mithat bereket etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mithat bereket etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2015 Perşembe

El-Kaide Meşrulaşırken…



El-Kaide Meşrulaşırken…


El-Kaide Meşrulaşırken…


 Mithat Bereket

Farkında mısınız? Bizler Türkiye’de iç gündemle uğraşırken yanıbaşımızda çok büyük bir tehlike ortaya çıkıyor…
Adına ne derseniz deyin… İster, “Hükümet-Cemaat kavgası”; ister “Hükümet-Yargı  çekişmesi ya da “Dış mihrakların bir oyunu”, sonuçta  ülke içindeki bu tartışmalar neredeyse tüm gündemi kaplamış durumda….
Hal böyle olunca, kafayı kaldırıp etrafa bakamıyoruz. Yanıbaşımızdaki Irak’ta, “Felluce Operasyonu” ve  Suriye’de tarafların değiştiği “iç savaş”, gazetelerde ve haber bültenlerinde hakkettiği önemi bulamıyor. Oysa, hiç te gözden kaçırılacak gibi değil…
Tarihinde belki de ilk kez, El-Kaide meşrulaşıyor; Irak ve  Suriye’de kuvvetli bir “rejim  alternatifi” haline geliyor. Herhalde  Usame Bin Ladin, bugün yaşasaydı “dava arkadaşlarıyla” gurur duyardı.
Kolay değil… Uluslararası bir “terör örgütü”, adeta, silahlı kuvvetlere sahip  meşru bir “siyasi parti”; sistem dışından gelen bir  alternatif; bir iktidar alternatifi haline geliyor…
“Hoppala ! Şimdi, bu da nereden çıktı?”, dediğinizi  duyar gibiyim. İşte,  mesele de bu  ya… El-Kaide pek açıkça dillendirmeden; açıkça belli etmeden, kendi kadrolarını siyasallaştırıyor. Dünün terörisleri, yarının politikacıları; milletvekilleri haline geliyor.
Nasıl mı? İşte,  olan biten ortada…
Irak ve Suriye’de El Kaide’ye bağlı cihatçılar, atakta. “Irak-Şam İslam Devleti” (IŞİD) adlı örgütün militanları savaştıkları her iki cephede de başarı kazanıyorlar. El-Kaide’nin uzantısı olan bu örgütün militanları; ele geçirdikleri kentlerde hemen şeriat düzenini kuruyorlar. Hatta arabaların plakalarına dahi bunu yansıtıyorlar.  Buralarda yaşayan insanlar da yıllar süren davalardan; yolsuzluklardan ve geç gelen adaletten bıktıkları için “şeriat kurallarının”; yani “Allah Yolu”nun çok daha yararlı olacağı inancıyla bunu destekliyorlar. IŞID üyelerinin amacı, kontrol ettikleri toprakları Beşar Esad yönetiminden koparmak ve kendi bağımsızlıklarını ilan etmek…
Irak’tan gelen haberler de bir hayli düşündürücü. Burada IŞİD, Felluce’yi ele geçirmekle, bu cephedeki ilk önemli zaferini kazanmış oldu. Şimdi savaşçılar, Anbar eyaletinin diğer kilit noktalarına ve özellikle eyalet merkezi Ramadi’ye karşı saldırılarını sürdürüyor.
Felluce’de hafta sonundan beri El Kaide’nin siyah bayrağı dalgalanıyor. IŞİD şimdiden burada “Bağımsız İslam Emirliği”ni ilan etmiş durumda.
El-Kaide’nin bu darbesinden epey sarsılan Irak Başbakan’ı Nuri El Maliki, şimdi, emrindeki  tüm askerleri bölgeye sevkederek  400 bin nüfuslu Felluce’yi geri almayı hedefliyor. Bu, Maliki’nin son şansı. Şayet, başaramazsa; Bağdat Hükümeti  bu bölgedeki otoritesini tamamen kaybetmiş olacak…
Neyse ki, ABD ve İran, El-Kaide’nin burada güçlendiğinin farkında. Daha  şimdiden, Irak hükümet güçlerine silah ve malzeme yardımı yapmaya hazır olduklarını açıkladılar. Kısacası, “El-Kaide korkusu”, Washigton ve Tahran’ı (ve hatta Moskova’yı) aynı çizgiye getirebiliyor…
Suriye’deyse aynı IŞİD, Türk sınırına yakın bölgede farklı bir savaş yürütüyor: Nihai amaç, özerk veya bağımsız bir bölgesel İslam Devleti kurmak. Bu yolda adım adım ilerliyorlar. Bunun için de Suriye’de Esad rejiminin ordusundan ziyade, aslında ona karşı savaşan Suriyeli muhalif grupları hedef alıyorlar. Çünkü bu gruplar, Esad’ı devirmek için başlattıkları “devrim”i, El Kaidecilere kaptırmak istemiyorlar.
Ne var ki “bu muhalefet cephesi” de  bölünmüş durumda. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), “İslam Cephesi” (ılımlı) ve yeni kurulan “Suriye Devrimci Cephesi” (laik) birbirilerinden bağımsız olarak; ayrı ayrı IŞİD’e karşı savaşıyorlar… Anlayacağınız, bugünlerde Suriye’deki İç Savaş, bir “savaş içinde savaş”a dönmüş durumda…
Paki acaba, bu durumda Suriye’yi kim temsil edecek? Özellikle, bu ay gerçekleşecek olan “”Cenevre-2 Konferansı”nda muhalif gruplar adına kim konuşacak? El-Kaide’nin Irak’taki faaliyetlerine Batı Dünyası, İran ve Rusya tepkili. Peki ya, Suriye? Burada taraflar ve dış dünyanın desteklediği guruplar farklılık gösteriyor. Başını ABD’nin çektiği batılı ülkeler, El-Kaide’nin iktidarı ele geçirmesindense yola Beşar Esad ile devam etmeyi  tercih ediyor…
Türkiye’ye sıra gelince… Görünen o ki, Ankara’nın kafası bir hayli karışmış. Başbakan Erdoğan, taa Japonya’dan “Türkiye’nin bölgesel ve küresel güç olmak gibi bir hedefi yok.”, dedi ve herkesi şaşırtacak biçimde devam etti: “ Türkiye sadece üzerine düşen görevi yapmak suretiyle bir yere oturtuluyor. Diğeri hırs diye tanımlanır ki, bu her zaman tehlikelidir. Böyle bir hırsımız yok.”
Oysa, bizzat Başbakan’ın kendisi ve özellikle de Dısişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, defalarca amaçlarının, Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’yi bölgesel ve küresel bir güç yapmak olduğunu söylediler ki bu başlı başına bir başka yazının konusu olmayı hakedecek kadar önemli…


ESSAH MI RİYA MI?




ESSAH MI RİYA MI?



Mithat Bereket



ESSAH MI  RİYA MI?


Önce, tarihi bir saptama….
Türk-İran ilişkileri aslında tarih boyunca hep anlaşılmaz, güvenilmez; kısacası, iki yüzlü;hatta ‘tuhaf’ bir nitelik göstermiştir. Persler, Safeviler ya da günümüzde yaşayan İranlılarla Türkler (Osmanlı İmparatorluğu tebaası veya Türkiye Cumhuriyeti  vatandaşları) arasında herzaman garip bir ilişki süregelmiştir. Her iki taraf ta masa üstünde birbirine sarılıp dostluk nutukları atarken, masa altında  taraflar birbirlerini tekmelemeye devam etmişlerdir. Anlayacağınız, arada sürekli ,”gizli bir rekabet” olmuştur..
Bu rekabet de sizleri hiç şaşırtmasın. Bölgede, nufus, doğal kaynaklar, jeopolitik dengeler, asker sayısı; kısacası “güç dengeleri” açısından hemen hemen birbirine yakın potansiyellere sahip iki ülke Türkiye ve İran… Bu yüzden, bölgede iki önemli güç olarak; dengeleri etkiliyebilen iki üllke olarak güç mücadelesine girmeleri neredeyse kaçınılmaz…
Şimdiyse, İran’ın nükleer çalışmalarıyla ilgili yeni ve gerçekten bir “breakthrough”; yani,  “devrim” sayılabilecek bir anlaşma sözkonusu….
Evet, bu kesinlikle ABD Başkanı Barack Obama’nın başarısıdır. Öte yandan, İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de bu başarıda payı kuşkusuz ki oldukça önemlidir…
Geçen hafta, sabaha karşı 04:30’da, Cenevre’de  varılan anlaşma bize göre  “soğuk savaş sonrası dönemin”; yani, 1990’lar ve 2000’lerin ilk yarısının, uluslararası camiada “kotarılan”, en önemli anlaşmasıdır. Bugüne kadar hep İran’a  karşı alınan “ekonomik yaptırımlar”dan bahsedip durduk. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki İran görüşmeleri ve bu ülkeye uygulanan sınırlamalar ile yaptırımlar herzaman tartışıldı durdu…
Sonunda, bu yaptırımlar gerçekten bir “yaptırım” işlevi görebildi. Işte bizce iyi diplomasinin farkı da burada. Çünkü, İran’ın 5 Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi  üyesi ve Almanya’yla (P5+1) Cenevre’de imzaladığı anlaşma bir çeşit “ticaret” niteliğinde. “Paraya karşı nükleer güç olmaktan vazgeçme anlaşması”, olarak ta niteleyebiliriz bunu.
Bu anlaşmayla İran nükleer silah geliştirmeyi net ve hiçbir kuşku bırakmayacak şekilde engelleyecek. Önümüzdeki 6 ay içinde de “denetlenebilir adımlar” atılmasını kabul ediyor…
Bunun karşılığındaysa, (şimdilik) kendisine karşı uygulanan bazı yaptırımların gevşetilmesini bekliyor. Hedef bu süre içinde, İran ve P5+1 arasında daha kapsayıcı ve daha kalıcı “nihai” bir anlaşmaya varmak…
Cenevre anlaşmasıyla birlikte, İran’ın dünyayla entegre olmaya başlaması, şimdi böyle bir işbirliği için daha uygun bir ortam yaratıyor.
Türkiye açısından bakıldığındaysa şöyle bir durum ortaya çıkıyor:
Buna şans mı dersiniz? Talih Kuşu mu? Ya da piyango, Ak Parti’ye veya Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na (ve dolayısıyla, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a) isabet etmiş oldu. Ve Ankara’nın sıkışan; çıkmaz sokağa girdiği için “ince ayardan”; “revizyon”dan veya bir resete”lemeden geçmresi gerektiğini belirttiğimiz dış politikasında nispeten bir rahatlama oldu…
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın toplantısı nedeniyle Tahran’ayaptığı ziyaretin, bu önemli anlaşmanın hemen sonrasına rastlaması da iyi oldu. Böylece davutoğlu, yeni İranlı mevkidaşı Cevad Zarif ile, son önemli ve tarihi gelişmenin ışığında, bölgesel sorunları görüşmek fırsatını buldu.
İki taraf daha sıkı bir diyalog kurmak üzerinde mutabık kaldı…
İran’ın bu niyeti, şimdiye dek olmadığı kadar içten, “essah” ve “riya”dan uzak görünüyor…
Haydi hayırlısı… Umarız devamı gelir….

IŞİD GÖLGESİNDEKİ TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ Bölüm:1 & 2


