ismet inönü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ismet inönü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2019 Çarşamba

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 2

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 2




Bu süreçte muhtırayı veren askerler ve Cumhurbaşkanı Sunay ülkeyi içinde
bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik buhrandan çıkaracak ve 1961 anayasasının öngördüğü reformları kararlı bir şekilde hayata geçirecek partilerüstü bir hükümetin tarafsız başbakan ismi etrafında hayata geçmesi için arayışa başlamışlardır. Nitekim bu doğrultuda Sunay 14 Mart 1971 tarihinde siyasi parti liderlerini Çankaya Köşkü’nde toplayarak hem onların konuya ilişkin görüşlerini almış hem de kendi beklentilerini dile getirmiştir.

Bu görüşmede muhtıranın muhatabı olan AP lideri Demirel, partilerüstü hükümetin dışında kalacaklarını dile getirmiş ancak sonraki görüşmelerde Sunay’a kurulacak partilerüstü hükümette yer alabileceklerini belirtmiştir. Diğer siyasi aktörlerden CHP, acilen bir hükümet kurulmasını isterken TİP zaman geçirilmeden erken seçime gidilmesini YTP bütün partilerin katılacağı bir koalisyon hükümetini bu olmazsa APCHP koalisyon hükümetinin kurulması; TBP Atatürkçü ve devrimci bir hükümet kurularak en kısa sürede seçimlere gidilmesi, MHP, milliyetçi bir hükümetin kurulmasını; Demokratik Parti ise TBMM üyesi birinin başkanlığında hükümetin kurulması teklifinde bulunmuştur (Soysüren, 2014).

Öte yandan 12 Mart muhtırasına karşı siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve aydınların tepkileri çok farklılık göstermiştir. Muhtıranın verilmesinden sonra sol bir darbe beklentisi içerisinde olan sol gruplar AP/Demirel hükümetinin devrilip yerine sosyalist eğilimli bir hükümetin kurulacağı hayaline kapılarak muhtırayı desteklemişlerdir. Başta DİSK ve Dev-Genç olmak üzere ODTÜ Mezunlar Cemiyeti, Devrimci Avukatlar Derneği, Türkiye Öğretmenler Sendikası, Mimarlar Odası ve Sosyal Demokratlar Derneği yayınladıkları bildirilerle muhtırayı desteklediklerini açıklamışlardır (Bulut, 2010). Siyasi partilerin muhtıraya tepkileri de farklılık göstermiştir. Örneğin; MHP ve Demokrat Parti ülkeyi Marksist bir darbe tehlikesinden kurtardığı için muhtırayı olumlarken bu süreçte CHP lideri İnönü ise 15 Mart 1971 tarihinde CHP Meclis Grup Toplantısı’nda “Bir meclise askerî kıt’a gibi ‘şunu şöyle bunu böyle yapacaksın’ demeye imkân yoktur. Hükümetin emri altında bulunan komutanların takdir edeceği veya tenkit edeceği ölçüye göre hükümetler
kalacak veya kalmayacak. Böyle bir düzen demokratik düzen değildir. Biz
demokratik rejim dışında bir rejim kabul etmeyeceğiz.” (Birand, 2008) şeklinde
muhtıraya olan tepkisini dile getirmiştir.



12 Mart muhtırasının muhatabı olan AP lideri Demirel ise yıllar sonra muhtıra
üzerine yaptığı değerlendirmede: “Bu, hukukla, hukukun üstünlüğüyle ve
anayasayla bağdaşmaz muhtıranın bizatihi kendisi anayasayı ihlaldir. Ama bunu
yapan silahlı kuvvetlerin üst komutanları olduğuna, buna bizden başka itiraz
edebilecek kimse olmadığına ve cumhurbaşkanı da bizim arkamızda yer almadığına göre, yapacak bir şey yoktu.” (Güleçyüz, 2013) şeklinde konuşarak istifa sebebini kendi seçtirdiği Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın askerlerle iş birliği yapmasına bağlıyordu. Ancak aynı Demirel garip bir şekilde 1973 yılında gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçiminde Faruk Gürler ihtimaline karşı Sunay’ın görev süresini uzatma girişiminde bulunmuş fakat bu girişim meclisler tarafından reddedilmiştir. Özbudun tarafından anayasayı yürürlükten kaldırmaması, meclisleri kapatmaması ve siyasi partileri yasaklamaması gibi gelişmelerden hareketle “yarı darbe” (Özbudun, 2007) girişimi olarak görülen 12 Mart Muhtırası, Türk kamuoyunda genel olarak dış ve iç sebep olmak üzere tek bir unsurla açıklanmaya çalışılmıştır. Buna göre Kayalı, Kongar, artan radikal sol nitelikli şiddet eylemlerini(Kayalı,2000;Kongar,2000) Altuğ ise Demirel Hükümeti’nin sebep olduğu sosyal adaletsizliklere karşı oluşan toplumsal tepkiyi (Altuğ,1973) 12 Mart’ı getiren iç sebep olarak görmüştür. Buna karşılık Yetkin, Erhan ve Cem ise Demirel Hükümeti’nin Türk dış politikasını ABD ekseninden çıkarma girişimine ve haşhaş yasağına bağlı olarak 12 Mart’ı getiren dış sebep olarak görmüştür (Yetkin,1995;Erhan,2002;Cem,2009). Bunlara karşılık Karpat ise alt rütbeli marjinal sol fikirlere sahip subayların iktidarı ele geçirme tehlikesine karşı üst rütbeli demokrat milliyetçi subayların ön almasını 12 Mart’ı getiren iç sebep olarak görmüştür (Karpat,2012).

3) Partilerüstü Hükümetler



12 Mart Muhtırası, Demirel AP’sinin siyasal iktidarına son verirken Türkiye’ye yeni bir hükümet tarzı getirmiştir. Bu yeni tarz, partilerüstü hükümet modelidir. Muhtıra sahibi askerlerce belirli bir parti siyasetini yansıtmaması istenen partilerüstü hükümet, aslında Türkiye’de bir geçiş dönemine özgü yeni bir rejimin de habercisi olarak düşünülmüştür (Gevgili,1973). Yaklaşık otuz ay sürecek bu olağanüstü dönemde Demirel’in ifadesiyle partiler demokrasisini inkar eden dört partilerüstü hükümet kurulacaktır. Bu hükümetlerin en temel özelliği Cumhurbaşkanı Sunay ve askerlerin desteklediği ancak kısa ömürlü hükümetler olmasıdır. Bu dönemde kurulan hükümetler: Birinci Erim Hükümeti (26 Mart 1971-7 Aralık 1971), İkinci Erim Hükümeti (11 Aralık 1971-17 Nisan 1972), Ferit Melen Hükümeti (22 Mayıs 1972-10 Nisan 1973) ve Naim Talü Hükümeti (15 Nisan 1973-16 Aralık 1973) (Arslan,2011). Demirel’in istifası sonrası yeni hükümeti kuracak isimler arasında Cumhuriyet Senatosu’ndaki bağımsızlardan Suat Hayri Ürgüplü, Mehmet İzmen ve Ragıp Üner ile Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın genel sekreteri Cihat Algan’ın isimleri dile
getirilmiştir (Tokatlı,2000). Ancak muhtıra sonrası kısa süre içerisinde
Cumhurbaşkanı Sunay ve askerlerin ülkeyi yönetme konusunda tercihlerini
CHP’den yana kullanmaları üzerine yılların CHP’lisi Nihat Erim partisinden istifa
ettirilmiş sonrasında da Cumhurbaşkanı Sunay tarafından “Tarafsız Başbakan”
olarak hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir (Toker,1973).

Ahmad’a göre bu süreçte Erim ismini öne çıkaran şey onun hem AP hem de CHP
tarafından kabul edilebilir bir isim olması, ek olarak da askerlerle iş birliği yapmaya açık olmasıydı (Ahmad,2010).


Öte yandan Nihat Erim’in, yılların CHP’lisi kimliği taşıması nedeniyle kamuoyunda yeni kurulacak hükümette CHP’li isimlerin çoğunlukta bulunacağı şeklindeki yaygın düşünceye rağmen, hükümet üyelerinin büyük çoğunluğu parlamento dışı isimlerden oluşmuş bu nedenle de bu hükümete “teknokratlar” nitelemesi yakıştırılmıştır. Nihayet 26 martta Cumhurbaşkanı Sunay tarafından onaylanan Erim hükümet listesinde başbakan yardımcılıklarını Sadi Koçaş ile Atilla Karaosmanoğlu üstlenmiş ayrıca AP’den 6, CHP’den 4, meclis dışından 11, MGP ve MBK’den birer, bağımsızlardan ise 4 isme yer verilmiştir (Alatlı,2002).

7 Nisan 1971 tarihinde Erim Hükümeti AP, CHP ve MGP gruplarının verdiği 321
evet oyuyla meclisten güvenoyu alarak görevine başlamıştır (MMTD,7.4.1971). Öte yandan Demokrat Parti gerek Erim’in kendisi gerekse parlamento dışı isimlerin hükümet listesinde aldığı ağırlık nedeniyle Erim Hükümeti’ne güvensizlik oyu vermiştir (Cumhuriyet,8.4.1971).

Parlamentodan güvenoyu alan Nihat Erim, Başbakan olarak düzenlediği ilk
toplantıda reform hükümeti/beyin takımı nitelemesi kullandığı hükümetinin başlıca görevinin anayasanın öngördüğü reformları yapmak olduğunu dile getirmiştir.

Muhtıranın da gerekçesini oluşturan reformlar Erim tarafından toprak, eğitim,
hukuk ve adalet, yönetim ile enerji ve tabii kaynaklar başlıklarıyla dile getirilmiştir.


Ancak ülkede yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik çöküş hâli kısa süre içerisinde
Erim hükümetinin önceliklerini değiştirmiş ve hükümet yükselen anarşiyi bitirmek için askerlerden gelen telkinler doğrultusunda güvenlikçi politikaları uygulamaya sokmuştur. Nitekim Erim Hükümeti İsrail Başkonsolosu Elrom’un marjinal silahlı sol örgütler tarafından kaçırılması üzerine Balyoz Harekatını (Milliyet,24.4.1971) başlatmış ardından da ilk icraat olarak 27 Nisan 1971 tarihinde başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 11 ilde sıkıyönetim ilan etmiştir (Resmî Gazete,29.4.1971). İstanbul ve Ankara sıkıyönetim komutanlıkları ise aralarında Dev- Genç, Ülkü Ocakları, Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Türkiye Öğretmenler Sendikası, İşsizlik ve Pahalılıkla Mücadele Derneği, Mücadele Birliği isimli örgüt ve dernekleri kapatmış ayrıca grev, toplantı ve gösteri düzenlenmesini yasaklamıştır (Hristidis,2010).


Öte yandan güvenlikçi politikaların dışında bu dönemde sıkı maliye politikalarına
yönelen Erim Hükümeti dış politika konularında da AET ile ilişkileri soğutarak
ABD’ye yönelen bir politika geliştirmiştir. Nitekim Erim Hükümeti bu politikanın bir gereği olarak 30 Haziran 1971 tarihinde ülke genelinde haşhaş ekimini yasaklamış ayrıca Çin Halk Cumhuriyetini tanıyarak diplomatik ilişki kurma yoluna gitmiştir (Suavi,2014).

Yine bu dönemde Erim Hükümeti askerlerden gelen telkinlerle güçlü bir devlet
otoritesini sağlamak amacıyla 1961 anayasasında iki kez değişikliğe gitmiş ve temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına yeni sınırlamalar getirmiştir. Söz konusu değişiklikler sol çevreler tarafından temel insan hak ve hürriyetlerine ciddi bir darbe vurulması olarak görülmesine rağmen başta askerler ve AP olmak üzere sağ partiler tarafından desteklenmiştir (Soysal, 1997).
Yine bu dönemde muhtırayı veren askerler reformların takipçisi oldukları yönünde basına demeçler vererek Erim Hükümeti’nin kararlılığını yükseltmeye çalışmışlar ayrıca AP ve Demokrat Parti’nin reformlar konusundaki direncini kırmaya çalışmışlar ancak ne AP ne de Demokrat Parti, Erim Hükümeti’ne bakış açılarını değiştirmemişlerdir. Nitekim 5 Ekim 1971 tarihinde AP lideri Demirel’in hükümette görev alan bakanlarını çekme kararı alması Erim Hükümeti’ni çalışamaz hâle getirmiş ve kısa süre içerisinde Erim Hükümeti’nin geleceğini tartışmaya açmıştır (Landau, 1978). Bu gelişme üzerine Cumhurbaşkanı Sunay ve askerler daha altı ay önce muhtıra ile iktidardan uzaklaştırdıkları Demirel’i bakanlarını hükümetten çekmemesi için iknaya çalışmışlar (Cumhuriyet, 27.10.1971), nihayet AP lideri Demirel’in 5 Kasım 1971 tarihinde geri adım atması üzerine Başbakan Erim Hükümeti’nin devamlılığı için muhtıra öncesi AP Hükümeti’nin Maliye Bakanı Mesut Erez’i Başbakan Yardımcılığı’na getirmiş bu gelişme ise kabinenin reformcu kanadının topluca istifasını doğurmuştur (Milliyet, 6.12.1971). Nihayet 11’lerin istifası sonrası 7 Aralık 1971 tarihinde Erim, yaklaşık dokuz ay önce büyük umutlarla yola çıkan hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Sunay’a sunmuş ancak aynı gün Sunay yeni hükümeti kurma görevini tekrar Nihat Erim’e vermiştir (Kayra, 2006). 11 Aralık 1971’de Başbakan Erim tarafından ilan edilen yeni hükümet listesi AP’den 7, CHP’den 4, MGP ve MBK’den birer, senatodan 3 ve parlamento dışı 10 isimden oluşmuş ve Cumhurbaşkanı Sunay’ın onayından sonra 22 Aralık 1971 tarihinde meclisten 301 oyla güvenoyu almıştır (Milliyet, 28.12.1971). Yaklaşık dokuz aylık birinci hükümet döneminden hareketle Erim ikinci hükümet döneminde reformları
Meclis’e dikte ettirerek değil, onun desteğini alarak gerçekleştirme stratejisini izlemiştir.


Nitekim 11 Aralık 1971’de kurulan II. Erim Hükümeti bu amaçla beyin takımı ve
reformcu nitelik taşımadığının işaretlerini programında vermiştir. Örneğin;
demokrasiye dönüşü, özel sektörün korunmasını, yabancı sermaye yatırımlarının
teşvik edilmesini, madenlerin millileştirilmesinden vazgeçilmesini ve NATO sistemi içerisinde kalınmasını içeren ifadelere yer verilmiştir (Milliyet, 18.12.1971). Bunlara ek olarak anayasanın öngördüğü siyasi, sosyal ve ekonomik reformları gerçekleştirmeyi hedeflemesine rağmen yeni hükümette ilk hükümette reformcu olarak bilinen hiç bir isme yer verilmemiştir. Ancak kısa süre içerisinde Cumhurbaşkanı Sunay ve Askerlerin önceliğin asayişin sağlanmasına verilmesini istemeleri Erim’i sıkıyönetimi uzatmaya ayrıca Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması ve 1973 genel seçimlerine kadar hükümete ülkeyi kanun hükmünde kararnameler ile yönetme yetkisinin verilmesini istemeye yöneltmiştir. Bu istekleri meclisteki siyasi partiler tarafından meclisin üstünde bir güç oluşturulacağı gerekçesiyle reddedilmiş buna ek olarak her iki Erim Hükümeti’ne parlamentoya dayanmadığı gerekçesiyle ret oyu veren Demokrat Parti tarafından 10 Nisan 1972’de Erim Hükümeti hakkında gensoru önergesi verilmesi bardağı taşırmış ve Başbakan Erim’in 16 Nisan 1972’de Cumhurbaşkanı Sunay’a istifasını verme sonucunu doğurmuştur (Cumhuriyet,17.4.1972). Muhtıra döneminin bağımsız başbakan sıfatıyla kurduğu yaklaşık 1 yıl 1 aylık iki hükümeti sırasında Erim’i başarısızlığa
götüren sebeplerin birincisi hükümete üye veren AP, CHP ve CGP’nin özelikle de

AP’nin hükümetin yaptığı eylemlerin siyasi sorumluluğunu üstlenmemesi iken
ikincisi, hükümetin radikal reformcular ile reform karşıtlarını bünyesinde taşıması; üçüncüsü ise radikal silahlı sol grupların eylemleri sonucu hükümetin önceliği güvenliğin sağlanmasına vermiş olmasıdır.


Bu dönemde Erim’in ikinci kez istifa etmesi sonrası Cumhurbaşkanı Sunay her iki
Erim Hükümeti’nde Millî Savunma Bakanlığı görevini üstlenmiş Ferit Melen’den
Başbakanlığa vekalet etmesini isterken siyasi parti liderlerinden Başbakanlık için
isim istemiş ve ortaya en güçlü isim olarak kontenjan senatörü Suat Hayri
Ürgüplünün ismi çıkmıştır (Cumhuriyet,28.4.1972). Bunun üzerine 29 Nisan 1972’de Cumhurbaşkanı Sunay tamamıyla “Atatürkçü bir hükümet kuracağını” ifade eden Ürgüplü’ye yeni hükümeti kurma görevini vermiştir (Milliyet,30.4.1972). 

14 Mayıs 1972’de Ürgüplü tarafından açıklanan hükümet listesi 12 Mart döneminde kendisinden önce kurulan Nihat Erim Hükümetleri ve kendisinden sonra ortaya çıkan Ferit Melen ve Naim Talû Hükümetlerinin aksine mecliste temsil edilen tüm partileri içeren gerçek bir koalisyon özelliği taşıyordu. Nitekim Ürgüplü, hükümet listesinde AP’ye 9, CHP’ye 5, MGP’ye 2 ve Demokratik Parti’ye 3 bakanlık vermiş ayrıca 5 isim de teknokratlardan oluşmuştur (Milliyet,14.5.1972).
Ancak bu süreçte Ürgüplünün kurduğu hükümet listesi, askerlerin baskısı sonucu
Cumhurbaşkanı Sunay tarafından “12 Mart Muhtırasının icaplarına ve cari durumun şartlarına” uygun bulunmayarak reddedilmiş (Arcayürek, 1985) ve bu gelişme üzerine Ürgüplü Başbakanlık görevinden istifa etmiştir (Milliyet,15.5.1972).
Bu gelişme üzerine 15 Mayıs 1972’de Cumhurbaşkanı Sunay tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilen MGP’li Ferit Melen, basına verdiği demecinde kuracağı hükümetin anarşiyi önleyecek, reformları yapacak bir partilerüstü hükümet özelliği taşıyacağını ifade etmiştir (Cumhuriyet, 16.5.1972).

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 1

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 1



Murat KARATAŞ,

ÖZET

Bu makalede 12 Mart 1971 Askerî Muhtırası ve partiler üstü hükümetler dönemi
incelenmeye çalışılmıştır. 



  Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk askerî müdahalesi olan 27 Mayıs 1960 girişimiyle ülkeyi on yıldır yöneten Demokrat Parti kapatılmış, başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiş ayrıca Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve eski DP’nin önemli sayıda ismi seçme ve seçilme hakları ellerinden alınarak Kayseri
Cezaevine konulmuştur. 1961 yılı içerisinde yeniden sivil siyasi hayata dönme kararı alındığında kapatılan DP’nin mirasına sahip çıkma iddiasıyla kurulan Adalet Partisi, 1965 seçimlerinde bu iddiasını gerçekleştirerek tek başına iktidara gelmiştir. 1965- 1971 yılları arasında ülkeyi tek başına yöneten AP’nin lideri Demirel’in ekonomi ve dış politika alanlarında izlediği politikalar, 1961 anayasasının sağladığı özgürlükçü ortamda başta Türkiye İşçi Partisi olmak üzere solun farklı renkleri tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. 1968 yılı içerisinde dünyada gelişen öğrenci olayları Türkiye’de de eğitim şartlarının ve iş bulma imkânlarının iyileştirilmesi gibi taleplerle ve “sağ sol yok, boykot var” sloganı ile başlamış, süreç içerisinde anti emperyalist, anti Amerikancılığa bürünmüştür. 1969 seçimlerinden AP’nin başarıyla çıkması 1965-1969 yılları arasında ekonomi ve dış politika alanlarında izlenen politikalardan memnun olmayan kesimleri harekete geçirmiştir. Demirel’in gerek parti içerisindeki muhalefeti gerekse toplumun farklı kesimlerinden gelen muhalefeti dikkate almaması, ülkede siyasi, sosyal ve ekonomik kaos ortamı oluşturmuştur. Bu durumdan çıkılmasını isteyen askerler 12 Mart 1971 muhtırası ile eski DP’nin devamı iddiasında olan AP ve lideri Süleyman Demirel’i iktidardan uzaklaştırırken meclisi ve siyasi partileri kapatmamış, siyasilere karşı yargılama ve mahkumiyet gibi eylemlere girişmemiştir. Buna rağmen yaklaşık iki buçuk yıl sürecek “Ara Rejim” döneminde muhtıra sahiplerinin uygun gördükleri isimlerden oluşan partilerüstü hükümetler ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları yapmaya çalışmışlar ancak farklı sebeplerle büyük umut bağlanan parlamento dışı dört hükümet de başarılı olamamış ve ülkedeki siyasi, sosyal ve ekonomik buhranın derinleşmesine sebep olmuştur. 


27 Mayıs’ın Cumhurbaşkanlığı makamına Cemal Gürsel’i getirmesi örneğinden hareket eden 12 Mart’ın sahipleri bu kez görev süresi dolan Gürsel’in yerine kendi adayları olan Faruk Gürler’i getirmek istemişler ancak bu istek AP lideri Demirel ve CHP lideri Ecevit’in iş birliğiyle sonuçsuz kalmıştır. Nihayet iki buçuk yıl süren olağanüstü dönem sivillerin ve askerlerin olağan döneme geçilmesi fikrinde buluşmaları üzerine 14 Ekim 1973 seçimleriyle son bulmuştur.


GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte en önemli konulardan biri askerîn
siyaset dışı kalmasıdır. Nitekim bu konu ittihatçı geleneğin içinden gelen Atatürk’ün ve İnönü’nün özel dikkatleri sonucu tek partili dönemde sorun oluşturmamıştır.



Ancak II. Dünya Savaşının hemen sonrasında gerek iç gerekse dış şartların
zorlamasıyla Türkiye’nin çok partili hayata geçmesi, 14 Mayıs 1950 tarihinde
gerçekleşen “Beyaz Oy Devrimi” sonucu yılların tek partisi olan CHP’nin kendi
içinden çıkan kadrolarca kurulan Demokrat Parti’ye iktidarı kansız bir şekilde
devretmesi, NATO sistemine girilmesi ve sonrasında ordunun modernleştirilmesi
çabaları, son olarak da 1950-1960 arası ülkeyi yöneten DP’nin izlediği siyasal, sosyal ve ekonomik politikalar Türkiye Cumhuriyeti’nde emir komuta zinciri dışında gerçekleşen ilk müdahale olan 27 Mayıs 1960’ın temel sebepleri olmuştur. Müdahale sonrası sivil siyaset kurumuna inanmayanlar ülkenin gelecek on yıllarını esir alacak askerî vesayet kurumlarını kurmuştur. Buna rağmen Mart 1971’e gelindiğinde ülkenin içine düştüğü siyasi, sosyal ve ekonomik buhran hâli ve ülkeyi 1965-1971 yılları arasında tek parti olarak yöneten Adalet Partisi ve onun lideri Süleymen Demirel’in içine düştüğü yönetme acziyeti, emir komuta zinciri dışında ihtilal heveslilerini cesaretlendirmiş ancak TSK’nın Yüksek Komite Heyeti 27 Mayıs müdahalesinden çıkardığı dersle aynı hataya düşmemiş ve 12 Mart 1971 tarihinde emir komuta zinciri dahilinde gerçekleşen muhtıra ile AP/Demirel iktidarını istifa ettirmiştir. 27 Mayısçılar gibi plan ve programa sahip olmayan, sivil siyaset kurumunu bütün kötülüklerin sebebi olarak gören 12 Mart muhtırası 27 Mayıs’tan farklı olarak ülkeyi içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik buhrandan, oluşturacağı partilerüstü hükümetlerle çıkaracağına inanmıştır. Ancak yaklaşık otuz ay süren bu özel dönemde askerlerin gözetiminde oluşturulan dört partilerüstü hükümet, ülkenin sorunlarını çözemediği gibi aksine daha da derinleştirerek yaklaşık on yıl sonra gerçekleşecek 12 Eylül 1980 ihtilalinin sebeblerini de oluşturmuştur.

Bu çalışmada 12 Mart Muhtırası ve partiler üstü hükumetler incelenmiştir. Bunun için öncelikli olarak muhtırayı hazırlayan tarihsel süreç, muhtıra ve tepkiler, partiler üstü hükümetlerin çalışmaları, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 14 Ekim genel seçimleri çerçevesinde tarihimizdeki bu özel dönemin başarısızlık nedenleri değerlendirilmeye çalışılmıştır.

1) 12 Mart Muhtırasına Giden Yol


Türk siyasi hayatında emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşen ve dönemin
Başbakanı Süleyman Demirel’i iktidardan istifa ettirerek başarıya ulaşan ilk askerî müdahele olan 12 Mart Muhtırası’nın nedenlerini ve sonuçlarını anlayabilmek için bu gelişmeyi doğuran Türkiye’nin 1961-1971 yılları arasındaki siyasi, sosyal ve ekonomik süreçlerini incelemek gerekir.

27 Mayıs 1960 müdahalesi Türk siyasi hayatında yeni bir dönem başlatmıştır.
Müdahale sonrası CHP ve CKMP siyasi faaliyetlerine devam ederken DP kapatılmış, yaklaşık bir yıl süren yargılamalardan sonra başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiş ayrıca Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve birçok DP’li bakan ve milletvekili seçme-seçilme haklarından mahrum edilerek Kayseri Cezaevine konulmuştur. Öteyandan ülkede Başbakan ve iki bakanın asılması sonucunu doğuran bu olumsuz süreçte askerler garip bir şekilde demokratik ve özgürlükçü niteliklere sahip 1961 anayasasını sivillere hazırlatarak halk onayına sunmuştur. Ancak bundan sonraki süreçte yaşanan huzursuzlukların altında yatan nedenlerden biri Menderes-Zorlu- Polatkan’ın idamları ve Bayar ile eski DP’lilerin seçme-seçilme yasakları olurken diğeri de 1961 Anayasası olmuştur. Nitekim 1961 anayasasında ifade edilen Türkiye Cumhuriyeti devletinin sosyal bir hukuk devleti olduğu maddesi, bu dönemde marjinal sosyalist çevrelerce “sosyalizm” olarak algılanmış (Tanör, 1991) ve 1961- 1971 yılları arasında ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik hayatını esir alacak şekilde yorumlamıştır.


27 Mayıs 1960 müdahalesi sonrası yeniden sivil siyasi hayata dönülmesi kararı
sonrası yapılan 15 Ekim 1961 seçim sonuçları MBK ve CHP için tam bir fiyasko
olmuştur. Zira CHP yaklaşık % 36 oy almasına rağmen tek başına iktidar olamamış, kapatılan DP’nin mirasına sahip çıkma iddiasını taşıyan AP, CKMP ve YTP’nin oyları ise % 60’ın üzerine çıkmıştır. Bu sonuçlar ülkede 1965 seçimlerine kadar sürecek koalisyonlar dönemini başlatırken yaklaşık altı ay sürecek olan ilk koalisyon hükümeti de askerlerin zorlamasıyla CHP ve AP arasında kurulmuştur. Ancak 20 Kasım 1961 tarihinde kurulan CHP ve AP koalisyonu eski DP’lilerin affı ve iki parti arasındaki ekonomik konulara bakıştaki farklılıklar nedeniyle 30 Mayıs 1962 tarihinde dağılmıştır(Yalansız,2006). Bundan sonra İnönü’nün başında bulunduğu iki koalisyon hükümeti ve son olarak da Bağımsız Senatör Suat Hayri Ürgüplü başkanlığındaki koalisyon hükümeti görev yapmıştır. Öte yandan bu süreçte Süleyman Demirel 29 Kasım 1964 tarihinde gerçekleşen AP Kongresinde partinin yeni genel başkanı seçilirken TİP’in toplumda taban bulmaya başlaması üzerine harekete geçen CHP lideri İnönü ilk kez “ortanın solu” söylemini kullanmıştır.


Bu şartlarda girilen 10 Ekim 1965 seçimlerinde halkın 27 Mayıs ve sonrasında
yaşananları onaylamadığını göstermesi ayrıca koalisyon hükümetleriyle yönetilmek istememesi gibi nedenlerle AP’ye yönelmesi AP’nin yaklaşık % 53 oyla tek başına iktidar olması sonucunu doğurmuştur. Seçimlere “ortanın solu” söylemiyle girmesine rağmen CHP yaklaşık % 29 oy almış ve ikinci parti olmuştur. CHP’deki bu oy kaybı kısa süre sonra “ortanın solu” söylemine karşı çıkan Turhan Feyzioğlu ve çevresinin partiden koparak Güven Partisi’ni kurma sonucunu doğurmuştur (Bakır,2010). 1965 seçimlerinin sürprizi ise 1961 anayasasının sağladığı hukuki zeminde kurulan TİP’in yaklaşık %3 oy alarak 15 milletvekili ile meclise girmesiyle yaşanmıştır (Ünsal, 2002). Sol açısından meclis kürsüsünden fikirlerini kamuoyuna duyurma fırsatı doğuran 1965 seçimleri aynı zamanda 1965-1971 yılları arasında AP/Demirel’in tek başına ülkeyi yönetme sonucunu da doğurmuştur.


Öte yandan 1966 yılı başında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in görevini yerine getiremeyecek kadar rahatsızlanması üzerine Cumhurbaşkanı sorunu ortaya çıkmış AP lideri Demirel bu süreçte mecliste tek başına Cumhurbaşkanını seçebilecek güce sahip olmasına rağmen askerî vesayetle sorun yaşamamak için CHP lideri İnönü’nün de onayını alarak Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın ülkenin 5. cumhurbaşkanı olmasını sağlamıştır (Bilgiç, 2014). Buna ek olarak bu yıl içindeki bir başka önemli gelişme de bir mezhebin sözcülüğünü yapacak Birlik Partisi’nin Ankara merkezli olarak kurulmasıdır (Ata, 2007).

1968 yılı içerisinde dünyada gelişen öğrenci olayları Türkiye’de de eğitim şartlarının ve iş bulma imkânlarının iyileştirilmesi gibi taleplerle ve “sağ sol yok, boykot var” sloganı ile başlamış, süreç içerisinde anti emperyalist ve anti Amerikancılığa bürünmüştür. Kısa süre içerisinde ortaya çıkan devrimin nasıl gerçekleştirileceği tartışması TİP, Yön/Devrim dergileri ve MDD çevrelerinde önce fikri ayrılığı sonra ise silahlı mücadeleyi getirecek bunun karşısına gelen ülkü ocakları vb. sağ örgütlenmeler de ülkede kaos ortamı doğuracaktır.


Bu şartlar altında girilen 1969 seçimlerinde AP oy kaybetse de yine seçimden zaferle çıkmış ve Demirel bu dönemde ikinci hükümetini kurmuştur. Ancak II. Demirel Hükümetinde Demirel’in parti içerisindeki intikamcılar olarak nitelenen Bilgiç ve çevresine yer vermemesi ayrıca seçimler öncesi askerî vesayetle karşı karşıya gelmemek için eski DP’lilerin affıyla ilgili çalışmayı sekteye uğratması ilk olarak 72 AP’li milletvekili ve senatörün imzaladığı 72’ler muhtırasını ardından da 41’lerin 1970 bütçesine ret oyu vererek Demirel Hükümetinin düşmesi sonucunu
doğurmuştur. Kısa süre içerisinde Demirel bu dönemdeki III. hükümetini kursa da süreç içerisinde partiden ihraç edilen 26 milletvekili Ferruh Bozbeyli’nin genel
başkanlığında Demokrat Parti’yi kuracaktır (Demirel, 2004).

Öte yandan bu süreçte AP’den kopmaların önüne geçmeyen/geçemeyen Demirel
meclisteki AP çoğunluğunu yitirmiş ve artık bir istikrarsızlık faktörü hâline gelmiş
nitekim bu dönemde gerçekleşen banka soygunları, adam kaçırma olayları, okul
işgalleri, öğrenci olayları, işçi yürüyüşleri ve sıkıyönetim uygulaması askerler
tarafından Demirel hükümetlerinin acziyeti sonucu ortaya çıkan kurulu düzeni
tehdit eden gelişmeler olarak görülürken, AP lideri Demirel ise 1961 anayasasının sağladığı özgürlükçü ortama bağlamış ve anayasanın değiştirilmesini istemiştir (Karpat, 2012).


