Orhan Taşanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Orhan Taşanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ağustos 2019 Pazar

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 14

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 14



Örgütü Kimler Yönetiyor,
23/7/2000 - 11:00 
Atin,

Daha önce belirttiğim gibi, YEŞİL'in sorgulandığı dönem, normal şartların yaşandığı bir dönem değildi.
YEŞİL'in sorgusunu yapan görevliler, BERKAN'ın "YEŞİL'in övünerek anlattığı cinayetler" diye nitelediği hususları, "birinci tip illegal faaliyetler" kapsamında mütalaa ettikleri için tepkisiz kalıyorlardı. Zira değil sorgudaki memurlar, MİT Müsteşarı dahil kimsenin bu konuda bir şey yapması mümkün değildi. Bu yazı dizisinin tamamı, herhalde bunun nedenlerini daha iyi açıklayacaktır.

Önemli Noktalar

Burada YEŞİL'in anlatımındaki birkaç önemli hususun altını çizmek istiyorum:
- YEŞİL, MİT'e yaklaşınca, "örgütten ayrılma" diye ikaz edilmişti. YEŞİL'in "laf hammallığını sevmiyorum" diyerek fazla açıklamadığı bu örgüt neydi, kimler tarafından yönetiliyordu? 
- YEŞİL, "Şimdi, ÇATLI grubu, o grup, bu grup. Aslında hepimiz dolaylı olarak aynı grubuz" derken, aynı örgüte mensup olduklarını, neticede bütün bu grupların tepede bir noktaya bağlı olduğunu mu ima ediyordu? 
- YEŞİL'e, Mehmet AĞAR'la ve Kemal YILMAZ Paşa ile çalışmasını kimler, niçin öneriyordu? MİT'in terör ve organize suçlarına bakan ünitesinin başında olan "Mehmet Eymür’ün bu işlerden uzak tutulması" istendiğine göre, "örgütün" MİT'in bu konularda bilgi sahibi olmasından rahatsızlık duyduğu anlaşılmıyor muydu? 
-İbrahim YEŞİL'e "emekliye ayrıldığım zaman ikimiz aynı grupta olacağız" derken kastettiği aynı "örgüte bağlı" bir grup muydu?
-YEŞİL, Cem ERSEVER için, "sadece bir kısmını biliyordu, gerçek olay daha büyük" derken, "örgütün" mensuplarının ve faaliyetlerinin düşünülenden daha mı kapsamlı olduğunun bilincindeydi?
-YEŞİL, "Zaten benim kayıplara uğramayan tek param o 250 milyon. 'Bunu hesaba yatırsan' dedim. Yani yapmak istediğim, parayı ben kayıpsız şey yapmayayım, kayıt, kuyut, belli olsun, kimden ne aldığım belli olsun.“ ve " İbrahim’in olaydan haberi olsa da olmazsa, benim o parayı aldığımı bilse de bilmezse de ben, ona para indireceğim (vereceğim). ...İbo’nun zaten haberi var, haberi yine olacak. Ben bunu yiyemem, olay bu" derken, banka hesaplarının YEŞİL'in üzerinde gözükmesine rağmen, bu hesapları başkalarının da denetlediği, paraların müşterek kullanıldığı anlaşılmıyor mu?

Bütün bu sualler, ancak bu "örgütün" üst kademesindeki bir veya birkaç kişinin konuşması ile çözülebilir.

Çevik Bir Ekibi

YEŞİL'in bahsttiği Kemal YILMAZ Paşa, o tarihlerde MİT'deki Yavuz ATAÇ, Orhan ÇOBAN, Kaşif KOZİNOĞLU gibi "Özel Kuvvetler Komutanlığı (Özel Harp)" kökenli emekli subaylarla yakın ilişki içindeydi. 
Bu kişiler MİT Müsteşarı olacağına muhakkak gözüyle baktıkları Kemal YILMAZ'a devamlı bilgi taşıyorlardı. 
MİT'teki asker kökenliler Kemal YILMAZ'ın başlarına geleceğine o kadar kesin bakıyorlardı ki, nakledilenlere göre Yavuz ATAÇ ve Orhan ÇOBAN, yeni yapılanma ile ilgili listeleri tanzim ederken makam kavgasına girmişler, aralarında sert tartışmalar çıkmıştı.
Kemal YILMAZ'ın, Genelkurmay'daki Çevik BİR ekibinden olduğu biliniyordu. Normal şartlarda MİT Müsteşarlığına gelmesi pek mümkün görülmediğinden, bunun ancak askeri bir müdahale sonra olması mümkündü.
Bu sayfalarda yer alan "Mukayese " başlıklı yazıda, aynı ekipten bir başka General'in, ülke yararına yürütülen bazı hassas faaliyetler sırasındaki bir telefon konuşmasına değinmiştik. Nedenini bilmiyoruz ama, bu faaliyetler sırasında bu ekibin engellemeleri bizi şaşırtmıştı.

Neden Kullanılmaya Devam Edildi

YEŞİL'in bütün anlatımlarına rağmen MİT tarafından kullanılmaya devam edilmesi, "kanuni" yönden olmasa bile, "ahlaki" yönden çirkin gözükebilir.
Zamanın MİT Müsteşarı Sönmez KÖKSAL da bu konuda bir hayli tereddütlüydü. YEŞİL'in bütün mazisinin MİT'e monte edilmesinden endişe duyuyordu. Ben YEŞİL'in ortalarda denetimsiz bırakılmasının daha vahim neticeler vereceğini düşünüyordum. Mehmet AĞAR, resmi bir toplantı için MİT'e geldiğinde MİT Müsteşarının yanında kendisine mealen "Bu adamı siz de, Jandarma da kullanmış, şimdi ortalarda bırakmışsınız. Bu tip adamları sahipsiz bırakırsanız "suç makinası" haline gelirler, buna bir şekil bulun" dedim. AĞAR, Jandarma ile konuşacağını söyledi, ancak bir netice çıkmadı.
O tarihlerde, YEŞİL'e milli menfaatler doğrultusundaki bazı yurtdışı faaliyetlerde görev vermiştik. Bu faaliyetler ile ilgili bağlantılar kurmuş, çalışmalar yapmıştı. Çok hassas bazı operasyonlarımızı biliyordu. Bu bakımdan devam etmesinin hem faaliyetlere yarar sağlıyacağını, hemde kendisini Ankara'dan ve suçtan uzak tutacağını düşündük. 

Zaten, bu sayfalarda belirttiğimiz gibi, yaşadığımız günlerdeki "suç" YEŞİL'i çok aşan organize bir faaliyet niteliğindeydi. Ayrıca YEŞİL, bu açıdan iyi bir haber kaynağıydı. Terör ve organize suç faaliyetlerinde en iyi kaynaklar o faaliyetin içinde olan kişilerdir. Bu istihbaratın temel unsurlarından biridir. 
Üzerinde PKK/ARGK ve İnsan Hakları Derneği'ne ait üye kimlik kartı taşıyan YEŞİL, bizim açımızdan, uygun vasıflara sahip, bir çok engeli kolayca aşabilen, yetenekli bir faaliyet elemanıydı, çalışmalarımıza olumlu katkıları oldu. 
Bildiğim kadarıyla, yaptığımız çeşitli tembihlerden sonra, aktif çalıştırdığımız bu dönemde herhangi bir suç işlemedi. Evine hiç bir zaman kirli para sokmadığını, Teşkilat'tan aldığı "devletin temiz parası" ile ailesini geçindirmekten çok memnun olduğunu söylüyordu.

Görev Sözleşmesi

YEŞİL'le ilk görüşmelerimiz 1994'ün son aylarına rastlar. Bu görüşmelerde kendisine, yer aldığı operasyonların başarı ile neticelenmesi halinde yüksek miktarda parasal bir mükafat verileceği söylenmiştir. YEŞİL cevaben, kendisinin bu güne kadar para karşılığında iş yapmadığını, böyle bir mükafaatı kabul etmeyeceğini belirtmiştir.

YEŞİL'e ayrıca, çalışmalar esnasında meydana gelecek makul masrafların tarafımızdan ödeneceği, ihtiyaç hasıl olması durumunda, teknik alet ve malzeme sağlanacağı, Türkiye içinde kanunsuz hiç bir faaliyetine müzahir olunmayacağı, kendisine Teşkilatımızla arasındaki bağın ortaya çıkmasına neden olabilecek herhangi bir belge verilmeyeceği, görev esnasında yurt dışında şehit olması durumunda, ailesinin geçiminin ve çocuklarının okul masraflarının Teşkilatımız tarafından karşılanacağı, görevini ifa ettiği esnada yurtdışında tutuklanıp mahkum olması halinde de, ailesinin ve çocuklarının masraflarının karşılanacağı, böyle bir durumda, kendisiyle olan ilişkimizin inkar edileceği belirtilmiştir. 
YEŞİL, ailesini garantiye aldıktan sonra gerekirse intihar eylemlerine bile katılabileceğini, bir tutuklanma halinde, PKK itirafcısı olarak ifade vereceğini söylemiştir..  Bu sözlü anlaşmada belirtildiği gibi, MİT'in Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alınan YEŞİL'le ilgili, dolaylı veya dolaysız hiç bir teşebbüsü olmamıştır. 

Korkut Eken'le Problemli

Beyanlarına göre, YEŞİL'in Korkut EKEN ve Polis ile problemleri, 1994'ün son aylarında başlamıştı. 
Kemal HORZUM'dan her ay aldığı 250 milyon lira yardımın azalması üzerine, Kürt Ahmet lakaplı Ahmet TURGUT'tan para istemesini neden gösteriyordu. Daha sonra Arnavut SAMİ olayı, ilişkileri iyice gerdirmişti. 
Kasım 1994 sonunda Korkut EKEN'in, İstanbul'da Kürşat YILMAZ, Yavuz BIÇAKÇI ve Ahmet GÜZEL isimli arkadaşlarını gözaltına aldırıp, hakkında bilgi topladığını öğrenmişti.
Kürşat YILMAZ ile bağlantı kurduğunu ve Kürşat'ın, kendisine "kendine dikkat et, seninle ilgili bilgi almak için bizi çok hırpaladılar" dediğini söylüyordu.
Kürşat kendisinden tabanca ve bir cep telofonu talep etmiş, YEŞİL, birilerine 5.000.000 lira rüşvet vererek istediklerini cezaevine iletmişti.

YEŞİL bu konuyla ilgili olarak şunları anlatıyordu:

"Aynı günlerde Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Şubesi'nde görevli H. Yarbay'dan çağrı aldım ve hemen görüşmeye gittim. H. Yarbay bana 'Bugün Korkut EKEN Genel Komutan'a geldi, bir süre görüştüler. Korkut Yarbay, komutana biz Ahmet YEŞİL'i tutuklayacağız, sizinle herhangi bir bağlantısı var mı? diye sormuş, Genel Komutan da, jandarma ile bu şahsın hiçbir bağı yok, tutuklayabilirsiniz şeklinde cevap vermiş, ancak tutuklama gerekçesini bilmiyoruz, Genel Komutan'a soramadık. Korkut Yarbay gittikten sonra Genel Komutan, B. Paşa'yı çağırıp, Emniyet Müdürlüğü'nün tutuklama kararını sana iletmesini istemiş, B. Paşa da bana emir verdi, Korkut Yarbay kararlıymış " dedi. 
Olaydan 10 gün kadar önce, A.ÇATLI da telefon ile aradı ve dikkatli olmamı tenbih etti, aynı günlerde oğlumun devam ettiği Karate Salonuna gelen telsizli iki şahs oğluma, benimle ilgili sorular yöneltmişler, 
Yine aynı tarihlerde Cumhurbaşkanlığı'na gittim ve burada Cumhurbaşkanı Danışmanı olan dostum ile görüştüm. O da Mehmet AĞAR ve benim gibi Elazığlı. 

Cumhurbaşkanlığı'ndan Dolma Kalem

Görüşme sırasında bana Cumhurbaşkanına ait altın bir dolma kalem hediye etti. Sohbet ederken bana "Mehmet AĞAR ile iyi geçinmiş olman lazımdı" şeklinde bir cümle kullandı, ancak o gün için bu konunun üzerinde hiç durmamıştım. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma ile bugüne kadar hiçbir sorununun olmadı, tutuklanmam için ortada hiçbir gerekçe yok."
YEŞİL'e göre, Ankara'da yeraltı dünyasında adıgeçen Kürt Ahmet lakaplı şahıs kendisinin varlığından tedirginlik duyuyordu. Kürt Ahmet'ten 100 Milyon TL. almış, Kürt Ahmet bunu Ünal ERKAN'a aktarmıştı. 
Kürt Ahmet, Ünal ERKAN 'a ismiyle hitap ediyordu, Emn.Müd.lerinin kararnamesinde bile Kürt Ahmet'in onayı vardı. 
Kürt Ahmet bir süre önce tedavi maksadıyla Amerika'ya gitmiş ve gitmeden önce kendisinin pasifize edilmesi için Korkut Bey'den yardım talep etmişti. Korkut Bey, Kürt Ahmet'e bu konuda teminat vermişti. Kendisinin aranmasını Korkut Bey'in sözünü yerine getirme çabası olarak mütalaa ediyordu. (Not: Korkut EKEN'in yakın tarihte Kürt Ahmet'e ait bir otoparkı işlettiği belirtilmişti) 
Korkut EKEN'in yanısıra, İçişleri Bakanı danışmanı Mehmet Kıvanç ÖZER de kendisi ile uğraşıyordu. Aydın'lı ÖZER, sanki İçişlerinin değil Kürt Ahmet'in danışmanıydı. Zira devamlı Kürt Ahmet'in yanındaydı. ÖZER'in çağrı numarası 3 6 2- 1 2 8 6 idi, araştırılırsa ne kadar büyük işler çevirdiği anlaşılırdı.

Kemal Horzum Yine Sahnede

Kemal HORZUM kendisine her ay 250 milyon lira para verirken, bunun 50 milyona düşürmüştü. Bunun nedenini Kürt Ahmet'in yönlendirmesine bağlıyordu.
Şöyle diyordu:
"Kemal HORZUM'un dışındaki bütün Kürt işadamları PKK'ya yardım ediyor. K.HORZUM'un, PKK'lı METİN Kod adında bir ortağı vardı. Benim baskım neticesinde ortaklıktan ayırdı ve HORZUM'un çevresinden uzaklaştırıldı.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı korumaları, boş zamanlarında ve izinlerinde HORZUM'un bürosuna gelerek koruma yapıyorlar.
Son görüştüğümde Horzum bana 'Seni Zülküf CEYLAN'la görüştüreceğiz' dedi. Zülküf halen İsviçre'de hasta imiş. Döndükten sonra belirleyecekleri bir tarihte İstanbul'da Horzum, Zülküf ve CEYLAN'ların kirvesi Emniyet Müdürü H. ile toplanıp görüşeceğiz.  Birşey sormuyor ve herşeyden haberim varmış gibi davranıyorum.

Senaryo

Oynamayı planladıkları senaryoya göre, sözde devletin elinde terör örgütüne para yardımı yapan kürt iş adamlarının isim listesi var ve sözde devletin içindeki bazı güçler benim kanalımla bu şahısları enterne ediyorlar. Dolayısıyla ben parayı alınca CEYLAN'lara yönelik herhangi bir eylemde bulunmayacağım. 
Horzum'un daha önce benim adımı kullanarak aynı senaryo ile tahsilat yaptığını biliyorum. Ancak herşeyden haberdarmışım gibi davrandığım için açık açık kimlerden para tahsil ettiklerini soramıyorum.
Şu anda ekonomik yönden çok kötü durumdayım. Etlik'teki evimin 2 milyon liralık telefon parasını ödeyemiyorum, Diğer telefonun 7 milyon borcu vardı, ödeyemediğim için kapattılar. Her şey paraya bakıyor, araba hala sanayide rehinde. Sonuçta, maddi durumum berbat, para olmadan hiç bir iş yürümüyor. Ne yapacağımı bende şaşırmış durumdayım Aslında buraları bana göre değil, bölgedeki halimi özlüyorum. Beni maddi yönden bitirdiler, Şehirde paranız olmayınca gücünüz de olmuyor." 

Ceylan'lar Kime Yetişsin

YEŞİL, parasal sorunları ve polisle olan problemlerini halletmek için bazı temaslarda bulunmuştu. Şöyle anlatıyordu:
"Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Hayrettin GÖKDEMİR'in beni Köşke çağırdı, 'bir sıkıntın varsa söyle" dedi.
Bakmak mecburiyetinde olduğum sekiz adamım var. Bunlar için döşeli iki ayrı eve , geçimlerini temin için bilardo salonu benzeri bir işyerine ihtiyacım var. Sanayide rehin duran iki arabamı kurtarmam lazım dedim. 
Bana 'Yakında Rusya'dan bir işadamının döneceğini, onunla konuşarak isteklerimi karşılayacağını söyledi. 'CEYLAN ailesi zamanında Baba'yı ayakta tuttu, şimdi biraz da sana baksınlar. Baba için vinç lazım ama sana bir parmak hareketi yeter' dedi.
10 gün önce cağrı alınca İbrahim'le buluştuk. Maltepe'deki Monako Pavyona gittik. Korkut EKEN ile anlaşmazlığım konusunu açtım. İbrahim anlaşmazlığın boyutlarının sıkıntı yarattığını, Korkut EKEN'in Emniyet Genel Müdürlüğünde normal bir memur odasında sığıntı gibi oturduğunu, acz içinde olduğunu, sorunu çözmeye yardımcı olabileceğini, büyütmemeleri gerektiğini söyledi. 
Korkut EKEN, 12 Aralık 1994 günü ekibi ile Azerbeycan'a gitti. Benim hakkımda ' ülkücü katili' şeklinde konuşmalar yapıyormuş. Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şubesinde görevli A. Binbaşı Korkut EKEN'le benim için görüştü, beni müdafaa etti. Ancak görüşmeden bozuk ayrılmış. 
Mehmet AĞAR bütün gelişmelerden haberdar. A. Binbaşının elinde M.AĞAR ile ilgili 42 milyar liralık bir yolsuzluk belgesi var, fakat kullanamıyor."
Aynı tarihlerde YEŞİL'in "adamlarımdan biri" diye bahsettiği bir kişi kaçarken polisler tarafından ayağından vurulmuştu. 
YEŞİL, "Ayın 1.nde İstanbul'da polisler Osman ÖZBEK isimli adamımı kaçarken ayağından vurdu. Ne kadar malzeme varsa gitti. Ev, araba, cep telefonları, çağrı cihazları, elbiseler hepsi gitti. Adamım şimdi İstanbul'a giremiyor. Bu çocuğun yaptığı özel bazı mafyavari işler vardı." diyordu. (Not: YEŞİL'in kastettiği kişi bu sayfalarda daha önce bahsettiğimiz Osman GÜRBÜZ 'dür.) 
YEŞİL, Ankara Emniyet Müdürlüğüne alınmadan bir hafta kadar önce, polisler onun yakın arkadaşlarını gözaltına almışlardı. Bu konuyu ise şöyle naklediyordu YEŞİL.
"Sorgu çok ağır geçmiş, işkence yapılmış. Ankara Emn. Md. Orhan TAŞANLAR bizzat sorguya katılmış. Sorguda ağırlıkla benim üzerimde durmuşlar. Cem'in yazdığı kitabı açarak Tunceli'den, Muş'tan başlayarak sorular yöneltmişler. 
Çocuklar, istiyorsanız telefon ve çağrı numarasını verelim,arayın buraya çağırın, kesin gelir, gelmez ise bizi öldürün demişler. Gerçekten de çağırsalardı giderdim. Devletten kaçmak olmaz, ben devlet ile uğraşamam. Adamların sorgulanmasın da tamamen beni hedef aldılar, bana göz dağı vermek istiyorlar.
Bana açıkca "çalışacaksan, bizim hesabımıza çalış" şeklinde Mehmet AĞAR kaynaklı bir mesaj ilettiler. Ben Mehmet AĞAR'ın kim olduğunu gayet iyi biliyorum. 

Öldürülen Polisin Silahı

Sorguya alınan çocukların ikisinin üzerinde silah vardı. Hakan'ın üzerindeki Kırıkkale silah daha önce öldürülen ve İstihbaratta çalışan polisin kendi silahıydı. Ben onun Hakan'ın üzerinde olduğunu bilmiyordum. Bir kenarda duruyordu. Tesadüfen o gün Hakan üzerine almış. En çok o silahtan korkuyordum. Ancak olayı kapattılar. Sadece ruhsatsız silah taşımaktan muamele yapacaklar. 
Çocuklardan iki şekilde ifade almışlar. Adliye'ye gönderilecek olan ifade de, silahları YEŞİL'den aldıklarını söylemişler. Kendilerine sakladıkları ifade de ise silahın birini Jitem'den aldım diye ifade vermesini istemişler. Hakan'da baskı üzerine, Diyarbakır'da Jitem'de çalıştığını söylediği ancak gerçekte var olmayan Zülfü Astsubay diye birinden aldığını söylemiş.
Çocukların sorgudan kurtulması işinde S. Selami YENAL isimli bir şahıs aracılık etti. Bu şahsı kontrol ederseniz tahmin edemeyeceğiniz kadar çok bilgiye kavuşursunuz. 
Selami, oldukça iddialı konuşuyor, Hangi Emniyet Müdürünü nereye göndermek istersen yer değiştirebiliriz, o derece etkiliyiz diyebiliyor. 
Bu şahıs Hayrettin GÖKDEMİR'in oğlu Arif'le bağlantılı. Arif işleri organize ediyor."

Mafya Usulü İnfaz

1995 yılının Ocak ayının son günleriydi. 28 Ocak günü köylüler, Asgar SİMİTKO ve Lazım ESMAEİLİ'nin cesetlerini, İstanbul Silivri'de Kerev Deresi içinde buldular. Her ikisi de, tabanca ile çok sayıda kurşunlanmış, kulakları kesilmiş ve işkence görmüştü. Cesetlerin görümünden, infaz edenlerin bir hesaplaşmayı tamamladıkları, öç aldıkları anlaşılıyoru. İnfazı yapanlar maktullerin kulaklarını keserek mafya usulü mesaj vermişlerdi.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=230

15.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 13

     UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 13


Özel Şartlar Dönemi,
20/7/2000 - 11:00 
Atin,


YEŞİL'in anlatımlarına dayanan yazımızdan sonra 13.07.2000 tarihinde Yenişafak Gazetesinde Sn. Taha Kıvanç (Fehmi KORU) "Yeşil konuşunca..." başlıklı bir yazı yayınladı. 

Fehmi KORU, değerli ve ilginç yorumları olan, iyi araştıran bir gazeteci. 

Taşanlar Ne Demiş?

KORU, yazısında dönemin Ankara Emniyet Müdürü Orhan TAŞANLAR'a atfen şunu nakletmiş: 
Yıl 1995. Ramazan ayı. Taşanlar iftar için eve her gidişinde, çorbayı kaşıklayamadan bir yerlerde patlama olduğu duyuruluyor. "Bir değil, iki değil, üç değil... Bombalarda 'Yeşil' imzası çok belirgin... Araştırın bakalım, buralarda mı?" diye tâlimat vermiş... 
O gece Ulus'taki gece kulüplerinden birinde bulmuşlar Yeşil'i... İçeri aldıkları kişinin Yeşil olduğunu polisler biliyor, ama muhataplarına çaktırmıyorlar... 'Yeşil' olduğunu hiç açık etmeden, ama 'Yeşil' imiş gibi ayrıntılı bir ifadesi alınıyor... "Ertesi gün, bizim elimize düşmesinden hiç mutlu olmayan devlet birimleri devreye girdi; tahmin edemeyeceğiniz kadar yukarılardan bir ilgi gösterildi. Biz de kendisini teslim etmek zorunda kaldık..." 

Bir kaç sual sormak istiyorum: 

-1995 yılının Ramazan ayında, yani YEŞİL'in göz altına alındığı 22 Ocak 1995 tarihinden önceki günlerde, Ankara'da nerede, ne zaman patlamalar olmuş? Bu patlamalar polis ceraimlerinde, resmi kayıtlarda var mı? 

-Bomba olaylarında "Yeşil" imzasının çok belirgin olduğu nasıl saptanmış? Daha önce YEŞİL tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmiş, belli bir yöntemin kullanıldığı bombalama olayı veya olayları var mı?. Bu tespit, "güvenilir ve dürüst uzmanların çalıştığını bildiğimiz Polis Laboratuvarı tarafından mı yapılmış? Varsa ne gibi işlem yapılmış? 

-Orhan TAŞANLAR'ın başında bulunduğu Ankara Emniyet Müdürlüğü mensupları, gözaltına aldıkları kişinin YEŞİL olduğunu bildikleri halde bunu "muhataplarına çaktırmamaya, hiç açık etmemeye" neden özen göstermişler? 

Ayrıntılı İfadede Neler Var?

-Gözaltındaki soruşturma neticesinde YEŞİL'in TAŞANLAR'ın patladığını iddia ettiği bombalarla ne gibi bir ilişkisi çıkmış? 

-Ertesi gün, "YEŞİL'in Polis'in eline düşmesinden rahatsız olup devreye giren devlet birimleri" hangileri, " tahmin edilemiyecek kadar yukarıları" kimler? 

-TAŞANLAR'ın, YEŞİL'i herhangi kanuni işlem yapmadan salıvermesinin nedeni bu baskılar mı? 
Bu suallerimin muhatabı tabiyatıyla Sayın Fehmi KORU değil. Cevaplaması gereken Orhan TAŞANLAR. Ancak Sayın KORU yardımcı olursa seviniriz. 
Bir de küçük bir açıklama; YEŞİL ile ilgili olarak Ankara Emniyet Müdürlüğüne hiç kimseyi yollamadım. MİT'den, benim dışımdaki başka bir yetkilinin de yolladığını zannetmiyorum. Bu sayfalarda anlattığımızın dışında herhangi bir teşebbüsümüz yok. 

Bu durumda TAŞANLAR YEŞİL'i kime teslim etmiş? 

Suallerimden anlaşılacağı üzere, Orhan TAŞANLAR'ın bu anlatımında tutarsız, bir polis şefine yakışmayan, geçiştirme ağırlıklı bir ifade var? 
Bir cevap geleceğini zannetmiyorum ama ben yine de sorayım. 

***

Görüntü ve Gerçekler

Radikal Gazetesinden Sayın İsmet BERKAN da 12 ve 13 Temmuz 2000 tarihlerinde YEŞİL'in ifadesine değinen "Susurluk sırları" ve Neden yadırgamıyoruz?" başlıklı yazıları yazmış. 

Geçenlerde, değer verdiğim ve köşesini devamlı izlediğim BERKAN'ın bir yazısına tepki göstermiştim. Sonradan yanlış bir değerlendirme olduğu anlaşıldı ve konu kapatıldı. 

BERKAN, yazılarında haklı bazı tenkitlerde bulunmuş: 

"Yeşil, para alabileceği her yerden para almaktan çekinmediğini, Ceylanlar dahil herkesi haraca bağladığını ('vergi' diye adlandırıyor, aynen PKK gibi) bir devlet kurumu olan MİT'e rahatça söylüyor ve başına hiçbir şey gelmeden oradan ayrılabiliyordu. 

Aynı Yeşil, 'faili meçhul' bir cinayete kurban giden Kürt yazar Musa Anter'i bir PKK önde geleni aracılığıyla nasıl kandırıp tuzağa düşürdüğünü de yine MİT'e adeta övünerek anlatıyordu. Bu anlatımdan hareketle Musa Anter'i Yeşil'in öldürdüğüne kuşku duyulamaz artık. Tek bilinmeyen Yeşil'in talimatı kimden aldığı." 

"Yeşil, MİT tarafından günlerce 'de-brief' (sorgu değil, dikkat edin) ediliyor. Burada övünerek bazı cinayetleri anlatıyor. Sonra elini kolunu sallaya sallaya gidiyor. MİT'ten maaş almaya devam ediyor. 

Dün de yazdım, Yeşil'in MİT'te 'de-brief' edilmesi sırasında sorgucuların merak ettiği konu, Yeşil'in iki İranlı eroin tacirini kaçırma işine karışıp karışmadığı. Bu işe karışmış olsa ne yapacaklar Yeşil'i? Acaba MİT'le ilişiğini mi kesecekler? 

Yeşil geçmişte PKK'yı nasıl manipüle ettiğini anlatmak için bazı örnekler veriyor ve Musa Anter'i kendisinin öldürdüğünü övünerek anlatıyor.
Peki bunu anlatıyor da ne oluyor? MİT elemanları hemen meraka kapılıp Yeşil'e bu konuyla ilgili sorular mı soruyorlar? Hayır. Hiçbir şey olmuyor. MİT, Kürt yazar Musa Anter'le ilgili tek bir soru dahi sormuyor. 
Aynı şekilde, Yeşil'in anlatımlarının tümü okunduğunda, yıllardır aranan bir dizi cinayetin zanlısı olan Abdullah Çatlı'dan söz açıldığında da MİT'in uzman elemanları kıllarını kıpırdatmıyorlar. Şaşırmak ne kelime, söylenenleri yadırgamıyorlar bile. 
Yine Yeşil'in anlatımları arasında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün en önemli birimlerinden birinin, Özel Harekat Dairesi'nin başındaki bir insanın (İbrahim Şahin) çeşitli işadamlarını haraca bağladığı, o işadamlarının da 'vergi' adı verilen bu paraları çeşitli rütbeli polisler aracılığıyla gönderdiklerini, bu paralardan kendisinin de nasiplendiğini anlatıyor. Yine tık yok. Kimse yadırgamıyor anlatılanları, bu işte bir acayiplik var, diye düşünmüyorlar. 

MİT'in suçla mücadele ve suçluyu yakalama gibi bir görevi yok belki ama en azından vatandaşlık bilinci mesela Yeşil'in, İbrahim Şahin'in, Abdullah Çatlı'nın, 'Arnavut Sami'nin, Mehmet Ağar'ın, Korkut Eken'in vs. savcılara ve teftiş kurullarına ihbar edilmesini gerektirmiyor mu?" 

Bir de bu 'ifade' ya da 'bilgi notu' ve içerdiği bilgiler bunca yıl ortaya çıkmıyor, zamanında hukuki sonuç doğurma ihtimali varken hiçbir
işlem yapılmıyor. Bir tek ben mi yadırgıyorum bunları? 

Karanlıklarla Dolu Bir Dönem

Sayın BERKAN'ın soru ve tenkitlerine benim burada iki üç kelime ile tatmin edici bir cevap vermem mümkün değil. Esasında konu bir çok karanlık bölümleri bulunan bir devri ve sistemi ilgilendirdiği için, bu sistemin içinde belli bir rolü olan ve bu dönemin bir bölümünde (1994-96) resmi görevi bulunan beni fazlasıyla aşıyor. 
Ben yine de kendi sorumluluk sahamda kalarak bazı yanıtlar vereceğim. 
Bahsi geçen dönemde iki tip illegal faaliyet yürütülmüştür. 

Birincisi "Terör ve PKK ile mücadele kapsamında" yürütülen illegal faaliyetlerdir. 

"Birinci tip" diye adlandıracağımız bu faaliyetler, demokrasi rejimi ile bağdaşmasa da "yaşadığımız olağanüstü terör yılları", "şehit verdiğimiz ve ölen sayısız insanımız" nedeniyle haklı nedenler taşıyabilir. 
Yani " Olağanüstü " Şartlardaki, "Olağanüstü Mücadele Yöntemidir" 

Diğeri, yani "ikinci tip" illegal faaliyetler, "ülke yararına" görünümü altında yürütülen "maddi ve politik çıkar sağlamaya yönelik" -çete- faaliyetlerdir. 
Her iki faaliyet iç içedir ve her iki faaliyetin oyuncuları aşağı yukarı aynı kişilerdir. 
Hukuken bu iki faaliyeti bunlar suç, bunlar diğeri değil diye ayırabilmek mümkün değildir. Resmi olarak inkar edilse de, "ülke yararına yönelik illegal faaliyetler" belli bir karar mekanizması tarafından harekete geçirilmiş, belli bir emir ve komuta zinciri içinde yerine getirilmiştir. 
Emirleri icra eden kişiler, ulvi bir görevi yerine getirdikleri inancıyla bu işleri yapmışlardır. 
Emirler genellikle şifahen verildiği için, bu emri verenlerin sıkıştıklarında bu hususu inkar etmeleri ve suçu astlarına atmaları mümkündür. 
İcracı kişilerin, bazı hallerde menfaate yönelik faaliyetlerde, bilmeden kullanılmış olması da imkan dahilindedir. 

Tamamına yansımasa dahi, bir çok olayda, her iki tip faaliyeti yürütenlerin aynı kişiler olduğu görülmektedir. Bu ise şahısların "ikinci tip" faaliyetler ve suçlardan dolayı itham edilmesini zorlaştırmaktadır. 
Hukuk karşısında ağır neticeler getirebilecek olan ikinci tip "çete" faaliyetlerin ortaya çıkma ihtimali, emir ve komuta zincirindekileri telaşlandırmakta ve bu nedenle bu zincirdekiler, "ikinci tip" faaliyetleri tasvib etmeseler dahi, suçlu etrafında bir koruma halkası oluşturmaktadırlar. 
Esasında suç işliyenlerin başlangıçta devlete hizmet felsefesi ile yola çıktıkları, gözlerinde çok büyüttükleri hedeflerini devletin imkanlarını kullanarak kolayca bertaraf ettikten sonra devletin gücünü kendi güçleri gibi gördükleri, kolayca elde edilen büyük rantlardan sonra devlet işlerini tamamen unuttukları, rahatlıkla ifade edilebilinir. 
Diğer önemli bir zorluk, her iki tip faaliyeti yürütenlerin ulusal güvenliğimizi korumakla görevli teşkilatlarımıza ve politik hüviyete mensup kişilerden oluşmasıdır. 
Bu teşkilatlarımıza has özel statüler ve politik kimlik, bir cins dokunulmazlık kabuğu yaratmakta ve adaletin düzgün işlemesini ve adil neticeler alınmasını önlemektedir. Neticede günümüzde yaşadığımız gibi, dokunulmazlık kabuğu en ince olan "bir kaç polisin" ve sivil vatandaşların yargılanmasının ötesine gidilememektedir.
http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=229

14.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 12

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 12


Kilit Adam Hurşit Han,


13/7/2000 - 11:00 
Atin,

YEŞİL, Ankara Emniyet Müdürlüğünde gördüğü muameleye fena halde içerlemişti. Kendi mantığına göre o, devlet için çalışmış ve kendisine verilen görevleri başarı ile yerine getirmişti. 

Taşanlar'dan Öc Alma

Sorguya alınmadan önce kendisi ve yakın çevresi ile görüşen görevliler, YEŞİL'in, kendisine yapılan muameleyi hazmedemediğini ve iyileşir iyileşmez, Orhan TAŞANLAR'ı zor duruma sokmak için Ankara'da bazı patlama olayları yapmayı planladığını haber aldılar. 

Aynı Anda Yüz Yerde Patlama

Sorgu neticesinde, YEŞİL'e Emniyet İstihbarat Dairesi tarafından verildiği anlaşılan ve aynı anda 100 yerde birden patlama yapılmasını sağlayabilecek gelişmiş bir elektronik düzen ile patlayıcı malzemeler ve elindeki çeşitli silahlar görevlilerce teslim alındı. 
Bu malzemenin Emniyet İstihbarat Dairesince verildiğini daha sonra o tarihte İstihbarat Daire Başkanı olan Emin ASLAN'la vaki bir telefon konuşmamızda öğrendim. Emin ASLAN, resmi telefonlarımızın "Emniyet İstihbarat tarafından dinlenmesine tepki göstermem üzerine bana, "esasında YEŞİL'i izlediklerini, bu arada istemeden bizimle olan bir temasını kaydettiklerini, YEŞİL'de bazı malzemeleri olduğunu ve kullanmasından kuşku duyduklarını" belirtmişti. Benim, "o malzemeleri biz aldık" demem üzerine "çok rahatladığını, bir ara gelip bu konuda görüşeceğini" söyledi. Ancak görüşmemiz kabil olmadı. Daha sonra çeşitli beyanlarda bulunan Hanefi AVCI da bu malzemelere değindi. 

Polis MİT'i Dinliyor

Emin ASLAN'la telefon konuşmasında konuyu uzatmamıştım ama, faaliyetini yakinen izlediklerinin YEŞİL değil, MİT Özel İstihbarat Dairesi olduğunu biliyordum. Zira YEŞİL, Ankara Emniyet Müdürlüğüne alındıktan sonra Polis korkusundan cep telefonu kullanmayı bırakmış, umumi ve başkalarına ait telefonları kullanıyordu. Bu bakımdan telefonlarını izlemek kabil değildi. Emniyet İstihbarat Dairesi göreve döndüğüm günden beri benim ve başında bulunduğum ünitenin telefonlarını dinliyordu. Herhalde göreve tekrar dönmemden rahatsız olan birileri, beni yakın kontrolda tutmak istiyordu. 
Bu konulara ve "Uyuşturucudan Susurluk'a" dizisi ile ilgili basında yer alan bazı tereddüt ve sorulara ayrıca değineceğim. Şimdi tekrar iki İranlı konusuna dönelim. YEŞİL'in sorgusunda belirttiği gibi, onu ilk arayan Hurşit HAN'dı. 

Hurşit Han

HAN, "Fuat BASKIN" adına ve Konak Sokak No.35 Florya, İstanbul adresine kayıtlı 0532-312-5188 numaralı telefonu kullanıyordu. 16.01.1995 günü bu telefonla YEŞİL'e ait 0542-211-8582 numaralı ve Bahçeliever 18 Sok. 6/3 Ankara adresine kayıtlı telefonu aramış ve 8 dakika konuşmuşlardı. 
Bir gün önceki bir başka görüşmede Asgar SMİTKO ve Lazım ESMAEİLİ isimli şahısların TC Devleti ile ilişkilerinin bulunması ve İstanbul'da uyuşturucu kaçakçılığı yapan şahısları takip etmelerinden dolayı kaçırıldıklarını, kaçırılma eyleminden İstanbul'da ikamet eden Yüksekova'lı Nihat BULDAN, Şefik KARAY ve Adil TIMARCI'nın haberdar olduklarını, yardım da ettiklerini belirten Hurşit HAN'ın olayın içinde olduğu anlaşılıyordu. 

Resmi Polis Var

Görgü tanıkları, olaya karışanları polis görünümlü sivil kişiler olarak tarif ederken, Hurşit HAN'ın olayda polis kıyafetli iki kişinin sahil yolunda gözcülük yaptığından haberi vardı. Hurşit HAN, kaçırılanların yakınlarının YEŞİL'e para göndermesini sağlayarak bütün dikkatlerin YEŞİL'in üzerinde toplanmasını sağlamış, YEŞİL de kendi başına kullanamadığını belirttiği hesabına para gelecek diye olayın içine balıklama atlamıştı. Esasında çok yönlü bu operasyonun parasal ve uyuşturucu konusu dışındaki amacı YEŞİL değildi. Amaç, YEŞİL üzerinden Özel İstihbarat Dairesi ve onun Başkanı Mehmet EYMÜR'ü şaibe altında bırakacak sıkıntılı bir duruma sokmak ve görevden uzaklaştırmaktı. 

Tahsilsiz Beynelmilel İlişkiler

Hurşit HAN'ın telefon trafiği ilginç ilişkiler içinde olduğunu gösteriyordu. TBMM Susurluk Araştırma Komisyonuna "tahsilsiz" olduğunu ve "çiftçilikle" geçindiğini belirten Hurşit HAN , 26.12.1994 ila 24.01.1995 arasındaki devrede;
Hollanda'da 0031653140428 numaralı telefonu iki kez, 0031653224963 numaralı telefonu ise 1 kez, 
003272023601 numaralı Belçika telefonunu 6 kez,
003408520875 ve 003415390046 numaralı İspanya telefonlarını 1'er kere,
0070953957972 numaralı Rusya telefonunu ise 8 kere aramıştır.
Bu telefon trafiğinden, Hurşit HAN'ın karanlık ilişkiler içinde bulunduğu ve beynelmilel bir şebekenin üyesi olduğu düşünülmektedir.
Hurşit HAN'ın bu dönem içinde aradığı bir numara da dikkat çekicidir. Kayıtlara göre Hurşit HAN'ın 30.12.1994 tarihinde aradığı 02122885675 numaralı telefon Gayrettepe'deki İstanbul Emniyet Müdürlüğü 1 Şube Müdürlüğüne ait gözükmektedir.

Her Yerle Bağı Var

Hurşit HAN'la ilgili dikkat çeken diğer bir husus TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu raporunda yer almaktadır.
Raporun, " Kurye Dilek ÖRNEK " ve Polis Memuru " Ayhan AKÇA "nın da yer aldığı bölümünde; "Youssef GHARACHEHDAGHI, Lokman GODSI, Mehmet ve Latif ALAKEL kardeslerin, 07.09.1996 günü Istanbul Narkotik Sube Müdürlügünce düzenlenen operasyonda Hursit HAN ve arkadaslarindan ele geçirilen (750) kgr. Baz morfin, 668 litre asit olayindan arandiklari, Mehmet ALAKEL'in yakalandigi, Youssef GHARACHEHDAGHI Fehmuz olarak bilindiginden dosyada Yusuf FEHMUZ olarak geçtigi, Lokman Mahbood ALAM'in firari sanik olarak arandiginin arsiv kayitlarindan tesbit edildigi, bu üç sanigin her iki olayda birlikte olmalari, uzun zamandir birlikte uyusturucu madde kaçakçiligi ve kara para aklama isi yaptiklari kanaati uyandirmaktadir." denilmektedir. Yukarıda bahsi geçen Lokman (Logman Ghodsi Mahboob ALAN ) olup, Orhan TAŞANLAR 'ın da adının karıştığı evrak sahteciliğinin kahramanı Lokman 'dır.
Tarık Ümit'in kaçırılması olayında adı geçen polis memurlarının Behouz KIA adında bir başka İranlı'nın üzerine kayıtlı 05228102052 numaralı telefonu kullanmaları da dikkat çeken bir başka husustur.

Komisyon'un Gözüyle

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonunun, Hurşit HAN ile ilgili değerlendirmesi ise şöyledir: 

" Hursit Han hakkinda inceleme bölümünde de belirtildigi gibi bu sahis uyuşturucu kaçakçiligi yapmayi, uyusturucu ithal etmeyi ve ticaretini yapmayi adeta bir meslek haline getirmistir. Kendisinin Yüksekovali olup ve burada yasadigi tarihlerde eroin imal etmeyi ögrenmis olmasi da bu isle ugrasmasinda bir etken olmustur. 

Istanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Bassavciliginin 30.9.1996 tarih ve 1996/1967 sayili iddianamesinde de görüldügü gibi Istanbulda Bakirköyde (3)  kez ve Tekirdag Saray'da bir kez olmak üzere uyusturucu ticareti olayinda Hursit Han'in isminin basrolde ortaya çikmasi bu sahsin bu islerin organizatörü oldugunu ve ayni zamanda uyusturucu ticaretini yönlendirdigi kanaatini uyandirmaktadir. Diger yandan Hursit Han, 20.9.1996 tarihinde Istanbul DGM Cumhuriyet Bassavciliginda vermis oldugu ifadesinde eroin kullandigini da ifade etmektedir. Yine Hursit Han, 1992 yilinda PKK Örgütüne 1 milyar TL yardimda bulundugunu belirtmis olmasi, PKK'nin uyuşturucu ticareti yapan kişilerden de beslendiğinin bir kanıtıdır."

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=224

13. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

17 Ağustos 2019 Cumartesi

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 10

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 10


Paralar Nerede?


Hangi gece neredeydim, sıralamada ben güçlük çekerim.

Sırrı SAKIK ile görüşmemiz iptal olunca, o gece Sırrı'nın kardeşi Mahmut beni gördü, onlar bizi bir yere götürdüler. Gittiğimiz yerin sahibi bunları çok ta iyi tanıyor, karşısında el pençe divan duruyordu..
İbrahim’le herhalde ertesi akşam beraberdim. Olaydan haberi galiba vardı. Olay başkaları ile ilgili olduğundan mevzuya girmedim yani. Zaten, İbrahim'in cep telefonu sürekli ötüyordu. 
İbrahim'le beraberliğimin sayısını bilmiyorum. Yani öyle gittik, içtik eğlendik, sabahladık çok defa. Benim MİT'le irtibatımı biliyor ama hiç bir zaman mevzu etmedi. İbrahim’in olaydan haberi olsa da olmazsa, benim o parayı aldığımı bilse de bilmezse de ben, ona para indireceğim (vereceğim). 

Yarın Duyarsa Ayıp Olmaz mı?

Yarın duyarsa, niye sıkıntıya gireyim, ayıp olmaz mı? Ben devamlı başımın dikliğine yaptığımı yaparım, kafam eğilmezsin diye. Ben verdim, hani, haberinin olup olmaması fazla önemli değildi benim için. 
İlla haberi vardır diye de vermedim. Ama benim orada yani edindiğim intiba böyle. Ha, ben İbrahim’e şey yaptım, senin yorumun ne diye?
Şimdi, bir de bu işleri sormak hakikaten prensibim değil. Bizim masanın yanında Ağa Ceylan oturuyordu. Vallahi, aklıma da gelmedi değil yani, şu tereddüt de aklıma geldi, "acaba bu doğru mu?" dedim. 
İbrahim bu konuda (iki İranlı konusu) hiç bir şey konuşmadı. Benim algıladığım mesaj, yabancılar konusu, veyahut İbo'nun böyle yüz ifadesi, şekli, söyleyiş tarzı, bana öyle geldi. 
Şimdi orda, Hurşit telefon açmasa ben soru sormazdım, şimdi İbo’nun haberi olmazsa da, ben yine görecektim. 

Ben Yiyemem, Olay Bu

İbo’nun zaten haberi var, haberi yine olacak. Ben bunu yiyemem, olay bu. 
İbrahim'in bütün arzusu İstanbul’a gitmek. Hatta ben sordum dedim ki, "peki İstanbu Emniyet Müdürlüğün’de zorlanmaz mısın, senin vasıfların uygun mu, seni İstanbul'a vermekte bunlar zorlanmaz mı?" dedim. 
"Fazla bir şey istemiyorum. İl Emniyet Müdürlüğü benim için çok önemli değil, Ben, İstanbul’u istiyorum, ne olursa olsun, İstanbul Emniyet Müdürlüğünü istiyorum, yapmazlarsa ikinci derecede belki İzmir. 
Beni memnun edecekleri bir makama getirirlerse iyi, yoksa ben emekliye ayrılırım, emekliye ayrıldığım zaman ikimiz aynı grupta olacağız, ikimizin birbirimize tutunarak ayakta durması lazım, birbirimize tutunamazsak hiçbirimiz ayakta duramayız" dedi. 
"Doğru söylüyorsun" dedim. Öyle bir mücadelesi var. Adana Emniyet Müdürlüğünü teklif etmişler kabul etmemiş.
Bana, "yahu İstanbul’a gittiğinde Reşat'la beraber çalış, ara Reşat'ı işte kontrol işlerini yap, bir de Hüseyin'e çok güvenebilirsin" diyor. Ama ben hiç bir işini kabul etmedim, takip de etmedim, Sorun isterseniz, hiç bir işini kabul etmedim. Sadece kişisel olaylar.

Başlangıç Noktası: Arnavut Sami

Bütün hikaye Arnavut SAMİ olayıyla başladı.
Bahçelideki evdeyiz, ben Mikail'e (GÖLELİ) bu Arnavut SAMİ'yi sordum, kıyamet ondan sonra koptu.
Arnavut SAMİ'yi ben tanımıyorum, Enver TOKTAŞ çok iyi bilir onu. Enver, çok güvendiğim bir insanır. Bana Arnavut SAMİ, Dev-Sol’la da, PKK ile de iç içedir dedi. Bir süre sonra Abdullah (ÇATLI) beni aradı, “Arnavut SAMİ benim yanımda, sen bu adamı niye soruyorsun?” dedi.
Dedim "yani senin yanında olması, benim sormama mani bir hal mi, senin yanında diye sormayayım mı? Ayrıca, senin yanında olduğunu da bilmiyordum." 

Kanunla Eroin İşi

Sıraladı, yani şöyledir, böyledir falan, filan. "Bak, o en üst düzeyde istihbarat birimleriyle beraber çalışıyor, sen şimdi iddia edeceksin, diyeceksin ki eroin işi yapıyor, he yapıyor, kanunla yapıyor, bir ara sen Yalçın’a da böyle çamur atmıştın, tamam yapıyoruz ama öyle büyük çaplı değil" dedi. "Arnavut SAMİ'yi, şuna, buna sor, en üst düzeyde dialogları filan var" dedi.
Ben, "sen ülkücü adamsın, senin eroinden çok çok uzak olmam lazım. Yani herkes bunu yapar ama ülkücü eroin işi yapmaz, yanlış yapıyorsun sen" dedim. 
Öyle epey bir konuştuk, tartıştık, kapattık.

Kırcı: Sami Vatanını Sever

Ondan sonra, Haluk KIRCI aradı, dedi ki "işte şöyle böyle, işte Korkut Ağabey ile şöyle görüştük, böyle oldu falan, filan, Sami şöyle vatanını sever, böyle milletini sever". KIRCI'ya, "Şimdi Sami’nin vatanını, milletini sevmesi veya sevmemesi beni ilgilendirmiyor, ben hikayeden bir soru sordum, sormaz olaydım, vallahi billahi sizin ilişkinizi bilmiyordum, sordum, sordum da vazgeçtim, beni bırakın artık, bu konuyu da kapatın" dedim.
Bu konuşmada Korkut Ağabey ile ilgili hiç bir şey söylemedim, ağzımı açmadım.
Bir gün İrfan'a (ÖZCAN) gittim. 
İrfan, "yahu bu Haluk KIRCI Korkut Ağabeye seninle ilgili bazı yalanlar söylemiş, sen ne söyledin Haluk’a" dedi. 
İrfan'a “vallahi, billahi inan, Korkut Ağabey ile ilgili hiç bir şey söylemedim, Haluk'a değil, hiç bir zaman, hiç kimseye ve hiç bir yerde Korkut Ağabey'in aleyhinde konuşmadım, allah, allah bu nereden çıkıyor" diye cevapladım.

Arnavut Sami Şeytandır

Yani, ÇATLI’yla bizim ipleri koparan Arnavut SAMİ oldu. 
Beni emniyete aldıran, bunların hepsini peşime takan Arnavut SAMİ yani. 

Adam çok güçlü, çok büyük bir adam. 

Ben kendisini görmedim ama hakkında çok bilgiye sahibim. Dev-Sol ile PKK ile mazisi olan bir adam, ne allahı var, ne peygamberi, hiç bir şey tanımaz, bir başkadır yani, şeytandır o. Kiminle menfaati varsa onunla olur, şimdi istihbarat kimliği var, yanında ruhsatlı tabanca taşıyor, biz iki senedir bir kimlik alamadık, adamın herşeyi var, vesikalı silahı, şuyu, buyu, çok büyük işleri var, çok büyük işleri sevk ve idare ediyor.

Eveliyatı Dev-Sol'cudur ama bu, PKK ile irtibata mani değildir. Herkezle irtibat kurabilir. 

Öyle şube müdürüyle filan da muhattap olmaz, öyle büyük adam yani. 
Yer değiştirmek isteyen, tayin istiyen gider buna yalvarır, Arnavut sanki tayin şubesi. Geçenlerde Elazığ’lı Sait diye bir çocuk, kalkmış gitmiş bu Arnavutun yanına, İstanbul'a tayini için. 
Bu olaydan sonra ben ne zaman İstanbul'a gitsem, bunlar Arnavut'u korumaya alıyorlar. ÇATLI sürekli yanında, koruma gibi geziyor. 

Yeşil İndirdi, İndirecek

Bir keresinde, İbo, İstanbul'da Arnavut SAMİ ile beraberken, Korkut nereden biliyorsa, Ankara'dan telefonla arıyor. "İbrahim, Arnavut’la berabermişsiniz, YEŞİL, Arnavut’un peşindeymiş, indirdi, indirecek, sen kendine dikkat et" diyor.
İbrahim, "Ağabey, ben İstanbul’da değilim" diyor ama esasında İstanbul'da ve Arnavut SAMİ'nin yanında. Bunlarda bir panik başlamış, tabii orada tertibat-mertibat alıyor bunlar. Bana bunu, İbrahim anlattı. 
Dedim ki "bak ben, Arnavut SAMİ’yi indirmek istiyorum da, geldim senin yanında oturuyor, ben orada o faaliyeti keser, bitiririm. Arnavut SAMİ ölmesi gerektiği an ölür, yaşıyorsa yaşaması gerekiyordur"

Emekli Olunca İnfaz Görevi Yeşil'e

Bana, "Allahsız, senin sağın solun belli mi olur, dersin şunun yanında bir tane de buna çakayım dersin. Bizde (özel timciler), rakip tanımayız, şaka yapar, öldürürüz, sen de böyle yaparsın bu işi, ben senin için AĞAR’la da görüştüm. Belli olmaz, yarın ben emekli olurum, bakarsın benim infaz görevim sana verilir." 

"Ne biçim konuşuyorsun, olur mu öyle şey" dedim. 
Şimdi orada yapılmak istenilen olay, beni İbrahim’le karşı karşıya getirmekti. 
Bunların, İstanbul'da irtibat noktaları kumarhanedir. Onlardan sadece Haluk KIRCI ile bazen telefonla görüşürüm. 
ÇATLI’nın yanında hem Korkut var, hem İbo var. İkisi de var. İkisi de birbirini şey yapmıyor, sevmiyor. Yalnız ÇATLI bana telefonda, ben Korkut Ağabeylen görüştüm dedi.
Bunlarla ARNAVUT’un diyaloğunu kuran ÇATLI’dır. 

Çatlı'nın Davaya Hizmeti Oldu

ÇATLI’nın davaya hizmetleri olmuştur, bir şeyler yapmıştır. Benim bildiğim, kendi şeyime göre doğru bildiğim, o. Drej Ali (YASAK) de, kesin olmamakla beraber, o grubun içindedir. 
Enver yurt dışında bulunuyordu. Yurt dışından geldi, gelince telefon açtı görüşelim dedi, ben atladım gittim İstanbul’a.
Enver, "bunlar Avrupa'da eylem yapacaklar, ancak ortalığı o kadar bulandırmışlar ki, şu anda oradaki bütün polis ve istihbarat alarmda" dedi, 
Biz bu sohbeti yaparken, tabii ÇATLI’da geçti, İbrahim SUNGUR’da geçti. Bir de bizim bir çocuk var, benimle irtibatı kalmadı, bende Envere "ona göz kulak ol, emanettir" dedim. Konu Arnavut'a gelince Enver, "o Dev-Sol'cu, o biçim şeyi vardı, o adi çok gevezelik yapıyor" dedi.

İbo'nun Sadık Adamları

İbrahim'in sadık adamları var, en sadık adamları İstanbul’dakiler. Sait diye bir polis var. Muğla, Köyceğiz tarafında oturuyor. Tunceli’den tanırım.
Ayhan diye biri var, özel timci. beni tanıyor, galiba Samsun'lu, çünkü Havza, Mavza’dan bahsediyordu. Muş’tan tanırım onu.
İbrahim bazen geçmişini anlatıyor, "işte bizim kırmızı minübüsümüz vardı". Ayhan da anlatıyor, yer söylemiyor, tabi kapalı geçiyor.
Rüzgarlıya (Rüzgar Güvenlik) yemeğe gelmişti, bu ve Sait ikisi gelmişti, benim orda olduğumu bilmiyorlardı, beni orda görünce tuhaflaştılar.
Bunlar anlatıyor "bizim bir kırmızı minübüsümüz vardı, işte polis karakolda bir düzen kurdu, bizi içeri aldı, biz kurtulana kadar bayağı zorluk çektik" filan. 
Yani anlatmak istediği, "biz de poliste çok zorluk çekiyoruz, bir yere gittiğimiz bir duyulsun, İbo’nun ekibi gelmiş diye oraya, kimsede uyku kalmıyor" gibi hususlar. İbo'nun özel ekibinden, eski tanıklarım var ama isimlerini bilmiyorum. İki tane adamı vardı, çok özel işleri yapan. 

Hatta biri içki kullanıyor, biri kullanmıyor. 

Bir de Hamit diye bir kişi var. Kaç defa böyle şey oldu bu Hamit, Azerbeycan’a kaçtı. Uzun boylu, zayıf, Özel Harp’ten emekli, Hava Astsubayı galiba. 

Bu da İbo'nun yanında. İbo Azerbeycan’a gittiği zaman, bu da beraber gitti. Böyle beraber Azerbeycan’a gittiler yani.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=222

11.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 9

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 9 


Yeşil Anlatıyor
7/7/2000 - 11:00 - Atin


Özel İstihbarat Daire Başkanı Mehmet EYMÜR, YEŞİL'in 13 ve 15 Ocak 1995 günü Ankara'da olduğunu, YEŞİL'le görüşen personelinin raporlarından öğrenmişti. Yine de YEŞİL'le ilgili şüpheleri devam ediyordu. YEŞİL 14 Ocak 1995 günü İstanbul'a gidip olaya katılmış ve olay sonrası hemen Ankara'ya dönmüş olabilirdi. YEŞİL sorguya alınmalı ve olayla ilişkisi çözülmeliydi.

Sorgucu Sorgulanıyor

YEŞİL, Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından serbest bırakılmasından bir gün sonra MİT sorgu bürosuna alındı. 
Sorguya alınan her şahıs gibi, YEŞİL de önce doktor kontrolundan geçirildi. Kaburga kemiklerinde çatlaklar ve ağrıları vardı. Gerekli tedevisi yapıldı ve ilaçları verildi. Artık sorguya hazırdı. 
Zaman zaman Mehmet EYMÜR'ün de katıldığı ve yumuşak bir şekilde gerçekleştirilen sorguda, YEŞİL, kendisine para yollandığını kabul ediyor ancak iki İranlı olayı ile hiç bir ilişkisi olmadığını iddia ediyordu. 

14 Akşamı Ankara'da

Emniyet'te geçirdiği sert sorgudan yorulmuştu. Hangi gün nerede olduğunu hatırlamakta zorluk çekiyordu. Sonunda 14 Ocak 1995 akşamı Polis Müdürü İbrahim'le bir eğlence yerine gittiğini hatırladı. 
YEŞİL, MİT'in bütün telefon konuşmalarını dinlediğini ve kaydettiğini sanıyordu. Onun için, sorgusunda zaman, zaman bu konuşmalara bakılırak söylediklerinin teyid edilmesini istiyordu. MİT, zaman zaman onu kontrol için telefonlarını dinlenmişti ama maalesef bu kayıtlar arasında bu olayla ilgili konuşmalar yoktu. 
Telefon konuşmaları yoktu ama, olayla ilgili telefon dökümleri, yani kimin kimi ne zaman aradığı tespit edilmişti. Bu dökümler YEŞİL'in anlattıklarını doğruluyordu. 
Sorgusunu yapanlar YEŞİL'in iki İranlı'nın kaçırılışı ve öldürülüşü ile ilgili olmadığına kanaat getirdiler. 

Gelişmeleri YEŞİL'in anlatımından izliyelim: 

Beni Hurşit Han Aradı
Ben size, Hurşit beni aradıktan sonra iletmiştim. Yani Hurşit beni arayınca söylemişim, iki tane İranlı kaçtı, beni aradılar, benden yardım istiyorlar, para yollayacağız diyorlar. 
Hurşit ile Ahmet arasındaki görüşmede bir zaman var. Zaman olayı var yani. Hurşit’ten sonra benim görüşme yaptığım Mecit’tir, Mecit’ten sonra da Ahmet’tir. Üçüde sağdır ve kendi ifadeleri de aynen benim bu ifadelerimi teyid eder. 
Sıralı görüştüm, ama tarihlerini bilmiyorum. Yani bu hatırlamıyorum kelimeleri için beni bağışlayın, vallahi hatırlamıyorum. 
Eğer ben bugün günlerden ne gün biliyorsam Allah belamı versin. Çarşamba mı, perşembe mi? Vallahi onu dahi bilmiyorum. Ben programsız bir adamım yani.
Tarihleri zaten siz telefon konuşmalarımdan bulursunuz. Hurşit’in beni aradığı tarih bellidir. Hepsi kayıtlarda vardır. Niye beni o tarihlerde zorluyorsunuz? 

Hurşit, Macit, Ahmet

Bunlar, bu tarihler, bu sıralama, hepsi bir mana ifade eder. Telefon konuşmalarının detayları, hepsini teyid eder yani. Birinci Hurşit, ikinci Mecit, üçüncü Ahmet. Bu böyle, belli bir zaman sürecinde oluyor. 
Ahmet de, Hurşit de söyledi, ikisi de söyledi. Telefonla her ikiside bana söyledi. Şimdi onlar polis aldı diyor, resmi arabalar diyor, şu vardı, bu vardı diyor. 
Ben başka birşey bilmediğim için, "yurtdışı edilmeleri var, şu anda onunla uğraşıyoruz, başka bir şeyleri yok" diyorum. Onlar polis bildiği için ben polis diyorum. Polis de "resmi olarak uzun süre tutamayız" diyor. 

200 Bin DM Daha Çıkar

Hurşit de, Ahmet de bunları polisin aldığını söylüyor, yardım istiyorlar benden. Hatta bir telefon görüşmesinde diyorum ki “sen bana 200,000 DM daha çıkar, ben İstanbul’a çıkarayım, çabuk bırakırlar" diyorum. 
Hurşit bana "onların kefili benim, durumları da iyi seni görürler" diyor. Hurşit’ten dolayı ben konuşuyorum, Hurşit’ten sonra konuşuyorum. 
Ahmet bana hiçbir soru sormuyor. Yani kimliğimle ilgili, ne olduğumu, ne iş yaptığımı, bunları sormuyor. Sormadığına göre nedir? Benim hakkımda bilgi sahibi, bilgi buna verilmiş, bu bilgiyi kim vermiş? Mecit vermiş veya Hurşit vermiş.
Ahmet’e sorun, "Ahmet bunu sana kim söyledi?" deyin, Mecit veya Hurşit diyecek. 
Eğer, Ahmet’in size anlattıkları bunları teyid etmezse ben burdayım, burdan kalkmam, başımı eğerim, yüzüm de kızarır. 
Telefon konuşmalarının detayını iyi okursanız, Ahmet'in benden haberdar olduğunu, kendisine çok iyi tanıtıldığımı kabul edeceksiniz. 

Bunu PKK Yapamaz

Böyle bir olayı PKK yaptı diye düşünmek sadece bir hayalden ibarettir. PKK'nın bugüne kadar benzeri hiç bir eylemi yok bugüne kadar. PKK’nın eylemlerinin nicelerini duydum ama bunların böyle bir şehir eylemlerini hiç duymadım. Onlar infazları çok açık bir şekilde yapar.
Onlar, patlayıcılarla iş yaparlar. Şu Yunanistan'dan gelen, bas tetiğe, hani öyle fazla hüner istemeyen işler. Onu dahi yapmıyorlar. Saatli olmasına rağmen ellerinde patlıyor. 
Şimdi artık Hurşit alındığı zaman ben iddiaya giriyorum kalıbımı ortaya koyuyorum, bu olayda muazzam bir mesafe alınacak, muazzam bir mesafe alınacaktır. 

Metin'in Arkadaşı Hurşit

Ben Hurşit'i şahsen tanımıyorum. İlk irtibatım eski tarihlerde. Güneydoğu'dan tanıdığım Lice'li Metin isimli bir kaçakçı vardı. Soyadı galiba AYTEK. Bazen bana para çıkarırdı. Bir gün bana telefon etti, “ben İspanya’ya gidiyorum, şu anda durumum iyi değil, Yüksekovalı bir kardeşimiz var, kardeşi hapiste, ben onunla görüşeceğim, sana para çıkarttıracağım, dönüşte ben sana uğrarım" dedi. 
Bana para çıktı, geldi. Şu anda cüzdanım yanımda olmadığı için vallahi şeyini hatırlamıyorum, miktarıı bilmiyorum. Bunların detayları sizin telefon kayıtlarınızda vardır.
Parayı alıp çektikten belirli bir süre sonra birisi beni aradı, Türkçesi de kıt. Ben dedim sizi tanıyamadım. "Ben Metin’in arkadaşıyım, sana bir şeyler göndermiştim bir ara, beni hatırlaman lazım" dedi. O Metin'in bana ismini verdiğini sanıyor, halbuki vermedi. Ben de "haa buyrun" dedim.

Kardeşim Kayıp, Sizde mi?

Bana, "benim kardeşim eve gelmedi, sizin veya polisin almış olması mümkün mü? Biz bu gece İstanbul’a gidiyorduk, olmadı." dedi. 
Ben o anda, onun parasını almayı düşünmedim. Benim bilgim yok, bakarım dedim. 
Sabah tekrar aradı " kardeşim çıktı geldi" dedi. "Neredeymiş?" diye sordum, " bir yerdeymiş, geçikmiş" diye cevapladı. Böyle bir muhabbetle başladı ilişkimiz.
Ben yine de dün geceye kadar adını bilmiyordum. Hurşit HAN ismini biliyorum da o olduğunu bilmiyordum. Sesinden ve konuşmasından tanıyordum. Dün gece aradım, "bu aranma davan, dosyan hangi mahkemede, sana yardımcı olayım, bana dosya numaranı ver" dedim. 

"Ağabey, DGM'ye dönmüş, vallahi numara yoktur ama bulurum" dedi. "O zaman baba adını, doğum tarihini falan ver, ben bulurum" dedim. Bunun Hurşit HAN olduğunu o şekilde dün akşam öğrendim. 
İlk telefonumu Metin'den, bu seferkini Cahit’ten almış, Cahit KOCAKAYA'dan. Cahiti çok iyi tanıyor, yakinen tanıyor. Bana, Cahit’in kardeşi Mücahit KOCAKAYA ile görüştüm dedi. Mücahit ile çok iyi ilişkisi var. Ben Hurşit'e daha önce Cahit'le ilgili sorular sormuştum. "Bu İranlı'ların da o o ilaç firmalarıyla ilişkisi var mı?" diye sordum. Bana "var, araba alış verişleri de var" dedi.

Cankurtaran Dekontlar

Bana o eski para yolladığı tarihte, " Ağabey, bize birşey olmaz değil mi, ben, bana birşey olmasından korkuyorum, yani polis-molis alırsa" diye soruyordu. "Bir şey olmaz" dedim. "Bankaya yatırdığın paranın dekontu var ya, bunu hiç cebinden ayırma. polis, jandarma filan seni bir suçtan alırsa, suçunu çekersin o ayrı ama, o kağıdı sakın yemeğe filan kalkma, o kağıt cebinden çıkarsa hayatın garantidedir, o kağıdı cebinde görürlerse sana bir şey yapmazlar, yani ondan hiç bir tereddütün olmazsın, üzerinden ayırma" dedim. " Tamam" dedi.

Son aradığında "iki İranlı kaçırılmış" dedi. "Nereden kaçırılmış?" diye sordum, " buradan, İstanbul'dan, polisler almış" dedi. "İçlerinde resmi polis var mı?" diye sordum? " Var" diye cevap verince ben rahatladım, nasıl olsa hayati bir tehlike olmaz diye düşündüm, eminim ki bunlar ölmez serbest kalırlar diyordum. 

Para Başım Üstüne

Bir otelin kumarhanesinden çıkarken almışlar. "Ağabey ben kefilim, kendilerine söylemişim, demişim bu ağabeyimin sözü sözdür, bu yapar, söz vermişse olay bitmiştir, merak etmeyin dedim, hani bunlar sana birşeyler göndersinler " dedi, " tamam başım üstüne" dedim. Onun için bunlara, "hallediyorum, bakıyorum" diye konuştum, yani polis aldı diye rahattım. 
Arkasından Mecit’len beni görüştürdü. Mecit de İranlı, onların eniştesi. Hurşit bu Lazım'la daha önce beraber bir otel çalıştırmış, sonra ayrılmışlar. Mecit’len görüştük, arkasından Mecit, Ahmet’le görüştü ve Mecit beni tekrar aradı. Hurşit bunlarla iç içe. 

Hurşit Alınırsa Olay Çözülür

Yani beni bu olayın içine sokan Hurşit. Ben ondan kuşku duyuyorum. Bu programlanmış gibi bir olay. Hurşit’i almadan bu olayın aslı ortaya çıkmaz.
Hurşit bir kere PKK’yla irtibatlı. Bu Metin'in adamı. Metin’in PKK’daki konumu belli. Her şey belli ortada yani. Hurşit’i alın, PKK ilişkilerinden tutun eroin trafiğine kadar her şey ortaya çıkar. Kesinlikle iddia ediyorum muazzam bir PKK kaynağıdır. 
Hurşit alınırsa, inan ki belli bir mesafe katedilmiş olunur. Beni bir program gereğimi aradı o da ortaya çıkar, 
Bunun bir de Lazım’la bir pürüzü var. Bir otel olayı var. Telefonda kendisi söyledi, sizdeki konuşma detaylarında vardır. Aramızda bazı sorunlar oldu dedi.
Hurşit, bu gazetede çıkan iki İranlı'nın öldürüldüğü haberinden sonra dün gece konuştuğumda, bana fazla bir tepki göstermedi. Sadece "vallahi çok zor durumdayım, yüzlerine bakacak gibi değilim, çünkü ben söz vermiştim, söz vermiştim" diyor, işte birşeyler anlatıyor. "Veysel bana ulaşamadı, ondan oldu, ben sana güveniyorum" gibi laflar ediyor. 
Telefon konuşmalarımı incelediyseniz, Ahmet'le konuşmamı farketmişsinizdir. İlk görüşmemiz olmasına rağmen Ahmet bana "sen kimsin, necisin?" diye bir şey sormuyor. Mesela daha öce Cahit KOCAKAYA'yı aradığım zaman bana sormuştu. "Ben tanımıyorum, sen kimsin" filan diye. Ahmet, Mecit'den bilgi aldığı için beni tanıyor gibi konuştu.

Kurd-A'ya Açıklatmak Zor Değil

Kesin olarak emin olduğum bir olay var. Bunları alan PKK değildir. PKK olması mümkün değil. Orada resmi jandarma bile adam alsa polisten çekinir. Kurd-A'ya açıklama yaptırmak da zor bir olay değil. Gerçi, başınızı ağrıtmayayım ama, benim PKK'ya yaptırdığım öyle bir sürü eylem var. 
Mesela, Musa ANTER olayında PKK'nın en kafa adamlarından biri kullanıldı ve Musa Diyarbakır'a getirttirildi. Olaydan, yani Musa'nın kiminle görüşmeye gittiğinden Musa'nın oğlunun haberi var ama hiç bir zaman ağzını açmadı. 
Diğer bir örnek, Doktor Mazlum’u PKK’ya ihbar eden bendim. Konuyu o tarafa taşıyan, itirafçı bir kız. Ancak kız da benim bunu çok içkiliyken, serhoşken ağzımdan kaçırdığımı sanıyor. Aksi takdirde kızı inandıramazdım.
Bunun gibi bir sürü örneği sıralayabilirim. Yani Kurd-A'ya açıklama yaptırtmak kesinlikle zor bir olay değildir. 
Bana göre bu programın ikinci safhası var. Beni de götürecekler ve Kurd-A yeni bir açıklama yapacak. Kulaklara şu fısıldanacak "YEŞİL, İranlı'ları öldürdü, paralarını aldı, o da onlar gibi öldürüldü, yaptığının karşılığını buldu.“ Bunlar olacak kesinlikle. 

Ankara'dan Uzaklaşma Projeleri

Ankara'da kalmak benim için artık tehlikeli. Benim çok sağlam yerlerim var. Ben dediğiniz gibi Kuzey Irak'a giderim. Benim için Kuzey Irak’a gitmek idealdir. Orada benim yapabileceğim çok hizmet olur, çok büyük faydalarım olur yani, yabancı olduğum yer değil. Kuzey Irak’taki arkadaşlar size neler yapabildiğimi görüp bildireceklerdir.
Şimdi ben bu yaşıma kadar her zaman her sıkıntımda rab’ül alemime sığındım, hiç hiç bir olayda, bir kula sorun, bu kadar böyle aşırı derecede yürekli bir istekte bulunmadım. İlk defa sizden bir isteğim var, şu Hurşit’i bir sorguya alın, bakın olayda ne kadar mesafe aldığınızı göreceksiniz. 

Bana Sahip Çıkan Yanar

Bir tek şey daha istiyorum, tek şey. Benim o Ankara Emniyet Müdürlüğündeki sorgumu iyi araştırın, orda neler konuşuldu, başka bir şey istemiyorum. Onu öğrenin yeter. 

Ben temiz bir işten dolayı karakola düşmem. Bana devletin bir birimi sahip çıktığı an devlet yara alır. Bu benim kendi fikrim. Şimdi, hem böyle çıkacaksın vatan, millet, bayrak, devlet diyeceksin, ondan sonra diyeceksin ki efendim polise düştüm bana sahip çıkmadılar. Neye sahip çıkacak? Ben yasaların uygun görmediği bir işten düşmüşsem bu benim işim yani. Devletin bir birimi, MİT’idir, JİTEM’idir, Polisi’dir, yani neyse ayırt etmiyorum bana sahip çıktığı an devlet yanar. 

Ben Neredeyim?

Bu olaydan sonra alınıyorum ve bu olay hiç sorulmuyor, dördüncü günü bırakılıyorum, işlem yapılmıyor. Ne olacak şimdi, arkasından daha uygun bir şekilde yine alınacak mıyım? Sonra bir açıklama da benim için yapacaklar.
Polisin elinde bir belge var, biz kaç gün önce almışık, aldık sorguladık işlem bile yapmadık, adamı sağ salim bıraktık diyecekler. 

Çok da inandırıcı bir olay. 

Sorgum sırasında Orhan TAŞANLAR var mıydı? Sorun, bakın. 

Dedim ki "benim şu anda soru sormak haddim değil ama, ben nerede sorgulandığımı bilmek istiyorum. 

"Sen Emniyette olduğunu bilmiyormusun?" dedi. 

"Ama, Türkiye’deysem bu soruların yöneltilmemesi lazım dedim". 

"Nasıl sorular" dedi. 

"Bana yöneltilen sorular, MİT’le dialoğum, Jandarma ile dialoğum. " Türk Emniyetinin burada sorgudaki bir adama bu sualleri sorması, benim kafama bazı soru işaretleri getiriyor, bunun için rahat olmak istiyorum, nerede olduğumu öğrenmek istiyorum" dedim. "Haa siz falan örgütle dialoğunu kim kurdu diye sorarsanız, Türkiye Emniyetinde olduğumu kabul ederim. Ama ben kendimi çok değişik bir yerde, yani başka bir ülke servisinde veya bir örgüt sorgusunda kabul ediyorum" dedim.

Jandarma, Polis, MİT

"Biz, vatandaş olarak çaba göstermiş, her türlü mücadeleyi vermişiz. Kürdü, Türk'ü, Lazı, Çerkezi, Alevisi, Sünnisi bir araya gelsin diye hayatımızı koymuşuz ama, Jandarma’yı, MİT’i, Polisi de biz bir araya getiremeyiz. Önce lütfen siz bir araya gelin, arada biz günah keçisi oluyoruz, biz bir tek devlet baba biliriz, devleti bir bütün olarak biliriz, Polis’i, MİT’i, Jandarması bizim için ayrı ayrı ülkelerin birimleri değil, bizim" dedim. 
Sorular çok farklıydı, Alınmam, ileride iş ortaya çıkarsa, beni yani polis teşkilatı yapmadı olayını kanıtlamak içindir. 
Telefon olayında, isim vermediler yani şu veya bu demediler. 
"Nasıl sen kimseyi tanımam diyorsun, bu kadar isim var telefon rehberinde" dediler. 
Ben deftere Mehmet EYMÜR falan diye yazmamıştım. Mehmet Ağabey diye yazmıştım.
" Peki, Korkut Ağabeyin telefonu var, açın Korkut Ağabeye beni tanıyor mu, ben onu tanıyor muyum? Gözlerim kapalı, belki şu anda da buradadır, Eğer burdaysa Allah için söylesin, desin ki YEŞİL beni tanıyor, YEŞİL benimle görüştü. Açın sorun, onun da telefonu var." dedim.

İsim Ver, Bırakacağım

Bana diyor ki; "sen bana, seni tanıyan devlet dairesinden bir kişinin adını ver, desin ki ben bunu tanıyorum, bu devlete karşı bir insan değil desin, ben seni bırakacağım."
"Orhan TAŞANLAR'ı tanıyorum, onun dışında kimseyi tanımıyorum" dedim.
" Onu nereden tanıyorsun, O nereden bilecek seni?" diye sordular.
" Televizyondan tanıyorum. Siz kendiniz bana söylediniz, benim herşeyimi biliyorsunuz diye, demek ki beni en iyi tanıyan odur." diye cevap verdim. 

Paralar Nerede?

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***