PKK İLE MÜZAKERE, MÜTAREKE VE KİRLİ BARIŞ SÜRECİNİN ANALİZİ BÖLÜM 3
Yazar: Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
http://www.21yyte.org/
06.08.2013 11:30
Tarihinde Yayınlanmıştır..
ERDOĞAN: BANA GÜVENİN
Erdoğan, Öcalan ile müzakerelerin devam ettiğini kendisinin açıkladığı bir süreçten geçerken, Türk Milletine veya kendi ifadesi ile “Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arap’a” “bana güvenin” diye sesleniyor. Ve ekliyor: “PKK’ya veya Öcalan’a hiçbir taviz vermeyeceğiz.” Başbakan Erdoğan, PKK ile müzakere yapılmadığını, taviz verilmediği her hafta tekrar ediyor.
Başbakan Erdoğan’ın “bana güvenin” derken, geçmişte yaptığı açıklamalar böyle bir güven duyulmasını güçleştirmektedir. Erdoğan, önce PKK ile müzakere yapılmadığını bunu iddia edenin şerefsiz olduğunu söylemiştir. Sonra hükümet değil, devlet görüşüyor demiştir. Sonra eski hükümetler de görüştü demiştir.
En son olarak helalleşiyoruz noktasına gelmiştir. Bu tür bir değişim geçiren siyasi liderin “bana güvenin” isteği kolay kabul edilebilir bir istek değildir.
Müzakere propagandistleri, Öcalan’ın şartsız barış istediğini, ağzına savaş kelimesi almadığı yalanını halka söylüyorlar. Oysa Öcalan İmralı Tutanaklarında PKK’nın geri çekilmesinin 21 Mart’ta başlayacağını, eğer kendisinin istediği anayasal ve yasal değişiklikler yapılır ise devam edeceğini, yapılmaz ise duracağını ve 50 bin kişinin katılacağı bir halk savaşının başlayacağını söylüyor. Öcalan daha sonra etnik reformların geri çekilme sonrasında yapılmasını kabul ediyor.
Erdoğan’a ve televizyondaki temsilcilerine güvenip rahat uyumalı mıyız? Gerçekten PKK’ya hiç taviz verilmeden PKK terörü sona erdirecek mi? Türk Milleti gereksiz yere mi endişeleniyor? Öcalan, “Ülkeye barış gelsin gerisi önemli değil” mi diyor? Karayılan, “TRT Şeş yayına başladı artık Kandil’de tam da
romatizmalarımızın azmaya başladığı bir dönemde daha fazla kalmayalım” mı diyor?
Erdoğan ve propagandistlerinin anlattıklarından farklı şeyler anlatanlarda var. Cengiz Çandar, Kandil’dekiler Türkiye’ye gelip, BDP yönetimini oluşturacaklar ve TBMM’ne girecekler diyor. Enver Sezgin, “2015 seçimlerinden sonra Abdullah Öcalan hapishaneden çıkar” diyor. Öcalan eğer herhangi bir pazarlık yapılmadı ise neden İmralı Tutanaklarında BDP’lilere, “hepimiz serbest kalacağız” diyor. Bu
gelişmeleri izleyen ABD’de yayınlanan dünyanın en çok basan haftalık dergisi olan TIME dergisi de Erdoğan’ın başkanlığına destek karşılığında, Öcalan’ın serbest kalacağını yazdı. Erdoğan, bir şey vaat etmedik diyor ancak Öcalan, bu süreçte terör örgütü liderinden siyasi lider konumuna yükseltilmiştir. Hükümetin onayı ile (şimdilik) yolladığı yazı ile Diyarbakır’da halka hitap etmiştir.
Akil adamlar önerisi Öcalan ve Karayılan’ın önerisidir. TBMM çekilmeye el atmalı talebi üzerine AKP ve BDP’lilerden oluşan bir TBMM Komisyonu kurulmuştur.
Öcalan’ın ve PKK’nın istekleri teker teker yerine getiriliyor. KCK’lılar küçük gruplar halinde salınmaya başlandı. Bir KCK tutuklusu hapishaneden çıkarken tutuklu bir paşaya “Siz daha çok yatarsınız.
Bizim arkamızda siyasi güç var. Ya sizin?” diye soruyor.[19]
25 Nisan’da Kandil’de Murat Karayılan 8 Mayıs’tan itibaren PKK’lıların Türkiye dışına çekileceğini açıklamıştır. Karayılan konuşmasına “Türkiye ve Kürdistan’daki gelişmelere ilişkin” diyerek, hangi çerçevede geleceğe baktığını ortaya koymuştur. Ancak şartsız bir geri çekilme olmadığını da açıklamıştır.
Karayılan yeni anayasada Kürtlerin inkarının sona ermesini ve üçüncü aşamada Öcalan dahil bütün PKK’lıların serbest kalmasını şart koşmuştur. Yoksa, terör başlayacaktır. Karayılan başka şartlarda ileri sürmektedir. Özel harekat timleri, Jandarma özel timleri tasfiye edilmeli imiş. Koruculuk sistemi kaldırılmalı imiş. Sevr Anlaşması’nda da ordumuzun hangi şekli alacağına dair maddeleri hatırlamak lazım. PKK çekilirken, TSK’nın da bölgede sayısının azaldığını
görüyoruz. 170 bin olan asker sayısı 130 bine düşüyor. 800 PKK’lı Türkiye dışına çıkarken 40 askerde Güneydoğu’dan Batı illerine sevk ediliyor.
Bütün bunları gören muhalefet liderlerinin “Öcalan’a ne vaat ettin?” sorusuna Erdoğan, “Muhalefet barış gelecek diye kuduruyor. Öcalan’a hiçbir vaadimiz yok” cevabını veriyor. Bu soruyu muhalefet sorunca, AKP Hükümeti ve açılım destekçileri şöyle bir söyleme başlıyorlar: “Siz barış istemiyor musunuz? Neden barışın önüne geçiyorsunuz? Siz fitne mi çıkarmak istiyorsunuz?”
Oysa, Öcalan’a verilen vaatler yerine getirilmeye başlanmıştır. Kürtçe savunma hakkı, KCK’lıların serbest bırakılmaya başlanması, PKK’lıların çekilmesi için yasal düzenleme, PKK’lıların çekilmesi konusunda çalışacak TBMM Komisyonunun kurulması Öcalan’ın şimdiye değin yerine getirilen talepleridir.
Nihayet, Erdoğan’ın Türkiye’nin 2023’de eyaletlere bölüneceği açıklaması, Öcalan’a verilen bir sözdür.
ÖCALAN’A VERİLEN NİHAİ TAVİZ: TÜRKİYE’NİN (Eyaletlere) BÖLÜNMESİ
Büyükşehir yasasının Türkiye’yi idari federasyona sürükleyen bir adım olduğu yasanın çıkması aşamasında ve sonrasında gerçekleşen sert tartışmalar sırasında bir çok kez gündeme gelmiştir.
Tasarının yasalaşmasından hemen sonra Başbakan Erdoğan, “Aslında bugün gündemimizde olmamasına rağmen, valiler de seçimle gelebilir” diyerek, gizli gündemini açıklamıştır.
Valilerin seçimle gelmesi ile büyükşehirlerin Türkiye içinde devletçiklere dönüşeceği görünen bir gerçektir. Böylece mevcut idari federasyondan adı konulmamış bir siyasi federasyona geçilecektir.
Erdoğan, Öcalan ile müzakereler sırasında “PKK’ya hangi tavizlerin verildiği” sorusuna “sadece televizyon verdik” şeklinde önceden çalışılmış bir psikolojik operasyon cevabı verse de Öcalan’a hangi tavizin verildiğini, Türkiye’nin 2023’de yani on sene sonra eyaletlere ayrılacağını söyleyerek açıklamıştır.
Erdoğan “Güçlü ülkeler eyalet olmaktan korkmaz” demektedir. Erdoğan’ın “On sene sonra eyalete geçeceğiz” diyerek hem şimdiden daha yakın bir tarihte eyalet sistemine geçişin hazırlığını gerçekleştirmekte hem PKK ile pazarlığın sonucunu açıklamaktadır. Böylece Türk Milleti, psikolojik operasyon ile zihinlerde federasyona hazırlanmaktadır.
Erdoğan’ın en son olarak Öcalan gibi 1921 anayasasına atıfta bulunarak, “Yeni Türkiyesine 1921 anayasası üzerinden referans göstermesi çok önemlidir. Çünkü Öcalan bir çok kez sorunun çözülmesi için 1921 Anayasasını referans göstermiş tir. Murat Karayılan, 20 Mayıs 2011’de Akşam gazetesinde yayınlanan söyleşisinde 1921 Anayasası esas alınırsa sorun çözülür demiştir. AKP’li akademisyenler ve PKK, 1921 anayasasını Türklerin ve Kürtlerin kurucu halk olarak yer aldıkları anayasa olarak yorumlamaktadırlar.
Türkiye, hazırlanan mastır plan gereği 2023’e kadar federalleştirilmek için beklenmeyecektir. “Artık güçlü ülke olduk, 2023’e kadar beklemeye gerek” yok denilerek, 2015 sonrasında atılacak birkaç şok adım ile “Yeni Türkiye’nin kuruluşu ilan edilecektir. Bu çerçevede Öcalan serbest kalacaktır.
Kandil’deki PKK’lılar Türkiye’ye dönecek ve siyasete gireceklerdir. Türkiye’de başkanlık sistemi ve eyalet modeli aynı yasal düzenleme ile oluşturulacaktır. Daha şimdiden “eyaletler etnik esasa göre değil, coğrafi esasa göre olacak” şeklinde bir yalan söylenerek Türk Milletinin direnci kırılmaya ve Türk Milleti
bölünmeye alıştırılmaya çalışılmaktadır. Aynı yalanın Irak’ta “etnik değil coğrafi federasyon olacak” diye Iraklılara da söylendiğini unutmamak gerekmektedir.
Erdoğan, “güçlü ülkelerin federasyondan/eyaletlerden korkmaması gerektiğini” söylemektedir. Oysa bir ülkenin siyasi yapısını tarihin belirli bir döneminde o ülkenin mevcut gücü değil, tarihi, siyasi, coğrafi, etnik, kültürel yapıları belirler. Osmanlı İmparatorluğu’nu eyalet modeli için gerekçe göstermek insan aklı ile alay etmektir. 16. Yüzyılda 19 Milyon kilometrekarelik bir alana yayınlan dev bir coğrafyayı yönetmek için bulunan formül ile 780 bin kilometrekarelik son hatta çekilmiş Türkiye Cumhuriyetini yönetmek için uygulanması gereken formül aynı olamaz. Üstelik, Osmanlı padişahları egemenliği paylaşmamışlardır. Oysa, 21. Yüzyılın eyalet modeli egemenliğin paylaşılmasını beraberinde getirecektir.
EYALETİ TÜRK MİLLETİNE SATABİLMEK İÇİN SÖYLENEN YALAN:
BÜYÜYECEĞİZ
PKK ile yeni bir devlet kurmak ve milli-üniter devlet, federal çok milletli devlet lehine tasfiye edilmek istenirken, bu projeyi Türk Milletine satabilmek için bazı kaynaklar Anadolu’da derinden bir kampanya sürdürülmektedir. “Türkiye, federasyon ile büyüyecek, Kuzey Irak, Suriye’nin kuzeyi Türkiye ile birleşecek. Kosova bile Türkiye’ye katılacak” propagandası yapılmaktadır. “Türk Milliyetçileri
Türkiye’nin büyümesine, Misak-ı Milli’nin gerçekleşmesine karşı mı?” diye soruluyor. Bu soruya Türk milliyetçileri nasıl bir cevap vermelidirler?
Öncelikle kabul etmek gerekir ki, Türk Milletine federasyonu kabul ettirmek için “büyüyeceğiz” söylemi iyi bir psikolojik savaş malzemesidir. Ancak Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri ile şimdi sunulan büyüme arasında üç önemli fark olduğu ortadadır. Aşağıda kısaca bu farklara değineceğiz.
Birinci fark, Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri Türk Milletinin kendi projelerinin bir sonucu olmuştur. Baş aktörü Türk Milletidir. Oysa, şimdi sunulan proje Türk Milletinin projesi değildir. Yukarıda tarihsel arka planı anlatılan büyük bir dış dinamiğin planının sonucudur. Planı yapan rolleri vermektedir.
Türk Milleti, baş aktör değil, figüranlardan birisidir. Tarihte bazen başkalarının yaptığı planlardan da Türk Milleti kendi lehine istifade ederek, büyük atılımlar yapmıştır. Ancak bu sefer böyle bir atılım mümkün görünmemektedir. Çünkü, aşağıda sayacağımız diğer iki fark böyle bir gelişmeyi engellemektedir.
İkinci fark, Türk Milletinin tarihte gerçekleştirdiği büyümeler, var olan devletine ortak alarak, egemenliği paylaşarak gerçekleşmemiştir. Oysa, şimdi büyüme adı altında sunulan proje için Türkiye’nin mevcut sınırları için Öcalan, Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani ve Kuzey Suriye’de PYD/PKK Türkiye Cumhuriyetinin ya da yeni ad ile kurulan devletin ortağı olacaklardır. Öcalan ve Barzani/Talabani ile
egemenlik paylaşmanın adına büyümek denemez. Bu projedeki büyüme, sahte bir büyümedir.
Büyümeden çok öldüren bir obezleşmedir. Çünkü amaç önce büyüme sağlayıp, Irak ve Suriye’nin bölünmesinden dolayı Arap Dünyasında, Irak ve Suriye’de ortaya çıkan düşmanlığı Türkiye’nin omuzlamasını sağlamak, Barzani, Talabani ve PYD/PKK’ya karşı Araplardan gelecek düşmanlıklara karşı Türkiye’nin kaynakları ve gücü ile bir koruma vermektir. Böylece, Batı Dünyası, İki Arap ülkesinin bölünmesinin manevi yükünü taşımayacak, bu yükü ve kurulan “şimdilik federal” “Kürdistan’ın” yükünü Türkiye’ye devredecektir. Bu arada Türk Milleti petrol gelirlerinin sağladığı kaynaklar ile “ucuz benzin” rahatlığı içinde gelişmelere çok olumlu bakabilir. Ancak acısı sonra çıkacaktır.
Üçüncü fark ise Türkiye ile federal bir devlet çatısı altında 20-30 senelik bir süreç içinde demografik, sosyolojik, kültürel, ekonomik bütünleşmesini sağlayacak büyük Kürdistan’ın Türkiye’den ayrılması olacaktır. Bu adım, Molla Barzani’nin 1960’da açıkladığı “Asıl hedefimiz Türkiye’nin Güneydoğu
Anadolu’sudur” şeklindeki stratejik hedefine ulaşmasının alt yapısının Türkiye tarafından sağlanmasıdır. Sözde büyümeden sonra bu 30 sene içinde gerçekleşecek bir diğer gelişme, Erbil, Telafer, Kerkük, Halep, Lazkiye Türkmenlerinin federe Kürdistan’dan Türkiye’nin Türk bölgelerine göçe zorlanmaları olacaktır. Bu hat Türksüzleştirilecek tir.
Son olarak sorulması gereken soru şudur: 2002’den buyana Kıbrıs adasında kurulmuş bir Türk devleti olan KKTC ile birleşmek yerine Rumlarla birleşmeye zorlayan, egemenliğinden vazgeçmesi için Annan Planını kabul etmesi için baskı yapan, KKTC’ye Belçika modelini öneren AKP Hükümetinin söz konusu Kuzey Irak olunca Osmanlı modelinden bahsetmesi, bu modelin ne ölçüde milli ve ne ölçüde güvenilir olduğunun sorgulanmasını beraberinde getirmektedir.
Özetle, Türk Milliyetçileri Türkiye’nin ekonomik, kültürel, politik ve askeri olarak büyümesini, güçlenmesini, insanlarımızın refahının artmasını, Türk Dünyası başta olmak üzere komşu ülkeler ile ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştirmesi için mücadele etmektedir ve etmelidir. Ancak, Türk Milliyetçileri, Türk Milletini aldatacak, büyür gibi gösterip, küçülmenin temellerini atacak emperyalist projelerin tuzağına düşmeyecektir. Misak-ı Milli veya diğer projelerin ne zaman, nasıl, hangi şartlar altında gerçekleştirileceğine Türk Milleti kendi senaryolarında karar vermelidir. Tarihin en zorlu coğrafyası olan ve devletleri, halkları yutan bir şeytan üçgeni olan Anadolu’da bu şekilde örgütlenmiş bir devlet modelinin parçalanmadan yaşama imkanı yoktur.
Üstelik, eğer bu federasyonu Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın kuzeyini içine alacak şekilde bir genişletme ile kurmak ve böylece Türk Milletine kabul ettirmek gibi bir zihin haritası mevcut ise ki, öyle olduğu görülmektedir, bu proje ile Türkiye kısa bir süre içinde Kerkük’e kadar büyür. Öcalan da bundan dolayı Nevruz açıklamasında Misak-ı Milli’den bahsetmiştir. Demirtaş, bundan dolayı bu süreç “Bütün Kürtleri ilgilendiriyor” demiştir. Sonra Türkiye Cumhuriyeti federal devletinin parçalanması ile Iğdır-Mersin hattına kadar küçülür.
Özetle, bir devlet en güçlü zamanı dikkate alınarak değil, en zayıf zamanı dikkate alınarak kurulur ise tarihin en çetin sınavlarını aşarak yaşar.
NE PAHASINA OLUR İSE OLSUN BARIŞ KİRLİ BARIŞTIR
Son günlerde bir barış histerisi başlamıştır. Bu barış histerisi kendisini “ne pahasına olur ise olsun barış olsun” sloganı ile ortaya koymaktadır.
Tabii ki, çocuklarımızın dağlarda çatışırken, pusuya düşürülerek, uzaktan kumandalı bombalar ile bombalanarak katledilmesini istemiyoruz. Tabii ki, dershaneden dönen çocuklarımızın dershane kapısında bombalanarak, kızlarımızın otobüsün içinde yakılarak öldürülmesini istemiyoruz. Evden ekmek almak için köşedeki bakkala kadar giden oğlumuzun bir bomba ile havaya uçurulmasını istemiyoruz. Okullarımızınyakılmasını, evimizin önünde duran araçlarımızın bombalanmasını istemiyoruz. Askerlik çağı yaklaşan oğullarımızın bir iç çatışmada şehit olmasını istemiyoruz.
Çocukluk hariç yaşamının üçte biri 1911’den 1922’ye kadar bir cepheden öbür cepheye, Kuzey Afrika’dan Çanakkale’ye, Çanakkale’den Kafkas cephesine, sonra Suriye cephesine ve nihayet İstiklal Harbine muharebelerde geçmiş Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” özlemini paylaşıyoruz.
Adı Barış olan bir dine mensubuz Allah’a şükürler olsun.
Terörün durmasını istiyoruz, ülkemize barış ve huzur gelmesini istiyoruz, ancak ne pahasına olur ise olsun değil. Ne pahasına olur ise olsun barış istemek önce onursuzluktur, sonra ahmaklık. Ortaya çıkan ise barış değil kirli barıştır. Onursuzluktur, çünkü ancak kendisine saygısı olmayan bir insan ne pahasına olursa olsun barış diyebilir. Ahmaklıktır, çünkü böyle bir barış ancak kısa bir süre sonra gerçekleşecek daha sert, daha keskin bir savaşın habercisidir. Tarih bunu birçok kez göstermiştir.
Bugün barış histerisi içinde olan bir küçük fakat etkili grup Öcalan ile yapılan müzakerelere “ne pahasına olur ise olsun barış” mantığı ile alkış tutuyor ve propagandasını yapıyor. Öcalan ile müzakere sürecini bizim gibi reddedenlere değil, çekinceleri olanlara, “Ya acaba şunları da dikkate alsak ne olur?” diyenlere yönelik olarak çok ağır bir üslupla saldırıyorlar. Bu bir yıldırma, bastırma, psikolojik savaş eylemidir. “Ne pahasına olur ise olsun barış” zihniyetini temsil edenlere inansa idik, İstiklal Harbi’ni gerçekleştiremez, Türkiye Cumhuriyetini kuramazdık.
Şimdi bugün barış derken açık açık PKK ile müzakereler ile elde edilecek “kirli barış” karşılığında Türkiye’nin AKP eli ile vereceklerimizi sıralayalım.
1)Öcalan kısa bir süre sonra serbest kalarak BDP’nin genel başkanlığını üstlenecek ve muhtemelen adına eyalet denilecek olan federal bölgenin valisi olacak.
2)Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan vs bütün PKK liderleri Kandil’den Diyarbakır’da zafer kazanmış komutanlar gibi girecek ve kısa bir süre sonra Ankara sokaklarında görülecekler.
3)Adına demokratik özerklik denmeden Büyükşehir belediyeleri yasasında valinin seçimle geleceğine dair bir değişiklik yapılacak, kaynakların kullanımı üzerinde Ankara’nın denetimini düzenleyen madde kaldırılacak, Türkiye Avrupa Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldıracak, federasyon adı konulmadan federal sisteme geçilecektir. Bu kısa süre devam edecek süreci eyalet sistemine geçiş izleyecek.
4)Kürtçe eğitim yasalar ile düzenlenecek.
5)Anayasada Türk Milleti kavramının yer almaması çok büyük bir ihtimaldir. Alsa bile anlamını yitirmiş, içi boşaltılmış ve ilk fırsatta değiştirilebilir olacaktır. Türkiye’de iki milletin varlığı fiilen kabul edilmiştir, büyük bir ihtimal ile hukuken de kabul edilecektir.
6) Türk bayrağı, Türkiye bayrağına, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Silahlı Kuvvetlerine, Türk Milli takımı, Türkiye milli takımına dönüştürülecektir.
Bütün bu adımlar Türkiye’nin ilk sarsıntıda parçalanmasının temellerini atacaktır. Ülkemizin doğusu ve batısı arasında büyük bir gerginlik doğacak, karşılıklı şüpheler gelişecektir. Henüz durumun tam anlamı ile farkında olmayan Türk Milleti “acının sonradan çıktığını” görecektir.
Bu düşünce ve duyguların iç muhalefet duygusundan kaynaklanmadığının, başka yerlerden de böyle göründüğünün en açık göstergelerinden birisi Taşnak Partisi Erivan temsilcisi KiroManoyan’ın kısa bir süre önce yaptığı şu açıklamadır: “Ermenistan’ın iade edilmesini istediği topraklar şu anda Türklerin egemenliği altında. Yarın bizim iade edilmesini talep ettiğimiz topraklar Kürtlerin eline geçerse onlardan geri vermelerini talep ederiz. Bölgemizde gerçekleşebilecek köklü değişimleri seyirci olarak izleyebileceğimiz gibi, gidişatı yönlendirmek elimizde. Gelişmeleri yakından takip ederek hareket etmeliyiz.”
Bu çerçevede Kültür Bakanı Ömer Çelik, Türkiye’den ayrılan Ermenilere yapmış olduğu geri dönün çağrısı bir başka anlam mı kazanmaktadır? Bu meşru bir sorudur. Ömer Çelik Agos gazetesine verdiği demeçte şöyle demektedir: “Çağrı yaptıklarımıza şöyle dedik: Unutmayın ki, sizin yaşadığınız acıların yakın zamanda benzerini yaşamış bir kadro yönetiyor Türkiye’yi.”[20]
Üstelik PKK ortadan kalkacak mı?Aysel Tuğluk bu soruya şu cevabı verdi: “En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde PKKda çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı. İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı.” Bu açıklamadan çıkaracağımız sonuç şudur. Kandil, cephe gerisi Türkiye’ye taşınacak ve Suriye ve İran yeni cepheler olacak. PKK Türkiye’nin başını belaya sokmaya devam edecektir.
BÖYLE OLMAK ZORUNDA MI?
AKP iktidarı 2002 sonu/ 2003 başında terörün bitme noktasına geldiği bir Türkiye devralmıştır. Öcalan, İmralı’nın derinliklerinde unutulmuştu. PKK, Kuzey Irak’ta Türkiye tarafından desteklenen KYB ile çatışma içinde idi. Bugün, 2013 başında Türkiye’yi yendiğini düşünen, Kuzey Irak’taki gücüne Kuzey Suriye’yi eklemiş bir PKK, AKP’yi 10 yıldan bu yana iktidarda tuttuğunu düşünen bir Öcalan, morali bozulmuş, çatışma isteği kırılmış, yargılanan ve sorgulanan bir Türk Ordusu ve PKK’yı yenme inancına ve iradesine sahip olmayan bir AKP Hükümeti vardır. 10 yılın sonucu budur.
PKK ile müzakere Türkiye’yi etnik bir cehenneme, bölünmeye götürecek tek yoldur. Çünkü Öcalan ve PKK insan hakları ve demokrasi mücadelesi değil, toprak ve egemenlik mücadelesi vermektedir.
Türkiye müzakereler ile bu yola girmiş ve düşünüldüğünden daha hızlı ilerlemektedir.
Oysa PKK ile müzakere tek yol değildir. Türkiye, PKK ile müzakere etmeden de PKK’yı aşabilir.
Türkiye’nin PKK ile yapacağı tek görüşme örgütün teslim görüşmeleri olmalıdır. Bu noktaya ulaşılması kolay değildir ancak bu hedef uğrunda verilecek mücadeleye değer.
Terör örgütleri ile müzakere eden devletler müzakerelerden bir hayır görmemişlerdir. IRA ile masaya oturan İngiltere, birliğini korumak konusunda nasıl zaaf içinde olduğunu göstermiştir. Bu zaaf bugün İskoçya’nın İngiltere’den 300 sene birlikten sonra ayrılması sürecini tetiklemiştir. Gelecek 10 yıl
içinde Kuzey İrlanda’da İngiltere’den kopacak ve İrlanda Cumhuriyeti ile birleşecektir. ETA ile görüşmelerde Bask’ın İspanya’dan ayrılma sürecini durdurmamıştır. Bugün Katalanlar da güçlü bir şekilde İspanya’dan ayrılmak istemektedirler. Özetle, terörle müzakere terör örgütüne teslim olmak demektir. AKP bugün terör örgütüne teslim olmuştur.
Türkiye PKK terörünü aşabilecek güçte bir ülkedir. Bunun için gereken iktidarda PKK’yi yenme ve aşma konusunda kararlı ve bilgili kadronun olmasıdır. Terörle mücadele bir irade savaşıdır. Terör örgütü Türkiye’yi yenemeyeceğini bilir. Ancak Türkiye’yi yöneten kadroların iradesi zayıf olur ise örgüt istediği
sonucu alır.
Terörle mücadelede sert güç unsurları ile yumuşak güç unsurları birlikte kullanılmalıdır. Sert güç, asker, polis, istihbarat ve yasaların etkili bir şekilde kullanmasının oluşturduğu güçtür. Yumuşak güç ise sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik olmak üzere diğer güç unsurlarıdır. Bu iki güç unsurunun birlikte
kullanılmasına “akıllı güç” kullanımı denilir. PKK akıllı güç ile aşılabilir. PKK ile mücadele sürecinde devletin üç hedefi olmalıdır. İlk iki senede,
1)PKK terör örgütünün çatışma iradesini kırmak,
2)Halkı terör örgütünün baskısından kurtarmak ve
3) Bu iki seneyi, bölgesel ve milli rehabilitasyon dönemi izlemelidir. Çünkü terör örgütü, hem Güneydoğu
Anadolu bölgesinde insanlarımıza hem de bütün yurdumuza çok ağır zararlar vermiştir. Bunların aşılması için bir zamana ihtiyaç olacaktır. Bu noktada çok boyutlu, entegre ve milli bütünlüğümüzü tekrar sağlayacak bir proje gerçekleştirilmeli dir.
“PKK’yi son bir adam kalıncaya kadar mı öldüreceksiniz?” şeklinde sorular ortaya atılıyor. İnsanlık tarihinde hiç son adamın öldürülmesi ile biten savaş yoktur. Yenilgi direnme iradesinin ortadan kaldırılmasıdır.
Bir terör örgütünü yenmek için,
1)Terör örgütünün hareket alanı ve eylemleri minimuma indirgenir.
2)Çatışmanın ekonomik kaynaklarının ortadan kaldırılır veya etkili bir şekilde azaltılır.
3)Çatışmayı sürdüren lider kadroları yok edilir.
4)Çatışmada kendisini destekleyen ülkelerin veya çevrelerin desteğinin kesilir.
5) Ve en önemlisi, devleti yenemeyeceğini, verdiği mücadelenin umutsuz olduğunu görmesi ile yenilir. PKK bu şekilde yenilir. Şimdi bu beş ilkeyi aşağıda daha geniş bir şekilde açıklayalım.
1)PKK’nın bütün eylemleri Kuzey Irak’tan, Türkiye-Irak sınırının Irak tarafındaki 5-25 kilometrelik bir bölgeden kaynaklanıyor.Batıdan doğuya Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk bölgeleri Türk Ordusu tarafından işgal edilmelidir. Türk Ordusu bu bölgede bir tampon bölge yaratarak yerleşmelidir. Sınırın Türkiye tarafında ise Şırnak-Hakkari-Van illerinde sınıra 25 kilometre
olan bütün yerleşim yerleri boşaltılmalı ve insansızlaştırılmalıdır. Böylece PKK ile Türkiye arasında 50 kilometrelik bir alan oluşacaktır. Türkiye içine sızmalar ortadan kalkacak. Bu süreçte, mücadelenin şiddetini yükseltip, profili düşürülecektir. Terörle mücadelede yoğun ileri askeri teknolojiler kullanacaktır.
Terörle mücadelede TSK’yı mümkün olduğunca geri plana çekip, Jandarmanın terörle mücadelede uzmanlaşmış kadrolarını daha da etkili bir şekilde takviye ederek, alan hakimiyeti tekrar kurulmalıdır.
Kandil Dağı ile Türk Özel Kuvvetleri’nin ve Türk Hava Kuvvetleri’nin tatbikat alanı haline getirilmelidir.
2)Terör finanse edilebildiği sürece devam eder. Terörle mücadelede özel kuvvetler kadar önemli olan bir güç de terörle mücadelede uzmanlaşmış finans uzmanları ile gümrük uzmanlarıdır. Hakkari-Van ekseninden başlayarak, PKK’nın bütün ekonomik kaynakları kesilmelidir.
3)Türkiye PKK’nın dağdaki elemanlarını değil, dünyanın değişik yerlerindeki lider kadrolarını hedeflemelidir. Öcalan’ı yakalayan, Sakık’ı yakalayan Türkiye, isterse Karayılan’ı, Kalkan’ı, Bayık’ı da yakalayabilir veya öldürebilir. Türkiye şimdiye değin bunu neden yapmamıştır? Çünkü, uzun yıllardan bu yana Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar, PKK liderlerinin öldürülmesi durumunda PKK’nın da kendilerini hedef alacağını düşünerek, korkmuş ve Türk devletinin elini ayağını bağlamışlardır.
4)PKK’ya dolaylı ve dolaysız destek veren ülkeler yıldırılmalıdır.
5)Sonuçta PKK, Türkiye’yi yenemeyeceğini anlayacaktır. Lider kadrolardan yakalanmayanlar veya canlı kalanlar, Türkiye’nin şartlarını sormak için Ankara’ya müracaat edeceklerdir.
Sonuç
İçinden geçtiğimiz günler de MHP’li, CHP’li, AKP’li ve diğer partilerden bütün yurttaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti devletine sahip çıkma zamanıdır.
İçinden geçtiğimiz günler de MHP’li, CHP’li, AKP’li ve diğer partilerden bütün yurttaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti devletine sahip çıkma zamanıdır.
Böyle bir zamanda yapılabilecek en kötü şey “elimden ne gelir?” diye hiçbir şey yapmadan oturmaktır. Türk Milleti Sakarya Savaşı öncesinde elindeki avucundaki her şeyi ayni ve nakdi, Eskişehir-Kütahya muharebelerinde yenilerek geri çekilen Türk Ordusu’nu yeniden inşa etmek için Ankara Hükümetine vermektedir.
Bundan sonrasını Turgut Özakman’ın “Çılgın Türkler” kitabından okuyalım: “EMİRDAĞ KAYMAKAMI vakit geçirmeden İlçe Vergi Kurulunu kurdu.Kurul kaymakamın odasında toplandı.Kurul üyeleri bu hayati sorumluluğun altında ve halktan istenen özverinin büyüklüğü karşısında sersemlemişlerdi. Üyelerin çoğu ümitsizdi. Kaymakam halkın nasıl davranacağını kestiremediği için yalpalıyor du. Emirde, "Kurullara her şey makbuz karşılığı teslim edilecek, ne teslim edilmişse bedeli ilerde ödenecek" deniyordu ama acaba halk inanır mıydı buna?Anadolu, Osmanlı tarihçilerinin 'büyük kaçgun' adını verdikleri on yedinci yüzyıl sonundaki kargaşa döneminden beri devlete güvenmez olmuştu.
Can ve mal güvenliğini sağlayamayan devlet, eşkıyanın yağmaladığı köyleri bir de vergi almak için kendi zorlayıp inletmişti. Bu yüzden birçok büyük, bayındır, zengin köy parçalanmış, köylüler kel tepelere, kuytu vadilere, orman içlerine göçmüş, böylece devletin ve eşkıyanın gözünün önünden, elinin altından,
yolunun üzerinden kaçmıştı. Kaçamadığını anlaması uzun sürmeyecekti. Eski devlet bugüne kadar, bir şey vermeden, mal ve can vergisi isteye gelmişti. Şimdi yeni devlet de istiyordu.
Bunları konuşurlarken birden odanın kapısı küt diye ardına kadar açıldı. Kapının çerçevesi içinde Emirdağ'ın delisi Battal belirdi. Bağırdı: "Selamünaleyküm!"
Kaymakam öfkelendi:
"Ulan deli, baksana çalışıyoruz. Çık dışarı!" "Kızma beyim, biliyorum, onun için geldim. Duydum ki Kemal'in askeri çıplakmış. Allah şahidimdir üzerimdekinden başka çamaşırım yok. Çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir."
Yaklaşıp masanın üzerine bir çift ıslak yün çorap koydu. Çarıklarını sıyırıp odanın ortasında bıraktı:
"Aha bunlar da çarıklarım. Haydi kolay gelsin!"
Çıplak ayak, huzur içinde yürüyüp çıktı. Kapıyı gümleterek kapadı.
Üyelerin dilleri tutulmuştu sanki. Kaymakam, "Halktan kuşkulandığımız için tövbe edelim beyler.." dedi,
"..Deli Battal gibi bir garibin bile yüreği köpürdüyse, tekmil halk ayaklanacak demektir. Hızlanalım.”
Evet, içinden geçtiğimiz dönem Türk Milletine söylenen “PKK’ya taviz vermedik” yalanı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin federalleştirilerek Güneydoğu Anadolu’da federe bir PKK Kürdistan’ı kurma sürecinin hızla ilerlediği bir dönemdir. Bu projenin destekleyicileri arasında dışarıda ABD vardır,
AB vardır, içeride bütün ekonomik, politik, medyatik gücü ile AKP iktidarı vardır.
Böyle bir güç ittifakı karşında tek başına MHP’nin mitinglerinin, 300 aydının imzasının ve toplantılarının, CHP’nin karşı çıkışlarının, Türk Ocakları şubelerinin konferanslarının sonuç alma şansı yoktur. Böyle bir güç ittifakını yenecek kuvvet ancak Türk Milletinin anayasasını korumak, milli birlik ve beraberliğini savunmak için ayağa kalktığı zaman ortaya çıkacak güçtür. Her yurttaş, partilerden,
derneklerden, hiç kimseden bir şey beklemeden bir şeyler yapma arayışı ve çabası içinde olmalıdır.
Herhangi bir örgüt, parti, önderlik yapacak birisini beklemeden herkesin tek başına yapabileceği demokratik muhalefet girişimleri vardır.
Nasıl mı?
1)Süreci mümkün olduğunda yakından ve değişik kaynaklardan izleyin ve bilgilenin. Sanal ortamda veya gerçek yaşamda süreci birlikte izleyeceğiniz bir grup oluşturun. Böylece daha fazla bilgi akışı, gözden fazla bir şeyin kaçmaması gibi bir fayda ortaya çıkacaktır. Üstelik bu tür temaslar sağlıklı gerekçeler üretmenize yardımcı olacaktır.
2)Kafası karışık bir arkadaşınıza gerçeği anlatın. Unutmayın, siz ona gerçeği bir kez anlatacaksınız ancak ona değişik kaynaklardan yalan yüzlerce kez anlatılacak. Hemen anlamasını, kabul etmesini beklemeyin. Size karşı çıkar iken ileri sürdüğü gerekçeleri teker teker sabırla çürütün. Kavga eder gibi,
onu yenmek amacı ile değil, onu kazanmak adına yapın bunu. Olmuyor demeyin ısrar edin. Kazandığınız herkes müzakere ve teslimiyet cephesinden alınmış Türk Milleti adına kazanılmış bir kişidir.
3)Kafası karışık bir komşunuzun evine akşam ziyaretine gidin ve doğruları ikna oluncaya kadar gidip gelerek izah edin. Unutmayın sizinle benzer düşünenler ile bu meseleyi tartışmanızın bir faydası yok mesele kararsız, kafası karışık veya kafası çelinmiş olanları ikna etmek, gerçeği göstermektir.
4)Televizyon kanallarının tek yanlı yayınlarını protesto edin ve telefon ederek protestonuzu bildirin. Her evden bir telefon gitse telefonlar kilitlenir. Başka kim yapar ki demeyin. 300 aydın imza attı yer yerinden oynadı. Bazen küçük bir telefon çevirme hareketi önemli sonuçlar doğurabilir.
5)Köşe yazarlarına e posta atın, mektup yollayın, telefon edin. Görüşlerinizi soğukkanlı ancak ısrarlı ve kararlı şekilde anlatın.
6)İlinizin milletvekillerini özellikle de AKP milletvekillerini arayın ve endişelerinizi anlatın.
7)Twitter ve facebook çok etkili bir şekilde kullanılabilecek iki sosyal medya aracıdır. Bu araçlarda düzenlenecek ve bir süre sonra tekrar canlandırılacak kampanyalar ile kamuoyu uyanık tutulur. Twitterda T.C. kampanyası hükümeti geri adım atmaya zorlamıştır.
8) Milli sivil toplum örgütleri tarafından düzenlenen konferans ve panellere muhakkak gidilmeli ve giderken yanınızdakonuya uzak bir arkadaşınızı muhakkak götürmelisiniz.
9)Yaşananları anlatırken, çelişkileri gözler önüne serin. Örneğin, Başbakan Erdoğan Suriye’de Esad’ın bebek katili olduğunu ve Allah’ın intikamından kaçamayacağını söylüyor. Öte yandan kendisi Türkiye’de akil adamlar aracılığı ile Öcalan’a “bebek katili” demeyin telkininde bulunurken, Öcalan ve PKK ile helalleşmeden bahsediyor.
10)Yaşananları anlatırken, sorular sorun. “Pazarlık yok deniliyor peki PKK neden çekiliyor? Öcalan serbest kalmadan terörü neden bitirsin?” veya “Erdoğan, Balıkesir’de genel af yok ancak devlet kendisine karşı işlenen suçları affedebilir diyerek neyi kastetti? Öcalan devlete karşı suçlardan içerde değil mi?”
sorulabilecek bir başka soru, “Başbakan neden eyaletlerin kurulması gerektiğinden bahsetti ve Osmanlı’da da Kürdistan diye eyalet vardı açıklamasını yaptı? Acaba yine Kürdistan diye bir eyalet mi kurulması hedefleniyor?” Bu ve benzeri soruları çoğaltarak sorun. Bırakın karşınızdakiler cevaplasın.
Gün Milli Demokratik direniş ve mücadele günüdür.
[1] İsmail Hakkı Danişmend, Tarihi Hakikatler, Tercüman tarih ve Kültür yayınları, I, Birinci Cilt, İstanbul 2002, s.201
[2] Sadi Somuncuoğlu, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Hangi Milletin Devleti, Milli Düşünce Merkezi yayınları, Ankara 2012, s.14
[3] Suna Kili-Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1985, s.96’dan nakleden, S. Somuncuoğlu, age, s.18
[4] İHA, 5 Mayıs 2013
[5] Sadi Somuncuoğlu, Devletlerimiz ve Anayasalarımız, Milli Düşünce Merkezi,
Ankara 2013, s.13
[6] Taraf, 3 Mayıs 2013s
[7] Taraf Gazetesi, 11 Mart 2013
[8] Sözcü, 28 Nisan 2013, Necati Doğru, “Dün kan akıtıcı, bugün yeni devlet adamı”
[9] Sözcü, 30 Nisan 2013, Emin Çölaşan, “Terörist konuştu”
[10] Vatan, 30 Nisan 2013, “Ankara’yı gerecek 3 şart”
[11] Taraf, 23 Nisan 2013
[12] Star, 1 Mart 2013
[13] Hürriyet, 4 mayıs 2013, “PKK ne zaman silah bırakır bilmiyorum”
[14]Sözcü, 12 Mart 2013
[15]Hürriyet, 4 Mart 2013, “Öcalan özgür olacak”
[16] Taraf, 11 Mart 2013, “Neşe Düzel ile söyleşi:Sansür sürerse çözüm olmaz”
Sayfa 26 / 26.
[17] Cumhuriyet, 4 Mart 2013, “Af gündemde mi?”
[18]Taraf, 11 Mart 2013
[19]Sözcü gazetesi 19 Nisan 2013
[20]nakleden Yeniçağ, 26 Nisan 2013, “Kürt-İslamcı Bakan, Türklüğü hedef aldı”
http://www.21yyte.org/
06.08.2013 11:30
Tarihinde Yayınlanmıştır
..