Bütün bu olumsuz tablo içerisinde darbe yapacağından şüphelenilen Genelkurmay Başkanı Cemal Tural bu dönemde ani bir şekilde Cumhurbaşkanı Sunay ve Başbakan Demirel’in girişimiyle görevden alınmış yerine ise Sunay’a yakınlığıyla bilinen Memduh Tağmaç getirilmiştir (Arcayürek, 1989). Buna rağmen Tural’ı emekli edip yerine Tağmaç’ı getiren Demirel, gelmekte olan darbeden habersizdi. Zira 12 Mart öncesi ülkedeki siyasi, sosyal ve ekonomik buhrandan AP hükümetini sorumlu tutan ordu içerisinde farklı gruplaşmalar oluşmakta ve bunlar karşı taraftan gelecek tehdide göre birbirine karşı konumlanmaktaydı. Bu gruplardan ilki Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile de yakın ilişki içinde olan Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Faik Türün’ün liderliğindeki AP ve onun ekonomi politikasını
benimseyen sermaye ile ilişki içinde olan gruptu. İkinci grup, Doğan Avcıoğlu
liderliğindeki sivillerle ve emekli korgeneral Cemal Madanoğlu çevresiyle temas
hâlindeki Tümgeneral Celil Gürkan grubuydu. Sol-Kemalist bir felsefeye sahip olan bu grup Türkiye’nin iktisadi, siyasi, askerî ve dış politika konularında ABD’nin güdümünden çıkmasını, Sovyetlere yakın bağlantısız bir politika takip etmesini istiyordu. Ayrıca bu grup içeride de toprak reformu ve sanayileşme yoluyla kalkınma konuları üzerinde duruyordu. Üçüncü grup ise; Türkiye’nin çıkarlarını


Batı ittifak sistemi içinde gören aynı zamanda ekonomik ve siyasal alanlarda
“reform” isteyen Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, Kara Kuvvetleri
Komutanı Faruk Gürler ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan etrafında
oluşmuştu(Mütercimler,2016).

2) 12 Mart Muhtırası

12 Mart 1971 tarihinde Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve üç kuvvet
komutanının imzalarını taşıyan muhtıra metni, Cumhurbaşkanı ve Meclis
Başkanlıklarına ulaştırıldıktan sonra tüm ülkeye duyurulmak için TRT’ye
götürülmüş ve saat 13.00’te TRT’de okunmuştur.Muhtırada vurgulanan noktalar
şunlardır (Cumhuriyet,13.3.1971):


1. Parlamento ve hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef gösterdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2. Türk Milleti’nin ve onun sinesinden çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim
ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin, partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap
kanunlarının uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kuralar içinde teşkili zaruri görülmektedir.

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri,
kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak
görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.
Bilgilerinize...


Muhtıra metni incelendiğinde askerlerin iki tespit yaptığı görülmektedir: Bunlardan birincisi, terör olaylarının artması iken ikincisi ise anayasanın öngördüğü reformların partilerüstü bir hükümet tarafından gerçekleştirilmesidir. Muhtıra metninde, bunların dikkate alınmaması hâlinde askerlerin ülkenin yönetimini doğrudan ele alacağı da ifade edilmiştir (Fedayi, 2012).
Öte yandan muhtıra metni meclislere ulaştığında gerek milletvekillerinden gerekse senatörlerden cılız sesler yükselmiştir. Örneğin Demokratik Parti Denizli Milletvekili Hasan Korkmazcan ve Aydın Milletvekili Yüksel Menderes “Meclis böyle bir yazıya muhatap değildir.” şeklinde tepki vererek muhtıranın mecliste okunmasına karşı çıkmışlar ancak sonucu değiştirememişlerdir (MMTD, 12.2.1971). Buna ek olarak Cumhuriyet Senatosu Başkanı AP’li Arıburun, muhtırayı senatoda okuttuktan sonra Cumhuriyet Senatosu’nun muhtırada bahse konu olan ithamlarla bir ilgisinin olmadığı açıklamasında bulunmuştur (Cumhuriyet, 14.3.1971).


Muhtıra ile istifası istenen Başbakan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı Cevdet
Sunay’a hükümetinin istifa ettiğini belirten mektubu Başbakanlık Müsteşar Muavini Muslih Fer aracılığıyla ulaştırmış (Arcayürek, 1985) ve mektubunda “Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları tarafından zatıdevletinize, Cumhuriyet Senatosu Başkanlığı’na ve Millet Meclisi Başkanlığı’na tevdi edilip bugün saat 13.00’te TRT’den Türk kamuoyuna duyurulan muhtırayla anayasa ve hukuk devleti anlayışını bağdaştırmak mümkün değildir. Bu durum muvacehesinde hükümetin istifasını saygıyla arz ederim” ifadelerine yer vermiştir (Cumhuriyet, 13.3.1971).

15 Mart 1971 tarihinde muhtıranın muhatabı olan Demirel hükümetinin istifasının kabul edildiği ve yeni hükümet kuruluncaya kadar mevcut Demirel hükümetinin göreve devam edeceğine dair Cumhurbaşkanlığı tezkiresi mecliste okunmuştur (MMTD, 15.3.1971). Bundan sonraki süreçte yeni hükümet kuruluncaya kadar göreve devam eden Demirel’e muhtıranın sahipleri sol bir darbe hazırlığı içinde oldukları şüphesini taşıdıkları 6 general ve 35 albayın ordu ile ilişiğini kestirerek asker içindeki tasfiye işlemini tamamlamışlardır (Karpat, 2012).

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

5 Ocak 2019 Cumartesi

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 3

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 3



NETİCE

Nitekim, 13 Kasım 4 Aralık tarihleri arasında toplanan CHP'nin yedinci kurultayında daha ileri adımlann atılması yolun dönülmez bir şekilde
tutulduğunu göstermekteydi. Kongrede kabul edilen yeni tüzüğü ile "demokratikleşen", yeni programı ile "demokratlaşan"54 CHP'nin bundan
sonra yaptığı anayasal ve hukuki düzenlemelerin Türkiye'yi getirdiği nokta, halkoyu ile iktidann el değiştirmesi yani demokrasinin fiilen uygulanması
olmuştur. Gerek gelenekselleşmiş bir iktidar anlayışından kaynaklanan parti içi sıkıntılar, gerekse muhalefet partisinin kontrolsüz eleştirileri, dünyada cereyan eden politik şartlar gereği ülke, millet ve rejim için doğru olduğuna inanılan yolda yürümekten İnönü'yü geri çevirememiştir.
Cumhurbaşkanı hayat ve siyaset tecrübesiyle Türkiye'de demokrasinin yerleşmesinin zorluklannı ve mevcut ortamın getirdiği güçlükleri
şahsında yaşamış bir devlet adamı kimliğiyle hal çaresini göstermiştir.

Beyannameyi neşrettikten sonra, etkinliğini devamlı kılan süreci yönetmesi samimiyetinin delilidir. Yine onun deyimi ile bu işin şerefi Halk Partisine, daha doğru bir ifade ile kendisine ve ona destek olanlara aitti.

Kabine İstiyorum.. Biraz bekleyin, beyefendi soğuk duş yaptıktan sonra çıkacaklar, siz girersiniz.



D. P. Plâjcı  
Ek: 1- AKBABA, Sayı 156, Yıl 25, 19 Mart 1947.


DİPNOTLAR;

1. İsmet İnönü'nün 1 Kasım 1945 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışında yaptığı konuşma, inönü'nün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1946, s.400.
2. Aynı konuşma, a.g.e., s. 401.
3. Gös. yer. Cumhurbaşkanının 1945 Temmuzu'nda kurulan Milli Kalkınma Partisi'ni yok sayması dikkate değer.
   
 TÜRKIYE'DE ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BIR  İLK ... 143
4. Demokrat Partinin ilk günlerindeki propagandaların yarattığı sıkıntılar karşısında partinin durumunu Bayar şu sözlerle tarif etmektedir: 
"İki jandarma eri gönderebilirler ve partiyi kapatabilirlerdi ve memlekette hiçbir şey olmazdı. Fakat ben İsmet İnönü'nün bunu arzulamadığından 
emindim". Metin Toker,  Demokrasimizin İsmet Paşa'lı Yılları 1944-1973, Tek Partiden Çok Partiye 1944-1950, Ankara 1990, s. 91.
5. Parti içindeki muhaliflerin çok kullandığı bu tez her iki tarafın da işini zorlaştırmış, neticede 1948 yılı ortalarında Millet Partisi halinde yeni bir 
muhalefet partisi olarak ortaya çıkmıştır. Muvazaa söylentileri dönemin Mizah Dergilerine de yansımıştır. İki örnek için eklere bakınız.
6. Gerçekten de başta Nihat Erim olmak üzere iktidar partisinin ileri gelenleri Demokrat Partinin propagandalarını zararlı bulmakta, daha önceki dönemlerde gündeme getirilen anarşi endişesini seslendirmeye başlamışlardı. Şikayetlere mukabil İnönü'nün yapılanın bir tecrübe olduğu ve olmazsa vazgeçileceği yolundaki sözleri için bkz. Toker, aynı eser, s.91
7. Tank Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler (1859 - 1952), istanbul 1952, s. 688.
8. inönü'nün şahsi evrakını inceleyen Toker, inönü'nün parti liderleri ile doğrudan görüşmeleri yanında bilhassa muhalefet partisi lideri Bayar'ın 
gelişmeler karşısındaki tavırlannı öğrenmek için aracılar kullandığını yazmaktadır. Ancak Bayar'ın da inönü'ye ılımlı ve olumlu mesajlar vererek 
sürecin partisinin yaranna devamını sağlamaya çalıştığı anlaşılmaktadır, Toker, age., s. 183.
9  Tunaya, Siyasi Partiler, s. 688; İktidar ve muhalefetin karşılıklı suçlamalarıyla ortamın iyice birbirine girdiğine işaret ettiği "Nutuk Düellosu" 
    başlıklı yazısında Hüseyin Cahit Yalçın, "o kanaatteyim ki, liderler eski münakaşalar yerine susmayı bükere göze alsalar anlaşmaya götüren yolun 
    yarısını katetmiş olduğumuzu göreceğiz ve hep rahat bir nefes alacağız. Onun için sırf bir memleket evladı gibi düşünerek diyorum ki: 
    Ben ilk susan liderin partisinden olacağım" sözleri ile tepkisini dile getiriyordu.Tanin, 12 Temmuz 1947.
10. Tunaya, gös. yer.
11. Tunaya, Siyasi Partiler, s. 689.
12. Aynı eser.
13. Bundan önceki iki denemede de yeni parti kurucularının ülke çapında teşkilatlanırken kadrolarını oluştururken yeterli hassasiyeti göstermediklerini, 
     bunun kurulmaya çalışılan çok partili siyasi ortamı başarısızlığa iten en önemli sebeplerden biri olduğunu bilen İnönü, yöneticilerin sorumluluğunu 
     hatırlatmaktaydı. Önceki tecrübelerin yürütücülerinin bu husustaki ihmalleri ve sebepleri hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Hasan Rıza Soyak, 
     Atatürk'ten Hatıralar, I-II, istanbul 1973.
14. Tunaya, Siyasi Partiler, s. 689.
15. Memleketin emniyeti konusu kanımızca, hem iç hem de dış politik duruma işaret etmektedir. Zira daha önceki parti denemelerinde halkın hemen 
      her bakımdan iki parçaya ayrıldığı, kahvehaneleri ve hatta camilerini ayırdığı, particiliğin ayrımcılık manasına alındığı bir ortam yaşanmıştı ki, 
      denemelerin başarısızlığının altmda yatan en önemli sebeplerin başında gelmekteydi. Diğer taraftan çok partili siyasi hayatın başlamasında
      amil olan dış politik gelişmeler de ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eder boyutta olduğundan Cumhurbaşkanının bir cümlede her iki duruma 
      da işaret ettiğini düşünmek yanlış olmaz.
16. Tunaya, Siyasi Partiler, gös. yer.
17. İnönü'nün yazdığı resmi konuşmalarına son şekli vermeden önce çok sayıda kopya çıkarttırarak yakın arkadaşlarına gönderip düşüncelerini 
     almak alışkanlığında olduğu hakkında bkz. Hilmi Uran, Hatıralarım, Ankara 1959, s. 474;. Uran, İnönü'nün çalışma arkadaşlarının düşüncelerini 
     her zaman dikkate aldığını ve gerekli düzeltmeleri yapmaktan çekinmediğini belirtmektedir. Metin Toker de, 3 Temmuz günü Nihat Erim'e 
     dikte ettirdiği 10 sayfalık metni Meclis Başkanı, Başbakan, Şemsettin Günaltay, Hüseyin Cahit Yalçın ve Falih Rıfkı Atay'a gönderdiğini, 
     daha sonra Genel başkan vekili Şükrü Saraçoğlu, Hilmi Uran ve Celal Bayar'a da birer suret verildiğini belirtmektedir. 
     Bu metinde İnönü'nün yapılacak ilk kongrede Cumhuriyet Halk Partisinin başından fiilen ayrılmak kararım uygulamaya koyacağı söz konusu
     edilmekteydi. Cumhurbaşkanı böylelikle partiler arasında hakemlik görevini daha iyi yapabileceğini düşünüyordu. Ancak Nihat Erim ve 
     Hüseyin Cahit Yalçın'nın desteğine karşın başbakan Peker, Hilmi Uran ve Kazım Karabekir'in bu fikre şiddetle muhalefet etlikleri biliniyor. 
     İnönü'nün değerlendirmeleri aldıktan sonra metni altı sayfaya indirdiği, dolayısıyla bu ilk nüshanın yayınlanandan oldukça farklı olduğunu
     hakkında bkz. Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 184.    
18. Uran, Hatıralarım, s. 475, Toker, age, s. 185.
19. Uran, gös. yer. Cumhurbaşkanın aynı zamanda parti başkanı olmamaları gerektiği hususu muhalefet partilerinin daima ısrarla savundukları bir konudur. 
      Bu hususta geniş bilgi için bkz. Ali Arslan, '' Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı İle Siyasi Parti Üyeliğinin Birbirinden Ayrılması Süreci (1923-1961) " 
      Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 34, Ankara 1996, s. 223-234.
20. "Parti Genel Başkanı Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde bu vazife üzerinde bulunduğu müddetçe Genel başkanlığın bütün yetki ve sorumlulukları 
      Genel Başkan Vekiline ait olacaktır" şeklindeki düzenleme için bkz., Tunaya, Siyasi Partiler, s. 576; Uran, age, s. 475; Hikmet Bilâ, CHP 1919-1999, 
      istanbul 1999, s. 126-127.
21. Hilmi Uran, Peker'in sert tavırlarını daima şikayet mevzuu yapan muhalefet partisinin bundan memnun olmasını beklerken Bayar'm "adet yerini bulsun 
     diye yapılmış bir şeydir" diyerek yapılan yeniliği hafife almasından dolayı hayal kırıklığı yaşadıklarını anlatmaktadır. Üran, Hatıralarım, s. 478.
22. Uraıı, Hatıralarım, s. 479.
23. Hilmi Uran, Hatıralarım, s. 480.
24. Nihat Erim, "Cumhurbaşkanı'nm Beyannamesi", Ulus, 12 Temmuz 1947.
25. Fuat Köprülü, "Son Tebliğin Büyük Manası", Kuvvet, 12 Temmuz 1947,
26. Köprülü, aynı makale.
27. Asım Us, "Cumhurbaşkanımızın Parti Münasebetleri Hakkındaki Karan", 13 Temmuz 1947.
28. Us, aynı makale.
29. Etem izzet Benice, "inönü'nün Beyannamesinden Sonra Son Durum", Son Telgraf, 13 Temmuz 1947, sayı 3804.
30. Benice, "inönü'nün Tebliğinden Sonra Demokrat Parti'ye Düşen Hizmet ve Mesuliyet Payı", Son Telgraf, 15 Temmuz 1947, sayı 3806.
31. A. E. Yalman, 'Tebliğden Çıkan Mânâlar", Vatan 13 Temmuz 1947, sayı 2202.
32. Vatan, gösterilen yer.
33. Vatan 15 Temmuz 1947, sayı 2204.
34. A. Emin Yalman, "Önümüzdeki Güzel Ufuklar", 12 Ağustos 1947, sayı 2232.
35. Vatan 25 Ağustos 1947, sayı 2243.
36. Akşam, 13 Temmuz 1947, sayı 10324.
37. Yalman, "Milli Hakimiyet Bloku", 8 Eylül 1947, sayı 2257.
38. Ulus, 19 Eylül 1947.
39. inönü'nün çok partili hayatı ülkenin iç ve dış gelişiminin şartı olarak göstermesi olayın kendi şartlarımız kadar dış politikadaki gelişmelerin yönlendirdiği 
     bir süreç olduğunu düşündürmektedir, inönü'nün nutku için bkz. Vatan 2 Kasım 1947, sayı, 2309.
40. Nihat Erim, "Demokrat Parti'nin Son Tebliği", Ulus, 26 Temmuz 1947.
41. "Hakikatleri Açık Lisan ile Konuşalım, A. Emin Yalman,Vatan 16 Temmuz 1948, s.2566.
42. Feroz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Ankara 1976, s. 34; Çok partili siyasi hayat 
     denemesinin dış politika gereği olduğu yolundaki kanaatlerin o günlerde yurt dışında da oldukça yaygm olduğu hakkında bkz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 
     Politikada 45 Yıl, İstanbul 1984, s. 190-191.
43. Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 187. inönü, 12 Temmuz günü kabul ettiği Dışişleri Bakanı Hasan Saka'ya "Yüzlerce yıllık hanedan, sandıktan 
      çıkan oylann neticesine boyun eğiyor, vapura binip memleketi terk ediyor. Bizde hala sandık oyunuyla iktidarda kalacağız düşüncesinde olanların 
      aklına şaşarım" demektedir.
44. Toker, a.g.e., s. 195.
45. Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, (Derleyen ismet Bozdağ), istanbul 1986, s. 85-86; Mahmut Goloğlu, Demokrasiye Geçiş 1946-1950, 
      istanbul 1982, s. 168-169.
46. Uran, Hatıralarım, s. 476.
47. F. Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisin'nin Mevkii, Ankara 1965, s. 203-204
48. Partiler içi çekişmeler hakkında geniş bilgi için bkz. Cihat Baban, Politika Galerisi, İstanbul 1970.
49. Feroz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Ankara 1976, s. 37; 
     Falih Rıfkı Atay ise İsmet inönü'yü "demokrasiyi Atatürk devrimlerinin tavizleri üzerine kurmak gafleti" ile suçlarken Ulus
     Gazetesinden ayrılmasını, "Hasan Saka ve Şemseddin Günaltay'm aralıksız Atatürk devrimlerinden taviz vermelerine katlanamayarak 
     Ulus gazetesinde CHP'yi savunmamak kararını vermesi" olarak izah etmektedir. Geniş bilgi için bkz. Falih Rıfkı Atay, Bayrak, istanbul 1980, s. 170-171.
50. Beyanname sonrası gelişmeleri Cumhuriyet Halk Partisi açısından değerlendiren yaklaşımları için bkz. Asım Us, 1930-1950 Haura Notlan, 
      istanbul 1966, s. 718- 722.
51. Us, a.g.e., s. 718- 719; Cumhurbaşkanı ve yakın çevresi tarafından tenkit edilen başbakan Peker'in parti grubunda çoğunluk sağlayarak gerekirse 
      Cumhurbaşkanına karşı bir çıkışa geçmek hazırlıklan hakkında ayrıca bkz. Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 197-198.
52. Bu yoldaki iddia ve kaynaklan için bkz. Rıfkı Salim Burçak, Türkiye'de Demokrasiye Geçiş 1945-1950, Ankara 1979, s. 129-131.
53. Cem Eroğul, Demokrat Parti, Tarihi ve ideolojisi, Ankara 1998, s. 62-63.
54. Hikmet Bilâ, CHP, s. 128.


***