28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 22
4.5. Tarihi MGK Kararları Öncesi Yaşananlar ve Önlemler Paketi
28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında alınan kararlardan önceki
dönem, bu süreci hazırlayan etkenlerden oluşmaktadır. MGK Kararlarının alınmasıyla bir kesinti olmamış, aksine sürecin daha yeni başladığı ortaya çıkmıştır ( Arikan, 2010, s.119). 28 Şubat süreci ile başlayan olaylar, 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı ve 406 sayılı MGK Kararlarının alınması ile devam etmiş olmakla beraber gelişen bütün olaylar sonrasında artık TSK yaşanan bütün bu gelişmeler karşısında olaylara müdahil olmak istemiş ve ilk hamle olarak 28 Şubat 1997 MGK Toplantısında ortaya çıkmıştır.
Türk siyasi tarihinde askeri müdahaleler genel olarak her 10 yılda bir vuku bulmuş olmakla beraber 28 Şubat sürecine kadar 3 klasik askeri müdahale yaşanmıştır. 28 Şubat 1997 askeri müdahalesi “post-modern darbe” olarak isimlendirilmiş olmakla beraber sebep, sonuç ve sonrasında ki yansımaları ile Türk demokrasi tarihinde derin ve büyük yaraların açılmasına neden olmuştur.
Demokrasi tarihimize damgasını vuran 28 Şubat süreci, 28 Şubat 1997 MGK
Toplantısı ve 406 sayılı MGK Kararlarının alınması ile Türk Demokrasisi yeni bir
döneme girmiş olmakla beraber artık bu süreç içerisinde bazı çevreler tarafından düğmeye basılmış ve bir kısım güç odakları Refah-Yol Hükümeti’ni harekete geçirmek için farklı yollar ve çeşitli girişimler içerinde bulunmaya başlamışlardı. Süleyman Kocabaş, bu gelişmeler içerisinde Akşam gazetesinin yazarlarından Behiç Kılıç’ın, 21 Aralık tarihli yazısına atfen şöyle aktarmaktadır, “Atina’da bir grup para babasının liderliğinde, bu geziye katılan medya patronlarının bir araya geldikleri ve üç ay içerisinde hükümeti devirme kararları aldıkları anlatılıyor… Bunun hükümeti devirmenin ilk adımı olduğu belirtiliyor.” Aynı şekilde bu sivil kuvvetlerin iktidarı devirmek için saldırılarını artırma kararı aldıkları belirtilmektedir. Bu güç odakların ilk hedefi hükümeti yıkmak ikinci hedefleri ise tekelci sermayenin Pazar egemenliğini sağlayacak hükümeti kurmaktı. Bu istekler ve hedefler TSK’nı de hevesli tutumuyla hedefine ulaşacaktı” (Kocabaş, 1998, s.12) şeklindeki açıklamaları ile sivil hükümetlerin üzerindeki ordu ve askeri bürokrasinin etkilerini görmememiz açısından oldukça önemlidir.
28 Şubat 1997 Askeri müdahalesi post-modern darbe olarak tanımlanmış
olmakla beraber, 28 Şubat gerçekte ilkesel olarak darbelere izin vermemesi gereken anayasal yapının, anayasal normların yapı bozumuna uğratılması suretiyle gerçekleştirilen “Anayasal Darbedir”. Açık darbeler anayasaya rağmen ve karşı yapıldığı halde, 28 Şubat anayasal mekanizmalarla yapılmıştır. Çünkü bu darbe anayasal bir kurum yani MGK kararıyla ve bu kararın altında Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan’ın imzasıyla yapılmıştır. Başbakanın imzası ile 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı, bir süreç haline sokulmuştur (Arikan, 2010, s.119).
RP ile TSK arasındaki gerginlik her geçen gün artmaktaydı (Özer, 2011, s.80).
Askerin artık müdahale etmesi bütün çevreler tarafından beklenen bir tutum olmuştu. Asker artık yavaş yavaş harekete geçmeye başlamış ve sivil hükümet üzerindeki etkisini gösterir duruma gelmiştir. RP cephesi ise de kamuoyundan, medyadan, siyasetten ve TSK’dan yükselen bu tepkilere karşısında duyarsızdı ve gelişen olayları görmezden gelerek vurdumduymaz bir tavır takınmaktaydı. Başbakan Necmettin Erbakan’ın son grup toplantısında “Fesat merkezi olmayacağız; fesattan etkilenmeyeceğiz; fesadı etrafa yaymayacağız” ve yine son bakanlık divanındaki “Üst düzey komutanlarla aramız iyi, alt düzey subaylar gerginlik yaratıyor” sözleri Başbakan Erbakan’ın olayı küçümsediğinin ve gerçekleri görmezden geldiğinin en güzel kanıtıdır (Bayramoğlu,
2001, s.109).
Ali Bayramoğlu’na göre “Başbakan Erbakan, bu tavrını ve üzerindeki bu siyasi
görüşleri umursamamakla beraber içinden çıkılacak durumu ve üzerinde ki baskıları hafifletmek için farklı stratejilerin ve hamlelerin içerisinde olduğu bilinmekteydi:”
1. “Laiklik; temelinde ortaya çıkan gerilimi hafifletmek. Bir yandan bu gerilimin
müsebbibi olarak medyaya ve ince politikalarından hareketle TSK’nın içindeki bazı “sinirli” ama komuta kademesine sirayet etmeyen “ehemmiyetsiz” unsurlara işaret etmek. Sonuçta bu sorunun pek önemli olmayan bir sorun olmadığı imajını vermek.
2. 28 Şubat 1997 tarihinde yapılacak olan kritik MGK toplantısında, TSK’ni teskin edeceği bir konuşma yapmak.
3. Hepsinden önemlisi yeni medya atağıyla gündemi değiştirmeye çalışmak. Daha doğru bir deyişle, gündemin merkezine ekonomik politikaları ve bu doğrultularda ki gelişmeleri oturtmak.”
Bütün bu gelişmeler yaşanırken tarihi MGK Toplantısına sayılı günler kalmıştı.
Kamuoyu başta olmak üzere medya organları ve TSK yaşanan bütün bu gelişmeleri yakından takip etmekle beraber, RP’nin ve Refah-Yol Hükümeti’nin bütün faaliyetleri adeta mercek altına alınmıştı. Bununla beraber 28 Şubat MGK Toplantısından bir gün önce yapılan Bakanlar Kurulu Toplantısında ise yapılacak olan tarihi MGK Toplantısı hakkında görüşmeler yapılmış ve yapılacak toplantıya çeşitli atıflarda bulunarak açıklamalar yapılmıştır.
Bakanlar Kurulu toplantısında Tansu Çiller “Bu hükümet kurulduğundan bu
yana sürekli olarak önüne engeller konuldu” diye sözlerine başladı ve sonrasında ise şu açıklamalarda bulundu:
“Ancak birliğimizi muhafaza edersek bu engellerin aşılması kolay olacaktır. Her
engelin aşılmasından sonra hükümetimiz daha da güçlenecektir. Hükümetimiz başarılı oldukça, muhalefet partilerini de korku sarmaktadır. Başta ordu olmak üzere çeşitli kurumların yapmış olduğu olanca muhalefete ve ülkenin gerçek resmini çıkaramayan bir medya anlayışı ile karşı karşıyayız. Buna rağmen hükümet birliğini muhafaza etmiştir. Bu hükümet en az 2000 yılına kadar devam edecektir. Çünkü hükümetin başarısını, ancak uzun vadeli bir strateji ile halka mal etmek mümkündür” şeklindeki açıklamaları ile hükümetin içinde bulunduğu durumu izah etmekle beraber, sağlam strateji ve planın güvencesini veriyordu. Tansu Çiller konuşmasının devamında ise:
“Bu hükümet koalisyonudur. Ancak iki parti de ortak sorumluluk taşımaktadır.
Partiler kendi tabanlarına mesaj verebilirler. Ancak hükümetler bu konumun
üzerindedir. Çünkü hükümetler sadece parti tabanların değil, Türkiye’nin hükümetidir. Çokseslilik olsun, ama her kafadan bir ses çıkmasın. Eğer bugün tansiyon yüksekse bunu düşürmek iktidarın görevidir. Bu hükümet bir ailedir. Bu bakımdan hiçbir ferdin bu konumun dışında konuşmaması lazımdır. Ayrıca bu aile toplantısından hiçbir ferdin toplumsal tansiyonu yükseltecek bir yaklaşım içine girmemesi gereği vardır. Merak etmeyin, zaman bizi haklı çıkaracaktır. Yeter ki bu zamanı kazanalım. Kader birliği içerisindeki bir ailenin yapmış olduğu toplantıda, bu ailenin bir ferdi ruhu ile konuşuyorum.”
