Türk Milleti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Milleti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2019 Pazartesi

Hepsi Değişecek mi?

Hepsi Değişecek mi? 

Metin Özkan 


Mehmet Akif;
"Kükremiş sel gibiyim" derken onu anlattı.
"Bendimi çiğner aşarım" derken ondan bahsetti.
Onun bayrağa olan aşkını...
Vatan için sevdasını...
Bağımsızlık için tutkusunu...
Millete duyduğu sadakatini anlatırken,
Hep "Türk Milleti"ni söyledi.
1071'den 1299'a...
1453'ten 1923'e gelen ruh,
Hep Türklükle çalkalandı.

***
Ancak gelin görün ki,

Almanya'da yaşayan "Alman" tanımından,
İngiltere'de yaşayan "İngiliz" tanımından,
İspanya'da yaşayan "İspanyol" tanımından gocunmazken,
Birileri milletimizin adı olan "Türk" tanımından gocunur oldu.
"Türkiye Cumhuriyeti" ibaresini "tahripkar" bulanlara...
"Türk Bayrağından" rahatsız olup "adını değiştirmek" isteyenler...
"İstiklal Marşı'ndan" rahatsız olup "kışkırtıcı" yakıştırması yapanlar...
"Varlığım Türk varlığına armağan olsun" sözünü "militarist" bulup andımızdan rahatsız olanlar.
Hatırlatırım ki;
Herkes bize yüzyıllardır "Türk" dedi.

***

''Türkleri Yenemedik'' Churchil...

''Türkleri öldürebilirsiniz lakin onları yenemezsiniz'' Napolyon...
''Bizans'ı alan Türkler korkarım orada durmayacaklar'' Vatikan'nın başı...
''Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türkler ile savaşmalıdır" Komutan Tovsend...
''Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır" Lady Mary Wortley Montago...
''Türkler cesurdur, anavatanlarını çok severler ve onun için gerekirse canlarını verirler'' Albert Einstein...

***
Son zamanların en çok tartışılan konusunu,
MHP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan'a sordum.
Adan dedi ki;

"Andımızın 'militarist' mesajlar verdiğini söylüyorlar. Peki, sormak istiyorum; 'Türk oğluyuz ünvanlı, namlı, şanlıyız. Allah deyu harb ederiz, var nusrete imanımız' diyerek, baştan sona Türklükle gururlanan, hatta sadece 'militarist' değil, tam anlamıyla 'mili'tarist olan ve her daim milletin adı olan 'Türklükle' gurur duyan mehter marşını da mı kaldıracağız?"
Adan, fazlasıyla rahatsızlık duyduğu bu tartışma konusu hakkında, Sözlerini şöyle sürdürdü;

"Gerçek Osmanlı Türklükten hiç gocunmadı. Ceddin Deden, Neslin Baban marşında; 'Ceddin deden, neslin baban, hep kahraman Türk milleti, Orduların pek çok zaman vermiştiler dünyaya şan, Türk milleti Türk milleti aşk ile sev milliyeti."

Sancak Marşı'nda: "Ertuğrul'un ocağında uyandın, Şehitlerin kanlarıyla boyandın, Nice düşman kâl'asına uzandın, Sana selam ey şanlı Türk sancağı" dedi.
Devlet Marşı'nda: "Türk devleti sen çok yaşa, orduların etse sefer, yol gösterir avn ü zafer, mansûr olur her bir nefer, düşman kalır bitâb-fer' diye seslendi dünyaya. 
Ne olacak yani içinde Türk kelimesi var diye bunları da mı kaldıracağız" dedi.

***
Uzun lafın kısası

Mahkemede edilen yeminin içinde Türk var...
Askerde edilen yeminin içinde Türk var...
Avukat ya da Hâkim olurken edilen yeminin içinde Türk var...
Polisin ve doktorun ettiği yeminin içinde Türk var.
Uzatın uzatabildiğiniz kadar.

Şimdi bu yeminler de mi değiştirilecek? 

***

16 Ocak 2018 Salı

Türk Millî Egemenliği Sona ererken: Onlar Millet, Biz değiliz

Türk Millî Egemenliği Sona ererken: Onlar Millet, Biz değiliz 


Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi 

ÖZET 

Fransa, Almanya, İspanya ve Yunanistan Anayasalarında bu devletlerin Fransız, Alman, İspanyol ve Elen devletleri olduğu belirtilmektedir. Buna karşılık 
Türkiye’de yeni bir anayasa ile devletin tarifinden Türk kelimesinin tamamen çıkarılması talep edilmekte, ‘Türk’ün Avrupa milletleri gibi bir millet değil, bir etnik grup olduğu ve ‘dikdörtgen Anadolu mozaiğinde Türk’ten başka ve ona eşdeğer düzinelerce etnisitenin yaşadığı ileri sürülmektedir. Bu heterojen etnik mozaik devletinin sınırlarının nasıl çizileceği belirsizdir. Bu sınırlar muhtemelen plastiktir. Siyasî açıdan bu yapıda bir coğrafya bir imparatorluğa tabi bir bölge olarak da tarif edilebilir. 

Türksüz Bir Türkiye’ye Doğru 

Türk Milleti’nin egemenliğine son verecek yeni anayasa çalışmaları başladı. Aslında çalışmalar yıllar öncesine dayanıyor ama bu ameliyatın 12 Haziran 2011 
seçimlerinden sonra teşekkül edecek meclis tarafından yapılması planlanmıştı. Dolayısıyla bu sefer “başladı” derken hazırlık safhasının sona erdiğini, eylem 
zamanının geldiğini kastediyorum. Yeni anayasanın “Türk” kavramı ile ilgili ana çizgileri bir TESEV raporunda şu açıklamalarla belirmekteydi: 

“Anayasa’nın Başlangıç bölümü dâhil olmak üzere bütününde, Türk etnik kimliğine vurgu hâkimdir. Bu vurgu, metin boyunca sıkça tekrarlanan ‘Türk vatanı ve milleti’, ‘yüce Türk devleti’, ‘Türk milleti’, ‘Türk toplumu’, ‘her Türk’, ‘Türk vatandaşı’, ‘Türk dili’, ‘Türk kültürü’, ‘Türk tarihi’ gibi ifadelerle kendisini göstermektedir. Bu dil, farklı etnik kökene mensup insanlardan oluşan Türkiye toplumunun çoğulcu yapısıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, hazırlanacak yeni Anayasa’da herhangi bir etnik kimliğe bu ve benzeri göndermeler yapılmamalıdır. Gerek Anayasa’nın birçok maddesinde, gerekse çeşitli yasalarda yer alan ‘Türk milleti’ ifadesi ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları’ ifadesiyle değiştirilmelidir. Bazı hukukçulara göre ise, kolaylığı nedeniyle sadece ‘millet’ sözcüğünün kullanılması yeterli olacaktır. 

Bu düzenlemeler ışığında, 6, 7 ve 9. Maddeler başta olmak üzere, Anayasa’da yer alan ‘Türk milleti’ ifadeleri, ‘Türkiye vatandaşları’ ibaresiyle değiştirilmelidir. Benzer bir düzenleme, yasalar, yönetmelikler, genelgeler ve tüzüklerde, yani mevzuatın genelinde de yapılmalıdır.”4 

4“Kürt Sorunu’nun Çözümüne Doğru: Anayasal ve Yasal Öneriler”, Dilek Kurban, Yılmaz Ensaroğlu, TESEV Yayınları, 2010. Tam metin için: 
http://www.tesev.org.tr/UD_OBJS/PDF/DEMP/kurbanensaroglu-yasal%20oneriler%202010.pdf 

Raporun hazırlanmasında ağırlıklı olarak BDP’li ve İHD’li bir hukuk panelinden yararlanılmıştır. 

Dikdörtgen Etnik Mozaik 

Daha sonra, yine TESEV’in yeni anayasa çerçeve çalışması yayınlandı. Orada da, bugünkü TBMM’nin meşruiyet kaynağı olarak benimsenen “Hâkimiyet 
Milletindir” veya “Egemenlik Ulusundur” gibi ifadelerin artık reddinin gerektiği söyleniyordu. Yeni anayasada hiçbir etnik unsura öncelik verilmemeli, hatta “egemenlik” kelimesi bile kullanılmamalıydı.5 Bu yazılanları doğru kavrayabilmek için TESEV ideolojisinde “Türk” kelimesinin bizim milletimizin değil, “dikdörtgen Anadolu etnik mozaiğindeki” düzinelerce etnik gruptan sadece birinin ismi olarak kullanıldığını bilmeliyiz. 

5 “TESEV Anayasa Komisyonu Raporu: Türkiye’nin Yeni Anayasasına Doğru”, Mustafa Erdoğan, Serap Yazıcı, TESEV Yayınları 2011. Tam metin için: 

http://www.tesev.org.tr/UD_OBJS/Turkiyenin%20Yeni%20Anayasasina%20Dogru.pdf 

6 Ümit Cizre, “Turkey's Kurdish Problem: Borders, Identity, and Hegemony”, “Right-sizing the State: the Politics of Moving Borders”, 
editörler: Brendan O’Leary, Ian S. Lustick ve Thomas Callaghy, Oxford University Press, Oxford 2001; sayfa: 222. 

“Dikdörtgen Anadolu etnik mozaiği”, TESEV anlayışını veciz bir tarzda özetleyen bir ifadedir. Ben buna ilk kez, TESEV Anayasa Komisyonu Üyesi Ümit Cizre’nin, 
“Türkiye’nin Kürt Problemi: Sınırlar, Kimlik ve Egemenlik“ makalesinde rastladım. Makale, 2001 tarihli, birinci editörlüğünü Irak Kürdistan’ı 
Anayasası’nın mimarlarından Brendan O’Leary’nin yaptığı “Devleti Doğru Boya Getirme: Sınırları Değiştirmenin Politikası” kitabında yer almaktadır.6 

TESEV’in Anayasa Raporu, iktidarın düşündüğü anayasaya dair esaslı ipuçları vermektedir, çünkü iktidar partisinin Anayasa Hazırlama Komisyonu 
Başkanı Ergun Özbudun ve aynı komisyondaki mesai arkadaşı Serap Atılgan son raporu hazırlayan komisyonun da üyesidir. Raporun yazarları olarak 
Mustafa Erdoğan ve Serap Atılgan görünüyor ki, Erdoğan’ı, millî devletin kararlı bir muhalifi, hatta devlet kavramına toptan karşı çıkma ucunda bir radikal olarak tanıyoruz. 

Aslında Türkiye’de siyasi iktidarın nasıl bir anayasa düşündüğünü keşfetmek için ipucu peşinde koşmaya da gerek yok. Başbakan’ın 16 Haziran 2012 tarihinde, 
seçim zaferi üzerine yaptığı balkon konuşmasında yeni anayasa şöyle anlatılıyor: “Bu anayasa Türk’ün, Kürt’ün, Zaza’nın, Arap’ın, Çerkes’in, Laz’ın, 
Gürcü’nün, Roman’ın, Türkmen’in, Alevi’nin, Sünni’nin, azınlıkların yani 74 milyonun anayasası olsun.” Muhakkak ki buradaki “Türk” anlayışı TESEV 
raporundaki gibidir; bir milletin değil, birçok etnik gruptan birinin ismidir. Buna benzer ifadeler defalarca tekrarlanmış, anayasadan Türk kelimesinin tamamen 
çıkacağı iktidar partisi yetkililerince de açıklanmıştı.7 

7 Meselâ bakınız, Neşe Düzel’in Ayşenur Bahçekapılı ile röportajı, Taraf Gazetesi, 30.11.2009. 
http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/makale-aysenur-bahcekapili-basbakan-hayatini-riske.htm 

Taraf sitesinde röportajın tamamını okumak için abone olmak gerekiyor. Ancak başka siteler tam metin vermiş: 

http://www.islahhaber.com/lookmk.php?No=1389 
Ayşenur Bahçekapılı röportajın yapıldığı dönemde AKP Grup Başkan Vekili’dir. 

Bu arada, “Hâkimiyet Milletindir”le meşruiyet kazanmış ve “milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma… büyük Türk Milleti önünde namusum 
ve şerefim üzerine ant içerim” diye yemin etmiş milletvekillerinin namus ve şereflerine halel gelmeden anayasadan Türk Milleti’ni ve onun egemenliğini nasıl ortadan kaldıracağı ayrıca incelenmeğe değer ciddî bir hukuk ve ahlâk problemi olabilir. Herhalde “kurucu irade”, “kurucu meclis” gibi hukuk kavramları bu durumda devreye girmektedir. 

Türk Milleti Hiç Olmadı 

Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk egemenliği”ne son vermeğe kalkışanların postmodernist anlamda üst söylemi (grand narrative) şöyledir: 

1. Bugünün dünyasında millet ve millî devlet yok olmuştur. 

2. Bizim de dünyaya ve AB’ye uymak için Türk, Türk Milleti gibi kavram ve inatlardan vaz geçmemiz gerekir. Zaten tarihte Türk diye bir millet yoktu; 
Türk Milleti Kemalistler tarafından icat ve inşa edilmeye çalışılmıştır. 

3. Egemenliğin - hâkimiyetin kaynağı millet değildir. Halktır. Halk ise düzinelerce farklı etnisiteden oluşur. 

4. Hatta bugünün dünyasında egemenlikten bahsetmek bile yanlıştır. 

Bu söylemin sahipleri bizi, dünyanın bu standartlarda fikir birliğine vardığını ikna etmek istiyorlar. Bu iddialar yeni değildir. Meselâ kurucularının, PKK’nın cephe 
organizasyonu haline geldiğini iddia ettiği -kendileri bunu reddetmektedir- İnsan Hakları Derneği’nin “Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye Mevzuat 
Taraması”8 raporu on bir yıl öncesine, Sınırların Değiştirilmesi Politikası’yla kabaca aynı döneme aittir. TESEV raporlarında Türklükle ilgili pasajların bu eski 
İHD raporundan aktarıldığı görülmektedir: “Türkiye Cumhuriyeti, reel olarak tek bir etnik kökene dayalı insan topluluğundan meydana gelmemiş olmasına 
karşın, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, yurttaşlık hakları söz konusu edildiğinde de, Türk etnik kimliğine bağlı olarak ‘Türk vatandaşı’ olarak nitelenmektedirler. 
Etnik kökene vurgu yapılan yerlerde de görüldüğü gibi, Türk, Türk evladı, Türklük, Türk soyu, soydaş, Türk olmanın şerefi gibi nitelemelerle anılmaktadırlar.”8 

8 “Kopenhag Siyasî Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması)”, İnsan Hakları Derneği, İstanbul, 2000, sayfa 33. 

http://www.ihd.org.tr/images/pdf/kopenhag_siyasi_kriterleri_ve_turkiye_mevzuat_taramasi.pdf 

Bu iddialar gerçek midir? Dünyada millet ve millî devlet son bulmuş mudur? AB’ye girmek, Kopenhag Kriterleri’ne uymak için içinde “Türk”ün geçmediği bir 
anayasaya şart mıdır? AB üyesi birkaç ülkenin anayasalarına göz atarak bu soruları cevaplandırmaya çalışalım: 

Türk Milleti, Fransız, Alman, İspanyol, Yunan milleti gibi değil ki… 

Fransız Anayasası başlangıcı: “Fransız halkı vakarla ilan eder ki…” (Fransa halkı değil!) Metinde “Fransa” 2 defa, “Fransız” 5 defa geçiyor. 

Alman Temel Kanunu başlangıcı: “Tanrı ve insanın huzurunda… Alman Halkı, kurucu iktidarlarını kullanarak…” (Almanya halkı değil!) Temel kanunda 45 
defa “Alman”, 17 defa “Almanya” denmektedir. Almancada metinde kelime işlemciyle bu ayrımı yapmak kolay. Alman: Deutsch. Almanya: 
Deutschland. 

Yunan Anayasası tamamen “Elenler” için kaleme alınmış. Meselâ vatandaşların kanun önünde eşitliğinden değil, Elenlerin kanun önünde eşitliğini 
öngörüyor! 

İspanya Anayasası’nda “İspanyol” 20 defa geçiyor. İspanya 26 defa. 

Bu örnekler, Türk kamuoyunu hedef alan söylemle gerçeğin bağdaşmadığını gösteriyor. Belli ki hukuk, globalleşme, insan hakları ve hatta bilim gibi 
kavramlar aslında “sınır değiştirme politikası” için kullanılmaktadır. Bizi “daha güzel bir geleceğe” taşımaya kararlı insanlar, bunu başarabilmek için 
gerektiğinde yalanı da mübah görmektedirler. 

Şöyle bir izah da geliştirebiliriz: Türkiye bir fikir savaşı, bir fikir saldırısı karşısındadır. Saldırganlar, on yıllara 
yayılan bir sabır ve dikkatle saldırının kelime mermilerini özenle seçmektedirler: Alman, Fransız, 

İspanyol, Elen birer “millet”tir. Türk, bir etnisitedir. Millet değildir, hiçbir zaman millet olmamıştır. Bu terim manipülasyonu, siyasî ümmetçilerin milleti kavim (sülale) olarak algılayan dünya görüşleri ile de kolaylıkla bağdaşmaktadır. 

Denilebilir ki, Avrupa millî devletlerinin sınırları saf ve bir tek etnik grubu kapsar. O yüzden TESEV’in, BDP’nin, PKK’nın ve İHD’nin iddiaları onlar için değil ama bizim için geçerlidir. Bu savunma bile, millet ve milliyet muhalifi söylemin genel olamayacağını kabul etmek demektir. 

Fakat bu müdafaa da yanlıştır. En yakın komşumuz Yunanistan’ın “Elen Müslümanlar” dediği Batı Trakya Türklerinden başlayabiliriz. 

Fransa’da etnik grupların nüfus sayımı yasaktır. Ancak bugün Fransa’da yaşayan nüfusun yaklaşık üçte birinin yabancı kökenli olduğunu bildirilmektedir.9 

9 "The French Melting Pot: Immigration, Citizenship, and National Identity” (Fransız Eritme Kazanı: Göç, Vatandaşlık ve Millî Kimlik), Gérard Noiriel, Geoffroy de Laforcade tercümesi. (Orijinal ismi: “Le Creuset Français”), University of Minnesota Press, 1996. 000, p.160 

10 Alman Federal İçişleri Bakanlığı İstatistik Ofisi’nden Wikipedia’nın derlediği istatistikler: 

http://en.wikipedia.org/wiki/Demographics_of_Germany#cite_note-2005_Microcensus-1 

Almanya’da yaşayan Alman vatandaşlarının %9’u etnik Alman değildir. Federal Cumhuriyet’te yaşayıp da vatandaş ve Alman olmayanların nüfusa oranı da %8’dir. Toplam %17 etmektedir.10 

Bu yüzdeler Türkiye için verilenlerden çok farklı değildir, çoğunda da daha büyüktür.11 Ancak Batılı ülkelerin halkı, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, o devleti kuran milletin adıyla anılmaktadır. Kimse Yunanistan için “Üçgen etnik mozaik”, Fransa için “Altıgen etnik mozaik” ve Almanya için “Oval etnik mozaik” dememektedir. Niçin? Bunun tek cevabı o milletlerin ve millî devletlerin birinci sınıf ve iyi, Türklerin ve onların devletinin ise ikinci sınıf ve kötü olduğudur. 

11 Meselâ, Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi’nin desteklediği bir anketin sonuçlarına göre, Türkiye’de “Türk dili ve kültürü ile bir ilişkim yoktur” diyenler %2, Türk dili ve kültürünün kendisi için ikinci 
sırada geldiğini ifade edenler %8’dir: Hakan Yılmaz, “’Biz’lik, ‘Öteki’lik, Ötekileştirme ve Ayrımcılık: Kamuoyundaki Algılar ve 
Eğilimler”, 2010: 
http://hakanyilmaz.info/yahoo_site_admin/assets/docs/HYilmaz-Otekilestirme-02-İçerikselRapor.188160919.pdf 

Burada çarpıcı bir çifte standartla karşı karşıyayız. Görülmektedir ki postmodern jargonla Türkler, kesinlikle “Öteki”dir. Millet-etnisite anlayışının dışında 
da benzer çifte standartları bulmak kolaydır. Mesela “asimilasyon” sürecinin Türkler tarafından yapılma ihtimali varsa bu bir “insanlık suçu” dur. Fakat eski 
Alman İçişleri Bakanı Otto Schilly’e göre, eğer Almanlar tarafından uygulanacaksa, farklıdır: “Çift dilli sokak levhaları görmek istemiyorum… ana dili Türkçe olan homojen bir azınlığın gelişmesini istemiyorum. 
İçimizdeki Türkler, bizim kültür uzayımızda gelişmelidir. Herkesin ana dili Almanca olmalı veya 

Almanca haline gelmelidir; en iyi entegrasyon şekli asimilasyondur.”12 
12 Süddeutche Zeitung, 27.06.2002. Bakınız: 

http://www.hindu.com/lr/2004/07/04/stories/2004070400280200.htm 


Sınırları Değiştirmenin Politikası: Egemenlik Olmasın 

Peki, hâkimiyet veya egemenlik millete dayanmayınca ne olur? Gerçi TESEV anayasa raporu hâkimiyet ve egemenlik tabirlerine de karşıdır. Onların yerine 
“iktidar” kelimesini teklif etmektedir. Peki, “iktidar” diyelim, millete dayanmıyorsa ne olur? Halka dayanacaktır. Halk ise düzinelerle farklı etnik kökenden gelme heterojen bir gruptur. Anayasada hiçbir ideolojinin yer almaması gerektiğini söyleyenler aslında kendileri bir ideolojinin savunucularıdır. Bu radikal ideoloji, Türk toplumunu mesela Dubai Havaalanı transit yolcu salonu ahalisi gibi algılamaktadır. Bu halkın onu diğerlerinden ayırt eden hiçbir ortak niteliği yoktur. O halde bu ülkenin, bu devletin sınırlarını ne belirleyecektir? Irak’ta, Suriye’de daha önce İngilizlerin yaptığı gibi birileri ellerine cetvel alıp da mı sınır çizecektir? Hâkimiyet milletin değilse bunun önünde hiçbir engel yoktur. Sınır şuradan da geçebilir, buradan da… Din de sınır çizmek için bir kriter değildir. Bizim birçok “etnisitemiz” arasında din birliği bulunduğu doğrudur ama aynı etnisitelerin İran’la, Irak’la, Suriye ile de din birlikleri vardır. Bu düşüncelerin sonunda gelip “Sınır değiştirme politikası”na dayanması çok mümkündür ve muhtemeldir. 

“Hâkimiyet milletin değilse ne olur?” sorusunun bir başka cevabı da tarihte aranabilir. Millî devletlerden önce hâkimiyet prensliklerde ve imparatorluklardaydı. Millî devleti -batı dışında- yok etmenin bir sonucu da Batının yeniden imparatorluk tesisine izin verecektir. İmparatorluk için imparatorluğun toplam hâkimiyet sahası ve sınırları önemlidir, tabi ülkelerin birbiriyle sınırları veya toplam sahanın kaç siyasî birime bölüneceği değil. Bunlar ihtiyaca göre kolayca kaydırılabilir. Devletler doğru boya budanır ve sınırlar politikalar doğrultusunda değişir. 

Milletsiz devlette sınır sorusu, nereden bakarsanız bakın aynı cevaba çıkar gibi. 

Yeni Anayasa İsteyen Parmak Kaldırsın 

Müttefiklerimiz ve onların güdümündeki liberal, yani hürriyetçi(!) aydınlarımız, Türkiye’de herkesin yeni bir anayasa istediğini, beklediğini söylediler. Yaydılar… En acil işimiz buydu. Halk, “Yeni anayasa, yeni anayasa, yeni anayasa olmazsa biz ne yaparız?” diye ağlaşıp duruyordu. 

Türkiye’de az önce sözünü ettiğimiz müttefiklerimizin ve onların kompradoru dar menfaat gruplarının güdümündeki propaganda aletlerine -eskiden onlara 
“aparatçik” derdik- “aydın” tabir edilir. İyi koordine edildikleri ve iyi para harcadıkları için de propagandaları etkilidir. Cürümlerinden epey büyük 
yer yakarlar. Zaman zaman bizim arkadaşlarımızı da tesir altında bırakırlar. Geçen gün, Türk Milliyetçisi bir arkadaşım, şöyle bir ifade kullandı: “Yeni Anayasaya duyulan ihtiyaç, toplumsal kesimler tarafından dillendiriliyor…” İşte, diye düşündüm, güdümlü hürriyetçi aydınlarımızın menzili bu kadar uzun! 
Tamamen propagandaya dayalı, gerçek hayatla hiçbir ilgisi bulunmayan bir iddia, böyle, gerçekmiş gibi söylenebiliyor. 

