10 Aralık 2018 Pazartesi

FETULLAH GÜLEN DOSYASI, BÖLÜM 3

FETULLAH GÜLEN DOSYASI, BÖLÜM 3



Şimdi Lütfen Merakımızı bağışlayın!

1- Fetullah Gülen'e, Papayla görüşmek ve işbirliğine girişmek üzere; Türkiye ve dünya Müslümanları böyle bir yetki vermiş midir? Yoksa malum ve mel’un merkezler mi o'na böyle bir kılıf geçirmiştir?

2- Bu tavrı ve telaffuzlarıyla, İslam'ın tebliğcisi ve temsilcisi mi, yoksa Vatikan'ı da kontrolüne alan Siyonizm’in hizmetçisi midir?

3- Hz. Peygamber Efendimizin devrinin önemli devlet liderlerine gönderdikleri ve "Ya, bozuk ve batıl inançlarınızı bırakıp İslamiyet'e ve benim risaletime iman edersiniz. Ya da tüm tebaanızın da günahını yüklenerek cehenneme girersiniz." İçerikli mektuplarıyla, Fetullah Gülen'in Papaya yazdığı mektubunda söyledikleri aynı şeyler midir? Hâlbuki Peygamber Efendimizin tavrı, izzet ve davet, bununki ise, zillet ve teslimiyettir.

4- F. Gülen, haddini aşarak, “bugüne kadar İslamiyet'in hep yanlış anlaşıldığını ve bunun Müslümanların suçu olduğunu” söylüyor ve doğrusunun kendisi tarafından ortaya koyulacağını ima ediyor!.. Peki, bugüne kadar sahip çıktığını iddia ettiği Bediüzzaman ve Onun izlerini takip ettiği tüm Ehl-i Sünnet uleması; İslam'ın neresini yanlış anlamışlardı ve hangi yanlışları Müslümanlara öğütlemişlerdi?

5- Papayı Türkiye'ye davet ve kutsal yerleri ziyaret teklifini, Süleyman Demirel adına tekrarlama yetkisini ve cesaretini kendisine kim vermişti? Yoksa mason Demirel'le, özel bir ilişki içinde miydi? Hani bu Hoca ve ekibi siyasetten uzak kimselerdi?

6- Urfa'da 3 dinin ortak eğitimini verecek ilahiyat okulunu açma kararı, İsrail'le birlikte mi verilmişti?  Çünkü AKP'li Belediye Başkanı döneminde bu proje, İsrail yardımıyla Urfa'da gerçekleştirilmişti.

7- Fetullah Gülen, acaba insanlığı, en azından kendi taraftarlarını; İslami değerlere göre yeniden düzeltmek ve yeryüzünde adil bir düzen yerleştirmek isteyen ender ve önder bir şahsiyet miydi? Yoksa Papalık Konseyinin basit bir parçası, Papa hazretlerinin ve GAP'ta yatırım yapan İsrail'in bir hizmetçisi miydi?

Şu ABD’li Prof. niye ısrarla uyarmaktaydı?

Chalmers Johnson (University of California'da emeritus Profesör): “The sorrows of empire, New York, 2004” kitabında, ABD'nin dış politikasının tümüyle Wolfowitz gibi Neo-Conların söz sahibi olduğu Pentagon’un elinde olduğunu, Beyaz Saray'ın by-pass edildiğini belirtiyordu. "ABD, ona buna demokrasi sat­mak istiyor,  Ortadoğu'ya da  "demokrasi yok" gerekçesiyle müdahale ediyor, ama kendisi demokrasinin ilkelerinden uzaklaşıyor. ABD adeta bir imparatorluk oldu ve militarist bir düzen içinde yönetiliyor. Ancak, ABD imparatorluğun diğer imparatorluklardan ayıran önemli bir özellik var: ABD imparatorluğu bir "üsler imparatorluğu"dur. İngiliz ya da Fransızlar gibi gittiği yerlerde toprak İşgali amacı taşımıyor, dünyanın değişik bölgelerini "Üs"leri aracılığıyla kontrol altında tutup, ele geçirmeyi hedefleyen bir imparatorluktur Amerika..." diye uyarıyor ve ekliyordu:

“ABD, askeri malzemelerini Türkiye üzerinden nakletmek için 7 liman ve 6 havaalanını kullanma izni aldı. ABD'nin kullanı­mına verilen liman ve alanlara ilişkin karar yürürlüğe girdi. Bush'un açıkladığı "Türkiye cephe ülkesidir;" sözleri ABD'ye verilen liman ve üslerle daha bir an­lam kazandı.

Haber turuma devam ediyorum sevgili okur, nasıl hoşunuza gidiyor mu? Bambaşka bir dala konuyoruz, ne âlâkası var demeyin, an­layana; 'En büyük Yahudi nişanı Nazarbayev'e verildi. Dünya Yahudileri Konseyi, Kafkasya'nın enerji merkezlerinden Kazakistan'ın Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’e, medeniyetlerarası diyaloğa katkılarından dolayı, "Uluslararası Maimonides Nişanı - en büyük Yahudi nişanı" verdi. Avrasya Kuruluşları Birlikleri temsilcileri ve Nazarbayev ödül töreni­nin ardından, Kazakistan-Astana'da yeni yapılan Orta Asya'nın en büyük sinagogu Rachel-Habad Lyubavivch'i törenle açtılar.”[11]

Bu en büyük Yahudi nişanının Nazarbayav'e verilmesinin diğer önemli sebebi ise; Fetullah Gülen'in okullarına yaptığı destek olduğu konuşulmaktadır.

Fetullah Gülen'le MOON ve MASON ilişkileri kafa karıştırmaktaydı!

Moon tarikatı ile Fetullah teşkilatı arasındaki örgütlenme modellerindeki Siyonist ilişkileri yanında en önemli benzerlikse birinin Mesihliğe, diğerinin ise İslam temsilciliğine ve Mehdiliğe soyunmalarıdır. Her ikisini de organize eden, Amerika'daki Siyonist kuruluş; CSIS'tır.CSIS 1962'de Georgetown Üniversitesi'nde kurulmuştu. Amerikan devletine ve özellikle petrol ve silah şirketlerine hizmet veriyordu. Dış ülke yöneticileriyle, bürokratlarıyla, Amerikan çıkarlarına dolaylı ya da dolaysız hizmet verecek akademisyenlerle bağlar kuran CSIS, bir devlet kurumuyken, yeni dünya düzenine uyum sağlamak üzere şirkete dönüştürülüyordu. CSIS, Ortadoğu petropolitik araştırmalarıyla da dikkat çekiyordu. Ortadoğu bölümünün içinde Türkiye'ye de ayrı bir bölüm açılıyor, CSIS birimlerinin yönetimlerinde istihbarat örgütlerinde ve yabancı ülke­lerdeki diplomatik misyonlarda dünya deneyimi kazanmış eski dev­let memurları bulunuyordu. Üçüncü ülke adamları da bu şeflere raporlar hazırlıyordu.CSIS yabancı devletlerin görevlilerini de gerektiğinde ABD'de konuk edip, ilgili konularda konferans vermelerini sağlıyordu. Bunların arasında Türkiye başbakanları da bulunuyordu. Hatta CSIS, Kafkasya petrol boru hatları ile ilgili toplantılarını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığında gerçekleştiriyordu. Sonraları Başba­kanlık danışmanlığına getirilen, DSP milletvekili ve Ecevit'in ABD gezilerinde en büyük yardımcısı, 2002 yılında Kıbrıs’tan sorumlu Devlet Bakanı, Harvard mezunu Tayyibe Gülek komitenin sekreterliğini yürütüyordu. CIA'nın bile bir üst kurumu gibi çalışan CSIS Fetullah Gülen'in de en büyük destekçisi oluyordu.

Çok sayıda ülkenin yanı sıra ABD'de de "lobby" oluşturmak gerekçesiyle cemaat okulları kurulması bir gazetede şu ilginç açıklamayla yer almıştı:

"Gülen'in şimdiki planı, ABD'de Türklere de, Amerikalılara da eğitim verecek bir üniversite açmaktır. Virginia eyaletine bağlı kü­çük bir yerleşim birimi olan Staunton'da, boşaltılmış bir hasta­ne binasını devralan "Fetullahçı" grup, burada binden fazla öğrenci kapasiteli bir üniversitenin kurulması çalışmalarına başlamıştır. Gülen Londra'da kolej açmış, matematik doktoru bir Fetullahçı: Staunton Belediyesi ile anlaşması halinde, üniversitenin dünyanın her yanından gelecek öğrencilere "evet" diyeceğini açıklamıştır.[12]

"Fetullah Gülen'in" adamları tüm dünyada, Tanzanya'dan Çin'e çoğunluğu eski Sovyetler Birliği Türki cumhuriyetlerinde yer alan 200'den fazla okul kurmuşlardır. Bu okullar İslam'dan çok güya Türk milliyetçiliğini esas alan ılımlı İslam felsefesini yaymaktadır. Balkanlar'dan Çin'e, Türkiye'yi model alan bir seçkinler kadrosu yetiştirmeyi amaçlamıştır. Bu kuruluşlar Müslüman olmayan öğrencileri alarak belki de İngilizceyi temel eğitim dili olarak kullanmaları nedeniyle, sadece seçkinlerin ço­cuklarını okutmaktadır.

Şimdi: İngilizce dilinde eğitim yapmayı esas alan bu kurumların hangi "Türk milliyetçiliğini" esas aldığı, ya da nasıl olup Tanzanya veya Çin yönetimleri, seçkin aile çocuklarının "Türk Milliyetçiliğini esas alan" bir eğitimden geçirilmesine göz yumdukları, niçin sorulmamaktadır?

Siyonist Yahudi Graham Fuller: "The man and his movement" (Bir Adam ve Hareketi) diye alkışlamıştı!?

26-27 Nisan 2001 tarihlerinde, Georgetown Üniversitesi'nde CMCU'nun son konferansının konusu "F. Gülen: The man and his movement (Bir adam ve onun hareketi) idi. Bu konferansta F. Gülen'in son elli yılda gelişen İslami hareketler içinde kurumlaşan tek hareket olduğuna dikkat çekildiğine ve eski CIA şefi Graham Fuller'in RAND şirketi adına Türkiye Nurculuğunu araştırmaya baş­lamış olduğuna dikkat edilirse ABD ile "entegrasyon"un liberal olarak tamamlanmak üzere olduğu söylenebilirdi.CMCU konferansına katılanların kimlikleri ve deneyleri, Georgetovvn Devlet Üniversitesi'nin yanı sıra ABD yönetiminin ve Yahudi örgütleri ile Alman Stiftung'larının Türkiye'deki din ve ifade hürriyetine verdikleri değerin açık bir göstergesiydi(!): Toplantıya katılanların özellikleri işin ne denli ciddiye alındığını göstermekteydi.

Alan Makowsky: ABD Dışişleri istihbarat Bürosu eski şefi, Körfez savaşında ordu danışmanı, İsrail destekçisi WINEP (Washington Institute for Near East Policy) elemanı.

George Harris: ABD eski dışişleri görevlisi, eski Ankara B.elçisi, istihbarat uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya uzmanı.

Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-65, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat görevlisi, Middle East Institute başkanı.

Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görev­lisi, ABD Hava Kuvvetlerine bağlı RAND şirketi yöneticisi. Şimdi­lerde Türkiye'deki Nurcu hareketini ve "Irak, Bahreyn, Suudi Ara­bistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki çeşitli "Şii Müslü­man Cemaatlerin gelecekteki politik rolleri'ni Rend Francke ile bir­likte araştırıyor. Şii araştırması projesinin amacı, "Şiilerin özgürlü­ğü, siyasete ve yönetime katılımlarının geliştirilmesinin yollarını bulmak" olarak belirtilmektedir.

Bekim Akal: Wolkswagen Stiftung, Almanya (Yahudi).

Osman Bakkar: Georgetovvn CMCU Malezya Seksiyonu İslâm Kürsüsü Başkanı.

Thomas Mitchel: Vatikan Cizvit Seksiyonu sorumlusu, İstanbul Bediüzzaman ve "medeniyetler arası diyalog" konferansları katılımcısı.

Mücahit Bilici: Sosyolog, Boğaziçi Üniversitesi.

Yasin Aktay: Prof. ODTÜ.

Fahri Çakı: Sosyolog; İstanbul Üniversitesi'nden sonra Temple'da Nurcu Hareketin Sosyo-Ekonomik gelişmesi tezini hazırlıyor.

Ahmet Kuru: Bilkent Üniversitesi, Fatih Üniversitesi. Utah Üniversitesi doktora öğrencisi.

Zeki Santoprak: ABD Rumi Forum Başkanı, Marmara İlahiyat Fakültesi, El-Ezher, Harran Üniversitesi. Şimdi Washington Katolik Üniversitesi'nde.

Hakan Yavuz: Utah Üniversitesi.

Elizabeth Özdalga: Prof. ODTÜ, CHP araştırmacısı, İsveç Enstitüsü müdürü, İslâm Konferansı örgütleyicisi, "Adsız Kahraman: Fetullah Gülen Cemaatinin kadınları arasında Bireysellik ve İçselleşmiş Yansıma" tebliği sahibi.

Bayram Balcı: Fransa Milli İltica Bürosu, Paris Arap Dünyası gö­revlisi, Fransa Dışişleri Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde kadrolu eleman.

Berna Turam: McGill Üniversitesi/Kanada

ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Din Hürriyeti Bürosunca hazırlanan "Din Hürriyeti-Türkiye Raporu"nda "İslamic Leader" ve  "Moderate İslamic Leader" olarak kayıtlara geçirilen F. Gülen'in hakları Amerikan devletince resmen savunulduktan sonra, ilginin boyutu genişletilmekte ve Amerikan devletinin ünlü üniversite­sinde akademik bir düzeye yükselmekte olduğu görülüyordu. Bu "bilimsel" toplantıyı CMCU ve "The Rumi Forum" düzenlemişti.Bu tür "bilimsel" toplantıların sonuçlarının resmi raporlara etkisi elbette olumlu olacaktı.  ABD Dışişleri Bakanlığının raporlarında "Ilımlı İslami Lider" olarak sıfat kazanan F. Gülen, 2002 yılı Din Hürriyeti Raporu'nda "İslamic philosopher and leader/İslam Filozofu ve Lideri" olarak nitelenmeye başlanmıştır.Aynı raporun 44. paragrafında "Din Hürriyeti Tacizleri" başlığı altında "Ahmadi Muslims" cemaati diye Cüppeli Ahmet Hoca'ya da sahip çıkılmıştır.[13]

ABD'de son toplantıysa 19-20 Nisan 2004'de Washington'daki John Hopkins Üniversitesi'nde "Abant in Washington-İslam Laiklik ve Demokrasi: Türk Deneyimi"  adı altında yapılmıştı.

Toplantının programına göre, "hoş geldiniz" konuşmalarını Francis Fukuyama ve "Abant Platformu" başlığıyla Bilgi Üniversitesi'nden Mete Tuncay yaptı. Açılış konuşmalarını ise diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın ile ABD Dışişleri Müste­şarı eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman yaptı. Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nca çağrısı yapılan ve ATFA (American Turkish Friends Association- Fairfax) örgütlenen bu ilginç konferansın panellerine içinde CIA şefleri yanında Cengiz Çandar da vardı.

Türkiye'nin İslam, Laiklik ve Demokrasi Deneyimi ve Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya İlişkisi Yuvarlak Masa Toplantısı:

Kemal Derviş (CHP Genel Başkan Yardımcısı-Açılış konuşması),  Elisabeth Özdalga  (CHP eski danışmanı, TESEV danışmanı, İsveç Araştırma Enstitüsü),  Cüneyt Ülsever  (Liberal Dü­şünce Topluluğu Derneği, Hürriyet Gazetesi), Sabri Sayarı (Eski RAND danışmanı, Georgetown Ünv.), Emal Uşşaklı (TGYV), Hüse­yin Gülerce (TGYV), Kenan Gürsoy (Galatasaray Ünv.), Fehmi Koru (Yeni Şafak Gazt.), Kemal Karpat (Wisconsin Ünv.), Ruşen Çakır (TESEV), Mithat Melen (İstanbul Ünv.) Şahin Alpay (Bahçeşehir Ünv.), Zeki Sarıtoprak (John Caroll Ünv.), Adnan As­lan (ISAM-İslami Araştırmalar Merkezi), Ömer Taşpınar (John Hopkins Ünv. Brookings Inst), Zeyno Baran (Nixon Center, Eski CSIS elemanı), Cengiz Çandar (Sabah Gazetesi), Seda Çiftçi (CSIS elemanı), Hakan Yavuz, Henry Barkey, John Lee Esposito David Calleo, Steven A. Cook, Svante Cornell, James Miller, Charles Fairbanks, Carter Findley, Hussain Haqqani (Carnegie Endowment), Barry Jacobs ve Anatol Lieven (American Jewish Committee), Heath Lowry, Zack Messitte (Saint Mary's College), Eric Hooglund (Filistin Araştırmaları) ve John Hulsman (Heritage Fdn.) Çoğu Yahudi ve Mason olan bu kişilerle birlikte, toplantıya ABD eski Ankara Büyükelçisi ve Dışişleri Siyaset Planlama Müsteşarı Marc Grossman'ın yanı sıra Savunma Bakanlığı Müsteşarı Paul Wolfowitz'in de açılış konuşması yapacağı, eski Büyükelçisi ve NED yönetim kurulu eski üyesi Abramowitz, WINEP eski direktörü, 1990'da Ortadoğu'ya ABD askeri saldırısı sırasında danışmanlık yapmış olan, ABD Temsilciler Meclisi Perso­nel Direktörü Alan Makowski, Temsilcilerden Rober Wexler, John Hopkins, Arap İşleri uzmanı Fuad Ajami'nin ve Frederick Star'ın da katılacağı açıklanmıştı.

O sırada, Türkiye'de DGM'nin aradığı kişi, ABD'deki devlet üniversitesinde adına düzenlenen bilimsel toplantılarla onurlandırılıyor, ABD üst düzey Dışişleri'nin katıldığı toplantılar düzenleniyordu! Bir kişinin bir mahkeme tarafından aranıp aranmaması, haklılığı ya da haksızlığı önemli görülmeyebilirdi. Ancak uzun yıllar devlet yöneticilerince "stratejik ortak" olarak tanıtılan ABD'nin tutumuna kısa bir soruyla değinmek gerekirdi: ABD'nin ulusal güvenlik gerekçesiyle aradığı herhangi bir kişi için,  örneğin Ankara Üniversitesi'nde onurlandırıcı bir konferans düzenlenebilir miydi?[14]

Kim ne derse desin, işin özü, toplulukların dinsel inançları kullanılarak oynanan oyun değişmiyor; Moon hareketi Mesih'e; Fetullahcılık hareketi de Mehdi'ye özeniyordu. Her ikisinin yolu da "Amerika ile entegrasyon" projesine çıkıyordu.

Moon misyonerleri örgüte bilimsel bir saygınlık görüntüsü vermek için üniversitelerden adam seçiyordu. Bu katılımcıların Moon'un ki­lisesine bağlı olmadığını, salt ayrı dinlerin ya da üniversitelerin tem­silcileri olduğu izlenimini vermeye çalışıyordu. Örneğin, turcular arasında Moon tarafından kutsal nikâhla evlendirilmiş en az on yıl­lık kilise üyelerinin örgüt bağlarından söz edilmiyordu.

Türkiye'yi temsil edenler arasında, Dünya dinleri Gençlik Semineri'ne katılan AKP Eski Dışişleriolan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Boğaziçi Üniversitesi'nin öğretim görevlisi Davutoğlu, ma­sumane çalışmaların amacını şu ilginç sözlerle açıklıyordu:

"Amerika'da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak daha açık bir ifade ile "gezici bir üniversite" şek­linde, dinler arasında diyalog ve fikir alışverişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk temsilciler bu sene katıl­dı. Gerek ABD'de gerekse Kudüs'te gerçekten çok değerli göz­lemler yapma imkânı bulduk”[15] diyen Bay Ahmet Davutoğlu, işte bu marifet ve meziyetleri nedeniyle AKP iktidarı Dış İşleri Bakanlığına atanıyordu.

Mooncular "Kitlelerin yoğun ilgisini çeken Futbola da el atmıştı. Seul'de, her girişimin adında yer aldığı gibi, amaç "barış" olarak açıklamıştı. 10 Temmuz 2003 futbol turnuvasına Fransa'dan Olympique Lyonnais, Güney Afrika'dan Kaizer Chiefs, Almanya'dan TSV 1860 München, ABD'den Los Angeles Galaxy, Hollanda'dan PSV Eindhoven, Uruguay'dan Club Nacional de Football ve Güney Ko­re'den de Seongnam Ilhwa takımları katılmıştı. Türkiye'den de Beşik­taş Spor Kulübü Futbol Takımı turnuvada yerini almıştı. Birinciye 2 milyon dolar ve ikinciye de 500.000 dolar ödül aktarıldı. Bu haber Türkiye'deki bazı gazetelerde kısaca yer aldı. Ama "Moon tarikatı­nın düzenlediği turnuva" sözleri ve Moon örgütlenmesiyle ilgili kısa bilgiler aktarıldı. Bu durumda Din-Kilise-Futbol ilişkisi üzerine akla gelebilecek sorulara yanıt da Zaman gazetesinde çıkmıştı. Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ali Murat Yel, kutsallık ile futbol ve din arasındaki ilişkinin teorik temellerini ortaya koyan ilmi(!) bir yazı yayınlamıştı.Öğretim üyesinin yazısındaki satırlar yeterince aydınlatıcı ve tarikat-futbol ilişkisini eleştirenlere de ilginç bir yanıttı: İşte Fetullahçı yazarın saptama ve sapıtmaları:

"(..) Futbol da, birçok özelliğinden dolayı “yeni bir dini hareket” olarak görülebilir. "Para-religious-Din gibi" olarak da adlandı­rılan bu hareketlerde dini herhangi bir unsur olmamasına rağ­men pek çok hususta dine benzer özelliklere rastlanılmaktadır.”[16]

İşte Fetullahçıların din anlayışı ve İslam’ı yozlaştırma çabaları!?

1990'lı yıllarda Moon Hazretleri'nin PWPA örgütünün Türkiye etkinlikleri iyice yaygınlaşıyordu. Medeniyetler arası Diyalog, Bediüzzaman Said-i Nursi Konferansları adı altında yapılan toplantılara Amerika'dan gelip konuk olanlar çoğalıyordu. Bu adamlarla ilgili övgülere Aksiyon dergisinde, Zaman gazetesinde bolca rastlanıyordu.

AKP'li ve Fetullah Gülen'ci Belediye Başkanları eliyle, tarihi camiler yıkılarak, kiliseler açılmaya başlanmıştı:

755 yıllık camiyi yıkıp Moon-Presbiteryen müritlerini karşılamaktan utanılmamıştır.Özellikle 2000-2002 yılları arasında dünya mirası, dinlerarası di­yalog, din-inanç turizmi denilerek bizzat hükümet tarafından uygu­lanan projeyle cemaatsiz kiliseler kurulurken, antik kiliseler de yenilenmiştir. Aynı dönem içinde sayısız tarihi cami ise ya yıkıma ter­kedilmiş ya da bilerek ve istenerek yıkılmıştır. Bunun son örneği Türklerin 1211 yılında kurdukları Denizli kentinde yaşanmıştır."Denizli'de Türklerin ilk yerleşimde kurdukları ve sayısız deprem­den sonra onarıp açık tuttukları, 755 yıllık Ulu Cami ve tarihsel Selçuklu minaresi birbirini izleyen 2 gecede belediye" ekiplerince yıkıldı. Bu yıkımın ardından yedi gün geçmeden yörede devlet eliyle yenilenen 11 kiliseden biri olan ve yüzlerce yıldır kullanılmayan antik Pamukkale Kilisesi'nin yıkıntıları arasında ayin düzenlenmiştir. Ayini düzenleyen birinci grup Amerikan Presbiterian kilisesi mensupla­rıdır. Bu grubun başında Amerikalı papaz Bruce McDovvell ve Pa­paz İlhan Kekinöz bulunmuştur, ikinci 25 kişilik grup ise Unification Church bağlılarıdır.[17]

"Ayinciler devlet yöneticilerinden vali yardımcısı Musa Uçar'ı zi­yaret etmişler ve ondan hediyeler almışlardır. "Bizans dönemi kalıntılarıyla Amerikalı papazın ya da Korelilerin ne tür bir dinsel ilişkisi olabilir? Onlar kendi inançlarına uygun ayin yapacak bir yer bulamamışlar mıdır?" gibi ilginç soruların yanıtını verecek bir laik rejime sahip çıkacak bir görevli herhalde vardır.Koreli misyonerler de deprem yıkımından yararlanarak sözde yardım diye yerleştikten sonra, dışı ev, içi kilise inanç merkezleri kurmayı başardılar. Örneğin Yalova yakınlarında, deniz kıyısında ev-kilise kuran misyonerler, üşenmeyip deprem bölgesini gezip topladıkları çocukları kiliselere ziyarete götürerek beyinlerini yıkamaktadır.

Uluslararası örgütlenmeyi gerçekleştiren Moon Mason Tarikatı Amerika'nın desteği ile “dünya egemenliği ardında koşan devletlerin örtülü operasyon ilkelerini çağrıştıran” önemli bir açıklama yayınlamıştı:

"Zamanı geldiğinde, dünyayı yönetmek için otomatik (olarak işleyen) bir teokratik düzene sahip olmalıyız. Siyaseti dinden ayıramayız. Hülyamda, bir evrensel siyasi parti var; bu parti tüm ülkeleri de içine almalıdır. Bir kolumuzla dini dünyayı, öteki kolumuzla da siyasi dünyayı kucaklayabiliriz.” Evet, bu sözler Siyonist sermayenin küresel hâkimiyet hedefini yansıtıyordu.Bunları söyleyen kişinin liderliğini yaptığı cemaat, yüzlerce şirke­te, vakıflara, okullara, üniversiteye, yayın evlerine, gazetelere, Dini-İlmi örgütlere, hoşgörü kuruluşlarına, vb. sahipti ve gençliğe büyük önem veriyordu. Onları örgütlüyor beyinlerindeki tüm inançları silip kendi safsatalarını yerleştiriyor ve yalnız cemaat içinde ve lideri için kapalı devre yaşamayı öğretiyordu. Politikacı­lar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, cemaatin çevresinde toplanıyordu. Dünyanın birçok ülkesindekuruluşları olan bu cemaatin, kaynağı merak edilen parasının büyüklüğü hesap edilemiyordu. Söz konusu cemaatin lideri Amerika'da bulunuyordu. Cemaatin li­derine "hazret-üstad" deniyor, ama o bir "Hoca Efendi" değildi. O Reverand (Hazret) Sung Myung (Moon) ve cemaatinin adı ise; Dünya Hıristiyanlığını Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti, kısaca Unification Church (UC, Birleştirme Kilisesi) oluyordu.Moon'un, Kore istihbarat servisi K-CIA ile başladığı ve Amerika'daki Siyonist Yahudi stratejistlerin desteği ile parlayıp şöhret kazandığı bu şeytan tarikatında, Japonya'nın ilginç iş adamları, ABD politikacıları, ABD başkanları, Yahudiler Güney Amerikalılar, Katolikler, Protestanlar, Müslümanlar bulunuyordu. Moon'a göre dünyadaki kötülüklerin kökeninde "Adem"baba ile "Havva" ananın işledikleri günah yatıyordu. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğun kanı da işte bu yüzden kirleniyordu. O nedenle insanlığın kurtuluşu ancak ve ancak, kanının temizlen­mesine bağlı bulunuyordu. Temizleyici kan ise; dönemin gerçek anababası yani Moon ve Moon'un karısının damarlarında akıyordu. Artık asıl olan Adem ile Havva değil, kendilerini "true-parents" yani "gerçek ana-baba" olarak ilan eden Moon ve eşi sayılıyordu.Yeni ve temiz ana-babaların yetiştirilmesi, kurtuluşun en temel koşuluydu. Temiz ana-babalar ise ancak kutsal nikâh törenlerle birleşebiliyordu. "True-Parents days (günlerinde) Sung Myung Moon 'Hazretleri' binlerce yeni çifti kutsuyor ya da evli olanları yeniden nikâhlayarak toplu düğün düzenliyordu. Nikâhları kutsanan çiftler, Moon'un kanını temsilen birer kadeh şarap içiyordu. Böylece Adem ve Havva'nın şeytanla işbirliği yaparak kirlettikleri insan kanı da temizlenmiş oluyordu.

Moon'un gençlik örgütünün eski yöneticisinin gönderdiği mektuptaki şu bilgi bu işlerin, yalnızca kilise çevresini geliş­tirmek üzere, siyasal-bilimsel toplantılar düzenlenmesini aştığını gösteriyordu. Mektuptan okuyalım:

"... Dünkü New York Post (16 Aralık 1999) Moon'un 13 Şubat kitlesel düğün törenlerine (giriş) ücretinin 100 dolar olduğunu yazıyordu ama haberde bir eksilik vardı. Gerçekte evlenen çiftlerin binlerle ifade edilen dolarlar ödeme zorunluluğundan söz edilmiyordu."

Moon'un Mesihliğinin nedeni ise şöyle belirtiliyordu: Moon'a göre Hz. İsa politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtarmayı başaramıyordu. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyordu. Sorgusuz bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi, hem Moonculukta, hem Fetullaçılıkta beyin yıkama esasına dayanıyordu.

İnsanlığı kurtaracak bir 'Mesih' olarak, ortaya çıkan Moon'a kimse sahte peygamber diyemiyordu. Bu örgütle Fetullah Gülen'in yapılanma modeli oldukça benzeşiyordu. Her ne kadar iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika'nın başlattığı, 1950'lerin komünizmle mücade­le örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon Hazretleri, Amerika'ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD'ye atmış ve kırk yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyordu. Fetullah Gülen ise: kırk yılın ardından farkına varmış ki; "Güç neredeyse orada olunmalıdır" der gibi, o da Amerika'ya taşınıyordu. ABD federal devlet yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından kutsallığının en üst noktasına ulaşıyordu. Her yıl 10-15 Şubat arasında "Gerçek Ana-Baba"nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle kutlanıyordu. Tıpkı Peygamberlerin do­ğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada, onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyordu. İki yıl önce kendi oğlu da aynı otelde intihar ediyordu.

Moon'un, Amerika'da merkezleşmeyi seçmesinin nedenini an­lamak, şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Moon Hazretleri, Yahudi Hahamlarından aldığı talimatları cin gibi anlayıp uyguluyordu, dünya­nın değişik ülkelerine Hristiyanlık Kilisesi olarak gitmenin olanaksız­lığını görmüş ve her dinden, her milliyetten insanlarla ilişki kurmak üzere entel örgütleri oluşturmuştu. Bilim adamları, barış kadınları, dinler arası federasyon, dünya üniversiteleri federasyonları gibi sayısız teşkilat kurmuştu.İşte bunlardan, PWPA (Proffesors World Peace Academy /Profesörler Dünya Barış Akademisi) ile dünyanın dört bucağında toplantılar düzenliyordu. PWPA'nın el atmadığı konu yoktu. "Sovyet­ler yıkıldıktan sonra ne olacak?"tan"Afrika'nın geleceği"ne, "La­tin Amerika'nın borç sorunları"ndan "Ortadoğu'da ticaret ve barış süreci"ne, "İslam’ın sorunlarından" Ermenistan'ın kalkınma yolla­rına dek, akla gelebilecek ne denli konu ya da bölgesel sorun var­sa, hemen hemen tümü için "konferans" ve "sempozyum" adı al­tında, 1973'den bu yana 400'ü aşkın toplantı düzenleniyordu.


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder