.tan kalma Marksizmini paylaşmadığını söylüyorlar. Üstelik 70 bin kişinin katili PKK, uzun zamandır sivillere saldırmıyormuş 6. Bu mantığa göre, El Kaide, Amerikan askerlerini öldürdüğü zaman terörist olmuyor. Bombalamaları yapan Özgürlük Şahinleri denen grup, aslında PKK.dan kopan bir grupmuş, onların Suriye.de bir kolu yokmuş. Ne yazık ki Suriye, Irak, İran ve Türkiye.de yaşayan Kürtler, bu ülkelerin meşru rejimlerini hedef alan büyük devletlerin kuklası oldular ve İran senaryosu için de onları gene sahada kanları akıtılacak. Yeni bir vekil güç görevi onları bekliyor. 


ABD ve YPG/PKK İlişkileri.. 

ABD Özel Kuvvetleri ve CIA, Suriyenin kuzeyindeki Kürt yoğunluklu bölgede 2012 yılında çalışmaya başladı. 2014 yılında ise IŞİD ile mücadele görüntüsü altında bu yapılar açıktan faaliyet göstermeye yöneldi. ABD, Suriye topraklarında asker bulundurmak için IŞİD ile mücadele bahanesi ile YPG/PKK.yı vekil güç seçti ve İsrail ile birlikte yarı özerk bir Kürt bölgesi oluşturdu. SDG, ABD Özel Kuvvetleri tarafından eğitildi, donatıldı ve maaşları ödendi. Bu yapının içinde sözde IŞİD.in uyuyan hücrelerini yok etmek için özel anti-terör birimleri (Kürtçesi; Yekîneyên Antî Teror ) kuruldu 7.  

İsrail, 3.84 milyar dolar değer değerinde petrol satın alarak, Kürt bölgesini finanse etti 8. İşin ilginç yanı, 2015 yılında Irakın kuzeyinde Barzaninin çaldığı petrol Türkiye üzerinden Ceyhan Limanı yolu ile denizden İsrail e gidiyordu. ABD.nin YPG/PKK ya sağladığı silah, araç ve diğer askeri teçhizat konusunda 
uzun bir liste var. 



Şekil: SDG’nin Suriye’deki Yapılanması 



Barış Pınarı Harekâtı öncesi ABD Dış İşleri Bakanlığı ve PYD arasında görüşmeler le ilgili önemli bilgilere vakıf oluyoruz. Örneğin görüşmelerde ABD tarafının PYD.yi Türkiye.nin desteklediği gruplarla işbirliğine zorladığı, ABD.nin İslamcı savaşçı kartına yeniden sarılmak istediği anlaşılıyor. 

  ABD, PYD.yi Suriyeli muhaliflerin kontrolündeki Suriye Görüşmeler Komisyonu ve muhaliflerin olduğu bölgelerde faaliyet gösteren sivil savunma örgütü Beyaz Helmetler ile temas kurmaya zorluyor. Jeffrey.in büyük ölçüde YPG/PKK.dan oluşan SDG yapısının Arap kısmı ile ile ilgili İran karşı bir güç oluşturmak için çeşitli planlar üzerinde çalıştığı ortaya çıkıyor 9. Nitekim Kürt kartını Rusya.nın elinde almak için Mazlum Kobani (Gerçek adı; Ferhat Abdi 10), Washington a davet edildi. 

 James Jeffrey, Trump.ın IŞİD ile mücadeleden sorumlu büyükelçisi olarak, son 
gelişmeler üzerine eleştirilmeye başlanmıştı. Eleştirilerden en önemlisi öncesinde Türkiyenin harekâtını küçümsemesi ve Suriyeli Kürtlere çekilmeleri konusunda yanlış mesaj verdiği üzerine idi. Washington.a giden PYD heyetinin başı ise kendilerine “IŞİD yenilgiye uğratılana ve Suriye’de siyasi çözüme ulaşana kadar ABD’nin Suriye’den çıkmayacağı” sözü verildiğini söyledi. Hatta “Türkiye’nin harekâtının başlamasına bir gün kala bile hava sahasının Türklere kapalı olacağı nı sanıyorduk” dediler. Jeffrey ise Kongre Dış İlişkiler Komitesin.de yaptığı tanıklık görüşmesi esnasında Türkiye.nin harekâtı esnasında YPG/PKK ya koruma söz vermediklerini söyledi. Jefrrey, Türkiye.nin ABD askerlerini caydırıcı görmediklerini, zaten onların görevinin de Kürtleri korumak olmadığını açıkladı. 
PYD tarafı ise çekilmelerini Türkiye nin harekât yapmaması şartı ile kabul etmiş olduklarını öne sürüyor. 

Deyrizor Planı’na nasıl gelindi?.. 

ABD.nin Suriye.deki gelişmeler konusunda hem Türkiye hem de Suriyeli Kürtler ile yaptığı görüşmelerin merkezinde eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey var. Jeffrey, geçen Aralık ayında ABD-Türkiye Çalışma Grubu içinde iken de ABD.nin Kürtlerle ilişkisinin “taktiksel ve geçici” olduğunu söylemişti. Belki de en doğru cümleleri Bush dönemi danışmanlarından Michael Doran söyledi 11; “Rus ve İranlıların kullandığı vekil gücü ödünç aldık, stratejik olarak aptallık, herkes biliyor ki biz eninde sonunda oradan ayrılacağız ama Türkler hep orada kalacak.” Ancak, ABD.deki savaş meraklısı danışman timleri Suriye.de kalmak istiyor. Ortada bir Deyrizor Planı var. Bu işi kotarmak için hem Güney Suriye.de özel bir üs olan ve PYD kontrolü dışındaki El-Tanf seçildi ve kuzeydeki Amerikan askerleri buraya çekiliyor. James Jeffrey, Kongre.de yaptığı tanıklık görüşmesinde; ABD.nin Suriye.den İran.ı çıkarma görevinin devam ettiğini, Trump yönetiminin PYD kontrolündeki alanda Suriyeli Kürtlerden ayrı bir İran karşıtı güç hazırlama 
planları yaptığını açıkladı 12. 

ABD.nin ürettiği, yaşattığı ve kontrol ettiği IŞİD, askeri operasyonlarının da terörle mücadele görüntüsü için korkuluğu olmaya devam edecek. Savunma Bakanlığı.nın Suriye.nin güneyinde Irak ve Ürdün sınırlarına yakın bölgeleri işgal hazırlığı yaptığı konuşuluyor 13. 
Üstelik kuzeyden tüm Amerikan askerlerini çekilmediği Pentagon.un hava üssünde bazılarının kaldığı biliniyor 14. ABD uçakları, taarruz helikopterleri ve silahlı droneları Türkiye sınırı dâhil Suriye hava sahasında uçmaya, İsrail.e de hedef göstermeye devam ediyor. El-Tanf her ne kadar Ürdün e yakın olsa da Deyrizor üzerinden Irak ve Rmelian askeri hava üssüne bağlantı kurulabilir. Ancak asıl destek bölgesi Türkiye.nin güvenli bölgedeki varlığı ile kurulabilir. Deyrizor tamamen bir Arap bölgesi, bu bölge yöneticileri Esat ve İranlılardan çok çektiğini iddia ederek ABD.ye sıcak mesajlar veriyor. 

Deyrizor Planı uygulanabilir mi?.. 

Söz konusu plan için Jeffrey.in ekibinin uzun zamandır çalıştığı belirtiliyor. Merak edilen bu yapının YPG/PKK olmadan nasıl teşkil edileceği. Eski Özel Temsilci Brett McGurk, bu gücü ikmal etmenin zorluğundan bahsetti. Akla gelen çözüm ise Arap muhaliflerin bu bölgeye uzanması için bir kordidor açılması ya da Irak ve Ürdün üzerinden destek sağlanması. Jeffrey, SDG nin Arap kolundan hem Esat hem IŞİD karşıtı bir güç oluşturma planı yapıyor 15. Plana göre ABD, Deyrizor daki petrol bölgesini Kürtler değil Arap muhaliflerle kontrol edecek. Buradaki Arapları savaşçıya dönüştürmek için eğitilmiş 


YPG/PKK elemanlarının kullanılması bile düşünülüyor. Trump, 23 Ekimde YPG/PKKnın başı Mazlum Abdi ile görüştükten sonra, “Belki Kürtlerin ‘Petrol Bölgesi’ne doğru ilerlemeye başlama zamanıdır” açıklaması yaptı. Böylece, petrol sahaları ile Kürtleri memnun edilmesi ve IŞİD tehlikesinin kullanılması amaçlanıyor. 



Trump, Suriye.den çekilme ile ilgili olarak “Petrol nerede ise orada küçük bir 
Amerikan unsuru kalacak” demişti. Trumpın petrolü garanti altına aldık ve IŞİD ile mücadeleye devam açıklaması bunun örtüsü ama buradaki petrol ve doğal gazın fazla bir ekonomik değeri olmadığı biliniyor. Öte yandan, Suriye devleti kendi servetinin bu şekilde gasp edilmesini sineye çekmeyecektir. Suriye ordusunun bölgeye intikali sürüyor. Amerikan güçlerine ikmal hattı olarak çalışan Semelka (Fiş Habur) sınırının Suriye ordusunun kontrolüne geçmesi halinde petrol sahasındaki askerlerin lojistik sorunu da başlayacaktır. 16. 

   Uzun süre hava ikmaline bel bağlayarak orada kalamazlar. Türkiye de epey zamandır Irakın kuzeyi ve Suriye arasındaki geçişleri kapatacak bir koridor peşinde. Türkiye için Kürtlerin petrol gelirine sahip olması terörün finansmanıdır. ABD nin Iraktan Suriyeyi vurması ise bu ülkeyi de karıştırabilir. 

Sonuç; ABD’nin İran senaryosu yaklaşıyor.. 

Trump, sonsuz savaşlara son vermek isterken, İran karşıtı cephe Suriyenin 
güneydoğusunda uzun süreli bir kalış planlıyor. ABD.de hala Cumhuriyetçilerin çoğunluğu ve pek çok Demokrat, Suriye.de Esatın gitmesini ve rejim değişikliği ni, Amerikan kuklası bir yönetimin gelmesini destekliyor. Aynı şey İran için masadan sahaya iniyor. ABD, İkinci Dünya Savaşından beri gündemi sürekli savaş olan bir güvenlik ekibinin danışmanlığında yönetiliyor. ABD nin Türkiye ile çıkarları söz konusu olduğunda Kürt devleti fantezisi ile kandırdığı PYD.yi bırakıp, Suriye.den çıkması kaçınılmazdı, mesele bunun ne zaman olacağı idi. ABD, Kürtlerden ümidi kesip İran.a karşı da savaştırmak üzere bölgedeki muhalif 
Arap cihatçı unsurlarla da yoluna devam edebilir. 

   Belki de buna Esatı düşürmekten ve Arap muhaliflerden vazgeçmeyen Türkiye ile beraber karar verildi. Görünen o ki, barışa yaklaştık denilirken, başka planların gereği olarak, yeni bataklıklara çekileceğiz. 




DİPNOTLAR;

1 Nauman Sadiq, Why Did Trump Give the Green Light to Turkish Intervention in Northern Syria? Framed by Russia? Global Research, (October 23, 2019). 
2 Colin Dueck, Age of Iron: On Conservative Nationalism, Oxford University Press, (2019). 
3 James Jay Carafona, Trump Prepares America for a Great-Power Competition, Heritage Foundation, (October 24, 2019). 
4 Salvatore, The United States Has Supplicants, Not Allies, National Interest, (October 26, 2019). 
5 Gil Barndollar, America Was Always Going to Dump the Kurds, RealClearDefense, (October 23, 2019). 
6 Michael Rubin, Turkey's Syria Policy Could Lead to Its Own Destruction, American Enterprise Institute (October 21, 2019). 
7 Joseph Fitsanakis, US Special Forces’ Secrets Fall into Hands of Russians as Kurds Side with Syria, True Republica, (October 25, 2019). 
8 Sarah Abed, The Kurds: Washington’s Weapon of Mass Destabilization in the Middle East, The Rabbit Hole, (October 23, 2019). 
9 Matthew Petti, Exclusive: Inside the State Department's Meltdown with the Kurds, National Interest, (October 22, 2019). 
10 Mazlum Kobani haricinde Mazlum Abdi, Şahin Çilo gibi pek çok kod ismi kullanmakta, ancak gerçek isminin Mustafa olduğu bilinmektedir. 
11 Michael Rubin, Turkey Is No Ally of the United States, American Enterprise Institute, (October 23, 2019). 
12 Matthew Petti, Trump Team Member James Jeffrey Spars With Kurdish Diplomat, Reason, (October 23, 2019). 
13 Gordon Lubold, U.S. Weighs Leaving More Troops, Sending Battle Tanks to Syria, Wall Street Journal, (October 25, 2019). 
14 Stephen Lendman, US Reoccupation of Northern Syria? Turkish Aggression Halted? CRG, (October 25, 2019). 
15 Matthew Petti, Inside the Iran Hawks' Hijacking of Trump's Syria Withdrawal Plan, National Interest, (October 21, 2019). 
C:\Users\TOSHIBA\Desktop\33b65177-a86c-4961-8d35-2643a7e2c811.JPG
16 Fehim Taştekin, Kürtlere petrol görevi mi? Ne sefillik! Gazete Duvar, (25 Ekim, 2019). 


***

3 Ocak 2020 Cuma

TÜRKİYE ARAP KIŞI SAVAŞININ İÇİNE SOKULUYOR

TÜRKİYE ARAP KIŞI SAVAŞININ İÇİNE SOKULUYOR


Türkiye Arap Kışının İçine Sokuluyor
Cahit Armağan Dilek 
03 Ocak 2020
21 Yüz Yıl. Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi.,


Türkiye'nin gündemi "bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete" sözünü aratmıyor.

Daha bir ay öncesinde Türkiye'nin gündeminde olmayan Libya konusu, bir numaralı gündem konusu oldu. Bırakın gündem maddesi olmasını neredeyse bir numaralı güvenlik tehdidi haline getirildi.

Ve Libya'ya asker gönderme tezkeresi TBMM'de dün görüşüldü. Bu yazı yazıldığında henüz tezkere görüşmesi sonuçlanmamıştı. Sayısal çoğunluk evete işaret ediyor. Ona göre yazıldı.

      Bizi bu tezkereye getiren her şey 27 Kasım 2019'da Libya ile imzalanan iki mutabakat muhtırasıyla başladı.

Hâlbuki o tarihte son bir yıldan bu yana Fırat'ın doğusuyla yatıp kalkıyorduk. Fırat doğusundaki Barış Pınarı Harekâtını konuşuyorduk. İktidar, Fırat doğusuna iki milyon Suriyeli gönderecek bir güvenli bölge ve TOKİ projesini içeride dışarıda tüm toplantılarda anlatıyordu. Kimseyi ikna edemedi.

ABD'ye, PKK/YPG'ye gönderdiği 30 bin TIR hatırlatılıyor, S400 alacağız diye sert (!) çıkıyorduk. ABD yaptırım kararı alırsa aynen karşılık veririz gerekirse İncirlik ve Kürecik'i kapatırız diyorduk. ABD yaptırımı Kongre'den geçti, Trump onayladı. F-35 uçaklarını alamayacağımız kesinleşti ama Türk üsleri ABD'ye kapatılmadığı gibi İncirlik'te ABD tesislerinin modernizasyonu ve genişletilmesi projeleri ihale edildi.

     İç Politikada ekonomik kriz derinlemesine hissediliyordu, halk artık mırıldanmaya başlamıştı. İktidar partisi içinden yavru partiler çıkmaya başlamıştı.

İşte tam da bu sırada adeta gökten zembille inen Libya konusu tüm gündemi işgal etti. İktidar, Libya ile birlikte Kanal İstanbul konusunu da aniden gündeme soktu. Libya gibi Türkiye için deniz aşırı sayılacak bir yerde askeri harekâtını sürdürebilmesi ekonomik açıdan mümkün gözükmektedir. Aynı ekonomik gerekçeyle Kanal İstanbul'un yapılması da mümkün gözükmüyor.

Hal böyle olunca bu iki konu adeta dışarıdan Türkiye'ye dayatılmış bir konu gözüküyor.  İçeride iktidarın iç politikada durumunu konsolide edecek bu konular, konuları dayatan dış aktörler hedeflerinin gerçekleşmesinin önünü açıyor.

     Kanal İstanbul Konusuyla Montrö'nün tartışmaya açılmasıyla ABD'nin dünyada sürekli varlık gösteremediği tek deniz olan Karadeniz'in çatışma alanına dönüştürülmesi, Türkiye'nin kuzeyden kuşatılmasının önü açılıyor.

Türkiye Libya'ya angaje edilerek Irak ve Suriye'de olup bitenlere, Türkiye'ye en yakın ve en büyük tehdidin görmezden gelinmesi isteniyor. Daha dün Cumhurbaşkanı 250 binden fazla bir göç dalgasının İdlib sınırına dayandığını belirtip sınırı açacaklarını ima etmiştir. Eğer açılırsa bunun 250 binde kalmayacağını herkes biliyor. BM'ye göre 2 milyon kişi gelebilir.

     Türkiye'ye Suriyeli Arap göçü katlanarak artıp Türkiye Türksüzleştirilirken, Suriye ve Irak'ın bölünmesi senaryosu hızlanırken Libya'ya asker göndermek kimin aklı? Bir ay önce Türkiye'de konuşulmayan konu nasıl bir numaralı güvenlik tehdidi oldu da Türkiye oraya asker gönderip oradaki iç savaşın parçası olacak?

Önceki gün yazdık. Libya'ya asker gönderme kararının siyasi hedefi net değildir ve afaki hayali Türkiye'nin imkân ve kabiliyetlerini aşan, Türkiye'nin bekasıyla yakından uzaktan ilgili olmayacak şekilde "Libya'da barış ve istikrarı sağlamak" olarak belirlenmiş gözüküyor.

Bu ifade ABD'nin Irak'a özgürlük, demokrasi ve barışı getireceğiz hedefiyle benzerlik gösteriyor. ABD bile oluşturduğu büyük koalisyonla Irak'ta bırakın barışı getiremediği gibi Irak'ın parçalanmasının önünü açtı, Irak devletini dağıttı, milyonlarca insanın hayatına mal oldu.

Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) destek sağlayacak tek ülke olacak Türkiye, Libya'da barış ve istikrarı sağlayabilir mi? Bu önü açık ve hayali bir hedeftir. DİB Çavuşoğlu'nun CHP ve İYİ Parti yetkililerine söyledikleri de Libya'daki senaryonun önü açık olduğunu, belirsizlik ve bilinmezliklerle dolu bir yere yani bir maceraya Türk askerinin gönderileceğini teyit ediyor.

Türkiye'nin Libya'ya asker göndermenin bahanesi olarak da deniz sınır mutabakatına karşılık olarak UMH'yi askeri olarak destekleme denkleminin büyük bir hata ve Türkiye'ye tuzak olduğunu söyleyelim.

Elma ile Armudu toplamak gibi birbirinden bağımsız iki konudan kurulan bu denklem Türkiye'nin çıkarlarına hizmet etmez. Yani illaki Libya'ya asker gönderelim ki mavi vatanda haklarımızı koruyalım söylemi doğru değildir.

Daha önce defalarca uyardık. Libya'daki durum Irak ve Suriye'dekinden çok farklı. Oralarda haklı bir sınır ötesi terör operasyonu için asker göndermişken, Libya'da bir iç savaşta taraf oluyoruz. Bildiğiniz savaşa giriyoruz. Hem de bizim savaşımız olmayan bir savaşa giriyoruz.

2011'de Tunus ve Libya'dan başlayan Arap Baharı kışa felakete dönüştü. Bahar vaad edilen ülkeler insanlar kışın içinde kaldı.  Yeniden alevlenen iç çatışmalarla birlikte, küresel ve bölgesel güçlerinde dahliyle Suriye'deki mini dünya savaşından sonra yeni bir mini dünya savaşının Libya'da yaşandığını görüyoruz.

Suriyeli göç dalgalarıyla ve iklim değişikliğinin yanında iç çatışmalar nedeniyle Ortadoğu'dan gelecek yeni Arap göç dalgalarıyla Türkiye Türksüzleştirilirken Türkiye'yi ve Türk askerini de Arap Kışının içine göndermenin sorumluluğu ve maliyeti büyük olacak.

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/turkiye-arap-kisinin-icine-sokuluyor

***

25 Aralık 2019 Çarşamba

Siyasette Çare.,

Siyasette Çare.,



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
15 Kasım 2010 Pazartesi 

Geçen hafta Türkiye’nin çok çetin sosyal problemlerle kuşatıldığını, ancak bu işe talip olacak, siyasi partinin bünyesinde oluşacak çok güçlü bir kadro hareketiyle bunların aşılabileceğini ifade etmiştim. Bu kadro hareketi öncelikle, beşinci kolun aleyhlerine üreteceği hain propagandalara karşı dikkatli olmalıdır. Tarihimize baktığımızda, ülkeyi içinde bulunduğu karanlık dehlizden aydınlığa çıkaracak hamlelerin, beşinci kol faaliyetiyle yok edilmesi için her türlü melanetin yapıldığını görüyoruz. 

  Nitekim; II. Osman’dan (Genç Osman) başlayarak  “Lale Devri”  hükümdarı; Üçüncü Ahmed, XVIII. asrın büyük ve münevver padişahı Üçüncü Selim gibi değerler, hep beşinci kol ihanetinin kurbanı oldu. Ülkeyi kalkındırmaya çalışan Nevşehirli İbrahim Paşa gibi iyi yetişmiş vezirler, bir takım iç isyanlarla ziyan edildi. Bu sadece bizim marifetimiz değildir. Beşinci kol, millete sahip olacak, onu güçlü kılacak şahsiyetlere düşmandır. Türkiye’de, halk kitlelerini isyana teşvik gayretlerinde, emperyalist emel sahibi devletlerin de önemli hissesi vardır.  Bugün hâlâ böyle hain gayretlerin devam ettiğini milletimiz çok iyi biliyor... Ermeni komitacılarının dışta, içte zehirli iftiralarla Sultan Abdülhamid’i  “Kızıl Sultan”  ilan ettiklerini hatırlayalım. Mustafa Kemal ve Kuva-yi Milliyeciler milletin bağımsızlığı için mücadele ederken, beşinci kol her türlü iftirayı yapıyor, yayıyor, isyanlar çıkartıyordu. Genç Cumhuriyet; Musul petrollerinde İngiliz menfaatlerine hayır! derken, İngiliz ajanları bütünlüğümüzü parçalayacak bombaları isyanlarla patlatıyordu.

Her milli hamlede, her kalkınma sıçrayışımızda bir ihanetle karşılaşırız. Adı ASALA olur veya PKK. Çoğu kere de haset, gaflet ve cehalet...Bu fesat oyununa gelenler, Türk vatanından kopmak isteyenler, ayrılık türküleri söyleyenler kopanların haline baksın. İşte Kırım, işte Bulgaristan... Bölünmeye karşı çıkacak hareketin felsefesi, bu toprağın insanı olarak hizmete koyulmak, Allah’ın huzuruna ak alınla çıkabilmektir. Milletin birliği, vatanın bütünlüğü uğrunda, tek nefes israf etmeden, ilim ve iman, ahlâk ve faziletle örülmüş bir disiplinle çalışmaktır. Bu kadronun mensupları; sıkıntılı, zor şartların insanı olmaya hazır olmalıdır. Onların ahlâkı;  “ Satmamak ve satılmamak”  olacaktır. Bunun çok saygı değer örnekleri İstiklal Harbi komuta kademesinde dir. İstanbul hükümetinin emri ile Fevzi Paşa (Çakmak); Mustafa Kemal’i alıp İstanbul’a getirmek üzere Erzurum’a gelir. Karabekir,  “Paşa, Mustafa Kemal’le vatanın işgalden kurtarılması için anlaştık. Onu size teslim edemem”  der. Fevzi Çakmak;  “Sen Mustafa Kemal’i tanımazsın. İhtiraslarının sınırı yoktur. Vatan kurtulsun ilk harcayacağı sensin!”  der. Cevap muhteşem dir:  “Vatan kurtulsun da bir değil bin Kazım feda olsun”... Evet! Kadro şuuruna sahip olmanın yolu bu ahlâktan geçer. Dedikodu, tezvirat, şüphe bu şahsiyetlerin topuğuna erişemez. 

Türkiye’nin gelişmesi, güçlenmesi Orta Doğu’daki emperyalist devletlerin kurduğu düzeni kökten değiştirecektir. 
Bu korku Batıda çok derindir. Türkiye’de Batı kaynaklı ağır sanayi tesisi olmayışı, bu iddiamızın en güçlü delilidir. 

12 Eylül darbesinden sonra o zamanın ABD Ankara Büyükelçisi yeni emekli olmuş, Cumhuriyet gazetesinde hatıralarını yayınlamıştı. 
Büyükelçi şöyle diyordu;  “Milliyetçi Hareket Partisi’nin sahip olduğu siyaset ufku iktidar olursa, Orta Doğu’daki siyasi dengeler ABD’nin aleyhine gelişecekti. 

Bu yüzden MHP kapatılmalıydı.” Nitekim bu satırlar gazetede neşredilirken partimiz kapatılmış ve bizler idam talebiyle tutuklanmıştık.Dünyayı iyi tanıyan, dış ve iç politikada şartları isabetle gören kadrolar; ciddi araştırmalara dayanan bir ’Milli Plan’ hazırlamalı ve bunun zaman programını düzenlemelidir. Zahirde hazırlanacak bu işlerin batını, Yaradana mutlak teslimiyetle çalışmaktır.

Milletimize saadetli bayramlar niyâz ediyor, hepinizin mübârek Kurban Bayramını Tebrik ediyorum. 

Kaynak Yeniçağ: 
Siyasette çare 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/siyasette-care-15708yy.htm


***

Vah Halimize!

Vah Halimize!

Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
17 Ocak 2011


    Yurt dışındaki Türklere hizmet veren pek çok değerli insan tanıdım. 
Dışişleri Bakanlığı mensupları, bakanlıkların müşavirleri, öğretmenler. Sabrın, fedakarlığın, sevginin sessiz güzel insanları öğretmenlerdir. 
Yad ellerde vatandaşlarına Türklük sevgisi, vatan muhabbeti ile milli şuur vermeye çalışan bu sessiz kahramanlar her yerde, her zaman saygıya 
ve sevgiye layıktır. Onların anlattıklarını her zaman ilgi ve istifade ile dinledim. Hepsinin ortak üzüntüsü; “Yurt dışındaki Türklerin Türkçeyi unutma kaderine mahkûm olma”larıdır. Otuz yıl Almanya’da değerli eşi, meslektaşı Günay Hanım ile büyük bir özveriyle hizmet eden eğitimci Zeki Önsöz konuya bir kez daha eğilmemi sağladı.  2011’in ilk haftasında Dışişleri Bakanı A. Davutoğlu’nun başkanlığında, Ankara’da gerçekleşen Büyük elçiler toplantısı yurt dışındaki Türklere ilişkin çarpıcı gelişmeleri gündeme getirdi.  Avrupa ülkelerinde görev yapan diplomatlar, buralardaki Türk çocuklarının Türkçe öğrenemediğine dikkat çektiler. Türkiye’nin yurt dışında görev yapan tüm büyük elçilerinin katıldığı toplantıda; Büyük elçilerin hemen hepsi “Acilen bir Eğitim müşaviri gönderin” talebinde bulundular. 

    Büyük elçilerimizden biri; “Yakında öyle bir noktaya geleceğiz ki, Avrupa ülkelerine atanan diplomatlarımız görev yapacakları ülkenin ana dilini 
bilmiyorlarsa, oradaki Türklerle sohbet edemeyecekler. Zira Avrupa’daki Türk çocukları Türkçe öğrenmiyorlar...” diyerek durumun vahametini dile 
getiriyor.  Alınabilecek tedbirlerin de tartışıldığı toplantıda, Büyükelçilerden gelen önerileri şu şekilde özetlemek mümkün.   Hollanda’da Türklerin gittiği 143 cami var. Bu Camilerde isteyenlere amatörce Türkçe kursları da veriliyor. Milli Eğitim Bakanlığı  camilerdeki bu kursları daha profesyonel hale getirmenin bir yolunu bulabilir.  
   Fransa’daki ilköğretim okullarında çocukların Türkçe öğrenmeleri için özel bir sınıf açılması, bunun için de en az 15 öğrenci velisinin başvuruda bulunması gerekiyor. 
Çoğu zaman bu sayıya ulaşmak zor oluyor. 

Diyelim Türkçe sınıf açıldı. 

    Bunun eğitim kalitesi de içler acısı. Sadece Türkçe biliyor diye bazı kişiler bu özel sınıflara öğretmen atanıyor. 
Ama çoğunun pedagoji formasyonu yok.  Ana dilini doğru dürüst bilmeyenin ikinci bir bir dil öğrenmesi zordur. 
Bu çerçevede Türkçe’nin düzgün öğretilememesi Almanya’daki Türklerin, yaşadıkları topluma katılımını da olumsuz etkiliyor. 
Almanya’da 500 bin Türk çocuğu ilköğretime devam ediyor. Sadece 25 bini yüksek okula gidiyor ve bunların çok azı da yüksek okulu bitirebiliyor. 
Almanya’daki Türklerin eğitim oranları yükselmedikçe iş bulma şansları da zayıf. 
    Almanya’da işsizlik oranı yaklaşık yüzde 8. Oysa Türkler arasındaki işsizlik oranı bunun iki katından fazla, yüzde 16-20 arasında... 
   Almanya’daki her beş Türk’ten biri de işsiz. Bu nedenle  tersine göç de başlamış durumda. “Geçen yıl 30 bin kişi Türkiye’den Almanya’ya gidip yerleşmiş, 40 bin kişi Almanya’dan Türkiye’ye dönmüş.” Ve bu durum sürüyor...İsveç’te yaşayan Türklerin eğitim durumu ise “Somalililerden
 bile kötü” olaraktanımlanıyor. Bu ve benzeri şikayetler devam ediyor.Ve acı sonuç toplantı sonunda Milli Eğitim Bakanlığı temsilcisinin sözleri ile ortaya çıkıyor.Türkiye’de “Eğitim müşaviri” olacak vasıfta insan bulunamıyor. Yurt dışında yaklaşık 50 eğitim müşaviri kadrosu boş. 
Milli Eğitim Bakanlığı, yurt dışında görevlendirmek üzere mevcut koşullara uygun eleman bulamadığından kriterlerden muafiyet istiyor ve bu muafiyeti alıyor.Yani yurt dışındaki gençlerimizin durumu tartışılırken, maalesef  içeride de Eğitim Müşaviri olabilecek kapasitede eğitimci yetiştiremediğimiz gerçeği ortaya çıkıyor. 

Ne diyeyim, vah halimize... 

Kaynak Yeniçağ: 
Vah Halimize! 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/vah-halimize-16585yy.htm

***

Rusya ile Libya'da çatışmak

Rusya ile Libya'da çatışmak


Cahit Armağan DİLEK
cahitdilek@yahoo.com 

25 Aralık 2019

    Libya ile iki mutabakat muhtırası imzaladık. 
Deniz yan sınırı mutabakatı önemli bir diplomatik başarıydı. 
Ama bir kısım uzman, Lozan kadar önemli hatta ikinci Lozan deyip olayı köpürttü ve haddinden fazla anlam verdi.  
   Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Sevr'i ters yüz ettik" deyip mutabakata başka bir anlam yükledi. Ama gelin görün ki böyle bir diplomatik başarı sonrasında kendimizi Libya iç savaşının bir tarafı olmamız kabul edilebilir değil.  Buradaki sıkıntı deniz sınırı mutabakatına karşı askeri işbirliği mutabakatının imzalanmış olduğu algısının ortaya çıkması. Halbuki Türkiye, uluslar arası hukuk ve deniz hukuku açısından çok kuvvetli olduğu deniz sınırı mutabakatı karşılığında Libya iç savaşında yer almak zorunda değildi. 
   Aslında Türkiye bir süredir Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümetini (UMH) destekliyor. Ancak Libya ile imzalanan askeri işbirliği mutabakatıyla bu destek iyice artacak ve fiilen sahada Türk askeri desteğine dönüşecek gibi. Bu da Türkiye'nin dört bir tarafından kuşatan kriz ve çatışma cephesinin Libya'ya kadar uzaması yani cephenin genişlemesi anlamına geliyor.



    Irak ve Suriye kuzeyinde askeri operasyonlarda sınırımızın hemen dibi olmasına rağmen yaşanan sıkıntılar ortada. 
Bizim için deniz aşırı olan Libya'da fiilen askeri operasyonlara katılmanın askeri-politik maliyetini öngörmek şu aşamada oldukça zor. 
Çünkü Libya'daki belirsizlik Suriye'dekinden daha fazla.Türkiye, Suriye'de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı Harekatı, İdlib ve şimdi de Barış Pınarı Harekatıyla dördüncü kez Suriye'de askeri harekat yürütüyor. 
Gelinen gün itibariyle bu harekatlarda istenilen ortamın yaratıldığını söylemek zor. Bunun en önemli nedeni ise siyasi hedefin net ve doğru olarak belirlenememesi dir. Şimdi benzer durum asker gönderme aşamasında olduğumuz Libya için de geçerli. İlk akla gele sorular şunlar:   
Türkiye Libya'da UMH tarafında iç savaşa dahil olarak hangi siyasi hedefi gerçekleştirecektir?  UMH'nin karşısındaki Hafter güçlere (ve onun destekçisi Rusya, Fransa, BAE gibi ülkeler) bakıldığında Türkiye'nin UMH'nin tek destekçisi olarak bunu sağlaması ne kadar mümkün?  

