Prof. Dr. İskender Öksüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. İskender Öksüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2018 Salı

Türk Millî Egemenliği Sona ererken: Onlar Millet, Biz değiliz

Türk Millî Egemenliği Sona ererken: Onlar Millet, Biz değiliz 


Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi 

ÖZET 

Fransa, Almanya, İspanya ve Yunanistan Anayasalarında bu devletlerin Fransız, Alman, İspanyol ve Elen devletleri olduğu belirtilmektedir. Buna karşılık 
Türkiye’de yeni bir anayasa ile devletin tarifinden Türk kelimesinin tamamen çıkarılması talep edilmekte, ‘Türk’ün Avrupa milletleri gibi bir millet değil, bir etnik grup olduğu ve ‘dikdörtgen Anadolu mozaiğinde Türk’ten başka ve ona eşdeğer düzinelerce etnisitenin yaşadığı ileri sürülmektedir. Bu heterojen etnik mozaik devletinin sınırlarının nasıl çizileceği belirsizdir. Bu sınırlar muhtemelen plastiktir. Siyasî açıdan bu yapıda bir coğrafya bir imparatorluğa tabi bir bölge olarak da tarif edilebilir. 

Türksüz Bir Türkiye’ye Doğru 

Türk Milleti’nin egemenliğine son verecek yeni anayasa çalışmaları başladı. Aslında çalışmalar yıllar öncesine dayanıyor ama bu ameliyatın 12 Haziran 2011 
seçimlerinden sonra teşekkül edecek meclis tarafından yapılması planlanmıştı. Dolayısıyla bu sefer “başladı” derken hazırlık safhasının sona erdiğini, eylem 
zamanının geldiğini kastediyorum. Yeni anayasanın “Türk” kavramı ile ilgili ana çizgileri bir TESEV raporunda şu açıklamalarla belirmekteydi: 

“Anayasa’nın Başlangıç bölümü dâhil olmak üzere bütününde, Türk etnik kimliğine vurgu hâkimdir. Bu vurgu, metin boyunca sıkça tekrarlanan ‘Türk vatanı ve milleti’, ‘yüce Türk devleti’, ‘Türk milleti’, ‘Türk toplumu’, ‘her Türk’, ‘Türk vatandaşı’, ‘Türk dili’, ‘Türk kültürü’, ‘Türk tarihi’ gibi ifadelerle kendisini göstermektedir. Bu dil, farklı etnik kökene mensup insanlardan oluşan Türkiye toplumunun çoğulcu yapısıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, hazırlanacak yeni Anayasa’da herhangi bir etnik kimliğe bu ve benzeri göndermeler yapılmamalıdır. Gerek Anayasa’nın birçok maddesinde, gerekse çeşitli yasalarda yer alan ‘Türk milleti’ ifadesi ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları’ ifadesiyle değiştirilmelidir. Bazı hukukçulara göre ise, kolaylığı nedeniyle sadece ‘millet’ sözcüğünün kullanılması yeterli olacaktır. 

Bu düzenlemeler ışığında, 6, 7 ve 9. Maddeler başta olmak üzere, Anayasa’da yer alan ‘Türk milleti’ ifadeleri, ‘Türkiye vatandaşları’ ibaresiyle değiştirilmelidir. Benzer bir düzenleme, yasalar, yönetmelikler, genelgeler ve tüzüklerde, yani mevzuatın genelinde de yapılmalıdır.”4 

4“Kürt Sorunu’nun Çözümüne Doğru: Anayasal ve Yasal Öneriler”, Dilek Kurban, Yılmaz Ensaroğlu, TESEV Yayınları, 2010. Tam metin için: 
http://www.tesev.org.tr/UD_OBJS/PDF/DEMP/kurbanensaroglu-yasal%20oneriler%202010.pdf 

Raporun hazırlanmasında ağırlıklı olarak BDP’li ve İHD’li bir hukuk panelinden yararlanılmıştır. 

Dikdörtgen Etnik Mozaik 

Daha sonra, yine TESEV’in yeni anayasa çerçeve çalışması yayınlandı. Orada da, bugünkü TBMM’nin meşruiyet kaynağı olarak benimsenen “Hâkimiyet 
Milletindir” veya “Egemenlik Ulusundur” gibi ifadelerin artık reddinin gerektiği söyleniyordu. Yeni anayasada hiçbir etnik unsura öncelik verilmemeli, hatta “egemenlik” kelimesi bile kullanılmamalıydı.5 Bu yazılanları doğru kavrayabilmek için TESEV ideolojisinde “Türk” kelimesinin bizim milletimizin değil, “dikdörtgen Anadolu etnik mozaiğindeki” düzinelerce etnik gruptan sadece birinin ismi olarak kullanıldığını bilmeliyiz. 

5 “TESEV Anayasa Komisyonu Raporu: Türkiye’nin Yeni Anayasasına Doğru”, Mustafa Erdoğan, Serap Yazıcı, TESEV Yayınları 2011. Tam metin için: 

http://www.tesev.org.tr/UD_OBJS/Turkiyenin%20Yeni%20Anayasasina%20Dogru.pdf 

6 Ümit Cizre, “Turkey's Kurdish Problem: Borders, Identity, and Hegemony”, “Right-sizing the State: the Politics of Moving Borders”, 
editörler: Brendan O’Leary, Ian S. Lustick ve Thomas Callaghy, Oxford University Press, Oxford 2001; sayfa: 222. 

“Dikdörtgen Anadolu etnik mozaiği”, TESEV anlayışını veciz bir tarzda özetleyen bir ifadedir. Ben buna ilk kez, TESEV Anayasa Komisyonu Üyesi Ümit Cizre’nin, 
“Türkiye’nin Kürt Problemi: Sınırlar, Kimlik ve Egemenlik“ makalesinde rastladım. Makale, 2001 tarihli, birinci editörlüğünü Irak Kürdistan’ı 
Anayasası’nın mimarlarından Brendan O’Leary’nin yaptığı “Devleti Doğru Boya Getirme: Sınırları Değiştirmenin Politikası” kitabında yer almaktadır.6 

TESEV’in Anayasa Raporu, iktidarın düşündüğü anayasaya dair esaslı ipuçları vermektedir, çünkü iktidar partisinin Anayasa Hazırlama Komisyonu 
Başkanı Ergun Özbudun ve aynı komisyondaki mesai arkadaşı Serap Atılgan son raporu hazırlayan komisyonun da üyesidir. Raporun yazarları olarak 
Mustafa Erdoğan ve Serap Atılgan görünüyor ki, Erdoğan’ı, millî devletin kararlı bir muhalifi, hatta devlet kavramına toptan karşı çıkma ucunda bir radikal olarak tanıyoruz. 

Aslında Türkiye’de siyasi iktidarın nasıl bir anayasa düşündüğünü keşfetmek için ipucu peşinde koşmaya da gerek yok. Başbakan’ın 16 Haziran 2012 tarihinde, 
seçim zaferi üzerine yaptığı balkon konuşmasında yeni anayasa şöyle anlatılıyor: “Bu anayasa Türk’ün, Kürt’ün, Zaza’nın, Arap’ın, Çerkes’in, Laz’ın, 
Gürcü’nün, Roman’ın, Türkmen’in, Alevi’nin, Sünni’nin, azınlıkların yani 74 milyonun anayasası olsun.” Muhakkak ki buradaki “Türk” anlayışı TESEV 
raporundaki gibidir; bir milletin değil, birçok etnik gruptan birinin ismidir. Buna benzer ifadeler defalarca tekrarlanmış, anayasadan Türk kelimesinin tamamen 
çıkacağı iktidar partisi yetkililerince de açıklanmıştı.7 

7 Meselâ bakınız, Neşe Düzel’in Ayşenur Bahçekapılı ile röportajı, Taraf Gazetesi, 30.11.2009. 
http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/makale-aysenur-bahcekapili-basbakan-hayatini-riske.htm 

Taraf sitesinde röportajın tamamını okumak için abone olmak gerekiyor. Ancak başka siteler tam metin vermiş: 

http://www.islahhaber.com/lookmk.php?No=1389 
Ayşenur Bahçekapılı röportajın yapıldığı dönemde AKP Grup Başkan Vekili’dir. 

Bu arada, “Hâkimiyet Milletindir”le meşruiyet kazanmış ve “milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma… büyük Türk Milleti önünde namusum 
ve şerefim üzerine ant içerim” diye yemin etmiş milletvekillerinin namus ve şereflerine halel gelmeden anayasadan Türk Milleti’ni ve onun egemenliğini nasıl ortadan kaldıracağı ayrıca incelenmeğe değer ciddî bir hukuk ve ahlâk problemi olabilir. Herhalde “kurucu irade”, “kurucu meclis” gibi hukuk kavramları bu durumda devreye girmektedir. 

Türk Milleti Hiç Olmadı 

Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk egemenliği”ne son vermeğe kalkışanların postmodernist anlamda üst söylemi (grand narrative) şöyledir: 

1. Bugünün dünyasında millet ve millî devlet yok olmuştur. 

2. Bizim de dünyaya ve AB’ye uymak için Türk, Türk Milleti gibi kavram ve inatlardan vaz geçmemiz gerekir. Zaten tarihte Türk diye bir millet yoktu; 
Türk Milleti Kemalistler tarafından icat ve inşa edilmeye çalışılmıştır. 

3. Egemenliğin - hâkimiyetin kaynağı millet değildir. Halktır. Halk ise düzinelerce farklı etnisiteden oluşur. 

4. Hatta bugünün dünyasında egemenlikten bahsetmek bile yanlıştır. 

Bu söylemin sahipleri bizi, dünyanın bu standartlarda fikir birliğine vardığını ikna etmek istiyorlar. Bu iddialar yeni değildir. Meselâ kurucularının, PKK’nın cephe 
organizasyonu haline geldiğini iddia ettiği -kendileri bunu reddetmektedir- İnsan Hakları Derneği’nin “Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye Mevzuat 
Taraması”8 raporu on bir yıl öncesine, Sınırların Değiştirilmesi Politikası’yla kabaca aynı döneme aittir. TESEV raporlarında Türklükle ilgili pasajların bu eski 
İHD raporundan aktarıldığı görülmektedir: “Türkiye Cumhuriyeti, reel olarak tek bir etnik kökene dayalı insan topluluğundan meydana gelmemiş olmasına 
karşın, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, yurttaşlık hakları söz konusu edildiğinde de, Türk etnik kimliğine bağlı olarak ‘Türk vatandaşı’ olarak nitelenmektedirler. 
Etnik kökene vurgu yapılan yerlerde de görüldüğü gibi, Türk, Türk evladı, Türklük, Türk soyu, soydaş, Türk olmanın şerefi gibi nitelemelerle anılmaktadırlar.”8 

8 “Kopenhag Siyasî Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması)”, İnsan Hakları Derneği, İstanbul, 2000, sayfa 33. 

http://www.ihd.org.tr/images/pdf/kopenhag_siyasi_kriterleri_ve_turkiye_mevzuat_taramasi.pdf 

Bu iddialar gerçek midir? Dünyada millet ve millî devlet son bulmuş mudur? AB’ye girmek, Kopenhag Kriterleri’ne uymak için içinde “Türk”ün geçmediği bir 
anayasaya şart mıdır? AB üyesi birkaç ülkenin anayasalarına göz atarak bu soruları cevaplandırmaya çalışalım: 

Türk Milleti, Fransız, Alman, İspanyol, Yunan milleti gibi değil ki… 

Fransız Anayasası başlangıcı: “Fransız halkı vakarla ilan eder ki…” (Fransa halkı değil!) Metinde “Fransa” 2 defa, “Fransız” 5 defa geçiyor. 

Alman Temel Kanunu başlangıcı: “Tanrı ve insanın huzurunda… Alman Halkı, kurucu iktidarlarını kullanarak…” (Almanya halkı değil!) Temel kanunda 45 
defa “Alman”, 17 defa “Almanya” denmektedir. Almancada metinde kelime işlemciyle bu ayrımı yapmak kolay. Alman: Deutsch. Almanya: 
Deutschland. 

Yunan Anayasası tamamen “Elenler” için kaleme alınmış. Meselâ vatandaşların kanun önünde eşitliğinden değil, Elenlerin kanun önünde eşitliğini 
öngörüyor! 

İspanya Anayasası’nda “İspanyol” 20 defa geçiyor. İspanya 26 defa. 

Bu örnekler, Türk kamuoyunu hedef alan söylemle gerçeğin bağdaşmadığını gösteriyor. Belli ki hukuk, globalleşme, insan hakları ve hatta bilim gibi 
kavramlar aslında “sınır değiştirme politikası” için kullanılmaktadır. Bizi “daha güzel bir geleceğe” taşımaya kararlı insanlar, bunu başarabilmek için 
gerektiğinde yalanı da mübah görmektedirler. 

Şöyle bir izah da geliştirebiliriz: Türkiye bir fikir savaşı, bir fikir saldırısı karşısındadır. Saldırganlar, on yıllara 
yayılan bir sabır ve dikkatle saldırının kelime mermilerini özenle seçmektedirler: Alman, Fransız, 

İspanyol, Elen birer “millet”tir. Türk, bir etnisitedir. Millet değildir, hiçbir zaman millet olmamıştır. Bu terim manipülasyonu, siyasî ümmetçilerin milleti kavim (sülale) olarak algılayan dünya görüşleri ile de kolaylıkla bağdaşmaktadır. 

Denilebilir ki, Avrupa millî devletlerinin sınırları saf ve bir tek etnik grubu kapsar. O yüzden TESEV’in, BDP’nin, PKK’nın ve İHD’nin iddiaları onlar için değil ama bizim için geçerlidir. Bu savunma bile, millet ve milliyet muhalifi söylemin genel olamayacağını kabul etmek demektir. 

Fakat bu müdafaa da yanlıştır. En yakın komşumuz Yunanistan’ın “Elen Müslümanlar” dediği Batı Trakya Türklerinden başlayabiliriz. 

Fransa’da etnik grupların nüfus sayımı yasaktır. Ancak bugün Fransa’da yaşayan nüfusun yaklaşık üçte birinin yabancı kökenli olduğunu bildirilmektedir.9 

9 "The French Melting Pot: Immigration, Citizenship, and National Identity” (Fransız Eritme Kazanı: Göç, Vatandaşlık ve Millî Kimlik), Gérard Noiriel, Geoffroy de Laforcade tercümesi. (Orijinal ismi: “Le Creuset Français”), University of Minnesota Press, 1996. 000, p.160 

10 Alman Federal İçişleri Bakanlığı İstatistik Ofisi’nden Wikipedia’nın derlediği istatistikler: 

http://en.wikipedia.org/wiki/Demographics_of_Germany#cite_note-2005_Microcensus-1 

Almanya’da yaşayan Alman vatandaşlarının %9’u etnik Alman değildir. Federal Cumhuriyet’te yaşayıp da vatandaş ve Alman olmayanların nüfusa oranı da %8’dir. Toplam %17 etmektedir.10 

Bu yüzdeler Türkiye için verilenlerden çok farklı değildir, çoğunda da daha büyüktür.11 Ancak Batılı ülkelerin halkı, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, o devleti kuran milletin adıyla anılmaktadır. Kimse Yunanistan için “Üçgen etnik mozaik”, Fransa için “Altıgen etnik mozaik” ve Almanya için “Oval etnik mozaik” dememektedir. Niçin? Bunun tek cevabı o milletlerin ve millî devletlerin birinci sınıf ve iyi, Türklerin ve onların devletinin ise ikinci sınıf ve kötü olduğudur. 

11 Meselâ, Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi’nin desteklediği bir anketin sonuçlarına göre, Türkiye’de “Türk dili ve kültürü ile bir ilişkim yoktur” diyenler %2, Türk dili ve kültürünün kendisi için ikinci 
sırada geldiğini ifade edenler %8’dir: Hakan Yılmaz, “’Biz’lik, ‘Öteki’lik, Ötekileştirme ve Ayrımcılık: Kamuoyundaki Algılar ve 
Eğilimler”, 2010: 
http://hakanyilmaz.info/yahoo_site_admin/assets/docs/HYilmaz-Otekilestirme-02-İçerikselRapor.188160919.pdf 

Burada çarpıcı bir çifte standartla karşı karşıyayız. Görülmektedir ki postmodern jargonla Türkler, kesinlikle “Öteki”dir. Millet-etnisite anlayışının dışında 
da benzer çifte standartları bulmak kolaydır. Mesela “asimilasyon” sürecinin Türkler tarafından yapılma ihtimali varsa bu bir “insanlık suçu” dur. Fakat eski 
Alman İçişleri Bakanı Otto Schilly’e göre, eğer Almanlar tarafından uygulanacaksa, farklıdır: “Çift dilli sokak levhaları görmek istemiyorum… ana dili Türkçe olan homojen bir azınlığın gelişmesini istemiyorum. 
İçimizdeki Türkler, bizim kültür uzayımızda gelişmelidir. Herkesin ana dili Almanca olmalı veya 

Almanca haline gelmelidir; en iyi entegrasyon şekli asimilasyondur.”12 
12 Süddeutche Zeitung, 27.06.2002. Bakınız: 

http://www.hindu.com/lr/2004/07/04/stories/2004070400280200.htm 


Sınırları Değiştirmenin Politikası: Egemenlik Olmasın 

Peki, hâkimiyet veya egemenlik millete dayanmayınca ne olur? Gerçi TESEV anayasa raporu hâkimiyet ve egemenlik tabirlerine de karşıdır. Onların yerine 
“iktidar” kelimesini teklif etmektedir. Peki, “iktidar” diyelim, millete dayanmıyorsa ne olur? Halka dayanacaktır. Halk ise düzinelerle farklı etnik kökenden gelme heterojen bir gruptur. Anayasada hiçbir ideolojinin yer almaması gerektiğini söyleyenler aslında kendileri bir ideolojinin savunucularıdır. Bu radikal ideoloji, Türk toplumunu mesela Dubai Havaalanı transit yolcu salonu ahalisi gibi algılamaktadır. Bu halkın onu diğerlerinden ayırt eden hiçbir ortak niteliği yoktur. O halde bu ülkenin, bu devletin sınırlarını ne belirleyecektir? Irak’ta, Suriye’de daha önce İngilizlerin yaptığı gibi birileri ellerine cetvel alıp da mı sınır çizecektir? Hâkimiyet milletin değilse bunun önünde hiçbir engel yoktur. Sınır şuradan da geçebilir, buradan da… Din de sınır çizmek için bir kriter değildir. Bizim birçok “etnisitemiz” arasında din birliği bulunduğu doğrudur ama aynı etnisitelerin İran’la, Irak’la, Suriye ile de din birlikleri vardır. Bu düşüncelerin sonunda gelip “Sınır değiştirme politikası”na dayanması çok mümkündür ve muhtemeldir. 

“Hâkimiyet milletin değilse ne olur?” sorusunun bir başka cevabı da tarihte aranabilir. Millî devletlerden önce hâkimiyet prensliklerde ve imparatorluklardaydı. Millî devleti -batı dışında- yok etmenin bir sonucu da Batının yeniden imparatorluk tesisine izin verecektir. İmparatorluk için imparatorluğun toplam hâkimiyet sahası ve sınırları önemlidir, tabi ülkelerin birbiriyle sınırları veya toplam sahanın kaç siyasî birime bölüneceği değil. Bunlar ihtiyaca göre kolayca kaydırılabilir. Devletler doğru boya budanır ve sınırlar politikalar doğrultusunda değişir. 

Milletsiz devlette sınır sorusu, nereden bakarsanız bakın aynı cevaba çıkar gibi. 

Yeni Anayasa İsteyen Parmak Kaldırsın 

Müttefiklerimiz ve onların güdümündeki liberal, yani hürriyetçi(!) aydınlarımız, Türkiye’de herkesin yeni bir anayasa istediğini, beklediğini söylediler. Yaydılar… En acil işimiz buydu. Halk, “Yeni anayasa, yeni anayasa, yeni anayasa olmazsa biz ne yaparız?” diye ağlaşıp duruyordu. 

Türkiye’de az önce sözünü ettiğimiz müttefiklerimizin ve onların kompradoru dar menfaat gruplarının güdümündeki propaganda aletlerine -eskiden onlara 
“aparatçik” derdik- “aydın” tabir edilir. İyi koordine edildikleri ve iyi para harcadıkları için de propagandaları etkilidir. Cürümlerinden epey büyük 
yer yakarlar. Zaman zaman bizim arkadaşlarımızı da tesir altında bırakırlar. Geçen gün, Türk Milliyetçisi bir arkadaşım, şöyle bir ifade kullandı: “Yeni Anayasaya duyulan ihtiyaç, toplumsal kesimler tarafından dillendiriliyor…” İşte, diye düşündüm, güdümlü hürriyetçi aydınlarımızın menzili bu kadar uzun! 
Tamamen propagandaya dayalı, gerçek hayatla hiçbir ilgisi bulunmayan bir iddia, böyle, gerçekmiş gibi söylenebiliyor. 

Hangi toplumsal kesimler yeni anayasaya duydukları ihtiyacı dillendiriyor? Hakikaten çevrenizden, ”yahu şu anayasayı da bir an önce değiştirsinler de kurtulsak” diye bir talep kulağınıza geldi mi? Böyle bir talebi hissettiniz mi? Siz, kendiniz, böyle bir ihtiyaç içinde misiniz? 

Yeni anayasa, AKP’nin seçim kampanyasının vaatlerinden biriydi. Birincisi değildi. İkincisi de… Üçüncüsü de… Partiler, fikirleri ne olursa olsun zikirlerini, 
yani propagandalarını halkın taleplerine uygun şekilde hazırlamak zorundadırlar. Yeni anayasa halkın gündeminde ise ona vurgu yapmak zorundadırlar. Değilse, pek az bahsederler… Böyle de oldu. 

Peki, sübjektif olmayalım. Biraz daha ilmî konuşalım… Yeni anayasa kimin ne kadar umurunda? Hangi partide ne kadar gündemde? En fazla AKP’lilerin gündeminde olmasını bekleriz değil mi? CHP ve MHP’lilerden daha fazla. Üstelik Sayın Başbakanımız, seçimlerden sonra balkon nutkunda da yeni anayasanın ne kadar güzel olacağını anlatmış, “Bu, Roman, Kürt, Laz, Türk, Çerkez… herkesin anayasası olacak” mealinde methü senalar eylemişti. Evet, yeni anayasa, ona en çok sahip çıkan AKP seçmeninin ne kadar umurunda? Bu soruya oldukça objektif cevap verecek bir anket var elimizde: Ak Parti’nin seçim vaatleri ile ilgili, partinin resmî İnternet sitesinde yaptığı bir anket. AKP, kendisini taraftarlarına soruyor, “Seçim vaatlerimizden en çok hangisini beğendiniz?”. 

Buyurun size vaatlerin popülerlik sıralaması: 
. Milli Tank üretimi başlıyor. İlk Türk muharebe tankı 'Altay' için hazırlıklar son aşamaya geldi (232 puan) 
. Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz (208 puan) 
. İstanbul vaatleri (208 puan) 
. Tarımda dünyanın ilk 5'i arasında olacağız (208 puan) 
. Yüksek hızlı internet her yerde olacak. (208 puan) 
. İlk yerli uçağı uçuracağız. 2023'e kadar Türk yapımı uçaklar semalardaki yerini alacak. (187 puan) 
. Arıkopter (Türk helikopteri) uçmak için gün sayıyor. (182 puan) 
. Vize muafiyeti artacak. Türkiye'nin Şengen Vize sistemine dâhil edilmesi için girişimlerimizi sürdüreceğiz. (176 puan) 
. 1 milyon işsize iş. İşsizlik oranını yüzde 5'e indirmeyi hedefliyoruz. (46 puan) 
. Kısa ve öz, demokratik ve çoğulcu yeni anayasa yapılacak. (45 puan) 


Yeni anayasa iştiyakı son sırada! Hem de sıranın başıyla yeni anayasa arasında beş mislinden fazla puan farkı var.  
Peki, kim istiyor bu yeni anayasayı Allah aşkına? Şüphemiz bulunmayan istekliler şunlar: TESEV, BDP, İHD. Bu isteyenlere bakınca nedense PKK’nın da çok 
soğuk bakmayacağı içime doğdu. Ne dersiniz? 



***

YENİ ANAYASANIN ŞİFRELERİ

YENİ ANAYASANIN  ŞİFRELERİ 


Yapay Gündeme Yapay Başlık: Yeni Anayasa 
Prof. Dr. Meltem CANİKOĞLU 

Türk Millî Egemenliği sona ererken: Onlar Millet, biz değiliz 
Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ 

Milli Egemenliğimiz ve “Yeni” Anayasa 
Sadi SOMUNCUOĞLU 
Milli Düşünce Merkezi Başkanı 


Kasım 2011, Ankara 
Açıklama: 
GMK Bulvarı Özveren Sokak Nu:2/2 
Demirtepe Durağı Kızılay/ANKARA 
Tel: 0 (312) 231 31 94 – 95 Belgeç: 0 (312) 231 31 22 
www.millidusunce.org 
e-posta: bilgi@millidusunce.org 
Yayın Numarası: 3 
----------------------------------------- 

Baskı 
Matsa Basımevi: 0 (312) 395 20 54 
BA: 2.000 BT: Kasım 2011 


SUNUM 

Yıllardır anayasayı tartışıyoruz. Buna asırlardır da diyebiliriz. Tartışma 1808 Sened-i İttifak’la başlamış. 
Çözüm bekleyen meselelerimiz dağlar gibi yığılırken, bunlara çözüm arayıp bulmak yerine, çareyi devleti ve milleti biçimlendirmede aramışız. Bunun için de tılsımlı misyonlar yüklediğimiz büyülü bir anayasa sevdasının peşine düşmüşüz. 

Ah bu anayasa bir gelse, dost düşman neler yapacağımızı görecek, dünyanın en büyük gücü olacağız cinsinden nutuklarla ömür tüketilmiş. 
Adeta bir şiir yazmadığımız, ağıt yakmadığımız kalmış. 

Acıdır ki hala ders alıp akıllanamadık. Asıl engel biziz deme basiretini ve faziletini gösteremedik. Son yıllardaki tartışmalar da böyle. 1982 Anayasasının maddeleri son 30 yılda tam 136 defa değiştirildi, doymadık. Sanki tarih tekerrür ediyor. Üstelik bu defa “anayasanın ruhu“ dedikleri Türk Milletinin ve Devletinin kimliği hedef alınıyor. Kısaca Türkün egemenliğine tasallut var. 

Bu konuda 4 ayrı görüş tartışılıyor: 

1) Anayasaya “Kürt” kimliği girmeli. 
2) Anayasadan Türk kimliği çıkmalı ve bütün etnik gruplar aynı konumda olmalı. 
3) Türk kimliğine dokunulmamalı, yargı bağımsızlığı gibi konularda düzenlemeler yapılmalı. 
4) Bu Anayasaya dokunulmamalı. 

Bir de kavram uyuşmazlığı var. Bu da: Demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi, bireyle ilgili kavramların; milletin parçaları olan etnik/ırk, dil, din, mezhep gibi gruplara aitmiş gibi gösterilmesidir. Millet egemenliğinin bölüşülmesi için başvurulan bu saptırma, uzlaşmayı daha işin başında imkânsız hale getiriyor. 

Yine devlet-birey ilişkisinin doğru kurulması, bir diğer önemli meseledir. Toplum hayatında birey kendi hak, görev ve sorumluluklarının sınırlarını belirleyemez. Kişilerin millet bütünlüğü içinde birbiriyle, toplumla ve devletle ilişkilerinin kurallarını belirleyecek, denetleyecek ve müeyyide koyacak üstün bir otoriteye 
ihtiyaç vardır. O da devlettir. 

Millet egemenliğinin maddi ve manevi teşkilatı olan devletin temelleri ise, millete göre şekillenir. Milletin bir parçası olan etnisitelerin ortaklığına dayanan bir devlet kurulamaz, zorla kurulmuşsa da yaşatılamaz. Irak bunun son örneğidir. 

Nihayet, eğer bir egemenlik “adalet mülkün temelidir” esası üzerine bina edilmemişse, demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi değerlerin hiçbir anlamı kalmaz, sadece bir istismar aracı olur. 

İnsan fıtratının ruhu olan adaleti ve güvenliği esas almayan devlet yapısı da, aciz kalmaya mahkûmdur. 

 Sadi SOMUNCUOĞLU 
Milli Düşünce Merkezi Başkanı 
Yapay Gündeme Yapay Başlık: Yeni Anayasa 
Prof. Dr. Meltem CANİKOĞLU1 

1 İzmir Ekonomi Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve 21.yy Türkiye Enstitüsü Anayasal Düzen, Hukuk, Adalet Araştırmaları Merkezi Bilimsel Danışmanı 

ÖZET 

Bir anayasanın meşru bir anayasal yönetimin rehberi sayılabilmesi için taşıması gereken özellikler vardır. 
Türkiye için istenen anayasal çatının duvarları 2007 yılından beri adım adım örülüyor. Şu ana kadar yapılabilenler ve istenip de henüz yapılamayanlara baktığımızda yeni anayasa hamlemizin ardına saklı niyetleri okumak çok da zor olmamaktadır. 

Mevcut hukuku yok sayarak ülkenin emniyet ve yargıdaki kadroları eliyle yaratılan hukuki güvensizlik ortamı, suç ve suçluyu algılayış ve takipte yaratılan 
çifte standart, kişi güvenliği ilkesine aykırı uygulamalardaki cesaret ve keyfilik demokratik bir hukuk devletinde yaşadığımız konusunda haklı şüpheler doğurmaktadır. Yaşanan tüm bu olumsuzluklara paralel olarak, bu ülkede yüzde on gibi bir seçim barajının her şeye rağmen muhafazası için direnen ve bunu bir demokrasi sorunu olarak görmediğini ilân eden siyasi gücün yeni bir anayasa yapma heyecanını paylaşmak mümkün değildir. 

Bugün biz Türkiye’de adı “Kürt sorunu” olarak konulan sorunun çözümü için yeni devleti, yeni anayasayı, yeni anayasa ile inşa edeceğimiz yeni hukuk düzenini, bu hukuk düzeni içinde sorunu çözmesini beklediğimiz haklar ve özgürlükler reformunu konuşuyoruz. Yani bir yurttaşlar toplumunun değil, bir yurttaşlar kesiminin dayattığı gündem üzerindeyiz. Eğer bir anayasa için toplumsal uzlaşma aranacaksa, bu toplumsal uzlaşmanın dinamiği terör ve şiddet olamaz. Toplum korkutulmuştur, geleceği konusunda endişe taşımaktadır. İkrah ve gabin hukukta iradeyi sakatlayan etkenlerdir. Türk toplumunun iradesinin sakatlandı  ğı ve bu ortamda yapılacak bir anayasanın hiçbir şekilde toplumsal onay görmeyeceği, bu anayasa ile getirilen yeni düzenin de Türkiye’nin demokrasi sorununu çözemeyeceği apaçık bir gerçekliktir. 

GİRİŞ 

Türkiye, siyasi iktidarın tazyik ve tahrik ettiği sorunlar gölgesinde, bu sorunların çözümü için tek çare olarak gösterilen yeni bir anayasayı konuşuyor. Daha doğru bir ifadeyle üretilen yapay bir gündem üzerinde enerji tüketiyoruz. 

İşlevi devletin temel yapısını belirlemek, hak ve özgürlükleri güvence altına almak olan anayasalar, savaş ve darbe gibi olağanüstü dönemler dışında yenisiyle değiştirilmek üzere hedefe oturtuluyorsa aklımıza şu soru geliyor: Daha güvenceli bir hukuk sistemi oluşturabilmek ve demokratik parlamenter rejimi tahkim etmek için mi yeni bir anayasa istiyoruz, yoksa farklı bir zihniyetin kuşatacağı yeni bir rejimin hukukunu ve bu hukuka göre örgütlenecek yeni bir devlet ve toplum modelini yaratmak için mi yeni anayasayı konuşuyoruz? Daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha iyi yönetilen bir siyasal sistem, 
daha fazla refah, iyi işleyen bir ekonomi ve bunların kurumsal güvenceleri, toplumlar için meşru ve makul taleplerdir. Ama bunlar, mükemmel bir anayasa ile karşılanabilecek talepler veya ulaşılacak hedefler değildir. 

Bunlar ancak siyasal toplumun hedefi olabilir ve anayasalar da bu hedefin niyet belgesi olabilirler. 
Bunun için de öncelikle anayasacılık ilke ve hedeflerine uygun bir güçler ve kurumlar dengesinin bir anayasa ile nasıl kurulabileceğini konuşmalıyız. 

Türkiye için ne isteniyor? Anayasaya ve yasalara rağmen hapis tutulan üç milletvekili ile Anayasa ve yasalara rağmen milletvekili yapılmak istenen bir kişi üzerinden yaratılıp palazlandırılan bir sorunu çözmek bahanesiyle, önce mevcut anayasal yapı sökülecek sonra yeni devlet ve toplum yapısına hukuksal çerçeve 
oluşturacak yeni bir anayasa bu ülkeye giydirilecektir. Eşzamanlı olarak başkanlık hükümetinin, sözde Kürt sorununun çözümü için hazırlanan yeni raporun konuşuluyor olması tesadüf değildir. Dünyada başka hiçbir örneğini göremeyeceğimiz şekilde bu ülkede, yargılanıp mahkûm olmuş ve cezası infaz edilmekte olan bir terör örgütü liderinin mesajları üzerinden siyasi gündem oluşturulmaktadır. Yeni anayasa bu gündemin ilk ve en temel konusudur. İktidar çevreleri, mevcut hukukun yetersizliği, sistemi tıkayan krizlerin aşılabilmesi için Anayasa’daki bazı maddelerin ayıklanması gereğini, Anayasanın değişmez hükümleri üzerinden yaratılan çekişme ve anlaşmazlıkların acilen yeni bir anayasa yapmayı zorunlu kıldığını iddia ediyorlar. Bu iddialarını meşrulaştırmak için de toplumu gerecek her türlü malzemeyi ustaca kullanıyor ve kullandırtıyorlar. 

YENİ ANAYASA TARTIŞMALARINDA ÖN PLANA ÇIKARTILAN KONULARA DAİR AÇIKLAMALAR 

Son yıllarda anayasa konusunda yapılan tüm tartışmalar ve hazırlanan tüm taslakların dayandığı ana fikir de şu düşünce unsurlarından oluşuyor: 

A. Türkiye, anayasası yolu ile demokratikleştirilmelidir. 

B. Türkiye’de anayasanın ruhu demokratikleşmelidir. 

C. Türkiye’de sistem tıkanıklıklarının önünü açmak için anayasa hükümlerini yorum yoluyla değiştiren ve siyasi iktidarın elini bağlayan anayasal 
kurumların görev ve yetki haritası, yapılacak bir anayasa ile yeniden düzenlenmelidir. 


Sonuncusu ve bize göre mevcut anayasal rejimi esaslı biçimde sarsan değişiklik Mayıs 2010’da gerçekleştirildi. 

Bu noktadan sonra verili anayasal çerçevede, anayasanın ruhunu nasıl demokratikleştireceği miz ve Türkiye’yi anayasa yoluyla nasıl demokratik leştireceği miz çetrefil hatta çözümü imkânsız bir sorundur. Zaten sorun da Türkiye’yi demokratikleştirmek değil, yeni devlet modeline uygun bir anayasa kılıfı hazırlayarak, iktidarın politikalarına anayasal koridorlar açmaktır. 

Aslında Türkiye, 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana hiç bu kadar anayasanın tümüyle değiştirilmesi gerektiği noktasında bir ihtiyaç içinde olmamıştı. Yapılan değişikliklerle Anayasa’nın aldığı biçim o kadar iç karartıcıdır ki, demokratik bir toplumun ihtiyacı olan, ruhuna da demokrasi katacağımız bir anayasa, üzerine yeni yamalar ekleyeceğimiz 1982 Anayasası değildir artık. Bu 
anayasa içinde yapacağımız her yeni değişiklik iç tutarsızlığı daha da artıracaktır. Kaldı ki, yapılmak istenen anayasa ile hedeflenen, iç tutarsızlık sorununu çözmek de değildir. 

Anayasa çığırtkanları yeni rejim ve yeni devlet modeline kalıp arıyorlar. 

Anayasacılık teknikleri içinde üretilmesi düşünülen bu kalıbın meşru bir anayasal yönetimin rehberi sayılabilmesi için taşıması gereken özellikler vardır. 
Türkiye için istenen anayasal çatının duvarları 2007 yılından beri adım adım örülüyor. Şu ana kadar yapılabilenler ve istenip de henüz yapılamayanlara baktığımızda yeni anayasa hamlesinin ardına saklı niyetleri okumak çok da zor olmamaktadır. Devlet adına yetki kullanacak olan kişi ve kurumlar için anayasalarla çizilen sınırlara bakalım. Siyasal koşulların ve dengelerin anayasal yetkileri kullanan güçlere ne gibi roller yüklediğine bakalım. Anayasaya hangi hükümlerin konulup hangilerinin çıkartılmak istendiğine dikkat yönelterek kurumsal dengelerde yaratılmak istenen değişikliklerle neyin amaçlandığının ipuçlarını tutmaya çalışalım. Ülkesi ve halkı için daha fazla demokrasi isteyen bir siyasi iktidarın varlığını kanıtlayan herhangi bir delil göremiyoruz. 

Bir anayasa siyasi iktidarın elini güçlendirmek için değil, siyasi iktidarı sınırlandırmak amacıyla yapılmışsa anayasal bir devletin kurucu belgesi niteliğini kazanır. 
Bu sınırlamanın ise çeşitli yol ve yöntemleri vardır. En işlevsel olanları; yargının, muhalefetin ve kamuoyunun aydınlanmasını sağlayacak her türlü iletişim kanalının görevlerini gerektiği gibi yapmalarına fırsat verir nitelikte hükümleri anayasaya koymak, bir başka deyişle iktidarı sınırlayan güçlerin önünü açarak hak ve özgürlükleri güvence altında tutmaktır. 

Mevcut hukuku yok sayarak ülkenin emniyet ve yargıdaki kadroları eliyle yaratılan hukuki güvensizlik ortamı, suç ve suçluyu algılayış ve takipte yaratılan çifte standart, kişi güvenliği ilkesine aykırı uygulamalardaki cesaret ve keyfilik demokratik bir hukuk devletinde yaşadığımız konusunda haklı şüpheler doğurmaktadır. 
Yaşanan tüm bu olumsuzluklara paralel olarak, bu ülkede yüzde on gibi bir seçim barajının her şeye rağmen muhafazası için direnen ve bunu bir 
demokrasi sorunu olarak görmediğini ilân eden siyasi gücün, yeni bir anayasa yapma heyecanını paylaşmak mümkün değildir. 

Bugün Türkiye demokrasisini tehdit eden krizin en önemli nedenlerinden biri siyasi temsil kanalını tıkayan Seçim Kanunundaki bu tek maddenin değiştirilmemiş olmasıdır. Bu madde değişmediği, seçim barajı makul 
bir seviyeye inmediği sürece kaç kere anayasa yaparsak yapalım, anayasaya hangi maddeleri koyarsak koyalım Türkiye kaynamaya devam edecektir. 

Yaşanan sorunların kaynağına inmeden, gerçek nedenler üzerinde doğru tespitlere ulaşmadan, yapılacak yeni bir anayasada hak ve özgürlükleri en geniş şekilde tanımlayarak Türkiye’yi düze çıkarmak düşüncesi, anayasa yolu ile Türkiye’ye şekil verme niyet ve planının Tanzimat’tan bu yana korunduğunu gösteriyor. 
Devleti aşındırarak toplumsal yapının pekiştirildiği hiç bir model önümüzde olmamasına rağmen Türkiye yanlış yolda ilerlemeye devam ediyor. 
Oysa bir anayasanın hak ve özgürlükleri güvence altına almak kadar önemli ve öncelikli diğer işlevi bir yönetim çerçevesi oluşturmaktır. Anayasa, içinde 
demokratik süreçlerin işleyeceği bir devletin organizasyon şemasıdır aynı zamanda. 

O zaman sorun en gelişmiş, en kapsamlı hak ve özgürlük kataloğunu anayasaya yerleştirmekten daha fazla bir sorundur. 

Özgürlük siyasi bir sorundur ve bir demokraside özgürlük talep etmek, ortak yaşam alanımızın tüm bireyler açısından eşit paylaşılacak özgürlükler düzeni 
olarak dizaynında hukuku göreve çağırmak demektir. 

Çok bilinen ve söylenen “anayasa devlet odaklı değil, birey ve insan odaklı bir felsefeyle kaleme alınmalıdır” sözünün hiçbir anlamı yoktur. Hukukla tahkim edilmiş bir devlet çatısı altında kurulacak ve tüm bireyler arasında eşit ve adil paylaşılacak bir özgürlükler düzeninin manifestosu olan anayasanın odağında devlet olamayacağı gibi birey de olamaz. Anayasanın odağında birey veya devlet değil, evrensel değerlerle zenginleştirilmiş birkaç yüzyıllık anayasacılık geleneği ve bu geleneğin parçası olan “bir anayasa niçin yapılır?” sorusuna aranan cevaplar olmalıdır. Birey özgür olmak ister ama aynı birey, özgürlüklerini tehdit 
veya ihlâl eden tehlikelere karşı etkin ve duyarlı bir siyasi otoritenin sağlayacağı güvenliği de talep eder. 

Otorite kabul etmeyen özgürlük, keyfi özgürlüktür. Her bireyin veya toplumsal kesimin özgürlüğünü en aşırı uçlarda talep edebildiği ve bunun demokrasi adına 
teşvik edildiği yerde demokratik siyasetin oyun kuralları bozulmuş, bir anayasaya da ihtiyaç kalmamıştır. 

Felsefi bir özgürlük problemini değil, somut bir şeyi konuşuyoruz. Demokratik hukuk devletinin anayasasına hangi hak ve özgürlükleri koyacağımızı, bunların sınırlarını nasıl belirleyeceğimizi. Hak ve özgürlükler konusunda yapılan tartışmalar ağırlıklı olarak ülkemizde özgürlüğün felsefi kavranışı üzerinden gelişiyor. 
Yanlış bir yol üzerinde yürüyoruz. Özgürlüğü bir yaşam ve değerler alanı olarak görsek dahi (ki öyledir), yasalarla tanımlanan ve yasalarla korunan özgürlükler, demokratik bir hukuk düzeninin işlevselliği içinde anlam kazanır. Bu düzen ancak, eşitlik ve adalet değerleri çerçevesinde tüm bireylerin insan ve yurttaş olmaktan doğan haklı ve kabul edilebilir taleplerinin karşılık bulmasıyla kurulabilir. Bu da özgürlük sorununun, sadece siyasi iktidarın müdahalesi, tehlikesi değil, bireylerin ve toplumsal grupların birbirlerinin hak ve özgürlük alanlarına müdahalesi tehdit ve tehlikesi gerçeği de göz önünde bulundurularak düşünülmesi gerektiğini ortaya koyuyor. 

Modern anayasaların haklar ve özgürlükler konusundaki düzenlemeleri, hak ve özgürlüğün bireyin tasarrufundaki mutlak bir yetki olmadığını bize gösterir. Özgürlüklerin tanımlanmış ve koruma altına alınmış birer hak olarak anayasa larda yerini aldığı demokratik bir toplumda, hakların kötüye kullanılma ihtimali her zaman vardır. Yasal bir düzenleme olmasa dahi özgürlüğün doğasında sınır vardır ve bir özgürlük doğal sınırları içinde yaşanır. Her özgürlük niteliği gereği kendisi için farklı bir koruma alanı gerektirir. 

Ülkemizde yeni anayasa çığırtkanları özgürlük talebini ön plana çıkartıyor ve bu talebi liberal bir kurgu içinde sunuyorlar. 

“Bu düşünce içinde özgürlüklerin verilmesi nihai bir amaçtır, özgürlükler bir kez tanınırsa toplumdaki birçok sorun kendiliğinden çözülecektir. Rasyonel ve kendini geliştirme yolunda önündeki engellerden kurtarılmış birey, kendisi için en doğru olanı bulacak, bireysel olarak ulaşılan doğrular ise toplumsal doğruyu ve faydayı kendiliğinden gerçekleştirecektir. Bu bağlamda, örneğin, etnik grupların kültürel hak ve etnik aidiyete dayalı taleplerini birer özgürlük hakkı 
olduğundan bu bahisle tanımak, bu grupları silaha başvurarak ulaşmak istedikleri siyasi hedeflerden vazgeçirecektir. 

Ölçütlerini ve standardını Batı dünyasının belirlediği özgürlüklere sahip olmak, ileri demokrasi için gerekli ve yeterlidir.” 

Böyle bir özgürlük algısı ve savunusunun gözden kaçırdığı ya da hesaba katmadığı bazı önemli hususlar vardır. 
Örneğin, özgürlüklere sahip olmakla özgürlükleri kullanabilir olmak arasındaki ilişki kurulmamakta, özgürlüğün ancak bu iki boyutuyla var 
olabileceği hiç dikkate alınmamaktadır. Grup haklarına ilişkin özgürlüklerin kullanılmasında, toplumun tümünün ve siyasi yapının söz hakkı hiç hesaba katılmamaktadır. Liberal yaklaşım, özgürlüğün var olabilmesi için gerekli -sahip olma ve tasarruf etmekten ibaret- iki boyutu dikkate almadığı gibi, özgürlüğü, talep amacı ve kullanımı ile ortaya çıkacak sonuçlardan da bağımsız düşünmekte dirler. Oysa özgürlük taleplerinin arkasında yatan amaçlardan, bu özgürlüklerin kullanılması vasıtasıyla gerçekleştirilmek istenen çıkar veya ulaşılmak istenen amaçlardan bağımsız, soyut bir özgürlük talep ve savunusu olamaz. Talep ettiğimiz ve kazandığımız özgürlüklerle ne yapmak istediğimiz ve nasıl bir yaşam kurmayı amaçladığımız bu taleplerin değerlendirilmesinde mutlaka dikkate alınmalıdır. 

Bugün biz Türkiye’de adı “Kürt sorunu” olarak konulan sorunun çözümü için yeni devleti, yeni anayasayı, yeni anayasa ile inşa edeceğimiz yeni hukuk düzenini, bu hukuk düzeni içinde sorunu çözmesini beklediğimiz haklar ve özgürlükler reformunu konuşuyoruz. Yani bir yurttaşlar toplumunun değil, bir yurttaşlar kesiminin dayattığı gündem üzerindeyiz. Bu yurttaşlar kesimi, cumhuriyetin eşit yurttaşları olarak kendilerine anayasa ve yasalarla tanınmış olan hak ve özgürlükleri yetersiz buluyor ve liberal şemsiye altında cumhuriyetten ayrıcalık 
talep ediyorlar. Bu taleplerin anayasal olarak karşılanabilmesi için gerekli olan toplumsal mutabakatın demokrasi ayağını da siyasi iktidara dayandırıyorlar. Eğer bir anayasa için toplumsal uzlaşma aranacaksa, bu toplumsal uzlaşmanın dinamiği terör ve şiddet olamaz. Toplum korkutulmuştur, geleceği konusunda endişe taşımaktadır. İkrah ve gabin hukukta iradeyi sakatlayan etkenlerdir. Türk toplumunun iradesinin sakatlandığı ve bu ortamda yapılacak bir anayasanın hiçbir şekilde toplumsal onay görmeyeceği, bu anayasa ile getirilen yeni düzenin de Türkiye’nin demokrasi sorununu çözemeyeceği apaçık bir gerçekliktir. 

Diğer yandan, anayasaların varlık sebebinden, anayasacılığın tarihsel gelişimin den bağımsız olarak, anayasanın hangi hak ve özgürlükleri içermesi gerektiği konusunda yapılacak bir öneri temelsiz kalmaya mahkûmdur. Ancak, iktidarın kullanımının devlet organları arasında bölüştürüldüğü, kurulu düzenin hukukla tanımlandığı ve kontrol altında tutulduğu, uyuşmazlıkların hukuk aracılığı ile çözüme kavuşturulduğu bir normatif yapıda özgür ve hak sahibi bir birey olmak anlam kazanır. Bu bağlamda anayasanın temel amacı, işleyen bir hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla var etmek olmalıdır2. 

DİPNOT

2 Tanım ve anayasanın hukuk devleti ile ilişkisi için bkz. M.H.REDISH; The Constitution as Political Structure, New York-Oxford University, 1995, pp.3-21. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir. Aksini ileri sürmek kendimizi inkâr etmektir. Yapılan son değişikliklerle içyapısı bozulmuş olan 1982 
Anayasası yerine yenisi yapılabilir. İlk sorun, yeni anayasa ihtiyacımızın nedenleri konusunda uzlaşabilmektir. Terör desteğinde beslenip büyütülmüş 
Kürtçülük hareketini Kürt sorunu olarak ambalajlayıp yeni anayasa vasıtasıyla çözüme kavuşturmak gibi bir amacı bu topluma hiçbir güç benimsetemez. Ama demokratik rejime işlevsellik kazandıracak, toplumsal hafızayı 12 Eylül Askeri Darbesi’nin yol açtığı travmadan kurtaracak yeni bir anayasa istenebilir, düşünülebilir ve zaman içinde yaratılacak bir uzlaşma ile yapılabilir de. Biz yeni bir anayasa ile hukuk devleti kurmayacağız, var olan hukuk devletindeki işleyiş 
aksaklıklarını gidereceğiz, yapıyı tahkim edeceğiz. Anayasalar hukuki metinlerdir, ancak normatif çerçeve kazandırdıkları alanın siyaset olması nedeniyle hem hukukun hem de siyasetin ortak tartışma ve çekişme konusudurlar. Şimdi siyasetin aktörleri yeni anayasa istiyorlar ve anayasa hukukçularından görüş ve destek alıyorlar. Anayasa hukukçularının anayasacılık ve anayasal devlet geleneğinin sözcüleri olmak yanında, bu geleneğe sadakat borçları da olmalıdır. Dolayısıyla anayasanın hukuk devletinin garantörü olmasını istemeleri ve bunu sağlamanın çabası içinde olmaları doğaldır ve onlardan zaten bu beklenir. Fakat siyasetin aktörlerinin kendi alanlarındaki tartışmaları hukukun üstünlüğü ve bunu deyimleyen hukuk devleti üzerinden yapması ve anayasaların hukuk devletini kurma ve koruma misyonu üzerinden haklılık argümanları geliştirmeleri hukuk kavramının iç tutarlığını ve güvenilirliğini zedelemektedir. Her şeyden önce egemen olması istenen hukukun hangi hukuk olduğu yolunda bir anlaşma sağlanması gerekir. Tüm eylem ve işlemlerin kendisine uygun olması gereğine işaret edilen hukuk, yürürlükteki pozitif hukuk normları ile yasama usulleri ise, bu halde hukukun üstünlüğü başka bir statükonun 
meşrulaştırılmasından başka bir anlam taşımaz. Yasa koyucunun kendi yaptığı anayasaya kendi koyduğu usullerle ürettiği ve yine kendi yaptığı anayasayla 
mutlak üstünlük kazandırdığı hukuk, egemen olmasını istediğimiz hukuk değildir, bu hukuka göre örgütlenen, bu hukukla bağlı olan devlet de hukuk devleti değildir, sadece bir yasa devletidir. Ama eğer hukukun üstünlüğü ile kastedilen evrensel değeri haiz bir üst hukuk ise bu hukuku kimin yapacağı, siyasal iktidarı aşan bir güç ve yetkinin varlığına bağlı bir sorundur. 

Parlamento çoğunluğunu elde etmiş bir siyasi iktidarın kendi istek ve amaçları doğrultusunda anayasa yapma yetkisi olamaz, olmamalıdır. Böyle bir anayasa hukuk devletinin statüsü olmaz, ancak halk çoğunluğu adına egemenliğin sahibi olduğunu iddia eden bir siyasi ekibin, kendi tercihleri doğrultusunda yapmak istediği şeylerin zeminine döşenen kalıp veya üzerine giydirilen kılıf olabilir. Modern anayasacılık anlayışı, siyasal düzenin halktan kaynaklandığına ilişkin bir ön varsayım üzerine bina edilmiştir. Bu anlayış, ülkemizde yeni anayasa tartışmaları etrafında giderek büyüyen söylemin odaklandığı bir algıyı içerir: Halka dayanan bir sistemin halka rağmen işlemeyeceği yönündeki iyi 
niyetli ve doğrusal mantığa dayalı bu eksik ve hatalı algı, halk kavramının bulanık yorumları üzerinden geliştirilen tezlerle, anayasal sistemleri korumasız ve güvencesiz bırakmak tehlikesini de beraberinde getirmiştir. 

SONUÇ 

Bir anayasa, özgür bir demokratik düzenin hukuk çemberini oluşturabildiği ölçüde meşrudur. Böyle bir düzen ise ancak toplum içindeki tüm bireylerin 
birbirlerinin eşit hak ve yükümlülüklerine saygı göstermesi ve siyasal erkin de bu hak ve özgürlükler siperine uygun bir mesafede tutulması kaydıyla kurulabilir. 
Anayasa, içerdiği hak ve özgürlük güvenceleri ve devlet erkinin kullanımına ilişkin getirdiği düzenlemelerle, siyasi iktidarın olası keyfi müdahalelerine karşı örebildiği koruma duvarları ile demokratik toplum düzeninin inşasının aracıdır. 

En son anayasa değişikliği ile kat ettiğimiz mesafeyi anayasacılık adına hukuk devletine yaklaşmak mı, hukuk devletinden uzaklaşmak mı olarak görüyoruz, 
önce bunu konuşmalıyız. Eğer hukuk devletinden uzaklaşmışsak, eğer hak ve özgürlüklerin en temel güvencesi olan yargı ile ilgili her konuda (bağımsız 
yargı, doğal yargıç, tarafsız yargı vb.) her geçen gün endişelerimizi haklı kılacak somut örnekleri görüyor ve yaşıyorsak, basın özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü 
gibi en temel hak ve özgürlük alanlarında bu özgürgürlüklerin sahip olduğu anayasal korunaklara rağmen her gün yeni şeylere tanık oluyorsak, bunların 
yerleştikleri anayasa maddelerini biraz daha güzelleştirerek elde edebileceğimiz hiçbir şey yoktur. Diğer yönden yaşadığımız bu kadar derin ve kapsamlı 
insan hakları sorunları varken, insan haklarının söylem ve kapsam alanını daraltıp, yurttaşlık, kimlik, kültürel hak, anadil vb. konular üzerinde sürdürülen 
tartışmalar, demokratik hukuk devletini tahkim etmekten başka bir amaca, örneğin grup hakları ekseninde toplumu ve ona uygun siyasi modeli 
yeniden tanımlamaya yönelmiş tartışmalardır. 

Demokrasi arayışı içinde değiliz, yeni bir toplum modelini mümkünse demokratik araç ve yöntemlerle inşa etme arayışındayız. Sorunu dosdoğru ortaya 
koymak sağlıklı sonuçlara ulaşmak için gereklidir. 

Yeni bir toplum arayışının yöntemi, siyasi, dili, siyaset dilidir. Anayasa hukukçularının bu sürece sunacakları katkı, kendilerine sipariş edilen toplum modellerine en uygun anayasayı dikmek olabilir ancak. Bu da anayasa hukukçusunun işi olmadığı gibi, ona yakışan bir görev de değildir. 

Bizim rolümüz bu olmamalıdır. Tüm toplumsal kesimleri anayasacılık ilke ve hedefleri konusunda ortak bir zeminde birleştirecek bir düşünsel ortak 
payda yaratmak için çabalamak zorundayız. Yeterince çaba gösterirsek, bugün ülkemizde, anayasa adına yaşanan ve söylenenlerin, Türk Milletini hedef almış bir devletsizleştirme, kimliksizleştirme, anayasasızlaştırma operasyonunun gayriahlâki ve gayriinsani mizanseni olduğu konusunda insanlarımızı belki ikna edebiliriz. 

Yukarıda nedenlerine değinildiği üzere, anayasanın içeriği konusunda bir uzlaşma sağlanması zayıf bir ihtimaldir ya da sağlanacak uzlaşma ancak çok sınırlı olabilir. O zaman anayasacılık ilkeleri, anayasacılığın hedefleri ve anayasa teknikleri konusunda daha geniş bir uzlaşma yaratmak zorundayız ve bunu yapabiliriz. 

Konjonktürün ittiği bir zeminde, bazı kesimleri tatmin edecek şekilde, yeni bir toplum modeli yaratmak üzere anayasal rejimde revizyon yapmayı değil, demokratik hukuk devletini, hem iktidar hem de yurttaşlar açısından mümkün ve işlevsel kılan ve böylece toplumsal bütünleşmeye katkı sunabilecek anayasal 
formüller üretmeyi öneriyorum. Bu formüller salt anayasa metni içinde kalarak değil, anayasal devletin tüm hukuki zemininde üretilmelidir. Bu formüller üretilirken, anayasacılığın dün, bugün ve daima, siyasi iktidarı sınırlandırmak için ihtiyaç duyulan bir metin olduğu, hiç hatırdan çıkarılmamalıdır. Sınırlı devleti kurmak ve siyasi iktidarı kendi sınırları içinde tutmak amacıyla yapılmış anayasalar için bugün gündemde olan sorun, siyasi iktidarı gerçek anlamda sınırlamanın kural, kurum ve yöntemlerini yeniden düşünmek ve 
formüle etmektir. Buna siyasi sistemi yeniden yapılandırmak da diyebiliriz. 

Anayasaya toplumsal bütünleşmeyi sağlama gibi bir işlevi atfediyorsak, o zaman kendisine bunun altından kalkabileceği bir meşruiyet temeli ile tutarlı ve 
kapsamlı bir içerik kazandırmak zorundayız. Tüm toplumsal güçlerin, mümkün olan en geniş ölçüde anayasa yapım sürecine katılmasının sağlanması ön 
şart ve ilk aşamadır ve biz şimdi buradayız. TESEV, TOB, Barolar Birliği, TÜSİAD gibi kuruluşlar toplumsal uzlaşmanın varlığına bizi inandırabilecek kadar geniş 
bir toplumsal tabana dayanmıyorlar, siyasi iktidar da toplumsal tabanın değil ancak kendi destek tabanının sahibi ve sesi olabiliyor. Dolayısıyla, hali hazırda 
ortada uçuşan anayasa taslakları, çıkar gruplarının kendi içinde ve kendi üyeleri arasında uzlaşılan ilke ve değerleri yansıtabilir. Biz anayasa hukukçuları, tüm 
toplumsal kesimleri, anayasacılık ilke ve hedefleri konusunda ortak bir zeminde birleştirecek bir düşünsel ortak payda yaratmak için çabalamak zorundayız. 

Görevimiz budur ve bu kadardır. Yaratılacak ortak payda ise şudur: Devletin dayandığı temel felsefe, devleti yaşadığı coğrafyanın tüm koşullarına karşı 
tahkim eden örgütlenme modeli, toplumsal birliğini yasladığı yurttaşlık statüsü ve siyasi iktidar karşısında birey hak ve özgürlüklerinin güvence altıda 
tutulmasına ilişkin yoğun duyarlılık ve buna dayalı kurumsal önlemler, hep birlikte anayasanın kapsam alanındadır. Kısaca; milletimiz, özgür iradesiyle, 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü koruyacak bir örgütlenme modeli içinde demokrasisini geliştirecek ve 
güçlendirecek, hukuk devleti yapısını sağlamlaştıracak ve sadece bu amaçla anayasa yapacak veya değiştirecektir. 


******



4 Kasım 2017 Cumartesi

TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRI HAKARET EDENLERİ UYARIYORUZ

TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRI HAKARET EDENLERİ UYARIYORUZ


Yayin Tarihi 29 Mart, 2013 
SİYASİ TEBLİĞİMİZ DIR,

Türk Milleti adına 3 Maddelik Çağrı

Türk Milleti ifadesinin Anayasa’dan çıkartılması hazırlıklarına karşı ayağa kalkan 300’ün üzerinde bilim, devlet, siyaset ve edebiyat insanı ile emekli askerler ve çeşitli 
sivil toplum örgütlerinin yöneticileri bir bildiri yayınlayarak, “Atatürk’ün kurduğu milli devlet yapısı ortadan kaldırılamaz” uyarısında bulundu.

300’E YAKIN İSİM AYNI LİSTEDE

İmralı süreci çerçevesinde “Akil İnsanlar” Projesi tartışılırken, aralarında edebiyatçı yazar Alev Alatlı, Tarihçi İlber Ortaylı, Abdullah Öcalan Davası Savcısı Talat Şalk, Emekli Org. Edip Başer, Eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Mümtaz Soysal, Yaşar Okuyan, Şükrü Sina Gürel’in yanı sıra çok sayıda akademisyen, siyasetçi, bürokrat ve işadamının bulunduğu 300’e yakın isim “Türk Milletine çağrı” başlıklı bir duyuru yaptı.

HAKARET EDENLERİ UYARIYORUZ

3 Maddeden oluşan ve “ Türk Milletine Çağrı ” başlığını taşıyan bildiri, Ankara’daki Sürmeli Otel’de gerçekleştirilen bir toplantı ile duyuruldu. Bildirinin tertip komitesinde 
Prof. Dr. Mustafa Kafalı, Prof. Dr. Bican Ercilasun, Prof. Dr. Ümit Özdağ, Prof. Dr. İskender Öksüz ve Sadi Somuncuoğlu yer aldı. “Aşağıda imzası bulunan bizler 
Türk Milleti’nin aklı selimine sesleniyor, Tarihin bu dönemecinde Türk milleti adına hareket edenleri uyarıyoruz!” diye başlayan bildiriyi imzacılar adına İskender Öksüz  okudu.

3 MADDELİK BİLDİRİ AÇIKLANDI

1- Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve sahibi olan Türk milletinin adı, vatandaşlık tarifinden ve Anayasa’dan çıkarılamaz.

2- Devletimizin eşit ve şerefli üyeleri olan aziz vatandaşlarımız, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamaz

3- Anadolu coğrafyasında Selçuklu ile başlayan Osmanlı ile devam eden Türk Milleti’nin kesintisiz egemenliğini esas alan büyük Atatürk’ün kurduğu milli devlet yapısı ortadan kaldırılamaz.



İŞTE LİSTEDE YER ALAN O İSİMLER;

AKADEMİSYENLER

Prof Dr Halil İnalcık Bilkent Ünv.

Prof.Dr. Ahmet Bican Ercilasun

Prof Dr İlber Ortaylı

Prof Dr İskender Öksüz

Prof Dr Anıl Çeçen

Prof Dr Mustafa Kafalı

Prof Dr Ethem Ruhi Fığlalı Eski Muğla Üniv.Rektörü

Prof Dr Gökhan Çapoğlu ANSAY Genel Başkanı, eski Milletvekili, Öğretim Üyesi

Prof Dr Enis Öksüz Eski Ulaştırma Bak.

Prof Dr Hasan Ünal Öğretim Üyesi

Prof Dr Sina Akşin

Prof Dr Umay Türkeş Girne Amerikan Üniversitesi

Prof Dr Tuncer Gülensoy

Prof Dr Yumni Sözen

Prof Dr Zeki Aslantürk

Prof Dr Ahmet Gökçen

Prof Dr Ahmet Çolak Öğretim Üyesi

Prof Dr Atilla Aydınlı Bilkent Ünv

Prof Dr. Ayşe Filiz Yavuz

Prof Dr Ahmet Yörük İstanbul Ünv

Prof Dr Aydın Durmuş

Prof Dr Abdurrahman Güzel Başkent Ünv

Prof Dr Ali Pancar 19 Mayıs Ünv

Prof Dr Beşir Şahin Çukurova Ünv.

Prof Dr Bilge Ercilasun

Prof Dr Bige Sükan

Prof Dr Cevat Güray

Prof Dr Cemal Kurnaz Gazi Ünv

Prof Dr Çetin Çelenk

Prof Dr Doğan Kargül

Prof Dr Erdem Koç

Prof Dr Güzide Turanlı

Prof Dr Güler Somer

Prof Dr Hanım Halilova

Prof Dr Hasan Önder

Prof Dr İbrahim Tellioğlu 19 Mayıs Üniversitesi

Prof Dr Haluk Tokuçoğlu Dekan Sağlık Bak. E. Müsteşarı

Prof Dr İbrahim Öztek Öğretim Üyesi

Prof Dr İbrahim Uzmay

Prof Dr İsa Özkan Gazi Ünv.

Prof Dr İnan Güler Gazi Ünv.

Prof Dr Kazım Kopraman

Prof Dr Kaan Aydos Öğretim Üyesi

Prof Dr Kenan Erzurumlu 19 Mayıs Ünv.

Prof Dr Kemal Üçüncü

Prof Dr Kadir Aydın

Prof Dr Lütfi ÇÇakmakçı

Prof Dr Metin Karaörs

Prof Dr Mahir Nakip Erciyes Ünv

Prof Dr Mahmut Şahin 19 Mayıs Ünv

Prof Dr Mustafa Arıca

Prof Dr Necdet Altuntop Erciyes Ünv.

Prof Dr Nergiz Biray Pamukkale Üniversitesi

Prof Dr Nizamettin Aktay Gazi Üniversitesi

Prof Dr Nurullah Çetin DTCF.

Prof Dr Peruze Çelenk Ondokuzmayıs Üniversitesi

Prof Dr Taciser Konuk Ankara Üniversitesi

Prof Dr Reşat Genç E.Atatürk Yüksek Kurulu Bşk.

Prof Dr Ahmet Saltık Ankara Üniversitesi

Prof Dr Sabri Sümer Emekli

Prof Dr Sabri Çaklı İzzet Baysal Ünv.

Prof Dr Süleyman Hayri Bolay Emekli

Prof Dr Saleh Sultansoy TOB Üniversitesi

Prof Dr Ömer Aksu

Prof Dr Rıza Ayhan Eski Gazi Üniv. Rektörü

Prof Dr Ruşen AYTAÇ Öğretim Üyesi

Prof Dr Selahattin SarıBeykent Ünv. Rektör Yard.

Prof Dr Sacit Turanlı Öğretim Üyesi, Dekan

Doç Dr Murat Hatipoğlu,

Doç Dr Mustafa Aksoy Öğretim üyesi

Doç Dr Kenan Kırkpınar Öğretim Üyesi

Doç Dr Kutluk Kağan Sümer Öğretim Üyesi

Doç Dr Mustafa Çağatay Tufan

Doç Dr Halil Turgut Öğretim Üyesi

Doç Dr Özgü Günay Gazi Üniversitesi

Doç Dr Reyhan Ersoy Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

Doç Dr Ramazan Amanvermez

Doç Dr Nuri Aydın Kama

Doç Dr Soner Çankaya Ordu Ünv.

Doç Dr Serkan Şen 19 Mayıs Ünv.

Doç Dr Sait Yılmaz Öğretim Üyesi

Doç Dr Ezgi Günay Gazi Üniversitesi

Doç Dr Cüneyt Çırak

Doç Dr Alp Aslan Kıraç

Doç Dr Ertan Sait Kurtar 19 Mayıs Ünv.

Doç Dr Fatma Gülşen

Yrd Doç Dr Sakin Öner Öğretim Üyesi

Yrd Doç Dr Sevil Sargın Öğretim Üyesi



SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ



Prof Dr Mehmet Öz Türk Ocakları Genel Başkanı

Prof Dr Mustafa Erkal Aydınlar Ocağı Gen. Bşk.

Prof Dr Ümit Özdağ 21.YY.Türkiye Enstitüsü Başkanı,Gazi Üniversitesi

Sadi Somuncuoğlu Milli Düşünce Merkezi Genel Bşk. Devlet eski Bakanı.

Şakir Altıntaş Afyon Oğuz Boyu Yörük Türkmen Der.Bşk.

Şerafettin Demir Ankara Seymenler Kulübü Dern. Gnl. Bşk.

Fahrettin Beşli Yörük Türkmen Der.Federasyon Bşk.

Alper Tunga Bacalan Avukat, Antalya Barosu Bşk.

Yakup Atasıtürk Dünya Kargın Türkmenleri Dern. Gnl. Bşk.

Ekrem Aksoy Mühendis, Ülkü-Tek Genel Başkanı

İbrahim Doğan Türkiye Sağlık Çalışanları Eğitim ve Dayanışma Vakfı Genel Bşk.

İsrafil Çelik Türk Aydınları Vakfı Genel Bşk.

Prof Dr K.Tuncer Çağlayan Türk Ocağı Samsun Şubesi Bşk.

Dr Levent Başyiğit Isparta Türk Ocağı Bşk.

Hamit Köse Şehit Aileleri Federasyon Bşk.

Halit Can Maltepe Türk Ocağı Bşk.

Ertuğrul Toygar Samsun Yörükleri Day.ve Kült.Der. Bşk.

Ali Şahin Fevzioğlu İnş.Yük. Müh.-Kayseri Tic.Odası Meclis Bşk.V.

Adnan Öztürk Erciyes Ün.250 Üyeli Öğr.Üyeleri Der. Bşk.

Hüseyin Özbek Avukat, İstanbul Barosu Genel Sekreteri

Mehmet Karataş Konya Ülkü Bir Genel Bşk.

Hasan Salih Akkurt Büyük Çekmece Türk Ocağı Bşk.

Hamit Saraç Bursa T ürk Ocağı Şubesi Bşk.

Türkan Hacaloğlu Ankara Türk Ocağı Şubesi Bşk.

Doç Dr Bayram Durbilmez Kayseri Türk Ocağı Şubesi Bşk.

Aygutşat Selçuk Kocaeli Türk Ocağı Başkanı

Müfit Öner Milli Düşünce Merkezi Gen. Bşk. Yrd. E.Genel Müdür

Mustafa Öztürk Bilgiyurdu Eğt.Kültür Der.Bşk.

Mustafa Dağ Dağder Genel Bşk.

Hasan Hüseyin Namaz Kütahya Yörük Türkmen Dernekleri Bşk.

Yusuf Yılmaz Konya Yörükleri Der. Bşk.

Durhasan Koca Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı

Nesrin Günel İçay Diş tabibi, Yörükler Türkmenler KültürDerneği Genel Başkanı

İzzet Polat Arolat ADD Genel Sekreteri

Mesut Erdoğan Avukat, Nevşehir Türk Ocağı Şubesi Bşk.

Nihat Kula Ertuğrul Gazi Kültür Derneği Başkanı

Özkan Hüseyin Prof. Dr. Batı Trakya Türkleri Arş.Merkezi Bşk.



SİYASETÇİLER



Prof Dr Özcan Yeniçeri Ankara Milletvekili

Hasan Celal Güzel Eski Milli Eğitim Bakanı

Hüsamettin Cindoruk Eski TBMM Başkanı, siyasetçi, Hukukçu

İlhan Kesici Eski Bursa Milletvekili-İktisatçı

Osman Pamukoğlu HEPAR Genel Başkanı

Prof Dr Hüsnü Yusuf Gökalp Eski Tarım Bak. Sivas Milletvekili

Prof Dr Mümtaz Soysal E.Dışişleri Bakanı

Prof Dr Abdülhaluk Çay Eski Devlet Bakanı, Çorum Milletvekili

Saffet Arıkan Bedük Eski Ankara Milletvekili, Vali

Şükrü Sina Gürel Prof. Dr. Eski Dışişleri Bakanı

Ramazan Mirzaoğlu Eski Bakan, Kırşehir Milletvekili, Prof. Dr.

Ufuk Söylemez Eski Devlet Bakanı

İlhan Aküzüm Eski Turizm ve Devlet Bakanı, Ankara Mv.

İlker Tuncay Eski Tarım Bakanı, Ankara/Çankırı Milletv.

İbrahim Yaşar Dedelek Eski Devlet Bakanı, Eskişehir milletvekili

Yaşar Okuyan Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Yalova Milletvekili,

Mustafa Gazalcı E. Denizli Milletvekili

Hasan Ali Tutkun Eski Amasya Milletvekili,

Osman Doğan Eski Şanlı Urfa Milletvekili,

Şamil Ayrım Eski Iğdır Milletvekili,

Şamil Kazokoğlu: Eski Bolu Milletvekili

Şahin Mengü Eski Manisa Milletvekili, Hukukçu

Barış Bilgin Dilmen Yurt Partisi Genel Bşk. Yrd.

Abdülkadir Baş Eski Nevşehir Milletvekili,

Hüsnü Sıvalıoğlu Eski Balıkesir Milletvekili

Hüseyin Avni Güler E. Milletvekili

Halil İbrahim Oral Bitlis E. Mv.

Mehmet Ceylan Eski Sivas Milletvekili, İş Adamı

İbrahim Yılmaz Kayseri E. Milletvekili

Miraç Akdoğan Malatya E. Milletvekili

Nihat Gökbulut Eski Kırıkkale Milletvekili,

Nihat Harmancı Eski Konya Milletvekili

Osman Seyfi E. Milletvekili

Rahmi Sezgin 21.Dönem İzmir Mv.TPD İzmir Şube Bşk.

Adil Aşırım Eski Iğdır Milletvekili,

Ali Er Eski İçel Milletvekili,

Yusuf Kırkpınar Eski İzmir Milletvekili

Ali Nejat Ölçen E. İstanbul Milletvekili

Baki Tuğ E.Hak.Alb. Eski Bakan, Ankara Milletvekili

Edip Özbaş Eski K.Maraş Milletvekili, Hukukçu

Erdal Karademir 22. Dönem İzmir Milletvekili

Esat Bütün K.Maraş E. Milletvekili

Aslan Ali Hatipoğlu Eski Amasya Milletvekili,



GAZETECİ VE YAZARLAR



Alev Alatlı

Yavuz Bülent Bakiler Şair, Yazar

Emine Işınsı Yazar

Mustafa Mutlu Vatan Gazetesi

Rıza Zelyut Güneş Gazetesi

Aslan Tekin Yeniçağ

Yılmaz Dikbaş Yazar

Ahmet Yabuloğlu Yeniçağ Gazetesi İcra Kurulu Başkanı

Ahsen Batur Yazar, yayıncı

Ahmet Say Müzik Eğitimcisi ve Yazarı

Arslan Bulut Gazeteci, yazar, hukukçu

Müyesser Yıldız

İkbal Vurucu Gazete2023

Mustafa Arslan

Mustafa Turgay Tüfekçioğlu Araştırmacı-yazar

Ömer Faruk Beyceoğlu Töre Dergisi

İbrahim Metin Araştırmacı, Yazar

***