13 Ekim 2015 Salı

PKK İLE MÜZAKERE, MÜTAREKE VE KİRLİ BARIŞ SÜRECİNİN ANALİZİ BÖLÜM 1




PKK İLE MÜZAKERE, MÜTAREKE  VE KİRLİ BARIŞ SÜRECİNİN ANALİZİ BÖLÜM 1




Yazar: Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
 http://www.21yyte.org/ 
 06.08.2013 11:30 
Tarihinde Yayınlanmıştır..


Devletimizin ve milletimizin geleceği açısından hayati öneme sahip günlerden geçiyoruz. Önümüzdeki birkaç sene içinde gerçekleşecek gelişmeler çocuklarımızın nasıl bir Türkiye’de daha açık bir ifade ile Türkiye’den geriye kalan kısımda yaşayacağını belirleyecek.
Yaşanan gelişmeleri algılama konusunda aydın kamuoyu ikiye bölünmüş durumda. AKP Hükümetinin de desteklediği, eski komünist yeni liberal ve kendilerine muhafazakar diyen aydınlar, A. Öcalan ile yapılan müzakereleri büyük bir sevinçle karşılıyorlar. “Nihayet anaların gözyaşları dinecek” diyorlar. AKP Grup Başkan Ayşenur Bahçekapılı “Bayram var, Bayram” diyerek süreci değerlendirmiştir.
İktidar Partisinin grup başkan vekili Ayşenur Bahçekapılı, CHP ve MHP’yi kana istemekle suçlayıp, artık Türkiye’de CHP ve MHP’ye yer olmadığını söylerken, Türkiye’de bayram olduğunu açıklıyor.
Öte yandan Türk Milletinin çok büyük bir bölümü, MHP ve CHP, milliyetçi, vatansever aydınlar, gelişmeleri bütün bir endişe ve tepki ile izliyorlar, ülkemizin bir bölünme sürecine girdiğini ileri sürüyorlar.
Gelişmeleri izleyen milletimizin genellikle gelişmelerin alacağı şekil ile ilgili büyük endişe içinde olduğu görülüyor. Yapılan en son (Nisan 2013/Metorpoll) bağımsız çalışmanın ortaya koyduğu husus, “Öcalan ile yürütülen müzakereleri destekliyor musunuz?” sorusuna % 35 “evet”, % 58 “hayır” dediğidir. % 7 ise kararsız görünüyor.
Aynı gelişmeler ile ilgili olarak bir milletin mensupları bu kadar farklı iki tepki verebilirler mi? Evet, verebilirler. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan ve Türk Milletinin varlığına açıkça kasteden Mondros Mütarekesini herkes acı ve nefret ile hatırlayacaktır. Ancak Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra İstanbul’da kutlamalar düzenlenmiş, fener alayları yapılmış, hatıra pulu basılmıştır. Kötü hatta milli bir felaket olduğu çok açık olan gelişmeleri dahi milletler hemen anlayamayabilirler.
Bugün yaşanan Öcalan ve PKK ile müzakere, sonra mütareke (ateşkes) ve nihayet kirli barış sürecini bir bütünlük içinde ortaya koyabilmemiz için 1984’den buyana Türkiye’nin terörizm ile mücadelede hangi aşamalardan geçerek bugüne geldiğini ortaya koymamız gerekmektedir. Çünkü, AKP Hükümetinin Öcalan ve PKK ile müzakere yolunu seçmesinin temel nedeni, “PKK’yı, Kürtçülüğü
Türkiye Cumhuriyetinin milli-üniter devlet yapısı üretmiştir” ve “terör ile mücadele edilerek sonuç alınamıyor” gerekçeleridir.
Bu gerekçelerin doğru olup olmadığı ancak 1984’den buyana yaşananları tahlil edersek anlaşılabilir.
Kürtçülük Sorunu Türkiye Cumhuriyetinin Ürettiği Bir Sorun Mudur?
AKP Hükümeti ve destekleyen politik/kültürel çevreler, PKK sorununun Türkiye Cumhuriyeti’nin bir üniter milli devlet olmasından kaynaklandığına inanırlar ve savunurlar. Ne demektir milli ve üniter devlet.Türkiye Cumhuriyeti’nin milli devlet olması demek, Türk devleti olması demektir. Siyasi ve hukuki
olarak Türk Milleti, Türkiye’de yaşayan ve vatandaşlık bağı ile Türk Milletine bağlı olan herkesin oluşturduğu millettir. Türkiye Cumhuriyetinin üniter devlet olması demek, TBMM’nin tek egemen olması ve tek başkentin Ankara olması demektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk devleti olmasından rahatsız olanlar, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin Türk Milletinin değil de hangi milletin devleti olduğu sorusuna cevap vermelidirler.

2. Abdülhamit Han anayasa tartışmaları sırasında şöyle demiştir: “Bir hükümdar için lazım olan şey, memleketin yararıdır. Eğer bu yarar anayasanın ilanında ise, o da yapılıyor. Fakat iyi uygulanır mı, Türk’ün yararı saklı kalır mı, burasını kestiremiyorum.”[1] Keza Panislamizm politikalarını en yoğun uygulayan sultan olan 2. Abdülhamit Han Piriştina Belediye Meclisinin Arnavutça hutbe okunması
kararına ret cevabı verirken, “Bu benim hükümranlık (egemenlik) hakkımdır. Hala dilimizi öğrenmemişler mi?” cevabını vermiştir.[2]
Selçuklu ve Osmanlı Hakanları kendi egemenlikleri ile eşit olan her hangi bir egemenliği devletlerinin sınırları için de Osmanlı’nın adı üzerinde yıkılma dönemi hariç kabul etmemişlerdir. Özetle, Türkiye Cumhuriyeti, Türk ve tek egemen yapısı ile Selçuklu ve Osmanlı’nın devamıdır. Esasen TBMM 1922’de
308’nolu kararında bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve gerçek sahibi olan Türk Milleti..düşmanlarına karşı kıyam etmiş..bugünkü kurtuluş gününe vasıl olmuştur.”[3]
Buna rağmen,AKP zihniyeti milli-üniter devletten vazgeçilir ise PKK ve Kürtçülük sorununun da sona ereceğini düşünmektedir. Başbakan Erdoğan şöyle demektedir: ”Osmanlı medeniyetinde farklılıklar zenginliktir. Ama Osmanlı’dan sonra zaafa uğradık ve neticesinde diğerleri, ötekileri, biz, onlar gibi bu
tür yaklaşım tarzları birbirimize bağlayan kardeşlik özelliklerinde bir zafiyet meydana getirdi. Şimdi bunu aşmamız gerekiyor.”
Buradaki algı şudur. İstiklal Savaşı’nı gerçekleştiren Atatürk ve heyeti Osmanlı’yı yıkmıştır. “Biz Türk’üz” demiş, diğer insanları yabancılaştırmıştır. Bu çok yanlış bir tarih algısı olmasına rağmen anılan çevrelerde geçerlidir. Ancak bu algı Türkiye Cumhuriyeti öncesindeki Kürtçü isyanları izah etmemektedir.
Oysa Cumhuriyeti kuran Türk milliyetçileri Osmanlı devletinin yıkılmaması için Trablusgarb’tan Filistin Cephesine, Irak’tan Kafkas Cephesine yıllarca savaşmışlardır. Herkesin ayrıldığı noktada özellikle Balkan Savaşı’ndan ve nihayet Birinci Dünya Harbi’nden sonra geriye kalan Türkler, Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır.
Oysa, Kürtçü isyanlar Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan çok önce başlamıştır. Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı, (1806-1823)İsyan, Baban aşiretinden Süleymaniye kentinin kurucu lideri olan İbrahim Paşa’nın ölümünün ardından, aşiretin artan gücünden endişe duyan Osmanlı idaresinin, rakip aşiretten
Halid Paşa’yı emir olarak atamasıyla patlak vermiştir.İbrahim Paşa’nın torunu Abdurrahman Paşa’nın 3 yıl süren bu isyanı, 1808 yılında bastırılmış ve Abdurrahman Paşa, İran’a sığınmıştır. İsyan, İran tarafından desteklenmiştir. 1823’e kadar sürmüştür.
İkinci isyan Babanzâde Ahmet Paşa isyanıdır(1812).Türk-Rus Savaşı’nın(1806-1812) sonlarına doğru ve Osmanlı Devleti’nin Sırp isyanıyla uğraştığı bir dönemde, yine aynı aileden, Babanzade Ahmet Paşa’nın başlattığı isyan, 1812’de bastırılmıştır.
Üçüncü isyan, Mîr Muhammed isyanıdır(1830).Soran Aşiretinin lideri Mir Muhammed Paşa’nın, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa ’nın isyanından cesaret alarak çıkardığı ayaklanmadır. Bu isyan sürecinde, Yezidiler, Baban Emirliği ve yerel aşiretlerle de çatışan ve Musul’a kadar geniş bir bölgede etkin olan Mir
Muhammed, 1836 yılında bölgedeki din âlimlerinin Mir Muhammed’in isyanını onaylamayan ve kınayan fetvalarının da desteğiyle, güçlü bir Osmanlı müdahalesinin ardından isyan bastırılmıştır.
Dördüncü isyan Revandüzlü Kör Mehmet İsyanıdır (1832). Revandüz hakimi Kör Mehmet Paşa liderliğinde Kuzey Irak’ta gerçekleşmiş ve Osmanlı’nın, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Ordusuna Nizip’te yenilmesi üzerine; 1833’de Mardin ve Diyarbakır’a kadar genişlemiştir. Ancak, bir sene sonra, Mehmet Reşit Paşa komutasında ilerleyen Osmanlı Ordusunun etkisi ve Kürt dini liderlerin tepkisi ile
isyan sona ermiştir. Kör Mehmet, 1836’da yakalanarak, İstanbul’a götürülmüştür.
Beşinci isyan, Cizreli Bedirhan Bey İsyanıdır (1836). Bedirhan Bey, 1831’de Yeniçeri teşkilatını lağvetmiş ve yeni ordu için asker isteyen İstanbul’un talebini, Türk-Rus savaşından istifade ederek geri çevirmişti. 1836’ya kadar Cizre’deki diğer aşiretleri etrafında birleştiren Bedirhan Bey, Osmanlı’ya isyan etmiştir.
Altıncıisyan Yezdan Şer İsyanıdır( 1855).1855’te, Bedirhan Bey’in yeğeni Yezdan Şer isyan etmiş ve Musul’dan Van Gölüne kadar geniş bir bölgeyi kontrol altına almıştır. Rus Ordusu çekildikten sonra, umduğu İngiliz desteğini sağlayamayınca çökmüştür. Daha sonra Yezdan Şer tutuklanmıştır.

Yedinci isyan Şeyh Udeydullah İsyanıdır. (1880) 19. yüzyılda gerçekleşen son isyanın önderliğini Nakşibendi Şeyhi Şeyh Ubeydullah yapmıştır.İran’daki Kürtlerin maruz kaldıkları girişimleri bahane ederek, 20 bin isyancıyla, İran’a girmiş ve birçok Azeri Türk’ünün de katledildiği saldırıda bulunmuştur. 1881’de Şeyh’in Osmanlı tarafından tutuklanmasıyla son bulmuştur. 2. Meşrutiyet’in ilanı üzerine Rusya’nın tahriki ile Molla Selim İsyanı 1913’de Taşnak partisi ile işbirliği
içinde başlamıştır. Özetle, bölücülük sorunu Türkiye Cumhuriyetinin milli ve üniter devlet yapısının ürettiği bir sorun değildir. Bölücülük sorunu 19. Yüzyılın başından itibaren devletin başına birçok badire açmış bir şekavet tir.


GÜVENLİKÇİ ANLAYIŞ SONUÇ VERMEDİĞİ İÇİN PKK İLE MÜZAKERE BİR ZORUNLULUKTUR


PKK ile müzakereleri haklı göstermek için ileri sürülen ikinci gerekçe, ise terörle mücadelenin başarılı olmadığıdır. Şimdi bu tezi de inceleyelim. AKP Hükümeti ve destekçileri edilgen, teslimiyetçi ve müzakereci stratejiyi haklı göstermek için “Terör 1984’den beri devam ediyor. Güvenlikçi anlayış ile bir yere varılamadı. Demek ki müzakere doğru” söylemini kullanmaktadırlar.
Oysa,1984’den 1999’a kadar PKK ile süren mücadele sonunda PKK askeri olarak yenilmiş, hedeflerini gerçekleştirmesi engellenmiştir. PKK, 15 Ağustos 1984’de Eruh ve Şemdinli’ye yaptığı saldırıdan sonra “
Bağımsız, Birleşik Sosyalist Kürdistan” hedefini ilan etmiş ve stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı konseptine dayanan Maoist Halk Savaşı ile Türk Ordusu’nu G.D. Anadolu’dan çıkarma hedefini açıklanmıştır. PKK 1990’ların başında kendisini bu hedefe yakın görmüş, Öcalan 50 bin kişilik bir orduya ulaşacaklarını açıklamıştır. PKK, Türkiye’yi cephe, Kuzey Irak’ı ise cephe gerisi olarak ilan etmiş, terörü Kuzey Irak merkezli olarak geliştirmiş ve Türkiye’ye taşımıştır.
1987’de sıkıyönetimin kalkması ve Olağanüstü hal rejiminin uygulanmaya konulması ile TSK terörle mücadeleden büyük ölçüde çekilmiş ve terörle mücadele İç İşleri Bakanlığı tarafından devralınmıştır.

1990 Kuveyt Savaşı sonrasında Kuzey Irak’ta oluşan boşluk PKK için büyük bir fırsat olmuş, PKK gelişmesini sürdürmüştür. 1992 Kasım’ında TSK’nın başlattığı Kuzey Irak operasyonu ile birlikte ordu, terör ile mücadeleyi İç İşleri Bakanlığı’ndan sıkıyönetim ilan edilmeden devralmıştır. Türk Ordusu,
1993-1997 arasında uygulanan Türkiye’de “alan hâkimiyeti” ve PKK’nın “cephe gerisi” olan Kuzey Irak’ı ise sürekli sınır ötesi operasyonlar ile cepheleştirerek, 1997 senesine gelindiğinde PKK’yı askeri olarak mağlup etmiştir. 1998 terörün statikleştiği yıldır. PKK, eylem gücünü büyük ölçüde yitirmiş, Kuzey
Irak’tan gerçekleşen PKK sızmaları ülkemizin iç kesimlerine ilerleyemeden güvenlik güçleri tarafından Hakkari’de yok edilmiştir. PKK Eylül 1998’de tek taraflı ateşkes ilan etmek zorunda kalmıştır.

Ekim 1998’de Cumhurbaşkanı S. Demirel TBMM’nin açılış konuşmasında Suriye’yi Öcalan’ı teslim etmemesi durumunda savaş ile tehdit etmiştir. Şam, Öcalan’ı derhal sınır dışı etmiştir. Öcalan, Rusya, İtalya, Yunanistan ve Afrika üzerinden çıktığı yolculuğun sonunda yakalanmıştır. Türkiye’nin Yunanistan’ı
tehdit etmesi ve bir Türk-Yunan savaşı çıkma ihtimali ABD’yi harekete geçirmiştir. ABD’nin Öcalan’ın bulunduğu Kenya’ya ve Yunanistan’a baskı yapması sonucunda, Öcalan Türk devletine teslim edilmiş ve 31 Mayıs 1999’da İmralı’da yargılanmaya başlanmıştır.
Yargılama sırasında Öcalan asılmamak kaygısı ile PKK’nın Kuzey Irak’a çekilmesini istemiş, örgüt bu emre uymuştur. Türkiye, PKK tarafından ilan edilen ateşkesi kabul etmemiş ve terör örgütü ile mücadele sürdürülmüştür. Kuzey Irak’a çekilen 500 PKK’lı geri çekilme sırasında çıkan çatışmalarda öldürülmüş tür. Ancak mücadele bununla da kalmamıştır. TSK, 2002 sonuna kadar PKK ile mücadelesini Kuzey Irak’ta sürdürmeye devam etmiştir. Bütün bunlar göstermektedir ki, Öcalan ile 57. Hükümet döneminde İmralı’da istihbarat almak amacı ile askerler ve istihbaratçılar tarafından görüşülmüş ancak AKP
Hükümetinin yaptığı gibi müzakere ve pazarlık yapılmamıştır. Bu dönemde Öcalan ile yapılan görüşmelerin niteliği Öcalan’ın sorgulaması olmuş, Öcalan’ın karşısına Başbakanın temsilcisi çıkmamıştır.
Özetle, PKK ile askeri mücadele PKK’nın bağımsız devlet hedefine ulaşmasını engellemiştir. PKK’nın ilan ettiği bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan hedefi engellenmiştir. Lideri Öcalan ve askeri lideri sayılan ŞemdinSakık yakalanmıştır. 20 bin terörist öldürülmüştür.

2000’de 29, 2001’de 20 ve 2002’de 7 şehit verilmiştir. Türkiye içinde terör eylemleri sona yaklaşır iken Türkiye, terörle mücadeleyi tamamen Kuzey Irak’a taşımıştır.Başarısız oldu dedikleri güvenlikçi anlayış bu sonucu almıştır. Bu bir başarıdır. PKK terörü etkisiz kılınmıştır, terör örgütünün ülke üzerindeki baskısı ortadan kaldırılmıştır. PKK kendisini Kuzey Irak’ta savunmaya zorlanmıştır. Öcalan, İmralı’da bir mahkum haline gelmiştir.

AKP DÖNEMİNDE PKK TERÖRÜNÜN TIRMANMASI

2003’den itibaren PKK terörü tekrar tırmanışa geçmiştir. Bunun beş temel nedeni vardır. Bunlar,

a) AKP Hükümeti ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında terör örgütü ile etkin mücadele için düzgün bir politika geliştirememiştir,

b)Avrupa Birliğine tam üyelik uğruna ancak Batı Avrupa’da uygulanacak hukuki mevzuat

Türkiye’ye taşınmış ve güvenlik güçlerinin terörle mücadele için sahip olması gereken hukuki imkanlar ellerinden alınmıştır.Yol denetimleri kaldırılarak, PKK’lıların karayollarını istedikleri gibi kullanmasının önü açılmıştır. Kırsalda gıda denetimleri kaldırılarak, PKK’nın dağ kadrolarının beslenmesinin önü
açılmıştır.
c)AKP Hükümeti terör ile mücadelede doğru bir anlayış ile gerekli önlemler almadığı gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yürütülen sert mücadele ile terörle mücadelenin en seçkin isimleri tutuklanmıştır.
d) Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik sınır ötesi operasyonlar için TSK’dan gelen talepleri Hükümet göz ardı etmiştir.

e) Başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ın 2 Mayıs 2013’de "Bizim temel icraatımız, daima köklü belirlenmiş stratejilerimiz. Şu günlerde çözüm süreci diye bir çalışmamız var. Bu yeni bir şey değil. 11 yıl önce başlattığımız çalışmanın yeni bir evresidir. 14 Ağustos 2001’de kurulduğunda yapılan programda
bugünkü yaptıklarımızın ana hatlarıyla yazılı olduğunu görürsünüz. Çok iyi çalışarak yazdık biz o programı” diyerek, AKP’nin daha ilk günden PKK terörü ile mücadele etme amacının olmadığını ortaya koymuştur.[4]
AKP Hükümetlerinin politikaların ve hatalarının neticesinde PKK terörü tırmanışa geçmiştir. 
2003’de 31, 
2004’de 75, 
2005’de 105 askerimiz şehit olmuştur. 
Nihayet 2006’da AKP ile PKK arasında İngiltere’nin hakemliğinde Oslo’da müzakereler başlamıştır. Müzakereler devam ederken, terör de devam
etmiştir. 
2006’da 111, 
2007’de 146, 
2008’de 171, Resmi açılım yılları olan 
2009’da 56, 
2010’da 88 ve
2011’de 99 şehit verilmiştir.
2012’de ise 123 şehit verilmiştir.

Üstelik, PKK terörü son on yılda tırmanırken, AKP Hükümeti PKK’nın nihai hedefi olan ayrı milletleşme ve kaçınılmaz olarak devletleşme sürecine hizmet edecek olan adımlar atmış, tavizler vermiştir. Bu çerçevede;

1)TRT Şeş adı ile devlet Kürtçe televizyon yayınına başlamıştır.
2)Kürtçe devlet okullarında seçmeli ders olmuştur.
3)Üniversitelerde Kürtçe bölümleri açılmıştır, öğretmen yetiştirilmeye başlanmıştır.
4)PKK’nın siyasi koluna Kürtçe propaganda yapma imkanı verilmiştir.
5)Etnik örgütlenmeler ve bölücü propaganda serbest kalmıştır.
6)Belediyeler Kürtçe yazışma yapmaktadırlar.
7)Kürtçe bilme şartı ile kamu personeli istihdamı yapılmıştır.
8)Merkezden bağımsız Bölgesel Kalkınma Ajansları kurulmuştur.
9)Mahkemelerde ana dilde savunma hakkı kabul edilmiştir.
10)Büyükşehir belediyeleri yasası ile idari federasyonun alt yapısı kurulmuştur.[5]

Özetle, 30 yıldan bu yana bitmeyen terör sloganı bir yalandır. Terör güvenlikçi önlemler ile büyük ölçüde bitirilmiş, AKP’ye terörsüz bir Türkiye teslim edilmiştir. Terörü canlandıran AKP’nin son 10 yılda uyguladığı politikalardır. Bundan dolayı doğru tespit son 10 yıldır bitmeyen terördür. Bu politikalar, yenik, Kuzey Irak’ta yaşamı için mücadele eden bir terör örgütünü, bugün 1984’den bu yana en güçlü olduğu konuma getirmiştir. Nisan-Mayıs 2013 itibarı ile PKK’ya katılım en üst seviyesindedir. Örgüt telsiz çağrılarında “Şimdi bize katılanlar Kürdistan eyalet kurulduktan sonra güvenlik görevlisi olacak” diyerek
propaganda yapmaktadırlar.

Bu politika sonucunda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 23 Nisan 2013 tarihli raporunda PKK’yı terörist değil aktivist olarak nitelendirmiştir. 25 Nisan 2013’de Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada da PKK çekilmesinden bahsedilirken,  PKK terör örgütü olarak nitelendirilmemiştir.

2002’de İmralı’da bir mahkum olan Öcalan, bugün Time dergisine göre dünyanın en etkili 100 kişisinden birisidir.
PKK, terörü devam ettirdiği halde AKP Hükümeti tarafından muhatap alındığını görmenin rahatlığı içinde terörü müzakere masasında baskının aracı haline getirmiştir. Oslo’da Başbakanın özel temsilcisi PKK temsilcilerine PKK üzerindeki baskıların kaldırıldığını, aksine baskı yapan bürokratların PKK tarafından Hükümete şikayet edilmesi gerektiğini söylemiştir.

Başbakanın Başdanışmanı Oslo’da PKK’lı muhataplarına şöyle demektedir: “Geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı…Bir noktaya kadar tolere edebiliyorsunuz. Çünkü dediğim gibi alandaki valiler, emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar.Yani şu anda sizi bilmiyorum. Spesifik olarak isim vererek
şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır bu adam şeydir.”Bu cümleler AKP döneminde terörle mücadelenin ruhunu ortaya koymaktadır. Diğer bir ifade ile AKP Hükümeti terör ile mücadeleyi yasaklamış ve hatta cezalandırmıştır.
Oslo’da Başbakan’ın özel temsilcisinin ifade ettiği gibi Türk Ordusu’nun PKK’ya karşı bütün planlı operasyonları durdurulmuştur. Askerlik yapan herkes bilir planlı operasyonların durdurulması terörle mücadelenin durdurulmasıdır. Bütün bunlar olurken, PKK ise terör eylemlerini tırmandırmaya devam etmiştir.
Nihayet Ocak 2009’da TRT 6’in yayına başlamasını Temmuz 2009’da Kürt Açılımının ilan edilmesi izlemiştir. Açılımdan sorumlu Başbakan yardımcısı Beşir Atalay STÖ’ları televizyonlar eşliğinde dolaşarak gezerken ve görünürde sözde çözüm önerileri toplar, özde halkı sürece alıştırmak için psikolojik operasyon yaparken, Oslo’da PKK’lılar ile 9 maddelik bir protokol üzerinde anlaşma sağlanmıştır. Bu noktada TSK’nın nasıl yıpratıldığını ele alalım.

2007 SONRASINDA TSK YIPRATILMIŞTIR


2007 sonrasında Türk Ordusu’nun karşı karşıya olduğu süreç, bir ordunun karşı karşıya kalabileceği en hüzün verici durumdur. Şüpheli deliller ile yargılanan subay ve generaller, terörist olarak mahkum olan Genelkurmay başkanı ve komuta kademesi, intihar eden kahramanlar. Neticesinde savaş yeteneğini
yitirmiş bir deniz kuvvetleri, savaş yeteneği ağır darbe almış ve uçaklarının tamamını uçuramayacak bir hava kuvvetleri, bütün güvenlik sırları, savaş planları ortaya dökülmüş bir ordudan bahsediyoruz.
TSK kadrolarına karşı sürdürülen psikolojik savaş neticesinde ağır bir baskı süreci Harp Okulundaki öğrenciden başlayarak en üst rütbedeki genelkurmay başkanına kadar uzanmaktadır. Türkiye’de her subay her an tutuklanma, casusluk ve terörist olmakla suçlanma ihtimali ile karşı karşıya görev
yapmaktadır.
Terörle mücadelenin efsane çocukları “özel kuvvet” mensuplarına suikastçi katil muamelesinin yapılmış, Türk ordusunun en seçkin subayları ahlaksızca “çocuk katili olmakla” suçlanmışlardır.
Komutanları Korg. Engin Alan mahkum olmuştur. Özel Kuvvetin Cumhuriyet tarihi boyunca yetiştirmiş olduğu en başarılı isimlerden birisi olanTürk ordusundaki tek üç üstün cesaret ve feragat madalyası, altı üstün birlik yetiştirme takdirnamesi ve 180 takdirname sahibi olan Alb. Levent Göktaş’ın yıllardan beri hapishanede olması herhalde silah arkadaşlarının moralini yükseltmiyordur.
Seçkinlerin en seçkinleri olan ve gizli ve açık operasyonlarda en önde giden hem Kardak’ta ve hem Cudi’de savaşan SAT’çıların da başına gelenler silah arkadaşlarını acaba nasıl etkilemektedir?
PKK’ya karşı mücadelede en öndeki güç olan Jandarma Genel Komutanlığı sistemli saldırılar ile yıpratılmıştır. Komutanlığın geleceği belli değildir. Jandarma Genel Komutanlığı Türkiye’nin % 92’sini kaplayan bir alanda 83 İl alay komutanlığı, 900 ilçe jandarma komutanlığı ve 2000 jandarma karakolu ile
yurt sathına yayılan bir güçtür. Terörle mücadelede de uzmanlaşmış kadroları ile; 5384 subay, 22 bin astsubay, 24 uzman çavuş, 55 uzman erbaş ve 133 bin erden oluşan bu profesyonelleşmiş güçten şimdi bütün erler tasfiye edilerek küçültülmesi ve Jandarma Genel Komutanlığı tekerlekleri olmayan bir
arabaya dönüşmesi planlanmaktadır.

Oslo sürecinde askere “operasyon yapmayın” baskısında bulunulması, jandarma istihbaratın sahaya çıkarılmaması, birçok jandarma karakol komutanının kendisine bağlı olan köyleri bile ziyaret edememesi
neticesini vermiştir. Jandarma’nın PKK ile mücadelede efsane komutanları Tuğg. Ali Aydın, Albay Cemal, Temizöz, Albay Abdülkerim Kırca, Albay Hasan Atilla Uğur’un akibetleri nin silah arkadaşlarının moralini yükselttiğini söylemek mümkün değildir.

Sonuç olarak bir subayın yazdığı mektuptan özetlemek gerekir ise savaşın doğasını bilmeyen, bölgenin üstünden uçarak dahi geçmemiş olan köşe yazarlarının şehit veren, gazi olan, şehit olan, barut kokan subayları gazetelerde ki köşelerinde cahilce infaz etmeleri, haklarında açılan soruşturmalar, Hakkari’ de olduğu gibi PKK’nın döşediği mayınların TSK’ya mal edilmesi, 1990’lı yıllarda PKK ile mücadele eden subay ve polis kadrolarının Öcalan’ın önerdiği Hakikatleri Araştırma Komisyonunda yargılanacak iddialarının ortaya atılması ve yalanlan maması, Genelkurmay Başkanı’nın terörist olarak bütün karargahı ile tutuklu olması, PKK ile değil, TSK ile mücadele edildiği inancını vermektedir.
TSK’ya yönelik bu saldırı ve komploların amacını belki de en iyi özetleyen Taraf gazetesi yazarı Melih Altınok’un şu satırlarıdır: “Bu gazete ve tekmili birden yazarları, daha 1-2 yıl önce, icraatları bugünkü çözüm süreci projesinin yanında teferruat sayılacak hükümeti, Erdoğan’ı alkışlamıyorlar mıydı?

Ergenekon davasındaki, Balyoz’daki 12 Eylül referandumundaki hakkaniyetli tavrımız hangi sürecin başlaması içindi?”[6]


..

11 Ekim 2015 Pazar

Türk Siyasetindeki Kara Delik: Kürt Sorunu



                        Türk Siyasetindeki Kara Delik: 
                 Kürt Sorunu





11-09-2015

Değişime esas teşkil edecek yeni zihin yapısı, Kürt sokağından çıkan ve uzun yıllar Türkiyelileşmeyi retorikte savunup bir türlü gerçek siyasetle buluşturamayan Kürt siyasi hareketinin 7 Haziran ve sonrasındaki performansıyla yeşerebilir.
Dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking en son beyanında içinden çıkılması imkansız olarak görülen kara deliklerin kaçınılmaz bir son olmadığını belirtti. Peki, yetmişli, seksenli, yoksa doksanlı yıllara mı dönüyoruz tartışmaları arasında Türk siyasetinin kara deliğine dönüşen Kürt sorunundan çıkış mümkün mü? Bu sorunun cevabı ülkemizin içinde bulunduğu şiddet sarmalı içinde olumsuz gibi görünse de aslında bu kısır döngüye mahkum değiliz. Hukuk, demokrasi ve uzlaşı, Türkiye için ulaşılmaz hedefler olarak değerlendirilemez. Her şeyi silahla çözeceğini düşünenlerin kendileri ile aynı düşünmeyenlerin tümünü sindirmesi mümkün değil. 
Türkiye’de gündemin çok sık değiştiği zaman zaman dile getirilse de, bu hareketliliğin içinde aslında belli bazı başlıklar değişmeyen konular olarak yerini hep koruyor. Demokratikleşmeye ilişkin sorunlu alanlar, hukuki kısıtlamalar, ekonomik problemler ve çeşitli biçimlerde ve düzeylerde ortaya çıkıp toplumu saran şiddet... Türkiye’de 1980’li yıllardan beri kronikleşen Kürt sorunu ise tüm bunların arasında en baştaki yerini ne yazık ki muhafaza ediyor. 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından terör örgütü PKK’nın eylemlerinin arka arkaya gelmesi ile bu durum kendini daha yakıcı bir şekilde hissettirmeye başladı.  
Oysa HDP, yüzde 13’lük oy oranıyla devasa Kürt sorununun silahın gölgesinden arındırılmış çözümü için önemli bir ümit kaynağı olarak görülmeye henüz başlamıştı. Bir yıllık seçim kampanyası ile Kürt siyasetini uzun yıllardır devam eden etnik tondan ve şiddetten ayrıştırıp Türkiyelileşme yönünde iddialı bir adım atabilmişti. HDP belki de Türkiye’nin doğusunu batıya anlatma noktasında siyasetin diliyle önemli kapılar açabilecekti. Ne olduysa, tam da bu heyecanın yaşandığı süreçte oldu.
HDP siyasetinin potansiyeli
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Barış, ille de barış, ama’sız, fakat’sız, lakin’siz, ancak’sız, ne var ki’siz barış” sözleri dikkat çekici. Kandil’e karşı yapılan çağrının bu kadar somut ve açık olması kuşkusuz siyasetin kendi meşruiyet alanını tahkim etme, 6 milyonluk oya sahip çıkma ve halkın taleplerine siyasetin sınırları içerisinde çözüm arama anlayışında yatıyor.
Aslında Demirtaş bir bakıma oyunun kuralını değiştirmek istiyor. Ülkedeki sorunların, özellikle Kürt sorununun, namlunun ucundan kurtulması gerektiğini söylüyor. Bu çağrı, siyasetin ruhuna ve doğasına uygun, yaptığı işi ahlaken sahiplenen, şiddet çağrısının tam karşısına konuşlanan demokratik siyasetin bizatihi kendisini icra etme hâlini yansıtıyor.
Ancak George Orwell’ın da ifade ettiği gibi, insanlar gerçeklikten koptukça kendilerine gerçekleri hatırlatanlardan nefret ederler. Kandil de kendisine gerçekleri hatırlattığı için HDP’ye kızıyor. Kandil’in Demirtaş’ın çağrısı karşısındaki tavrı, bir bakıma HDP’ye ‘görev biçme ve haddini bildirme’ anlamı taşıyor:
“HDP siyasette yeterince yaratıcı ve başarılı olamadı. Başkalarına çağrı yapıyorlar, ama kendileri neyi başardılar da çağrı yapıyorlar! Biraz gerçekçi olmaları lazım. Halkların, Kürt halkının temsilciliğini iyi yapmaları gerekli. Meclis’i niye işletemediler, bunun üzerine yoğunlaşmalılar...”
Kandil aslında beklenmedik bir şey söylemiyorlar. Durumlarını muhafaza etmek istiyorlar. Fakat asıl sorunlu olan kısım, PKK’nın sivil siyaseti kabul etmeyen yaklaşımının arkasındaki felsefede yatıyor. Zira ideal anlamda çözümden bahsedilen şey temelde tam da bu şiddet açlığını, iştahını kesmeyi hedefliyordu.
Bu bakımdan yıllarca şiddeti kutsayıp her türlü şiddete dayalı eylemselliği meşru gören mantığın teşhis edilip tedavi edilmesi gerekli. Örneğin; Ahmet İnsel’in çok doğru bir zamanlama ve tanıyla ortaya koyduğu gibi, 2 Ağustos’ta Doğubayazıt’ta Karakulak karakoluna karşı ‘Fedai eylemi’ (intihar saldırısı) düzenleyen HPG (PKK) militanı Murat Bütün’ün eylem öncesinde yaptığı konuşma çok düşündürücü.
Bütün’e göre Kürtlerin iki yolu var: Birincisi, “Kendinin haini olma”; diğeriyse “imha ve inkar politikasına karşı durma” yolu. Bu karşı duruşunsa Kürt halkının öcünün düşmandan alınması olduğunu belirten Bütün, “intikam istencinin en fazla sağlanabileceği yerin PKK safları” olduğunu iddia ediyor.
Bütün’ün bu sözleri kişisel ve dönemsel bir düşünce olmanın ötesinde PKK’nın bugüne kadarki ana felsefesini yansıtıyor. Türkiye’nin şiddet sarmalındaki en büyük itici gücünü oluşturuyor. Çünkü burada öfke var, intikam var, ‘biz ve ötekiler’ var, düşmanlar var. Kısacası yok edilmesi gereken kişiler var...
Tek yol şiddet mi? 
Aslında bu ve benzeri ifadeler şiddet karabasanını ülkenin gündemine taşıyan argümanlar. Bu argümanlar bir yönüyle silahın alın yazısı gibi kaçınılmaz olduğunu ifade eden ve silahı hepimizin hikayesi hâline getiren ezberlenmiş söylemler. Buradan çıkılmadıkça ve bu zihin yapısı değiştirilmedikçe aslında hep dünü yaşıyor olacağız. Bir türlü bugüne gelemeyeceğiz ve geleceği de yeniden, yeni parametrelerle ve yeni değerlerle inşa edemeyeceğiz.
Bu kısır döngünün, bu teslim olmuşluk hâlinin, şiddetin ve öfkenin bu kadar köpürtülmesinin karşısında durmak kolay değil. Zaten mevcut durumun değişmesini istemek, asıl zor olan ve cesaret gerektiren tavır değil midir? 
HDP’deki durum, böyle bir iradenin yansımasıymış gibi gözüküyor. HDP şehirlerin yakılması, yolların kapatılması ve patlayıcılarla havaya uçurulması, iş makinelerinin tahrip edilip işçilerin dağa kaldırılması yoluyla ve ölüler üzerinden propaganda yapılarak Kürtlerin bir şey kazanacağına inanmıyor.
Pek tabii ki HDP’nin eleştirilerinden iktidar partisi ve devlet de nasibini alıyor. Kürt siyasal çizgisinde hareket eden partiler açısından bu tespiti yapmak, yeni bir durum değil. Asıl yeni olan, Kürt siyaseti açısından kendi vesayet alanına itirazı dillendirmektir. Yani yeni olan, HDP’nin PKK’ya ve onun yöntemine itiraz ediyor olmasıdır.
Kandil HDP’ye “Ne başardınız?” sorusunu sorarken aslında hepimizin düşünmesi gereken çok daha temel bir konuyu dillendiriyor. Bu soru, içinde “Kürtlerin hakkını silahla sağladık ve bundan sonraki süreçte de onun muhafazası ve geliştirilmesi silahla olacaktır” gizli iddiasını barındırıyor. Yani, bir nevi “Silahlar henüz miadını doldurmadı” mesajı...
Oysa bu iddianın bugüne kadar olan kısmı, mevcudu doğru yansıtmadığı gibi bugünden sonra da herhangi bir haklılığa sahip değil. Bu ülkedeki en büyük demokratikleşme, hukuk ve özgürlük hamleleri, şiddetin arttığı ve zirve yaptığı dönemlerde değil, tam tersine sivil siyasetin söylem alanının genişlediği dönemlerde oldu. Sadece 2000’li yıllarda onlarca yasal ve anayasal reform paketi, örgütün iddiasının tam tersine silah sesinin en az duyulduğu dönemlerde gerçekleşti. 
İronik olan ise bu gelişmeler yaşanırken, PKK’nın adeta “Beni unutmayın!” dercesine eylemlere başlamasıdır. Örneğin Avrupa Birliği sürecinin hız kazandığı; demokratikleşme, insan hakları, özgürlükler gibi birçok alanda ülkede ümitlerin yükseldiği 2004-2005 ve 2007-2008 dönemlerinde örgütün neden silaha sarıldığının ve bununla hangi Kürt çıkarını koruduğunun makul bir izahına henüz rastlanamamıştır.
Aynı soru bugün birçok aydın tarafından tekrar soruluyor. 7 Haziran seçimlerinden büyük bir zaferle çıkan HDP’nin, daha ayağı Ankara’ya değmeden Kandil’in ateşkesi bitirdiği ilanının hangi akla dayandığı sorusu henüz cevaplanabilmiş değil. Bu ve benzeri soruların karanlıkta kalan kısmı, aslında PKK’nın ilişki içerisinde bulunduğu Kürtlerin haricindeki bir kısım odaklarla yaşadığı sürecin sonucu mudur? Bu da üstünde durulmaya değer bir başka konu. 
Türkiye’nin hep aynı muz kabuğuna basıp düşmesi, hep aynı tarihî döngüleri yaşaması alın yazısı değildir. Buradan bir çıkış yolu vardır. Çıkışın en belirgin işareti, daha önceki metotların aynen kopyalanmayıp araçlarda ve yöntemlerde değişikliğe gidilmesidir. Bu değişime esas olacak yeni bir zihin yapısı, temelde Kürt sokağından çıkan ve uzun yıllar Türkiyelileşmeyi retorik olarak savunup bir türlü gerçek siyasetle buluşturamayan Kürt siyasi hareketinin 7 Haziran ve sonrasındaki performansında yeşerebilir.
Bu başarının gizli gücü ise ülkenin canını acıtan şiddet eylemleri karşısında HDP’nin sesini her geçen gün daha inandırıcı ve güçlü bir şekilde yükseltmesinde ve kendi siyaset alanını tahkim etmesinde yatıyor. Kuşkusuz Kürt siyasetinin Kürt sokağındaki vesayeti kırması ve süregelen kördüğümü çözmesi söylenildiğinden çok daha zor bir mücadeledir. Aksi takdirde bu hareket kendi alanını terk eden, dağın gölgesine teslim olan ve terörün vesayetine hapsolan ‘eski Türkiye’ alışkanlığı ve kısır döngüsünün yeni bir provasından öteye gitmeyecektir. 
Not: Bu yazı ilk olarak Analist Dergisi'nin Eylül 2015 sayısında yayınlanmıştır.

..

9 Ekim 2015 Cuma

Kürtler





Kürtler




Attilâ’nın üç oğlu

İlek, Dengizik, İrnek

Türk tarihi olmalı Sadece bize örnek.

İlek ile Dengizek Savaşarak öldüler.

Sonra Hun’lar Roma’dan Orta Avrupa’ya İrnek ile geldiler..
Bu Hun’lara sonradan Macar adı verdiler.

Macar’ın yedi boyunun Birinin adı Kürt’tür
Ta Hun’larla beraber Gelir mübarek soyun
Kardeş demesen bile Sonuçta emmi oğlun...

Badıllı’lar Avşar’lar Trabzon’dan, Igdır’a
Amasya’dan, Urfa’ya Kayseri’den, Konya’ya
Malatya’dan, Ağrı’ya Önceden dağıldılar.
Şimdi Karakeçili Baydılı, Avşarlı
Oğuz’un “Bozok” boyu Her ikisi bir kardeş
İki Yıldıznan oğlu. Türkmenler’den olan

Bir kısım Barak’lılar Kürtçe diye oluşmuş Bir dili konuşurlar.
Gerçek ortaya çıksın Bizlere versin fikir
Şu Türk’leri barındırır Sadece Diyarbakır.
Milan’lar, Haydaran’lılar Karakeçili’ler, Hasananlı’lar
Sipkan, Zilan, Ocak’lar Celalî, Rışvanlı derler
Baydıllı’lar, Döğer’ler Severdi, Beşirî aşiretleri
Ya Türkanlı oymağındansın Yahut Zirkanlı Bey’liğinden
Veyahutta Zazasın.

Zilli, Kürdiki, Bahti Dumuli, Buriki, Huti Tümüyle Türk evladısın.

Bu ne resmi tarihtir Ne de kasıtlı deyiş, Yahut sonradan buluş Tarihin kendisidir
Alp Arslan oğlu “Tutuş” Diyarbakır’da doğmuş... Ayrı dili konuşur diye Olamaz bizden ayrı Hakkari’li, Şırnak’lı Van’lı, Diyarbakır’lı...

Öncelikle şunu bil Kürtçülük yapanların Hiç birisi Kürt değil...

Unutturdular kasten Tarihi hakikati Neden kimse demiyor Doğu’da Güneydoğu’da Kaç tane kurulmuştur Tarihte Türk Devleti.
Türk’lerle beraber olduğuna Sen şükret Olduğunuz yerlerde
Kurduk on dokuz devlet Ondokuzuncusu Çattığın cumhuriyet...

Danişmerd Oğulları, Mengücekli’ler Sökmenoğlu, Saltuk’lu Başkentleri Mardin
Nerde imdi, Artuk’lu Bunları duyurmalı Söylemeli birisi
Kimi Arab’ım Kürdüm diyor kimisi Dilleri Selçuklu’nun Kullandığı Farisî
Halbuki bu oymaklar Anılan Ahaliler Buldukhani’ler Artuk Beyin oğlundan
Bulduk Han’dan gelirler Türkmen beyi Aksungur Oğlu İmadeddin Zengi
Sonra oğlu Nureddin Ve sonra Türkmen ordusunda Komutan Selahaddin
Selahaddin bir Kürt’tür Kürt ayrı millet he mi?

Bak seni yalanlıyor Ağbeyi isimleri Turanşah, Tuğtekin, Börü
İsikmleri kadar Türk Kahramandı her biri Dayısı Mahmut Tüküş
Enişteleri Unaroğlu Sadeddin Gökbörü Muzafferüddin İlk Mevlidi okutmuş 
Eyyubilerin çoğu Türkmenlerden oluşurdu
Selahaddin de kendi Türk dili konuşurdu
Artukoğlu Timurtaş Adın onlardan miras Düşünsene arkadaş
Temur-demir demektir Temurtaş-Bay-Temur
Şimdi olmuş baydemir İki Kürtçü liderin Soyadları böyledir
İki birleşik isim İkisi birleşik ad İkisinin de boyu
Ya Dögerli ya Avşar Ya baranî ya Bayat Partlarla Hunlar Devamında Ogurlar

Aşari’ler Gurmançlar Gur’lar Karduk’lar Hiçbiri ayrı değil Hepsi Turanî soylar
Ne kadar yan çizersen çiz Parçasısın ulusun Sonuçta Türkmenoğlu
Alp-Arslan torunusun Nasıl unutursunuz

Ahlât’ı, Ahlâtşah’ları Türklük mührünü vurur Ordu mezar taşları...
Dahası da var bunun Akkoyun, karakoyun Toprakları uzanır
Bağdat Basra’ya değin. 

Anlayın artık kadeş Bunlar Kürt’lere olun, İster soyum “Urartu” deyin
İster Mezopotamya İster soyumuz Sümer Sonunda bir ucunuz Yeni Türklere değer...

Yınaloğlu, Çubuklu Hani büyük, Hani Anadolu Selçuklu Erbil ve musul Atabeyliği
Her biri Bozkurt soyu Her biri Kurt eniği.

Safavî’ler, Eyyubî’ler Memluklü, Osmanlı’lar Nerde devlet kurdular Kürt Türk diye
Bu günler Ayırdı yabancılar, Kürt’lerden bir kısımı Yalana inandılar...


Yüzde yüz Türk olan Bu uluslar bu halklar Nerelere gittiler de Şimdi yok kayboldular

Söyleyin tarihini Unutan oyuncaklar...

Tarihi bilmeyince Başbakanlar, aydınlar Bir olan bu milleti İkiye ayırdılar.

Evet Kürt’ler içinde Türk olmayanlar da var.

Ama bunun oranı Yüzde ikiler kadar. Asimile oldular Doğuda kalan Türk’ler
Sadece dil değişti Yerinde öyle durur Töre ve gelenekler Dil bir millet için
Çok, çok önemli Ama değişkendir.

Çıkartılır, eklenir Kimin kimden olduğu Töreyle belirlenir Bugün Kürtleşen Türk’e
Bunlar Kırmanç’lar denir.

Bir gün kabul görecek Hakikat bu, gerçek bir Devran döner, gün gelir,
Hiç ayrı kayrısı yok Kürt’le Türk’te Töre bir.

Peki ma Kürt’ler de Asimilasyon yok mu Elbette var, Biz Türk’lüğü unuttuk
Onar aslını buldu...

Bakın şimdi ne durum Şimdi anlatacağım PKK’lı bir kızın Sonunda ibret alın
Ağabeyi dağlarda Askere baskın yapar, Asker karşılık verir.

Ağabey dağda ölür. Sonra da kız kardeşi Davasını sürdürür Selçuk Üniversitesine
Okumak için gelir Kürt (!) kıza tez olarak Hoca Kürt’lüğü verir.

Hülya Avşar denen Karamanlı dilberin Ve o doğulu kızın Tezleri var Selçuk’ta
Hocaları gösterdi Gözümle gördüm rafta...

Eruh’lu kız yıkılır Sonucunda tezinin Soyu yörüğe çıkar Kürtçü Yörük kızının...

Batıdan giden var mı Sizin zaten o yerler Eğer ayrılırsanız Neler olacak beyler.
Edirne’den, İzmir’den Antalya’dan, Mersin’den Daha çok İstanbul’dan Çıkın da gidin derler.

Sonra şu ovalardan Haymana, Polatlı’dan Cihanbeyli, Kulu’dan Kalaba, Aksaray’dan Kırşehir’den, Yozgat’tan Hemen sesler yükselir Rüşvet verilen toprak Tekrar bizlere kalır. Baltayı sıyırırsa Arnavut’lar Bursa’dan Gerisini sen düşün

Ne yaparsın o zaman...

Size dost olmazlar Soyları Keldanî’den Ermeni’den gelenler.

Bakınız Ankara’da Genel Başkanınıza Üstelik hemşehrileri Kiralık evi dahi
Kiraya vermediler...

Şimdi biraz akıllan Bak ne der Bediüzzaman Allah’ın sevdiği millet Türk’ler denilen millet Var ayette işaret Arabın yerine Geçtiler yiğit Türk’ler Sonra da üç kıtaya İslâm’ı ilettiler.

Över durur diyerek Tevbe sûresi otuz dokuzuncu Ayete atfederek.

Türk’ler olmalıdır Müslümanların beyni Kürt’ler de olmalıdır Türk milletinin eli
Kollarının kuvveti Sonunda iyi düşün Yazdıklarımı bir bir Hepsi de tarihi gerçek
Düşün de kendini bil... Gerçeği biliyor da Yine de saklıyorlar Kürt devleti kurdurarak Türk’lüğü ve İslâm’ı Yıkmayı bekliyorlar Bu gayretin içinde
Misyonerler casuslar Amerika, Avrupa Guya bize dost bunlar.

Elbette değilsiniz Kardan gelen ses Kart, kurt Kürt’çülere gelince İddialar temelsiz Konuşuyorlar Cart, curt...

Her devletin içinde Her cinsten insan olur Kurulan her yeni devlet Adı, kurandan alır.

İngiliz, Fransız’lar Yetmiş iki milleti Birleştirip oldular Fransız ve İngiliz devleti
Kusuruma bakmayın Devleti kuran Türk’ler.

Onun için bu devlete
Türk’ün devleti derler...

Ozan Baraklı

http://turksolu.com.tr/ileri/47/barakli47.htm


..

NATO ve AB'nin Karadeniz Misyonu




NATO ve AB'nin Karadeniz Misyonu,



Erol Manisalı

Tayyip Erdoğan’a diplomayı MİT mi verdi?



Tayyip Erdoğan’a diplomayı MİT mi verdi?


diploma-mit


Her şeyi şaibeli
Değerli tarihçi ve MHP Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun “ Üniversite mezunu değil ” İddiasından sonra şimdi de Tayyip Erdoğan’ın diploması tartışılıyor.
Ama aslında biliyoruz ki Başbakanımızın her şeyi tartışmalı.
Ne geçmişi belli, ne şimdisi.
Bildiğimiz tek şey geleceği!
Cehennemlik olduğu kesin…
Diploma olayı son derece önemli ve Tayyip Erdoğan’ın hayatındaki bazı karanlık noktaların aydınlatılması açısından üzerine gitmekte fayda var.
Çünkü Tayyip Erdoğan’ın tüm okul hayatı şaibeli ve karanlıktır.
Liseyi nasıl bitirdi?
İlk okulu Kasımpaşa’da bitiriyor, tamam…Sonra İstanbul İmam Hatip Lisesi’ni bitiriyor.Yıl 1973.
1954 doğumlu olduğuna göre, liseden mezun olduğunda 19 yaşında.
Yani okul hayatında bir kayıp var, başarılı bir öğrenci olmadığı açık.
Üniversiteye girme hakkı normal olarak yok ama Eyüp Lisesi’nde fark dersleri vererek ikinci bir lise diploması daha alıyor.
Daha doğrusu resmi özgeçmişinde bunlar yazılı.
Ama bu evreye ilişkin bir bilgi, belge, anı yok.
“Olur mu dışarıdan niye bitiremesin?” diyeceksiniz, haklısınız, belki burada şüpheye gerek yok ama yine de insanın aklına bir kurt düşüyor.
Gerçekten böyle bir fark verdi mi, sınavlara girdi mi, yoksa birileri ona bir diploma mı verdi?
Bizim ülkemizde her tür yolsuzluk normaldir, adama sahte diploma da verirler, parasıyla.
Ama biliriz ki bir de diplomaları dağıtan bazı devlet kurumları da vardır, kendi elemanlarını bir yerlere böyle sokarlar.
Emniyet ve MİT gibi.
Acaba diyorum.
Ve devam ediyorum.
Hayalet öğrenci
Bir şekilde lise diploması alıyor ve böylelikle üniversite ya da yüksek okul kapısı aralanıyor.
Hemen o yıl Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu’na giriyor.
1973-1974 dönemi.
Mezun olduğu tarih 1981.
Yani burada da 7 yıllık bir okul hayatı var.
Ama okul hayatına ait en ufak bir iz yine yok.
Adeta hayalet öğrenci.
Şaibeli diploma
Elimizde bir tek geçici mezuniyet belgesi var 1981 tarihli.
Marmara Üniversitesi ise 1982’de kuruluyor ve ilk mezunlarını da ancak bu yıldan sonra verebilir.
Deniliyor ki Tayyip Erdoğan’ın geçici diploma aldığı İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi daha sonra Marmara Üniversitesi’ne bağlandı, o nedenle diplomayı Marmara Üniversitesi verdi.
Nitekim elimizde bir de imzasız bile olsa diploma var.
İyi de bu diploma ne kadar gerçek?
Tayyip Erdoğan dışında bu Akademi’yi bitiren kaç kişiye daha diploma verdi ki Marmara Üniversitesi?
Bir de şunu biliyoruz, 1981’de geçici mezuniyet belgesi çıktığına göre, en geç o öğrenim yılının sonunda diploma da hazır olmuş olmalı.
Bu diploma nerede?
Marmara Üniversitesi 1982’den önceki dönemde Akademi’ye girmiş, ama mezuniyeti 1982 sonrasında gerçekleşen öğrencilere diploma verebilir elbette ama Tayyip Erdoğan çoktan mezun olmuş!
Diplomayı MİT mi verdirdi?
Geçmişe dönük diploma verilemez!
Verildi ise sorarlar neden?
Kimdir bu adam?
Ve bu diplomanın verilmesi için kimler girmiştir araya?
Açık soralım: MİT mi?
Tayyip Erdoğan’ın babasının Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı Sahil Güvenlik Teşkilatı’ndan emekli olduğunu biliyoruz.
Ama ne işle meşguldü?
Bilebildiğimiz kadarıyla bu teşkilat istihbarat bağlantılıdır.
Tayyip Erdoğan’ın babası istihbaratçı mıydı?
Tayyip’i koruyan gizli el kim?
Tayyip Erdoğan’ın tüm okul hayatı boyunca adeta gizli bir el hep yanında oldu, tüm kapılar açılıverdi.
Nasıl oldu?
Daha açık soralım.
Tayyip Erdoğan 1960’lı yıllardan sonra gelişen gençlik fraksiyonları içine sokulan istihbaratçılardan mıydı?
MTTB’de bulundu, Akıncı oldu, Büyük Doğucu oldu, MSP’de bulundu.
1980’de darbe oldu, militanlar, liderler hapiste iken, ona Marmara Üniversitesi diploma bile verdi!
O yıllarda Marmara’da okuyanlar, bu üniversitenin 12 Eylül idaresinin örnek okulu olduğunu çok iyi bilirler.
İşe bak ki, 12 Eylül’ün rektörü, 12 Eylül’ün kapattığı ve liderini hapse attığı MSP’nin Gençlik Kolları Başkanı’na diploma veriyor.
Bu arada bu diplomanın gerçekten 1982’de mi yoksa çok daha sonra mı verildiği de ayrı bir soru işareti. Diplomanın kayıtlı olduğu idari defterde kaydı var mı, varsa tarihi kaç?
Gerçekten merak ediyor ve soruyorum: Sahi kim yükseltti bu adamı?
(Son olarak Marmara Üniversitesi rektörlüğüne soruyorum, eğer üniversiteniz bir gün Harvard’a bağlanırsa, benim gibi Marmara Üniversitesi mezunu olanlara Harvard diploma verir mi?)


..