Hangi toplumsal kesimler yeni anayasaya duydukları ihtiyacı dillendiriyor? Hakikaten çevrenizden, ”yahu şu anayasayı da bir an önce değiştirsinler de kurtulsak” diye bir talep kulağınıza geldi mi? Böyle bir talebi hissettiniz mi? Siz, kendiniz, böyle bir ihtiyaç içinde misiniz? 

Yeni anayasa, AKP’nin seçim kampanyasının vaatlerinden biriydi. Birincisi değildi. İkincisi de… Üçüncüsü de… Partiler, fikirleri ne olursa olsun zikirlerini, 
yani propagandalarını halkın taleplerine uygun şekilde hazırlamak zorundadırlar. Yeni anayasa halkın gündeminde ise ona vurgu yapmak zorundadırlar. Değilse, pek az bahsederler… Böyle de oldu. 

Peki, sübjektif olmayalım. Biraz daha ilmî konuşalım… Yeni anayasa kimin ne kadar umurunda? Hangi partide ne kadar gündemde? En fazla AKP’lilerin gündeminde olmasını bekleriz değil mi? CHP ve MHP’lilerden daha fazla. Üstelik Sayın Başbakanımız, seçimlerden sonra balkon nutkunda da yeni anayasanın ne kadar güzel olacağını anlatmış, “Bu, Roman, Kürt, Laz, Türk, Çerkez… herkesin anayasası olacak” mealinde methü senalar eylemişti. Evet, yeni anayasa, ona en çok sahip çıkan AKP seçmeninin ne kadar umurunda? Bu soruya oldukça objektif cevap verecek bir anket var elimizde: Ak Parti’nin seçim vaatleri ile ilgili, partinin resmî İnternet sitesinde yaptığı bir anket. AKP, kendisini taraftarlarına soruyor, “Seçim vaatlerimizden en çok hangisini beğendiniz?”. 

Buyurun size vaatlerin popülerlik sıralaması: 
. Milli Tank üretimi başlıyor. İlk Türk muharebe tankı 'Altay' için hazırlıklar son aşamaya geldi (232 puan) 
. Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz (208 puan) 
. İstanbul vaatleri (208 puan) 
. Tarımda dünyanın ilk 5'i arasında olacağız (208 puan) 
. Yüksek hızlı internet her yerde olacak. (208 puan) 
. İlk yerli uçağı uçuracağız. 2023'e kadar Türk yapımı uçaklar semalardaki yerini alacak. (187 puan) 
. Arıkopter (Türk helikopteri) uçmak için gün sayıyor. (182 puan) 
. Vize muafiyeti artacak. Türkiye'nin Şengen Vize sistemine dâhil edilmesi için girişimlerimizi sürdüreceğiz. (176 puan) 
. 1 milyon işsize iş. İşsizlik oranını yüzde 5'e indirmeyi hedefliyoruz. (46 puan) 
. Kısa ve öz, demokratik ve çoğulcu yeni anayasa yapılacak. (45 puan) 


Yeni anayasa iştiyakı son sırada! Hem de sıranın başıyla yeni anayasa arasında beş mislinden fazla puan farkı var.  
Peki, kim istiyor bu yeni anayasayı Allah aşkına? Şüphemiz bulunmayan istekliler şunlar: TESEV, BDP, İHD. Bu isteyenlere bakınca nedense PKK’nın da çok 
soğuk bakmayacağı içime doğdu. Ne dersiniz? 



***

22 Mart 2017 Çarşamba

CHP Örgütü Demek Türk Milleti Demek Değildir




CHP Örgütü Demek Türk Milleti Demek Değildir



Özcan PEHLİVANOĞLU

ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
28 Mayıs 2010



CHP'nin hafta sonu yapılan olağan kurultayı sonucunda Kemal Kılıçdaroğlu, Mustafa Kemal Atatürk'ün koltuğuna oturdu zannedilmesin.

CHP, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran partidir. Yeni devletin yapılanmasında ve bu günlere gelinmesinde 1923 yıllarının CHP'si çok etkili olmuştur. Ancak bu günkü CHP; 1923'lerin CHP'si değildir.

Üzülerek ifade etmeliyim ki; Türkiye'de herkesçe bilinmesine rağmen ifade edilmekten ısrarla kaçınılan  mezheplerin ve etnisitelerin iktidar olma mücadelesi vardır.

Kendini Türk kimliğinin dışında görenlerin ve "Ne Mutlu Türküm Diyene" anlayışını bir türlü kabul edemeyenlerin, bin türlü takiye yapmak suretiyle bu koca millete ve büyük devlete hükmetme çabası vardır.

Nihayet bu bağlamda CHP'nin başına kürtmüsün denildiğinde sesini çıkarmayan Tuncelili alevi  bir vatandaşımız gelmiştir.

Artık Atatürk'ün CHP'si olmadığı su götürmez bir gerçek olan yeni CHP'nin başına Kılıçdaroğlu'nun gelişi ise  ibretlik siyasi bir öyküdür.

Baykal'ın kurultayın hemen öncesinde kimliği belirsiz güçlerce tasfiyesi çok manidardır. Yine gücünü halktan değil de CHP Genel Başkanı sıfatıyla Deniz Baykal'dan alan CHP kadrolarının 360 derece tornistan yaparak " eski kral öldü yaşasın yeni kral" demeleri de CHP'de kimlerin siyaset yaptığını göstermesi bakımından çok ilginçtir. Nitekim CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in kurultay anında Habertürk ekranlarında söylediği "Kurultay alçakça bir ortamda yapılıyor" cümlesi tezlerimizin doğruluğuna işaret etmektedir.

CHP örgütüne mezhepçi ve kürtçü kadroların hakim olduğu ancak Baykal'ın bastırması sonucu seslerini çıkarmadıkları siyasi çevrelerce yakından bilinen bir gerçektir. İşte bu parti örgütü;  kendinden gördüğü birini yani Kılıçdaroğlu'nu diğerlerinin sessiz kalışı sayesinde CHP'nin genel başkanlık koltuğuna taşımayı ve parti meclisini ele geçirmeyi başarmıştır.

Bu konuda en büyük destek, medyanın içinde bulunan kürtçü ve mezhepçi basın mensuplarından gelmiş ve Kılıçdaroğlu Türk Milletine ümit olarak lanse edilmiştir. Hatta bu basının taraftar! kesiminde Ahmet Altan "Zavallı Kemal Bey" adlı bir yazı kaleme alarak şimdiden Kılıçdaroğlu'nu "kürt sorununu teğet geçen, yargı reformuna karşı çıkan, dış politikayı ulusal çıkar klişesine hapseden, değişim sözü sözde kalan" diyerek baskı altına almaya başlamıştır.

CHP'nin dış güçlerce bir değişime ve dönüşüme uğratıldığı tartışmasız bir gerçektir. Türkiye'de buna yardımcı olacak argümanlarda devamlı hazır tutulduğundan dişliler birbirine "cuk" diye oturtulmuş ve CHP hizmete hazır hale getirilmiştir.

Oysa ki; MHP'nin 2009 yılının Kasım ayında aynı salonda yapılan kurultayı, CHP'nin bu kurultayından daha fazla ilgi görmesine ve kalabalık olmasına ve Bahçeli'nin kurultay konuşmasının içerik ve hitabet açısından, Kılıçdaroğlu ile mukayese edilmeyecek kadar güçlü bulunmasına rağmen; MHP ve Bahçeli, dış güçlerin kontrolündeki  mezhepçi ve Kürtçü basın tarafından kamuoyunun önüne getirilmekten ziyade adeta gizlenmeye çalışılmıştır. Bu kurultay böyle bir çabayı ortaya koyması bakımından da ayrıca önem taşımaktadır.

Bu gün Türkiye'nin TBMM'de bulunan iki siyasi partisinin başında farklı dini söylemleri olan ve Türküm demekte zorlanan iki genel başkan vardır. Kemal Kılıçdaroğlu'nun Dersim'le ilgili söylemlerine bakılırsa onunda Erdoğan gibi cumhuriyetle ilgili sıkıntıları olduğu anlaşılmaktadır.

Bu sebeple dinci ve kürtçü-mezhepçi basın kendi yandaşı olan genel başkanları överken, Türk Milletini kimseyi ayırt etmeden kucaklayan,tarikat ve cemaatların yanlışlarını yüzlerine vuran, bölücü teröre korkusuzca göğsünü açan, milletin hakkını kimseye yedirmem diyen bir MHP'yi ve Bahçeli'yi görmezden gelme çabası aşırı bir şekilde kendini göstermektedir.

Bunları yadırgamıyorum. Bu gayreti gösterenlerin kendi inanç ve ideolojileri çerçevesinde hareket etmeleri normaldir. Önemli olan bunların izlediği politikaları süzemeyerek bunlara kendini kullandıran insanlarımızın hiçte azımsanmayacak sayıda olmasıdır. Hedefimiz bunları gerçekler konusunda uyararak Türk Milletini muhtemel badirelerden korumaktır.

Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığı ile neticelenen CHP olağan kurultayının hayatın doğal akışının dışında cereyan etmesi, bunun medyaca ustaca pazarlanması ve kendine yeni CHP'de yer bulmak için bizim anlattıklarımızı gören ama sessizliğe bürünen CHP'lilerin varlığı, Türk Milletince üzerinde düşünülmesi gereken önemli hususlardır.

CHP örgütü demek Türk Milleti demek değildir. Medya pazarlamacıları Türk Milletini yanıltabilirler fakat gerçeği asla gizleyemezler. Bu nedenle Türk Milleti gecikmeye mahal vermeden  gelişmeleri yakından izleyerek gerçeği süzebilme becerisini göstermelidir.

Yaşananlara bakılınca Türk Milletinin kendini yönetemez hale geldiğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Ülkemiz siyaset eliyle işgal edilmiştir. Türk Milleti onlarca yıldır demokrasi tezgahı altında aldatılmakta ve kandırılmaktadır. İmparatorluk bakiyesi olmak bizi ne yazık ki bu sonuca taşımıştır.

Dün AKP ile bu oyunu bu güne kadar oynayanların Kılıçdaroğlu'nun içi boş sloganlara dayalı siyaset anlayışı ile oyuna CHP ile devam edecekleri anlaşılmaktadır.

İsmet İnönü'nün namuslular namussuzlardan daha fazla cesur olmalıdır sözünden yola çıkarak Türk Milletine şöyle seslenmek istiyorum: Türk Milleti en az düşmanları kadar uyanık olmak ve çalışmak zorundadır... Siyaset zor bir iştir ve her türlü fedakarlık ister. Bu nedenle Türk Milletince her türlü fedakarlık gösterilerek siyasetteki işgal sona erdirilmelidir.

Eğer bu uyanıklık ve çalışkanlığı bu güne kadar olduğu gibi yerine getiremez ve menfaatlerimiz için gerçekleri Türk Milletinden gizlemeye devam edersek, Türk Milletinin çok daha ağır bedeller ödemek zorunda kalacağı gün gibi aşikardır.

Mevlana'nın Mesnevi'sinde av hayvanlarının arslana mücadeleyi terk edip tevekkül teklif etmeleri anlatılır. Av hayvanları her gün kendilerini avlayan arslana gidip "sen avlanmaya gitme, her gün birimiz senin lokman olsun, böylece bizde rahat edelim" dediler. Arslan "sözünüzde dursanız hile ve cefa olmasa bu çok hoş bir şeydir" diye cevap verdi. Av hayvanlarının hepsi "Ey değerli hakim! Sakınmak insanı kaderin hükmünden kurtaramaz. Var tevekkül kıl zira o güzeldir. Tanrının hükmüne karşı aciz ol ki, O seni korusun". Arslan cevapladı "tevekkül iyidir güzeldir lakin sebebe riayette Peygamber sünnetidir. Çalışıp kazanmak, tevekküle tercih edilir". Türk Milleti eğer arslan ise gereğini de arslan gibi yapmalıdır.

Son söz;Atatürk'ün CHP'si günümüzün MHP'sidir. Türk Milletinin tek güvencesi ve Kuvayı Milliye ruhu MHP'de yaşamaktadır. Bu CHP'nin son kurultayından sonra daha iyi anlaşılmıştır.


28 Mayıs 2010

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1628






***

25 Haziran 2016 Cumartesi

Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu?




Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu?



Yazar: Ümit Özdağ
28 OCAK 2015 ÇARŞAMBA

           Seçmen oy verirken, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çoğu kez kapsamlı tek yanlı bilgilendirme ve yönlendirmenin de etkisi altında kalarak, orta ve uzun vadeli milli stratejik çıkarlar değil, kısa vadeli bireysel çıkarlar merkezli oy kullanırlar. Demokrasilerde seçmenin bir bölümü, bunun çoğunluk dahi olmasına gerek yoktur ve genellikle en büyük azınlığı oluşturan seçmen kesimi ülkenin tamamının kaderini belirler. Sonuçta herkes gibi onlar da başlarına geleni anladıkları zaman genellikle çok geç olur. Seçmende genellikle şükran duygusu da gelişmemiştir. Örneğin İngiltere’yi 2. Dünya Savaşı’ndan çıkaran İngiltere Başbakanı Churchill savaştan hemen sonra yapılan ilk seçimleri kaybetmiştir. Keza 1922’de Mustafa Kemal Paşa İzmir’i Yunan işgalinden kurtarmış olmasına rağmen zaten perişan olan ülke ekonomisi 1929 Dünya Ekonomik Buhranı'nın da etkisi ile daha da yıprandığı bir dönemde İzmir’de miting yapan muhalefet partisinin liderine İzmirliler “kurtar bizi” diye bağırmışlardır. Özetle seçmen kendisini merkeze koyduğu bir rasyonellik ile hareket ederek oy vermektedir.  

        Ancak olağanüstü zamanlarda seçmen davranışı değişir. Seçmen bireysel kısa vadeli menfaatlerini erteler ve uzun vadeli toplumsal menfaatleri ön plana çıkararak oy kullanır. Türkiye’de seçmenin çok önemli bir bölümü hala Türkiye’nin bir beka sorunu yaşadığını düşünmemektedir. Bu da Türkiye’nin hızla çok büyük bir tehdit süreci içerisine sürüklenmesine neden olmaktadır.

       Kadir Has Üniversitesi tarafından 4-14 Aralık 2014’de yaptırılan bir kamuoyu araştırmasında deneklerin %33’ü işsizliği, %12.8’i ekonomik krizi en büyük sorun olarak görürken, %13.9’u  terörü,  %8.6’sı Kürt Sorununu en büyük sorun olarak görmektedir. Diğer bir ifade ile %45’lik bir çoğunluk ekonomik merkezli sorun algısı içinde. %8.6’lık Kürt sorunu tanımını yapanlar büyük ölçüde HDP kitlesini oluşturanlar. Türkiye’nin bir felakete sürüklendiğini görenler ise, “en büyük sorun terör” diyen %13.9’luk dilim ile sınırlı kalıyor.

          Oysa bir başka soruda deneklerin %46.2’si “Türkiye’nin bölünme tehdidi ile karşı karşıya olduğunu” %43.7’si “Türkiye’nin bölünme tehdidi ile karşı karşıya olmadığını” düşünürken, %10.1’i ise bu konuda fikrinin olmadığını söylüyor. Demek ki, Türkiye’nin bölünme tehdidi ile karşı karşıya olduğunu düşünenlerin önemli bir bölümü hala terörü en önemli sorun olarak görmüyor. Türkiye’nin bölünme tehdidi ile karşı karşıya olduğunu düşünenlerin %74.5’i kendilerini Kemalist/Cumhuriyetçi olarak nitelendiriyor. %58.9’u milliyetçi, %54’ü sosyal demokrat, %46’sı sosyalist. Ve %23.7’si muhafazakar olarak görüyor. Muhafazakarların %11.6’sının bu konuda bir fikri yok. %64.7’si ise bölünme tehlikesi yok diyor.

           Meseleyi sadece muhafazakarlık ile izah etmek mümkün değil. AKP’nin bir çok şeyi laikçi tavrın en azından politik akıldan yoksun ve sosyolojik gerçeklikten uzak tavrı karşısında türbanın altına gizlediği bir gerçek. Ancak konuyu sadece türban ile de izah etmek mümkün değil. AKP’nin oy tabanında sosyal yardımlar çok önemli bir temel oluşturuyor. Bu sosyal yardım politikasının çok akıllıca şekillendirildiğini görmek lazım. Netice olarak Gezici Araştırma Şirketi tarafından yapılan ve 26 Ocak 2015’de Sözcü gazetesinde yayınlanan araştırmadan çıkan sonuç sosyal yardım-AKP oy tabanı ilişkisini somut bir şekilde göstermektedir. Deneklerin %74.2’si sosyal yardım almadığını belirtirken, sosyal yardım alanlar %24.6’dır. Sosyal yardım alanların %88.5’i AKP’ye, %2.3’ü CHP’ye, %3.4’ü MHP’ye ve %4.6’sı HDP’ye oy vermektedir.  
Muhafazakar-sosyal yardım bloğunun oluşturduğu taban ya Türkiye’nin bir felakete sürüklendiğini a) görmüyor, b) görüyor ancak Erdoğan bir şekilde halleder diye kendisini kandırıyor, c) görüyor ve umursamıyor noktasındadır.

      Önümüzdeki seçimler Türkiye’nin uçurumdan önce son çıkışı olarak görünüyor. Bu da muhalefet partilerinin önüne çok büyük bir görev koyuyor. Bu görev Türkiye’nin büyük bir kriz ile karşı karşıya olmadığına inanan muhafazakar seçmen dilimine ulaşarak tehdidin büyüklüğü konusunda onları uyarmaktır. Özellikle 2007 sonrasında yapılamayanı önümüzdeki birkaç ay içinde yapmak mümkün mü? Teorik olarak mümkün. Ancak pratikte bu hedefin gerçekleşmesi için gereken medya-haber-sivil toplum örgütleri ağının mevcut/etkin olmadığı görülüyor. İnşa edilebilir mi? Evet. Ancak gerek Türkiye’nin bir felakete sürüklendiğini görenler gerek görmeyenlerin önüne konulması gereken sadece tehdidin varlığı değil, aynı zamanda tehdidin nasıl aşılacağıdır. Muhalefet kendi çözümünü koymadığı sürece tartışma ve propagandanın çerçevesini “AKP’nin çözümü” belirliyor. 




29 Temmuz 2015 Çarşamba

Türk Milleti Çuval Olayını Unutmayacak! (4 Temmuz 2003)




Türk Milleti Çuval Olayını Unutmayacak! (4 Temmuz 2003)


 
İşgalci güçlerle Kürt işbirlikçilerinin hazırladığı hain bir plan Süleymaniye’ de uygulamaya konuluyordu. 2003 yılının 4 Temmuz Cuma günü ABD’nin 173. Hava indirme tümenine bağlı askerlerle onlara destek veren Kürtlerin, Süleymaniye’ deki Türk Özel Kuvvetleri Bürosuna yaptıkları baskın sırasında 11 Türk askeri (3’ü subay 8’i astsubay olmak üzere) esir alıyordu.
Türk askerlerine silah doğrulttular. Yüzükoyun yatırılarak, bilekleri kelepçelenen Türk grubu bahçeye indirildiğinde, baskıncıların bir bölümü bina çevresinde de emniyeti almış ve içerdekilerin büyük bir kısmı da evin her noktasında arama yapıyordu. Amerikalıların yaptıkları her işlem için yardımcıları, daha doğrusu öncü kuvvetleri peşmergelerdi.
Türk Askerlerine reva görülen muamele en iyimser ifade ile “fena” kavramını aşıyordu. Fakat artık yapılacak hiç bir şey yoktu, çünkü eller kelepçelenmişti. Amerikalılar esir aldıkları Subay, Astsubay ve görevliler ile baskın sırasında büroda bulunanların başına “Çuval” geçirdiler! Başa çuval geçirilmesi, esir alınanların, Iraklıların etrafı görmemeleri için yapılan bir uygulama idi. Fakat bu kez özellikle amaç sindirme, güç gösterisi ve psikolojik baskı oluşturmaktı.
8 araçlık (3 kamyon, 5 Hummer) baskın konvoyunun yanlarında peşmergelerde olduğu halde ABD’nin karargahı olarak kullanılan, Kerkük Hava alanına götürdüler.
2 kamyonun içinde 24 esir bulunuyordu. Esirler; 11 Türk özel Timi mensubu, 2 Sivil Türk, 4 Kürt muhafız, 2 Türkmen erkek, 2 Türkmen kadın, 1 Kürt, 1 Türkmen çocuk ve İngiliz vatandaşı Michael Todd’du. Kamyonların birinde 6, diğerinde 5 Türk askeri vardı.
5 Temmuz günü Kerkük Havaalanında sorgulama yapıldıktan sonra, Amerikalılar helikopterlerle Türk askerlerini Bağdat’a götürdüler. Irak’ın kuzeyinde Türk Özel Kuvvetleri mensubu 11 Türk askerinin ABD’liler tarafından esir alınmasıyla başlayan kriz yoğun diplomatik çabalar sonucu ancak 60 saat sonra çözülebildi.
Serbest bırakılan Türk askerleri “Amerikalılar bize El-Kaide muamelesi yaptı. En yakın müttefikine nasıl terörist gibi davranırlar?”
Türk Özel Kuvvetleri Komutanı Binbaşı Aydın Eser. “4 Temmuz Cuma günkü baskını önce Amerikalıların Iraklılarla bir çatışması sandığını” söyledi. “Amerikalılar havaya ateş açıyorlardı. Önce sokakta çatışma çıktı sandım. Kapıyı açıp onlara yardım etmek istedim. Bir baktım bize doğru ateş ediyorlar.”
“Amerikalılar bize doğru gaz bombası attılar. Olayın değişik boyutlara girmemesi için teslim olduk”. Binbaşı Aydın, dayaktan incinmiş kaburga kemiğini gösterirken: “Biz burada yasal olarak bulunuyoruz. Benim rütbemi hiçe sayıp Kerkük ve Bağdat’ta kötü muamele ettiler. Kafalarımıza çuval geçirildiği gibi ellerimizi de kelepçelediler.” Türk Özel Kuvvetleri Timinin Komutanı Binbaşı Aydın Eser’nin son sözü ise “Bizi Kürtler gammazladı.” oldu.
Saat 14:30’da Türk Özel Kuvvetleri Bürosu terk edilirken 100 metre ilerde beyaz Jeep içindekiler, Amerikalı yarbay tarafından bir kez daha tebessümle selamlandılar. Jeep’in içinde bekleyen rehber, görevini ifa etmenin huzuru ile (!) KYB Dış ilişkiler Bürosunun yolunu tutarken, konvoy Süleymaniye sokaklarında yeniden bir geziye çıktı. İçerde çuvallanmış Türk Askeri vardı. Başlarında ise Coni’ler ve peşmergeler…
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ısrarla “haberimiz yok” dediği Türk Özel Kuvvetleri Timine karşı yapılan baskında, Celal Talabani’nin oğlu zaten başından sonuna kadar bu çuval baskınının içinde yer alıyordu. Bölgede babadan oğula geçen siyaset geleneği içinde küçük Talabani önemli bir figür olma özelliğini doğuştan taşıyordu. İşte bu Bafel Talabani, operasyon boyunca elindeki telefonla hem babasını bilgilendirmiş hem de Amerikalı konvoya yol gösterirken, aynı anda da baskını saniye saniye görüntülemişti. Hatta Bafel işi iyice abartmış, Amerikalıların Türk Özel Kuvvetleri Timi’ni götürmelerinin ardından baskın sonrasını da görüntülemişti.
ALİ KERKÜKLÜ
Habertürk Televizyonunda Basın Kulübü programına katılarak konuşan dönemin Genelkurmay başkanlığı eski harekât başkanı emekli korgeneral Köksal Karabay, 4 Temmuz 2003 günü Irak’ın Kuzeyinde Süleymaniye şehrinde (Kürtlerin yoğun yaşadığı şehir) yaşanan çuval olayını şöyle anlattı:
Kerkük Valisi’ne suikast yapılacağı ihbarı üzerine Kerkük’ten gelen ABD askerlerinin Talabani’nin Sarayı’nın çevresinde ilerlerken Türk timinin bulunduğu sokağa da girdiler. ABD askerlerinin arasında Türkiye’nin ekmeğini yiyen Talabani’nin oğlu (Bafel Talabani) da bulunuyordu. Tim komutanı(Aydın Eser) kapıya çıkıyor ’Hoş geldiniz’ diyor. Üzerine çullanıyorlar. Bu esnada herkes ateş etmeye hazır. Tim komutanı Binbaşı Aydın Eser elini kaldırıp ateş etmeyin diyor. Hiç böyle bir şey olacağını tahmin etmemişler. Çünkü daha önce birlikte çay içmişler ve oturmuşlar.


Kaynak: İnternetajans