Kasım Gülek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kasım Gülek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2018 Pazartesi

FETULLAH GÜLEN DOSYASI, BÖLÜM 3

FETULLAH GÜLEN DOSYASI, BÖLÜM 3



Şimdi Lütfen Merakımızı bağışlayın!

1- Fetullah Gülen'e, Papayla görüşmek ve işbirliğine girişmek üzere; Türkiye ve dünya Müslümanları böyle bir yetki vermiş midir? Yoksa malum ve mel’un merkezler mi o'na böyle bir kılıf geçirmiştir?

2- Bu tavrı ve telaffuzlarıyla, İslam'ın tebliğcisi ve temsilcisi mi, yoksa Vatikan'ı da kontrolüne alan Siyonizm’in hizmetçisi midir?

3- Hz. Peygamber Efendimizin devrinin önemli devlet liderlerine gönderdikleri ve "Ya, bozuk ve batıl inançlarınızı bırakıp İslamiyet'e ve benim risaletime iman edersiniz. Ya da tüm tebaanızın da günahını yüklenerek cehenneme girersiniz." İçerikli mektuplarıyla, Fetullah Gülen'in Papaya yazdığı mektubunda söyledikleri aynı şeyler midir? Hâlbuki Peygamber Efendimizin tavrı, izzet ve davet, bununki ise, zillet ve teslimiyettir.

4- F. Gülen, haddini aşarak, “bugüne kadar İslamiyet'in hep yanlış anlaşıldığını ve bunun Müslümanların suçu olduğunu” söylüyor ve doğrusunun kendisi tarafından ortaya koyulacağını ima ediyor!.. Peki, bugüne kadar sahip çıktığını iddia ettiği Bediüzzaman ve Onun izlerini takip ettiği tüm Ehl-i Sünnet uleması; İslam'ın neresini yanlış anlamışlardı ve hangi yanlışları Müslümanlara öğütlemişlerdi?

5- Papayı Türkiye'ye davet ve kutsal yerleri ziyaret teklifini, Süleyman Demirel adına tekrarlama yetkisini ve cesaretini kendisine kim vermişti? Yoksa mason Demirel'le, özel bir ilişki içinde miydi? Hani bu Hoca ve ekibi siyasetten uzak kimselerdi?

6- Urfa'da 3 dinin ortak eğitimini verecek ilahiyat okulunu açma kararı, İsrail'le birlikte mi verilmişti?  Çünkü AKP'li Belediye Başkanı döneminde bu proje, İsrail yardımıyla Urfa'da gerçekleştirilmişti.

7- Fetullah Gülen, acaba insanlığı, en azından kendi taraftarlarını; İslami değerlere göre yeniden düzeltmek ve yeryüzünde adil bir düzen yerleştirmek isteyen ender ve önder bir şahsiyet miydi? Yoksa Papalık Konseyinin basit bir parçası, Papa hazretlerinin ve GAP'ta yatırım yapan İsrail'in bir hizmetçisi miydi?

Şu ABD’li Prof. niye ısrarla uyarmaktaydı?

Chalmers Johnson (University of California'da emeritus Profesör): “The sorrows of empire, New York, 2004” kitabında, ABD'nin dış politikasının tümüyle Wolfowitz gibi Neo-Conların söz sahibi olduğu Pentagon’un elinde olduğunu, Beyaz Saray'ın by-pass edildiğini belirtiyordu. "ABD, ona buna demokrasi sat­mak istiyor,  Ortadoğu'ya da  "demokrasi yok" gerekçesiyle müdahale ediyor, ama kendisi demokrasinin ilkelerinden uzaklaşıyor. ABD adeta bir imparatorluk oldu ve militarist bir düzen içinde yönetiliyor. Ancak, ABD imparatorluğun diğer imparatorluklardan ayıran önemli bir özellik var: ABD imparatorluğu bir "üsler imparatorluğu"dur. İngiliz ya da Fransızlar gibi gittiği yerlerde toprak İşgali amacı taşımıyor, dünyanın değişik bölgelerini "Üs"leri aracılığıyla kontrol altında tutup, ele geçirmeyi hedefleyen bir imparatorluktur Amerika..." diye uyarıyor ve ekliyordu:

“ABD, askeri malzemelerini Türkiye üzerinden nakletmek için 7 liman ve 6 havaalanını kullanma izni aldı. ABD'nin kullanı­mına verilen liman ve alanlara ilişkin karar yürürlüğe girdi. Bush'un açıkladığı "Türkiye cephe ülkesidir;" sözleri ABD'ye verilen liman ve üslerle daha bir an­lam kazandı.

Haber turuma devam ediyorum sevgili okur, nasıl hoşunuza gidiyor mu? Bambaşka bir dala konuyoruz, ne âlâkası var demeyin, an­layana; 'En büyük Yahudi nişanı Nazarbayev'e verildi. Dünya Yahudileri Konseyi, Kafkasya'nın enerji merkezlerinden Kazakistan'ın Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’e, medeniyetlerarası diyaloğa katkılarından dolayı, "Uluslararası Maimonides Nişanı - en büyük Yahudi nişanı" verdi. Avrasya Kuruluşları Birlikleri temsilcileri ve Nazarbayev ödül töreni­nin ardından, Kazakistan-Astana'da yeni yapılan Orta Asya'nın en büyük sinagogu Rachel-Habad Lyubavivch'i törenle açtılar.”[11]

Bu en büyük Yahudi nişanının Nazarbayav'e verilmesinin diğer önemli sebebi ise; Fetullah Gülen'in okullarına yaptığı destek olduğu konuşulmaktadır.

Fetullah Gülen'le MOON ve MASON ilişkileri kafa karıştırmaktaydı!

Moon tarikatı ile Fetullah teşkilatı arasındaki örgütlenme modellerindeki Siyonist ilişkileri yanında en önemli benzerlikse birinin Mesihliğe, diğerinin ise İslam temsilciliğine ve Mehdiliğe soyunmalarıdır. Her ikisini de organize eden, Amerika'daki Siyonist kuruluş; CSIS'tır.CSIS 1962'de Georgetown Üniversitesi'nde kurulmuştu. Amerikan devletine ve özellikle petrol ve silah şirketlerine hizmet veriyordu. Dış ülke yöneticileriyle, bürokratlarıyla, Amerikan çıkarlarına dolaylı ya da dolaysız hizmet verecek akademisyenlerle bağlar kuran CSIS, bir devlet kurumuyken, yeni dünya düzenine uyum sağlamak üzere şirkete dönüştürülüyordu. CSIS, Ortadoğu petropolitik araştırmalarıyla da dikkat çekiyordu. Ortadoğu bölümünün içinde Türkiye'ye de ayrı bir bölüm açılıyor, CSIS birimlerinin yönetimlerinde istihbarat örgütlerinde ve yabancı ülke­lerdeki diplomatik misyonlarda dünya deneyimi kazanmış eski dev­let memurları bulunuyordu. Üçüncü ülke adamları da bu şeflere raporlar hazırlıyordu.CSIS yabancı devletlerin görevlilerini de gerektiğinde ABD'de konuk edip, ilgili konularda konferans vermelerini sağlıyordu. Bunların arasında Türkiye başbakanları da bulunuyordu. Hatta CSIS, Kafkasya petrol boru hatları ile ilgili toplantılarını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığında gerçekleştiriyordu. Sonraları Başba­kanlık danışmanlığına getirilen, DSP milletvekili ve Ecevit'in ABD gezilerinde en büyük yardımcısı, 2002 yılında Kıbrıs’tan sorumlu Devlet Bakanı, Harvard mezunu Tayyibe Gülek komitenin sekreterliğini yürütüyordu. CIA'nın bile bir üst kurumu gibi çalışan CSIS Fetullah Gülen'in de en büyük destekçisi oluyordu.

Çok sayıda ülkenin yanı sıra ABD'de de "lobby" oluşturmak gerekçesiyle cemaat okulları kurulması bir gazetede şu ilginç açıklamayla yer almıştı:

"Gülen'in şimdiki planı, ABD'de Türklere de, Amerikalılara da eğitim verecek bir üniversite açmaktır. Virginia eyaletine bağlı kü­çük bir yerleşim birimi olan Staunton'da, boşaltılmış bir hasta­ne binasını devralan "Fetullahçı" grup, burada binden fazla öğrenci kapasiteli bir üniversitenin kurulması çalışmalarına başlamıştır. Gülen Londra'da kolej açmış, matematik doktoru bir Fetullahçı: Staunton Belediyesi ile anlaşması halinde, üniversitenin dünyanın her yanından gelecek öğrencilere "evet" diyeceğini açıklamıştır.[12]

"Fetullah Gülen'in" adamları tüm dünyada, Tanzanya'dan Çin'e çoğunluğu eski Sovyetler Birliği Türki cumhuriyetlerinde yer alan 200'den fazla okul kurmuşlardır. Bu okullar İslam'dan çok güya Türk milliyetçiliğini esas alan ılımlı İslam felsefesini yaymaktadır. Balkanlar'dan Çin'e, Türkiye'yi model alan bir seçkinler kadrosu yetiştirmeyi amaçlamıştır. Bu kuruluşlar Müslüman olmayan öğrencileri alarak belki de İngilizceyi temel eğitim dili olarak kullanmaları nedeniyle, sadece seçkinlerin ço­cuklarını okutmaktadır.

Şimdi: İngilizce dilinde eğitim yapmayı esas alan bu kurumların hangi "Türk milliyetçiliğini" esas aldığı, ya da nasıl olup Tanzanya veya Çin yönetimleri, seçkin aile çocuklarının "Türk Milliyetçiliğini esas alan" bir eğitimden geçirilmesine göz yumdukları, niçin sorulmamaktadır?

Siyonist Yahudi Graham Fuller: "The man and his movement" (Bir Adam ve Hareketi) diye alkışlamıştı!?

26-27 Nisan 2001 tarihlerinde, Georgetown Üniversitesi'nde CMCU'nun son konferansının konusu "F. Gülen: The man and his movement (Bir adam ve onun hareketi) idi. Bu konferansta F. Gülen'in son elli yılda gelişen İslami hareketler içinde kurumlaşan tek hareket olduğuna dikkat çekildiğine ve eski CIA şefi Graham Fuller'in RAND şirketi adına Türkiye Nurculuğunu araştırmaya baş­lamış olduğuna dikkat edilirse ABD ile "entegrasyon"un liberal olarak tamamlanmak üzere olduğu söylenebilirdi.CMCU konferansına katılanların kimlikleri ve deneyleri, Georgetovvn Devlet Üniversitesi'nin yanı sıra ABD yönetiminin ve Yahudi örgütleri ile Alman Stiftung'larının Türkiye'deki din ve ifade hürriyetine verdikleri değerin açık bir göstergesiydi(!): Toplantıya katılanların özellikleri işin ne denli ciddiye alındığını göstermekteydi.

Alan Makowsky: ABD Dışişleri istihbarat Bürosu eski şefi, Körfez savaşında ordu danışmanı, İsrail destekçisi WINEP (Washington Institute for Near East Policy) elemanı.

George Harris: ABD eski dışişleri görevlisi, eski Ankara B.elçisi, istihbarat uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya uzmanı.

Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-65, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat görevlisi, Middle East Institute başkanı.

Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görev­lisi, ABD Hava Kuvvetlerine bağlı RAND şirketi yöneticisi. Şimdi­lerde Türkiye'deki Nurcu hareketini ve "Irak, Bahreyn, Suudi Ara­bistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki çeşitli "Şii Müslü­man Cemaatlerin gelecekteki politik rolleri'ni Rend Francke ile bir­likte araştırıyor. Şii araştırması projesinin amacı, "Şiilerin özgürlü­ğü, siyasete ve yönetime katılımlarının geliştirilmesinin yollarını bulmak" olarak belirtilmektedir.

Bekim Akal: Wolkswagen Stiftung, Almanya (Yahudi).

Osman Bakkar: Georgetovvn CMCU Malezya Seksiyonu İslâm Kürsüsü Başkanı.

Thomas Mitchel: Vatikan Cizvit Seksiyonu sorumlusu, İstanbul Bediüzzaman ve "medeniyetler arası diyalog" konferansları katılımcısı.

Mücahit Bilici: Sosyolog, Boğaziçi Üniversitesi.

Yasin Aktay: Prof. ODTÜ.

Fahri Çakı: Sosyolog; İstanbul Üniversitesi'nden sonra Temple'da Nurcu Hareketin Sosyo-Ekonomik gelişmesi tezini hazırlıyor.

Ahmet Kuru: Bilkent Üniversitesi, Fatih Üniversitesi. Utah Üniversitesi doktora öğrencisi.

Zeki Santoprak: ABD Rumi Forum Başkanı, Marmara İlahiyat Fakültesi, El-Ezher, Harran Üniversitesi. Şimdi Washington Katolik Üniversitesi'nde.

Hakan Yavuz: Utah Üniversitesi.

Elizabeth Özdalga: Prof. ODTÜ, CHP araştırmacısı, İsveç Enstitüsü müdürü, İslâm Konferansı örgütleyicisi, "Adsız Kahraman: Fetullah Gülen Cemaatinin kadınları arasında Bireysellik ve İçselleşmiş Yansıma" tebliği sahibi.

Bayram Balcı: Fransa Milli İltica Bürosu, Paris Arap Dünyası gö­revlisi, Fransa Dışişleri Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde kadrolu eleman.

Berna Turam: McGill Üniversitesi/Kanada

ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Din Hürriyeti Bürosunca hazırlanan "Din Hürriyeti-Türkiye Raporu"nda "İslamic Leader" ve  "Moderate İslamic Leader" olarak kayıtlara geçirilen F. Gülen'in hakları Amerikan devletince resmen savunulduktan sonra, ilginin boyutu genişletilmekte ve Amerikan devletinin ünlü üniversite­sinde akademik bir düzeye yükselmekte olduğu görülüyordu. Bu "bilimsel" toplantıyı CMCU ve "The Rumi Forum" düzenlemişti.Bu tür "bilimsel" toplantıların sonuçlarının resmi raporlara etkisi elbette olumlu olacaktı.  ABD Dışişleri Bakanlığının raporlarında "Ilımlı İslami Lider" olarak sıfat kazanan F. Gülen, 2002 yılı Din Hürriyeti Raporu'nda "İslamic philosopher and leader/İslam Filozofu ve Lideri" olarak nitelenmeye başlanmıştır.Aynı raporun 44. paragrafında "Din Hürriyeti Tacizleri" başlığı altında "Ahmadi Muslims" cemaati diye Cüppeli Ahmet Hoca'ya da sahip çıkılmıştır.[13]

ABD'de son toplantıysa 19-20 Nisan 2004'de Washington'daki John Hopkins Üniversitesi'nde "Abant in Washington-İslam Laiklik ve Demokrasi: Türk Deneyimi"  adı altında yapılmıştı.

Toplantının programına göre, "hoş geldiniz" konuşmalarını Francis Fukuyama ve "Abant Platformu" başlığıyla Bilgi Üniversitesi'nden Mete Tuncay yaptı. Açılış konuşmalarını ise diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın ile ABD Dışişleri Müste­şarı eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman yaptı. Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nca çağrısı yapılan ve ATFA (American Turkish Friends Association- Fairfax) örgütlenen bu ilginç konferansın panellerine içinde CIA şefleri yanında Cengiz Çandar da vardı.

Türkiye'nin İslam, Laiklik ve Demokrasi Deneyimi ve Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya İlişkisi Yuvarlak Masa Toplantısı:

Kemal Derviş (CHP Genel Başkan Yardımcısı-Açılış konuşması),  Elisabeth Özdalga  (CHP eski danışmanı, TESEV danışmanı, İsveç Araştırma Enstitüsü),  Cüneyt Ülsever  (Liberal Dü­şünce Topluluğu Derneği, Hürriyet Gazetesi), Sabri Sayarı (Eski RAND danışmanı, Georgetown Ünv.), Emal Uşşaklı (TGYV), Hüse­yin Gülerce (TGYV), Kenan Gürsoy (Galatasaray Ünv.), Fehmi Koru (Yeni Şafak Gazt.), Kemal Karpat (Wisconsin Ünv.), Ruşen Çakır (TESEV), Mithat Melen (İstanbul Ünv.) Şahin Alpay (Bahçeşehir Ünv.), Zeki Sarıtoprak (John Caroll Ünv.), Adnan As­lan (ISAM-İslami Araştırmalar Merkezi), Ömer Taşpınar (John Hopkins Ünv. Brookings Inst), Zeyno Baran (Nixon Center, Eski CSIS elemanı), Cengiz Çandar (Sabah Gazetesi), Seda Çiftçi (CSIS elemanı), Hakan Yavuz, Henry Barkey, John Lee Esposito David Calleo, Steven A. Cook, Svante Cornell, James Miller, Charles Fairbanks, Carter Findley, Hussain Haqqani (Carnegie Endowment), Barry Jacobs ve Anatol Lieven (American Jewish Committee), Heath Lowry, Zack Messitte (Saint Mary's College), Eric Hooglund (Filistin Araştırmaları) ve John Hulsman (Heritage Fdn.) Çoğu Yahudi ve Mason olan bu kişilerle birlikte, toplantıya ABD eski Ankara Büyükelçisi ve Dışişleri Siyaset Planlama Müsteşarı Marc Grossman'ın yanı sıra Savunma Bakanlığı Müsteşarı Paul Wolfowitz'in de açılış konuşması yapacağı, eski Büyükelçisi ve NED yönetim kurulu eski üyesi Abramowitz, WINEP eski direktörü, 1990'da Ortadoğu'ya ABD askeri saldırısı sırasında danışmanlık yapmış olan, ABD Temsilciler Meclisi Perso­nel Direktörü Alan Makowski, Temsilcilerden Rober Wexler, John Hopkins, Arap İşleri uzmanı Fuad Ajami'nin ve Frederick Star'ın da katılacağı açıklanmıştı.

O sırada, Türkiye'de DGM'nin aradığı kişi, ABD'deki devlet üniversitesinde adına düzenlenen bilimsel toplantılarla onurlandırılıyor, ABD üst düzey Dışişleri'nin katıldığı toplantılar düzenleniyordu! Bir kişinin bir mahkeme tarafından aranıp aranmaması, haklılığı ya da haksızlığı önemli görülmeyebilirdi. Ancak uzun yıllar devlet yöneticilerince "stratejik ortak" olarak tanıtılan ABD'nin tutumuna kısa bir soruyla değinmek gerekirdi: ABD'nin ulusal güvenlik gerekçesiyle aradığı herhangi bir kişi için,  örneğin Ankara Üniversitesi'nde onurlandırıcı bir konferans düzenlenebilir miydi?[14]

Kim ne derse desin, işin özü, toplulukların dinsel inançları kullanılarak oynanan oyun değişmiyor; Moon hareketi Mesih'e; Fetullahcılık hareketi de Mehdi'ye özeniyordu. Her ikisinin yolu da "Amerika ile entegrasyon" projesine çıkıyordu.

Moon misyonerleri örgüte bilimsel bir saygınlık görüntüsü vermek için üniversitelerden adam seçiyordu. Bu katılımcıların Moon'un ki­lisesine bağlı olmadığını, salt ayrı dinlerin ya da üniversitelerin tem­silcileri olduğu izlenimini vermeye çalışıyordu. Örneğin, turcular arasında Moon tarafından kutsal nikâhla evlendirilmiş en az on yıl­lık kilise üyelerinin örgüt bağlarından söz edilmiyordu.

Türkiye'yi temsil edenler arasında, Dünya dinleri Gençlik Semineri'ne katılan AKP Eski Dışişleriolan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Boğaziçi Üniversitesi'nin öğretim görevlisi Davutoğlu, ma­sumane çalışmaların amacını şu ilginç sözlerle açıklıyordu:

"Amerika'da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak daha açık bir ifade ile "gezici bir üniversite" şek­linde, dinler arasında diyalog ve fikir alışverişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk temsilciler bu sene katıl­dı. Gerek ABD'de gerekse Kudüs'te gerçekten çok değerli göz­lemler yapma imkânı bulduk”[15] diyen Bay Ahmet Davutoğlu, işte bu marifet ve meziyetleri nedeniyle AKP iktidarı Dış İşleri Bakanlığına atanıyordu.

Mooncular "Kitlelerin yoğun ilgisini çeken Futbola da el atmıştı. Seul'de, her girişimin adında yer aldığı gibi, amaç "barış" olarak açıklamıştı. 10 Temmuz 2003 futbol turnuvasına Fransa'dan Olympique Lyonnais, Güney Afrika'dan Kaizer Chiefs, Almanya'dan TSV 1860 München, ABD'den Los Angeles Galaxy, Hollanda'dan PSV Eindhoven, Uruguay'dan Club Nacional de Football ve Güney Ko­re'den de Seongnam Ilhwa takımları katılmıştı. Türkiye'den de Beşik­taş Spor Kulübü Futbol Takımı turnuvada yerini almıştı. Birinciye 2 milyon dolar ve ikinciye de 500.000 dolar ödül aktarıldı. Bu haber Türkiye'deki bazı gazetelerde kısaca yer aldı. Ama "Moon tarikatı­nın düzenlediği turnuva" sözleri ve Moon örgütlenmesiyle ilgili kısa bilgiler aktarıldı. Bu durumda Din-Kilise-Futbol ilişkisi üzerine akla gelebilecek sorulara yanıt da Zaman gazetesinde çıkmıştı. Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ali Murat Yel, kutsallık ile futbol ve din arasındaki ilişkinin teorik temellerini ortaya koyan ilmi(!) bir yazı yayınlamıştı.Öğretim üyesinin yazısındaki satırlar yeterince aydınlatıcı ve tarikat-futbol ilişkisini eleştirenlere de ilginç bir yanıttı: İşte Fetullahçı yazarın saptama ve sapıtmaları:

"(..) Futbol da, birçok özelliğinden dolayı “yeni bir dini hareket” olarak görülebilir. "Para-religious-Din gibi" olarak da adlandı­rılan bu hareketlerde dini herhangi bir unsur olmamasına rağ­men pek çok hususta dine benzer özelliklere rastlanılmaktadır.”[16]

İşte Fetullahçıların din anlayışı ve İslam’ı yozlaştırma çabaları!?

1990'lı yıllarda Moon Hazretleri'nin PWPA örgütünün Türkiye etkinlikleri iyice yaygınlaşıyordu. Medeniyetler arası Diyalog, Bediüzzaman Said-i Nursi Konferansları adı altında yapılan toplantılara Amerika'dan gelip konuk olanlar çoğalıyordu. Bu adamlarla ilgili övgülere Aksiyon dergisinde, Zaman gazetesinde bolca rastlanıyordu.

AKP'li ve Fetullah Gülen'ci Belediye Başkanları eliyle, tarihi camiler yıkılarak, kiliseler açılmaya başlanmıştı:

755 yıllık camiyi yıkıp Moon-Presbiteryen müritlerini karşılamaktan utanılmamıştır.Özellikle 2000-2002 yılları arasında dünya mirası, dinlerarası di­yalog, din-inanç turizmi denilerek bizzat hükümet tarafından uygu­lanan projeyle cemaatsiz kiliseler kurulurken, antik kiliseler de yenilenmiştir. Aynı dönem içinde sayısız tarihi cami ise ya yıkıma ter­kedilmiş ya da bilerek ve istenerek yıkılmıştır. Bunun son örneği Türklerin 1211 yılında kurdukları Denizli kentinde yaşanmıştır."Denizli'de Türklerin ilk yerleşimde kurdukları ve sayısız deprem­den sonra onarıp açık tuttukları, 755 yıllık Ulu Cami ve tarihsel Selçuklu minaresi birbirini izleyen 2 gecede belediye" ekiplerince yıkıldı. Bu yıkımın ardından yedi gün geçmeden yörede devlet eliyle yenilenen 11 kiliseden biri olan ve yüzlerce yıldır kullanılmayan antik Pamukkale Kilisesi'nin yıkıntıları arasında ayin düzenlenmiştir. Ayini düzenleyen birinci grup Amerikan Presbiterian kilisesi mensupla­rıdır. Bu grubun başında Amerikalı papaz Bruce McDovvell ve Pa­paz İlhan Kekinöz bulunmuştur, ikinci 25 kişilik grup ise Unification Church bağlılarıdır.[17]

"Ayinciler devlet yöneticilerinden vali yardımcısı Musa Uçar'ı zi­yaret etmişler ve ondan hediyeler almışlardır. "Bizans dönemi kalıntılarıyla Amerikalı papazın ya da Korelilerin ne tür bir dinsel ilişkisi olabilir? Onlar kendi inançlarına uygun ayin yapacak bir yer bulamamışlar mıdır?" gibi ilginç soruların yanıtını verecek bir laik rejime sahip çıkacak bir görevli herhalde vardır.Koreli misyonerler de deprem yıkımından yararlanarak sözde yardım diye yerleştikten sonra, dışı ev, içi kilise inanç merkezleri kurmayı başardılar. Örneğin Yalova yakınlarında, deniz kıyısında ev-kilise kuran misyonerler, üşenmeyip deprem bölgesini gezip topladıkları çocukları kiliselere ziyarete götürerek beyinlerini yıkamaktadır.

Uluslararası örgütlenmeyi gerçekleştiren Moon Mason Tarikatı Amerika'nın desteği ile “dünya egemenliği ardında koşan devletlerin örtülü operasyon ilkelerini çağrıştıran” önemli bir açıklama yayınlamıştı:

"Zamanı geldiğinde, dünyayı yönetmek için otomatik (olarak işleyen) bir teokratik düzene sahip olmalıyız. Siyaseti dinden ayıramayız. Hülyamda, bir evrensel siyasi parti var; bu parti tüm ülkeleri de içine almalıdır. Bir kolumuzla dini dünyayı, öteki kolumuzla da siyasi dünyayı kucaklayabiliriz.” Evet, bu sözler Siyonist sermayenin küresel hâkimiyet hedefini yansıtıyordu.Bunları söyleyen kişinin liderliğini yaptığı cemaat, yüzlerce şirke­te, vakıflara, okullara, üniversiteye, yayın evlerine, gazetelere, Dini-İlmi örgütlere, hoşgörü kuruluşlarına, vb. sahipti ve gençliğe büyük önem veriyordu. Onları örgütlüyor beyinlerindeki tüm inançları silip kendi safsatalarını yerleştiriyor ve yalnız cemaat içinde ve lideri için kapalı devre yaşamayı öğretiyordu. Politikacı­lar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, cemaatin çevresinde toplanıyordu. Dünyanın birçok ülkesindekuruluşları olan bu cemaatin, kaynağı merak edilen parasının büyüklüğü hesap edilemiyordu. Söz konusu cemaatin lideri Amerika'da bulunuyordu. Cemaatin li­derine "hazret-üstad" deniyor, ama o bir "Hoca Efendi" değildi. O Reverand (Hazret) Sung Myung (Moon) ve cemaatinin adı ise; Dünya Hıristiyanlığını Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti, kısaca Unification Church (UC, Birleştirme Kilisesi) oluyordu.Moon'un, Kore istihbarat servisi K-CIA ile başladığı ve Amerika'daki Siyonist Yahudi stratejistlerin desteği ile parlayıp şöhret kazandığı bu şeytan tarikatında, Japonya'nın ilginç iş adamları, ABD politikacıları, ABD başkanları, Yahudiler Güney Amerikalılar, Katolikler, Protestanlar, Müslümanlar bulunuyordu. Moon'a göre dünyadaki kötülüklerin kökeninde "Adem"baba ile "Havva" ananın işledikleri günah yatıyordu. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğun kanı da işte bu yüzden kirleniyordu. O nedenle insanlığın kurtuluşu ancak ve ancak, kanının temizlen­mesine bağlı bulunuyordu. Temizleyici kan ise; dönemin gerçek anababası yani Moon ve Moon'un karısının damarlarında akıyordu. Artık asıl olan Adem ile Havva değil, kendilerini "true-parents" yani "gerçek ana-baba" olarak ilan eden Moon ve eşi sayılıyordu.Yeni ve temiz ana-babaların yetiştirilmesi, kurtuluşun en temel koşuluydu. Temiz ana-babalar ise ancak kutsal nikâh törenlerle birleşebiliyordu. "True-Parents days (günlerinde) Sung Myung Moon 'Hazretleri' binlerce yeni çifti kutsuyor ya da evli olanları yeniden nikâhlayarak toplu düğün düzenliyordu. Nikâhları kutsanan çiftler, Moon'un kanını temsilen birer kadeh şarap içiyordu. Böylece Adem ve Havva'nın şeytanla işbirliği yaparak kirlettikleri insan kanı da temizlenmiş oluyordu.

Moon'un gençlik örgütünün eski yöneticisinin gönderdiği mektuptaki şu bilgi bu işlerin, yalnızca kilise çevresini geliş­tirmek üzere, siyasal-bilimsel toplantılar düzenlenmesini aştığını gösteriyordu. Mektuptan okuyalım:

"... Dünkü New York Post (16 Aralık 1999) Moon'un 13 Şubat kitlesel düğün törenlerine (giriş) ücretinin 100 dolar olduğunu yazıyordu ama haberde bir eksilik vardı. Gerçekte evlenen çiftlerin binlerle ifade edilen dolarlar ödeme zorunluluğundan söz edilmiyordu."

Moon'un Mesihliğinin nedeni ise şöyle belirtiliyordu: Moon'a göre Hz. İsa politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtarmayı başaramıyordu. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyordu. Sorgusuz bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi, hem Moonculukta, hem Fetullaçılıkta beyin yıkama esasına dayanıyordu.

İnsanlığı kurtaracak bir 'Mesih' olarak, ortaya çıkan Moon'a kimse sahte peygamber diyemiyordu. Bu örgütle Fetullah Gülen'in yapılanma modeli oldukça benzeşiyordu. Her ne kadar iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika'nın başlattığı, 1950'lerin komünizmle mücade­le örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon Hazretleri, Amerika'ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD'ye atmış ve kırk yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyordu. Fetullah Gülen ise: kırk yılın ardından farkına varmış ki; "Güç neredeyse orada olunmalıdır" der gibi, o da Amerika'ya taşınıyordu. ABD federal devlet yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından kutsallığının en üst noktasına ulaşıyordu. Her yıl 10-15 Şubat arasında "Gerçek Ana-Baba"nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle kutlanıyordu. Tıpkı Peygamberlerin do­ğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada, onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyordu. İki yıl önce kendi oğlu da aynı otelde intihar ediyordu.

Moon'un, Amerika'da merkezleşmeyi seçmesinin nedenini an­lamak, şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Moon Hazretleri, Yahudi Hahamlarından aldığı talimatları cin gibi anlayıp uyguluyordu, dünya­nın değişik ülkelerine Hristiyanlık Kilisesi olarak gitmenin olanaksız­lığını görmüş ve her dinden, her milliyetten insanlarla ilişki kurmak üzere entel örgütleri oluşturmuştu. Bilim adamları, barış kadınları, dinler arası federasyon, dünya üniversiteleri federasyonları gibi sayısız teşkilat kurmuştu.İşte bunlardan, PWPA (Proffesors World Peace Academy /Profesörler Dünya Barış Akademisi) ile dünyanın dört bucağında toplantılar düzenliyordu. PWPA'nın el atmadığı konu yoktu. "Sovyet­ler yıkıldıktan sonra ne olacak?"tan"Afrika'nın geleceği"ne, "La­tin Amerika'nın borç sorunları"ndan "Ortadoğu'da ticaret ve barış süreci"ne, "İslam’ın sorunlarından" Ermenistan'ın kalkınma yolla­rına dek, akla gelebilecek ne denli konu ya da bölgesel sorun var­sa, hemen hemen tümü için "konferans" ve "sempozyum" adı al­tında, 1973'den bu yana 400'ü aşkın toplantı düzenleniyordu.


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

FETULLAH GÜLEN DOSYASI, BÖLÜM 2

FETULLAH GÜLEN DOSYASI, BÖLÜM 2



Rusya Fetullah Gülen okullarını niçin kapatmış ve kimler açtırmıştı?

Putin yönetimi, ülke içindeki Fetullah Gülen okullarını kapatmak için harekete geçiyordu. Gülen'e bağlı çeşitli şirketleri yakın takip altına alan Rus yönetimi, okulları "Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi" olarak görüyordu. Rusya yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapılıyordu.Rusya Federasyonu, Fetul­lah Gülen okullarını “CIA bağlantılı olduğu” gerekçesiyle kapatmaya başlıyordu. Ulaşan bil­giye göre, Rusya Federasyonu yö­netimi Fetullah Gülen okullarını açan şirketleri yakın takibe alıyor ve söz konusu operasyon Fetul­lahçı cemaat okullarına ve şir­ketlerine karşı yapı­lan soruşturmaların en kapsamlısı oluyordu. Öte yandan, Rusya Federasyo­nu: yerel yöneticileri arasında, bu okullarda okumuş bazı görevlile­rin de işine son veriyordu. Rus yetkililer, Fetullah Gülen okullarını açıkça "Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi" olarak tanımlıyordu. Öte yandan, Türkiye kamuoyuna "modern okullar" olarak sunulan bu okullardan bazılarında çok sinsi ve siyasi faaliyetler yapıldığı ve ABD'nin dünya hâkimiyeti için beyinlerin yıkandığı özellikle vurgulanıyordu. Moskova'da yayımlanan Nezavisimaya Gazetesi, Haziran 2000'de Fetullah Gülen'in Rusya'daki taraftarlarının iktidar organlarına sızdığını yazıyordu. Söz konusu okulların önce Rusya'nın Türkçe konuşan bölgelerinde kurulduğunu bildiren Nezavisimaya, Tataristan'da 8, Başkırdistan'da 4, Karaçay-Çerkez, Çuvaşya ve Yakut-Saha'da da birer okul bulunduğunu açıklıyordu. Gazetedeki yazıda, okullarda "Amerikan hayranlığı ve İsrail propagandası" yapıldığı belirtilerek, bu kuruluşların denetlenmesini istiyordu.

FSB’ye göre casusluk yapılmaktaydı!

Rusya İç Güvenlik Örgütü FSB Başkanı Nikolay Patruşev, 17 Aralık 2002'de Türk basınında yer alan açıklamasında, gerçekleştirdikleri en başarılı etkinlikler arasında “Türk casusların deşifre edilmesini” de sayıyordu. FSB Başkanı 2002 yılı etkinlik raporunda Fetullah Gülen okullarında çalışan öğret­menlerin casusluk faaliyetlerinin deşifre edildiğini belirtiyordu. FSB Baş­kanı açıklamasında: okulların sahibi konumundaki Tolerans, Serhat ve Ufuk vakıflarının isimlerini veriyordu.Bunun üzerine Rusya'nın Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti'nde Fetullah Gülen okullarındaki 10 öğretmen Hazi­ran 2003'te sınır dışı ediliyordu. Ayrıca Başkırdistan Milli Eğitim Bakanlığı'nın sınır dışı edilen öğretmenle­rin görev yaptığı okulu kuran "Ser­hat" vakfı ile tüm anlaşmalarını ip­tal ettiği de belirtiliyordu. Bu olaydan sonra, Buryatya Cumhuriyeti'nde de, Fetullah Gülen okulu hakkında soruşturma başlatılıyordu.

Milliyet gazetesi Moskova mu­habiri Cenk Başlamış, 7 Eylül 2003 tarihli haberinde, Rusya'da Fetullah Gülen okullarının tem­silcisi konumundaki Tolerans Vak­fı Başkanı Mustafa Kemal Şirin'in sınır dışı edildiğini duyurmuştu. Haberde: "Şirin, hafta içinde Rus ha­vayolları Aeroflot'a ait bir uçakla geldiği Şeremetyova-2 Havaalanı'ndan giriş yapmak istedi, ancak pasaport kontrolü sırasında "Rus­ya'ya girişi yasak olduğu" gerekçe­siyle ülkeye girişine izin verilmedi. Yasaları çiğnediği gerekçesiyle Rusya'ya girişi 5 yıl yasaklanan Şi­rin, geceyi havaalanında geçirip, ertesi gün Türkiye'ye gönderildi. Tolerans Vakfı Başkanı Şirin, Rusya'nın Türk okullarıyla bağlantılı olarak şimdiye kadar sınır dışı etti­ği en üst düzeydeki temsilci" deniyordu.Yine aynı haberde Rusya Federal Güvenlik Servisi FSB'nin Baş­kanı Nikolay Patruşev'in yaptığı açıklamanın ardından, Rusya Eği­tim Bakanlığı'nın Fetullah Gülen okullarına karşı kapsamlı bir so­ruşturma başlattığı belirtiliyordu. Bu çerçevede Rusya'nın değişik bölge­lerinde 10'a yakın okul kapatılır­ken, 50'den fazla Türk vatandaşı sınır dışı ediliyordu.Ancak ABD, İsrail ve Türkiye’den kimler devreye giriyorsa, Rusya Cemaat okullarına yönelik operasyonlarına son veriyordu!?

Bediüzzaman’ın Yolundan Sapılmıştı!

Bediüzzaman'ın Kur'an’dan kaynaklanan Risale-i Nur denilen imani ve ahlaki eserlerini okumak, okutmak ve böylece şuurlu ve huzurlu bir neslin yetişmesine katkıda bulunmak gibi hayırlı bir amaçla girişilen hizmetler, zamanla çığırından çıkmaya başlamıştı.“Bediüzzaman'ın müjdelediği ve gelişine ön hazırlık hizmetleri verdiği Hz. Mehdi" havasıyla kendisini merkez alan Fetullahçı yapılanma: "Işık evleri"nde beyinleri bu doğrultuda yıkanan talebelerden bir çekirdek kadro oluşturulmaya çalışmaktaydı ve masonik odaklar ve marazlı medya tarafından "bu gelişmelerden kaygı duyuyorlarmış" görüntüsüyle sürekli gündemde tutulup reklâmı yapılmaktaydı.

Fetullah Gülen'in:

"Bu evlerin eğitim dizgesinden geçmeyenler, insanlık özünden yoksun bulunmaktadır... Işık evleri, yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsal mekânlardır"[3] şeklinde tarif ettiği bu evleri Rotary Kulüplerin desteklemesi de anlamlıydı...Fetullah Gülen, ışık evlerinde yetişmeyenleri, "insanlık özünden yoksun saymaktaydı." Yani kendisine tabii olmayanlar değil Müslümanlık, insanlık onuruna bile ulaşamazdı!?..Oysa Nevval Sevindi'nin Amerika'dan yolladığı ve 22 Temmuz 1997 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesinin 5. sayfada yayınladığı "Fetullah Gülen'le New York sohbeti" yazısına göre:

"Fetullah Gülen Hoca Efendi Cumhuriyet ideolojisinin yaratmak istediği "Müslüman Avrupalı Türk" tipinin mimarıydı... O, "Dini bütün ve Batı formasyonlu yeni bir sentez" ustasıydı?!..

Bu tespit doğruydu... Evet, dış güçlerce Fetullah Gülen'e biçilen misyon: Batı ile uyumlu ve uyuşuk layt Müslüman tipi oluşturmaktı. Bu tip; Allah'ın istediği değil, Avrupa ve Amerika'nın benimsediği bir Müslümandı... Ama şu gerçeği de hatırlatalım ki: Bu türlü girişimler, haliyle bazı tahribatlar yapacaklardı... Ancak asla amaçlarına ulaşamayacaklar ve başarılı olamayacaklardı. Çünkü İslam'ı istismar girişimlerinin hepsinden sonunda İslam kârlı çıkacaktı. Fetullah Gülen'in perde arkasını sezen samimiyet ve istikamet sahibi insanların da, bu sinsi ve Siyonist kuşatmayı kırmaları yakındı...

Şu sorunun mutlaka sorulması doğru ve doyurucu cevabının bulunması kaçınılmazdı:

Bir zamanlar: "Amerika ve Rusya sistem olarak materyalist felsefeyi benimsemiştir. Aslında ne Rusya'nın ne de Amerika'nın bize bakış açıları farklı değildir. Hatta hiçbir fark yoktur, denilebilir. Israrla söylüyoruz ki, ikisi de bizim aman vermez düşmanımızdır"[4] diyen Fetullah Gülen'e ne oldu ki şimdi:

"Amerika, hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır... Amerika şu anda; Bütün konum ve gücüyle, bütün dünyayı kumanda edebilir ve buna layıktır"[5] demeye ve Amerika'yı övmeye başlamıştır?Fetullah Gülen'in asıl amacı; İslam'ı yaymak mı, yoksa Siyonist Gizli Dünya Devleti'nin kovboyu olan Amerika'ya uyumlu ve ılımlı vatandaş hazırlamak mıdır?

Milli duyarlı bir Üniversite Hocasının tespitiyle, "yurt dışındaki okullarıyla, Türkiye’deki vakıf, dershane, üniversite çalışmalarıyla Siyonist emperyalizmin dünya hâkimiyetine ve küresel bir totalitarizmin kurulma hedefine hizmet mi yapılmaktadır?[6]

Daha önceleri:"Sebeplere riayet, bir sorumluluk olsa da; onlara “tesiri hakiki” vermek apaçık bir dalalet ve inhiraf (sapıklık)tır."

"Köpek, kendisini besleyeni sahibi olduğunu sanır ve bu yüzden sahibine gösterdiği sadakat görünüşe, yani nedenselliği dayanır"[7] diyen Fetullah Gülen, şimdi nasıl oluyor da:

"Amerika ile dostça geçinmeden ve Amerika istemeden, dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimseye ve hiçbir şey yaptırmazlar...

Şimdi (bana bağlı) bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına (yani Siyonizm’le uyuşarak) gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığımız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz..."[8] diyerek, herkesi Amerika'ya kayıtsız şartsız teslimiyete çağırmaktadır?

Fetullah Hoca'ya göre: Kuvvet ve Kudret sahibi, Allah mıdır, yoksa Amerika mıdır?

"Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli, Amerika göz ardı edilerek, şurada veya burada kendi başına bir iş yapılmaya kalkışılmamalıdır...

Rusya bile sizi desteklese, eğer Amerika istemezse, işinizi bozacaktır... Çünkü Amerika kendi işlerinin bozulmamasından yanadır. Bu da yadırganmamalıdır"[9] diyecek kadar Amerika'ya tapınan ve Siyonizm’in yenilmez gücüne(!) sığınan bir Fetullah Gülen, acaba Kur'an kahramanı mı, yoksa Amerika'nın kuklası mıdır?
Beklenen Mesih mi, yoksa Papalık misyoneri mi olmaktadır?

Vaazlarında ve kitaplarında:

"Hazreti Mesih (İsa A.S) Ahir zamanda o önemli misyonu eda etmek üzere mutlaka nüzul edecektir. Nüzul edecektir ama içinizden şahs-ı manevinin muhtevi bulunduğu mana ve ruha nüzul edecektir” (Yani Hz. İsa şu anda içinizde bulunan; lideriniz ve temsilciniz olan şahsiyete yani kendisine inecektir) diyerek, dolaylı biçimde Mesihliğini ve Mehdiliğini ilan eden ve nicelerini buna inandıran Fetullah Gülen;"Sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatı âlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız" diye başladığı Papa’ya mektubunda:

"Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Papalık Konseyi Misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz" diyordu!

Şimdi aklımıza ve vicdanımıza güvenerek soralım:

Fetullah Gülen beklenen Mesih veya Mehdi Aleyhisselam mıdır? Yoksa kendi itiraf ve ifadesiyle Papalık Konseyi Misyonunun basit bir parçası mıdır?Takiyye yaptığı ve ikili oynadığı açıktır. Ancak, acaba asıl aldatmak ve kullanmak istediği Hıristiyanlar ve Museviler midir, yoksa Müslümanlar mıdır?Acaba Siyonist Yahudiler ve Haçlı emperyalistler mi Fetullah Gülen'i... Fetullah Gülen ise Müslümanları mı kullanmaktadır?

Sn. Gülen Çağ ve Nesil dizisinin 4. kitabının son yazısında ve lider başlığı altında:

"Ve eskilerin "Kaht-ı rical" dedikleri seviyeli insan, idareci ve kadro ile lider kıtlığı (yaşanıyor). Yakın geçmişi ve hâlihazırdaki vaziyeti itibarıyla: Şu karmaşık dünyanın gerçek manada bir lider tanıyıp tanımadığını bilemeyeceğim; bildiğim tek şey varsa o da, bizim dünyamızda böyle bir liderin olmadığıdır... O Polat sinelerin ve çelikten sedaların yerinde, şimdi sinekler uçuşuyor... Evet, ateşböceklerinin yıldızlaştığı, sineklerin kartallaştığı bu talihsizler diyarında, şimdi aslan inleri, tilki çalımlarıyla inliyor... Bülbül yuvaları saksağanların elinde perişan ve her tarafta yarasalar şehrayinler tertip ediyor... Hâkim güçler, insafsız ve temettü (sömürme) avında...  Hâsıla koskoca dünya başıboşların elinde ve bir baştan bir başa lidersizlikle kıvrım kıvrım (kıvranıyor)..." diyor ve ardından "nasıl bir lider?" diye kendisini anlatmaya başlıyordu.

Yakın geçmişteki ve günümüzdeki bütün dini ve siyasi liderleri böylesine küçümseyen ve kötüleyen Fetullah Gülen'in, şimdi Amerika'ya ve Papalığa karşı perestlik derecesindeki hürmet ve teslimiyeti nasıl bağdaştırılacaktır?

İşte Hoca Efendinin Papa'ya mektubu:

“Pek Muhterem Papa Cenapları,

Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların, dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonumuzu, tam manasıyla bilen halkımdan size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizden bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşetti­ğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.

Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüret­le, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.İslâm yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yan­lış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslâm'ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkânını bağrına basacaktır.Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları gerekçesiyle, zaman zaman bilim adına dini, din adına da bilimi inkâr etmiştir. Bilginin ta­mamı Allah'a aittir ve din Allah'tandır. O halde bu ikisi nasıl çelişebilir? İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik din­lerarası diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir.

Kendi memleketimizde şimdiye kadar, çeşitli Hıristiyan mezhep­lerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını âcizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis et­mektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin, kar­şı durabiliriz.Geçen yıl bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı medeniyetler arası barış ve diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu gayretin başarısından aldığımız teşvikle bu tür etkinlikleri tekrar­lamak istiyoruz. Hali hazırda üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağ­ları güçlendirmeye yönelik olarak dinlerarası diyalog konusunda Vatikan'ın da temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans düzenle­me sürecinde bulunuyoruz.Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutla­malar vesilesiyle Ortadoğu'daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlik önermek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel'in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkûr kutsal mekânları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve zevkle selamlamayı hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak suretiyle Kudüs'ü birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu ziyaret bu mübarek şehri Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir kısıtlama, hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan etme gayretlerine yönelik dev bir adım teşkil edebilir.

Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile ilki Washington DC'de olmak üzere muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini teklif ediyoruz... İkinci serinin zamanı için Hz. İsa'nın doğumunun 2000. yıldönümü ideal olabilir.Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim'in doğum yeri olarak bilinen, Urfa şehrindeki Harran'da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu ya Harran Üniversitesi'ndeki programların genişletilmesi suretiyle, ya da üç dinin ihtiyaçlarını da temin edecek şümullü bir müfredata sahip bağımsız bir üniversite şeklinde gerçekleştirilebilir.Önerilen programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bun­lar erişilmez değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün iler­lemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb'e şükürler olsun.[10]

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

FETULLAH GÜLEN DOSYASI, BÖLÜM 1

FETULLAH GÜLEN DOSYASI BÖLÜM 1


ARALIK 2004 
Milli Çözüm Dergisi 
Yazar Milli Çözüm Dergisi 
01 Kasım 2004 


29 Haziran 1994 Dedeman Otel. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın açılış gecesi.

1. Eski CHP Genel Sekreteri ve Moon Tarikatı temsilcisi Kasım Gülek.
2. Fetullah Gülen
3. Şimdi Kanada’da Haham Yardımcılığı yapan Tuncay Güney
4. Şarkıcı Cem Karaca

Giriş:

Siyonist Yahudilerin etkin kuruluşlarından ADL (Anti-Defamation League) Yahudi aleyhtarlığı ile mücadele birliği anlamı taşıyordu. 1913 yılında New York’ta kurulan, Abraham Foxman’ın başkan olduğu bu dernek, Siyonizm’e hizmet ediyor ve hizmetçi yetiştiriyordu. Derneğin kuruluş gayesi olarak, “Yahudi toplumuna karşı yapılan karalamaları önlemek, Siyonizm aleyhindeki iddialara itiraz etmek ve gerekiyorsa karalama eylemlerini kanun önüne getirmektir” deniyordu. (Not; Yahudiler, haklar, karalamalar derken aklımıza hep 2. Dünya savaşı ve Naziler geliyordu. Hâlbuki tarih 1913 ve böyle bir dernek Yahudilere yapılan karalamaları engellemek için kuruluyordu. Acaba Yahudiler gittikleri her yerde ne haltlar karıştırıyordu ki, devamlı karalamaya muhatap olunuyordu?) ADL Kurumunun özelliklerinden biri de “İnançlar arası diyalog kampı oluşturmak” olduğu belirtiliyordu. ADL, New England Bölgesi Şubesi, Hıristiyan, Musevi ve Müslüman gençleri bir haftalığına birbirlerini tanımaları ve dayanışmaları için “İnançlar Arası Kamp” ismi verilen bir organizasyon düzenliyordu. Bu organizasyon, İbrahim’i inanca mensup genç üyeler arasında iyi ilişkileri geliştirmek fikriyle doğuyordu." Bilindiği gibi Fetullahcılar da aynı şeyleri savunuyordu.

Oysa Cemaatin Gazetesi Zaman, 20 Kasım 1992 günü ADL için şunları yazıyordu:

“İngiliz Farmasonluğu’nun Yahudi kolu olan B’nai B’rith’in etkisi altındaki ADL (Anti-Defamation League) 1913 yılında kurulduğu bilinmektedir. ADL adeta, Amerikan mafyasının halkla ilişkiler bürosu gibidir… Kurdukları “Denizaşırı Yatırımcılar Servisi” adlı şirketle milletlerarası silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kirli parayı aklama gibi işleri yürütmektedir. İşgal altındaki Filistin topraklarında ve Kudüs’ün Hıristiyan ve Müslüman bölgesinde geniş arazilerin kanunsuz alım satımının ortaya çıkarıldığı emlak skandalı da yine işin içinde ADL’nin varlığını göstermiştir. ADL, Amerika içinde FBI kanallı muhtelif operasyonlarla ilişkisini sürdürmektedir. FBI ise kongre tarafından suçlandığı zaman suçu daima ADL’nin üzerine atıvermektedir…

ADL’nin bilinen cinayetleri şunlardır: 15 Ağustos 1985’te Kafkasyalı Müslüman lider Tscherim Sobzocov, evinin önünde bombalı saldırı sonucu katledilmiştir. Musevi iken Hak din olan İslam’a dönüş yapan Prof. İsmail Raci Faruki ve eşi 1985’in Ramazan’ında sabaha karşı evlerinde bıçaklanarak öldürülmüşlerdir Gandhi ve Palme suikastlarının arkasında da ADL’yi görmekteyiz… ADL, tam mesai ile çalışan gizli istihbarat memurlarının bir kısmını Amerikan Hükümeti Adalet Bakanlığı’na bağlı Özel soruşturmalar Ofisi’nde (OSI), bir kısmını da İsrail otoriteleriyle Tel Aviv’de görevlendirilmiştir… İsrail Devleti kurulduğundan beri ADL, İsrail Gizli Servisi MOSSAD ile hususi ilişkilerini devam ettirmiştir, İsrail mafyasıyla da yakın bağlantılar içindedir ADL Sharon grubu ihtilaflı bölgelerde satın aldıkları evlerde militan Yahudileri yetişmektedir.”

10 Mart 1998’de aynı Zaman Gazetesi Fetullah Gülen’in kitaplarının ADL tarafından bastırılmasını ise şöyle haberleştiriyor du:

“3 gündür Türkiye’de bulunan Yahudi Liderler Heyeti, Başbakan Yılmaz, Orgeneral Çevik Bir, TBMM Başkanı Çetin ve Dışişleri Bakanı Cem’den sonra Fetullah Gülen ile görüştü. 

55 Yahudi örgütünü temsilen Türkiye’de bulunan 59 kişilik (AYÖBK) Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti, Fetullah Gülen’in Türkiye’deki ve yurtdışındaki çabalarını önümüzdeki yüzyılın barış asrı olması açısından önemsediklerini ve söz konusu projeye büyük ilgi duyduklarını belirtmişlerdir. Görüşmede; Gülen’in, ABD’nin en etkili Yahudi Lobisi olan ADL’nin (Anti-Defamation League) teklifiyle hazırladığı hoşgörü ve diyalogla ilgili kitap da gündeme gelmiştir. Gülen, İngilizce olarak hazırlanan kitabı üzerindeki çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu, bittiğinde insanların hizmetine sunacağını söylemiştir. Kitabın, ADL tarafından basılarak dünyanın dört bir yanında dağıtılacağı belirtilmiştir.”

Şimdi iman, iz’an ve vicdan ehlinin şu sorunun yanıtını vermeleri bekleniyordu:

20 Kasım 1992 tarihli sayısında, ADL’nin çok kirli ve gizli işler çeviren ve cinayetler işleyen bir Siyonist Yahudi örgütü olduğunu yazan ZAMAN GAZETESİ, 10 Mart 1998’de ise aynı ADL örgütünün, Fetullah Gülen’i ziyaret edip sahip çıktıklarını ve kitaplarını İngilizce basıp dağıtacaklarını duyuruyordu!

Acaba, Yahudi ADL örgütü mü, insafa ve İslam’a gelip tövbe ediyordu, yoksa Fetullah Gülen mi karanlık bir mecraya sürükleniyordu?

Bizler, Milli ve Manevi sorumluluk taşıyan basın-yayın mensupları olarak: İslam ve insanlık adına büyük iddialarla ortaya çıkan, kısa zamanda önemli organizasyonlara imza atan; ama Dinimize, devletimize, milletimize, ülkemize ve İslam âlemine yönelik hıyanet projeleriyle malum ve mel’un Siyonist-küresel odaklarla ilişkisi ve işbirliği saptanan bu tür hareket ve şahsiyetlerin gerçek mahiyetini topluma tanıtmak durumundayız. Hiç kimseyi ve hiçbir kesimi peşinen suçlamak, sorgulayıp yargılamak hakkımız değil; ancak kamuoyunun kafasını karıştıran soruları gündeme taşımak, Milli birlik ve dirliğimizi ve manevi değer ve dinamiklerimizi yozlaştırmaya yönelik tahribatlara projektör tutmak ve toplumu aydınlatmak zorundayız. Bu tavrımızın, çeşitli itham ve isnatlar altındaki Cemaatin de hayrına olacağı kanaatini taşımaktayız. Bu amaçla yapılan tespit ve tahlillerin doğru ve doyurucu yanıtlarını, küresel odaklarla-varsa-ilişkilerin hangi hikmet ve mazeretlere dayandığını ve bu girişimlerin İslami ve hukuki kaynaklarını samimiyetle anlatıp toplumu rahatlandırmak yerine; “Niye din düşmanlarını bırakıp hizmet ehliyle uğraşıyorsunuz? Hoca Efendi’nin ve Cemaatin bu çok yararlı ve başarılı gayretlerini kıskanıyorsunuz!..” gibi hamaset, hatta hakaret içerikli yaklaşımlar ve hızını alamayıp her yazımızı ve kitabımızı -hiçbir sonuç alınamadığı halde- devamlı mahkeme kapılarına taşımaları, bunlar yetmiyormuş gibi doğrudan ve dolaylı tehditler yağdırmaları, aslında bütün bunlar bir suçluluk psikolojisini, gizli ve kirli münasebetlerinin deşifre olması endişesini yansıtmaktadır. Kimileri, iktidarlarına, imkânlarına, Amerika’larına ve küresel güç odaklarına güvenip yaslanarak, kendi akıllarınca bizleri ürkütmeye, azmimizi körletmeye ve yolumuzdan döndürmeye uğraşsalar da, sadece Allah’a dayanarak ve O’nun rızasını arayarak, sorumluluklarımızın gereğini yapma ve hakikatleri yazıp toplumu uyarma görevimize kimse engel olamayacaktır.

Fetullah Gülen; Risale-i Nur gibi, ilmi ve imani eserleri okuyup anlamak, çevresine ve cemaatine aktarıp açıklamak üzere giriştiği gayret ve hizmetlerle tanındı ve öne çıktı. İslami ve insani özelliklerle bezenmiş, milli ve manevi değerleri benimsemiş, hayırlı ve yararlı bir gençlik yetiştirme yolunda, yurt ve dershane faaliyetlerini, kurs-burs hizmetlerini giderek yoğunlaştırdı.

1970'lerin ortalarında, Milli Görüş istikametinde hizmet gören Ak-Evler hareketinden koparılarak "AKYAZILI" Vakfı kurdurulan Fetullah Gülen acaba, giderek Bediüzzaman'ın çizgisinden uzaklaşarak masonik merkezlere mi yaklaşmıştı? Dünya'ya hükmeden ve çok gizli ve de kirli işler çeviren Siyonist mahfillerle; Pek karmaşık ve karanlık ilişkiler ağına mı takılmıştı?

Böylece, hiçbir resmi sıfat ve statüsü bulunmayan, yükseköğrenim, hatta orta eğitim bile almayan sade ve samimi bir hoca efendinin değil, bakanların ve başkanların bile erişemediği uluslararası bir protokol pozisyonuyla; Papayla programlara ve politikacılarla pazarlıklara nasıl başlamıştı?

İlk bakışta: Hiçbir ilmi etiketi ve dini temsil yetkisi bulunmadan, şahsi gayret ve marifetiyle (hatta bazılarına göre özel velayet ve kerametiyle) bu denli yaygın bir organizeye ve saygın bir otoriteye eriştiği sanılsa; daha doğrusu malum merkezlerce böyle sunulsa da; yoksa O, "küresel çete"nin ve Siyonist sömürücü sermayenin kullandığı bir maşa mıydı? Fetullah Gülen, kendi inancı, iz’anı ve vicdanî sorumluluklarıyla hareket eden bir hizmet erbabı mıydı, yoksa küresel merkezlere bağımlı bir vitrin elemanı mıydı? Soruları hala yanıtsızdı.

Peki, Amerika'daki Siyonist Yahudi stratejisti ve CIA Ortadoğu şefi ve milyonlarca masum Müslümanın gizli katili Graham E. Fuller, Fetullah Gülen'e niçin sahip çıkmış ve O'nu yere göğe sığdıramamıştı? İşte belgesi:

Graham Fuller kendi kitabında şunları yazıyordu:

“Bu hareket, halen Fetullah Gülen'in liderlik ettiği en geniş ve en etkili kanadın adına izafeten çoğun­lukla Gülen hareketi veya Fetullahçılar (Fetullah takipçileri) olarak bilinmektedir. Nur hareketi yetmiş yıldan fazla bir süredir sahnededir, şu anda Türkiye'deki en geniş organize dini hareket­tir, dünyada da en genişlerinden biridir. Gülen, özellikle hareke­tin enerjisinin büyük bir kısmını, niteliği itibariyle hemen hemen evrenselci ve geniş manevi öğretilere dayalı olarak, “İslam’a modernist bir bakışla yaklaşacak okulların açılması ve çalışma gruplarının kurulması” da dâhil, eğitimle ilgili çabalara yönelt­mektedir. Eğitim üzerindeki bu odaklanma hareketin, bilim ve teknoloji dâhil bütün alanlarda eğitim ve bilginin dinle asla çelişmeyeceği, olsa olsa Allah'ın varlığı inancına ve kâinatın var ediliş amacının anlaşılmasına hizmet edeceği inancını göstermektedir. Hareket toplumda daha yüksek bir manevi bilinç düzeyi oluşturmaya, böylelikle zaman içinde daha aydınlanmış bir yönetime önayak olmaya gayret etmektedir. Klasik Şeriat (İslam’ın muamelat ve adalet esasları), hareketin düşüncesinde merkezi bir rol oynamaz; esasen Şeriat, geniş anlamda, Allah'ın engin muradının yerine getirilebilmesi için yürünecek "yol" (Şeriatın kelime anlamı) olarak anlaşılmaktadır. Nur üyele­ri yerçekimi yasasını bile, örneğin, Şeriatın unsurlarından biri olarak tarif ederler. Hareket İslami metinlerde, onların literal emirleri içinde değil de orijinal uygulamaları çerçevesinde, bugünün yeni çerçeveleri ışığında yorumlanarak anlaşılmasını sağ­lamak üzere, ciddi oranda içtihat (yorum) yoluna başvurur. (Yani İslam’ı çağın şeytani şartlarına uydurur. M.Ç.) Bu anlamda da hareketin görünümü son derece modernisttir. (Yani Fetullahçılar Adil Düzen, İslam Birliği gibi Siyonizm için tehlikeli düşüncelere sahip değildir.)

Fetullahçı Nur hareketi görüşlerinde rasyonalisttir ve çoğulcu bir top­lum içinde Allah'ın yarattıklarının görkemli çok yüzlü düzenini ifade eden bütün öteki dini (hatta dini olmayan) görüşlere karşı hoşgörülü olmaya büyük önem verir. Fetullahçıların Türkiye'de 236 ilk ve ortaokul, özellikle eski Sovyet bloğuna dahil ülkelerde olmak üzere dışarıda 280 okul açmış olduğu, buralarda İngilizce ve Türkçe kaliteli seküler (din dışı) eğitim verildiği bildirilmektedir. 200 dolayında dini vakıf ve 211 ticari şirket bu faaliyetleri finansal olarak desteklemektedir.

Her ne kadar Fetullahçı Nurcuların bir siyasal parti kurma niyetleri yok­sa da, hareketin liderleri anahtar meselelerde nasıl oy kullanmak gerektiği konusunda milyonları bulan takipçilerine bağlayıcı olmayan tavsiyeler iletmektedir. (Yani Siyonistler, milyonları, ağabeyleri vasıtasıyla gütmektedir. M.Ç.) Üyeleri birçok farklı geleneksel Türk siyasi partilerinde, İslamcı partilerde ancak çok hafif olmak üzere temsil edilmişlerdir. Nur hareketinin bütün apolitik niteliğine rağmen, Türkiye'nin radikal laikçileri, özellikle askeri liderler, bu hareketi, sahip olduğunu iddia ettikleri “uzun vadede dini aktivistleri devlete yerleştirmek ve sonunda devleti ele geçirmek” niyeti açısından yıkıcı ve hatta tehlikeli olarak görmek­tedir. Tam da Nurcuların savunduğu şeyden korkuyorlar, in­sanların kalplerini değiştirmek suretiyle toplumun aşağıdan yukarıya tedricen İslamileştirilmesi! (İyi de, TSK mı ABD’nin güdümünden çıkmıştı, yoksa Fetullahçılar mı Yahudi Lobilerine kiralanmıştı? Veya Siyonist zalim Graham Fuller mi Müslümanlaşmıştı da, Türkiye’de İslam’ın gelişmesine böylesine sahip çıkmaktaydı? M.Ç.) Bunun sonucu olarak, Fetullahçı Nurcu­lar düzenli bir şekilde ordudan ve devlet kurumlarından tasfiye edilmekte, hareket ve kurumları taciz edilmekte ve mahkemeler­e gönderilmektedir”[1] diyerek Fetullahçıları açıkça savunuyordu.

Katıksız ve amansız şeriat düşmanı Bülent Ecevit'in bile Fetullah Gülen'e övgüler dizmesinin ve bazı Fetullahçıları partisinden aday gösterip Milletvekili seçtirmesinin arkasında, acaba ne gibi hedefler yatmaktaydı?Milli Görüşten ve Erbakan gerçeğinden uykuları kaçan Bilderberg'ci Ecevit'lerin ve Graham Fuller'lerin Fetullah Gülen'i ve O'nun siyasi temsilcisi AKP'yi böylesine sahiplenmeleri acaba hangi hikmetlere dayanmaktaydı?"Türkiye demokratikleştikçe (Fetullah Gülen'in ve AKP'nin benimsediği ve Amerika'nın desteklediği) ılımlı İslam'ın, Türklerin hayatında daha önemli bir konuma "geri dönmesi" kaçınılmazdı" diyen Graham Fuller böylece ağzındaki baklayı da, kafasındaki şeytanlığı da açığa vurmaktaydı.[2] Yani ılımlı İslam afyonuyla uyuşturulan Türk halkı Amerika’nın gönüllü hizmetkârı yapılacaktı.

CIA Neden Fetullah Gülen’e Destek Sağlamıştı?

ABD’li öğretim üyesi eski FBI danışmanı Paul L. Williams 2010 Nisan’ında Fetullah Gülen hakkında önemli bir makale kaleme aldı. Siyonizm karşıtı olarak tanınan ve yanlış politikalar yüzünden ABD’nin başına bela açtığını savunan Williams’ın makalesinin ardından Fetullah Gülen’in yaşadığı Pennsylvania’da yayın yapan sağcı gazete Pocono Record, Gülen’in kaldığı çiftliğe giderek çiftliğin görüntülerini çekip yayınladı. Görüntüler Türk basınında da yansımıştı.Makaleyi yazan Williams 29 Nisan’da makalesinin ikinci bölümünü yayınladı. Oldukça sert bir dili olan makalede Williams “CIA’nın uzun yıllardır Gülen’i desteklediğini” yazmıştı.

Williams’ın “Evrensel Hilafet Pennsylvania’dan mı Çıktı? CIA Bir İslamcının İhtiyaçlarını mı karşılıyor?” başlıklı yazısına göre: “Dünya üzerindeki en sinsi ve etkili İslamcı’ olarak adlandırılan Fetullah Gülen, CIA eski ajanı Graham Fuller ve Birleşik Devletler Dışişleri mensupları sayesinde daimi oturma izni aldı ve Pennsylvania’daki kalesinde artık ömrünün sonuna kadar rahattı”.

Fetullahçılara CIA’dan finans kaynağı!

Williams yazısının ilginç suçlamalarda bulunduğu için yayınlayamadığımız bölümünde, “CIA’nın bir dönem uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği paralarla Fetullah Gülen’i finansa ettiğini” iddia edecek kadar ağır ifadeler kullanmıştı. Yazar CIA’nın neden Gülen’i desteklediği sorusunu ise; “Gülen bu parayla gelişmekte olan ülkelerin petrol ve doğal gaz rezervlerini kontrol altına alabilmek için Özbekistan, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve yeni kurulan Rus cumhuriyetlerinde radikal medreseler ve cemaatler kurdu” şeklinde yanıtlamıştı.

“Bu hareket Gülen’in Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden kurmak ve evrensel bir hilafet oluşturmak üzere kendisini destekleyen altı milyondan fazla Müslüman yandaş çekecek kadar etkinlik kazandı” diyen yazar, ABD’nin ve Yahudi Lobilerinin cemaati hangi Siyonist amaçlarla desteklediğini de açığa vurmaktaydı.

“CIA, 1999’la birlikte, Gülen’in Orta Asya’da yeni kurulan ülkelerin kontrolünü almak için sağlam bir üs kurmak amacıyla Türkiye’deki laik yönetimi ılımlı İslam’a dönüştürme çabalarını desteklemeye başladı. Türk yetkililer Gülen’in niyetini anlayınca halkı kışkırtma suçlamasıyla tutuklamaya çalıştı. Gülen ülkeden kaçtı ve ‘din görevlisi’ olarak özel bir göçmenlik statüsü edindiği Birleşik Devletler’e taşındı” diyenWilliams, yazısında; “Gülen’in yurt dışından siyasi (AKP) iktidarı yönlendirdiğini söyleyip Fetullah Hocanın müridi olduğunu iddia ettiği üst düzey devlet görevlilerinin ismini açıklamıştı.Williams, Fetullah Gülen Hareketi’ne karşı dünyada artan şüpheyi ve tepkileri ise şuna bağlamıştı: “Bazı ülkeler Gülen tehlikesinin farkına vardılar. Hareketi Rusya ve Özbekistan’da yasaklandı. Hatta çoğulculuğu ve hoşgörüyü benimsemiş bir ülke olan Hollanda bile yakın gelecekte toplumsal düzene tehdit oluşturabileceği gerekçesiyle Gülen medreselerine yardımı kesme kararı aldı.”

ABD’nin Sinsi Hesapları!

Williams yazısında halen CIA’nın neden Gülen’i desteklemeye devam ettiğini ise şöyle yorumlamıştı: “Çünkü Gülen’in İslamcı Yeni Dünya Düzeni rüyası Müslüman dünyanın tamamında destek ve ivme kazanmaya devam ediyor. CIA hâlâ Gülen hareketinin Orta Asya Müslümanlarını birleştirme ve böylelikle bu ülkelerin doğal kaynaklarının kontrolünü Amerika’nın güdümüne verme konusunda başarılı olacağı inancını besliyor. Usama Bin Ladin’in evrensel bir hilafet görüşü artık sadece içi boş bir hayal değil. Bin Ladin’in hayali Fetullahçılık eliyle yumuşatılıp hayata geçiriliyor.”!?

CIA eski ulusal istihbarat konseyi başkan yardımcısı Graham Fuller, Gülen’in daimi oturma izni başvurusu için tavsiye mektubunu işte bu nedenle veriyor. Fuller şu anda düşünce kuruluşu RAND için danışmanlık yapıyor. Kuruluşun diğer danışmanları arasında dışişleri eski bakanları Henry Kissinger ve Condoleeza Rice, savunma eski bakanı Donald Rumsfield, savunma ve enerji eski bakanı James Scheslinger da bulunuyor. Savunma Bakanlığı için analizler yapan sözde “düşünce kuruluşu” RAND, bir CIA hareketi damgasını taşıyor. Fuller geçmişte, diğer radikal İslamcı hareketlere müsaade etmesiyle de tanınıyor. Tebliğ Cemaatini “halka öğütler veren barışçı ve apolitik bir hareket” olarak değerlendiriyor. Şeyh Mübarek Gilani, Tebliğ Cemaati misyoneri olarak 1969 yılında Birleşik Devletler’e getiriliyor. On yıl sonra Cemaat-ül Fukra’yı kurdu ve İslamcı militer yapılanmaları ülkenin her yerine yayılıyor.

Siyonist Yahudi ve CIA şefi Abromowitz’in Katkıları!

Williams yazısında Fetullah Gülen’e referans veren diğer ABD’li isimleri de şöyle eleştiriyor: “Ama Gülen’in başvurusu için sadece Fuller değil Dışişleri eski bakan yardımcısı Marc Grossman ve ABD’nin Türkiye eski büyükelçisi Morton Abramowitz de tavsiye mektubu yazıyor. Onların tavsiye mektuplarının içeriği daha şaşırtıcı ve rahatsızlık uyandırıcı görünüyor” diyenWilliams yazısının sonuna şöyle de bir not düşüyor: “Yazıları takip etmeye devam edin. En kötüsü daha gelmedi.” Ve tabi Cemaatin Williams’ın iddialarını niçin cevapsız bıraktığı da hala anlaşılamamıştı.

Fetullahçılığı şu ayetler ışığında yeniden değerlendirmemiz lazımdı:

“Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek (ve itaat edecek) olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.” (Âl-i İmrân: 100)

“Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler ve destekçiler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz (artık o da) onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (Mâide: 51)

“Allah'ın kendilerine karşı gazaplandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinenleri görmedin mi? Onlar, ne sizdendirler, ne onlardan. Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin ediyorlar.”

“Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Doğrusu onların yaptıkları ne kötüdür.”

“Onlar, (biz İslam’a hizmet için Yahudi ve Hıristiyanları oyalamaktayız diyerek) yeminlerini bir siper edindiler, böylece (mü’minleri) Allah'ın yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır.”

“Ne malları, ne çocukları onlara Allah'a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamayacaktır. Onlar, ateşin halkıdır, içinde süresiz kalacaklardır.”

“Onların tümünü Allah'ın dirilteceği gün, sizlere yemin ettikleri gibi O'na da yemin edeceklerdir ve kendilerinin (haklı ve hayırlı) bir şey üzerine olduklarını sanacaklardır. Dikkat edin; gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin ta kendileridir.” (Mücadele: 14-15-16-17-18)

“Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulamazsın ki; Allah'a ve elçisine başkaldıran (ve Kur’an’ın adalet nizamına engel olmaya çalışan) kimselerle bir sevgi (dostluk ve dayanışma) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, (zalimleri ve kâfirleri bırakıp sadece Allah’a ve sadık Müslümanlara dayananlar) öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın (partisi-hizbi) fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.”  (Mücadele: 22)

“Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için, artık o işte kendi isteklerine göre seçme ve tercih hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse (Ayet ve hadislerin açık hükümlerini çiğner ve kendi keyfince tevil edip tersine çevirirse), artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (Ahzâb: 36)

Not: (Bu ayeti kerimeleri, “siz kafanıza göre çarpıtıp asıl anlamından ve ilahî mesajından saptırmışsınız”, dememeniz için, Zaman yazarı ve Fetullahçı Ali Bulaç’ın mealine de bakılmalıdır.)

Şimdi artık ölçü; kendi mantığımız, saplantımız, ön yargımız, nefsanî rahatımız ve menfaatimiz değil de;

1- Kur’an-ı Kerim’in, yukarıda örneklerini verdiğimiz muhkem (kesin ve net) ayetleri ve Hz. Peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili sahih hadisleri,

2- Tarihi gerçekler ve günümüzdeki gelişmeler ışığında Avrupa ve Amerika’nın ve bunların oluşturduğu kurumların milletimiz ve İslam ülkeleri aleyhindeki hıyanet ve cinayetleri,

3- Aklı selimin ve vicdani kanaatin terazisinde; AB, ABD ve İsrail’in; imani ve Kur’ani hizmetlere destek verip vermeyecekleri gerçekleri doğrultusunda, iz’an ve insaf ile düşünülüp değerlendirilirse, Fetullah Gülen’e ve AKP’ye Siyonist Yahudilerin ve Hıristiyan emperyalistlerin yardım ve kolaylık sağlamalarının, İslam Dinine hizmet ve hürmet için mi, yoksa laytlaştırıp özünü çürütmek ve Müslümanları kendilerine köleleştirmek üzere hezimet için mi olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Haçlı emperyalistlerle ve Siyonist Yahudilerle sinsi ilişki ve işbirliğini Kur’an nifak alameti saymaktadır.

Bu nedenle; kendimizi, çevremizi, mensubu bulunduğumuz hareket ve şahsiyetleri bu nifak tuzağından korumak için elbette dikkatli olmamız ve birbirimizi uyarmamız şarttır. Hz. Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle; “boynumuzda bir akrep olduğunu hatırlatana, kızmak değil teşekkür etmemiz lazımdır.”

Yok, eğer “Fetullah Gülen ve AKP hükümeti, Haçlı ve Siyonist merkezleri oyalayıp avutarak, İslam’a ve Müslümanlığa hizmet için, onlardan görünüyorlar” diyorsanız, o takdirde, biz mükellef olduğumuz gibi zahire göre hüküm verip, bunların hıyanet girişimlerini tenkit etmemiz, onların da lehine olacaktır. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanları daha rahat kandıracak ve inandırıcı şekilde kullanma imkanları doğacaktır!.. Öyle ise, bunca hırçınlığınızın altında ne yatmaktadır? Kaldı ki, “Amaçlar meşru bile olsa, o amaçlara ulaşmak için gayri meşru araçlara ve yollara başvurulamayacağı” bir (kaide-i külliye) genel İslam kuralıdır. Örneğin hayır işlemek ve Hacca gitmek için haram ve haksız kazanca tevessül edilemeyeceği gibi, dindar ve diplomalı nesil yetiştirmek ve inançlı ekipleri devlet kademesine yerleştirmek bahanesiyle ABD’nin zalim ve emperyalist hedeflerine alet ve hizmetçi olmak da Dinen, aklen, vicdanen ve tarihen yanlıştır, günahtır.

Fetullah Gülen’in talebeleri ve takipçileri arasında ve çok büyük oranda, iyi niyetli, istikametli, ibadet ve hizmet ehli kardeşlerimiz bulunmaktadır. Bizim bir amacımız da propaganda rüzgârlarına kapılmış bu mü’minlerin gerçeği görmelerine yardımcı olmaktır.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

3 Şubat 2017 Cuma

CHP DEN DSP YE


CHP DEN DSP YE 

CHP Bugüne Kadar 6 Başkan gördü

CHP'de bugüne kadar 32 Kurultay ve 14 Olağanüstü kurultay toplandı.

Cumhuriyet.com.tr 
Yayınlanma tarihi: 
20 Mayıs 2010 Perşembe, 12:06

CHP tarihinde, 12 Eylül öncesinde 24 kurultay ve 8 olağanüstü kurultay; 12 Eylül sonrasında ise 8 kurultay ve 6 olağanüstü kurultay olmak üzere toplam 32 kurultay ve 14 olağanüstü kurultay gerçekleştirildi. CHP'de genel başkanlığı bugüne kadar 6 isim üstlendi.

CHP'de genel başkanların değiştiği kurultaylar şöyle:

Atatürk'ün Ebediyete intikalinin ardından 26 Aralık 1938 tarihinde toplanan 1. Olağanüstü Kurultayda, İsmet İnönü ''değişmez genel başkanlığa'' seçildi ve 33 yılı aşkın bu görevi sürdürdü.

İnönü'nün istifasının ardından, 14 Mayıs 1972'de ''Genel Başkanlık Seçimi Özel Kurultayı'' toplandı ve Bülent Ecevit genel başkanlığa seçildi.

12 Eylül askeri müdahalesinin ardından partiler kapatıldı ve yöneticilerine siyasi yasak getirildi. Kapatılan bu partilerin yeniden açılmasına olanak sağlayan yasanın çıkmasından sonra 9 Eylül 1992'de toplanan 25. Kurultayda CHP'nin yeniden açılması kararı alındı. Genel Başkanlığa Antalya Milletvekili Deniz Baykal seçildi.

SHP ile CHP arasındaki birleşme sürecinde 8 Şubat 1995'de yapılan bütünleşme kurultayında Hikmet Çetin CHP Genel Başkanlığını üstlendi.

Bundan yaklaşık yedi ay sonra, 9 Eylül 1995 tarihinde toplanan 27. Kurultayda Hikmet Çetin aday olmadı. Deniz Baykal, Murat Karayalçın ile yarıştı ve genel başkanlığa seçildi. 18 Nisan 1999'da yapılan seçimlerde CHP meclis dışında kaldı ve Baykal 22 Nisan'da genel başkanlıktan istifa etti.

CHP'nin 9. Olağanüstü Kurultayı 22 Mayıs 1999 tarihinde yapıldı ve Altan Öymen genel başkanlığa seçildi. Öymen, CHP'nin 6. genel başkanı oldu.

Parti içi gruplar arasındaki çekişmeler yüzünden 15 ay sonra olağanüstü kurultaya gidildi. 30 Eylül 2000 tarihindeki 11. Olağanüstü Kurultayda Deniz Baykal yeniden genel başkanlığa seçildi. Baykal, istifa ettiği 10 Mayıs 2010 tarihine kadar bu görevi sürdürdü.

Atatürk Dönemi

Sıvas Kongresi'nde, kurtuluş ve bağımsızlık için faaliyet gösteren dernekler ''Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'' adı altında birleşti. Mustafa Kemal başkanlığında 16 kişilik ''Heyet-i Temsiliye'' oluşturuldu. Sıvas Kongresi (4 Eylül 1919), kimi tarihçilerce CHP'nin de ilk kongresi olarak kabul ediliyor. CHP'nin kuruluşunun bu kongreyle filizlendiği ve bu nedenle ''Devlet kuran parti'' tanımlaması yapılıyor.

CHP, Atatürk tarafından '' Halk Fırkası '' adı altında 9 Eylül 1923'de kuruldu. 20 Kasım 1923'de '' Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti '' Halk Fırkası bünyesine katıldı. Partinin adı 10 Kasım 1924'de ''Cumhuriyet Halk Fırkası'', 1935'de de '' Cumhuriyet Halk Partisi '' oldu.

CHP'nin kurultayları ve o dönemlere ilişkin bazı siyasi gelişmeler şöyle:

-2. Kurultay 15 Ekim 1927'de toplandı. Atatürk'ün ''Büyük Nutuk''u okuduğu kongrede ''Cumhuriyetçilik'', ''Halkçılık'', ''Milliyetçilik'' ve ''Laiklik'' partinin dört temel ilkesi olarak benimsendi. Bu kurultayda, Mustafa Kemal partinin ''değişmez genel başkanı'' olarak belirlendi.

-3. Kurultay 10 Mayıs 1931'de yapıldı. Tüzükten ayrı bir program yapıldı. Dört temel ilkenin yanı sıra ''Devletçilik'' ve ''İnkılapçılık'' da tüzük ve programına girdi. Böylece partinin simgesi ''Altı Ok''a anlamını veren altı ilke belirlendi.

-4. Kurultay 9 Mayıs 1935'de toplandı. Atatürk'ün katıldığı bu son kurultayda partinin adı '' Cumhuriyet Halk Partisi ''ne dönüştürüldü. Tüzük değişikliğiyle parti ile hükümetin kaynaştırılması yoluna gidildi. Genel Başkan Vekili İsmet İnönü'nün yayımladığı genelgeyle İçişleri Bakanı parti yönetim kuruluna alındı ve genel sekreterlik görevi verildi; parti il başkanlıklarına il valileri getirildi. 1937'de, Anayasaya ''Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimcidir'' şeklindeki CHP'nin altı ilkesi eklendi.

" Milli Şef " Dönemi

-Atatürk'ün vefatının ardından 26 Aralık 1938'de 1. Olağanüstü Kurultay toplandı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ''değişmez genel başkanlığa'' seçildi; Atatürk'e '' Ebedi Şef '', İnönü'ye de '' Milli Şef '' unvanı verildi. Parti Genel Başkan Yardımcılığına Başbakan Celal Bayar, Genel Sekreterliğine İçişleri Bakanı Refik Saydam getirildi.

-5. Kurultay 29 Mayıs 1939'da toplandı ve tüzükte değişiklik yapıldı. Başbakanın aynı zamanda parti genel başkanı olması uygulamasına son verildi. İçişleri Bakanı'nın parti genel sekreteri, valilerin il başkanı olması uygulaması terk edildi, memurların partiye üyeliği yasaklandı.

-6. Kurultay 8 Haziran 1943'de toplandı. Bu, CHP'nin tek parti döneminde yaptığı son kurultay oldu. 2. Dünya Savaşı sürecinde toplanan kurultayda, parti programında ulusal savunma ile dış ilişkiler konularına ağırlık verildi.

DP'nin İktidara Gelişi

Daha sonraki süreçte, 2 Ocak 1946'da Demokrat Parti (DP) kuruldu. Celal Bayar, partinin kuruluşunu basın toplantısıyla açıkladı.

-CHP'nin 2. Olağanüstü Kurultay'ı 10 Mayıs 1946'da toplandı. İnönü, yeni seçim kanununun yasalaşmasından sonra seçimlere gidileceğini açıkladı. Tüzükteki '' değişmez genel başkan '' ifadesi '' Genel Başkan '' şeklinde düzenlendi.

Çok partili döneme geçişin ardından 21 Temmuz 1946'da ilk genel seçim yapıldı. Tek dereceli seçim ve ''açık oy, gizli sayım'' esasının uygulandığı seçimde CHP 396, DP 62 milletvekili çıkardı, 7 bağımsız da Meclise girdi.

-7. Kurultay 17 Kasım 1947'de toplandı. Parti genel başkanının Cumhurbaşkanı kaldığı sürece, başkanlık yetkilerinin kurultayca seçilen genel başkan vekiline devretmesi tüzüğe konuldu. Parti örgütlerinin seçimle işbaşına gelmesi ilkesi benimsendi. İnönü, ilk kez oybirliği olmaksızın genel başkan seçildi.

Çok partili dönemin ikinci seçimi 14 Mayıs 1950'da yapıldı ve CHP'nin 27 yıllık iktidarı sona erdi. DP oyların yüzde 53,3'ünü alarak tek başına iktidara geldi. CHP ise 69 milletvekili çıkarabildi.

-8. Kurultay 29 Haziran 1950'de toplandı. Genel başkan vekilliği kaldırıldı, genel sekreterin kurultayca seçilmesi benimsendi. İnönü'nün yeniden genel başkan seçildiği kurultayda, 7 adaylı genel sekreterlik yarışını Kasım Gülek kazandı.

-9. Kurultay, 26 Kasım 1951'de yapıldı. Kurultaya, istifalar, parti içi çatışmalar ve 16 Eylül 1951 ara seçimi yenilgisinin etkisi altında gidildi. Gençlik ve kadın kolları kurulması benimsenen kurultayda, İnönü yeniden genel başkanlığa, Kasım Gülek de genel sekreterliğe yeniden seçildi.

-10. Kurultay, parti içi çekişme ve gruplaşmaların yaşandığı bir dönemde 22 Haziran 1953'de toplandı. İnönü ile Gülek arasında sert tartışma yaşandı. ''Hukuk devleti'' kavramı, iki meclisli bir sisteme geçilmesi, Anayasa Mahkemesinin kurulması, seçim güvenliği, yargıç bağımsızlığı, sendika ve meslek örgütleri kurma özgürlüğü, grev hakkı gibi görüşler programa yansıtıldı.

-3. Olağanüstü Kurultay, seçimlere hazırlık amacıyla 25 Şubat 1954'de yapıldı. 2 Mayıs'taki genel seçim DP'nin üstünlüğüyle sonuçlandı. Seçimde, DP'den 505, CHP'den 31 milletvekili TBMM'ye girdi.

-11. Kurultay, 26 Temmuz 1954'de ve 2 Mayıs seçimlerinin sonuçlarının etkisi altında toplandı. İnönü yeniden Genel Başkanlığa, Gülek de genel sekreterliğe seçildi.

-12. Kurultay (21 Mayıs 1956) Gülek'in '' Tartışılmaz ikinci Adamlığının '' yara aldığı süreç oldu. Gülek, İnönü ile çatışmasına rağmen yeniden bu göreve seçildi, ancak parti meclisine kendisine muhalif kesimler de girmeyi başardı.

-13. Kurultay 9 Eylül 1957'de toplandı. DP iktidarına karşı muhalefetteki iki parti (Cumhuriyetçi Millet Partisi, Hürriyet Partisi) ile işbirliği yapılması kararlaştırıldı. 27 Ekim 1957'de yapılan seçimlerde, DP oy oranının düşmesine karşın iktidarını korudu.

-14. Kurultay (12 Ocak 1959) ve sonraki süreçte parti politikalarında önemli değişim yaşandı. İnönü ve Gülek yeniden seçildi; ancak 40 kişilik parti meclisinde Gülek muhalifleri çoğunluğu sağladı. Gülek, 27 Eylül'de genel sekreterlikten istifa etti, yerine İsmail Rüştü Aksal getirildi.

1961 Askeri Müdahalesi

27 Mayıs 1960' ta Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Yönetimi üstlenen Milli Birlik Komitesince TBMM feshedildi, anayasa askıya alındı. DP yöneticileri tutuklandı ve yargılandı; sonraki süreçte Adnan Menderes ile iki arkadaşı idam edildi.

-15. Kurultay (24 Ağustos 1961) İnönü ve Gülek taraftarları arasında çekişmeye sahne oldu. İnönü'nün, delegelere ''ya o ya ben'' demesi üzerine Gülek ağır yenilgiye uğradı. İsmail Rüştü Aksal genel sekreter seçildi. Tüzük değişikliğiyle genel sekreter seçimi parti meclisine bırakıldı. Bülent Ecevit ve arkadaşlarının önergesi doğrultusunda, seçimlerde genel merkeze yüzde 15'i geçmemek üzere kontenjan hakkı tanındı. 15 Ekim 1961'deki seçimde CHP 173, Adalet Partisi (AP) ise 158 milletvekili çıkardı. Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyonu diye nitelenen olarak CHP-AP hükümeti kuruldu.

-16. Kurultay (14 Aralık 1962) parti içi grupların mücadelesine sahne oldu. İnönü ile partideki etkili isimlerden Kasım Gülek, Nihat Erim ve Avni Doğan arasındaki uyuşmazlık kurultaya doğru çatışmaya dönüştü. Gülek, Erim ve Doğan kurultay öncesinde bir yıl partiden ihraç edildi. Genel sekreterliğe Kemal Satır getirildi. İnönü yeniden genel başkan oldu ve parti meclisinde genel merkez yanlıları çoğunluğu sağladı.

-17. Kurultay 16 Ekim 1964'de toplandı. Hizip mücadelesinin yaşanmadığı kurultayda teşkilatlanma ve delege sayılarına yönelik tüzük değişikliği yapıldı. İnönü yeniden genel başkan seçildi, Nihat Erim parti meclisine girdi. 10 Ekim 1965'deki seçime CHP 134 milletvekili, seçimin galibi AP ise 240 milletvekili çıkardı.

Ortanın Solu ve Ecevit



-18. Kurultay 18 Ekim 1966'de yapıldı. İnönü, ''ortanın solunda olmanın sosyalist parti anlamına gelmediğini'' ifade ederek, ''CHP sosyalist değildir, sosyalist parti olmayacaktır'' dedi. Ecevit ise ''ortanın solu, partinin sosyal yenileşme döneminin bilincine varış demektir'' diye konuştu. İnönü, 1222 delegeden 929'unun oyunun alarak yeniden genel başkan oldu. Parti meclisinde Bülent Ecevit genel sekreterliğe seçildi.

-4. Olağanüstü Kurultay (28 Nisan 1967): 18. Kurultayda partinin resmi görüşü olarak benimsenen ''Ortanın Solu'' hareketinin, partide tartışma ve anlaşmazlığa neden olması üzerine olağanüstü kurultaya gidildi. Turhan Feyzioğlu ve arkadaşlarının oluşturduğu '' Sekizler Grubu '' ortanın solu hareketine karşı çıkıyordu. İnönü, kurultayda Ecevit'ten yana tavır koydu. 30 Nisan'da, ''Sekizler'' grubundakilerin de aralarında bulunduğu toplam 49 milletvekili ve senatör partiden istifa etti. Bunlar 12 Mayıs'da Güven Partisi'ni kurdu. 2 Haziran 1968'de yapılan senato yenileme ve ara seçimlerde AP başarılı çıktı.

-19. Kurultaya (18 Ekim 1968) ''Ortanın Solu'' tartışmaları damgasını vurdu. İnönü yeniden genel başkan seçildi. Parti meclisi ise İnönü ile Ecevit'in birlikte hazırladığı listeden oluştu. Ecevit yeniden genel sekreterliğe seçildi. 12 Ekim 1969'daki seçimde CHP 143, AP ise 256 milletvekili çıkardı.

-20. Kurultaya (3 Temmuz 1970) seçim sonuçları ve Ecevit-Kemal Satır ekipleri arasındaki çekişme ortamında gidildi. Parti meclisi Ecevit'in listesinden oluştu. Muhalif kanattan sadece Kemal Satır ve Kemal Demir parti meclisine girdi, ancak bir süre sonra istifa etti. İnönü ve Ecevit yeniden seçildi.

12 Mart 1971'deki askeri muhtıranın ardından AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'in başkanlığındaki hükümet istifa etti. CHP'den ayrılan Nihat Erim hükümeti kurmakla görevlendirildi. CHP'de, Ecevit bu hükümete katılmamak, İnönü ile katılmaktan yanaydı. İnönü'nün görüşünün hayata geçmesi üzerine, önce Ecevit ardından merkez yönetim kurulu istifa etti. Genel sekreterliğe önce Şeref Bakşık, ardından da Kamil Kırıkoğlu getirildi.


Ecevit, Partinin kurucuları arasında yer almayan ilk Genel başkan oldu

İsmet İnönü'nün İstifasının ardından CHP'nin Başına geçen Bülent Ecevit, Parti kurucuları arasında yer almayan ilk genel başkan oldu.

CHP'de İnönü'nün istifasının ardından yapılan kurultaylar ve o süreçteki bazı gelişmeler şöyle:



-5. Olağanüstü kurultaya (5 Mayıs 1972) parti içi mücadelenin çözümü için gidildi. Ecevit yanlısı parti meclisinin güven oyu aldı. İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972'de, 33 yılı aşkın süredir yürüttüğü genel başkanlıktan istifa etti.

14 Mayıs'ta, genel başkan seçimi için özel kurultay toplandı. 51 il başkanı tarafından aday gösterilen Bülent Ecevit, 913 delegeden 826'nın oyuyla seçildi. Ecevit, Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü'den sonra CHP'nin üçüncü genel başkanı oldu.

-21. Kurultayda (30 Haziran 1972) parti tüzüğünde köklü değişiklik yapıldı. İnönü, son kez katıldığı parti kurultayında ''yeni genel başkanın başarılı olması için çalışılmasını'' istedi. Ecevit yeniden seçildi. İnönü, 5 Kasım 1972'de, yaklaşık yarım yüzyıldır üyesi olduğu CHP'den istifa etti. İnönü'nün ardından partiden ayrılan milletvekili ve senatörlerin sayısı 59'a ulaştı.
Bu süreçte, genel sekreterlikten ayrılan Kamil Kırıkoğlu'nun yerine Orhan Eyüboğlu seçildi. 14 Ekim 1973'deki seçimlerde CHP 185, AP ise 149 milletvekili çıkardı. 26 Ocak 1974'te Ecevit'in başkanlığında CHP-Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyon hükümeti kuruldu. Bu hükümet döneminde Kıbrıs Barış Harekatı yapıldı. Ortaklar arasındaki anlaşmazlık yüzünden koalisyon 18 Eylül 1974'de sona erdi. Deniz Baykal, bu hükümette Maliye Bakanı idi.
CHP'de 28 Haziran 1974'te yapılan tüzük kurultayında 1970'de ortaya atılan '' Demokratik Sol '' söylemi doğrultusunda parti tüzüğü değiştirildi.

Baykal ve Arkadaşları

-22. Kurultaya (14 Aralık 1974) hükümetin bozulması ile parti içindeki ''demokratik sol'' ve ''ortanın solcuları'' kavramlarına ilişkin tartışmalarla gidildi. Genel sekreterliğe Orhan Eyüboğlu, yardımcılıklarına ise Deniz Baykal ve Mustafa Üstündağ getirildi.
Baykal, 8 Mart 1976'da, görüş ayrılıkları gerekçesiyle dört MYK üyesiyle birlikte istifa etti. CHP tarihinde bu olay ''5'ler hareketi'' olarak yer aldı. Ekim ayında yapılan senatonun üçte birinin yenilenmesi ve milletvekili ara seçiminde CHP 25 senatör ve 1 milletvekili, AP ise 27 senatör ve 5 milletvekili çıkardı.

-23. Kurultay (27 Kasım 1976) öncesinde parti içi tartışma ve gruplaşmalar yoğunluğunu daha da artırdı. Tüzük değişikliğiyle parti meclisi ve merkez yönetim kurulu kaldırıldı, yerine 21 kişilik ''Genel Yönetim Kurulu'' oluşturuldu. Sosyalist Enternasyonel'e katılım kararı alındı. Ecevit, yeniden genel başkan seçildi. Baykal ekibi genel yönetim kurulu seçiminde varlık gösteremedi, Orhan Eyüboğlu yeniden genel sekreter oldu.

5 Haziran 1977'deki seçimde CHP 213, AP 189 milletvekili kazandı. Ecevit'in kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu alamadı. Süleyman Demirel başkanlığındaki AP, MHP ve MSP (Milliyetçi Cephe) koalisyon hükümeti de bir süre sonra verilen gensorunun ardından düştü. Ecevit, AP'den istifa eden 11 bağımsızın yanı sıra CGP ve DP'nin desteğiyle yeni hükümeti kurdu. 12 Kasım 1979'a kadar görev yapan bu hükümette CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu başbakan yardımcısı, Deniz Baykal ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu. Genel sekreterliğe ise Mustafa Üstündağ seçildi.

-7. Olağanüstü Kurultay (4 Kasım 1978), 29 Kasım'da toplanması planlanan 24. Kurultay için üye yazımının yetiştirilememesi ve Anayasa Mahkemesi'nden alınan uyarı üzerine gerçekleştirildi.



-24. Kurultaya (24 Mayıs 1979), kaldırılan parti meclisinin yeniden oluşturulması tartışması altında gidildi. Ali Topuz ve Deniz Baykal grupları muhalefeti oluşturuyordu. Parti meclisinin yeniden oluşturulması kabul edilmedi. Genel başkanlığa Ecevit seçildi, genel sekreterliği ise Mustafa Üstündağ üstlendi. 14 Ekim'deki ara seçimde 5 milletvekilliğini de AP kazandı. Ecevit istifa etti ve yeni hükümet Demirel tarafından kuruldu.

-8. Olağanüstü kurultay (4 Kasım 1979) Ecevit'in güvenoyu istemi üzerine gidildi. Muhalif Deniz Baykal ve Ali Topuz gruplarının sert eleştirilerine sahne olan kurultayda Ecevit güven tazeledi. Mustafa Üstündağ yeniden genel sekreterliğe getirildi.

12 Eylül Süreci

12 Eylül 1980'de Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu, parlamento feshedildi ve siyasi partiler kapatıldı. Ecevit, 30 Ekim 1980'de CHP Genel Başkanlığından istifa etti. Yeni anayasanın kabulünün ardından Anavatan Partisi (ANAP), Milliyetçi Demokrat Parti (MDP), Halkçı Parti (HP) ve Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kuruldu. Veto engelini aşan üç partinin (ANAP, MDP ve HP) katıldığı seçimlerde, Turgut Özal liderliğindeki ANAP tek başına iktidara geldi.

''Solda birlik'' adı altında yürütülen görüşmelerin ardından HP'nin adı Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) olarak değiştirildi ve SODEP ile HP bu çatı altında birleşti. Genel başkanlığa önce Aydın Güven Gürkan, daha sonra Erdal İnönü seçildi. Bu süreçte Rahşan Ecevit'in başkanlığında Demokratik Sol Parti (DSP) kuruldu.

12 Eylül'den 7 yıl sonra yapılan referandumla siyasi yasaklar kalktı. Bülent Ecevit DSP, Süleyman Demirel DYP, Alparslan Türkeş MÇP ve Necmettin Erbakan da RP'nin genel başkanlığını üstlendi. 29 Kasım 1987'de yapılan seçimlerde ANAP 292, SHP 99, DYP 59 milletvekili çıkardı.

SHP'nin ikinci kurultayında Erdal İnönü yeniden genel başkan seçildi, Deniz Baykal ise genel sekreter oldu. 26 Mart 1989'daki yerel seçimlerden SHP birinci parti çıktı. Bundan üç yıl sonra yapılan kurultayın ardından SHP'den ayrılan 10 milletvekili, Fehmi Işıklar başkanlığındaki Halkın Emek Partisi'ni (HEP) kurdu. SHP'de genel sekreter Deniz Baykal ile arkadaşlarının istifası üzerine olağanüstü kurultaya gidildi. Erdal İnönü yeniden seçildi, Hikmet Çetin genel sekreter oldu. Daha sonraki kurultayda ise Baykal ekibi parti meclisine girmeyi başardı.

20 Ekim 1991'de yapılan seçimlerde DYP 178, SHP 88 milletvekili çıkardı. HEP'in SHP listelerinden seçime girmesi uzun süre tartışıldı. 20 Kasım'da, Süleyman Demirel'in başbakanlığındaki DYP-SHP koalisyonu kuruldu. Erdal İnönü başbakan yardımlığını, Hikmet Çetin ise Dışişleri Bakanlığını üstlendi. SHP'de, İnönü-Baykal çatışması sürecinde gidilen olağanüstü kurultayda İnönü yeniden seçildi. Genel sekreterliğe ise Cevdet Selvi getirildi.


CHP'nin Yeniden açılışı

12 Eylül döneminde kapatılan partilerin açılmasına olanak sağlayan yasa, 19 Haziran 1992'de TBMM'de kabul edildi.

-CHP'nin 25. Kurultayı 9 Eylül 1992 yapıldı. 1979'daki 24. Kurultay delegeleriyle yapılan bu kurultayda genel başkanlığa SHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal seçildi. CHP'nin genel başkanlığını üstlenen 4. isim olan Baykal, 11 Eylül'de SHP'den istifa etti. CHP, 21 milletvekili ile TBMM'de grup kurdu. Parti genel sekreterliğine Ertuğrul Günay seçildi.

Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının ardından, 16 mayıs 1993'de, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi ve DYP'nin başına ise Tansu Çiller geçti. Çiller, 25 Haziran'da SHP ile koalisyon hükümetini kurdu. SHP'de genel başkanlık koltuğuna Murat Karayalçın oturdu. SHP-CHP arasındaki ''birleşme'' sürecinde Hikmet Çetin'in genel başkanlığında uzlaşıldı.

-18 Şubat 1995'deki 26. Kurultay birleşmeye yönelikti. SHP, CHP'ye katıldı ve genel başkanlığa Hikmet Çetin seçildi. Çetin, CHP'nin 5. Genel Başkanı oldu. Bu süreçte partiden ayrılan Ertuğrul Günay'ın yerine Adnan Keskin genel sekreterliğe seçildi.

-27. Kurultaya (9 Eylül 1995) genel başkanlık tartışmaları altında girildi. Murat Karayalçın ile Deniz Baykal arasındaki yarışın galibi Baykal oldu. Adnan Keskin'in genel sekreter olduğu kurultayda, İsmail Cem ve Hasan Fehmi Güneş listeyi delerek parti meclisine girdi.

DYP-CHP koalisyon hükümeti, Çiller ile Baykal arasında uzlaşmaya varılamaması üzerine bozuldu. Çiller'in daha sonra kurduğu azınlık hükümeti de güvenoyu alamadı. Baykal ile Çiller, erken seçim koşuluyla yeni hükümeti kurdu.

24 Aralık 1995'de yapılan seçimden Refah Partisi (RP) birinci çıktı. Necmettin Erbakan'ın hükümeti kurma girişimleri başarılı olamadı. Bunun üzerine Mesut Yılmaz başkanlığında ANAP-DYP hükümeti kuruldu, ancak Çiller-Yılmaz anlaşmazlığı yüzünden bozuldu. Ardından, Erbakan başkanlığındaki RP-DYP koaliyonuna gidildi. MGK'nın ''28 Şubat kararları'' ve sonraki süreçte hükümet istifa etti. DYP'den ayrılanlar Demokrat Türkiye Partisi'ni (DTP) kurdu. Mesut Yılmaz'ın başkanlığındaki ANAP-DSP-DTP koalisyonuna, CHP de dışarıdan koşullu destek verdi. CHP'nin ısrarı üzerine erken seçim kararı alındı.

CHP Meclis dışı kaldı, Baykal İstifa etti

-28. Kurultaya (23 Mayıs 1998) erken seçim tartışmaları altında gidildi. Baykal, yeniden genel başkanlığa seçildi. Yolsuzluk iddiaları ve Türkbank ihalesine ilişkin gensoruyla Yılmaz hükümeti düştü. Ecevit'in başkanlığındaki DSP azınlık hükümetiyle seçime gidildi. 18 Nisan 1999'daki seçimde CHP Meclise giremedi, DSP 136 milletvekili çıkardı. Baykal, seçim yenilgisinin ardından genel başkanlıktan istifa etti. Cevdet Selvi genel başkan vekilliğine getirildi ve olağanüstü kurultay kararı alındı.

Seçimlerin ardından Ecevit'in başkanlığındaki DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti kuruldu.

-9. Olağanüstü Kurultay 22 Mayıs 1999'da yapıldı. Altan Öymen, Hasan Fehmi Güneş, Murat Karayalçın, Ertuğrul Günay ve Hurşit Güneş arasındaki yarışın galibi Öymen oldu. Parti meclisine seçilenler istifa etti.

-10. Olağanüstü Kurultayda (26 Haziran 1999) parti meclisi için seçim yapıldı. Hiziplerin liste savaşına sahne olan kurultayda, Baykal ekibi 60 kişilik parti meclisinde çoğunluğu ele geçirdi. Genel sekreterliğe Tarhan Erdem getirildi.

-11. Olağanüstü Kurultay 30 Eylül 2000'de toplandı. Baykal; Altan Öymen, Hasan Fehmi Güneş ve Sefa Sirmen arasındaki mücadeleden galip çıktı, 15 ay sonra yeniden genel başkanlık koltuğuna oturdu. Bu süreçte, RP'nin yerine kurulan Fazilet Partisi (FP) de 22 Haziran 2001'de Anayasa Mahkemesince kapatıldı, Erbakan ve bazı yöneticilere siyasi yasak getirildi.

-29. kurultayda (30 Haziran 2001) Deniz Baykal, rakipleri Ertuğrul Günay ve Birol Başaran karşısında koltuğunu korudu. Kurultayda tüzükte bazı değişiklikler yapılarak genel başkan adaylığı zorlaştırıldı. Bu süreçte, 14 Ağustos 2001 tarihinde AK Parti kuruldu. DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti erken seçim kararı aldı.

-30. Kurultaya (24 Ekim 2003) Deniz Baykal tek aday olarak katıldı ve sandığa giden 1089 delegeden 973'ünün oyunu aldı. 3 Kasım 2002'de yapılan seçimlerde AK Parti tek başına iktidara geldi. DSP'nin parlamento dışı kaldığı seçimde, CHP 178 milletvekili ile anamuhalefet partisi konumuna geldi.

-12. Olağanüstü Kurultay (3 Temmuz 2004) muhaliflerin tüzük kurultayı toplama girişimi üzerine gerçekleştirildi. Baykal'ın güvenoyu istemi doğrultusunda yapılan kurultay seçimsiz gerçekleştirildi. Bazı üyeler bu kurultayın iptali için dava açtı.

-13. Olağanüstü Kurultayda (29-30 Ocak 2005) Deniz Baykal, rakibi Mustafa Sarıgül'ün karşısında galip çıktı.

-31. Kurultayda (19 Kasım 2005) muhaliflerin tüzük değişikliği önerisi reddedildi. Baykal, geçerli 1158 oyun tamamını alarak yeniden genel başkan seçildi.

-32. Kurultayda (26 Nisan 2008), Deniz Baykal'ın karşısında tek aday olarak Haluk Koç vardı. Baykal, kurultayda genel başkanlık koltuğunu korudu.

-14. Olağanüstü Kurultay 21 Aralık 2008'de toplandı, partinin tüzük ve programında değişiklikler yapıldı.

Baykal, görüntülerinin yer aldığı iddia edilen kaset ve daha sonraki süreçte, 10 Mayıs 2010'da CHP Genel Başkanlığından istifa etti. Parti Meclisi Cevdet Selvi'yi genel başkan vekilliğine getirdi. Partinin 33. Kurultayına kısa süre kala CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığa aday olacağını açıkladı. Kılıçdaroğlu, bu göreve seçilmesi durumunda CHP genel başkanlığını üstlenen 7. isim olacak.


http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/146654/CHP_bugune_kadar_6_baskan_gordu.html


***