KÜRESELLEŞME, MODERNİTE VE DEMOKRASİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI 2009 VE SONRASI., BÖLÜM 1
E. Fuat Keyman*
* Prof. Dr., İstanbul Politikalar Merkezi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Sabancı Üniversitesi
ÖNSÖZ
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir.
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır.
Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.
Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.
Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.
Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.
Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman
GİRİŞ
Zbigniew Brzezinski 1997’de yayımlanan etkili Büyük Satranç tahtası: Amerika’nın Küresel Üstünlüğü ve Jeo Stratejik Çıkarları adlı kitabında “Türkiye ve İran sadece önemli jeo-stratejik oyuncular değildir, iç koşulları bölgeye çok büyük etkisi olan jeopolitik merkez noktalarıdır. Her ikisi de orta-ölçekte kuvvetler olup bölgesel isteklere ve kendilerinin tarihsel olarak önemli olduğu duygusuna sahiptir” demiştir 1.
Tabi ki, 1997’de Brzezinski’nin bunu belirttiğinden itibaren Türkiye’de ve dünya politikasında radikal değişiklikler olmuştur.
Ancak, üstünde duracağım gibi, Brzezinski’nin Türkiye hakkındaki teşhisi ve bir ülkenin “iç koşullar”ı ve “dış politika kimliği/davranışı” arasındaki bağlantısı hakkında hatırlatması doğruluğunu korumuştur. Türkiye’nin “jeopolitik merkez” ve bölgesel rolü geçen yıllarda dünya politikasında daha da önemli hale gelmiştir. Uluslararası toplum tarafından Türkiye’nin Ortadoğu’da barışa ve istikrara katkıda bulunmasından, terörizme ve köktenciliğe karşı etkin bir rol oynamasına kadar, yeni bir enerji merkezi olmasından diyalog, tolerans ve beraber yaşama üzerine kurulu bir dünya vizyonunu hedefleyen “kültürlerarası diyalog inisiyatifi”nin mimarlarından birisi olmasını da içinde barındıran proaktif, çok boyutlu ve yapıcı bir dış politika izlemesi beklenmiştir 2.
Bu yüzden, Türkiye ve çağdaş tarihine olan ilgi artmıştır. Ayrıca, bu küresel ilgi sadece Türkiye’nin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkas bölgelerinde, jeopolitik bir güvenlik noktası işlevine sahip güçlü bir devlet olmasından değil, aynı zamanda da çoğunluğu Müslüman olan bir toplumsal oluşumda, seküler anayasal düzeni ve demokratik yönetişimi kurma çabasından kaynaklanmaktadır.3
Soğuk Savaş’ın bitimi Türkiye’nin dış politikasında “tampon devlet” kimliğinin bitişi anlamına gelmekteydi- dünya politikasında Türkiye’nin jeopolitik pozisyonuna dayalı olan bir kimlik 4. 1990’lardan itibaren, Türkiye yeni bir kimlik arayışındaydı, Ahmet Davutoğlu’nun da doğru bir şekilde belirttiği gibi, bu yeni kimlik yapıcı ve daha etkin bir dış politika davranışı gerektirmekteydi. Ayrıca, dünya daha küresel, bağlı, riskli ve stratejik derinliğe sahip olmaya başladıkça, bu yeni dış politika kimliği jeopolitikanın dışında kimlik ve ekonomiyi de kullanmaya başladı.5.
Bu yüzden, bugün jeopolitika, modernite ve demokrasi Türk dış politikasının ana parçalarını oluşturmaktadır. Türkiye’nin dış politika kimliğindeki ve davranışın daki bu değişiklikler küresel ve genel söylemlerde Türkiye’nin “dünya politikasının anahtar ve merkez bir oyuncusu” olduğu şeklinde algılanmıştır. 6.
Burada önemli olan Türk dış politikasındaki proaktif, yapıcı ve çok boyutlu etkinliği çerçeveleyen, stratejik derinliğe anlam veren ve Türkiye’ye artan küresel ilgi ve dikkat yaratan “yumuşak gücün” artan görünürlüğü ve rolüdür.-bu güç, askeri ve jeopolitik kapasiteden gelen “sert ve jeopolitik güç”e eklenmektedir 7.
Tabi ki, yumuşak güç- Türkiye’nin kendisini çok kültürlü, demokratik ve çoğulcu yapmasındaki süregelen hatalarına rağmen modernitedeki ilginç ve önemli gezisinden, demokrasiyi yerleşmiş ve derinleşmiş yapmasındaki hatalarına rağmen demokrasiye politik olarak kararlılığından, insan-gelişiminde devamlılığı olan bir ekonomi olmasındaki sorunlarına rağmen ekonomik dinamikliğinden ve kendisini gerçekçi ve etkin yapamamasına rağmen proaktif, sorun çözücü ve diyalog tabanlı komşuluk diplomasisinden gelmektedir. Yakın geçmişteki Türk
dış politikasının bütün bu nitelikleri, gelecek sayfalarda üzerinde duracağım gibi, sadece Türkiye’ye olan ilginin artmasına neden olmamış, Türkiye’nin geleneksel jeopolitik öneminin yanında yumuşak güç barındıran bölgesel güç statüsüne sahip anahtar ve merkez bir ülke olarak algılanmasını da sağlamıştır. Birçok dış politika analisti tarafından da belirtildiği üzere, Türkiye jeostratejik önemi, modernitesi, demokrasisi ve ekonomisisiyle- ki bunların hepsi Türk dış politikası kimliğinin proaktif, çok boyutlu ve yapıcı olmasının politik ve söylemsel tabanını
oluşturmuştur- bölgesel ve merkez bir aktördür.8
Bu makalede, “Küreselleşen Dünyada Türkiye” adlı araştırmama dayanarak, Türkiye’ye merkez devlet/alternatif modernite olarak artan ilginin ve dikkatin Türkiye’nin sert gücünden ziyade yumuşak gücünden kaynaklandığını belirteceğim 9.
2009 yılında bu güç giderek ortaya çıktı, hatta güçlendi. Aşağıda yapacağım Türkiye algılamaları analizi, bu kimliğin, hem farklı boyutlarını, hem de giderek
güçlendiğini ortaya koymaktadır. Türkiye’nin, yumuşak güç olarak, kilit ülke ve bölgesel güç konumunun tarihsel bağlamı, şüphesiz ki, 11 Eylül sonrası dünya ve küreselleşmenin ekonomiden teröre ciddi bir çalkantı dönemine girmesidir. Gerçekten de, Brzezinki’nin Büyük Satranç Tahtası’nın işaret ettiği Soğuk Savaş sonrası dönem, Türkiye’yi dünya politikasının önemli bir aktörü haline getiren küresel değişikliklere ve değişimlere anlam vermektedir 10.
Lenore Martin’in Türk Dış Politikası’nın girişinde belirttiği gibi
“Yirminci yüzyılda uluslararası ilişkileri şekillendiren tektonik güçler-Sovyetler Birliği’nin çökmesi, Balkanlar ve Avrasya’da etnik çatışmalar, büyüyen köktendinci İslam, ulusal ekonomilerin küreselleşmesi, sivil toplum ve demokratikleşme için artan talepler- Türkiye’yi jeostratejik alanda daha bir merkez role itmiştir. 21. yüzyılın başındaki şoklar, 11 Eylül olayları, Batı karşıtı terörizmin yayılması ve Amerika’nın Irak işgali ve NATO ve BM’de çatlayan fikir birliği Türkiye’nin kritik rolünü doğrulayan ve daha karmaşık hale getiren zorluklar olmuştur.” 11
Graham Fuller de benzer olarak Yeni Türk Cumhuriyeti adlı kitabında Türkiye’yi Müslüman dünyasında merkez bir devlet olarak tanımlamaktadır.
