12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 8
G-FATSA (TERZİ FİKRİ) OLAYI:
Terzi Fikri’’ lakaplı Fikri Sönmez, Ordu Fatsa’ da belediye başkanlığı yaparken, sol grup teröristlerin Fatsa ve etrafında yuvalandıkları haberi yayılır. Fikri Sönmez devrimci olarak önce adını duyurmuş, önce TIP’ e üye olmuş sonraları yolunu THKP-C örgütünde Mahir Çayan ile birleştirmiştir. Hatta Mahir Çayan ve arkadaşlarını, Maltepe’ de hapishaneden kaçtıktan sonra Karadeniz’ e yönlendirdiği gerekçesiyle 2 yıl tutuklu kalmış ve 1974 affıyla dışarı çıkmıştır. 1979 seçimlerinde de belediye başkanlığına aday olur ve farklı bir politika güderek halk tarafından seçilir, yönetim biçimi hakkında basına verdiği demeçlerle dikkat çeker.
Nitekim Fikri Sönmez Fatsa’ da gerçekten farklı bir politika güder. Arazi anlaşmazlıklarından kan davalarına, köy kavgalarından aile içi sorunlara kadar her türden sorun halk tarafından devrimcilerin önüne getirilmeye başlanır. Devrimciler de, bu sorunları halkla birlikte çözmeye çalışır. Belediye’ ye göre çözümsüz hiçbir sorun yoktur, halk yönetime katıldıkça sorunlar da azalır felsefesi vardır. Halk kendi kendini yönetmektedir, halkın siyasal yaşama katılımı söz konusudur. Kısacası Fatsa’ da yeni bir yaşama modeli ortaya konmuştur.
Ordu’ nun bile girmeye çekindiği Fatsa’ ya bir gece vakti operasyon yapıldı. Emri bizzat Kenan Evren vermişti. Büyük bir askeri güç, tank ve helikopter birliklerinin desteğinde Fatsa’ ya girdi. Çok güçlü bir direniş beklentisi vardı. Ancak hiç direnme olmadı. Herkes şaşkındı. Ancak operasyonun sabahında bütün kamuoyunu şaşırtan daha doğrusu irkilten bir başka gelişme vardı. Daha önce ilçeden kaçan ülkücüler yüzlerinde maskelerle ortaya çıktı. Maskelilerin ihbar ettiği kişiler gözaltına alınıyordu. Bunların arasında Terzi Fikri ile beraber
300 kişi daha vardı 107.
Terzi Fikri, hapishanede yattığı 5. yılın sonunda öldü.
1978 yılı içinde daha önceleri silahlı çatışmalar ve suikastlar biçiminde görülen şiddet olayları artık 1980’ e doğru kitlesel çatışma niteliği kazanmaya başlamış oldu.
Kişilere yönelik suikastlarda da ünlü yazar, öğretim üyesi, sendikacı ve politikacılar hedef seçilmeye başlandı. Özellikle "sol" eğilimli olduğu bilinen yasal örgüt yönetici ve aydınlara karşı iyi düzenlenmiş silahlı saldırılar yoğunlaştı. Bu kişileri öldüren ya da azmettirenlerden pek azı yakalandı, bazısı yurtdışına kaçtı ya da kaçırıldı. Bu durum, devlet içinde yuvalanmış bazı gizli odakların, toplumun demokrasiden umudunu kesmesini sağlayarak bir askeri müdahaleye ortam sağlamak amacıyla silahlı saldırıları tahrik ve teşvik ettiği, dahası bizzatsuikastların düzenleyicisi olduğu yolunda görüşlerin haklı olarak ileri sürülmesine de yol açmıştır. Zira bireysel ve kitlesel şiddet artık halkı da canından bezdirmiştir.
H- TARİŞ OLAYLARI:
TARİŞ, Ege Bölgesi’ nde 80 bin üreticinin ortak olduğu ve ülkenin tarımsal
ürünlerinin değerlendirilmesinde önemli bir yer tutan ve 11 bin civarında işçinin çalıştığı fabrikalardan oluşmaktaydı. Bir kooperatif olan TARİŞ’ in yönetim kurulları, kağıt üzerinde, üretici ortaklar tarafından belirlenmekteydi. Ancak yönetim kurulunu seçen asıl güç, büyük toprak sahipleri ve kooperatifin büyük hissedarlarıydı. Kooperatife bağlı fabrika müdürleri, genel müdür ve diğer bürokratlar bakanlıklar tarafından atanmaktaydı. TARİŞ bu görünümüyle ( Çukobirlik, Ant, Trakyabirlik, Fiskobirlik gibi) yarı resmi bir kuruluş özelliği
taşımaktaydı. Bu özelliğinden dolayı, siyasal iktidarların her zaman üzerinde projeler geliştirdiği bir alan olmuştu. Siyasi iktidarlar TARİŞ’ e politik olarak yaklaşmıştı 108.
İşte bu sebepledir ki her dönem iktidara gelenler istihdam politikasını siyasete göre endekslemişlerdir. Sırf alt tabandan kendilerine destek oluşturabilme, koltukta uzun süreli olabilme adına ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemişlerdir. TARİŞ gibi ülke ekonomisine katkıda bulunan kurumlara kendi partizanlarını doldurarak güç birliği oluşturma yolunu seçmişlerdir. Dolayısıyla bu kurumlarda yeşeren örgütsel faaliyetler zaman geçtikçe illegal doğrultuda etkinlik kazanmıştır. Zira akabinde bazı partilerin üsleri olma sıfatını da
kazandıkları için sırası geldiğinde partililerce polisin bile zorla girebildiği yerler durumuna getirilmişlerdir.
İlk kez Demirel’ in MC Hükümeti ile revize edilen TARİŞ, çalışanlarını doğal olarak Hükümeti oluşturan partilerin sempatizanlarından seçmişti. Kadronun büyük kısmını MHP’liler oluşturmaktaydı. Demirel sistemi desteklemektedir; MHP’ liler tarafından kendi partidaşlarına bile zaman zaman yapılanlara göz yummaktadır. Sıra 1978 yılında hükümeti kurma görevi CHP’ ye gelince her şey sil baştan olur. Bu sefer dönemin ‘faşist’ adını verdiği MHP’ liler yerine TARİŞ’ e devrimciler alınır. TARİŞ’ te hiç sıradan çalışan yok mudur, elbette vardır ve onlar sırf ekmek parası uğruna çalışmayı sürdürüyorlar dır.
Bıkmadan, yorulmadan, kafaları sadece alacakları yevmiye ye takılı olarak.
Şüphesiz siyasiler ve onların yandaşları izin verdiği sürece…
TARİŞ’ e girdim. Orada birden halkın çok acıklı bir durumda olduğunu gördüm. Yani insanlar sabah saat 05::00’ da kalkıp çok uzak semtlerden, kendi imkanları ile, şimdi TARİŞ’ te servis var mı bilmiyorum, dağlardan bayırlardan saat 07:00’ de işbaşına geliyorlardı. Hiç durmaksızın ama hiç ara vermeden, çay içmeden sadece yarım saatte yemek yiyip çalışıyorlardı. Biz öğrenci halimizle oraya göre çok lüks yaşıyorduk. TARİŞ Üzüm İşletmeleri çok kokuyordu. O yoğun, o korkunç koku içerisinden yemek yiyip tekrar işe başlıyorsunuz ve akşam 17: 00’ a kadar hiç aralıksız çalışıyorsunuz. Hiç aralıksız bir banttan üzüm çöpü ayıklıyorsunuz. Çöp ayıklamakta biraz aksadığınız zaman ustabaşıları herhalde onlar için de öyle yapmak gerekiyordu o işi koruyabilmek için, sizin yevmiyenizi kesiyorlardı. Otomatik ve çok acımasız bir ceza vardı 109.
Hiçbir şey yerinde kalmıyor, araba hiç düz yolda ilerlemiyor. İşte TARİŞ’ te çalışanlar yeniden değiştiriliyor. Çünkü sene 1979 ve bir başka MC Hükümeti yeniden iktidar.
Yine, yeniden Demirel sahnede…
AP Hükümetini destekleyen MHP tekrar güç kazanmıştı. TARİŞ’ te belli bir kadrosu vardı zaten. Ancak ağırlık elbette iktidar yanlısı olan kendisinde olmalıydı. AP Hükümetine göre TARİŞ, anarşi ve terörün kaynaklarından, üslerinden birisiydi 110.
22 Ocak günü "arama yapmak" bahanesiyle, yüzlerce polis ve jandarma panzerlerle, hatta helikopterle TARİŞ' e baskın yaptılar. Tüm işletmelerde operasyon düzenlendi.
Panzerler kapıları kırıyor, duvarları yıkıyor, işçilerin üzerlerine ateş açıyordu. Arama yapılacak gibi durmuyordu polis, aslında resmen baskın yapıyordu ve işgal ediyordu. Zira bir müddet sonra arama yerine işçiler üzerine kurşun yağdırmaları buna dayanak oluşturmuştu...
Bunu duyan İplik fabrikası işçileri, benzer bir şey yaşamaktan çekinerek, en önde de kadın işçiler, polis ve jandarma kuvvetlerine karşı etten barikat oluştururlar. Üzüm ve zeytinyağı kombinalarına giren polis çok sayıda işçiyi gözaltına alırken, iplik fabrikası işçileri, polisi fabrikaya sokmazlar. Direniş başlatırlar. İlk gün 251 işçi gözaltına alınır; 11 işçi tutuklanarak Buca cezaevine konulur. Pamuk ve zeytinyağı kombinaları ile üzüm işletmelerinde çalışan işçiler, ertesi gün de direnişe devam ederler. Ok yaydan çıkmıştır, 11
bin TARİŞ işçisi direniştedir. Üretim tamamıyla durur. Talepleri vardır:
-Olaylardan polisin sorumlu tutulması
-Gözaltına alınan işçilerin serbest bırakılması
-İş ve can güvenliğinin sağlanması
Besin-İş ile Tek Gıda-İş sendikaları vardı orada. Tek Gıda-İş’ i satılmış sendika olarak kabul ediyordu işçiler…TARİŞ olayları Tek Gıda-İş’ ten Besin-İş’ e geçme olaylarıdır aslında. Ve birden orada hareket olduğunu fark eden başta siyasi fraksiyonlar da kendi profesyonel devrimcilerini gönderdiler. Herkes bir yerde bulunmaya başladı. Zeytinyağı işletmesinde, üzümde, sabunda bir düzine işletme var birbirine bağlı, her işletmede çeşitli fraksiyonlardan insanlar olmaya başladı, ama biz üzümde ilk direnişi başlattık 111.
Olayın İzmir’de duyulmasının ardından, Çimentepe, Gültepe gibi gecekondu
mahalleleri de direnişe katılır. Üstelik üniversite öğrencileri de üniversiteyi( Ege Üniversitesi) işgal eder. Hedefleri ortaktır: ‘’Direnişinizi direnişimizle destekliyoruz!’’ Çatışmalar çıkar, protestolar büyür, akabinde Tıp Fakültesi Hastanesi çalışanları da TARİŞ için destek verir, iş bırakır.
DİSK, TARİŞ direnişinin beşinci gününde yani 26 Ocak’ ta, İzmit ve Mersin’ den sonra İzmir’ de “geleneksel” “Demokrasi” mitinglerinden birini gerçekleştirir. DİSK yönetimi direnişi destekler görünür ama planın perde arkası farklıdır. DİSK aslında olayların uzamaması taraftarıdır ve hemen bir formül geliştirir. O dönem çoğu çalışan zaten grevde olduğu için ‘’genel grev’’ çağrısı yapılır. İşçilere direnişin yasal olmadığı anlatılır ve ikna edilirler. Tarih 31 Ocak’ tır, direniş durmuştur.
7-10 Şubat arası mahalle direnişleri kırılır. 10 Şubat’ ta polisle halk arasında çıkan çatışmada Cemil Oral adlı öğrenci panzerlerden atılan kurşunlara hedef olarak ölür. 11 Şubat’ ta Demirel “Devlet TARİŞ’ e girecektir” açıklamasını yapar. Artık direnen sadece İplik Fabrikasıdır. 14 Şubat saat 04.00’de fabrika havadan ve karadan sarılır.
Askerler, tanklar, helikopterler, hava indirme komandoları…Tıpkı Amerikan filmleri gibi etraf sarılmıştır.
İşçiye boyun eğmek düşer, direnişe bırakıp normal hayata geçmek düşer. Elbette çoğu işten çıkarılarak faturayı öder. 15 Şubat’ ta İzmir’ de sıkıyönetim ilan edilir.
TARİŞ direnişi, tek başına ne bir sendikanın, ne bir siyasetin ne de bazı kişilerin
eylemiydi. TARİŞ’ te bana göre bir destan yazıldı. Bin beş yüz insan bu direnişin destanına mürekkep taşıdı. Bana göre TARİŞ işçisinin direniş boyunca verdiği mesaj şuydu: ‘’Bu bizim örgütsüz halimiz!’’ Sonradan yaşananlara bakılırsa, bu mesajı en doğru burjuvazi okudu’’112.
TARİŞ’ in en önemli özelliklerinden birisi çok farklı gruplardan insanlar olmalarına rağmen çok güçlü bir dayanışma içinde olmalarıdır. Omuz omuza müthiş bir işbirliği örneği göstermişlerdir. Üstelik direniş başladıktan sonra halkın desteği gerçeği da vardır işin içinde. Halkın bu motive edici ve destekleyici hali şekil çizmiştir direnişçilere, belirleyici olmuştur. Halk lojistik destek sağlamakta dır. Çeşitli mahallelerde kurulan barikatlar, polise karşı eylemler ya da kimisinin fabrikadakilere yemek ve su taşıması desteğe en önemli örnekleri
oluşturmuştur.
1979-1980 böyle kaos, kavga, kin-nefret içinde geçiyordu. TARİŞ Olayları da
dolayısıyla yangını körükleyen, tetiği çeken ellerden biri oldu Her olay bir sonrakine baz oluşturuyor, saflar gittikçe bileniyordu. Yol, çözüm, umut her geçen gün yok oluyordu. Hepsi birer balon misali elden kaçıyordu. Ölümlerin önüne ise artık hiç kimse geçemiyordu. Cenazeler arka arkaya kalkıyordu.
‘’Artık her geçen gün cenaze kaldırılıyor. Biz de kaldırıyoruz, başkaları da kaldırıyor. Artık Türkiye’ de her gün televizyonlarda izlediğimiz şeyler, olaylar bir fotoromana dönüştü. Öyle bir ortama sürüklendi Türkiye. Parlamento tam bir çıkmaza girdi. İşte siyaset cephesi artık tamamen işlevsiz hale gelmişti 113.’’
I-DARBE ÖNCESİ SUİKASTLAR, 114
1 Şubat 1979—‘’Abdi İpekçi’’ suikastı
10 Eylül 1979---Türkiye İşçi Partisi Adana eski İl Başkanı ‘’Ceyhun Can’’ suikastı Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili ‘’Fikret Ünsal’’
19 Eylül 1979---Malatya Ülkü Ocakları eski Başkanı ‘’Mürsel Karataş’’
28 Eylül 1979—Adana Emniyet Müdürü ‘’Cevat Yurdakul’’
19 Kasım 1979---Eski Adalet Partisi İstanbul Milletvekili ‘’İlhan Darendelioğlu’’
20 Kasım 1979--- İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı ‘’Ümit Doğançay’
3 Aralık 1979--- Fedai Dergisi sahibi, yazar ‘’Kemal Fedai Coşkuner’’
7 Aralık 1979--- İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi ‘’Cavit Orhan Tütengil’’
11 Nisan 1980--- TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden ‘’Ümit Kaftancıoğlu’’
27 Mayıs 1980---Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı ‘’Ali Rıza Altınok’’ Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ‘’Gün Sazak’’
17 Haziran 1980---CHP Nevşehir İl Başkanı ‘’Zeki Tekiner’’115
15 Temmuz 1980---Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili ‘Abdurrahman Köksaloğlu’
19 Temmuz 1980--- ‘’Nihat Erim’’116
22 Temmuz 1980--- Maden-İş Sendikası Genel Başkanı ‘’Kemal Türkler’’117
Suikastların hepsi çok önemliydi, hepsi halkı üzmüş ve şoka sokmuştu. Cinayetler artık fütursuzca arka arkaya geliyordu. Her cinayet bir öncekinin, karşı grupça alınan intikamının göstergesiydi. Bir sağa karşı bir sol kurban ediliyordu. Bu cinayetlerin iki tanesi ayrıca önemliydi. Birisi Gün Sazak diğeri Abdi İpekçi suikastıydı. Gün Sazak’ ın ölümünden sonra ortalık iyice karıştı; ülkenin her yanına olaylar sıçradı. MHP’ liler öyle öfkeliydi ki ne yapsalar hırsları geçmeyecekti. Sivas, Malatya gibi pek çok yerde yer yerinden oynadı, tepkiler bir çığ gibiydi ama elbette bu tepkilerden en çok can yakanı Çorum oldu.
Herkes şaşkındı. Terör sonunda Abdi İpekçi gibi ılımlı, her çevrenin saygı duyduğu bir gazeteciyi de öldürmüştü. Herkes aynı soruyu soruyordu: Neden? Neden İpekçi? Aslında vurulan uzlaşı, hoşgörüydü. Öldürülen İpekçi değil onun temsil ettiği çağdaş, demokratik, uygar yaklaşımdı.
14 Ekim’ deki ara seçimler öncesi Başbakan Yardımcısı Demokrat Partili Faruk Sükan görevinden istifa etti ve arkasından gelecek olanlara yol açtı. Ard arda gelen istifalarla meclisteki sandalye sayısı da değişmişti. Muhalefetin sandalye sayısı 224, İktidarın sandalye sayısı ise 219 olmuştu. Seçimler spekülatif haberlerle gergin geçmişti ama seçim sonu esas gerilen Ecevit oldu. Zira Ecevit sandıkta bozguna uğramıştı. 50 senatörlüğün 33’ ü AP’ nin olmuştu ve bu da yeni bir hükmet kurulması demekti. Ecevit mesajı almış, istifasını sunmuştu.
Artık son perde IV. Demirel Hükümeti ile kapanacaktı. MSP ve MHP tarafından dışarıdan desteklenen bu hükümetin yaptığı en önemli iş Uluslararası Para Fonu tarafından önerilen bir istikrar programını 24 Ocak 1980 günü yürürlüğe koymak olmuştur.
1979 yılı bir önceki yılı hiç aratmamıştı. Terör ve yoksulluk zirveden inmemişti.
Üstüne her geçen gün birbirlerinin etine diş geçirmeye çalışan siyasilerin bitmek tükenmek bilmeyen ağız dalaşları, sürekli birbirlerini suçlamaları herkesi yeterince bıktırmıştı. Üstelik artık boyut atlamışlar ve katliamlar, ölüler üzerinden polemiklere girer olmuşlardı. Gerekli tedbirler alınmıyor, sıkıyönetim gibi göstermelik bir uygulamayla olaylar bastırılmaya çalışılıyordu. Özgürlükler kısıtlanmıştı ama kan durmamıştı ve beraberinde en önemli üç şey yoktu: Elektrik, kömür ve petrol.
Silahlı Kuvvetler de endişeliydi, tedirgindi, daha önce yaptığı gibi pek çok kez 1979 yılında da Milli Güvenlik Kurulu’ nu kullanarak Cumhurbaşkanı’ nı ve diğer kuruluşları uyarmıştı. Son uyarısı ise pek dikkate alınmayacak, kimse üzerine mal etmeyecek ve hatta bir mektup şeklinde verildiği günden bir iki gün sonra kamuoyu olaydan haberdar olacaktı. Silahlı Kuvvetler resmen tetiğe basmıştı ama ciddiyetini anlayan olmamıştı. Bu son muhtıraydı!
27 Aralık 1979 tarihinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kendisinin ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’ un imzalarını taşıyan ve ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar karşısında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü içeren bir uyarı mektubunu, ön yazısı ile Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ e sundu. Başta siyasi partiler olmak üzere tüm kamuoyu, mektubu, 2 Ocak 1980 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nde Cüneyt Arcayürek' in haberiyle öğrendi 118.
Silahlı kuvvetlerin görüşünü belirten bu mektup Bakanlar Kurulunda, parti
gruplarında, işçi ve işveren çevrelerinde tartışmalara neden olmuştur. Parti liderleri genellikle bu metinde yer alan hususları üzerlerine almaktan kaçınmışlardır.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
107 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 121
108 Bülent Ruscuklu, ‘’Demokrat Parti’ den 12 Eylül’e’’, Alfa yayınları- 1.basım, Eylül 2008-İstanbul, s.359
109 Doç. Dr. Davut Dursun, - Gazeteci, yazar Ayşe Önal ile söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler,
Düşünceler’’, Şehir Yayınları, İstanbul, Ocak 2005, s.278
110 Bülent Ruscuklu, ‘’Demokrat Parti’ den 12 Eylül’e’’, Alfa Yayınları- 1.basım, İstanbul, Eylül 2008s.359
111 Doç. Dr. Davut Dursun, - Gazeteci, yazar Ayşe Önal ile söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler,
Düşünceler’’, Şehir Yayınları-İstanbul, Ocak 2005, s.279
112 Ertuğrul Mavioğlu, ‘’Bir 12 Eylül Hesaplaşması-3/ Bizim Çocuklar Yapamadı’’, İthaki Yayınları-1 Baskı, İstanbul-Eylül 2008, s.206
113 Doç. Dr. Davut Dursun, - Siyasetçi Muhsin Yazıcıoğlu ile söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, Düşünceler’’, Şehir Yayınları-İstanbul, Ocak 2005, s.313
114 Kaynak :http://tr.wikipedia.org
115‘’ Zeki Tekiner’ in ertesi günkü cenaze törenine gelen Bülent Ecevit ve CHP’ lilerin üzerine ateş açıldı. Tam bir ölüm kalım anıydı. Ecevit ateş altında kalmıştı. CHP’ li parlamenterler silahlarını çekip liderlerini koruma altına aldılar. CHP lideri, Başbakan Demirel ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’ in emriyle kente giren
askerler tarafından kurtarıldı.’’ (Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül-2006, s.121)
116 Nihat Erim hayatı boyunca hep düzgün bir siyasi yol izlemişti. Birdenbire 12 Mart Muhtırasıyla başbakanlığa getirildiğinde dahi çizgisini bozmamış, sağduyusunu korumuştu. Dev- Sol’ cular tarafından öldürüldüğünün
duyulması üzerine Türkiye şoka girdi. Zira Erim cinayeti terörün vardığı son noktaydı. Artık bundan sonra ülkede kimsenin can güvenliği kalmayacaktı. Nihat Erim, 19 Temmuz 1980’ de İstanbul’da bir silahlı saldırı sonucu öldürüldü ve Türk siyasal hayatı içerisinde suikastla öldürülen ilk ve tek başbakan olarak tarihe geçti.
117 Kemal Türkler, Gün Sazak’ ın intikamını almak için sağcılar tarafından Merter’ de evinin önünde, arabasına binerken öldürüldü. Nihat Erim öleli sadece 3 gün olmuştu.
118 www.belgenet.com/ 12 Eylül/ 12 sıkıyönetim.html.(01.02.2009)
9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder