18 Ağustos 2019 Pazar

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 13

     UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 13


Özel Şartlar Dönemi,
20/7/2000 - 11:00 
Atin,


YEŞİL'in anlatımlarına dayanan yazımızdan sonra 13.07.2000 tarihinde Yenişafak Gazetesinde Sn. Taha Kıvanç (Fehmi KORU) "Yeşil konuşunca..." başlıklı bir yazı yayınladı. 

Fehmi KORU, değerli ve ilginç yorumları olan, iyi araştıran bir gazeteci. 

Taşanlar Ne Demiş?

KORU, yazısında dönemin Ankara Emniyet Müdürü Orhan TAŞANLAR'a atfen şunu nakletmiş: 
Yıl 1995. Ramazan ayı. Taşanlar iftar için eve her gidişinde, çorbayı kaşıklayamadan bir yerlerde patlama olduğu duyuruluyor. "Bir değil, iki değil, üç değil... Bombalarda 'Yeşil' imzası çok belirgin... Araştırın bakalım, buralarda mı?" diye tâlimat vermiş... 
O gece Ulus'taki gece kulüplerinden birinde bulmuşlar Yeşil'i... İçeri aldıkları kişinin Yeşil olduğunu polisler biliyor, ama muhataplarına çaktırmıyorlar... 'Yeşil' olduğunu hiç açık etmeden, ama 'Yeşil' imiş gibi ayrıntılı bir ifadesi alınıyor... "Ertesi gün, bizim elimize düşmesinden hiç mutlu olmayan devlet birimleri devreye girdi; tahmin edemeyeceğiniz kadar yukarılardan bir ilgi gösterildi. Biz de kendisini teslim etmek zorunda kaldık..." 

Bir kaç sual sormak istiyorum: 

-1995 yılının Ramazan ayında, yani YEŞİL'in göz altına alındığı 22 Ocak 1995 tarihinden önceki günlerde, Ankara'da nerede, ne zaman patlamalar olmuş? Bu patlamalar polis ceraimlerinde, resmi kayıtlarda var mı? 

-Bomba olaylarında "Yeşil" imzasının çok belirgin olduğu nasıl saptanmış? Daha önce YEŞİL tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmiş, belli bir yöntemin kullanıldığı bombalama olayı veya olayları var mı?. Bu tespit, "güvenilir ve dürüst uzmanların çalıştığını bildiğimiz Polis Laboratuvarı tarafından mı yapılmış? Varsa ne gibi işlem yapılmış? 

-Orhan TAŞANLAR'ın başında bulunduğu Ankara Emniyet Müdürlüğü mensupları, gözaltına aldıkları kişinin YEŞİL olduğunu bildikleri halde bunu "muhataplarına çaktırmamaya, hiç açık etmemeye" neden özen göstermişler? 

Ayrıntılı İfadede Neler Var?

-Gözaltındaki soruşturma neticesinde YEŞİL'in TAŞANLAR'ın patladığını iddia ettiği bombalarla ne gibi bir ilişkisi çıkmış? 

-Ertesi gün, "YEŞİL'in Polis'in eline düşmesinden rahatsız olup devreye giren devlet birimleri" hangileri, " tahmin edilemiyecek kadar yukarıları" kimler? 

-TAŞANLAR'ın, YEŞİL'i herhangi kanuni işlem yapmadan salıvermesinin nedeni bu baskılar mı? 
Bu suallerimin muhatabı tabiyatıyla Sayın Fehmi KORU değil. Cevaplaması gereken Orhan TAŞANLAR. Ancak Sayın KORU yardımcı olursa seviniriz. 
Bir de küçük bir açıklama; YEŞİL ile ilgili olarak Ankara Emniyet Müdürlüğüne hiç kimseyi yollamadım. MİT'den, benim dışımdaki başka bir yetkilinin de yolladığını zannetmiyorum. Bu sayfalarda anlattığımızın dışında herhangi bir teşebbüsümüz yok. 

Bu durumda TAŞANLAR YEŞİL'i kime teslim etmiş? 

Suallerimden anlaşılacağı üzere, Orhan TAŞANLAR'ın bu anlatımında tutarsız, bir polis şefine yakışmayan, geçiştirme ağırlıklı bir ifade var? 
Bir cevap geleceğini zannetmiyorum ama ben yine de sorayım. 

***

Görüntü ve Gerçekler

Radikal Gazetesinden Sayın İsmet BERKAN da 12 ve 13 Temmuz 2000 tarihlerinde YEŞİL'in ifadesine değinen "Susurluk sırları" ve Neden yadırgamıyoruz?" başlıklı yazıları yazmış. 

Geçenlerde, değer verdiğim ve köşesini devamlı izlediğim BERKAN'ın bir yazısına tepki göstermiştim. Sonradan yanlış bir değerlendirme olduğu anlaşıldı ve konu kapatıldı. 

BERKAN, yazılarında haklı bazı tenkitlerde bulunmuş: 

"Yeşil, para alabileceği her yerden para almaktan çekinmediğini, Ceylanlar dahil herkesi haraca bağladığını ('vergi' diye adlandırıyor, aynen PKK gibi) bir devlet kurumu olan MİT'e rahatça söylüyor ve başına hiçbir şey gelmeden oradan ayrılabiliyordu. 

Aynı Yeşil, 'faili meçhul' bir cinayete kurban giden Kürt yazar Musa Anter'i bir PKK önde geleni aracılığıyla nasıl kandırıp tuzağa düşürdüğünü de yine MİT'e adeta övünerek anlatıyordu. Bu anlatımdan hareketle Musa Anter'i Yeşil'in öldürdüğüne kuşku duyulamaz artık. Tek bilinmeyen Yeşil'in talimatı kimden aldığı." 

"Yeşil, MİT tarafından günlerce 'de-brief' (sorgu değil, dikkat edin) ediliyor. Burada övünerek bazı cinayetleri anlatıyor. Sonra elini kolunu sallaya sallaya gidiyor. MİT'ten maaş almaya devam ediyor. 

Dün de yazdım, Yeşil'in MİT'te 'de-brief' edilmesi sırasında sorgucuların merak ettiği konu, Yeşil'in iki İranlı eroin tacirini kaçırma işine karışıp karışmadığı. Bu işe karışmış olsa ne yapacaklar Yeşil'i? Acaba MİT'le ilişiğini mi kesecekler? 

Yeşil geçmişte PKK'yı nasıl manipüle ettiğini anlatmak için bazı örnekler veriyor ve Musa Anter'i kendisinin öldürdüğünü övünerek anlatıyor.
Peki bunu anlatıyor da ne oluyor? MİT elemanları hemen meraka kapılıp Yeşil'e bu konuyla ilgili sorular mı soruyorlar? Hayır. Hiçbir şey olmuyor. MİT, Kürt yazar Musa Anter'le ilgili tek bir soru dahi sormuyor. 
Aynı şekilde, Yeşil'in anlatımlarının tümü okunduğunda, yıllardır aranan bir dizi cinayetin zanlısı olan Abdullah Çatlı'dan söz açıldığında da MİT'in uzman elemanları kıllarını kıpırdatmıyorlar. Şaşırmak ne kelime, söylenenleri yadırgamıyorlar bile. 
Yine Yeşil'in anlatımları arasında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün en önemli birimlerinden birinin, Özel Harekat Dairesi'nin başındaki bir insanın (İbrahim Şahin) çeşitli işadamlarını haraca bağladığı, o işadamlarının da 'vergi' adı verilen bu paraları çeşitli rütbeli polisler aracılığıyla gönderdiklerini, bu paralardan kendisinin de nasiplendiğini anlatıyor. Yine tık yok. Kimse yadırgamıyor anlatılanları, bu işte bir acayiplik var, diye düşünmüyorlar. 

MİT'in suçla mücadele ve suçluyu yakalama gibi bir görevi yok belki ama en azından vatandaşlık bilinci mesela Yeşil'in, İbrahim Şahin'in, Abdullah Çatlı'nın, 'Arnavut Sami'nin, Mehmet Ağar'ın, Korkut Eken'in vs. savcılara ve teftiş kurullarına ihbar edilmesini gerektirmiyor mu?" 

Bir de bu 'ifade' ya da 'bilgi notu' ve içerdiği bilgiler bunca yıl ortaya çıkmıyor, zamanında hukuki sonuç doğurma ihtimali varken hiçbir
işlem yapılmıyor. Bir tek ben mi yadırgıyorum bunları? 

Karanlıklarla Dolu Bir Dönem

Sayın BERKAN'ın soru ve tenkitlerine benim burada iki üç kelime ile tatmin edici bir cevap vermem mümkün değil. Esasında konu bir çok karanlık bölümleri bulunan bir devri ve sistemi ilgilendirdiği için, bu sistemin içinde belli bir rolü olan ve bu dönemin bir bölümünde (1994-96) resmi görevi bulunan beni fazlasıyla aşıyor. 
Ben yine de kendi sorumluluk sahamda kalarak bazı yanıtlar vereceğim. 
Bahsi geçen dönemde iki tip illegal faaliyet yürütülmüştür. 

Birincisi "Terör ve PKK ile mücadele kapsamında" yürütülen illegal faaliyetlerdir. 

"Birinci tip" diye adlandıracağımız bu faaliyetler, demokrasi rejimi ile bağdaşmasa da "yaşadığımız olağanüstü terör yılları", "şehit verdiğimiz ve ölen sayısız insanımız" nedeniyle haklı nedenler taşıyabilir. 
Yani " Olağanüstü " Şartlardaki, "Olağanüstü Mücadele Yöntemidir" 

Diğeri, yani "ikinci tip" illegal faaliyetler, "ülke yararına" görünümü altında yürütülen "maddi ve politik çıkar sağlamaya yönelik" -çete- faaliyetlerdir. 
Her iki faaliyet iç içedir ve her iki faaliyetin oyuncuları aşağı yukarı aynı kişilerdir. 
Hukuken bu iki faaliyeti bunlar suç, bunlar diğeri değil diye ayırabilmek mümkün değildir. Resmi olarak inkar edilse de, "ülke yararına yönelik illegal faaliyetler" belli bir karar mekanizması tarafından harekete geçirilmiş, belli bir emir ve komuta zinciri içinde yerine getirilmiştir. 
Emirleri icra eden kişiler, ulvi bir görevi yerine getirdikleri inancıyla bu işleri yapmışlardır. 
Emirler genellikle şifahen verildiği için, bu emri verenlerin sıkıştıklarında bu hususu inkar etmeleri ve suçu astlarına atmaları mümkündür. 
İcracı kişilerin, bazı hallerde menfaate yönelik faaliyetlerde, bilmeden kullanılmış olması da imkan dahilindedir. 

Tamamına yansımasa dahi, bir çok olayda, her iki tip faaliyeti yürütenlerin aynı kişiler olduğu görülmektedir. Bu ise şahısların "ikinci tip" faaliyetler ve suçlardan dolayı itham edilmesini zorlaştırmaktadır. 
Hukuk karşısında ağır neticeler getirebilecek olan ikinci tip "çete" faaliyetlerin ortaya çıkma ihtimali, emir ve komuta zincirindekileri telaşlandırmakta ve bu nedenle bu zincirdekiler, "ikinci tip" faaliyetleri tasvib etmeseler dahi, suçlu etrafında bir koruma halkası oluşturmaktadırlar. 
Esasında suç işliyenlerin başlangıçta devlete hizmet felsefesi ile yola çıktıkları, gözlerinde çok büyüttükleri hedeflerini devletin imkanlarını kullanarak kolayca bertaraf ettikten sonra devletin gücünü kendi güçleri gibi gördükleri, kolayca elde edilen büyük rantlardan sonra devlet işlerini tamamen unuttukları, rahatlıkla ifade edilebilinir. 
Diğer önemli bir zorluk, her iki tip faaliyeti yürütenlerin ulusal güvenliğimizi korumakla görevli teşkilatlarımıza ve politik hüviyete mensup kişilerden oluşmasıdır. 
Bu teşkilatlarımıza has özel statüler ve politik kimlik, bir cins dokunulmazlık kabuğu yaratmakta ve adaletin düzgün işlemesini ve adil neticeler alınmasını önlemektedir. Neticede günümüzde yaşadığımız gibi, dokunulmazlık kabuğu en ince olan "bir kaç polisin" ve sivil vatandaşların yargılanmasının ötesine gidilememektedir.
http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=229

14.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder