PKK İLE MÜZAKERE, MÜTAREKE VE KİRLİ BARIŞ SÜRECİNİN ANALİZİ BÖLÜM 1
Yazar: Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
http://www.21yyte.org/
06.08.2013 11:30
Tarihinde Yayınlanmıştır..
Devletimizin ve milletimizin geleceği
açısından hayati öneme sahip günlerden geçiyoruz. Önümüzdeki birkaç sene içinde
gerçekleşecek gelişmeler çocuklarımızın nasıl bir Türkiye’de daha açık bir
ifade ile Türkiye’den geriye kalan kısımda yaşayacağını belirleyecek.
Yaşanan gelişmeleri algılama konusunda
aydın kamuoyu ikiye bölünmüş durumda. AKP Hükümetinin de desteklediği, eski
komünist yeni liberal ve kendilerine muhafazakar diyen aydınlar, A. Öcalan ile yapılan müzakereleri büyük
bir sevinçle karşılıyorlar. “Nihayet anaların gözyaşları dinecek” diyorlar. AKP Grup Başkan Ayşenur
Bahçekapılı “Bayram var, Bayram” diyerek süreci değerlendirmiştir.
İktidar Partisinin grup başkan vekili
Ayşenur Bahçekapılı, CHP ve MHP’yi kana istemekle suçlayıp, artık Türkiye’de CHP ve MHP’ye yer olmadığını
söylerken, Türkiye’de bayram olduğunu açıklıyor.
Öte yandan Türk Milletinin çok büyük bir
bölümü, MHP ve CHP, milliyetçi, vatansever aydınlar, gelişmeleri bütün bir endişe ve tepki
ile izliyorlar, ülkemizin bir bölünme sürecine girdiğini ileri sürüyorlar.
Gelişmeleri izleyen milletimizin
genellikle gelişmelerin alacağı şekil ile ilgili büyük endişe içinde olduğu görülüyor. Yapılan en son (Nisan
2013/Metorpoll) bağımsız çalışmanın ortaya koyduğu husus, “Öcalan ile yürütülen müzakereleri
destekliyor musunuz?” sorusuna % 35 “evet”, % 58 “hayır” dediğidir. % 7 ise kararsız görünüyor.
Aynı gelişmeler ile ilgili olarak bir
milletin mensupları bu kadar farklı iki tepki verebilirler mi? Evet, verebilirler. Birinci Dünya Savaşı
sonunda imzalanan ve Türk Milletinin varlığına açıkça kasteden Mondros Mütarekesini herkes acı ve
nefret ile hatırlayacaktır. Ancak Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra İstanbul’da kutlamalar
düzenlenmiş, fener alayları yapılmış, hatıra pulu basılmıştır. Kötü hatta milli bir felaket olduğu çok açık olan
gelişmeleri dahi milletler hemen anlayamayabilirler.
Bugün yaşanan Öcalan ve PKK ile müzakere,
sonra mütareke (ateşkes) ve nihayet kirli barış sürecini bir bütünlük içinde ortaya
koyabilmemiz için 1984’den buyana Türkiye’nin terörizm ile mücadelede hangi aşamalardan geçerek
bugüne geldiğini ortaya koymamız gerekmektedir. Çünkü, AKP Hükümetinin Öcalan ve PKK ile müzakere
yolunu seçmesinin temel nedeni, “PKK’yı, Kürtçülüğü
Türkiye Cumhuriyetinin milli-üniter
devlet yapısı üretmiştir” ve “terör ile mücadele edilerek sonuç alınamıyor” gerekçeleridir.
Bu gerekçelerin doğru olup olmadığı
ancak 1984’den buyana yaşananları tahlil edersek anlaşılabilir.
Kürtçülük Sorunu Türkiye Cumhuriyetinin
Ürettiği Bir Sorun Mudur?
AKP Hükümeti ve destekleyen
politik/kültürel çevreler, PKK sorununun Türkiye Cumhuriyeti’nin bir üniter milli devlet olmasından kaynaklandığına
inanırlar ve savunurlar. Ne demektir milli ve üniter devlet.Türkiye Cumhuriyeti’nin milli
devlet olması demek, Türk devleti olması demektir. Siyasi ve hukuki
olarak Türk Milleti, Türkiye’de yaşayan
ve vatandaşlık bağı ile Türk Milletine bağlı olan herkesin oluşturduğu millettir. Türkiye
Cumhuriyetinin üniter devlet olması demek, TBMM’nin tek egemen olması ve tek başkentin Ankara olması demektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk devleti olmasından rahatsız olanlar, Selçuklu ve Osmanlı
devletlerinin Türk Milletinin değil de hangi milletin devleti olduğu sorusuna cevap vermelidirler.
2. Abdülhamit Han anayasa tartışmaları sırasında şöyle demiştir: “Bir hükümdar için lazım olan şey, memleketin yararıdır. Eğer bu yarar anayasanın ilanında ise, o da yapılıyor. Fakat iyi uygulanır mı, Türk’ün yararı saklı kalır mı, burasını kestiremiyorum.”[1] Keza Panislamizm politikalarını en yoğun uygulayan sultan olan 2. Abdülhamit Han Piriştina Belediye Meclisinin Arnavutça hutbe okunması
kararına ret cevabı verirken, “Bu benim
hükümranlık (egemenlik) hakkımdır. Hala dilimizi öğrenmemişler mi?” cevabını vermiştir.[2]
Selçuklu ve Osmanlı Hakanları kendi
egemenlikleri ile eşit olan her hangi bir egemenliği devletlerinin sınırları için de Osmanlı’nın adı
üzerinde yıkılma dönemi hariç kabul etmemişlerdir. Özetle, Türkiye Cumhuriyeti, Türk ve tek egemen yapısı
ile Selçuklu ve Osmanlı’nın devamıdır. Esasen TBMM 1922’de
308’nolu kararında bu hususu şöyle ifade
etmektedir: “Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve gerçek sahibi olan Türk Milleti..düşmanlarına karşı
kıyam etmiş..bugünkü kurtuluş gününe vasıl olmuştur.”[3]
Buna rağmen,AKP zihniyeti milli-üniter
devletten vazgeçilir ise PKK ve Kürtçülük sorununun da sona ereceğini düşünmektedir. Başbakan
Erdoğan şöyle demektedir: ”Osmanlı medeniyetinde farklılıklar zenginliktir. Ama Osmanlı’dan sonra
zaafa uğradık ve neticesinde diğerleri, ötekileri, biz, onlar gibi bu
tür yaklaşım tarzları birbirimize
bağlayan kardeşlik özelliklerinde bir zafiyet meydana getirdi. Şimdi bunu aşmamız gerekiyor.”
Buradaki algı şudur. İstiklal Savaşı’nı
gerçekleştiren Atatürk ve heyeti Osmanlı’yı yıkmıştır. “Biz Türk’üz” demiş, diğer insanları
yabancılaştırmıştır. Bu çok yanlış bir tarih algısı olmasına rağmen anılan çevrelerde geçerlidir. Ancak bu algı
Türkiye Cumhuriyeti öncesindeki Kürtçü isyanları izah etmemektedir.
Oysa Cumhuriyeti kuran Türk
milliyetçileri Osmanlı devletinin yıkılmaması için Trablusgarb’tan Filistin Cephesine, Irak’tan Kafkas Cephesine
yıllarca savaşmışlardır. Herkesin ayrıldığı noktada özellikle Balkan Savaşı’ndan ve nihayet Birinci Dünya
Harbi’nden sonra geriye kalan Türkler, Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır.
Oysa, Kürtçü isyanlar Türkiye
Cumhuriyeti kurulmadan çok önce başlamıştır. Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı, (1806-1823)İsyan, Baban
aşiretinden Süleymaniye kentinin kurucu lideri olan İbrahim Paşa’nın ölümünün ardından, aşiretin
artan gücünden endişe duyan Osmanlı idaresinin, rakip aşiretten
Halid Paşa’yı emir olarak atamasıyla
patlak vermiştir.İbrahim Paşa’nın torunu Abdurrahman Paşa’nın 3 yıl süren bu isyanı, 1808 yılında
bastırılmış ve Abdurrahman Paşa, İran’a sığınmıştır. İsyan, İran tarafından desteklenmiştir. 1823’e kadar
sürmüştür.
İkinci isyan Babanzâde Ahmet Paşa
isyanıdır(1812).Türk-Rus Savaşı’nın(1806-1812) sonlarına doğru ve Osmanlı Devleti’nin Sırp isyanıyla
uğraştığı bir dönemde, yine aynı aileden, Babanzade Ahmet Paşa’nın başlattığı isyan, 1812’de bastırılmıştır.
Üçüncü isyan, Mîr Muhammed
isyanıdır(1830).Soran Aşiretinin lideri Mir Muhammed Paşa’nın, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa ’nın
isyanından cesaret alarak çıkardığı ayaklanmadır. Bu isyan sürecinde, Yezidiler, Baban Emirliği ve yerel
aşiretlerle de çatışan ve Musul’a kadar geniş bir bölgede etkin olan Mir
Muhammed, 1836 yılında bölgedeki din
âlimlerinin Mir Muhammed’in isyanını onaylamayan ve kınayan fetvalarının da desteğiyle, güçlü bir
Osmanlı müdahalesinin ardından isyan bastırılmıştır.
Dördüncü isyan Revandüzlü Kör Mehmet
İsyanıdır (1832). Revandüz hakimi Kör Mehmet Paşa liderliğinde Kuzey Irak’ta gerçekleşmiş
ve Osmanlı’nın, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Ordusuna Nizip’te yenilmesi üzerine; 1833’de
Mardin ve Diyarbakır’a kadar genişlemiştir. Ancak, bir sene sonra, Mehmet Reşit Paşa komutasında ilerleyen
Osmanlı Ordusunun etkisi ve Kürt dini liderlerin tepkisi ile
isyan sona ermiştir. Kör Mehmet, 1836’da
yakalanarak, İstanbul’a götürülmüştür.
Beşinci isyan, Cizreli Bedirhan Bey
İsyanıdır (1836). Bedirhan Bey, 1831’de Yeniçeri teşkilatını lağvetmiş ve yeni ordu için asker
isteyen İstanbul’un talebini, Türk-Rus savaşından istifade ederek geri çevirmişti. 1836’ya kadar Cizre’deki
diğer aşiretleri etrafında birleştiren Bedirhan Bey, Osmanlı’ya isyan etmiştir.
Altıncıisyan Yezdan Şer İsyanıdır(
1855).1855’te, Bedirhan Bey’in yeğeni Yezdan Şer isyan etmiş ve Musul’dan Van Gölüne kadar geniş bir
bölgeyi kontrol altına almıştır. Rus Ordusu çekildikten sonra, umduğu İngiliz desteğini sağlayamayınca
çökmüştür. Daha sonra Yezdan Şer tutuklanmıştır.
Yedinci isyan Şeyh Udeydullah İsyanıdır. (1880) 19. yüzyılda gerçekleşen son isyanın önderliğini Nakşibendi Şeyhi Şeyh Ubeydullah yapmıştır.İran’daki Kürtlerin maruz kaldıkları girişimleri bahane ederek, 20 bin isyancıyla, İran’a girmiş ve birçok Azeri Türk’ünün de katledildiği saldırıda bulunmuştur. 1881’de Şeyh’in Osmanlı tarafından tutuklanmasıyla son bulmuştur. 2. Meşrutiyet’in ilanı üzerine Rusya’nın tahriki ile Molla Selim İsyanı 1913’de Taşnak partisi ile işbirliği
içinde başlamıştır. Özetle, bölücülük
sorunu Türkiye Cumhuriyetinin milli ve üniter devlet yapısının ürettiği bir sorun değildir. Bölücülük
sorunu 19. Yüzyılın başından itibaren devletin başına birçok badire açmış bir şekavet tir.
GÜVENLİKÇİ ANLAYIŞ SONUÇ VERMEDİĞİ İÇİN
PKK İLE MÜZAKERE BİR ZORUNLULUKTUR
PKK ile müzakereleri haklı göstermek
için ileri sürülen ikinci gerekçe, ise terörle mücadelenin başarılı olmadığıdır. Şimdi bu tezi de
inceleyelim. AKP Hükümeti ve destekçileri edilgen, teslimiyetçi ve müzakereci stratejiyi haklı göstermek
için “Terör 1984’den beri devam ediyor. Güvenlikçi anlayış ile bir yere varılamadı. Demek ki müzakere
doğru” söylemini kullanmaktadırlar.
Oysa,1984’den 1999’a kadar PKK ile süren
mücadele sonunda PKK askeri olarak yenilmiş, hedeflerini gerçekleştirmesi engellenmiştir. PKK, 15
Ağustos 1984’de Eruh ve Şemdinli’ye yaptığı saldırıdan sonra “
Bağımsız, Birleşik Sosyalist Kürdistan”
hedefini ilan etmiş ve stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı konseptine dayanan
Maoist Halk Savaşı ile Türk Ordusu’nu G.D. Anadolu’dan çıkarma hedefini açıklanmıştır. PKK 1990’ların
başında kendisini bu hedefe yakın görmüş, Öcalan 50 bin kişilik bir orduya ulaşacaklarını açıklamıştır. PKK,
Türkiye’yi cephe, Kuzey Irak’ı ise cephe gerisi olarak ilan etmiş, terörü Kuzey Irak merkezli olarak
geliştirmiş ve Türkiye’ye taşımıştır.
1987’de sıkıyönetimin kalkması ve
Olağanüstü hal rejiminin uygulanmaya konulması ile TSK terörle mücadeleden büyük ölçüde çekilmiş ve
terörle mücadele İç İşleri Bakanlığı tarafından devralınmıştır.
1990 Kuveyt Savaşı sonrasında Kuzey
Irak’ta oluşan boşluk PKK için büyük bir fırsat olmuş, PKK gelişmesini sürdürmüştür. 1992
Kasım’ında TSK’nın başlattığı Kuzey Irak operasyonu ile birlikte ordu, terör ile mücadeleyi İç İşleri
Bakanlığı’ndan sıkıyönetim ilan edilmeden devralmıştır. Türk Ordusu,
1993-1997 arasında uygulanan Türkiye’de
“alan hâkimiyeti” ve PKK’nın “cephe gerisi” olan Kuzey Irak’ı ise sürekli sınır ötesi operasyonlar ile
cepheleştirerek, 1997 senesine gelindiğinde PKK’yı askeri olarak mağlup etmiştir. 1998 terörün
statikleştiği yıldır. PKK, eylem gücünü büyük ölçüde yitirmiş, Kuzey
Irak’tan gerçekleşen PKK sızmaları
ülkemizin iç kesimlerine ilerleyemeden güvenlik güçleri tarafından Hakkari’de yok edilmiştir. PKK Eylül
1998’de tek taraflı ateşkes ilan etmek zorunda kalmıştır.
Ekim 1998’de Cumhurbaşkanı S. Demirel TBMM’nin açılış konuşmasında Suriye’yi Öcalan’ı teslim etmemesi durumunda savaş ile tehdit etmiştir. Şam, Öcalan’ı derhal sınır dışı etmiştir. Öcalan, Rusya, İtalya, Yunanistan ve Afrika üzerinden çıktığı yolculuğun sonunda yakalanmıştır. Türkiye’nin Yunanistan’ı
tehdit etmesi ve bir Türk-Yunan savaşı
çıkma ihtimali ABD’yi harekete geçirmiştir. ABD’nin Öcalan’ın bulunduğu Kenya’ya ve Yunanistan’a baskı
yapması sonucunda, Öcalan Türk devletine teslim edilmiş ve 31 Mayıs 1999’da İmralı’da yargılanmaya
başlanmıştır.
Yargılama sırasında Öcalan asılmamak
kaygısı ile PKK’nın Kuzey Irak’a çekilmesini istemiş, örgüt bu emre uymuştur. Türkiye, PKK tarafından
ilan edilen ateşkesi kabul etmemiş ve terör örgütü ile mücadele sürdürülmüştür. Kuzey Irak’a çekilen 500
PKK’lı geri çekilme sırasında çıkan çatışmalarda öldürülmüş tür. Ancak mücadele bununla da kalmamıştır.
TSK, 2002 sonuna kadar PKK ile mücadelesini Kuzey Irak’ta sürdürmeye devam etmiştir. Bütün bunlar göstermektedir ki, Öcalan ile 57. Hükümet döneminde İmralı’da istihbarat almak amacı ile
askerler ve istihbaratçılar tarafından görüşülmüş ancak AKP
Hükümetinin yaptığı gibi müzakere ve
pazarlık yapılmamıştır. Bu dönemde Öcalan ile yapılan görüşmelerin niteliği Öcalan’ın
sorgulaması olmuş, Öcalan’ın karşısına Başbakanın temsilcisi çıkmamıştır.
Özetle, PKK ile askeri mücadele PKK’nın
bağımsız devlet hedefine ulaşmasını engellemiştir. PKK’nın ilan ettiği bağımsız, birleşik,
sosyalist Kürdistan hedefi engellenmiştir. Lideri Öcalan ve askeri lideri sayılan ŞemdinSakık yakalanmıştır. 20
bin terörist öldürülmüştür.
2000’de 29, 2001’de 20 ve 2002’de 7 şehit verilmiştir. Türkiye içinde terör eylemleri sona yaklaşır iken Türkiye, terörle mücadeleyi tamamen Kuzey Irak’a taşımıştır.Başarısız oldu dedikleri güvenlikçi anlayış bu sonucu almıştır. Bu bir başarıdır. PKK terörü etkisiz kılınmıştır, terör örgütünün ülke üzerindeki baskısı ortadan kaldırılmıştır. PKK kendisini Kuzey Irak’ta savunmaya zorlanmıştır. Öcalan, İmralı’da bir mahkum haline gelmiştir.
AKP DÖNEMİNDE PKK TERÖRÜNÜN TIRMANMASI
2003’den itibaren PKK terörü tekrar
tırmanışa geçmiştir. Bunun beş temel nedeni vardır. Bunlar,
a) AKP Hükümeti ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında terör örgütü ile etkin mücadele için düzgün bir politika geliştirememiştir,
b)Avrupa Birliğine tam üyelik uğruna ancak Batı Avrupa’da uygulanacak hukuki mevzuat
Türkiye’ye taşınmış ve güvenlik güçlerinin terörle mücadele için sahip olması gereken hukuki imkanlar ellerinden alınmıştır.Yol denetimleri kaldırılarak, PKK’lıların karayollarını istedikleri gibi kullanmasının önü açılmıştır. Kırsalda gıda denetimleri kaldırılarak, PKK’nın dağ kadrolarının beslenmesinin önü
açılmıştır.
c)AKP Hükümeti terör ile mücadelede
doğru bir anlayış ile gerekli önlemler almadığı gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yürütülen
sert mücadele ile terörle mücadelenin en seçkin isimleri tutuklanmıştır.
d) Kuzey Irak’taki PKK kamplarına
yönelik sınır ötesi operasyonlar için TSK’dan gelen talepleri Hükümet göz ardı etmiştir.
e) Başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ın 2
Mayıs 2013’de "Bizim temel icraatımız, daima köklü belirlenmiş stratejilerimiz. Şu günlerde
çözüm süreci diye bir çalışmamız var. Bu yeni bir şey değil. 11 yıl önce başlattığımız çalışmanın yeni bir
evresidir. 14 Ağustos 2001’de kurulduğunda yapılan programda
bugünkü yaptıklarımızın ana hatlarıyla
yazılı olduğunu görürsünüz. Çok iyi çalışarak yazdık biz o programı” diyerek, AKP’nin daha ilk
günden PKK terörü ile mücadele etme amacının olmadığını ortaya koymuştur.[4]
AKP Hükümetlerinin politikaların ve
hatalarının neticesinde PKK terörü tırmanışa geçmiştir.
2003’de 31,
2004’de 75,
2005’de 105 askerimiz şehit olmuştur.
Nihayet 2006’da AKP ile PKK arasında İngiltere’nin hakemliğinde Oslo’da müzakereler başlamıştır. Müzakereler devam ederken, terör de devam
2003’de 31,
2004’de 75,
2005’de 105 askerimiz şehit olmuştur.
Nihayet 2006’da AKP ile PKK arasında İngiltere’nin hakemliğinde Oslo’da müzakereler başlamıştır. Müzakereler devam ederken, terör de devam
etmiştir.
2006’da 111,
2007’de 146,
2008’de 171, Resmi açılım yılları olan
2009’da 56,
2010’da 88 ve
2006’da 111,
2007’de 146,
2008’de 171, Resmi açılım yılları olan
2009’da 56,
2010’da 88 ve
2011’de 99 şehit verilmiştir.
2012’de ise 123 şehit verilmiştir.
2012’de ise 123 şehit verilmiştir.
Üstelik, PKK terörü son on yılda
tırmanırken, AKP Hükümeti PKK’nın nihai hedefi olan ayrı milletleşme ve kaçınılmaz olarak devletleşme sürecine
hizmet edecek olan adımlar atmış, tavizler vermiştir. Bu çerçevede;
1)TRT Şeş adı ile devlet Kürtçe televizyon yayınına başlamıştır.
2)Kürtçe devlet okullarında seçmeli ders
olmuştur.
3)Üniversitelerde Kürtçe bölümleri
açılmıştır, öğretmen yetiştirilmeye başlanmıştır.
4)PKK’nın siyasi koluna Kürtçe
propaganda yapma imkanı verilmiştir.
5)Etnik örgütlenmeler ve bölücü
propaganda serbest kalmıştır.
6)Belediyeler Kürtçe yazışma
yapmaktadırlar.
7)Kürtçe bilme şartı ile kamu personeli
istihdamı yapılmıştır.
8)Merkezden bağımsız Bölgesel Kalkınma
Ajansları kurulmuştur.
9)Mahkemelerde ana dilde savunma hakkı
kabul edilmiştir.
10)Büyükşehir belediyeleri yasası ile
idari federasyonun alt yapısı kurulmuştur.[5]
Özetle, 30 yıldan bu yana bitmeyen terör sloganı bir yalandır. Terör güvenlikçi önlemler ile büyük ölçüde bitirilmiş, AKP’ye terörsüz bir Türkiye teslim edilmiştir. Terörü canlandıran AKP’nin son 10 yılda uyguladığı politikalardır. Bundan dolayı doğru tespit son 10 yıldır bitmeyen terördür. Bu politikalar, yenik, Kuzey Irak’ta yaşamı için mücadele eden bir terör örgütünü, bugün 1984’den bu yana en güçlü olduğu konuma getirmiştir. Nisan-Mayıs 2013 itibarı ile PKK’ya katılım en üst seviyesindedir. Örgüt telsiz çağrılarında “Şimdi bize katılanlar Kürdistan eyalet kurulduktan sonra güvenlik görevlisi olacak” diyerek
propaganda yapmaktadırlar.
Bu politika sonucunda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 23 Nisan 2013 tarihli raporunda PKK’yı terörist değil aktivist olarak nitelendirmiştir. 25 Nisan 2013’de Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada da PKK çekilmesinden bahsedilirken, PKK terör örgütü olarak nitelendirilmemiştir.
2002’de İmralı’da bir mahkum olan Öcalan, bugün Time dergisine göre dünyanın en etkili 100 kişisinden birisidir.
PKK, terörü devam ettirdiği halde AKP
Hükümeti tarafından muhatap alındığını görmenin rahatlığı içinde terörü müzakere masasında
baskının aracı haline getirmiştir. Oslo’da Başbakanın özel temsilcisi PKK temsilcilerine PKK üzerindeki
baskıların kaldırıldığını, aksine baskı yapan bürokratların PKK tarafından Hükümete şikayet edilmesi
gerektiğini söylemiştir.
Başbakanın Başdanışmanı Oslo’da PKK’lı muhataplarına şöyle demektedir: “Geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı…Bir noktaya kadar tolere edebiliyorsunuz. Çünkü dediğim gibi alandaki valiler, emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar.Yani şu anda sizi bilmiyorum. Spesifik olarak isim vererek
şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır
bu adam şeydir.”Bu cümleler AKP döneminde terörle mücadelenin ruhunu ortaya koymaktadır.
Diğer bir ifade ile AKP Hükümeti terör ile mücadeleyi yasaklamış ve hatta cezalandırmıştır.
Oslo’da Başbakan’ın özel temsilcisinin ifade
ettiği gibi Türk Ordusu’nun PKK’ya karşı bütün planlı operasyonları durdurulmuştur. Askerlik
yapan herkes bilir planlı operasyonların durdurulması terörle mücadelenin durdurulmasıdır. Bütün
bunlar olurken, PKK ise terör eylemlerini tırmandırmaya devam etmiştir.
Nihayet Ocak 2009’da TRT 6’in yayına
başlamasını Temmuz 2009’da Kürt Açılımının ilan edilmesi izlemiştir. Açılımdan sorumlu Başbakan
yardımcısı Beşir Atalay STÖ’ları televizyonlar eşliğinde dolaşarak gezerken ve görünürde sözde çözüm
önerileri toplar, özde halkı sürece alıştırmak için psikolojik operasyon yaparken, Oslo’da PKK’lılar
ile 9 maddelik bir protokol üzerinde anlaşma sağlanmıştır. Bu noktada TSK’nın nasıl yıpratıldığını ele
alalım.
2007 SONRASINDA TSK YIPRATILMIŞTIR
2007 sonrasında Türk Ordusu’nun karşı
karşıya olduğu süreç, bir ordunun karşı karşıya kalabileceği en hüzün verici durumdur. Şüpheli deliller
ile yargılanan subay ve generaller, terörist olarak mahkum olan Genelkurmay başkanı ve komuta kademesi,
intihar eden kahramanlar. Neticesinde savaş yeteneğini
yitirmiş bir deniz kuvvetleri, savaş
yeteneği ağır darbe almış ve uçaklarının tamamını uçuramayacak bir hava kuvvetleri, bütün güvenlik sırları,
savaş planları ortaya dökülmüş bir ordudan bahsediyoruz.
TSK kadrolarına karşı sürdürülen
psikolojik savaş neticesinde ağır bir baskı süreci Harp Okulundaki öğrenciden başlayarak en üst rütbedeki
genelkurmay başkanına kadar uzanmaktadır. Türkiye’de her subay her an tutuklanma, casusluk ve
terörist olmakla suçlanma ihtimali ile karşı karşıya görev
yapmaktadır.
Terörle mücadelenin efsane çocukları
“özel kuvvet” mensuplarına suikastçi katil muamelesinin yapılmış, Türk ordusunun en seçkin
subayları ahlaksızca “çocuk katili olmakla” suçlanmışlardır.
Komutanları Korg. Engin Alan mahkum
olmuştur. Özel Kuvvetin Cumhuriyet tarihi boyunca yetiştirmiş olduğu en başarılı isimlerden birisi
olanTürk ordusundaki tek üç üstün cesaret ve feragat madalyası, altı üstün birlik yetiştirme takdirnamesi ve
180 takdirname sahibi olan Alb. Levent Göktaş’ın yıllardan beri hapishanede olması herhalde silah
arkadaşlarının moralini yükseltmiyordur.
Seçkinlerin en seçkinleri olan ve gizli
ve açık operasyonlarda en önde giden hem Kardak’ta ve hem Cudi’de savaşan SAT’çıların da başına
gelenler silah arkadaşlarını acaba nasıl etkilemektedir?
PKK’ya karşı mücadelede en öndeki güç
olan Jandarma Genel Komutanlığı sistemli saldırılar ile yıpratılmıştır. Komutanlığın geleceği
belli değildir. Jandarma Genel Komutanlığı Türkiye’nin % 92’sini kaplayan bir alanda 83 İl alay
komutanlığı, 900 ilçe jandarma komutanlığı ve 2000 jandarma karakolu ile
yurt sathına yayılan bir güçtür. Terörle
mücadelede de uzmanlaşmış kadroları ile; 5384 subay, 22 bin astsubay, 24 uzman çavuş, 55 uzman erbaş
ve 133 bin erden oluşan bu profesyonelleşmiş güçten şimdi bütün erler tasfiye edilerek
küçültülmesi ve Jandarma Genel Komutanlığı tekerlekleri olmayan bir
arabaya dönüşmesi planlanmaktadır.
Oslo sürecinde askere “operasyon yapmayın” baskısında bulunulması, jandarma istihbaratın sahaya çıkarılmaması, birçok jandarma karakol komutanının kendisine bağlı olan köyleri bile ziyaret edememesi
neticesini vermiştir. Jandarma’nın PKK
ile mücadelede efsane komutanları Tuğg. Ali Aydın, Albay Cemal, Temizöz, Albay Abdülkerim Kırca, Albay
Hasan Atilla Uğur’un akibetleri nin silah arkadaşlarının moralini yükselttiğini söylemek mümkün değildir.
Sonuç olarak bir subayın yazdığı mektuptan özetlemek gerekir ise savaşın doğasını bilmeyen, bölgenin üstünden uçarak dahi geçmemiş olan köşe yazarlarının şehit veren, gazi olan, şehit olan, barut kokan subayları gazetelerde ki köşelerinde cahilce infaz etmeleri, haklarında açılan soruşturmalar, Hakkari’ de olduğu gibi PKK’nın döşediği mayınların TSK’ya mal edilmesi, 1990’lı yıllarda PKK ile mücadele eden subay ve polis kadrolarının Öcalan’ın önerdiği Hakikatleri Araştırma Komisyonunda yargılanacak iddialarının ortaya atılması ve yalanlan maması, Genelkurmay Başkanı’nın terörist olarak bütün karargahı ile tutuklu olması, PKK ile değil, TSK ile mücadele edildiği inancını vermektedir.
TSK’ya yönelik bu saldırı ve komploların
amacını belki de en iyi özetleyen Taraf gazetesi yazarı Melih Altınok’un şu satırlarıdır: “Bu
gazete ve tekmili birden yazarları, daha 1-2 yıl önce, icraatları bugünkü çözüm süreci projesinin yanında
teferruat sayılacak hükümeti, Erdoğan’ı alkışlamıyorlar mıydı?
Ergenekon davasındaki, Balyoz’daki 12 Eylül referandumundaki hakkaniyetli tavrımız hangi sürecin başlaması içindi?”[6]
..