Proaktif dış politika oluşumunun küresel ilgi ve dikkat çekerek Türkiye’nin
11 Eylül sonrası dünyada bölgesel bir kuvvet haline geldiğini belirtmektedir.12
Fakat küresel değişiklikler ve dönüşümler küreselleşen dünyamıza risk ve belirsizlik getirmiştir. Bu belirsizlik Stephen Larrabee ve Ian Lesser’in Türk dış politikası hakkındaki yeni çalışmalarını Belirsizlik Çağında Türk Dış Politikası olarak adlandırmalarına neden olmuştur.13
Proaktif, yapıcı ve çok-boyutlu Türk dış politikası ve Türkiye’ye artan küresel ilgi Türkiye’nin daha demokratik, daha küresel ve Avrupa’ya daha fazla eklemlenmiş olmasını direk sağlamamaktadır. Kuzey Irak ve Kürt Sorunu karşısında artan güvenlik tabanlı dış politika söylemi ve yükselen milliyetçilik risk ve belirsizlik karşısında Türkiye’nin 11 Eylül sonrası dünyada daha fazla milliyetçi ve içe bakan güçlü bir devlet olabileceğini de göstermektedir. Larrabee ve Lesser bu bağlamda şunu belirtmektedir:
“Türkiye Batı algısında merkez bir durumda olabilir, transatlantik ilişkilerdeki belirsizlik Ankara’da görülen “Batı” kavramının netliğini bozmaktadır. Bundan öte, Türkiye kendi dış politikasının ve güvenlik politikalarının yönünü ve enerjisini etkileyen ciddi politik, ekonomik ve sosyal baskılar hissetmektedir. Olasılıklar oldukça geniştir, daha küreselleşmiş bir Türkiye’den, Avrupa’yla ve Batı’yla daha fazla eklemlenmiş olan bir Türkiye’ye, anahtar bölgelere çok taraflı bir politikayla yaklaşan bir Türkiye’den, daha milliyetçi ve içe bakan Türkiye’ye, daha kısıtlı ve tek taraflı bölgesel politikalar izleyen bir Türkiye’ye kadar.”14
Larrabee ve Lesser’e dayanarak Türkiye’deki iç güçlerin demokrasi ve modernite hakkında yapacağı seçimin Türkiye’nin daha küresel ya da içe bakan milliyetçi bir devlet olup olmayacağına karar vereceğini belirteceğim. Türkiye, yerleşmiş demokrasisiyle ve çokkültürlü modernitesiyle yumuşak gücünü ve merkezi durumunu 11 Eylül sonrası dünyada koruyabilir. Ya da dış politikasında ve iç politikasında sadece jeopolitiğe, güvenliğe ve tek taraflılığa odaklanarak içe bakan ve millyetçi bir Türkiye olacaktır. Bu nedenle modernite ve demokrasi süreklilik arz eden bir Türk dış politikası için anahtar etkenler olacaktır.
Yakın geçmişteki tartışmalar Türkiye’nin proaktif devlet davranışının gerçekçilik, verimlilik ve etki gücüne sahip olacağı bir “ana eksene”gerek olup olmadığını da içermiştir. Burada dört noktayı vurgulamak önemlidir:
(a) Avrupa Birliği (AB)’yle ana ekseni demokratikleşme olan proaktif bir dış politika
(b) Amerika’yla ana ekseni güvenlik olan proaktif bir dış politika
(c) Türkiye-Avrasya ilişkilerine ana ekseni enerji-ekonomi-güvenlik olan proaktif bir dış politika ve
(d) ana ekseni olmayan, ulus-devlet temelli bir dış politika (bağımsızlık ve pragmatism) 15.
Bu seçenekler Türkiye ve Türk dış politikası hakkında değişik vizyonu olan kişiler tarafından öne sürülmüştür.
Türk dış politikasını devam edebilir, gerçekçi ve etkin yapmak, Türkiye’nin yumuşak gücüne daha fazla dayanmak, ve Türk modernitesini, çok kültürlü ve çoğulcu yapmak ve Türk demokrasisini yerleştirme ve derinleştirmek için Türkiye-AB ilişkileri proaktifliğin ana ekseni olarak kabul edilmeli ve uygulamaya konulmalıdır. Diğer seçeneklerle karşılaştırıldığında Türkiye veAB ekonomik, politik, tarihsel, kültürel bağlamda ve demokrasi, kimlik, güvenlik ve ekonomi alanında sistem dönüştüren coğrafi olarak kurgulanmış derin eklemlenme
ilişkilerine sahiptir. Bugün, güven sorunlarına ve ilişkinin geleceğine dair hissedilen belirsizlik ve güvensizlik duygusuna rağmen, AB- tam üyelik çapası Türk devleti ve Adalet ve Kalkınma Partisi (buradan sonra AK Parti) tarafından Türk dış politikasının ana ekseni olarak düşünülmeli ve hesaba katılmalıdır.
Aşağıda, 11 Eylül sonrası dünyanın kısa bir değerlendirmesini yapacağım ki bu Türkiye’ye yönelik küresel ilginin analitik tabanını oluşturacaktır. Sonra Türkiye’nin dış politikasını ve yöneliminde daha proaktif, yapıcı ve çok boyutlu olması beklentisine dayanan 11 Eylül sonrası dünyadaki küresel akademik ve genel söylemde Türkiye hakkında bazı kimlik tabanlı algılamaları sunacağım. Ayrıca, Türkiye hakkındaki bu kimlik-tabanlı algılamalar yumuşak güç ve Türkiye’nin yumuşak gücünün Türk dış politikasının kaynağı olduğu kavramına bağlıdır. Son olarak, demokratik konsolidasyon bir elde ve Türkiye-AB tam üyelik ilişkileri bir elde, devam edebilir, gerçekçi ve etkin bir dış politika için gerekli ve dış politikayı oluşturan parçalardır.
11 Eylül Sonrası Dünyada Türkiye.,
11 Eylül terörizminin dünyamıza getirdiği çok olumsuz etkileri mevcut uluslararası ilişkileri büyük derecede etkilediğini söylemek abartma olmaz. Yaşadığımız dünyayı 11 Eylül sonrası dünya olarak tanımlamak olası ve gereklidir. Yakın geçmişteki tartışmalara kısa bir bakışla 11 Eylül 2001 terörist saldırılarının dünya politikasında yarattığı kırılmalar görülebilir. Küresel politikadaki bazı temel ve radikal belirsizliklerin getirdiği bu kırılmaların, şimdinin doğasını “11 Eylül sonrasındaki uluslararası ilişkiler” olarak tanımlamayı mümkün kılacak şekilde mevcut uluslararası ilişkileri ya da uluslararası sistemin mevcut yapısını ve dinamiğini değiştirdiğini söyleyebiliriz.
Bunu netleştirmek önemli. Bush yönetiminin neo-muhafazakar ideolojisinin 11 Eylül sonrası dünyayı tamamen uluslararası ilişkilerde “yeni aşama”, “yeni koşul” ya da “yeni dönem” olarak tanımlamasının tersine, bugünün dünya politikasının doğasını 11 Eylül sonrası dünya gibi konuşmak için, uluslararası ilişkilerde “devamlılıklar ve değişiklikler”i tanımak gerekmektedir. Diğer kelimelerle ifade etmek gerekirse, güvenlik, sosyal adalet ve demokratikleşme anlamında devam eden uluslararası ilişkilerin problemlerinin farkındalığını kaybetmeden 11 Eylül terörizminin önemli etkisinin yeniliğini tanımak, 11 Eylül sonrası dönem hakkında konuşmaktır.
Bu kırılmalardan önemli olanları “dünya risk toplumunun oluşumu” ve “Amerikan hegemonyasının değişen doğası”dır 16.
İzleyen bölümde, bu kırılmaları kısaca tanımlayacağım. Bugün uluslararası ilişkilerin doğası olduğu gibi geleceği hakkında da belirsizlik, kesinsizlik ve ontolojik güvensizlik barındıran bir dünya risk toplumunda yaşamaktayız; bu duygu masuma yöneltilmiş küreselleşen bir şiddet eylemi olarak terörizmin ciddi ve gerçek bir tehlike olduğundan ortaya çıkmaktadır. 11 Eylül saldırıları ve bu saldırıların İstanbul, Madrid, Londra, Bali ve Mısır’daki devamı dünya risk toplumu fikrini güçlendirmiştir. Bir elde yakın geçmişteki doğa felaketleri ve kazaları, diğer elde dünyanın çeşitli yerlerinde olan yıkıcı finansal krizlerin artan sayısı modern toplumların giderek risk toplumları haline geldiği küresel bir dünyada yaşadığımızı göstermektedir 17.
Benzer bir şekilde, 11 Eylül terörizmi Amerikan dış politikasının hegemonik bir vizyonla hareket ettiği bir değişiklik yaratmıştır.
Bu değişiklik hegemoninin
(a) Ekonomi ve sosyal adaletin üzerinde askeri güç ve güvenlik
(b) Çok-taraflılık yerine tek-taraflılık
(c) Pazarlık yerine dost-düşman olma politikası,
(d) Yumuşak güç yerine sert güç
(e) Özgürlük ve hürriyet yerine toplum ve güvenlik bazında yeniden yapılanmasına neden olmuştur.
Bu değişiklikle beraber, yeni Amerikan dış politikası güç ve egemenlik ideolojisi olarak neo-muhafazakar bir ideoloji temelinde hareket etmiş ve küresel politikayı ve dünya politikasını savaş ve işgalle tanımlamaya çalışmıştır.18
Bu radikal değişiklikler “11 Eylül sonrası dünya” olarak bilinen kavramı oluşturmuştur. Bu tarihsel bağlamda Türkiye’ye ve modern tarihine ilgi ve Türkiye hakkında küresel dikkat artmıştır- seküler, demokratik ve anayasal bir demokrasinin çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda gerçekleşebileceğini gösteren bir tarih. 11 Eylül sonrası dünya sadece insanlık dışı ve dünya çapında ölümcül terör saldırılarının hızla artmasını içermeyip bunların İslam’a olan bağlantısını ve bu yüzden İslam’ın bir düşman, tehlikeli bir öteki, olası bir terörist olarak tanımlanmasını da barındırmaktadır. Ayrıca, bu dünyada, savaş ve işgal teröre karşı küresel savaşta Amerika dış politikasının ana bir stratejisi olmuştur. Bu yüzden 11 Eylül’den beri uluslararası ilişkiler sadece “medeniyetler çatışması” tarafından çerçevelenmemiş, ayrıca küresel politikada savaş ve işgal devlet odaklı politikaların gücünün artışını getirmiştir. İslam’ın seküler modernite ve liberal demokrasinin zıttı olarak tanımlanması bu söylemin temelinde yer almaktadır ve bu süregelen teröre karşı küresel savaşta
başarının İslam’ın modernite ve demokrasi ile beraber ifade edilebilme olasılığına bağlı olduğu belirtilmiştir. Politik ve akademik söylemde, bu önerme “başarısız devletlerde rejim değişikliğine neden olacak savaş ve işgal ile demokrasi ihracı”ndan uluslararası, bölgesel ve ulus-içi ilişkilerde sosyal etkileşimin rehber ilkeleri olarak tolerans, saygı ve sorumluluk içeren değişik kültür ve medeniyetlerin beraber var olması için etkin bir temel kurabilecek “küresel demokratik yönetişim” taleplerine kadar değişik formlarda ifade edilmiştir.
11 Eylül sonrası dünya’da Türkiye ve Türkiye’nin modernite ile tarihsel tecrübesi İslam ve demokrasinin beraber var olabilmesi için önemli bir örnek teşkil etmektedir 19. Büyük bir Müslüman nüfusa sahip bir sosyal oluşumla politik sistemini çok partili bir demokrasiye ve özgür-piyasa ekonomisine dönüştürerek Türkiye kendini güçlü devlet yapısıyla modern bir ulus devlet olarak kurmayı başarmıştır.
Ayrıca, Batı ve Doğu’nun kesiştiği konumda olan bir sosyal oluşum olarak Türkiye’nin kimliği her zaman Batılılaşma ve Avrupalılaşma olarak anlaşılan “çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak” iradesiyle tanımlanmıştır 20.
Diğer kelimelerle ifade etmek gerekirse, İslam her ne kadar Türkiye’nin kültürel kimliğinde önemli sembolik bir referans olarak kalmışsa da, Türkiye’nin modern tarihi seküler modernite, ekonomik gelişme ve demokrasinin bir alanı olarak Batılılaşma tarafından karakterize edilmiştir. Çok parti-sisteminde bazı rejim kırılmaları ve demokrasi eksiklikleri olmasına rağmen, Türkiye parlamenter demokrasi ve onun normlarına bağlılığında ısrar etmiştir. İşte bu ısrar AK Parti çoğunluk hükümetinde görüldüğü gibi politik partilerin İslam kimliğiyle çok-partili parlamenter demokraside yer bulmasıyla kalmayıp bu yeri seküler devletin yönetici partisi olacak kadar genişletmesini de açıklamaktadır.
Tabii ki, Türk modernite tecrübesi ve demokrasisi tekrar eden ciddi politik, ekonomik ve kültürel krizlere uğramadan olmamıştır.
Gerçekte, modern Türkiye’nin tarihi “başarı ve başarısızlık” olarak tanımlanmış tır- ulus-devlet, modern pozitif hukuk, parlamenter demokrasi, piyasa ekonomisi ve vatandaşlık gibi modernite için gerekli kurumsal yapıları kurmaktaki başarı ve demokrasiye yerleştirmek, istikrarlı ve sürdürülebilir ekonomik kalkınma yaratmak, vatandaşlık pratiğine hakları ve özgürlükleri koymak noktalarında başarısızlıklar.
Fakat modernite ve demokrasiye, ayrıca Batılılaşma ve Avrupalılaşmaya olan sürekli ve sabit ısrarı yüzden Türkiye küresel politikada çok önemli aktörlerden birisi haline gelmiştir. Türkiye ve AB’nin derinleşen ilişkileri ve Avrupa Konseyi’nin 2004 Aralık Zirvesi’ndeki Türkiye’yle tam üyelik müzakerelerine başlama yönündeki tarihsel kararı ve 3 Ekim 2005’de bu müzakerelerin başlaması Türkiye’nin günümüzde oldukça güvensiz dünyamızdaki artan önemini hesaba katmadan açıklanamaz. Benzer olarak, Türkiye’de İslam’ın modernite ve demokrasi ile barışçıl bir şekilde beraber var olma başarısı Türkiye-Amerikan ilişkilerinde giderek merkezi bir yer almaktadır. Orta Doğu bölgesini tek taraflı olarak yeniden yapılandırma eyleminde Bush yönetimi Türkiye’ye ve Türkiye’nin modernite tecrübesine bölge için bir “model” olarak yaklaştı 21.
Son günlerde Türkiye’ye olan ilgi, özellikle Türkiye’nin AB’ye tam üye olma olasılığı alanında, birçok İslam ülkesinde de gözlemlenebilir. Gerçekte, Türkiye hakkında artan çalışmalara ve küresel akademik ve genel tartışmalara hızlı bir bakışta Türkiye’nin bölgesel ve küresel olarak önemli, hatta merkezi
bir uluslararası aktör olarak görüldüğü ortaya çıkmaktadır.22
Türkiye hakkında Kimlik-Temelli Algılamalar
11 Eylül sonrası dünyayı haritalandırırken, her birinin küresel kriz ve güvenliğin, küresel yönetişimin ve küresel politik ekonominin çok önemli parçalarını oluşturduğu alanlarda Türkiye’nin artan varlığı ve rolü gözlemlenebilir 23.
Bu krizin, yönetişim ve politik ekonomi alanları şu şekilde sıralanabilir.
1) Irak’ın geleceği ve Kuzey Irak’la ilgili olarak PKK sorunu;
2) İran sorunu ve Orta Doğu bölgesinin geleceği;
3) İsrail-Filistin sorunu;
4) Rusya, Avrasya’nın geleceği ve enerji sorunu,
5) çok-kültürlülüğün krizi ve Avrupa kimliği-İslam ilişkisi;
6) Avrupa Birliği’nin geleceği ve küresel kriz,;
7) Medeniyetler çatışması ve küresel demokratik yönetişim sorunu; ve
8) Akdeniz politikası ve kimliği tartışması. Türkiye bu tartışmalarda merkezi bir konuma sahip. Ayrıca,
9) Türkiye’nin küresel politik ekonomik ve küresel enerji politikası alanlarında artan varlığı ve rolü ve BM Güvenlik Konseyi üyeliği de, Türkiye’nin etki ve etkileşim alanlarını genişletmektedir.
Türkiye’nin algılamasını ve Türkiye’nin bu alanlardaki proaktif dış politikasını analiz edersek, 11 Eylül sonrası dünyada Türkiye’nin rolü hakkında bazı kimlik-bazlı algılamalar olduğunu görmekteyiz.
Birinci olarak, demokratik yönetişimli modern ulus-devlet ve seküler anayasal yapısıyla Türkiye, Orta Doğu ve İslam dünyasında ve özellikle Irak’ta istikrar ve barış olasılığı için “model ülke”dir. Gerçekte, yüzyıldan uzun modernleşme reformları ve anayasal demokrasi tecrübesiyle Türkiye, Müslüman bir toplumla en iyi demokrasi örneğini teşkil etmektedir.
İkinci olarak, Türkiye’nin modern tarihi “medeniyetler çatışması tezine bir alternatif” (Birleşmiş Milletler, İspanya ve Türkiye tarafından geliştirilen
Kültürlerarası Diyalog Projesi’nde görüldüğü gibi) ve İslam dünyasından özellikle Malezya, Fas, Endonezya gibi ülkelerin kendi demokratikleşme süreçlerinde öğrenebileceği “önemli bir tarihsel tecrübe” oluşturmaktadır.
Özellikle, AK Parti tecrübesi ve “muhafazakar-demokratik sağ parti” olarak bir seçim zaferi kazanması bu bağlamda, Müslüman ülkeler coğrafyasında
“öğretici örnek” işlevi görmektedir.
Üçüncü olarak, Türkiye’nin, hem Orta Doğu, hem de Avrupa ülkesi olarak “ikili-kimliği”nin yanında, belli sorunlar olmakla birlikte, seküler demokrasisini
barışçıl bir şekilde devam ettiren bir ülke olması, ve demokratikleşme yolunda yürümesi, bölgesinde kendisini “kilit devlet/bölgesel güç” haline getirmiştir.
Irak’ın geleceğinden İran sorununa, İsrail-Filistin sorunundan daha istikrarlı bir Orta Doğu yaratma olasılığına ve Balkan coğrafyasından Kafkas coğrafyasına bölgesel istikrarın oluşturulmasına, Türkiye, katkı beklenen bir kilit devlet-bölgesel güç konumundadır.
Dördüncü olarak, Türkiye-AB ilişkilerinin derinleşmesi ve tam üyelik müzakereleri nin başlamasıyla, ekonomi ve dış politika aktörler arasında Türkiye’nin Avrupa’ya derin bölgesel bir entegrasyonla çok-kültürlü ve kosmopolitan model hale gelme konusunda yardımcı olabilecek, ulus-sonrası ve demokratik vatandaşlık temelinde vatan-sonrası toplum yaratılabilecek bir alan ve demokratik küresel yönetimin oluşumuna katkıda bulacak kapasitede bir aktör olarak
“Avrupa entegrasyonu için benzersiz bir örnek” olduğuna dair bir algılama vardır. AB’nin bu nitelikleri kazanması Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği hakkındaki kararlarına bağlıdır. Beşinci olarak, dinamik ekonomisi, tekrar eden büyüme oranları ve genç nüfusuyla, Türkiye her ne kadar (Hindistan ve Brezilya gibi) merkezi olmasa da bugünün küresel ekonomisinin önemli “gelişen piyasa ekonomi”lerinden bir olmuştur. Son olarak, Türkiye her ne kadar petrol veya doğal gaz üretmese de, Türkiye Orta Doğu, Sovyet sonrası Cumhuriyetler ve
Avrupa arasında doğal gaz transferinden sorumlu“enerji dağıtıcısı” olarak davranmaya başlamıştır.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder