Kara Delik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kara Delik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2015 Pazar

Türk Siyasetindeki Kara Delik: Kürt Sorunu



                        Türk Siyasetindeki Kara Delik: 
                 Kürt Sorunu





11-09-2015

Değişime esas teşkil edecek yeni zihin yapısı, Kürt sokağından çıkan ve uzun yıllar Türkiyelileşmeyi retorikte savunup bir türlü gerçek siyasetle buluşturamayan Kürt siyasi hareketinin 7 Haziran ve sonrasındaki performansıyla yeşerebilir.
Dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking en son beyanında içinden çıkılması imkansız olarak görülen kara deliklerin kaçınılmaz bir son olmadığını belirtti. Peki, yetmişli, seksenli, yoksa doksanlı yıllara mı dönüyoruz tartışmaları arasında Türk siyasetinin kara deliğine dönüşen Kürt sorunundan çıkış mümkün mü? Bu sorunun cevabı ülkemizin içinde bulunduğu şiddet sarmalı içinde olumsuz gibi görünse de aslında bu kısır döngüye mahkum değiliz. Hukuk, demokrasi ve uzlaşı, Türkiye için ulaşılmaz hedefler olarak değerlendirilemez. Her şeyi silahla çözeceğini düşünenlerin kendileri ile aynı düşünmeyenlerin tümünü sindirmesi mümkün değil. 
Türkiye’de gündemin çok sık değiştiği zaman zaman dile getirilse de, bu hareketliliğin içinde aslında belli bazı başlıklar değişmeyen konular olarak yerini hep koruyor. Demokratikleşmeye ilişkin sorunlu alanlar, hukuki kısıtlamalar, ekonomik problemler ve çeşitli biçimlerde ve düzeylerde ortaya çıkıp toplumu saran şiddet... Türkiye’de 1980’li yıllardan beri kronikleşen Kürt sorunu ise tüm bunların arasında en baştaki yerini ne yazık ki muhafaza ediyor. 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından terör örgütü PKK’nın eylemlerinin arka arkaya gelmesi ile bu durum kendini daha yakıcı bir şekilde hissettirmeye başladı.  
Oysa HDP, yüzde 13’lük oy oranıyla devasa Kürt sorununun silahın gölgesinden arındırılmış çözümü için önemli bir ümit kaynağı olarak görülmeye henüz başlamıştı. Bir yıllık seçim kampanyası ile Kürt siyasetini uzun yıllardır devam eden etnik tondan ve şiddetten ayrıştırıp Türkiyelileşme yönünde iddialı bir adım atabilmişti. HDP belki de Türkiye’nin doğusunu batıya anlatma noktasında siyasetin diliyle önemli kapılar açabilecekti. Ne olduysa, tam da bu heyecanın yaşandığı süreçte oldu.
HDP siyasetinin potansiyeli
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Barış, ille de barış, ama’sız, fakat’sız, lakin’siz, ancak’sız, ne var ki’siz barış” sözleri dikkat çekici. Kandil’e karşı yapılan çağrının bu kadar somut ve açık olması kuşkusuz siyasetin kendi meşruiyet alanını tahkim etme, 6 milyonluk oya sahip çıkma ve halkın taleplerine siyasetin sınırları içerisinde çözüm arama anlayışında yatıyor.
Aslında Demirtaş bir bakıma oyunun kuralını değiştirmek istiyor. Ülkedeki sorunların, özellikle Kürt sorununun, namlunun ucundan kurtulması gerektiğini söylüyor. Bu çağrı, siyasetin ruhuna ve doğasına uygun, yaptığı işi ahlaken sahiplenen, şiddet çağrısının tam karşısına konuşlanan demokratik siyasetin bizatihi kendisini icra etme hâlini yansıtıyor.
Ancak George Orwell’ın da ifade ettiği gibi, insanlar gerçeklikten koptukça kendilerine gerçekleri hatırlatanlardan nefret ederler. Kandil de kendisine gerçekleri hatırlattığı için HDP’ye kızıyor. Kandil’in Demirtaş’ın çağrısı karşısındaki tavrı, bir bakıma HDP’ye ‘görev biçme ve haddini bildirme’ anlamı taşıyor:
“HDP siyasette yeterince yaratıcı ve başarılı olamadı. Başkalarına çağrı yapıyorlar, ama kendileri neyi başardılar da çağrı yapıyorlar! Biraz gerçekçi olmaları lazım. Halkların, Kürt halkının temsilciliğini iyi yapmaları gerekli. Meclis’i niye işletemediler, bunun üzerine yoğunlaşmalılar...”
Kandil aslında beklenmedik bir şey söylemiyorlar. Durumlarını muhafaza etmek istiyorlar. Fakat asıl sorunlu olan kısım, PKK’nın sivil siyaseti kabul etmeyen yaklaşımının arkasındaki felsefede yatıyor. Zira ideal anlamda çözümden bahsedilen şey temelde tam da bu şiddet açlığını, iştahını kesmeyi hedefliyordu.
Bu bakımdan yıllarca şiddeti kutsayıp her türlü şiddete dayalı eylemselliği meşru gören mantığın teşhis edilip tedavi edilmesi gerekli. Örneğin; Ahmet İnsel’in çok doğru bir zamanlama ve tanıyla ortaya koyduğu gibi, 2 Ağustos’ta Doğubayazıt’ta Karakulak karakoluna karşı ‘Fedai eylemi’ (intihar saldırısı) düzenleyen HPG (PKK) militanı Murat Bütün’ün eylem öncesinde yaptığı konuşma çok düşündürücü.
Bütün’e göre Kürtlerin iki yolu var: Birincisi, “Kendinin haini olma”; diğeriyse “imha ve inkar politikasına karşı durma” yolu. Bu karşı duruşunsa Kürt halkının öcünün düşmandan alınması olduğunu belirten Bütün, “intikam istencinin en fazla sağlanabileceği yerin PKK safları” olduğunu iddia ediyor.
Bütün’ün bu sözleri kişisel ve dönemsel bir düşünce olmanın ötesinde PKK’nın bugüne kadarki ana felsefesini yansıtıyor. Türkiye’nin şiddet sarmalındaki en büyük itici gücünü oluşturuyor. Çünkü burada öfke var, intikam var, ‘biz ve ötekiler’ var, düşmanlar var. Kısacası yok edilmesi gereken kişiler var...
Tek yol şiddet mi? 
Aslında bu ve benzeri ifadeler şiddet karabasanını ülkenin gündemine taşıyan argümanlar. Bu argümanlar bir yönüyle silahın alın yazısı gibi kaçınılmaz olduğunu ifade eden ve silahı hepimizin hikayesi hâline getiren ezberlenmiş söylemler. Buradan çıkılmadıkça ve bu zihin yapısı değiştirilmedikçe aslında hep dünü yaşıyor olacağız. Bir türlü bugüne gelemeyeceğiz ve geleceği de yeniden, yeni parametrelerle ve yeni değerlerle inşa edemeyeceğiz.
Bu kısır döngünün, bu teslim olmuşluk hâlinin, şiddetin ve öfkenin bu kadar köpürtülmesinin karşısında durmak kolay değil. Zaten mevcut durumun değişmesini istemek, asıl zor olan ve cesaret gerektiren tavır değil midir? 
HDP’deki durum, böyle bir iradenin yansımasıymış gibi gözüküyor. HDP şehirlerin yakılması, yolların kapatılması ve patlayıcılarla havaya uçurulması, iş makinelerinin tahrip edilip işçilerin dağa kaldırılması yoluyla ve ölüler üzerinden propaganda yapılarak Kürtlerin bir şey kazanacağına inanmıyor.
Pek tabii ki HDP’nin eleştirilerinden iktidar partisi ve devlet de nasibini alıyor. Kürt siyasal çizgisinde hareket eden partiler açısından bu tespiti yapmak, yeni bir durum değil. Asıl yeni olan, Kürt siyaseti açısından kendi vesayet alanına itirazı dillendirmektir. Yani yeni olan, HDP’nin PKK’ya ve onun yöntemine itiraz ediyor olmasıdır.
Kandil HDP’ye “Ne başardınız?” sorusunu sorarken aslında hepimizin düşünmesi gereken çok daha temel bir konuyu dillendiriyor. Bu soru, içinde “Kürtlerin hakkını silahla sağladık ve bundan sonraki süreçte de onun muhafazası ve geliştirilmesi silahla olacaktır” gizli iddiasını barındırıyor. Yani, bir nevi “Silahlar henüz miadını doldurmadı” mesajı...
Oysa bu iddianın bugüne kadar olan kısmı, mevcudu doğru yansıtmadığı gibi bugünden sonra da herhangi bir haklılığa sahip değil. Bu ülkedeki en büyük demokratikleşme, hukuk ve özgürlük hamleleri, şiddetin arttığı ve zirve yaptığı dönemlerde değil, tam tersine sivil siyasetin söylem alanının genişlediği dönemlerde oldu. Sadece 2000’li yıllarda onlarca yasal ve anayasal reform paketi, örgütün iddiasının tam tersine silah sesinin en az duyulduğu dönemlerde gerçekleşti. 
İronik olan ise bu gelişmeler yaşanırken, PKK’nın adeta “Beni unutmayın!” dercesine eylemlere başlamasıdır. Örneğin Avrupa Birliği sürecinin hız kazandığı; demokratikleşme, insan hakları, özgürlükler gibi birçok alanda ülkede ümitlerin yükseldiği 2004-2005 ve 2007-2008 dönemlerinde örgütün neden silaha sarıldığının ve bununla hangi Kürt çıkarını koruduğunun makul bir izahına henüz rastlanamamıştır.
Aynı soru bugün birçok aydın tarafından tekrar soruluyor. 7 Haziran seçimlerinden büyük bir zaferle çıkan HDP’nin, daha ayağı Ankara’ya değmeden Kandil’in ateşkesi bitirdiği ilanının hangi akla dayandığı sorusu henüz cevaplanabilmiş değil. Bu ve benzeri soruların karanlıkta kalan kısmı, aslında PKK’nın ilişki içerisinde bulunduğu Kürtlerin haricindeki bir kısım odaklarla yaşadığı sürecin sonucu mudur? Bu da üstünde durulmaya değer bir başka konu. 
Türkiye’nin hep aynı muz kabuğuna basıp düşmesi, hep aynı tarihî döngüleri yaşaması alın yazısı değildir. Buradan bir çıkış yolu vardır. Çıkışın en belirgin işareti, daha önceki metotların aynen kopyalanmayıp araçlarda ve yöntemlerde değişikliğe gidilmesidir. Bu değişime esas olacak yeni bir zihin yapısı, temelde Kürt sokağından çıkan ve uzun yıllar Türkiyelileşmeyi retorik olarak savunup bir türlü gerçek siyasetle buluşturamayan Kürt siyasi hareketinin 7 Haziran ve sonrasındaki performansında yeşerebilir.
Bu başarının gizli gücü ise ülkenin canını acıtan şiddet eylemleri karşısında HDP’nin sesini her geçen gün daha inandırıcı ve güçlü bir şekilde yükseltmesinde ve kendi siyaset alanını tahkim etmesinde yatıyor. Kuşkusuz Kürt siyasetinin Kürt sokağındaki vesayeti kırması ve süregelen kördüğümü çözmesi söylenildiğinden çok daha zor bir mücadeledir. Aksi takdirde bu hareket kendi alanını terk eden, dağın gölgesine teslim olan ve terörün vesayetine hapsolan ‘eski Türkiye’ alışkanlığı ve kısır döngüsünün yeni bir provasından öteye gitmeyecektir. 
Not: Bu yazı ilk olarak Analist Dergisi'nin Eylül 2015 sayısında yayınlanmıştır.

..