    Libya'ya asker göndererek UMH yanında olma kararı UTK (Uygunluk, Tatbik Edilebilirlik, Kabul edilebilirlik) testinden geçti mi?  

Libya'ya asker gönderilmesi durumunda artık cephe gerisi durumuna düşecek Suriye kuzeyinde özellikle İdlib'te güvenlik nasıl sağlanacak? 
Hele hele İdlib'ten beklenen yeni göç dalgasının artık sınır kapsına dayandığı bir ortamda göç ve terörist sızmaları  Nasıl önlenecek? İdlib'ten kaynaklanacak yeni tehdidin Libya'dan kaynaklanan tehditle mukayesesi, durum muhakemesi yapıldı mı?Suriye kuzeyinde özellikle İdlib'te Türkiye'nin üstüne düşen sorumluluğu yapmadığına ilişkin Rus eleştirileri ve artık sabrının taştığı anlaşılan Kremlin yönetiminin tavrı ortadayken Libya'da karşı pozisyonlarda olan Rusya ile işbirliğini yapılabileceğini düşünüyor usunuz? Suriye'de Esad'ı yok sayarak yapılan yanlış şimdi Libya'da ABD, Fransa, DAE, İtalya vs yok sayılarak tekrar mı edilecek?  Ankara'daki Rus Büyükelçinin Daily Sabah yazarı Öcal'a  verdiği cevabı gördünüz mü? Türkiye'nin desteklediği UMH'ye yönelik Rus tutumunun farkında mısınız? 

Bakın ne diyor Rus büyük elçi: 

Sayın Hafter, ülkenin önemli bir bölümünü kontrolü altında tutuyor, sözleri bir anlam ifade ediyor ve en azından bazı dünya başkentlerinde  ve bölgesel başkentlerde duyuluyor. Diğer taraftan, Sayın Sarraj'a desteğini açıklayan Trablus kırsalındaki çok sayıda aşırılık yanlısı grup,  özellikle onların Libya'ya DEAŞ saflarında savaştıkları Suriye'den geldikleri gerçeğini dikkate aldığımızda, Sayın Sarraj'ın güvenilirliğini artırmıyor. 

    Güvenilirliğini de, meşruiyetini de.Ülkenin farklı kesimlerinde kontrolü ele geçiren birkaç yüz silahlı grup, oralardaki nüfusa karşı terör estiriyor.  
Doğrusu bunlardan biri de, Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH). Ancak UMH'nin "uluslararası tanınmışlık" statüsünün, son derece tartışmaya açık olduğunu hatırlatmama izin verin. Daha önce Putin şimdi de Rus büyükelçinin söylediği konu (Suriye'den Libya'ya gelen gruplar) önemli ve tehlikeli. Dünden bu yana yerel basında çıkan haberlerde Türkiye'nin İdlib'te birlikte çalıştığı silahlı gruplardan bazılarını  Libya'ya sevk edeceği iddiaları seslendiriliyor. 

   Görülüyor ki, Rusya'nın Libya durum muhakemesi Erdoğan yönetimininki ile taban tabana zıt. 

Rusya Türkiye'nin İdlib'teki sorumluluğunu yerin getirmeden  Afrin ve Fırat doğusundaki harekatlarına bir nevi göz yumdu. 
Ama bir üçüncüsüne razı olacağını beklemek, Libya'da Türkiye ile yeni bir angaje ye girmek istemiyor. Rus kaynaklarımıza göre, Rus tarafının Türkiye'nin özellikle İdlib'teki tutumundan son derece rahatsız ve bıçak kemiğe dayanmış durumda. 
Onun içindir ki İdlib'te Suriye Operasyonları başladı ve peşinden göç dalgası büyüdü. Libya iç savaşıyla deniz yan sınırının hiçbir bağlantısının olmadığını tekrar hatırlatarak tezkere çıkmadan tekrar soralım. Türkiye'nin asker göndererek Libya'da iç savaşın tarafı olmasının nihai hedefi ve siyasi hedefi nedir? Türkiye'nin hangi milli çıkarlarına hizmet edecek, hangi tehdidi bertaraf edecektir?   



Kaynak Yeniçağ: 
Rusya ile Libya'da çatışmak
Cahit Armağan DİLEK 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/rusya-ile-libyada-catismak-54339yy.htm


***