IŞİD GÖLGESİNDEKİ TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ Bölüm:1













IŞİD GÖLGESİNDEKİ TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ Bölüm:2








IŞİD VE TÜRKİYE İNGİLTERE’DEN NASIL GÖRÜNÜYOR?…

Geçtiğimiz hafta, gündemde Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun İngiltere ziyareti vardı. Başbakan buradaki İngiliz gazeteleri Independent ve Times’a,” Türkiye’nin Suriye sınırını kapatmasının mümkün olmadığını”, söyledi. Vee öylece  devam etti: “IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) ise Irak Savaşı’nın ve bu ülkenin ABD tarafından işgalinin ürünüdür”.
 Bugünlerde özellikle Batı Avrupa “İslamofobi”yle uğraşıyor. “Paris’teki saldırılardan”, sonraysa “İslamofobi”, denince bugünlerde, hemen hemen tüm Avrupalıların aklına tek bir kelime geliyor: “IŞİD”.
Sırf bu yüzden, Independent‘ın Orta Doğu muhabiri Patrick Cockburn ve Times’ın diplomasi editörü Roger Boyes gazeteleri adına önemli bir iş yapmışlar ve kısa bir süre önce  Türkiye’nin dışpolitikasının başında bulunan (Türkiye’nin Suriye politikasını taa başından beri oluşturan adamla), Başbakan Ahmet Davutoğlu konuşmuşlardı…
Independent’ın manşeti anlamlıydı:
“Gönüllü cihatçıların Suriye’ye akını ‘durdurulamaz’ “. Gazete, Başbakan Davutoğlu’nun bu uyarısının, IŞİD’in ele geçirdiği toprakların çoğunda kontrolü elinde tutmaya devam etmesi ihtimalini artırdığını belirtiyordu.
Times ise Davutoğlu’nun sözleriyle ilgili olarak birinci sayfasında “Cihatçıları durdurmaya hayır” demiş ve iç sayfalardaki haberin devamındaysa, “Türkiye Başbakanı itiraf ediyor: Cihatçıların Suriye’ye gitmelerini durduramayız”, şeklinde birbaşlığı öne çıkarmıştı.
Independent ve Times’taki haberlerde, aslında, bütün Batı Dünyası’nın “ortak inanışı” ortaya koyuluyordu:
“Ankara, cihatçıların IŞİD’in kontrolündeki topraklara girişlerini ve çıkışlarını engelleme konusunda daha fazla çaba sarfetmelidir”.
Başbakan Davutoğlu ise iki İngiliz gazetesine yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Suriye ile olan uzun sınırını kapatamayacağını belirtti ve ekledi:
“Her halükarda sınırın diğer tarafında bir devlet yok.”
IŞİD, IRAK SAVAŞI’NIN VE İŞGALİN ÜRÜNÜ
Başbakan Davutoğlu’nun vurguladığı bir diğer nokta da Türkiye’nin IŞİD’in yükselişinde rolü olmadığıydı. Davutoğlu, IŞİD’i yaratanın, Irak Savaşı ve bu ülkenin 2003′te ABD tarafından işgali olduğunu anlatıyordu.
Davutoğlu’nun mülakat verdiği gazetecilerden Patrick Cockburn, Türkiye’nin Suriye politikasında” zigzaglar” çizdiği görüşünde… Cockburn soruyor:
“IŞİD Kobani’de Suriye Kürtlerine saldırdığında ve Ekim ayında neredeyse kenti ele geçirdiğinde; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kobani’yi savunanları terörist olarak nitelendirdi, PKK’nın Suriye’deki kolunun da IŞİD kadar kötü olduğunu söyledi. Ancak Türkiye hem Suriyeli Kürt sığınmacıların hem de Kobani’yi güçlendirecek ve transit geçiş yapacak Irak’tan 150 peşmergenin ülkeye girişlerine izin verdi” .
Davutoğlu’nun bu soruya verdiği yanıt oldukça anlamlı:
“Suriye sınırını kapatabiliriz ama bu durumda sığınmacıları kim kurtaracak? Kim onları güvenli bir bölgede tutacak? Tüm bu insanlar yürüyerek kaçtılar Suriye’den. Sınırı onlara kapatmalı mıyız? Bu ahlaki olarak kabul edilebilir mi?…
(Ayrıca) 937 kilometrelik bir sınırdan bahsediyoruz. Sınırın kapatılması mümkün değil. Her köşeye de bir asker yerleştiremeyiz…Eğer entegre bir strateji geliştirilirse, biz de bu stratejiye dahil oluruz. Ancak (NATO’daki) ortaklarımız Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlamazlarsa ve sadece tek bir kaygıya odaklanırlarsa, o zaman bu stratejiye dahil olmayız.”
Öte yandan, İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond ise, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “bu sözlerine karşın” Türkiye’nin sınırdan geçerek Suriye’ye gitmek isteyen yabancı cihatçılar konusunda “harika bir iş çıkardığını” söylüyor.
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) karşıtı koalisyona üye 21 ülke, yine geçen hafta; aynı günlerde, Londra’da buluşarak IŞİD’e karşı yürütülen “strateji”yi konuştular. Bu toplantıdan sonra, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Hammond ve Irak Başbakanı Haydar el Abadi ortak bir basın toplantısı düzenlediler…
Orada Hammond yabancı savaşçıların IŞİD’a katılımının önlenmesi hakkında şunları söyledi:
“Türklerle de çalışıyoruz… Türkiye Başbakanının bu mütevazı sözlerine karşın Türkiye, sınırını geçerek Suriye’ye gitmek isteyenleri durdurmak konusunda harika bir iş çıkarıyor”. Hammond, devam etti: “Elbette Türkiye Başbakanı kesinlikle haklı, o sınırın doğası ve uzunluğu gereği yüzde 100 başarı sağlayamazlar, ama çok iyi iş çıkarıyorlar”…
Kısacası, İngiltere’de basın ve kamuoyu ile hükümetin Türkiye’ye bakışları  işte böylesine “farklı” ve dolayısıyla da “kafalar karışık”… 
...