18 Ocak 2021 Pazartesi

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 3

TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞTE ETKİLİ OLAN DIŞ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ. BÖLÜM 3


Çok Partili Hayata Geçiş, Süreç, Dış Faktörler, Milli Şef Dönemi,Abdulvahap AKINCI, Sefa USTA,Türk Siyasal Hayatı, Türk Dış Politikası, Türk
Demokrasisi, Dörtlü Takrir,Varlık Vergisi,

3.4. ABD ile Ekonomik İlişkilerin Artırılması: 

Truman Doktrini ve Marshall Planı.,

Truman Doktrini ve Marshall Planı, Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikasına yönelik hazırlanmıştır (Ekinci, 1997:343-344). ABD, yerle bir olmuş ve henüz Sovyetler Birliği’nin kontrolüne girmemiş ülkelere ekonomik destek vererek, bu ülkelerin tekrar toparlanmasını istemekteydi. Aksi takdirde bu ülkelerde de komünizm yayılabilir ve liberal demokrasi ile yönetilen ülkelerin sayısı çok azalırdı.
Dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısının, “Amerikan yardımlarının hedefinin bu
memleketlerde demokrasiyi yerleştirmek olduğu” sözleri, demokrasiye geçişe verilen önemi ortaya çıkarmış, İnönü de o dönemde batılı devlet adamlarıyla yapmış olduğu görüşmelerde demokrasiye verdiği önemi vurgulamıştır. Adnan Menderes ise o dönemde yapmış olduğu konuşmalarda, “hiçbir memleketin dünyada meydana gelen olaylar ve hâkim olan fikir cereyanlarının etkisinden uzak olamayacağını, Türkiye’de de bu tesirin etkisini göstermeye başladığı” (Çufalı, 2005:404-405) sözleriyle çok partili demokratik düzenin önemine vurgu yapmıştır.
7 Mayıs 1946 tarihinde, Türkiye ile Amerika arasında, ABD’nin Türkiye’ye yaptığı
yardımlardan doğan borçların silinmesine dair bir anlaşma imzalanmıştır (Soysal, 1997: 23). 

Yine aynı yıl ABD’den 50 milyon dolarlık kredi alınmış, 1947 yılında ise ABD
Truman Doktrini kapsamında SSCB tehlikesini göz önünde tutarak, Türkiye ile
Yunanistan’a 400 milyon dolarlık bir yardım öngörmüştür (Tuna, 2007: 91). 12 Mart 1947 tarihinde, ABD meclisinde Truman Doktrininin yürütülebilmesi için, Türkiye’nin Amerikan kamuoyunu demokratik bir yönetime gittiği yönünde ikna etmesi gerektiği görüşü dile getirilmiştir. Truman doktrini 22 Mayıs 1947’de yürürlüğe girmiş ve 12 Temmuz 1947 yılında ise anlaşma imzalanmıştır (Eroğlu, 2003:118). Türkiye 1947 ve 1949 yılları arasında ABD’den yaklaşık 150 milyon dolarlık yardım almıştır (Tuna, 2007: 91). Dönemin şartları içerisinde değerlendirildiğinde, II. Dünya Savaşı’na fiili olarak girmediği halde, Türkiye’nin ekonomik olarak çok kötü bir duruma düşmüş olması sebebiyle, ülke
ekonomisinin toparlanabilmesi için ABD yardımlarına ihtiyaç duyulduğu yönünde
çıkarımda bulunulması mümkündür.

Truman Doktrini’nin dışında, ABD tarafından Sovyet tehlikesini önlemek ve Avrupa’nın imarını sağlamak hedefiyle bir yardım programı çerçevesinde Haziran 1947’de Marshall Planı hazırlanmıştır. Bu planın amacı; Avrupalıların toparlanmaları na yardımcı olmak, Amerikan sanayi için ihracat pazarlarını korumak ve komünizme neden olan yoksulluğu kaldırmaktır (Zürcher, 2007:304). Türkiye bu yardımdan yararlanmak istemiş, ancak Türkiye’nin savaşta tahrip olmadığı gerekçesiyle ABD buna yaklaşmamıştır (Tuna, 2007: 92).

Daha sonraki süreçte, Amerika’nın askeri ve siyasi desteğinden yararlanmak için, ABD’nin çok önem verdiği demokrasi ve serbest girişim gibi ilkelere uymanın Türkiye için yararlı olacağını düşünen hükümet, buna göre düzenlemelere gitmiştir (Zürcher, 2007:304). 

Bu  olaylar üzerine, 4 Temmuz 1948’de “Türkiye-ABD Ekonomik İşbirliği Anlaşması” imzalanmış ve Marshall Planı yardımları başlamıştır. Türkiye, 1948–1952 yılları arasında 352 milyon dolarlık yardım almıştır (Tuna, 2007 92).
Truman Doktrini, Marshall Planı ve Türkiye’nin Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütüne
alınması, Türkiye ile Amerika arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkileri yakın boyutlara taşımış (Shaw ve Shaw, 1994:473) bu şekilde ABD ile olan mesafe aşamalı olarak ortadan kalkmıştır. Bütün bu faktörler, Türkiye’de tek partili yönetime dayalı sistemden vazgeçilerek, demokratik hayata geçilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.

4. TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ

1939 yılında, CHP’nin 5. Büyük Kurultayında devlet-parti arasındaki bağlar gevşetilerek, mecliste, “sadık muhalefet rolü oynaması” için tüzük değişikliğine gidilerek, “müstakil grup” adıyla Halk Partisinden bağımsız olarak hareket edecek bir grup kurulmuştu (Ahmad, 1976: 21; İncioğlu, 2007: 266). 

Bu grup, parti başkanlığına bağlı olarak çalışacak, partinin faaliyetlerini eleştirebilecekti. Ancak bu grubun, parti grubundaki görüşme ve eylemlere
katılmasına izin verilmemiş ve grup iktidarı etkileyecek ölçüde muhalefet gücü gösterememiştir  (Karatepe, 2001: 93-94).

1 Ocak 1945’de meclise gelen Çiftçiyi Topraklandırma Kanun Tasarısı sırasında uzun ve sert tartışmalar olmuş (Karaömerlioğlu, 1998: 34), yasa tasarısı 11 Haziran’da kabul edilmiştir. CHP içinde parti içi muhalefetin ilk önemli çıkışı da toprak reformu yasa tasarısı ve bütçenin mecliste görüşülmesi sırasında olmuştur (Ahmad, 1994: 24; Erdoğan, 2003:73).

Celal Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü 29 Mayıs 1945’de bütçe için red oyu kullanmışlar ve ardından CHP meclis grubuna “Anayasaya uygun olarak çoğulcu demokratik bir sisteme geçilmesini öneren” bir önerge vermişlerdir (Erdoğan, 2003: 73). 
Bu önergede, milli egemenlik ilkesinin uygulanması, parti işleyişinin demokrasinin temel ilkelerine göre yürütülmesi istenmiştir. 
7 Haziran 1945’de verilen Türk Demokrasi tarihine, “Dörtlü Takrir” olarak geçen bu önerge meclis grubu tarafından, önerinin grubun yetkisi dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir (Ahmad, 1994: 26).
Önerge sahipleri bu dönemde ayrı bir parti kurmaktan çok, parti ve meclis içindeki
hoşnutsuzluğu dile getirmişler, hatta İnönü “Bunu parti içinde yapmasınlar, ayrı bir parti olarak mücadele etsinler (İncioğlu, 2007:270), Türkiye için çok partili sisteme geçmek zamanı gelmiştir, ikinci partinin Celal Bayar ve arkadaşları tarafından kurulması iyi olacaktır” (Timur, 2003: 18) sözlerini kullanarak muhalefetin önünü açmıştı.
Önergenin reddi üzerine, Menderes ve Köprülü, Tan ve Vatan gazetelerinde yazdıkları yazılarla partiyi eleştirmeye başlamışlar, bu durum parti disiplinini bozma olarak değerlendirilerek, parti divanı tarafından Menderes ve Köprülü partiden ihraç edilmiştir. Bu olayın parti tüzüğüne aykırı olduğunu belirterek, bir basın bildirisiyle tepki gösterdiği için Refik Koraltan da partiden çıkartılmıştır. Bu durumu protesto eden Celal Bayar ise hem milletvekilliğinden hem de partiden istifa etmiştir (Sarıbay, 2001: 52-53).

19 Mayıs 1945’de İnönü, “Cumhuriyetle kurulan halk idaresinin ilerlemeye devam edeceği ve savaş döneminin ortaya çıkardığı darlıklar ortadan kalkınca, ülkede siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensiplerinin hüküm süreceğini” vurgulamıştı (Timur, 2003: 17-20).

Halk Partisi içinde bu gelişmeler olurken, 5 Eylül 1945’de işadamı Nuri Demirağ
tarafından muhalif parti olarak Milli Kalkınma Partisi kurulmuştu (Erdoğan, 2003:74). 
     Ancak 1 Kasım 1945’de meclis açılış konuşmasında İnönü, bu partiyi yok sayıp, Türk siyasi sisteminin eksiğinin muhalif bir parti olduğunu söyleyerek, Bayar ve arkadaşlarını muhalefet partisi halinde örgütlenmeye davet etmiştir. Bundan bir ay sonra Celal Bayar parti kuracaklarını açıklamıştır. Partinin kuruluşunda önce, Bayar, İnönü ile görüşerek parti programı hakkında bilgi vermiştir (Karatepe, 2001: 99).

Bu gelişmeler, 7 Ocak 1946’da Bayar’ın liderliğinde DP’nin resmen kurulmasıyla
sonuçlanmıştı (Erdoğan, 2003: 73). Muvazaa iddiasıyla kurulan DP kısa zamanda geniş halk kesiminin ilgisini çekmeye başlamıştı (Karatepe, 2001:100).
Bu durumu gören CHP, bu geçiş döneminde, kendi örgüt yapısında ve ideolojisinde
değişikliklere giderek, genel olarak siyasal sistemde liberalleşme adımları atmıştı (Erdoğan, 2003: 75). 

CHP, 10 Mayıs 1946 tarihindeki olağanüstü kurultayda aldığı kararlarla
dönüşüm ve değişimin yolunu açmıştı. Bu kurultayda alınan kararlar şu şekilde sıralanabilir
(Dursun, 2007: 30):
_ Sınıf esasına dayalı dernek veya siyasi parti kurulmasına izin verilmesi,
_ Tek dereceli seçim sistemine geçilmesi,
_ Parti başkanının değişmezliğinin kaldırılıp, şef yerine genel başkanın kullanılması
_ Mecliste müstakil grubun kaldırılması gibi kararların alınması kurultayda değişim ve dönüşüm yolunda atılan önemli adımlar olmuştur.

Bu doğrultuda, Basın Kanunu’nda değişikliklere gidilmiş, üniversitelere özerklik tanınmış, tek dereceli seçime geçilmesini öngören seçim kanunu çıkarılmıştır (Erdoğan, 2003:75).
CHP, Demokrat Partinin teşkilatlanmasına ve seçimlere hazırlanmasına imkân vermeden, 1947 yılında yapılacak genel seçimleri, erken seçim kararı alarak bir yıl öne almıştı. 21 Temmuz 1946’da yapılan seçimlere CHP, DP ve Milli Kalkınma Partisi katılmıştır.
Seçimlerde, CHP 395 ve DP ise 62 sandalye kazanmıştı. 1946 seçimleri, sonuçları
bakımından Türk siyasi hayatı açısından önemli bir gelişmedir. Zira Birinci Meclisten bu yana, mecliste hiçbir zaman muhalefet milletvekilleri yer almamıştı. DP’nin mecliste temsil edilmesi muhalefetin meşruiyet zeminine oturmasını sağlamıştı. Diğer yandan, bu seçimler açık oy, gizli sayım esasına göre yapılıp, adli denetim yerine idari denetim uygulandığı için, seçimin sonuçları üzerine uzun süreli tartışmalar olmuştur (Dursun, 1999: 47; Timur, 2003: 54).

DP’nin başarısından rahatsız olan İnönü, hükümeti kurma görevini otoriter eğilimlere sahip ve muhalefete karşı sert tutumları olan Recep Peker’e vermişti. Bu durum, çok partili düzene geçme amacıyla çelişmişti. Peker döneminde, baskı yöntemleri tekrar uygulanmaya başlamış ve basına yasaklar getirilmişti. Peker’in uyguladığı politikaları DP’liler sürekli eleştirerek hükümeti zor durumda bırakmıştı (Karatepe, 2001:101). 

Buradan yola çıkarak, aslında CHP’nin herhangi bir muhalif partinin güçlenerek kendilerine alternatif oluşturmasını istemediği sonucuna ulaşılabilir.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder