Marksist-Leninist etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marksist-Leninist etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2019 Cumartesi

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ., BÖLÜM 9

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ.,  BÖLÜM 9




1.5.3. Faaliyet Alanlarına Göre Terörizm: Kır Terörizmi, Şehir Terörizmi, Milli Terörizm ve Uluslararası (Küresel) Terörizm 

Kır Terörizmi: Teorik temelleri Mao'ya35 kadar uzanan kırsal terörün alandaki teorik ve fiili gelişmeleri Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıkmıştır; Fidel 
Castro'ya göre dağlarda, vadilerde yönetime karşı silahlı ayaklanmaya kalkışacak küçük bir gerilla grubu başka herhangi bir politik şartın yerine getirilmesine gerek kalmaksızın devrim öncüsü olmuştur (Caşın, 2008: 592). Görülüyor ki kırsal terör Marksist-Leninist terörizmin devrim mücadelesinde daha etkili olabilmek için seçtiği bir yoldur. 

Mahir Çayan "Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine" adlı yazısında kır terörünün taktiksel gerekliliğini şöyle (kurtuluscephesi, 2012) belirtir: 

Neden Rusya'da, demokratik devrimlerin temel gücü proletarya oluyor da, Çin ve Vietnam demokratik devrimlerinin temel gücü proletarya değil de köylüler 
olmaktadır? Bu sorunun cevabı, somut durumların somut tahlilinde düğümlenmektedir. Çünkü, Rusya'da devrim ordusunun temel gücü genellikle büyük şehirlerde yaşıyordu. Çin, Vietnam gibi ülkelerle kıyaslanmayacak seviyede (nicelik ve nitelik bakımından) bir Rus sanayi proletaryası vardı. 
Bu nedenle devrim, şehirlerden kırların fethedilmesi şeklinde bir rota takip etti. Oysa yarı-sömürge ve sömürge ülkelerde, 

1) İşçi sınıfının nicelik ve nitelik olarak gelişmiş kapitalist ülkelere kıyasla zayıf olması; 
2) şehirlerde emperyalizmin denetiminin çok kuvvetli olması gibi, başlıca iki ana nedenden dolayı Milli Demokratik Devrimin izleyeceği rota, kırlardan şehirlerin 
fethedilmesi rotasıdır. 

Burada sözü edilen Halk Savaşı Teorisi yani şehirlerin kırlardan fethedilmesi ve köylü unsurunun proleter devrimde öncülüğü Maoizm'in gereğidir. PKK terör 
örgütün faaliyetlerini kırsal alanlarda sürdürmesi kır terörünün örneği olarak ayrıca verilebilir. 

Şehir Terörizmi: Kır teröristlerinin Latin Amerika ülkelerinde başarısız denemeleri kırların devrimci mücadele için sanıldığı kadar elverişli olmadığını göstermiştir (Caşın, 2008: 592). Nitekim kırsal mücadele özü gereği uzun bir pratik eğitim süreci gerektirir ve ayrıca giderek hızlanan sanayileşme ile işçilerin köylü ler karşısında daha önemli bir unsur haline gelmesi, artan göç, şehirleşme sonrası ortaya çıkan eşitsizlik, yoksulluk şehirlerin örgütlenme ve üye kazanmaktaki rolünü öne çıkarmıştır. 

Şehir terörünün teorisyenlerinden Brezilyalı terörist Carlos Marighella'nın "Niçin Şehir gerillasından başlanıldı?" sorusuna verdiği cevap (Marighella, 2003: 45, 46) şehirlerin kırlara göre avantajlarını belirtmesi açısından önemlidir: 

Ülkenin içinde bulunduğu dikta ortamında, propaganda ve kamuoyunda tanınma olanakları, özellikle şehirlerde vardır. Özellikle öğrencilerin, aydınların; sendikacı 
bazı militan grupların düzenledikleri kitle eylemleri, ülkenin bellibaşlı şehirlerinde, daha sert bir savaşın (silahlı eylemler) yadırganmayacağı uygun bir ortam yarattılar. Hükümetçe alınan anti-demokratik tedbirler […] birçok profesör ve gazeteciye karşı girişilen sayısız baskılar, bir başkaldırı ortamı yarattı. […] Gizli yayın ilerliyor, korsan radyolar hoşnutlukla dinleniyor. Demek ki, şehir, gerillayı başlatabilmek için istenilen nesnel ve öznel koşulları bir araya getirebiliyor. Durum kırlarda daha az elverişlidir. Kır gerillası, işlevi daha çok taktik olan şehir gerillasına göre ikincil bir duruma düşüyor. […] Diğer yandan, kırlardan mücadele edecek savaşçılar, ilk önce şehir mücadelesine deneneceklerdir. Bunların arasında yetenekliler seçilecektir. 

Milli Terörizm: Bir devletin milli hudutları içerisinde cereyan eden ve dış kaynaklı hiçbir terörist örgüt veya örgütlerce işbirliği yapmadan gerçekleştirilen, 
başka bir devletin veya şahsın menfaatini veya zararını amaçlayan tedhiş hareketleri olarak tanımlanan bu terörde, teröristin milliyeti söz konusudur (Caşın, 2008: 593). 

Diğer bir deyişle ulusal terörizm terör örgütünün dış dünya ile organik herhangi bir bağının olmaması ve faaliyet, örgütlenme ya da destek aşamalarında ulusal bir özellik sergilemesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda ideolojinin yerelliğinden kullanılan araçlara ve hatta hedefe kadar her bir unsurun izole ve kapalı bir özellik arz etmesi gerekmektedir (Doğan, 2007: 14, 15). Günümüz dünyasının izole olmayı ve kapalılığı hiçbir anlamda mümkün kılmaması bu tür terörizmin de pratikte varlığını mümkün kılmamaktadır. 

Uluslararası (Küresel) Terörizm: Bu terörün ülke sınırlarının dışında gerçekleşmesi, birden fazla devletin vatandaşlarının eylemden etkilenmesi gibi 
özellikleri vardır (Çınar, 1997: 240). Caşın bunlara ek olarak şu özellikleri de belirtir (2008: 132): Belirli bir ülkenin vatandaşlarına karşı girişilmeli, siyasi amacı olmalı ve belirli bir devletin ya da hükümetin amaçlarına hizmet ya da karşı devlete zarar amacıyla tasarlanmalı. Tüm bu özellikleri taşıyan terörist eylemler uluslararası terörizmin kıstaslarını oluşturmaktadır. Bir başka tanımla uluslararası terörizm, terör örgütlerinin amaçlarını, dünya kamuoyuna duyurmak için seçtikleri ülkelerde gerçekleştirdikleri şiddet eylemleridir (Acar, 2012: 124). 

Ergil'e göre (Ergil, 1992: 140) uluslararası terörizm birden fazla ülkenin topraklarını veya vatandaşlarını içeren terörizmdir. Bal ise uluslararası terörizmi yeni dönem terörizm olarak kabul eder ve ona göre (2006a: 106) yeni dönem terörizmin hedefi tüm insanlık ve insanlığın ortak değerleridir. 
Küresel terör kavramlaştırması, küreselleşme düşüncesinin hem Batı'lı hem de azgelişmiş ülkelerde rağbet gördüğü bir dönemde ileri sürülmüştür ve küresel 
terör diye adlandırılan eylemler aslında tarihte uzun zamandır var olan şiddete dayalı siyasal ve tarihi hedefleri gerçekleştirme geleneğinin uzantısı olmanın dışında özgün özellikler taşımamaktadır (Cirhinlioğlu, 2004: 123). Yine de 11 Eylül saldırıları uluslararası/küresel terörizmin başlangıç noktası olarak görülmektedir. Nitekim 11 Eylül saldırıları kadar uluslararası sistemi derinden sarsacak ve hızla değiştirecek güçte hiç bir terörist saldırı yapılmamıştır. 

Uluslararası terörizmi etkileyen faktörler şunlardır: 

. Küreselleşme süreci ile birlikte hızla gelişmekte ve yayılmakta olan teknoloji (Rustemova, 2006: 31), 
. Artan uluslararası göç hareketleri, 
. Devletlerin ideolojik ve siyasi şiddeti desteklemesi (Doğan, 2007: 16), 
. Komünikasyon ve enformasyon alanında gerçekleşen devrim (Rustemova, 2006: 36), 
. Devletlerarası ekonomik eşitsizliğin artması, 
. Din ideolojili terörizmin güçlenmesi, 
. Doğu-Batı ekseninde gerçekleşen kültürel çatışmalar, 
. Destekçi devlet sayısının artması (Caşın, 2008: 215). 

11 Eylül 2001 tarihinde ABD'de başlayan küresel terör dalgası, 2002 yılında Endonezya/Bali'de 200'den fazla insanın ölümüne neden olmuş, 2003 yılında 
Türkiye/İstanbul'u vurmuş, 2004 yılında İspanya/Madrid'i sarsmış, 2005 yılında İngiltere/Londra'yı vurmuştur (Dilmaç, 2011: 50). 11 Eylül saldırıları uluslararası terörizmi dünya kamuoyunda tartışılan en önemli konu haline getirirken uluslararası terörizmin ilk örneğini 11 Eylül saldırıları olarak belirtmek yanlış bir tutumdur. Yakın tarihte uluslararası nitelik taşıyan terörün ilk önemli örneğini 1972 Münih Olimpiyatları sırasında, 11 İsrailli sporcu ve antrenör, 1 Alman polisi ve 5 saldırganın ölmesi ile sonuçlanan ve Kara Eylül adlı terör örgütünün gerçekleştirdiği olayda görmekteyiz (Dilmaç, 2011: 55). 

Aslında yeni bir kavram olmayan uluslararası terörizm dünyanın neredeyse her yerinde özellikle 1990'larda yoğunluk kazanmıştır. Örneğin, sadece El-Kaide'nin 
ABD'ye yönelik eylemleri şunlardır (diplomatikgozlem, 2012): 

. Aralık 1992; Yemen'de Amerikan askerlerini hedef alan otel bombalanması, 
. 1993; Somali'de Batılı güçlere karşı Aidid'e destek verip Mogadişu'da 18 Amerikalının öldürülmesi, 
. Şubat 1993; New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanması, 
. Haziran 1995; Etiopya'nın başkenti Adis Ababa'da Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'e yönelik suikast girişimi, 
. Kasım 1995; Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da beş ABD'li asker kamyonla bombalaması, 
. Haziran 1996; Suudi Arabistan'ın Hobar kentinde 19 Amerikan askerinin ölümüne yol açan patlama eylemi, 
. Ağustos 1998; Amerikan askerlerinin Körfez bölgesine girişinin ve Irak'a BM ambargosunun sekizinci yıldönümünde Kenya ve Tanzanya'daki ABD 
  büyükelçiliklerinin havaya uçurulması. 

Aslında ABD'nin 11 Eylül olaylarına kadar ülke sınırları içerisinde Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanması dışında ciddi bir uluslararası terör eylemiyle 
karşılaştığını iddia etmek doğru olmayacaktır (Özeren ve Cinoğlu, 2006: 159, 160). 11 Eylül olaylarının, küresel düzeni ve Amerika'nın uluslararası toplumla ilişkisini belki de kalıcı bir şekilde değiştirmesi şeklindeki sonuçları bakımından dönüştürücü bir nitelik taşıması (Ben-Meir, 2011: 9) uluslararası terörizm bağlamında 11 Eylül saldırılarının önemini belirtmesi açısında önemlidir. 

1.5.4. Faaliyet Konularına-Türlerine Göre Terörizm: Narko Terörizm, Kitle İmhasına Yönelik Terörizm, Medyatik Terörizm ve Siber Terörizm 

Narko Terörizm: Bu kavram terörizmin ancak eylemlerle kendini hatırlatarak devam ettirebileceği gerçeği ile durmadan eylem yapması ile ortaya 
çıkan finansal sorununu çözme amacıyla uyuşturucu trafiğine doğrudan ya da dolaylı müdahalesi ve bundan rant elde etmesini ifade eder. 

Terör örgütlerin finansal kaynak olarak uyuşturucu trafiğini yönetmeleri veya bu trafiğe bir şekilde dâhil olmaları bir bakıma terörizmin özellikle Soğuk Savaş 
sonrası devlet desteğinden yoksun kalması ve maddi sıkıntı içine girmesi ile açıklanabilir. Yıllık getirisi BM kaynaklarına göre, 500 milyar doları bulan 
uyuşturucu kaçakçılığının (zaman, 2012c) getirdiği yüksek kâr marjı nedeniyle terör örgütlerin uyuşturucu ticaretine yönelmeleri narko terörizm kavramın ortaya çıkmasına neden olmuştur. 

Uyuşturucu ticaretinin çatışma bölgelerindeki otorite boşluğundan yararlanarak tavan yapması ile terörizmin çatışma ve otorite boşluğu yaratması narko terörizmin gelişimi açısında önemlidir. Sonuç olarak terörün en yoğun olduğu bölgeler, uyuşturucu ve kara para için adeta "güvenli bölge" haline gelmektedir; bunun en bariz örneklerinden biri Diyarbakır-Bingöl arasında uyuşturucu tarlaları kuran ve yöneten PKK'dır (gazete.vatan, 2012). 

Bu bağlamda İran üzerinden Batı'ya seyreden Hint keneviri-esrar ticaretini ve Batı'dan İran'a sevk edilen eroin ve kokain maddeleri ticaretini elinde bulunduran PKK (gundem, 2012a), narko terörizme verilebilecek en iyi örnektir. Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi'nin (EMCDDA) 10 Kasım'da yayımladığı 2010 raporuna göre Türkiye'nin ele geçirdiği uyuşturucu miktarı, Avrupa'dakinin iki katıdır (zaman, 2012a). Örneğin, 2012 yılı Aralık ayında Diyarbakır'da yapılan geniş çaplı operasyonda 21 ton esrar ele geçirilmiştir (sabah, 2012c). 

ABD Başkanı George W. Bush döneminde Başkanlık Yabancı Uyuşturucu Kaçakçıları Listesi'ne konan PKK'nın (ntvmsnbc, 2012) finansmanında uyuşturucu üretim ve dağıtımı önemli bir yer tutmaktadır (Bahar, 2012). PKK'ya ek olarak, El-Kaide, FARC (Kolombiya), Sendero Luminoso (Peru), Hizbullah (Lübnan), Özbekistan İslami Hareketi ve ETA'nın (İspanya) ve uluslararası platformlarda narko-terörizm bağlantısı sürekli vurgulanan örgütlerdir (milliyet, 2012). 

Narko terörizmin milyar dolarlık bir iş hacmine ulaşması,36 terör örgütlerinin daha da güçlü olması ve ayrıca terörizmle mücadele eden devletlerin rüşvet vb. 
şekilde zayıf bırakılması ve terörizmle mücadelede kaynakların boşa gitmesi ile sonuçlanmaktadır.37 Narko terörizmin bir diğer sonucu bu terörizmin yüksek kâr marjı nedeniyle neredeyse ülkeye şiddetin her türlüsünü kullanarak hâkim olabilmesidir. Bunun en uç örneği, Kolombiya'da görülmektedir. Zira burada 1990 yılındaki başkanlık seçiminde üç başkan adayı ve seçimi kazanan aday öldürülmüştür Kitle İmhasına Yönelik Terörizm: Bilinen terörizm eylemleri sonucunda, bu eylemlerden etkilenecek kurban/mağdur sayısının yüksek miktarda olmasının hedeflendiği türdür ve terör örgütleri bu yöntemle meydana çıkacak toplumsal ve siyasal baskının en üst düzeye çıkmasını hedeflemektedir (Doğan, 2007: 20). Terör örgütlerinin ya da devletlerin konvansiyonel38 silahlar dışında kalan KİS'leri (Kitle İmha Silahları) kullanmaları ya da kullanma tehdidinde olmaları kitle imhasına yönelik terörizmi ortaya çıkarmıştır. 

Bu terörizm türü bireyler tarafında benimsendiği gibi devletlerce de XX. asırda çokça benimsenmiştir: Adolf Hitler'in iktidarı boyunca yaptıkları, Saddam 
Hüseyin'in 16 Mart 1988 günü kimyasal ve biyolojik silahlarla Halepçe'de 5 bine yakın kişiyi katletmesi (ihd, 2012), ayrıca İsrail'in Filistinlilere karşı 3 Nisan 2002 günü gerçekleştirdiği ve XXI. asrın ilk toplu kıyım ve imha saldırısı olarak tarihe geçen Cenin Katliamı (ihh, 2012) bu duruma verilebilecek bazı örneklerdir. 

Bu terörizm tanımlamasına her ne kadar KİS'leri kapsasa da büyük çaplı bombalama ya da uçak kaçırma ve düşürme eylemleri de bu tanıma dâhil edilebilir. El Kaide'nin gerçekleştirmiş olduğu 11 Eylül saldırılarında KİS söz konusu olmasa da saldırıların kitlesel ölüme (3 bine yakın kişi hayatını kaybetti) yol açması bunun kitle imhasına yönelik terörizmin bir örneği olduğu anlamına gelir. 

Terörizmin konvansiyonel silahlar dışında, biyolojik ve kimyasal silahları kullanması, Aum Shinrikyo tarafından Japonya'da Tokyo metrosuna 1995 yılında yapılan saldırıda gerçekleşmiştir (Caşın, 2008: 659). Eylem sayısı diğer türlerle kıyaslanmayacak kadar az olmasına rağmen kitle imhasına yönelik terörizm en tehlikeli terörizm çeşididir ve devletlerin terörizm ile mücadelede işbirliğini gerektirecek en önemli nedendir. Öyle ki, 2001 yılından sonra meydana gelen terör olayların sayısında periyodik bir azalma gözlenmekle birlikte, sonuçta ortaya çıkan tahribatın ve özellikle ölüm oranlarının giderek attığı görülmektedir (Çapçıoğlu, 2004: 387) bu da terör örgütlerinin kitle imhasına yönelik terörizme doğru yöneldiğinin açık bir kanıtıdır. 

Medyatik Terörizm: Her terörist eylem, kamuoyu ilişkileri bakımından bir "propaganda" hareketidir de ve bu propaganda eylemi üç amaçlıdır: Bir yandan 
saldırdığı egemenlik ilişkisini küçültmek, yermek; öte yandan, bu egemenlik ilişkisinin içinde yer alanları korkutmak ve son olarak da kendi taraftarlarına "moral vermek" amacına yöneliktir ve işte bu üç amaç da ancak ve ancak kitle iletişim araçları vasıtasıyla gerçekleştirilebilir (Kongar, 2012). Bu nedenle özellikle günümüzde terörizmin "medyatik" yönü önem kazanmaktadır; zira terörizm gücünü kamuoyunda uyandırdığı etkiden almaktadır. Hatta bu etkinin gerekliliğinden dolayı terör örgütleri kendi televizyon kanallarını, internet sitelerini, yazılı basınlarını faaliyete geçirmişlerdi.39 

Terör eylemi, maksimum düzeyde medyanın desteğini alarak, eylemlerini kalabalık şehir merkezlerinde gerçekleştirerek, terörist faaliyetlerini gerçekleştiren örgütün ve ideolojisinin tanınması, sempatizan ve destekçilerinin artması, ulusal ve uluslararası düzeydeki propaganda gücünün daha üst seviyelere çıkarılabilmesi için kamuoyunda elde edebileceği faydanın değerlendirilmesi üzerine kurgulanır (Caşın, 2008: 707). 

Terörizmin özünden kaynaklanan bu nedenlere ek olarak küreselleşme ve teknolojinin itici gücüyle basın-yayının giderek daha da yaygınlaşması, terör 
örgütlerinin medyatik terörizme dönüşmelerine neden olmuştur; çünkü eylemleri medyada daha çok yer alan örgütler kamuoyunda daha çok bilinmekte ve hedef 
kitleye daha çok ulaşabilmekte hatta daha fazla dış devlet desteği almaktadırlar. 

Terörizmin medyadan yararlanarak daha da güç kazanmasını önlemeye yönelik yasalar özgürlük-sansür bağlamında pek çok tartışmaya neden olmasına 
rağmen demokratik ve güçlü pek çok ülkede özenle uygulanmaktadır. Bu yasalara ek olarak basın-yayın kurumları kendi ilkeleri ile de medyatik terörizmin güç kazanmasını engellemeye çaba göstermektedir. Örneğin, BBC'nin (British Broadcasting Corporation/Britanya Yayın Kuruluşu) terörle ilgili yayın ilkelerine 
bakıldığında şunlar görülmektedir; ceset görüntüsünden sakınılmalıdır, ölü ve yaralıların yakın çekimi yapılmamalıdır, terör haberleri ancak özenle verilmelidir, medya, terörün propagandasına ve tanıtımına alet olmamalıdır ve bu ilkelere ek olarak: 

1. Ölüler saygıyla ele alınmalı, zorlayıcı nedenler olmadıkça yayınlanmamalıdır, 
2. Yakın çekimden kaçınılmalıdır, 
3. Kanlı sonuçlar üzerinde fazla durulmamalıdır, 
4. İnsan hayatına ve onun acı çekmesine değer verilmelidir, 
5. Terör haberleri sorumlu bir şekilde verilmelidir; terörizmle ilgili rivayetlerin öldürücü olduğu unutulmamalıdır, 
6. Ulusal güvenliği ilgilendiren konularda resmi sırlar yasası göz önünde bulundurulmalıdır, 
7. Teröristlerle mülakat, kamu çıkarı varsa yapılmalıdır, yapılmadan önce yayın politikası kontrolörüne başvurulmalıdır, 
8. Teröristlerin propaganda ve tanıtım amaçlı gösterilerine BBC alet olmamalıdır, 
9. Teröristlerin kullandığı dil, basın mensubununmuş gibi kullanılmamalıdır (Fendoğlu, 2012). 

Türkiye'de 6112 sayılı 15.02.2011 tarihli Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un belirlediği ve terörizm ile şiddet içerikli 
yayınları engellemeye yönelik "Yayıncılık İlkeleri" ise kısaca şöyledir (rtuk, 2012): 

MADDE 8 – (1) Medya hizmet sağlayıcılar, yayın hizmetlerini kamusal sorumluluk anlayışıyla bu fıkrada yer alan ilkelere uygun olarak sunarlar. Yayın hizmetleri; 

b) Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz. 

d) Terörü övemez ve teşvik edemez, terör örgütlerini güçlü veya haklı gösteremez, terör örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerini yansıtıcı nitelikte olamaz. Terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet eder şekilde sunamaz. 

e) Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, özürlülük, siyasî ve felsefî düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez. 

g) Suç işlemeyi, suçluyu ve suç örgütlerini övücü, suç tekniklerini öğretici nitelikte olamaz. 

ğ) Çocuklara, Güçsüzlere ve Özürlülere karşı istismar içeremez ve şiddeti teşvik edemez. 

ı) Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur. 

i) Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe hiç kimse suçlu ilân edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz. 

ş) Şiddeti özendirici veya kanıksatıcı olamaz. 

Günümüz Türk medyasını incelediğimizde, bu ilkelerine tamamen ters bir durum ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki (Güzel, 2011): 

. Terör örgütünün insanlık dışı saldırıları daima mübalağa edilerek ve büyütülerek verilmektedir. Medya, terör örgütünün uyguladığı psikolojik harekât yöntemlerine uygun şekilde çalışmaktadır, 
. Terör örgütünün korkutucu, yıldırıcı ve baskıcı yöntemleri, medya vasıtasıyla özellikle bölge halkına aynen yansıtılmaktadır, 
. Bazı medya organları, yorumcuları ve köşe yazarları tarafından, güvenlik güçleri kötülenirken, terör örgütü ve bağlantıları "barışçı" ve "demokrasiden yana" gösterilmekte; âdeta terör eylemleri ve teröristler desteklenmektedir. 

Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırı sonrasında binlerce kişi hayatını kaybetmiş, yıkılan İkiz Kuleler'in altından binlerce insanın cesedi çıkartılmış, ancak ne Amerika ne de dünya kamuoyu bu görüntüleri izlemiştir; fakat 2003 Kasım ayı içerisinde Türkiye'nin dünyaca bilinen en önemli kentinde gerçekleşmiş olan terör saldırıları dünya kamuoyunda Türk medyasının sayesinde istenilen yankıyı fazlasıyla uyandırmıştır (Kantarcı, 2005). 

Bu açıdan Türkiye'deki mevcut durumun legal ve ilkesel pek çok aykırılık içerdiği gözlenebilir.40 Bu aykırılık elbette terörizm konusuyla sınırlı değildir. Örneğin, depremlerde depremzede görüntüleri ile arama-kurtarma faaliyetlerinde çıkarılan cesetlerin canlı bağlantı ile haber bültenlerinde izleyiciye sunulmasına hatta durumun etkisini artırmaya yönelik şiirsel bir dil kullanılmasına ve doğal ses dışında duygusal müziklerin arka fonda verilmesine tanık olunmuştur. 

Bu durum Türkiye'de medyatik terörizmin ne derecede güçlü olduğunu gözlemlememiz açısında önemlidir. 

Siber Terörizm: Bugün bildiğimiz anlamda internet ilk olarak 1970'li yıllarda, Amerika Savunma Bakanlığı'nın araştırma dairesi tarafından önce 
bakanlığın bilgisayarlarını ağ üzerinde birleştirmek amacıyla tasarlanıp uygulamaya konulmuştur (Tarcan, 2005: 2). İnternet teknolojisinin XXI. asırda özel ve resmi her kurumun yoğun kullanımı nedeniyle giderek daha da artan önemi ve bireyler arasında en hızlı ve en kolay iletişim teknolojisi olması bu teknolojinin tüm diğer teknolojiler gibi bir silah olarak kullanılmasının da önünü açmıştır. Konuyu daha da açarsak yeteneklerine göre crackers, hackers ve rodents gibi bir sınıflandırmaya tabi tutulabilecek kişiler tarafından bir sisteme izinsiz girme, bu sistemdeki verileri silme, sistemin işleyişini yavaşlatma, sistemin kullanılmasını engelleme ve bu sistemden menfaat temin etme gibi bilişim suçları, internet ortamında gerçekleştirilebilmektedir (Gülşen, 2005: 201). 

Bu menfaat temin etme amacının aktörü terör örgütleri olunca ortaya siber terörizm olgusu çıkmaktadır. Örneğin, devletin önemli internet sitelerinin hacklenmesi (geçici ya da kalıcı bir süre için hizmet veremeyecek hale getirilmesi, çökertilmesi)41 hem bu siteyi kullanan binlerce insanı mağdur ederken hem de devletin kendisini teknolojik olarak koruyamadığı anlamına gelmektedir. Hacklenen sitelerin her hangi bir terör örgütünün bayrağı ya da bildirisi ile donatılması ise siber terörizmin provokasyon amacına da hizmet ettiğini gösterir. Kısacası siber terörizmi klâsik anlamda terör eylemlerinin bilgisayar ve bilgisayar sistemleri kullanılarak icra edilmesi olarak tanımlamak mümkündür (Caşın, 2008: 449). 

Siber terörizmi, sadece devlet sitelerin hacklenmesi olarak düşünmek yanlıştır. Siber terörizm, banka hesaplarının boşaltılması, değiştirilmesi ya da sahte 
bir biçimde açılması ile finansal kaynak bulma, e-devletin yaygınlaşması ile sahtecilik, vatandaşların bilgilerine ulaşma ya da bilgileri değiştirme, silme, silah ticareti, gizli haberleşme, terörist eğitim, askeri savunma sistemlerine sızma gibi anlamlar taşır. İnternet aracılığıyla su dağıtım şebekeleri, barajlar, gaz ve petrol hatları, atom santralleri yönetilmesi (Rustemova, 2006: 34) siber terörizmin ne derecede tehlikeli olduğunu anlamız açısından önemlidir. Siber terörizmin tehlikesini artıran bir diğer durum ise siber terörist eylemlerin neredeyse maliyetsiz ve hazırlıksız bir eylem oluşu ve dakikalar dahi sürmemesi dir. Ayrıca internet kullanıcı sayısının giderek artması42 teröristlerin sanal ortamda takibini de giderek daha da zorlaştırmaktadır. Teknolojik ilerleme siber terörizmi daha da güçlendirmekte ve yetersiz kalan savunma sistemleri saldırının önlenmesi anlamından daha çok saldırının tahriplerini azaltmak ya da düzeltmek anlamına gelmektedir. 

Siber terörizmi, siyasi amaçtan yoksun örgütlü ya da örgütsüz bilişim suçlarından ayırmak gereklidir. Örneğin, 2001 yılında e-ticaret hacmi 850 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir (Aydemir, 2005: 151). E-ticarette bulunan bireylerin her ticaret işleminde hesaplarından sadece 1 dolar çalmak birkaç ay için bile olsa büyük miktarda bir kazanç anlamına gelmektedir. İşte siber terörizm ile adi bir bilişim suçunu birbirinden ayırma ölçütü bu bilişim suçu ile elde edilen kazancın ne amaçla kullanıldığı durumudur. Bu kazanç terör örgütüne aktarılırsa ortaya siber terörizm; bu kazanç maddi kazanç amacındaki bir örgüte aktarılırsa ortaya organize suçla bağlantılı bilişim suçu çıkmaktadır. Başka bir örnek olarak herhangi bir devlet sitesinin hacklenmesi verilebilir; site hacklemenin amacı siyasi ise ve örgütsel bağlantı mevcutsa maddi kazanca bakılmaksızın bunun siber terörizm eylemi olduğu söylenebilir; fakat ortada siyasi amaç ve örgüt yoksa bu eylem bilişim suçu olarak değerlendirilmelidir. 

Terörizmin bu derece çeşitli ve tanımlamalarında farklılıklar içermesine rağmen tüm dönemlerde aşırı şiddet özelliği ile dikkatleri üzerine çektiği görülmektedir. Tanımlamalarındaki tüm farklılıklarına rağmen aşırı şiddet özelliği ve yasalara karşı duruşu nedeniyle devletlerin gündeminden düşmeyen terör örgütleri 
diğer bir değişle terörizm Türkiye'de de uzun yıllardır bir tehdit olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye'nin PKK ve onunla mücadele sürecine değinmeden önce bölücü/etnik terör örgütü PKK'nın daha net anlaşılabilmesi için her dönem ilişki içerisinde olduğu aşırı sol/radikal terör örgütleri ile aşırı sağ/dini motifli terör örgütlerine kısaca değinmekte yarar var. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

36 Medellin karteli yöneticileri hükümete, suçluların iadesi karşılığında, Kolombiya'nın dış borçlarını (14 milyar dolar) ödemeyi dahi önerdiler. 
Bu öneri uyuşturucu kaçakçılarının malî olanaklarının boyutları konusunda fikir vermeye yetiyor (Grimal, 2001). 
37 PKK ile mücadele askeri unsurların uyuşturucu ticareti ile olan ilişkileri için bk. Çiçek, (2009). (Köseli, vd., 2010: 382). Bu yönüyle narko terörizm paranın satın aldığı şiddet ile ülke içindeki gayri resmi devlet olabilmektedir. 
38 Konvansiyonel silah: Nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar olan kitle imha silahları (KİS) dışında kalan klâsik türdeki askeri silahlara verilen addır. 
1972 yılında kimyasal ve biyolojik silahların üretilmesi ve kullanılması Uluslararası Konvansiyon tarafından yasaklanmıştır; fakat hâlâ kimyasal silah 
üretiminde kullanılan maddelerin üretimi durdurulamamıştır (Rustemova, 2006: 36). 
39 PKK örneğinde, MED TV, Roj TV, Sterk TV, Nüçe TV, Newroz TV, Ronahi TV ve MMC TV (gundem, 2012b) gibi görsel ve işitsel basın araçları ile Yeni Ülke, 
Özgür Gündem, Özgür Ülke, Denge Amed, Yeni Politika, Welat, Revşen, Devrimci Yurtsever Gençlik, Özgür Halk, Alternatif, Yurtsever Eğitimciler, Halay, Serxwebûn (Dündar, 2009: 194) gibi yazılı basın araçları. İnternet siteleri ise sayılamayacak kadar çok. 
40 Türk medyasının bu tutumu, onun özgürlükten yana tavır koyan, korkusuz, şeffaf, bağımsız haberciliğin temsilcisi olduğu anlamına gelmemektedir; mevcut durum Türk medyasının reyting-tiraj kavramları güdüsünde habercilik yaptığı anlamına gelmektedir. 
41 Örneğin, Kasım 2011'de PKK'nın Maliye Bakanlığı'nın internet sitesini hacklemesi (hurriyet, 2012a). 
42- 2011 yılı internet verilerine göre; dünyadaki e-posta hesap sayısı 3,146 milyar, 2011 Kasım itibarıyla toplam web sitesi sayısı 555 milyon, dünya çapındaki internet kullanıcısı sayısı 2,1 milyardır (gantep, 2012). 

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

22 Kasım 2018 Perşembe

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 6

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN  ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 6


D- APOCULAR VE KÜRT HAREKETİ 


1923’ te kurulan Genç Türkiye Cumhuriyeti; Osmanlı Devleti’ nden birçok miras 
devralmıştı. Kürt Sorunu bu miraslardan biridir. 
Abdullah Öcalan, 1947 yılında Şanlıurfa’ nın Halfeti ilçesine bağlı Ömerli köyünde dünyaya geldi. 1971 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ ne kaydını yaptıran Öcalan, aynı yılın sonunda kaydını naklen Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne aldırdı. 

Ankara günlerinde, dönemin politik havasını iyi kullanan Öcalan, kısa sürede hatırı sayılır bir militan grubunu çevresinde toplamış ve ideolojik eğitim sürecine girmiştir. 
Abdullah Öcalan tarafından kurulan ve Emparyal Devletlerce desteklenen PKK; 
Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini de içine alacak şekilde Suriye, İran ve Irak toprakları üzerinde Kürdistan olarak adlandırdıkları bölgede Marksist-Leninist ilkeler doğrultusunda Bağımsız Birleşik Demokratik bir Kürdistan devleti kurma amacı gütmekteydi76. 

Şöyle biraz geriye gidersek Kürt Hareketi’ nin nasıl kıvılcım aldığına şahitlik 
edebiliriz. Öncelikle karşımıza ‘’Avrupa Kürt Cemiyeti’’nin bir kolu olarak ‘’Türkiye Kürt Öğrenci Örgütü’’ çıkıyor. Örgüt 1959 yılında Irak-İran kökenli, kendilerini ‘’Kürt’’ olarak nitelendiren öğrenciler tarafından İstanbul’ da kuruluyor. İlk etapta örgütün üyelerini de yabancı uyruklu vatandaşlar oluşturuyor. Marksist-Leninist politika güdüyorlar ve bir müddet 
sonra bir baskınla yakalanıyorlar. Hatta dönemin İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata basında da yer alan bir basın açıklaması yapıyor: 

Topraklarımızda bir Kürt devleti kurmak isteyen 13 Komünist Kürtçü’ nün 
yakalandığını, bu kişilerin Barzani’ nin yardımı yanında, dışarıdan aldıkları destekle Kürtçülük faaliyetlerinde bulundukları... 77 
Aslında hedef bellidir: ‘’Kürdistan’’ devletini kurma eylemi yarıda kalmış bazı fesat iç ve dış güçlerin ‘’Milli Mücadele’’ döneminde olduğu gibi Doğu Anadolu’ da toplumu galeyana getirerek, orada bir karışıklığa sebep olmak hedefi doğrultusunda toprak talebinde bulma arzusu. Elbette yargılama sürecinde kendilerini bir şekilde aklamaya çalışan bu öğrencilerin ‘’Kürdistan’’ hayaliyle kurdukları bu örgüt ne ilk ne de son olacaktır. Kürtçü eğilim bu talebin ardı arkasını bir daha bırakmayacak ve her defasında daha tamahkâr olarak 
toplum karşısına çıkacak ve daha cüretkâr içimizde yuvalanmaya devam edecektir. Zihniyet aynı fakat örgüt adları sürekli değişkenlik gösterecektir. 
1961 Anayasası’ nın serbest ortamından ve geniş imkânlarından faydalanan 
Abdulkadir Ökten, Faik Bucak, Ömer Turan ve Sait Elçi gibi bir grup Kürtçü; Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) ile sürdürülen ilişkiler doğrultusunda, 1961 yılında Silopi’de “Kürdistan Demokrat Partisi Mesullüğü adı altında gizli bir Kürtçü oluşumun kuruluşunu gerçekleştirmişlerdir 78. 


İşte yine farklı bir boyuttan işe başlayan amacı aynı bir başka oluşum daha bu şekilde uç veriyor. Sonraları partileşmeyi arzulayan örgüt mensupları kendilerine Diyarbakır’ ı merkez seçerek çalışmalarını hızlandırıyor ve hareketlendiriyorlar. Akabinde emeklerinin karşılığı 1965 yılında Diyarbakır’ da ‘’(TKDP)-Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’’ olarak hayat buluyor. Partinin yegâne amacı federe bir devlet olarak Türkiye’ nin varlığının devam etmesi ve bununla beraber diliyle, Meclis’ deki milletvekilleriyle, eğitim ve yayın organlarıyla bağımsız ve de özerk bir Kürt bölgesinin tanınması şeklinde tanıtılıyor. Elbette yasadışı bir mevzuat, üniter yapıyı tehdit eden bir yapı fakat ne yazık ki ülkenin iç karışıklık yaşadığı 
periyotta fevkalade sistemli, hedef kar, azimli ve devletin altını oymaya hevesli-yeminli bir tavırla ses getirmiş bir parti olarak kayda geçiyor. 
Ecevit Başbakan olduğunda (1974) asayiş bakımından feci bir manzarayla karşılaştı. Kendisine sunulan tüm raporlar Güneydoğu` da 80` li yıllarda yaşanacak olayları haber veriyordu: Kürt örgütleri Apocular’ ın şemsiyesi altında toplanıyordu. Devletin hâkimiyeti giderek kayboluyordu. MİT, sağcıların elinde, iflas halindeydi. Bölge halkı ise devlet ile örgüt arasında kalmıştı: "Hangisi ağır basarsa o tarafa kayacak" tı 79. TIP de yine aynı dönemlerde Kürt hareketine destek veren en önemli sol oluşumlardan birisidir. Öyle ki partinin 4. kongresinde, Türkiye sınırları içerisinde ilk defa bir parti tarafından Kürtler’ e özerklik istenmiş ve tarihin bu hep ezilen, hor görülen topluluğuna diye atıfta bulunularak halkın sorunları gündeme getirilmiş, çözüm önerileri sunulmuş ve federasyon kurulması dillendirilmiştir. 

TIP, 1971 muhtırasıyla tamamen kapatılmıştır fakat kapatılmadan bir müddet önce, 1969 yılının Mayıs ayında TIP’ in faaliyetlerini yetersiz bulan bir grup ‘’Kürtçü’’ üniversite öğrencisi tarafından Ankara’ da ‘’Devrimci Doğu Kültür Ocakları’’ adı altında yeni bir dernek kurulacaktır ve bu dernek bu sefer yasaldır. TIP’ in daha önce yaptığı ‘’Doğu Mitingleri’’ nden gençler etkilenmiş, kısa sürede etkileşim sağlamış ve hızla farklı yerlerde şube açmıştır. 

Derneğin en büyük destekçisi ‘’Musa Anter’’ dir. Bu örgütün sonu da yine tüm şubeleri ile birlikte 12 Mart Muhtırası ile kapatılmak olmuştur. 
İşte bütün bu adı geçen oluşumlar daha sonra ana damar olacak bir partinin doğum sancılarıydı. Fikri temellerini yaptıklarıyla, yürüttükleri faaliyetlerle belirlen bu dernekler yerlerini önce Ankara’ da, 1974 yılında, ‘’Ankara Demokratik Yurtsever Yüksek Öğrenim Derneği’’ ne ve nihayetinde PKK’ ya (Partiya Karkaren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisi) 
bırakmışlardır. 

‘’…O günlerde Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ nde okuyan halim selim görünüşlü bir öğrenci, 16 arkadaşını Dikmen’ de bir eve davet etmişti. Bu 16 kişinin adı daha önceleri sol örgütler içinde anılıyordu. Artık kendi örgütlerini kurmaya karar vermişlerdi. Karanlık bir dönemin sağladığı olanaklardan yararlanmaları gerekiyordu. Bağımsız bir Kürt Devleti kurmayı hedefliyorlardı. Bunun için de silahlı eylem kararı verdiler. Artık konuşmak değil silah kullanmak vaktiydi’’80. 

Tarih bundan sonrasında artık Abdullah Öcalan’ ın doğuşuna, onun kanlı ellerinden tutanların çoluk çocuk, genç yaşlı dinlemeden gözü dönmüş eylemlerine tanıklık edecektir. 12 Eylül gerçek bir şehir gerillası, gerçek bir canavar doğuracak ve Türkiye bu cellâdın yaptıklarıyla uzun yıllar mücadele etmek zorunda bırakılacak akabinde geleceğini de ipotek altına aldıracaktır. 

Abdullah Öcalan, Nisan 1973’te gittiği Ankara Çubuk Barajı’nda arkadaşlarına bir parti kurularak gerilla yöntemleriyle ayaklanma hazırlanması gerektiğini anlatmıştır. Mahir Çayan ile Deniz Gezmiş’ in gerilla yöntemlerini birleştirmek gerektiğini savunan Öcalan’ ın sözleri ve faaliyetleri Almanya’da yayınlanan “Berçwedan” adlı PKK gazetesinde, “Türkiye’ de kesintiye uğrayan 1971 direnişçiliği 1975’ lerden itibaren en somut ifadesini PKK’ de buldu.” şeklinde değerlendirilmiş ve PKK’nın THKP-C (Çayan liderliğindeki) örgütün devamı olduğu ileri sürülmüştür 81. 
Tarihin 1978 yılı Kasım ayını gösterdiği günlerde Diyarbakır Lice’ de kimsenin pek de farkında olmadığı bir şeyler oluyordu. Kendilerini demokrasinin baş aktörü olarak gören birileri, artık söz sahibi olabilecekleri kanaatini yüklenen birileri için icraata geçme vaktiydi 78 yılı. Kum saati dolmuştu. 

26 – 27 Kasım 1978 tarihinde Lice’ de yapılan bir toplantıda, örgütün adı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) olarak değiştirilirken, A.Öcalan örgüt genel sekreterliğine, C.Bayık da yardımcılığa getirilmişti 82. 

Toplantıyla birlikte Türkiye’ yi karanlığa sürükleyecek eylem planlarının ilk 
hazırlıkları da yapılmış ve radikal kararlar alınmıştır. Öcalan’ ın bundan sonrasında hedefi tektir: Kürdistan halkı için sosyal, kültürel ve de siyasal her gelişme, düzenleme ancak silahlı eylemlerle sağlanabilir. Silahlı eylemler hem bir devrimin ilkesidir hem de hedef için elzemdir. Sonuçta Türkiye sömüren, Kürt halkı da sömürülendir, sömürgedir. Dolayısıyla bu düzen değişmelidir ve düzen değişirken de yapılacak her eylem haktır, kazançtır. 


LEYLİM LEYLİM (AHMET ARİF) 

Leylim - Leylim dünyamızın yarısı 
Al - Yeşil bahar, 
Yarısı kar olanda 
Gene kavim - kardaş, can - cana düşman, 
Gene yedi boğum akrep, 
Sarı engerek, 
Alnımızın aklığında puşt işi zulüm 
Ve canım yarı geceler 
Çift kanat kapılarına karşı darağaçları, 
Mahpushanede çeşme 
Yandan akar olanda, 
Gelmiş yoklamış ecel 
Kaburgam arasından. 
Yoklasın hele... 

E-1977 YILI  KANLI 1 MAYIS VE SEÇİMLER 

1977 yılı Türkiye’ de gerçekten şimdiye kadar karşılaşılmamış en boyutlu ekonomik kriz ve pahalılık yıllarından biri olarak hatırlanacaktır. Gerçekten de milyonları en ağır sıkıntıların içine sokan, geçim imkânlarını darboğazların ortasına iten fiyat artışları, zincirleme bir şekilde 1977 yılında uygulamaya konulmuştur 83. 

Milliyetçi Cephe ile birlikte yeniden umutlar yeşerir gibi olmuştu. Bu sefer belki de kaotik ortam sona erecekti. Halk beklenti içerisindeydi. En azından bu sefer birden fazla parti vardı ve bu partiler çeşitli çevrelere hitap ediyordu. Yaraları sarmak adına, yokuş aşağı giden arabayı düze çıkarmak için ellerinden geleni bir olup yapabilirlerdi. Fakat planlar tutmadı. Ülkede çatışmalar hızla tırmandı. Kıbrıs Harekâtı ile kazanılan coşku, yeniden tutulan eller yine ayrı kalmaya gebeydi. Siyasal olarak tek yenilik, 1975 kısmi Senato seçimlerinde CHP’nin sağ grupların saldırılarına maruz kalmasına rağmen oylarını %40’ a yükseltmiş 
olmasıydı.

12 Eylül 1975’ de yapılan senato seçiminde CHP % 43.9, Adalet Partisi % 40,8 oy oranına ulaşmıştır. Diğer partilerin oylarında ciddi bir düşüş olmuştur. DP % 3,2, MSP % 8,4 ile oy oranlarını düşürürken, MHP % 3,4 ile oy oranını korumuştur. Seçim sonuçları Türkiye’ nin iki partili sisteme doğru yöneldiğini göstermektedir 84. 

Her şeye rağmen cepheleşme derinleşiyordu, taraflar keskin çizgilerle her sektöre yayılmıştı. Mitoz gibi bölünmenin önü alınamıyordu. Her yerde partizanlık vardı. Ülkenin en uç noktasına kadar anarşi uzanmıştı.

Bu partizanca ve tavizkar tutumların da etkisiyle, gençler yeniden örgütlenerek 
anarşinin içine sürüklenmişler ve karşılıklı kamplara ayrılarak silahlı ve bombalı şiddet eylemlerine başlamışlardı. Okullarda sınıflar bölünmüş, koridorlar çeşitli yabancı liderlerin resimleriyle doldurulmuştu. Çocuklarımızın emanet edildiği öğretmenler ile ülkede huzur ve asayişi sağlamakla görevli polislerimiz bile sonu ‘’DER’’ li veya ‘’BİR’’ li biten dernekler halinde örgütlendirilmişler, mesleki ilerleme ve meslek sorunları için kurulan odalar siyasi faaliyetlerin içine çekilmişlerdi. Öte yandan yasa dışı örgütler de rejimi yıkmaya yönelik sinsi 
faaliyetlerine hız vermişlerdi 85. 

Zira sonun başlangıcı 1 Mayıs 1977 ile depreme uğrayacaktı. Oysa 1976 yılında 1 Mayıs, kitlesel barış çerçevesinde kutlanmıştı. Ama 77 felaket yılıydı. Depremin sebepleri çoktu elbet ama belirleyici faktörler baskındı. Örneğin DİSK ile birlikte işçi hareketi yayılmış, bileği kolay kolay bükülmez bir güç olmuştu. Arkasında kemikleşmiş bir kitle vardı, CHP’ ye destek veriyordu, solun yanındaydı ve işte o DİSK 1977 ‘deki 1 Mayıs için gövde gösterisine hazırlanıyordu. Üstelik aynı anda hedef olarak Milliyetçi Cephe hükümetini düşürmeyi de amaçlamıştı. Bunun yanı sıra diğer gruplar da kendi saflarını biliyordu. Basın da teşvik ediyor, kamçılıyor ve panik yaratıyordu. Basın aslında olabileceklerden korkuyordu ama tek korkan o değildi. DİSK endişeliydi. Hükümet tetikteydi. Halk sinmişti. Nitekim havadaki gerginlik elle tutulur vaziyetteydi. 

1 Mayıs 1977 sabahı korku duyan sadece sağ basın değildi. DİSK de korkuyordu. Zira sol fraksiyonlar içinde, özellikle Sovyet yanlıları ile Çin yanlıları arasındaki çatışma son günlerde giderek artmıştı. İşçi Bayramı’ ndan iki-üç gün önce İstanbul ve İzmir’ de üç kişinin öldürülmesi, gerilimi daha da artırmıştı. Bu gruplar Taksim’ de kozlarını paylaşabilirlerdi 86. Disk alana 500 bin kişiyi toplamıştı. Solun bütün renkleri o gün meydandaydı. 

Kalabalıktan kortej ağır ilerlemiş ve miting de bu yüzden uzamıştı. Aslında başta her şey normaldi fakat DİSK başkanı ‘’Kemal Türkler’’ in konuşmasının bitmesine yakın normal olan her şey bir el silah sesi ile bozulacak, sessizlik yırtılacaktı. Bu provakatif saldırıya halk sessiz kalamayacak ve anında dalga dalga bir panik rüzgârı meydanı yalayıp geçecekti. Sonradan olacakları önlemeye kimsenin gücü yetmeyecekti. 

Önce Sular İdaresi binasının üstünden açıldı ateş, sonra o zamanki adıyla 
‘’Intercontinental’’ şimdiki ‘’The Marmara Oteli’’ nin çeşitli katlarından peş peşe ateş edildi. İnsanlar kendilerini koruyacak güvenli bir yer peşindeydiler ama bulamıyorlardı, kaçamıyorlardı. Dört etraftan kuşatılmışlardı. Kalabalığın tam ortasına bir de panzerler dalmış ve insanları Kazancı Yokuşu’ na doğru yönlendirmeye başlamıştı. O yokuş ki zavallı canlara mezar olacaktı. Korkunç bilanço gün sonunda su yüzüne çıkacaktı: 34 ölü, 130 yaralı. 

Panik sonucunda 29 kişi ezilerek, boğularak yaşamını yitirmiş bulunuyordu. 5 kişi ise ateşli silah yarası sonucu ölmüştü. Yüzlerce kişi ise yaralanmıştı. Yaralıların 34’ ünün yaraları, vücutlarının baş ve göğüs gibi öldürücü bölgelerindeydi ve ateşli silah yarasıydı…Aslında planlanan çok daha büyük bir katliamdı ama şans eseri daha korkunç bir kıyım gerçekleşmemişti 87. 

Bu korkunç olay aslında 15-20 dakika sürmüştü. Sesler kesildiğinde Taksim sanki sihirli bir el tarafından boşaltılıvermişti. Koskoca meydan bir savaş alanı gibiydi. Bayraklar, slogan dolu pankartlar ve insanların bırakıp kaçtıkları eşyalar etrafa dağılmış, alan ölüm sessizliğine bürünmüştü. Geriye 34 ölü, yüzlerce yaralı kalmıştı. Ölenlerin cesetleri bir araya toplandı. Kimlikleri belirlendi ve sessizce kaldırıldılar. Kanlı 1 Mayıs bitmişti. Perde indi. Işıklar söndü 88. 

1 Mayıs 1977, 12 Eylül’ e giden yolun ilk duraklarındandır ve ışıksızdır, koyu 
karanlıkta kalmıştır. Etrafında yoğun sis bulutu vardır ve o sis perdesini bugün dahi kaldırmak mümkün olmamıştır. 

Geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, bu olay birilerince Türkiye' ye yapılan 
operasyonun 'neşter' evresidir. O noktadan sonra oluk oluk kan akacak, iç barışı sağlamak mümkün olmayacak; ülke, sel sularının köpüre köpüre denize doğru koşturması gibi, sağcı 12 Eylül darbesine doğru koşturacaktır. Soğuk Savaş koşullarında Türkiye' yi sola kaymaktan korumak gerekçesiyle yapıldığı anlaşılan ve Gladyo' nun imzasını taşıdığı hemen hemen kesin olan bu geniş kapsamlı operasyon kuşkusuz birilerinin defterine 'büyük bir başarı' olarak yazılmıştır. Ne var ki, bizler o defteri belki de hiç göremeyeceğiz 89. 

Herkes yeniden sessizliğe bürünüyordu. Olan bitenden kimse bir şey anlamamış tı. Bir gerilim vardı, bir şeylerin olması bekleniyordu ama o beklenen şey bu değildi. Bu bir katliamdı, kıyımdı ve bunu devlet kanalıyla birilerinin yapacağını kimse aklının ucuna getirmiyordu. Herkes dehşete kapılmıştı. Sular kabararak akıyor ve malum sona yol alıyordu, selin önüne geçmek artık imkânsızdı. 

Hükümet de gerilmişti. Demirel aynı gün hemen bir komisyon kurdurdu olayla ilgili araştırma yapsın diye. Ecevit de şoktaydı, her şeyin ters gittiğinin ilk kez bu kadar ayırdına varıyor ve birilerinin onun da ayağını yerden keseceğini hissediyordu. Nitekim olay sonrası Ecevit’ e yönelik suikast girişimleri olacak ama bunlar da aydınlanamayacaktı. Ecevit şans eseri kurtulacaktı. Her şey karanlıktaydı artık, hep tüneller vardı, uzun labirentler ve halk bir tünelden diğerine hızla sokuluyor, ışığa bir türlü kavuşamıyordu. 
1 Mayıs olayından hemen sonra 1977 yılının Haziran ayında çok gergin şartlar altında erken seçimlere gidildi. Aslında Anayasa gereği Ekim 1977’ de yapılması gereken milletvekili genel seçimi dört ay öne alınarak 5 Haziran’ da yapılmasına karar verildi. Katılım yüksekti, olay azdı ama ortam sisliydi. CHP yine sandıkta oy patlaması yaşamış, AP oylarını arttırmış, MHP 16 milletvekili ile Meclis’ e girerken, MSP de oy kaybetmişti. Ne yazık ki yine hiçbir parti tek başına iktidar olamayacaktı. 


Türkiye Geneli Seçim Sonuçları: 
*tablo:www.belgenet.net 

5 Haziran 1977 günü yapılan milletvekili genel seçiminin en belirgin özelliği, toplam geçerli oyların % 78.25'inin iktidar adayı iki büyük partide toplanmasına karşılık, geri kalan % 21.75 'inin seçime katılan diğer altı parti ile bağımsızlar arasında dağılmasıdır. 1973 milletvekili genel seçiminde toplam geçerli oyların sadece % 63.12'sinin iki büyük partiye verildiği, geri kalan % 36.88'inin seçime katılan diğer altı parti ile bağımsızlar arasında paylaşıldığı hatırlanırsa; bu, son derece anlamlı bir gelişmedir. Geçen yasama döneminin hükümet formüllerine bir tepki olarak, seçmenlerin çok geniş bir çoğunlukla oylarını tek parti 
iktidarı oluşturma yönünde kullandıkları açıktır 90. 

Seçmen tek parti iktidarı istemiştir istemesine ama sonuç alamamıştır. Yine aynı senaryo baştan yazılacaktır. Koalisyon oluşturmak için yeniden turlara çıkan Ecevit’ in elleri yine boş kalacaktır. Bunun üzerine Fahri Korutürk Demirel’ e görev verecektir. Demirel bu sayede AP-MSP-MHP’ den oluşan 2. MC Hükümeti’ ni kuracak ama ne yazık ki 2. MC Hükümeti de fiyaskoyla sonuçlanacak, gerilim ve terör hızından hiçbir şey kaybetmeyecek, ekonomik çöküntü süratle ülkeyi vuracak, gizli eller hedeflere odaklanacak ve katliamlar başlayacaktır. Hızla son perdeye geliniyordur. 

Sivil kurumlarda kargaşa, siyasi partiler cephesinde çekişmeler yaşanırken, 
seçimlerden dört gün önce Türk Silahlı Kuvvetleri’ ni sarsacak başka bir gelişme, kriz ortaya çıktı. Bir ülkede huzuru sağlamak politikacının temel hedefi olması gerekirken, Türkiye’ de bu durum sanki tersiydi. Silahlı Kuvvetler’ deki krizin sorumlusu Başbakan Demirel’ di. Genelkurmay Başkanlığı’ na, kendisine yakın bir komutanı getirme fırsatını yakaladığını düşünmüştü 91. 

Koalisyon hükümeti işe başlar başlamaz Süleyman Demirel kendi zaaflarına yenik düştü. Gerek boy gösterisi gerek kendini sağlama almak olsun yapılmayacak bir şey yaptı. Ağustos 1977’ de Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Namık Kemal Ersun süresi dolmadan emekliye ayrıldığı için boş kalmıştı. Yerine Orgeneral Adnan Ersöz vekâlet etmekteydi. Kara Kuvvetleri Komutanının seçiminin bu kadar önemlisi olmasının sebebi ertesi yıl için muhtemel Genelkurmay Başkanı’ nı belirliyor olmasıydı. Başbakan Demirel tarafından 
‘’Deniz Kuvvetleri Komutanı’’ Oramiral Hilmi Fırat’ ın süresi uzatılmayınca (süresi dolmuştu) ‘’Bülent ulusu’’ da Deniz Kuvvetleri Komutanı olmuştu. 
Demirel adaylardan son sıradaki ‘’Ali Fethi Esener’’ i Kara Kuvvetleri Komutanlığı için önerince büyük gümbürtü koptu. Öneri hem Cumhurbaşkanı hem Silahlı Kuvvetler tarafından tepkiyle cevap buldu. Sorun elbette ordunun içindeki hiyerarşinin bozulmasında idi. Cumhurbaşkanı 30 Ağustos’ a kadar kararnameyi aynı gerekçe ile imzalamadı. 

Bu inatlaşma 30 Ağustos gününe kadar sürdü. Sonunda hiç beklenmeyen, hiç 
umulmayan gerçekleşiverdi. Genelkurmay başkanlığına aday durumundaki üç orgeneral, 30 Ağustos akşamı saat 17: 00’ de sürelerini doldurdular ve emekli oldular. Geriye, o ana kadar hiç sözü edilmeyen, komuta kademesinin dördüncü sırasındaki isim kalmıştı. Sürpriz şekilde Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ na gelen bu komutanın adı ‘’Kenan Evren’’ di 92. 
Kader ağlarını örmüştü bir kere. O kan banyosuna halk banacak, terör kanıksanacak ve ışıklar sönecekti. 
Artık hep karanlık olacaktı ortalık. 
Halk bundan sonrasında körebe usulü yolunu bulacaktı. Ölüm elbise olacaktı, umut da kefen! 

Döviz kıtlığından kaynaklanan ithalat zorlukları, yemeklik yağdan benzine kadar 
uzanan mallarda kuyruk ve karaborsa, enflasyon, ekonomik büyümenin durması, Türk lirasının değerini dolar karşısında 25 liradan 47 liraya düşürme zorunluluğu bu dönemdeki ekonomik krizin yalnızca bir kaç göstergesidir. Ama ya terör…terör hiç durmadan can almaya devam edecek, ocaklar söndürmeye son vermeyecektir. 

2. MC Hükümeti de çalkantılara set çekemedi, nihayetinde son durak önceden 
belirlenmişti. Zaten olayların önüne geçmek adına uzun ömürlü de olamadı hükümet. Bir telaş dalavere ile 1978 yılının Aralık ayında 11 kişilik bir grup AP’ den ayrıldı, partilerinden istifa ettiler. 
Türkiye yine bir ilki seyrediyordu; Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir hükümet gensoru ile düşürülecekti. Muhalefet hemen harekete geçti. Ekonomi politikalarının başarısızlığı ve terörün önüne geçilemediği gerekçesiyle gensoru önergesi verdi ve 5 Ocak 1978’ de hükümet istifasını açıkladı. 

Elbette bu 11 milletvekili Demirel Hükümeti için son olmuştu; Demirel bozguna 
uğramıştı, kandırılmıştı ve intikamı acı olacaktı. Olaydan sonra yine, yeniden Ecevit bağımsızlar, DP ve CGP’ nin katkılarıyla yeni bir hükümet kuruyordu. Üstelik AP’ den ayrılan üyelerden 10 tanesi bakan da olmuştu. Bu tezgâh halkın ağzına sakız da olmuştu. 

İnsanlar hükümetin başındakilerle dalga geçmekten kendilerini alamıyorlardı. 
Adalet Partisi de elbette hükümet yol aldıkça öfkesine hâkim olamamış, bu durumu "Bir oya bir bakanlık" diyerek eleştirmiştir Bu hükümet aynı zamanda "Motel Hükümeti" olarak anılmıştır. Demirel her söyleminde ve her icraat öncesi bu hükümetin gayrimeşru olduğunu iddia ederek Ecevit' e başbakan demeyi bile bırakmıştır. Ecevit Demirel için artık sadece "hükümetin başı" dır, başbakan değil. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

76 Dr. Nihat Ali Özcan, ‘’PKK Tarihi,İdeolojisi ve Yöntemi’’, Asam Yay, Ankara- 1999, s.64 
77 Vedat Şadillili, ‘’Türkiye’ de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanlar’’, Kon yayınları- 1980, s.170 
78 Abdulhaluk Çay, ‘’Her Yönüyle Kürt Dosyası’’, Boğaziçi İlmi Araştırmalar serisi:15, Ankara,1993, s. 359 vd 
79 Can Dündar/Rıdvan Akar, ‘’Ecevit’in Arşivi / 6bölüm’’, 2. bölüm:’’Doğu’ da Devlet yok, Apocular örgütleniyor’’, Milliyet Gazetesi, 23 Ocak 2008 
80 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 45 
81 Uğur Mumcu, ‘’Kürt Dosyası’’, Tekin Yayınları, İstanbul, 1993, s. 14-34; Ahmet Cem Ersever, ‘’Kürtler, 
PKK ve Abdullah Öcalan’’, Ankara, 1993, s. 43-50 
82 Dr. Nihat Ali Özcan, ‘’PKK Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi’’, Asam Yay., Ankara, 1999, s.26-42. 
83 Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği, ‘’12 Eylül Öncesi ve Sonrası’’, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.baskı, Ankara, Aralık 1981, s. 26-27 
84 Feroz Ahmad, ‘’Modern Türkiye’nin Oluşumu,’’ Çev. Yavuz Alogan, Kaynak Yayınları-2. Baskı, İstanbul- 1999, s.198 
85 Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği, ‘’12 Eylül Öncesi ve Sonrası’’, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 
2.baskı, Ankara , Aralık 1981, s. 14 
86 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s.50 
87 Barış Yetkin, ‘’Kırılma Noktası-1 Mayıs 1977 Olayı’’, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk yayınları, 2. basım, Antalya-Mart 2007, s.62 
88 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap, 5. baskı, İstanbul, Eylül-2006, s.54 
89 Haluk Şahin, ‘’1 Mayıs 1977’ de ne oldu?’’, Radikal Gazetesi, 3 Mayıs 2006 
90 Doç.Dr. Hikmet Sami Türk, ‘’Nasıl bir seçim sistemi?’', www.dergiler.ankara.edu.tr. 
91 Bülent Ruscuklu, ‘’Demokrat Parti’ den 12 Eylül’e’’, Alfa yayınları-1.basım, İstanbul, Eylül 2008, s.171
92 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s.64 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***