Tansu Çiller’in bu konuşması salonda büyük coşku ve içtenlikle karşılanmış
olmakla beraber, Tansu Çiller’den sonra sözü Başbakan Necmettin Erbakan almış ve Tansu Çiller’e teşekkürleri ile şükranlarını sunmuştur (Aksoy, 2000, s.200-201).
4.6. 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı
4.6.1. Toplantıda Anlatılanlar
MGK Toplantıları ayda bir kez yapılıyordu. Toplantılara hükümet cephesinden
Başbakan, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı katılmakla
beraber asker kanadından ise Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MGK Genel Sekreteri katılıyordu. MGK Toplantılarında Türkiye’nin iç ve dış güvenlik meselelerinin, stratejik hedeflerinin tartışıldığı bu toplantıları Cumhurbaşkanı yönetiyordu. Önce bürokratların katıldığı bir toplantı oluyor sonra da devletin zirvesinin katıldığı toplantı oluyordu. Sonra devletin zirvesi bürokratlarının katıldığı ilk toplantıda konuşulanları kendi aralarında değerlendiriyorlardı. Konuşulan sorunlar ve çözüm için izlenecek yollar, toplantı sonrasında hazırlanan bir bildiri ile kayıtlara geçiriliyordu. Bu bildiri o günün hükümeti için bir tavsiye niteliğinde idi (Birand-Yıldız, 2012, s.207).
28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK Toplantısının kendinden önceki yapılan
MGK Toplantılarından farklı olmakla beraber, toplantı öncesi ve sonrası yaşananlarda Türkiye gündemini uzun yıllar meşgul etmiştir. 28 Şubat 1997 MGK Toplantısına damgasını vuran “irtica tehdidi” ilk defa Refah-Yol Hükümeti zamanında gündeme gelmemiş olmakla beraber ANAP lideri Turgut Özal zamanında da gündeme gelmiştir.
Ancak yaşanan bu “irtica tehdidi” 28 Şubat sürecinde ki olduğu gibi büyük bir yankı uyandırmamıştır. Özellikle 28 Şubat sürecine gelinmeden önce, 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile oluşturulan MGK, çeşitli kuruluşların temsilcilerinin katılımı ile iki kurul oluşturulmuş ve irticai akımların durumu ele alınmıştır. Bu kurumlar tarafından oluşturulan raporlarda daha çok dönemin İslami kesimi olan “Süleymancılar” üzerinde durulmuştur. Bu gelişmeler üzerine dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, MİT’ten irticai akımlar üzerine bir rapor hazırlanmasını istemiştir. Bunun en önemli nedeni ise Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakan’ı Turgut Özal’ın tutumundan şüpheleniyordu.
Ancak Cumhurbaşkanı Evren’in bu kuşkusu boşa çıkmış ve bunu çeşitli
açıklamalarında gündeme getirmiştir. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in MİT’e vermiş olduğu bu görev sonucunda önüne neredeyse konu ile ilgili boş bir dosya gelmesi ile beraber, Cumhurbaşkanı Evren, bu seferde ayrıntılı bir araştırma yapmak için MGK’ni görevlendirmiştir (Öztürk-Yurteri, 2011, s.180).
28 Şubat 1997 MGK Toplantısı öncesinden gazete manşetlerinde ve televizyon
haber bültenlerinde 28 Şubat 1997 Cuma günü yapılacak olan MGK toplantısının uzun süreceği ve son derece tartışmalı geçeceğine dair haberler yapılmaya başlanmış idi. Bu gazete manşetlerinden verilen haber başlıkları ve televizyon bültenlerinden verilen haberler gergin olan siyaset atmosferini ve kamuoyunu iyice etkisi altına almıştı.
Bütün bu gelişmeler paralelinde meydana gelen siyasi ve sosyal olaylar
sonucunda ortaya çıkan kutuplaşma atmosferi ve gerginlikler sonucu 28 Şubat sürecinin kilometre taşları olarak bir bir döşenmiş olmakla beraber tarihi MGK günü yaklaşmış idi. Bazen Başbakan Erbakan ve arkadaşları askeri kanadın eline bazı fırsat ve imkânları vermiş olsa da, her olay abartılı bir şekilde kamuoyuna sunulmuş, medya, sivil toplum örgütleri ve yargıdan istifade etmek suretiyle psikolojik harekât ilk günlerden itibaren başarı ile sürdürüldü (Ilıcak, 2013, s.111).
Özellikle 28 Şubat 1997 MGK Toplantısının günler öncesinden uzun ve
tartışmalı geçeceği ifade ediliyordu. Toplantıda; irtica ve şeriat konusu, Kurul’un asker üyeleri tarafından ses bantları, videokasetleri tüm belge ve kanıtlarıyla ortaya konuluyordu. MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, TSK vb. güvenlik ve istihbarat makamlarının ortak çalışmaları ile hazırlanan yaklaşık 70 sayfalık rapor, Başbakan ve Başbakan Yardımcısının en ufak bir itirazına fırsat vermeyecek şekilde ayrıntıları ile kurul üyelerine açıklanıyordu. Bu 70 sayfalık raporun bazı önemli maddelerine bakacak olduğumuzda;
. Demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin düşman ve hedef gören bu
hareketlerin amacı Türkiye’de şer’i hükümlerle yönetilen bir İslam devleti
kurmaktır.
. Kökten dinci hareketler bu amaçlarına, tebliğ, cemaat ve cihat yoluyla
ulaşabileceklerini ifade etmekle beraber, amaçlarına ulaşmak için halkı silahlı
bir mücadeleye sürüklemek ve bir İslam devleti kurmak istiyorlardı. Bununla
beraber cemaat ve tarikatlar bir kurum şeklinde hareket eder hale gelmiştir.
. Dini akımlar ise, daha çağdaş bir örgütlenmeyi benimseyerek, dernek, vakıf,
Kur’an kursu, özel yurtlar, üniversiteye hazırlık kursları ve özel kolejlere önem
veriliyor ve bu maksatla çok geniş kesimlere hitap ediliyor, etkileri altına
alınıyordu. Bu anlamda örgütlenmeyi sağlayan bu kurumların finansal
kaynakları da kimi sivil toplum örgütleri ve zengin iş adamları tarafından
sağlanıyordu (Sunulan raporda bunların isimleri açıkça ilan ediliyordu)
(Bölügiray, 1999, s.34-35).
Tarikatların ve RP’nin faaliyetleri ve icraatları uzun süredir askerlerin dikkatini
çekiyordu. Ancak durumun detaylı olarak ele alınması ilk defa RP’nin büyük bir seçim başarı ile çıktığı 1994 yılına rastlaması ve MGK Genel Sekreterliği’nin konu ile ilgili (irtica dini akımlar) büyük bir çalışma içerisine girmesi ile gündeme gelmiştir. Özellikle dönem içerisinde “irtica tehdidi” konuları üzerine inceleme ve araştırmalar yapılmış olmakla beraber “İslam’ın Gerçeği” adlı bir kitap hazırlanmıştır (Öztürk-Yurteri, 2011, s.180-181).
24 Aralık 1995 yılında yapılan genel seçimlerden büyük bir zafer ile çıkan RP
ülke gündeminde ve siyaset yaşamında oldukça uzun süreli tarihi bir olgununda
temellerini atmış idi. Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasından sonra basın ve medya organları, askerin yeni silahı olarak işlev görmeye başlamıştır. Basın ve medya organları, Refah-Yol döneminde, TSK’nın siyaseti doğrudan yönlendirme çabalarını laik, demokratik Cumhuriyet’in güvencesi ve teminatı olarak görmüş; siyasete yapılan fiili müdahaleleri ya alkışlayarak gündeme getirmiş ya da göz ardı etmiştir. Bununla beraber, askeri müdahalelerin doğal ya da sıradan bir siyasi gelişme olduğu fikrinin kabul görmesi yönünde faaliyetini sürdürerek, iktidar mücadelesinin gerçek taraflarının RP ile TSK olduğu fikrini topluma benimsetmeye ve bunu meşrulaştırmaya çalışmıştır.
TSK’nın kendi tarihinde ilk kez medyayla bu tarzda ve bu yoğunlukta ilişkiler içine girmesi, bu dönemin gerçekten ilginç bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak, sivil otorite ve askeri otorite arasındaki ilişki giderek çatışma niteliğine bürünmüştür (Başkaya, 1999 s. 353).
28 Şubat 1997 MGK Toplantısı’nın gündeminin irtica olayları olacağı bir aya
önce ki MGK Toplantısı’nda kararlaştırılmıştı. Hükümet üyeleri ve komutanlar
Çankaya Köşk’üne giderlerken laik kamuoyu, iş çevreleri, üniversiteler ve askerin evi olan kışlalar son derece huzursuzluk içerisinde idi (Birand-Yıldız, 2012, s.207). Başbakan Erbakan’ın söylemleri ve icraatları laik, demokratik Cumhuriyet’e karşı bir tehdit olarak algılanırken Tansu Çiller ise her fırsatta “Rejimin teminatı biziz” diyordu.
İşte 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı bu söylemler etrafında şekilleniyordu. 28 Şubat 1997 de toplanacak MGK gündeminin irtica ve şeriat konularının olacağı belli olunca, hükümetin iki kanadı da Cumhurbaşkanı ve askerlerle yapılan görüşmeler oldukça dikkat çekici olmakla beraber amaç; yapılacak toplantının havasını bir nebze de olsa yumuşatmaktı. Ancak sanılanın aksine askeri kanat MGK’ya ellerinde kalın dosyalarla birlikte hazırlıklı gelmişlerdi. Laik demokratik Cumhuriyet’in komutanları ile tarihi MGK Toplantısı başlayacak idi.
Yaşanan bütün bu olaylar üzerine siyasetin tansiyonu iyice yükselmiş ve 28
Şubat 1997’de yapılacak MGK toplantısı öncesi Türkiye’de gerilim iyice artmıştır.
MGK Genel Sekreteri Org İlhan Kılıç, toplantıdan bir gün önce Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel’le görüşerek, toplantıda 18 maddelik bir liste sunacaklarını ifade etmiş, Cumhurbaşkanı Demirel de bu konuyu Başbakan Erbakan’la paylaşmıştır. Konuyu her aşamasında çok dikkatli bir şekilde takip etmiş olan Süleyman Demirel olacakları sezmişçesine daha önceden koalisyon ortaklarını uyarmaya çalışmıştır. 17 Ocak’ta Genelkurmay’dan brifing almış, 27 Ocak’taki MGK toplantısından önce Necmettin Erbakan’ı yazılı olarak uyarmış ve ülkede yaşanan rahatsızlığı dikkate almasını istemiş, daha sonra bunu Şubat ayında tekrarlamıştır (Arikan, 2010, s.106).
28 Şubat 1997 MGK Toplantısından önce, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel,
Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, yaklaşık 10 dakika süren kısa bir toplantı yapmışlardır. MGK öncesi yapılan bu ön toplantı niteliğinde ki görüşmede, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; üyelere gergin ve tartışmalı geçeceği MGK atmosferi öncesinde kısa bir konuşma yapmış ve sonrasında toplantı salonuna geçilmiştir (Kazan, 2013, s.267). Toplantı öncesinde gündem ve siyasi yaşam üzerinde oldukça etkili olan basın ve medya temsilcileri çeşitli fotoğraf kareleri aldıktan sonra salondan çıkartılmışlardır.
28 Şubat 1997 MGK Toplantısı saat 15.10’da başlamış idi. Toplantıya
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan
Yardımcısı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Milli
Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener, Kuvvet Komutanları Org. Hikmet Köksal, Ahmet Çörekçi ve Teoman Koman ve Ora. Güven Erkaya katılmış olmakla beraber Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz, MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç, Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel, OHAL Valisi Necati Bilican, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Saner ve MGK Genel Sekreter Yardımcısı Korgeneral Necdet Timur’da katılmıştır (Kazan, 2013, s.267). MGK toplantı gündemi ve süresinin 3 saat olarak planlanmıştı. Ancak toplantının “Özel Müzakere” bölümünde “irtica tehdidi” konusunun ele alınması ile MGK toplantısı 8,5-9 saat sürmüş ve Türkiye’nin siyasi yaşamında uzun süreli bir dönüm noktası oluşturmuştur.
28 Şubat 1997 MGK Toplantısında özellikle öncesi ve sonrasında etkin rol ve
konumda olan basın ve medya kuruluşlarının haberlerine göre MGK Toplantısı
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in kısa bir sunuş konuşması ile başlamış ve
OHAL’in 9 ilde 4 ay kadar daha uzatılması, terör örgütü PKK ile mücadelede MED TV yayınlarının izlenmesinin önlenmesi konuları yer almıştır. Görüşülen bu konulardan sonra ise, MİT tarafından hazırlanan “Radikal Dinci Akımların Rejime Etkileri” başlıklı irtica raporları okunması ve sonrasında Emniyet Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığının iç ve dış güvenlik raporlarının okunması ile devam etmiştir. MGK Toplantısı bu şekilde devam ederken Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Saner, Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan irtica ile ilgili ayrıntılı bir rapor takdim etmiştir. Takdim edilen bu raporda; “Radikal dinci akımların, vakıflar aracılığı ile örgütlenmesin den, çeşitli tarikatların Türkiye’de ki coğrafi dağılımına, Anadolu’da oluşan sermaye şirketlerinden, merkezi Almanya’da olan Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın Türkiye’de ki örgütlenmesine ve bu örgütlenmenin silahlı eylem aşmasına geldiğine (!)” dair gazete haberlerinden derlenmiş her türlü bilgi vardı. MGK Toplantısında sunulan bu raporlardan sonra Emniyet Genel Müdürü
Alaattin Yüksel, OHAL Valisi Necati Bilican ve Genelkurmay İstihbarat Dairesi
Başkanı Korgeneral Çetin Saner saat 18.00 sıralarında toplantıdan ayrılmışlardır.
Sunulan bu raporlardan sonra kurul üyeleri, raporları müzakere süreçlerine geçmişlerdir.
Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı söz alarak özetle şu konuşma yı yapmıştır:
“TSK, demokrasiye inanmaktadır. Bizim için laiklik, demokrasi kadar önemlidir.
Din ahlaktır. Ahlaksız bir adamın dini de olmaz. Dindarlıkla siyaset, birbirine
karıştırılmamalıdır. MGK’da, Türkiye’nin birçok meseleleri görüşülmektedir. Özellikle, komşularımızla ilişkilerde, bir düşman çemberinin içindeyiz. Böyle bir dönemde, Cumhuriyet’in temel ilkeleri konusunda, toplumda, yaygın bir tartışma ortamı yaratılmaktadır. Köktendinci akımlar, Türkiye’de psikolojik bir rahatlama içindedir. Destek alarak yavaş yavaş, laik demokratik Cumhuriyet’i değişmeye yönelik, hazırlıklara girişmektedirler” şeklindeki açıklamaları ile Türkiye’nin içinde bulunduğu “irtica ve şeriat” tehlikesini ve laik demokratik Cumhuriyet düzeninin gerekliliğini anlatmaktadır.
Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’dan sonra Kuvvet
Komutanları söz alarak çeşitli konuşmalar yapmış olmakla beraber MİT Raporuna ve irtica raporlarına dayanarak laik demokratik Cumhuriyet’e vurgu yaparak Refah-Yol Hükümeti’nin 8 aylık faaliyetlerinden örnekler vererek şu şekilde konuşmalar yapıyorlardı:
. “Son dönemlerde, açılan cami sayısıyla, okul sayısı, örgün eğitim ile Kur’an
kursları arasındaki fark dikkat çekicidir.
. Laikliğe, Anayasaya, Atatürk İlke ve İnkılapları ile devrim yasalarına aykırı
davranışlar, özendirilip, yüreklendirilmek tedir.
. Bazı Hükümet üyeleri, tavırları ve açıklamaları ile birlikte, laikliğe, Atatürk İlke
ve İnkılaplarına, Anayasaya ve yasalara aykırı hareket etmektedirler.
. Özellikle Erzurum, Yozgat, Sultanbeyli ve Kayseri’de şeriat devleti özentileri
organize durumdadır.
. Tutuklanarak ceza evine konulan Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız,
yargılanıp cezalandırılmalıdır.
. Kur’an Kursları ve İmam-Hatip Okulları, irtica faaliyetleri için önemli bir
kaynak haline gelmiştir, derhal 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmelidir.
. Tarikat liderlerinin, bir başbakan tarafından onurlandırılması ve ön plana
çıkarılması, devrim yasalarına aykırı bir davranıştır.
. Dergâh ve tarikat faaliyetleri artmış, oysaki devrim yasaları, bunların mutlaka
kapatılmasını gerektirmektedir.
. Tarikatlar, vakıflar aracılığı ile örgütlenmekte, köktendinci finans kuruluşları,
radyo ve TV kanalları kurmakta ve bunlar aracılığı ile halkımız rejime karşı
kışkırtılmaktadır.
. Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın Alevi vatandaşları ile ilgili sözleri, toplumsal
barışı tehlikeye düşürecek niteliktedir.
. Sonuç olarak Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış olan öneriler
MGK Kararları olarak kabul ve ilan edilmeli ve gereği yerine getirilmelidir.”
MGK 28 Şubat 1997’de toplanacaktı. Artık gerilim ortamı devletin her
kademesinde fark edilir hale gelmişti. Komuta kademesi MGK’ya vaktinden önce
gelmişti. Yapılacak MGK Toplantısının tek bir özel gündemi vardı oda “irtica tehdidi” idi. MGK Toplantılarının rutin sunumlarının yapılmış ve asıl gündemi teşkil eden irtica konusu ele alınacağı özel bölüme geçilmişti (Öztürk-Yurteri, 2011, s.180). Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve MİT tarafından gerekli hazırlıklar yapılmış ve olmakla beraber bürokratlar toplantı salonundan ayrılmış ve sadece kurul üyeleri kalmıştır.
Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’dan sonra Kuvvet
Komutanları söz almış ve genel olarak yukarıdaki konuşmaları yapmışlardır. MGK Gündemine baktığımızda ülkenin gündemi ve sorunları yerine daha ziyade Refah-Yol Hükümeti’nin 8 aylık faaliyetlerini ve icraatları anlatılmakla beraber özellikle şeriat tehdidi ön plana çıkarılmıştır. Bununla beraber özellikle Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller MGK’da yaptıkları konuşmalarda askerin konuşmalarına yakın bir tavır sergilemekle beraber, askerlerin önerilerine sıcak baktıklarını belirtirler. Ancak Tansu Çiller konuşmasında yine de demokrasi vurgusu yapmayı ihmal etmedi:
“Demokratik rejimin kesintiye uğrayacağı yolunda ki iddialar, Batı nezdinde
Türkiye’yi zor duruma sokmaktadır. Demokrasinin de laikliğinde teminatı biziz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın” şeklindeki açıklamaları ile demokrasiye olan inancını ortaya koymuştur.
Genel olarak toplantıda konuşanlar ve toplantıda konuşulan gündemler böyle
olmakla beraber asıl iddiaların sahibi RP lideri ve Refah-Yol Hükümeti Başbakanı
Necmettin Erbakan toplantı boyunca sakin görünüyordu. Başbakan Erbakan söz sırası kendisine geldiğinde, görevliden, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in önünde duran Anayasayı kendisine getirmesini rica ettikten sonra sakin bir üslupla şunları söyledi:
“Önce, tüm üyelerin, samimi duygularını içtenlikle dile getirmiş olmasından dolayı, bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim. Son zamanlarda, bazı odaklar, Refah-Yol Hükümeti ile TSK’yı, karşı karşıya getirme gayreti içindeler. Biz, RP ve Refah-Yol Hükümeti olarak, hiçbir zaman rejimi değiştirme gayreti içinde olmadık ve olmayız. Biz, laikliğin din düşmanlığı olarak gösterilmesine karşıyız ve laikliğin, her fırsatta inançlı insanlara karşı kullanılmasından rahatsızlık duyuyoruz.”
Ancak, Türkiye’de laiklik, bazı çevreler tarafından din düşmanlığı şeklinde
anlaşılıyor. Laiklik, din düşmanlığı olarak algılanmamalıdır. Biz, Avrupa ve
Amerika’da ki laiklik uygulaması ne ise, ülkemizde de, aynen öyle olmasını istiyoruz. Buna karşı dindarlıkta, laiklik karşıtı olmak, demek değildir.
Refah-Yol Hükümeti olarak, gayemiz devlet-millet kaynaşmasını temin etmektir.
Bu bakımdan, hükümetimiz hakkında yapılan bu propagandalar, maksatlıdır. Refah-Yol Hükümeti’nin, bugüne kadar laiklik karşıtı hiçbir bir icraatı olmamıştır. Birkaç partinin yaptığı bazı hareket ve sarf ettiği sözlerin hükümet icraatı gibi algılanmaması gerekir.
Kurulun asker üyesi arkadaşlarımız, bazı tekliflerde bulundular. Bu teklifler,
MGK Kararı haline getirilsin, dediler. Anayasayı korumak, elbette hepimizin görevi, ancak anayasa bir bütündür. Anayasayı korumak, bütününü korumakla olur. Onun için ben, şimdi size, anayasanın 2’nci maddesini okuyacağım, ama yarısını değil tamamını okuyacağım… Önce yapılan teklifler bu madde de ki prensiplere uygun mu değil mi ona bakmak lazım. Biz MGK olarak sadece laikliği değil bu madde de yazılı olan hususların her birinin korumakla yükümlüyüz…
Görülüyor ki, bu madde de toplumun huzuru var, milli dayanışma faktörü var,
adaletle muamele ilkesi var, insan haklarına saygı var. Bunların her birinin, ayrı ayrı dikkate almak zorundayız. Yapılan önerileri, önce bu kriterler açısından
değerlendirmemiz gerekir. Vakit hayli geç oldu, ama müzakerelere devam edebiliriz…
Toplantının uzaması, dışarıda bazı tedirginliklere yol açabilir derseniz, toplantıyı
yarına erteleyelim, yarın kaldığımız yerden devam edelim, ama mutlaka tartışalım.
İsterseniz yapılan bu teklifleri MGK Genel Sekreterliği’ne gönderelim, onlar bu
Anayasal kriterler açısından teklifleri incelesin, ondan sonra önümüze getirilsin,
konuşalım.”
Başbakan Necmettin Erbakan’ın konuşması bu şekilde devam ederken,
Erbakan’ın sözünü kesen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel şu öneride bulundu:
“MGK Genel Sekreterliği’nde bu incelemeyi yapmak için, ne yeterli hukuk
müşaviri kadrosu var, ne hukuk uzmanları. Bence Genel Sekreter bunları, bir yazı ile hükümete göndersin, incelemeyi hükümet yaptırsın!”
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in MGK gündemine yapmış olduğu bu teklif
çok yerinde olmakla beraber, teklif tüm üyeler tarafından tartışılmadan kabul edildi.
Böylece, Genelkurmay Başkanlığı tarafından tavsiye karar haline getirilmesi için
yapılan öneriler MGK Kararı haline getirilmeksizin Başbakanlığı gönderilmek üzere MGK Genel Sekreterliği’ne tevdi edildi.
Böylece yoğun basın ve medya ilgisi ile beraber saat 15.00’da başlayan 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı yoğun ve tartışmalı gündemlerle beraber yaklaşık olarak 8,5-9 saatlik toplantı sonrasında gece yarısı 24.00’a doğru yine aynı yoğun basın ve medya ilgisi altında sona ermiştir (Kazan, 2013, s.267-270). 28 Şubat günü 8,5-9 saat süren MGK toplantısının ardından yayımlanan 18 maddelik bildiriyle, başta inanç ve ibadet özgürlüğü, basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, kılık kıyafet özgürlüğü, eğitim özgürlüğü, vb. konulara yönelik tartışmalar kamuoyunun gündemine oturmuştur (Öcal, 2009, s.16).
Tarihi 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı uzun ve tartışmalı gündem ve konuların
sonucunda saat 24.00’a doğru sona ermiştir. MGK sonrasında ise sıra, 28 Şubat
sürecinde oldukça etkili olan, sürecin öncesi ve sonrasıyla topluma yön veren, gazete manşetleri ile adeta ülke gündemini ve siyaset atmosferini tayin etmiş olan medya ve basın kuruluşlarına dağıtılacak “Milli Güvenlik Kurulu Bildirisi’nin” hazırlanmasına gelmişti.
Başbakan Necmettin Erbakan, öncesinde Genelkurmay Başkanlığı’nın
önerilerine göre ayrıntılı bir şekilde hazırlanan taslak bildiri metnine itiraz etmiştir. Başbakan Erbakan’ın bu itirazı üzerine Kurul’un asker üyeleri yeniden yazılacak olan bildiride, “Sincan” ve “Türban” gibi tartışmalı konularında metinde yer almasını istemişlerdir. Bu düşünce üzerine Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Bildirisi’nde özel konulara yer verilmemesini, genel ifadelerle yetinilmesini istiyordu. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’de aynı Başbakan Erbakan gibi düşünüyor, yayınlanacak MGK Bildirisi’nde sivil ifadelerin olmamasını ve kamuoyunu rahatlatacak bir üslubun kullanılmasını istiyordu. Bu görüşler ile beraber uzun süren müzakereler sonrasında askeri kesimin laiklik konusunda ki endişe ve kaygıları ile Başbakan Erbakan’ın hazırlanacak bildirinin yumuşatılması yönünde ki önerileri dikkate alınarak ortak bir formül bulundu ve bildiri o gece hazırlanıp basına dağıtıldı (Kazan, 2013, s.270-271).
KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;
http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1
23 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder